26 Mayıs 2015 Salı

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 24

-24-

Sınıfa girdiğinde saatin hala oldukça erken olduğunu üzülerek fark etti Baekhee. Şimdi sınıfta Hanna veya Yongguk olsa gerçekten keyfine diyecek olmazdı. Sırasına geçip çantasını bıraktı, ardından pencerenin kenarına gidip boş boş gökyüzünü izlemeye başladı. Kendini pembe bulutların üzerinde geziyormuş gibi hafif hissediyordu, beyni hiçbir şey düşünmesine izin vermeyecek kadar Cho Kyuhyun’la doluydu. Muhtemelen bu yüzden bir çift kol omuzlarının etrafına dolanana kadar arkasından yaklaşan birinin olduğunu bile fark etmedi.

“Bakıyorum da pek bir dalgınız bu sabah.” Dedi kafasının tepesinden derin ve puslu bir ses. Baekhee şaşkınlığını çabucak üzerinden atıp sırıttı ve etrafında dolanmış kolların arasında gevşedi.

“Hm, gözlem yeteneğin ne kadar de gelişmiş senin öyle!” dedi kız, dalga geçerek. Yongguk hafifçe güldü.

“Anlamak için dahi olmaya gerek yoktu, gelmeden önce üç defa seslendim sana.” Dedi genç adam, ardından Baekhee’yi bırakıp pencerenin yanında kızın yüzünü görebileceği bir pozisyona yerleşti. “Sen ki arkadan gelen herhangi bir tehlikeyi iki metre öteden hisseden Ninja, nasıl olup da geldiğimi fark etmedin, üzerime sevimli bir uçan tekme savurmadın, acaba?”

“Örümcek hislerim sana tepki vermiyor.” Diye omuz silkti Baekhee, umursamazca. Henüz kimseyle gizli tek taraflı aşkıyla ilgili konuşmak istediğini düşünmüyordu. Bu kimseye söylenmeden, sonuna dek bir sır olarak kalıp hiç var olmamış gibi ortadan kaybolması gereken bir duyguydu.

“Yemedim.” Dedi Yongguk ve tek kaşını kaldırdı. “Yemiyorum, yemeyeceğim. Beni kandırmaya çalışmayı ne zaman bırakacaksın? Belli ki seni görmediğim son on altı saat içerisinde birden fazla büyük gelişme olmuş ve ben bir tanesinden bile haberdar değilim.”

“Evet, çok büyük gelişmeler yaşandı.” Dedi Baekhee, bir anda ciddi bir havaya bürünerek. Yongguk’un kulak kesildiğini fark ettiğinde dikkatle genç adamın gözlerine bakarak konuştu. “Ben dün Hanna’ya gittiğimde… aslında hamile olduğumu öğrendim… bir uzaylıdan.”

“Seni…” dedi Yongguk, Baekhee’nin ciddi olmadığını anladığında rahat bir nefes alıp gözlerini devirdi. “Sen ne kadar gıcık bir insansın, ben de ciddi bir şey söyleyeceksin diye bekliyorum!”

“Her şeyi şıp diye anlarsın da buna mı kandın?” diye güldü Baekhee. Yongguk kızın sözlerinin doğru olma olasılığını tartarcasına düşünerek başını salladı.

“O da farklı bir bakış açısı, tabi.” Dedi, düşünceli bir biçimde. Sınıfa onlardan sonraki üçüncü kişi girerken Baekhee sekerek sırasına gitti, Yongguk da elleri cebinde onu takip edip rahat bir tavırla kızın masasına yaslandı. “Şimdi sen yalnız olmadığımızı da söylersin, anlatmamak için.”

“Tabii ki söylerim.” Dedi Baekhee, pişkin pişkin sırıtarak. Yongguk iç geçirdi, sonra gülümsedi.

“Sana neden katlanıyorum, acaba?” dedi, bunu gerçekten düşünür gibi. Baekhee çenesini kaşıyarak kaşlarını çattı.

 “Bilmiyorum, gerçekten bana neden katlanıyorsun ki? Ben olsam bana katlanmazdım.” Dedi kız. Yongguk güldü.

“Yalancıya bak, on altı senedir ben mi katlanıyorum sana?” dedi, sırıtarak.

“Esas annemle babam katlanıyor.” Dedi Baekhee, ardından yüzünde ekşi bir ifade belirdi. “Gerçi annem bana mecburen katlandığını yeterince belli ediyor. Herhalde başka seçeneği olsa bir saniye durmaz bana tekmeyi basardı. Buraya gelirken yatılı okullardan bahsetmesine şaşmamalı.”

“Hmm…” diye mırladı Yongguk düşünceli bir biçimde, ardından Hanna’nın sırasına geçip Baekhee’ye doğru hafifçe eğildi, kulağında kulaklık da olsa sınıftaki üçüncü kişinin duymaması için kısık bir sesle konuştu. “Kavga ettiniz, değil mi?”

“Tabii ki.” Dedi Baekhee gözlerini devirerek. Sadece dünü düşünmek bile pembe bulutların üzerinden yere son hızla çakılıp üzerine gergedan oturmuş gibi ağır hissetmesine neden olmuştu.

Yongguk’un gözleri kısıldı. Baekhee bir süre gencin bakışlarına kendi bıkkın bakışlarıyla karşılık verip sessiz kaldı, ardından iç çekerek pes etti. Kız sınıftaki üçüncü kişinin onları duyamayacağından emin olmak için etrafına bakarken Yongguk kazandığını bilerek halinden memnun biçimde bekliyordu. Zaten dersin başlamasına bayağı vakit olduğundan Baekhee önceki gün olanları, Kyuhyun’la ilgili kısımları atlayarak, anlatmaya başladı. Yongguk onu soru sormak için bile kesmeden sonuna kadar dinledi. Baekhee anlatmayı bitirdiğinde sınıfın yarısı doluydu ve insanlar birbirleriyle muhabbet ettiğinden onların konuşmaları da arada kaynıyordu. Yongguk bir süre sessiz kaldı, sonra kıza baktı.

“Sana kızmamı istiyorsun, değil mi?” dedi genç. Baekhee biri tepesinden aşağı bomba bırakmış gibi hissederek boş boş arkadaşına baktı. Yongguk gülümseyerek devam etti. “Sana kızsam, hesap sorsam, sana hakaret edip senin annene yaptığın gibi ben de senin canını yaksam aslında daha iyi hissedeceksin. Vicdanın en azından biraz rahatlayacak, çünkü sen de, ne kadar haklı bir tavır olduğunu kendine kanıtlamaya çalışsan da, kendine kızıyorsun.”

“Abartılı olduğunu kabul ediyorum, hepsi bu.” dedi Baekhee, biraz toparlanmaya çalışarak. Hadi insan bunu hissederdi belki, anlardı; ama böyle pat diye kim söylerdi ki?!

“Durum senin anlattığın gibiyse ben abartılı olduğunu da düşünmüyorum. Geç kalmış bir patlama olduğunu düşünüyorum.” Dedi Yongguk. Baekhee arkadaşının yüzüne dikkatle bakarak dinledi. Sanki gencin ağzından dökülecek sözler kaderini belirleyecekmiş gibi hissediyordu; ya onu özgür bırakacak, ya da infaz edeceklerdi.

“Nasıl yani?” dedi Baekhee, arkadaşı devam etmeyince.

“Sonuçta hassas bir dönem geçirmişsin, bunun üzerine annen hala aynı tavrı devam ettirince de sineye çekmişsin, kimseye söylememişsin.” Dedi Yongguk. Baekhee elinde olmadan beyninde Kyuhyun’un sesinin çınladığını duydu: İçinde sakladıkların hiçbir yere gitmiyor, sadece birikiyorlar, sonra dönüp yine seni incitiyorlar. Yongguk devam etti. “Bilemem tabi, orada değildim; ama kendini senin kadar ağır yargılayan birinin bu konuda kendini tutacağına pek inanamadım. Bu durum seni gerçekten yıpratmış olmalı. Dün olanlar bardağı taşıran son damla olmuş. Üstelik daha önce çabalamışsın da.”

“Gerçekten beni anlaması için uğraştım; ama…” Dedi Baekhee, iç geçirerek, daha çok kendini inandırmaya çalışır gibi. “Gerçekten yeterli miydi? Dün öyle patlamamdan başka çıkış yolu kalmamış mıydı, yani? Daha nazik davranamaz mıydım? Yine oturup konuşamaz mıydım? Belki oturup beş yaş çocuğuna anlatır gibi anlatsam bu sefer-”

“Geçen seferlerde de seni anlamamış mıydı? Öyle söylediğini hatırlıyorum.” Dedi Yongguk. Baekhee ağzından çıkan her kelimeyi gencin bu kadar aklında tutmasına şaşırsa da başıyla onayladı. Yongguk gülümsedi. “Başka çıkış yolun kalmadığını anlaması gerekiyordu. Merak etme, annedir o, bir şekilde seninle yeniden konuşmanın bir yolunu bulacaktır. Endişelendiğin gerçekten onu hayatından silmek zorunda kalmaksa – ki biliyorum, tükürdüğünü yalamaktansa böyle bir aptallık yaparsın sen – annen buna izin vermez. Hem böylece seni ne kadar kırdığını anlamış oldu, bundan sonra biraz daha dikkatli davranacaktır.”

“Öyle mi diyorsun?” dedi Baekhee, çaresiz bir çocuk gibi.

“Tabi, senin de suçun var, bunca zaman neden kimseyle konuşmuyorsun? Neden içine atıyorsun? Hiç değilse kız kardeşinle annenin arkasından atıp tutsanız bile olurdu, aynı evde yaşamıyor musunuz?” diye haşladı birden Yongguk. Baekhee neye uğradığını şaşırarak gözlerini kırpıştırdı.

“Yani, arkasından arada bir çekiştiriyoruz tabi; ama…” diye kem küm etti kız. Yongguk kaşlarını çattı.

“Araları bozulmasın, diye kardeşinle de konuşmuyorsun, değil mi?” dedi Yongguk bıkkınlıkla. Baekhee yavru köpek gibi başını önüne eğdi. Yongguk iç çekti. “Seninle ne yapacağız, Baek, hı? Ben olmasam ne yapacaksın sen? Hoş, ağzından cebren ve hile ile almasam bana da laf anlatacağın yok!”

“Şey, ben, endişelenmeyin diye…” diye kekeledi Baekhee, oturduğu yerde iyice büzüşerek. Genç kollarını kavuşturdu.

“Anlattırmasam gene içine atarsın, sonra her boş vaktinde kafanda evirir çevirir büyütürsün, kendini dünyanın en kötü insanına çevirirsin, her şey için kendini suçlarsın… tabi, o da laf mı; küresel olarak senin yüzünden ısınıyoruz!” dedi Yongguk. Baekhee bu sefer gözlerini devirdi.

“Abartsaydın?” dedi, isyanla.

“Söyleyene bak. Bana gerek yok, sen yeterince abartıyorsun, zaten!” diye gözlerini kıstı Yongguk.

“Bini girik yik sin yitirinci ibirtiyirsin zitin.” diye yüzünü yamultup gözlerini kısarak Yongguk’u taklit etti Baekhee. Genç dil çıkarınca o da aynı şekilde dil çıkarıp saçlarını savurarak başını öbür yana çevirdi.

“Pabucumun serserisi, iş ciddiye binince tam bir ev kedisi.” Diye dalga geçti Yongguk. Baekhee yanaklarını şişirip somurttu.

“Sen kaşınıyorsun ama ha!” dedi kız, tehditkar bir biçimde. Yongguk yarım bir sırıtışla kıza baktı.

“Kaşısana?” dedi, neredeyse dalga geçerek. Baekhee bir an okulda oldukları ve dersin başlamasına pek zaman kalmadığı için tereddüt etse de böyle bir daveti geri çeviremezdi.

“Gösteririm ben sana…” diyerek gencin üzerine atıldı. Yongguk çevik bir hareketle kızın önünden çekildi, kenarda dalga geçercesine güldü. Baekhee gözlerini kısıp pençelerini çıkardı ve ona abuk suratlar yapıp pişmiş kelle gibi sırıtarak kaçan genci sınıfın içinde kovalamaya başladı, ta ki Hanna sınıfta yerine yerleşip kızı kolundan yakalamak suretiyle durdurana kadar. Baekhee onu tutanın Hanna olduğunu anlamasa muhtemelen durmaz, kızı da onunla beraber sürüklerdi.

“Oyun zamanı bitti, çocuklar, haydi çiçek oluyoruz!” dedi kız, bir anaokulu öğretmeni edasıyla.

“Ama önce o başlattı!” diyerek alt dudağını sarkıttı Baekhee, beş yaşında gibi göründüğünü umarak; ama Hanna’nın yüzündeki tiksinmiş bakıştan anlaşılacağı üzere pek başarılı değildi.

“Yapma şöyle, alerjim var benim buna! Mürekkepbalığı sağ olsun neredeyse bebekler bile bebek gibi konuştuğunda bile ifrit olacağım!” dedi kız, bariz bir biçimde ürpererek. Baekhee arkadaşının saçlarına kadar bütün tüylerinin diken diken olduğuna yemin edebilirdi.

“Hayırdır, bir deniz canlısına ne gareziniz olabilir ki?” diyerek yanlarına geldi Yongguk, elini Baekhee’nin kafasına koyup kızın saçını karıştırdı. Baekhee gencin elini birkaç isabetli darbeyle uzaklaştırdı, Yongguk bu sefer kolunu kızın omzuna dayadı.

“Kendisi insan olduğunu iddia eden bir doğal kaynak israfı. Afrika’da çocuklar onun yüzünden açlıktan ölüyor, ozon tabakası onun yüzünden delik, dünyadaki bütün savaşları o başlatıyor.” Dedi Hanna, hınçla. Yongguk’un eğleniyor gibi bir hali vardı.

“Hepi topu bir balık, en kötü sushi yapıp yeriz.” Dedi, omuz silkerek. Hanna bir an donakaldı, ardından başını hafifçe yukarı aşağı salladı.

“Tabi ya… sushi… ben bunu neden daha önce düşünmedim ki? Hem çabuk olur, pişirmeye de gerek kalmaz… hem canlı canlı doğramış da olurum… tek sorun, tarifi nereden bulacağım?” dedi sonra, transtaymış gibi. Yongguk ve Baekhee bir an bakıştılar, ardından kahkahalara boğuldular ve Hanna’nın çok mantıklı fikrine güldükleri için fırça yemeden susmadılar.

Ders başlamadan önce Hanna akşam annesiyle çok kavga edip etmediği konusunda Baekhee’yi sorguya çekti. Anlaşılan Kyuhyun sadece annesinin onunla tanışmak istediği kısmından bahsetmiş, kalanı hiç yaşanmamış gibi davranmıştı. Baekhee omuz silkip sadece küçük bir azar yediğini söyleyerek geçiştirdi. Kimsenin onun için gereğinden fazla endişelenmesini istemiyordu, özellikle Hanna’nın… ve kahin Kyuhyun bu konuda da haklı çıkmış oluyordu.

Akşam son iki saat beden eğitimi dersi vardı. Baekhee bu dersler sırasında nadiren yorulurdu ve sıklıkla çok eğlenirdi, bu yüzden en haftanın en sevdiği kısımlarından biri bu derslerdi. Bugünse dersin gelmesini de hiç istememişti, bitmesini de hiç istemiyordu. Okulun bittiğini bildiren zil çaldığında Baekhee sıkıntıyla soyunma odasından çıkıyordu. Hanna neyinin olduğunu sorduğunda onu sadece yorgun olduğunu, eve gidip uyumak istediğini söyleyerek geçiştirdi. Halbuki eve gitmek en son istediği şey olabilirdi.

Ön kapıda Hanna’yı Himchan’ın arkasında yolcu edip Yongguk’la birlikte bisikletlerinin pedallarına yüklendikleri zaman Baekhee gencin onu bir söyleve daha maruz bırakmasını beklemişti; ama genç mutluluk verici bir biçimde sessiz kaldı. Belki yeterince konuştuğunu düşünüyordu, belki de bu sefer sessiz kalması gerektiğini bile anlayacak kadar gelişmiş içgüdüleri vardı – muhtemelen ikincisi. Baekhee’nin etrafında birdenbire duygusal zekası gelişkin erkek sayısı artışı vardı, bu Çin’de olasılığının bile olmadığını düşündüğü bir durumdu. Onu mutlu ettiği kadar şaşırtıyordu da.

Baekhee bisikletini evin önüne bırakıp eve girerken buz gibi bir hava veya yeni bir kavga gibi şeylere kendini hazırladı. Derin bir nefes alıp bir savaş alanına girer gibi evin kapısını açıp içeri daldı. Beklediğinin aksine içeride sadece annesi ve Haerin sessizce yemek masasını hazırlamakla meşgullerdi ve sessizliklerinin sebebi tuhaf bir ortam olması değil, sadece konuşacakları her şeyi konuşmuş, şimdi konuşmaya ihtiyaç duymuyor olmalarıydı. Baekhee ne yapsa tam olarak bilemiyordu; bu yüzden sadece bir poker suratı takınıp çantasını odasına bıraktı ve yeniden yemek masasının yanına geldi.

“Ellerini yıka da gel, yemek birazdan hazır olur.” Dedi annesi, sıradan bir biçimde, ardından mutfağa gitti. Baekhee sorarcasına Haerin’e baktı, küçük kız umursamazca omuz silkip tabakları masaya dizmeye devam etti. Baekhee banyoya gidip ellerini yıkadı, babasına kapıyı açtı, ailecek oturup yemek yediler, kardeşiyle beraber masayı topladılar, ardından kız odasına geçti.

Hiçbir sorunun çıkmamış olması bir yana, Baekhee’nin dün söyledikleri hiç söylenmemiş, böyle bir akşam hiç yaşanmamış gibi bir hava esiyordu evin içinde. Baekhee bundan biraz rahatsız olmadığını söylese yalan olurdu, annesinin en azından biraz etkilenmiş olmasını istiyordu. Ağır konuşmuş olmasının bir sebebi vardı, herhalde! Yine de böylesinin onun daha çok işine geldiğini de inkar edemezdi. Her zamanki gibi davranmak onun için en kolay şeydi sonuçta.

Bir hafta, ertesi gün Yongguk’un onu bir sorguya daha çekmesi dışında, tamamen olaysız geçti. Baekhee’nin annesiyle duygusal ilişkisi açısından fark edilebilir bir değişiklik olmadı; ama kadın onu bariz bir biçimde daha az sorguluyor, daha az kontrol ediyordu artık. Bunda biraz babasının payı var gibi geliyordu Baekhee’ye; ama her halükarda evdeyken siniri daha az tepesine fırladığından Baekhee’nin şikayet ettiği söylenemezdi. Çarşamba akşamı soyunma odasına girdiğinde bir önceki haftaya kıyasla keyfi öyle yerindeydi ki etrafındaki bitkin insanlar topluluğu ona uzaydan gelmiş bir android gibi bakıyorlardı.

“Henüz seni bir okul takımına çağıran olmadı mı?” diye sordu Hanna, oturduğu sırada ayaklarını sallandırarak. Kız o kadar da kısa olmadığından bunu nasıl yaptığını Baekhee’nin aklı almıyordu; ama sorgulamamayı tercih etti.

“En az üç tanesi çağırdı şimdiye kadar.” Dedi kız, çantasından suyunu çıkarıp başına dikti.

“Hangileri be, benim niye haberim yok?” dedi Hanna anında. Baekhee suyun kapağını kapatıp kenara bıraktı, üniformalarını aldı.

“Koşu, voleybol, futbol.” Diye saydı, parmaklarıyla. Hanna kıkırdadı.

“Oldukça popüleriz, bakıyorum?” dedi, yüzünde geniş bir sırıtışla.

“Tabii ki!” dedi Baekhee ve duşlardan birine gidip üzerini değiştirmeye başladı. Sırılsıklam olduğundan iç çamaşırlarını dahi değiştiriyordu ve bunu içeride yapamazdı. Kabinden çıkıp da yeniden çantasının yanına döndüğü zamansa Hanna ortalarda yoktu. Baekhee onun ter kokusundan boğulmamak adına dışarı kaçmış olabileceğini düşünerek hızla toparlandı. Hanna hastalığı yüzünden beden dersinden muaftı, bir kenarda oturup sıkılmak dışında bir işi yoktu, dolayısıyla ne terler, ne de kokardı. Gerekli olmadıkça da soyunma odasında oturmaktan pek hoşlanmazdı.

Baekhee çantasını toparlayıp tamamen kuru ve kokusuz bir biçimde soyunma odasından çıktığında etrafta bekleyen bir Hanna aradı; ama kız hiçbir yerde yoktu. Hanna normalde soyunma odasından kaçmaya karar verdiğinde onu bir ağaç dibinde ya da bir bankta oturup boş boş gökyüzünü seyrederek beklerdi. Kızın nereye gitmiş olabileceğini düşünerek etrafta onu aradı Baekhee. Tuvalete de gitmiş olabilirdi, belki… eğer soyunma odasında tuvalet olmasa bu mantıklı olurdu.

“Hey!” diye seslendi, tribünlerde oturan Yongguk’u gördüğü zaman. Genç dönüp ona el salladı. Baekhee tribünlerin önünde durup tekrar seslendi. “Hanna’yı gördün mü?”

“Hayır, gitmiş mi?” dedi Yongguk, oturduğu yerden kalkıp sandalye sıralarını basamak gibi kullanarak Baekhee’nin yanına kadar indi. Baekhee gözleriyle okulun bahçesini bir kere daha taradı.

“Bilmiyorum, soyunma odasından çıkmış, şimdi de bulamıyorum.” Dedi kız, gittikçe daha çok meraklanıyordu. Bunun muhtemelen saçma bir merak olduğunun farkındaydı; ama neredeyse kıskanç bir sevgili gibi merak ediyordu. Hanna ona haber vermeden nereye gitmiş olabilirdi ki?  

“Himchan’ın yanına gitmiş olmasın?” dedi Yongguk, tek kaşını kaldırarak. Baekhee bir an durdu, sonra iç çekti.

“Bazen ikisinin ne kadar sulu, vıcık vıcık aşıklar olduklarını unutabiliyorum. Madem öyle gidip basalım şunları.” Dedi Baekhee. Yongguk bu fikri onaylarcasına sırıttı. Genç çantasını alır almaz, zil çalmadan varmak için acele ederek Himchan’ın sınıfına gittiler; ama Hanna orada da yoktu. Baekhee sorarcasına Yongguk’a baktı, genç bilmediğini belirtir şekilde omuz silkti. Baekhee dudağını ısırdı.

“Sen sınıfa bak, ben zil çalınca Himchan’ı da alır gelirim.” Dedi Yongguk, kızın sıkıntısını çabucak fark ederek. Baekhee başıyla onaylayıp kendi sınıflarına doğru çabuk bir tempo tutturdu. Hanna’yı orada bulmayı umsa da nedense orada olmayacağını daha yaklaşmadan biliyordu. İçeri girdiği zaman da sınıfın tamamen boş olduğunu gördü, kendi sırasının üzerine yapıştırılmış parlak turuncu bir kağıt parçası dışında.

Sahne gerçek olmak için fazlasıyla klişeydi, Baekhee neredeyse gülecekti – neredeyse. Çabucak gidip notu sıradan aldı. Sahnenin klişe bir “kötü ergen filmi başkarakter kaçırılma sahnesi” olmasını engelleyen bir biçimde, not Hanna tarafından yazılmıştı. Telefonumun şarjı bitti; ama zaten eminim sen beni arayabileceğin gerçeğini bile unutup okulu karış karış aramayı düşünmeye başlamıştın, değil mi? Al kendini, vur Yongguk’a… neyse; abim geldi, beni iki sokak ötedeki pastaneye götürecekmiş, biliyorsun değil mi orayı? Eminim cevabın hayır; sadece çıkınca sağa dön, tabelası dev bir kek dilimi şeklinde zaten. Sen de gel, hatta gelirse bizimkiler de gelsin. Sen gelmeden kalkmayacağım. Öpüldün!

Baekhee notu ikinci bir kere daha okuduktan sonra kendi kendine gülmeye başladı. Kafasından nasıl senaryolar geçtiğini gerçekten düşünmek bile komik geliyordu şimdi. Ne burası Çin’di, ne de Jiyong’la tayfası böyle benzersiz saçmalıkta bir işe kalkışacak kadar düşmandı ona. Ama buna rağmen sınıfa gelip notu gördüğünde Hanna’nın çatıya kaçırıldığı, Baekhee’nin eline geçirdiği üç sopayla Yongguk’la Himchan’ı da peşine takıp yirmiye üç kavgaya daldığı bir senaryo belirmişti beyninde. Nedense bu senaryo onların zaferi ve Minwoo Hocanın gelip onların arkasını toplamasıyla son buluyordu… yazarı tanıdığından, herhalde.

“Not mu bırakmış?” diyen sesi duyduğunda kendi senaryosunun saçmalığına hala gülüyordu Baekhee. dönüp arkasına baktığında iki arkadaşının meraklı yüzleriyle karşılaştı.

“Aynen ondan. İki sokak ötede dev bir kek diliminden tabelası olan bir pastaneye gitmiş, bizi de çağırıyormuş.” Dedi Baekhee. Himchan’ın yüzü anında aydınlandı, sonra yapmacık bir alınganlığa büründü.

“Ah, Bitter Beyaz’a mı gitmiş? Hem de bizden habersiz?!” dedi genç, kollarını kavuşturarak.

“Yeri biliyor musun?” dedi Baekhee. Himchan daha da alınmış gibi bir elini göğsüne koydu.

“Tabii ki biliyorum!! Nasıl bir hakaret bu? Yedi ceddime sövseydin, daha iyiydi!” dedi Himchan. Yongguk kahkahasını bir öksürüğün arkasına gizlerken Baekhee hiç böyle bir çabaya girişmedi.

“Aman tamam! Madem öyle götürürsün bizi. Abisiyle de tanışmış olursun.” Dedi kız, sırıtarak. Himchan’ın rengi o kadar ani attı ki Baekhee rengin değişimini bariz bir biçimde gözleriyle gördü.

“A…abisi mi?” dedi Himchan, kekeleyerek. Yongguk arkadaşının sırtına cesaretlendirircesine vurdu.

“Bir şey olmaz be, ne olabilir ki? Ben etraftayken tanışman daha iyi olur, en azından hayati tehliken olmaz, ben seni korurum, hayatım.” Dedi Yongguk, sonunda arkadaşının saçlarına hafifçe dokundu. Himchan baştan ayağa ürperdi ve hızla geri çekildi.

“Biliyor musun, sanırım katledilmeyi tercih ederim, teşekkürler.” Dedi Himchan. Baekhee güldü.

“Sen ne demeye çalışıyorsun Gukkie-ah? Yoksa Hanna’nın arkasından iş mi çeviriyorsunuz, ha?” dedi kız, sonra sırıttı, “Öyle bir şey varsa söyleyin de yardım edelim.”

“Hanna duyarsa seni atomlarına ayırır.” Diye güldü Yongguk.

“Yoo, bence o da benimle çıkmaya başlar.” Diye abartılı bir kendini beğenmişlikle saçlarını savurdu Baekhee. Himchan kıza tuhaf bakışlar attıktan sonra bir adım daha geri attı.

“Eee, bence bu konuşma daha tuhaf yerlere gitmeden bir an önce Bitter Beyaz’a gidelim, Hanna’yı çok bekletmeyelim.” Dedi, gergin bir gülümsemeyle.

“Kyuhyun’u bile tercih ediyorsun demek, ha?” dedi Baekhee; ama sonra onunla daha fazla dalga geçmemeye karar verip arkadaşına acıyarak baktı. “Bildiğin ödün kopuyor senin bu arada, üç buçuk atıyorsun resmen. Şu haline bak, iyi olacak mısın, gerçekten?”

“Evet. Hayır. Bilmiyorum.” Dedi Himchan ve pes ederek iç geçirdi. “Aslında biliyor musun, galiba benim küçük bir işim çıkacak. Kardeşini okuldan alması sonra da köpeğini yürüyüşe çıkarması gerekiyormuş, dersin; bizimkilerin evde olmayacağını biliyor zaten.”

“Sizinkiler evde değilse zaten bu bahane değil ki, gerçek.” Diye belirtti Yongguk.

“Orası öyle; ama kardeşimin okulunun bitmesine bir saatten fazla var… tabi orasını karıştırmıyoruz.” Dedi Himchan. Baekhee hazır ola geçip asker selamı verdi.

“Emredersiniz, efendim!”

Kapıda Himchan’dan ayrıldıktan sonra Yongguk’la beraber nerede olduğunu bilmedikleri pastaneye doğru yola koyuldular. Himchan’ın gerginliğini ikisi de anlıyor olsa da – kısacık bir zamandır çıktığın kızın abisiyle tanışmak biraz… fazla geliyor olabilirdi – ikisi de şu anda onun yanlarında olmasını tercih edeceklerini biliyorlardı. En azından kaybolmaları gibi bir risk olmazdı. Neyse ki yavaş yavaş sürüp Hanna’nın tarif ettiği yerden gidince tabelayı, aynen Hanna’nın söylediği gibi, kolayca buldular. Gerçekten pastanenin önünde dev gibi bir beyaz çikolata kaplı çikolatalı kek dilimi tabelası vardı. Daha yüz metre ileriden insanın canı çikolatalı pasta çekebilirdi. Çok başarılı, diye düşündü Baekhee.

İçeride Hanna’yı pasta dilimlerini en iyi görecek masada, Kyuhyun’la karşılıklı oturmuşken buldular; ama yanlarında fazladan bir de Heechul vardı. Hanna önündeki dondurmalı Bella Vista’ya bütün ruhuyla gömülmüş vaziyette olduğundan, onları ilk gören Kyuhyun oldu. Baekhee genci gördüğü saniye kalbinde oluşan teklemeyi ve yanaklarına boca eden kanı artık çok iyi tanıyordu; ne de olsa bunu gencin yüzü aklına her geldiğinde de yaşıyordu ve kurtulmak için hiçbir yolu yoktu. Kyuhyun ona içten bir gülümsemeyle el salladığında krema kıvamına gelip olduğu yere yığılmak yerine normal bir tepki vermek, elinden gelenin en fazlasıydı.

“Demek buradasınız!” dedi, içgüdüsel olarak Yongguk’un koluna yapışıp onu da kendisiyle beraber sürükleyerek yanlarına gitti. Kyuhyun’un yüzünden anlamsız bir gölge geçtiğini sandı; ama bu muhtemelen tamamen onun hayal ürünüydü; çünkü bir an sonra baktığında orada yoktu.

“Ah, kimler gelmiş! Ee… peki bu kim?” dedi Heechul, Baekhee’ye sırıttıktan sonra merakla yanında çekiştirmekte olduğu devasa, ifadesiz gence bakarak. Onu tanımayan insanlar için Yongguk çoğu zaman ifadesiz gibi görünürdü, kendi tanımadığı insanların yanındaysa her zamankinden daha donuk olurdu zaten.

“Ben Yongguk.” Diyerek hafifçe gülümsedi ve eğildi Yongguk. Baekhee aslında gencin nasıl hissettiğini ifade etmek ister gibi sıcak bir gülümseme takındı.

“Ah şu meşhur…” diyen Heechul’un kaşları havalandı. Genç, başını yavaşça yukarı aşağı salladı. “Hanna sağ olsun, utanmasam üç nesil uzaktan aile entrikalarınızı bile bileceğim.”

“Kapa çeneni!” dedi Hanna ve Heechul’e sert bir dirsek attı, tam kaburgalarının altına yediği dirsekle nefesi kesilen Heechul, susmak zorunda kaldı.

“O Heechul, benimle Hanna’nın arkadaşı. Ben de abisiyim, adım Kyuhyun.” Dedi Kyuhyun, arkadaşının sessizliğinin göze batmasına izin vermeden.

“Memnun oldum, hyung.” Dedi Yongguk, saygılı bir biçimde. Neredeyse her saniyelerini beraber geçirince, Baekhee arkadaşının yabancı insanlarla karşılaştığı zaman tam olarak ne kadar çekingen olabildiğini unutmuştu.

“Hadi otursak ya!” dedi kız, Yongguk’un dikkatini biraz dağıtmak adına. Tabii ki pek işe yaradığını sanmıyordu; çünkü Yongguk herhangi bir sözlü veya duygusal tepki vermek yerine yan masadan çabucak iki sandalye çekip Baekhee’nin oturmasını bekleyerek kıza baktı. Baekhee bir an bununla ilgili bir espri yapmak istedi; ama arkadaşını rahatlatmak yerine utandırma olasılığını düşünerek vazgeçti ve Yongguk’un onun için tuttuğu sandalyeye oturdu. Aslında böyle tavırları sevmezdi, sahte bir biçimde yapıldıklarında yapan kişi tarafından aşağılandığını hissediyordu Baekhee. Ama Yongguk’un yaptığı gibi doğal bir biçimde yapıldığında, kız sadece karşısındaki tarafından önemsendiğini hissediyordu. Karşısındakinin onu zayıf gördüğü veya görev olarak bulduğu için değil, sadece onu önemsediği için böyle bir hareket yaptığını bildiği zaman, bir prenses gibi el üstünde tutulmak aslında oldukça hoş bir histi.

“Niye oturdunuz ki? Pasta seçmeyecek misiniz?” dedi Hanna, iki mutluluk dolu lokmanın arasında. Baekhee başını kaldırıp Yongguk’a baktı. Konuşmak zorunda değildi, arkadaşının onu tek kelime etmeden de anladığını biliyordu.

“Zehirlenirsen yeni bir dilim seçebilirsin.” Dedi Yongguk bir an sonra ve göz kırparak ikisine de birer dilim seçmek için tezgaha gitti.

“Ya da zorla pastanın kalanını boğazından aşağı tıkarım!” dedi Baekhee arkasından. Yongguk’un yumuşak, derin kıkırtısı biraz boğuk gelse de duyulabiliyordu.


“O da bir seçenek, tabi.” dedi Yongguk, sırıtarak pastalara bakarken. Baekhee kendi kendine gülüp başını yeniden masaya çevirdiğinde başı öne eğik Hanna’nın dalgalı saçları ve bir çift ilgisiz gözün yanında Cho Kyuhyun’un onun üzerine dikilmiş, tek kaşı havada, soran bakışlarıyla karşılaştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder