-24-
Sınıfa girdiğinde saatin hala oldukça erken olduğunu
üzülerek fark etti Baekhee. Şimdi sınıfta Hanna veya Yongguk olsa gerçekten
keyfine diyecek olmazdı. Sırasına geçip çantasını bıraktı, ardından pencerenin
kenarına gidip boş boş gökyüzünü izlemeye başladı. Kendini pembe bulutların
üzerinde geziyormuş gibi hafif hissediyordu, beyni hiçbir şey düşünmesine izin
vermeyecek kadar Cho Kyuhyun’la doluydu. Muhtemelen bu yüzden bir çift kol
omuzlarının etrafına dolanana kadar arkasından yaklaşan birinin olduğunu bile
fark etmedi.
“Bakıyorum da pek bir dalgınız bu sabah.” Dedi kafasının
tepesinden derin ve puslu bir ses. Baekhee şaşkınlığını çabucak üzerinden atıp
sırıttı ve etrafında dolanmış kolların arasında gevşedi.
“Hm, gözlem yeteneğin ne kadar de gelişmiş senin öyle!” dedi
kız, dalga geçerek. Yongguk hafifçe güldü.
“Anlamak için dahi olmaya gerek yoktu, gelmeden önce üç defa
seslendim sana.” Dedi genç adam, ardından Baekhee’yi bırakıp pencerenin yanında
kızın yüzünü görebileceği bir pozisyona yerleşti. “Sen ki arkadan gelen
herhangi bir tehlikeyi iki metre öteden hisseden Ninja, nasıl olup da geldiğimi
fark etmedin, üzerime sevimli bir uçan tekme savurmadın, acaba?”
“Örümcek hislerim sana tepki vermiyor.” Diye omuz silkti
Baekhee, umursamazca. Henüz kimseyle gizli tek taraflı aşkıyla ilgili konuşmak
istediğini düşünmüyordu. Bu kimseye söylenmeden, sonuna dek bir sır olarak
kalıp hiç var olmamış gibi ortadan kaybolması gereken bir duyguydu.
“Yemedim.” Dedi Yongguk ve tek kaşını kaldırdı. “Yemiyorum,
yemeyeceğim. Beni kandırmaya çalışmayı ne zaman bırakacaksın? Belli ki seni
görmediğim son on altı saat içerisinde birden fazla büyük gelişme olmuş ve ben
bir tanesinden bile haberdar değilim.”
“Evet, çok büyük gelişmeler yaşandı.” Dedi Baekhee, bir anda
ciddi bir havaya bürünerek. Yongguk’un kulak kesildiğini fark ettiğinde dikkatle
genç adamın gözlerine bakarak konuştu. “Ben dün Hanna’ya gittiğimde… aslında
hamile olduğumu öğrendim… bir uzaylıdan.”
“Seni…” dedi Yongguk, Baekhee’nin ciddi olmadığını
anladığında rahat bir nefes alıp gözlerini devirdi. “Sen ne kadar gıcık bir
insansın, ben de ciddi bir şey söyleyeceksin diye bekliyorum!”
“Her şeyi şıp diye anlarsın da buna mı kandın?” diye güldü
Baekhee. Yongguk kızın sözlerinin doğru olma olasılığını tartarcasına düşünerek
başını salladı.
“O da farklı bir bakış açısı, tabi.” Dedi, düşünceli bir
biçimde. Sınıfa onlardan sonraki üçüncü kişi girerken Baekhee sekerek sırasına
gitti, Yongguk da elleri cebinde onu takip edip rahat bir tavırla kızın
masasına yaslandı. “Şimdi sen yalnız olmadığımızı da söylersin, anlatmamak
için.”
“Tabii ki söylerim.” Dedi Baekhee, pişkin pişkin sırıtarak.
Yongguk iç geçirdi, sonra gülümsedi.
“Sana neden katlanıyorum, acaba?” dedi, bunu gerçekten
düşünür gibi. Baekhee çenesini kaşıyarak kaşlarını çattı.
“Bilmiyorum,
gerçekten bana neden katlanıyorsun ki? Ben olsam bana katlanmazdım.” Dedi kız.
Yongguk güldü.
“Yalancıya bak, on altı senedir ben mi katlanıyorum sana?”
dedi, sırıtarak.
“Esas annemle babam katlanıyor.” Dedi Baekhee, ardından
yüzünde ekşi bir ifade belirdi. “Gerçi annem bana mecburen katlandığını
yeterince belli ediyor. Herhalde başka seçeneği olsa bir saniye durmaz bana
tekmeyi basardı. Buraya gelirken yatılı okullardan bahsetmesine şaşmamalı.”
“Hmm…” diye mırladı Yongguk düşünceli bir biçimde, ardından
Hanna’nın sırasına geçip Baekhee’ye doğru hafifçe eğildi, kulağında kulaklık da
olsa sınıftaki üçüncü kişinin duymaması için kısık bir sesle konuştu. “Kavga
ettiniz, değil mi?”
“Tabii ki.” Dedi Baekhee gözlerini devirerek. Sadece dünü
düşünmek bile pembe bulutların üzerinden yere son hızla çakılıp üzerine
gergedan oturmuş gibi ağır hissetmesine neden olmuştu.
Yongguk’un gözleri kısıldı. Baekhee bir süre gencin
bakışlarına kendi bıkkın bakışlarıyla karşılık verip sessiz kaldı, ardından iç
çekerek pes etti. Kız sınıftaki üçüncü kişinin onları duyamayacağından emin
olmak için etrafına bakarken Yongguk kazandığını bilerek halinden memnun
biçimde bekliyordu. Zaten dersin başlamasına bayağı vakit olduğundan Baekhee
önceki gün olanları, Kyuhyun’la ilgili kısımları atlayarak, anlatmaya başladı.
Yongguk onu soru sormak için bile kesmeden sonuna kadar dinledi. Baekhee
anlatmayı bitirdiğinde sınıfın yarısı doluydu ve insanlar birbirleriyle
muhabbet ettiğinden onların konuşmaları da arada kaynıyordu. Yongguk bir süre
sessiz kaldı, sonra kıza baktı.
“Sana kızmamı istiyorsun, değil mi?” dedi genç. Baekhee biri
tepesinden aşağı bomba bırakmış gibi hissederek boş boş arkadaşına baktı.
Yongguk gülümseyerek devam etti. “Sana kızsam, hesap sorsam, sana hakaret edip
senin annene yaptığın gibi ben de senin canını yaksam aslında daha iyi
hissedeceksin. Vicdanın en azından biraz rahatlayacak, çünkü sen de, ne kadar
haklı bir tavır olduğunu kendine kanıtlamaya çalışsan da, kendine kızıyorsun.”
“Abartılı olduğunu kabul ediyorum, hepsi bu.” dedi Baekhee,
biraz toparlanmaya çalışarak. Hadi insan bunu hissederdi belki, anlardı; ama
böyle pat diye kim söylerdi ki?!
“Durum senin anlattığın gibiyse ben abartılı olduğunu da
düşünmüyorum. Geç kalmış bir patlama olduğunu düşünüyorum.” Dedi Yongguk.
Baekhee arkadaşının yüzüne dikkatle bakarak dinledi. Sanki gencin ağzından
dökülecek sözler kaderini belirleyecekmiş gibi hissediyordu; ya onu özgür
bırakacak, ya da infaz edeceklerdi.
“Nasıl yani?” dedi Baekhee, arkadaşı devam etmeyince.
“Sonuçta hassas bir dönem geçirmişsin, bunun üzerine annen
hala aynı tavrı devam ettirince de sineye çekmişsin, kimseye söylememişsin.”
Dedi Yongguk. Baekhee elinde olmadan beyninde Kyuhyun’un sesinin çınladığını
duydu: İçinde sakladıkların hiçbir yere
gitmiyor, sadece birikiyorlar, sonra dönüp yine seni incitiyorlar. Yongguk
devam etti. “Bilemem tabi, orada değildim; ama kendini senin kadar ağır
yargılayan birinin bu konuda kendini tutacağına pek inanamadım. Bu durum seni
gerçekten yıpratmış olmalı. Dün olanlar bardağı taşıran son damla olmuş.
Üstelik daha önce çabalamışsın da.”
“Gerçekten beni anlaması için uğraştım; ama…” Dedi Baekhee,
iç geçirerek, daha çok kendini inandırmaya çalışır gibi. “Gerçekten yeterli
miydi? Dün öyle patlamamdan başka çıkış yolu kalmamış mıydı, yani? Daha nazik
davranamaz mıydım? Yine oturup konuşamaz mıydım? Belki oturup beş yaş çocuğuna
anlatır gibi anlatsam bu sefer-”
“Geçen seferlerde de seni anlamamış mıydı? Öyle söylediğini
hatırlıyorum.” Dedi Yongguk. Baekhee ağzından çıkan her kelimeyi gencin bu
kadar aklında tutmasına şaşırsa da başıyla onayladı. Yongguk gülümsedi. “Başka
çıkış yolun kalmadığını anlaması gerekiyordu. Merak etme, annedir o, bir
şekilde seninle yeniden konuşmanın bir yolunu bulacaktır. Endişelendiğin
gerçekten onu hayatından silmek zorunda kalmaksa – ki biliyorum, tükürdüğünü
yalamaktansa böyle bir aptallık yaparsın sen – annen buna izin vermez. Hem
böylece seni ne kadar kırdığını anlamış oldu, bundan sonra biraz daha dikkatli
davranacaktır.”
“Öyle mi diyorsun?” dedi Baekhee, çaresiz bir çocuk gibi.
“Tabi, senin de suçun var, bunca zaman neden kimseyle
konuşmuyorsun? Neden içine atıyorsun? Hiç değilse kız kardeşinle annenin
arkasından atıp tutsanız bile olurdu, aynı evde yaşamıyor musunuz?” diye
haşladı birden Yongguk. Baekhee neye uğradığını şaşırarak gözlerini
kırpıştırdı.
“Yani, arkasından arada bir çekiştiriyoruz tabi; ama…” diye
kem küm etti kız. Yongguk kaşlarını çattı.
“Araları bozulmasın, diye kardeşinle de konuşmuyorsun, değil
mi?” dedi Yongguk bıkkınlıkla. Baekhee yavru köpek gibi başını önüne eğdi.
Yongguk iç çekti. “Seninle ne yapacağız, Baek, hı? Ben olmasam ne yapacaksın
sen? Hoş, ağzından cebren ve hile ile almasam bana da laf anlatacağın yok!”
“Şey, ben, endişelenmeyin diye…” diye kekeledi Baekhee,
oturduğu yerde iyice büzüşerek. Genç kollarını kavuşturdu.
“Anlattırmasam gene içine atarsın, sonra her boş vaktinde
kafanda evirir çevirir büyütürsün, kendini dünyanın en kötü insanına
çevirirsin, her şey için kendini suçlarsın… tabi, o da laf mı; küresel olarak
senin yüzünden ısınıyoruz!” dedi Yongguk. Baekhee bu sefer gözlerini devirdi.
“Abartsaydın?” dedi, isyanla.
“Söyleyene bak. Bana gerek yok, sen yeterince abartıyorsun,
zaten!” diye gözlerini kıstı Yongguk.
“Bini girik yik sin yitirinci ibirtiyirsin zitin.” diye
yüzünü yamultup gözlerini kısarak Yongguk’u taklit etti Baekhee. Genç dil
çıkarınca o da aynı şekilde dil çıkarıp saçlarını savurarak başını öbür yana
çevirdi.
“Pabucumun serserisi, iş ciddiye binince tam bir ev kedisi.”
Diye dalga geçti Yongguk. Baekhee yanaklarını şişirip somurttu.
“Sen kaşınıyorsun ama ha!” dedi kız, tehditkar bir biçimde.
Yongguk yarım bir sırıtışla kıza baktı.
“Kaşısana?” dedi, neredeyse dalga geçerek. Baekhee bir an
okulda oldukları ve dersin başlamasına pek zaman kalmadığı için tereddüt etse
de böyle bir daveti geri çeviremezdi.
“Gösteririm ben sana…” diyerek gencin üzerine atıldı.
Yongguk çevik bir hareketle kızın önünden çekildi, kenarda dalga geçercesine
güldü. Baekhee gözlerini kısıp pençelerini çıkardı ve ona abuk suratlar yapıp
pişmiş kelle gibi sırıtarak kaçan genci sınıfın içinde kovalamaya başladı, ta
ki Hanna sınıfta yerine yerleşip kızı kolundan yakalamak suretiyle durdurana
kadar. Baekhee onu tutanın Hanna olduğunu anlamasa muhtemelen durmaz, kızı da
onunla beraber sürüklerdi.
“Oyun zamanı bitti, çocuklar, haydi çiçek oluyoruz!” dedi
kız, bir anaokulu öğretmeni edasıyla.
“Ama önce o başlattı!” diyerek alt dudağını sarkıttı
Baekhee, beş yaşında gibi göründüğünü umarak; ama Hanna’nın yüzündeki tiksinmiş
bakıştan anlaşılacağı üzere pek başarılı değildi.
“Yapma şöyle, alerjim var benim buna! Mürekkepbalığı sağ
olsun neredeyse bebekler bile bebek gibi konuştuğunda bile ifrit olacağım!”
dedi kız, bariz bir biçimde ürpererek. Baekhee arkadaşının saçlarına kadar
bütün tüylerinin diken diken olduğuna yemin edebilirdi.
“Hayırdır, bir deniz canlısına ne gareziniz olabilir ki?”
diyerek yanlarına geldi Yongguk, elini Baekhee’nin kafasına koyup kızın saçını
karıştırdı. Baekhee gencin elini birkaç isabetli darbeyle uzaklaştırdı, Yongguk
bu sefer kolunu kızın omzuna dayadı.
“Kendisi insan olduğunu iddia eden bir doğal kaynak israfı.
Afrika’da çocuklar onun yüzünden açlıktan ölüyor, ozon tabakası onun yüzünden
delik, dünyadaki bütün savaşları o başlatıyor.” Dedi Hanna, hınçla. Yongguk’un
eğleniyor gibi bir hali vardı.
“Hepi topu bir balık, en kötü sushi yapıp yeriz.” Dedi, omuz
silkerek. Hanna bir an donakaldı, ardından başını hafifçe yukarı aşağı salladı.
“Tabi ya… sushi… ben bunu neden daha önce düşünmedim ki? Hem
çabuk olur, pişirmeye de gerek kalmaz… hem canlı canlı doğramış da olurum… tek
sorun, tarifi nereden bulacağım?” dedi sonra, transtaymış gibi. Yongguk ve
Baekhee bir an bakıştılar, ardından kahkahalara boğuldular ve Hanna’nın çok
mantıklı fikrine güldükleri için fırça yemeden susmadılar.
Ders başlamadan önce Hanna akşam annesiyle çok kavga edip
etmediği konusunda Baekhee’yi sorguya çekti. Anlaşılan Kyuhyun sadece annesinin
onunla tanışmak istediği kısmından bahsetmiş, kalanı hiç yaşanmamış gibi
davranmıştı. Baekhee omuz silkip sadece küçük bir azar yediğini söyleyerek
geçiştirdi. Kimsenin onun için gereğinden fazla endişelenmesini istemiyordu,
özellikle Hanna’nın… ve kahin Kyuhyun bu konuda da haklı çıkmış oluyordu.
Akşam son iki saat beden eğitimi dersi vardı. Baekhee bu
dersler sırasında nadiren yorulurdu ve sıklıkla çok eğlenirdi, bu yüzden en
haftanın en sevdiği kısımlarından biri bu derslerdi. Bugünse dersin gelmesini
de hiç istememişti, bitmesini de hiç istemiyordu. Okulun bittiğini bildiren zil
çaldığında Baekhee sıkıntıyla soyunma odasından çıkıyordu. Hanna neyinin
olduğunu sorduğunda onu sadece yorgun olduğunu, eve gidip uyumak istediğini
söyleyerek geçiştirdi. Halbuki eve gitmek en son istediği şey olabilirdi.
Ön kapıda Hanna’yı Himchan’ın arkasında yolcu edip
Yongguk’la birlikte bisikletlerinin pedallarına yüklendikleri zaman Baekhee
gencin onu bir söyleve daha maruz bırakmasını beklemişti; ama genç mutluluk verici
bir biçimde sessiz kaldı. Belki yeterince konuştuğunu düşünüyordu, belki de bu
sefer sessiz kalması gerektiğini bile anlayacak kadar gelişmiş içgüdüleri vardı
– muhtemelen ikincisi. Baekhee’nin etrafında birdenbire duygusal zekası
gelişkin erkek sayısı artışı vardı, bu Çin’de olasılığının bile olmadığını
düşündüğü bir durumdu. Onu mutlu ettiği kadar şaşırtıyordu da.
Baekhee bisikletini
evin önüne bırakıp eve girerken buz gibi bir hava veya yeni bir kavga gibi
şeylere kendini hazırladı. Derin bir nefes alıp bir savaş alanına girer gibi
evin kapısını açıp içeri daldı. Beklediğinin aksine içeride sadece annesi ve
Haerin sessizce yemek masasını hazırlamakla meşgullerdi ve sessizliklerinin
sebebi tuhaf bir ortam olması değil, sadece konuşacakları her şeyi konuşmuş,
şimdi konuşmaya ihtiyaç duymuyor olmalarıydı. Baekhee ne yapsa tam olarak
bilemiyordu; bu yüzden sadece bir poker suratı takınıp çantasını odasına
bıraktı ve yeniden yemek masasının yanına geldi.
“Ellerini yıka da gel, yemek birazdan hazır olur.” Dedi
annesi, sıradan bir biçimde, ardından mutfağa gitti. Baekhee sorarcasına
Haerin’e baktı, küçük kız umursamazca omuz silkip tabakları masaya dizmeye
devam etti. Baekhee banyoya gidip ellerini yıkadı, babasına kapıyı açtı,
ailecek oturup yemek yediler, kardeşiyle beraber masayı topladılar, ardından
kız odasına geçti.
Hiçbir sorunun çıkmamış olması bir yana, Baekhee’nin dün
söyledikleri hiç söylenmemiş, böyle bir akşam hiç yaşanmamış gibi bir hava
esiyordu evin içinde. Baekhee bundan biraz rahatsız olmadığını söylese yalan
olurdu, annesinin en azından biraz etkilenmiş olmasını istiyordu. Ağır konuşmuş
olmasının bir sebebi vardı, herhalde! Yine de böylesinin onun daha çok işine
geldiğini de inkar edemezdi. Her zamanki gibi davranmak onun için en kolay şeydi
sonuçta.
Bir hafta, ertesi gün Yongguk’un onu bir sorguya daha
çekmesi dışında, tamamen olaysız geçti. Baekhee’nin annesiyle duygusal ilişkisi
açısından fark edilebilir bir değişiklik olmadı; ama kadın onu bariz bir
biçimde daha az sorguluyor, daha az kontrol ediyordu artık. Bunda biraz
babasının payı var gibi geliyordu Baekhee’ye; ama her halükarda evdeyken siniri
daha az tepesine fırladığından Baekhee’nin şikayet ettiği söylenemezdi.
Çarşamba akşamı soyunma odasına girdiğinde bir önceki haftaya kıyasla keyfi
öyle yerindeydi ki etrafındaki bitkin insanlar topluluğu ona uzaydan gelmiş bir
android gibi bakıyorlardı.
“Henüz seni bir okul takımına çağıran olmadı mı?” diye sordu
Hanna, oturduğu sırada ayaklarını sallandırarak. Kız o kadar da kısa olmadığından
bunu nasıl yaptığını Baekhee’nin aklı almıyordu; ama sorgulamamayı tercih etti.
“En az üç tanesi çağırdı şimdiye kadar.” Dedi kız,
çantasından suyunu çıkarıp başına dikti.
“Hangileri be, benim niye haberim yok?” dedi Hanna anında.
Baekhee suyun kapağını kapatıp kenara bıraktı, üniformalarını aldı.
“Koşu, voleybol, futbol.” Diye saydı, parmaklarıyla. Hanna
kıkırdadı.
“Oldukça popüleriz, bakıyorum?” dedi, yüzünde geniş bir
sırıtışla.
“Tabii ki!” dedi Baekhee ve duşlardan birine gidip üzerini
değiştirmeye başladı. Sırılsıklam olduğundan iç çamaşırlarını dahi
değiştiriyordu ve bunu içeride yapamazdı. Kabinden çıkıp da yeniden çantasının
yanına döndüğü zamansa Hanna ortalarda yoktu. Baekhee onun ter kokusundan
boğulmamak adına dışarı kaçmış olabileceğini düşünerek hızla toparlandı. Hanna
hastalığı yüzünden beden dersinden muaftı, bir kenarda oturup sıkılmak dışında
bir işi yoktu, dolayısıyla ne terler, ne de kokardı. Gerekli olmadıkça da soyunma
odasında oturmaktan pek hoşlanmazdı.
Baekhee çantasını toparlayıp tamamen kuru ve kokusuz bir biçimde soyunma odasından
çıktığında etrafta bekleyen bir Hanna aradı; ama kız hiçbir yerde yoktu. Hanna
normalde soyunma odasından kaçmaya karar verdiğinde onu bir ağaç dibinde ya da
bir bankta oturup boş boş gökyüzünü seyrederek beklerdi. Kızın nereye gitmiş
olabileceğini düşünerek etrafta onu aradı Baekhee. Tuvalete de gitmiş
olabilirdi, belki… eğer soyunma odasında tuvalet olmasa bu mantıklı olurdu.
“Hey!” diye seslendi, tribünlerde oturan Yongguk’u gördüğü
zaman. Genç dönüp ona el salladı. Baekhee tribünlerin önünde durup tekrar
seslendi. “Hanna’yı gördün mü?”
“Hayır, gitmiş mi?” dedi Yongguk, oturduğu yerden kalkıp
sandalye sıralarını basamak gibi kullanarak Baekhee’nin yanına kadar indi.
Baekhee gözleriyle okulun bahçesini bir kere daha taradı.
“Bilmiyorum, soyunma odasından çıkmış, şimdi de
bulamıyorum.” Dedi kız, gittikçe daha çok meraklanıyordu. Bunun muhtemelen
saçma bir merak olduğunun farkındaydı; ama neredeyse kıskanç bir sevgili gibi
merak ediyordu. Hanna ona haber vermeden nereye gitmiş olabilirdi ki?
“Himchan’ın yanına gitmiş olmasın?” dedi Yongguk, tek kaşını
kaldırarak. Baekhee bir an durdu, sonra iç çekti.
“Bazen ikisinin ne kadar sulu, vıcık vıcık aşıklar
olduklarını unutabiliyorum. Madem öyle gidip basalım şunları.” Dedi Baekhee.
Yongguk bu fikri onaylarcasına sırıttı. Genç çantasını alır almaz, zil çalmadan
varmak için acele ederek Himchan’ın sınıfına gittiler; ama Hanna orada da yoktu.
Baekhee sorarcasına Yongguk’a baktı, genç bilmediğini belirtir şekilde omuz
silkti. Baekhee dudağını ısırdı.
“Sen sınıfa bak, ben zil çalınca Himchan’ı da alır gelirim.”
Dedi Yongguk, kızın sıkıntısını çabucak fark ederek. Baekhee başıyla onaylayıp
kendi sınıflarına doğru çabuk bir tempo tutturdu. Hanna’yı orada bulmayı umsa
da nedense orada olmayacağını daha yaklaşmadan biliyordu. İçeri girdiği zaman
da sınıfın tamamen boş olduğunu gördü, kendi sırasının üzerine yapıştırılmış
parlak turuncu bir kağıt parçası dışında.
Sahne gerçek olmak için fazlasıyla klişeydi, Baekhee
neredeyse gülecekti – neredeyse. Çabucak gidip notu sıradan aldı. Sahnenin
klişe bir “kötü ergen filmi başkarakter kaçırılma sahnesi” olmasını engelleyen
bir biçimde, not Hanna tarafından yazılmıştı. Telefonumun şarjı bitti; ama zaten eminim sen beni arayabileceğin
gerçeğini bile unutup okulu karış karış aramayı düşünmeye başlamıştın, değil
mi? Al kendini, vur Yongguk’a… neyse; abim geldi, beni iki sokak ötedeki
pastaneye götürecekmiş, biliyorsun değil mi orayı? Eminim cevabın hayır; sadece
çıkınca sağa dön, tabelası dev bir kek dilimi şeklinde zaten. Sen de gel, hatta
gelirse bizimkiler de gelsin. Sen gelmeden kalkmayacağım. Öpüldün!
Baekhee notu ikinci bir kere daha okuduktan sonra kendi
kendine gülmeye başladı. Kafasından nasıl senaryolar geçtiğini gerçekten
düşünmek bile komik geliyordu şimdi. Ne burası Çin’di, ne de Jiyong’la tayfası
böyle benzersiz saçmalıkta bir işe kalkışacak kadar düşmandı ona. Ama buna
rağmen sınıfa gelip notu gördüğünde Hanna’nın çatıya kaçırıldığı, Baekhee’nin
eline geçirdiği üç sopayla Yongguk’la Himchan’ı da peşine takıp yirmiye üç
kavgaya daldığı bir senaryo belirmişti beyninde. Nedense bu senaryo onların
zaferi ve Minwoo Hocanın gelip onların arkasını toplamasıyla son buluyordu…
yazarı tanıdığından, herhalde.
“Not mu bırakmış?” diyen sesi duyduğunda kendi senaryosunun
saçmalığına hala gülüyordu Baekhee. dönüp arkasına baktığında iki arkadaşının
meraklı yüzleriyle karşılaştı.
“Aynen ondan. İki sokak ötede dev bir kek diliminden
tabelası olan bir pastaneye gitmiş, bizi de çağırıyormuş.” Dedi Baekhee.
Himchan’ın yüzü anında aydınlandı, sonra yapmacık bir alınganlığa büründü.
“Ah, Bitter Beyaz’a mı gitmiş? Hem de bizden habersiz?!”
dedi genç, kollarını kavuşturarak.
“Yeri biliyor musun?” dedi Baekhee. Himchan daha da alınmış
gibi bir elini göğsüne koydu.
“Tabii ki biliyorum!! Nasıl bir hakaret bu? Yedi ceddime
sövseydin, daha iyiydi!” dedi Himchan. Yongguk kahkahasını bir öksürüğün
arkasına gizlerken Baekhee hiç böyle bir çabaya girişmedi.
“Aman tamam! Madem öyle götürürsün bizi. Abisiyle de
tanışmış olursun.” Dedi kız, sırıtarak. Himchan’ın rengi o kadar ani attı ki
Baekhee rengin değişimini bariz bir biçimde gözleriyle gördü.
“A…abisi mi?” dedi Himchan, kekeleyerek. Yongguk arkadaşının
sırtına cesaretlendirircesine vurdu.
“Bir şey olmaz be, ne olabilir ki? Ben etraftayken tanışman
daha iyi olur, en azından hayati tehliken olmaz, ben seni korurum, hayatım.”
Dedi Yongguk, sonunda arkadaşının saçlarına hafifçe dokundu. Himchan baştan
ayağa ürperdi ve hızla geri çekildi.
“Biliyor musun, sanırım katledilmeyi tercih ederim,
teşekkürler.” Dedi Himchan. Baekhee güldü.
“Sen ne demeye çalışıyorsun Gukkie-ah? Yoksa Hanna’nın arkasından
iş mi çeviriyorsunuz, ha?” dedi kız, sonra sırıttı, “Öyle bir şey varsa
söyleyin de yardım edelim.”
“Hanna duyarsa seni atomlarına ayırır.” Diye güldü Yongguk.
“Yoo, bence o da benimle çıkmaya başlar.” Diye abartılı bir
kendini beğenmişlikle saçlarını savurdu Baekhee. Himchan kıza tuhaf bakışlar
attıktan sonra bir adım daha geri attı.
“Eee, bence bu konuşma daha tuhaf yerlere gitmeden bir an
önce Bitter Beyaz’a gidelim, Hanna’yı çok bekletmeyelim.” Dedi, gergin bir
gülümsemeyle.
“Kyuhyun’u bile tercih ediyorsun demek, ha?” dedi Baekhee;
ama sonra onunla daha fazla dalga geçmemeye karar verip arkadaşına acıyarak
baktı. “Bildiğin ödün kopuyor senin bu arada, üç buçuk atıyorsun resmen. Şu
haline bak, iyi olacak mısın, gerçekten?”
“Evet. Hayır. Bilmiyorum.” Dedi Himchan ve pes ederek iç
geçirdi. “Aslında biliyor musun, galiba benim küçük bir işim çıkacak. Kardeşini
okuldan alması sonra da köpeğini yürüyüşe çıkarması gerekiyormuş, dersin;
bizimkilerin evde olmayacağını biliyor zaten.”
“Sizinkiler evde değilse zaten bu bahane değil ki, gerçek.”
Diye belirtti Yongguk.
“Orası öyle; ama kardeşimin okulunun bitmesine bir saatten
fazla var… tabi orasını karıştırmıyoruz.” Dedi Himchan. Baekhee hazır ola geçip
asker selamı verdi.
“Emredersiniz, efendim!”
Kapıda Himchan’dan ayrıldıktan sonra Yongguk’la beraber nerede
olduğunu bilmedikleri pastaneye doğru yola koyuldular. Himchan’ın gerginliğini
ikisi de anlıyor olsa da – kısacık bir zamandır çıktığın kızın abisiyle
tanışmak biraz… fazla geliyor olabilirdi – ikisi de şu anda onun yanlarında
olmasını tercih edeceklerini biliyorlardı. En azından kaybolmaları gibi bir
risk olmazdı. Neyse ki yavaş yavaş sürüp Hanna’nın tarif ettiği yerden gidince tabelayı,
aynen Hanna’nın söylediği gibi, kolayca buldular. Gerçekten pastanenin önünde
dev gibi bir beyaz çikolata kaplı çikolatalı kek dilimi tabelası vardı. Daha
yüz metre ileriden insanın canı çikolatalı pasta çekebilirdi. Çok başarılı,
diye düşündü Baekhee.
İçeride Hanna’yı pasta dilimlerini en iyi görecek masada,
Kyuhyun’la karşılıklı oturmuşken buldular; ama yanlarında fazladan bir de
Heechul vardı. Hanna önündeki dondurmalı Bella Vista’ya bütün ruhuyla gömülmüş
vaziyette olduğundan, onları ilk gören Kyuhyun oldu. Baekhee genci gördüğü
saniye kalbinde oluşan teklemeyi ve yanaklarına boca eden kanı artık çok iyi
tanıyordu; ne de olsa bunu gencin yüzü aklına her geldiğinde de yaşıyordu ve
kurtulmak için hiçbir yolu yoktu. Kyuhyun ona içten bir gülümsemeyle el
salladığında krema kıvamına gelip olduğu yere yığılmak yerine normal bir tepki
vermek, elinden gelenin en fazlasıydı.
“Demek buradasınız!” dedi, içgüdüsel olarak Yongguk’un
koluna yapışıp onu da kendisiyle beraber sürükleyerek yanlarına gitti.
Kyuhyun’un yüzünden anlamsız bir gölge geçtiğini sandı; ama bu muhtemelen
tamamen onun hayal ürünüydü; çünkü bir an sonra baktığında orada yoktu.
“Ah, kimler gelmiş! Ee… peki bu kim?” dedi Heechul,
Baekhee’ye sırıttıktan sonra merakla yanında çekiştirmekte olduğu devasa, ifadesiz
gence bakarak. Onu tanımayan insanlar için Yongguk çoğu zaman ifadesiz gibi
görünürdü, kendi tanımadığı insanların yanındaysa her zamankinden daha donuk olurdu zaten.
“Ben Yongguk.” Diyerek hafifçe gülümsedi ve eğildi Yongguk.
Baekhee aslında gencin nasıl hissettiğini ifade etmek ister gibi sıcak bir
gülümseme takındı.
“Ah şu meşhur…” diyen Heechul’un kaşları havalandı. Genç,
başını yavaşça yukarı aşağı salladı. “Hanna sağ olsun, utanmasam üç nesil
uzaktan aile entrikalarınızı bile bileceğim.”
“Kapa çeneni!” dedi Hanna ve Heechul’e sert bir dirsek attı,
tam kaburgalarının altına yediği dirsekle nefesi kesilen Heechul, susmak
zorunda kaldı.
“O Heechul, benimle Hanna’nın arkadaşı. Ben de abisiyim,
adım Kyuhyun.” Dedi Kyuhyun, arkadaşının sessizliğinin göze batmasına izin vermeden.
“Memnun oldum, hyung.” Dedi Yongguk, saygılı bir biçimde.
Neredeyse her saniyelerini beraber geçirince, Baekhee arkadaşının yabancı
insanlarla karşılaştığı zaman tam olarak ne kadar çekingen olabildiğini
unutmuştu.
“Hadi otursak ya!” dedi kız, Yongguk’un dikkatini biraz
dağıtmak adına. Tabii ki pek işe yaradığını sanmıyordu; çünkü Yongguk herhangi
bir sözlü veya duygusal tepki vermek yerine yan masadan çabucak iki sandalye
çekip Baekhee’nin oturmasını bekleyerek kıza baktı. Baekhee bir an bununla
ilgili bir espri yapmak istedi; ama arkadaşını rahatlatmak yerine utandırma
olasılığını düşünerek vazgeçti ve Yongguk’un onun için tuttuğu sandalyeye
oturdu. Aslında böyle tavırları sevmezdi, sahte bir biçimde yapıldıklarında yapan
kişi tarafından aşağılandığını hissediyordu Baekhee. Ama Yongguk’un yaptığı gibi
doğal bir biçimde yapıldığında, kız sadece karşısındaki tarafından
önemsendiğini hissediyordu. Karşısındakinin onu zayıf gördüğü veya görev olarak
bulduğu için değil, sadece onu önemsediği için böyle bir hareket yaptığını
bildiği zaman, bir prenses gibi el üstünde tutulmak aslında oldukça hoş bir
histi.
“Niye oturdunuz ki? Pasta seçmeyecek misiniz?” dedi Hanna,
iki mutluluk dolu lokmanın arasında. Baekhee başını kaldırıp Yongguk’a baktı. Konuşmak
zorunda değildi, arkadaşının onu tek kelime etmeden de anladığını biliyordu.
“Zehirlenirsen yeni bir dilim seçebilirsin.” Dedi Yongguk
bir an sonra ve göz kırparak ikisine de birer dilim seçmek için tezgaha gitti.
“Ya da zorla pastanın kalanını boğazından aşağı tıkarım!”
dedi Baekhee arkasından. Yongguk’un yumuşak, derin kıkırtısı biraz boğuk gelse
de duyulabiliyordu.
“O da bir seçenek, tabi.” dedi Yongguk, sırıtarak pastalara
bakarken. Baekhee kendi kendine gülüp başını yeniden masaya çevirdiğinde başı
öne eğik Hanna’nın dalgalı saçları ve bir çift ilgisiz gözün yanında Cho Kyuhyun’un
onun üzerine dikilmiş, tek kaşı havada, soran bakışlarıyla karşılaştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder