-25-
Baekhee beyninin uyuştuğunu hissetti. Ne sormaya çalışıyordu
Kyuhyun? Neden ona bu şekilde bakıyordu? Hanna onlarla hep beraber olduğu için
Baekhee’yle Yongguk’un sözsüz iletişimi onun dikkatini çekmemişti bile; ama
Heechul de ilgisiz görünüyordu. O zaman Kyuhyun ne demeye…
“Oppa?” diyen Hanna’nın sesiyle kendisine geldi. Masadaki
sessizlik Hanna’nın bakışlarını Bella Vista’sından ayırmasına yetecek kadar
uzun sürmüş olmalıydı. Baekhee gibi Kyuhyun da bir anlığına irkilip kız
kardeşine döndü.
“Efendim, küçük şeytan?” dedi, tatlı bir gülümsemeyle.
Hanna’nın gözlerinin karardığına yemin edebilirdi Baekhee.
“Bana öyle seslenmesene!” diye ofladı Hanna, sonra kekinden
bir çatal daha ağzına atarak sinirle çiğnemeye başladı. “Bana vişneli beyaz
sıcak çikolata almanı rica edecektim; ama resmen rica edesimi kaçırdın, bravo
valla!”
“Çok başarılı.” Diyerek Heechul yavaş bir alkış tuttururken
Baekhee kahkahasını bastırmaya gerek duymadı. Kyuhyun omuz silkti.
“İstiyor musun, istemiyor musun?” dedi, umursamazca.
“Vişneli beyaz sıcak çikolata, iki dakikaya hazır!” diye
seslendi Yongguk, pasta dilimlerinin hazırlanmasını beklediği tezgahın
başından. Oturmakta olan dörtlü, ayaktaki gence dönüp baktı. Onlar didişirken
genç çoktan işi halletmişti bile.
“Bak gördün mü? İşte benim Yongguk’um!” dedi Hanna, gururlu
bir sırıtışla, ardından sahiplenici sözlerine gülen Yongguk’a dönüp göz kırptı
ve öpücük attı. Baekhee bir an için Heechul’un yumuşak ev kedisi bakışlarının
keskin bir vaşak ışıltısı yansıttığına yemin edebilirdi – sadece bir an için.
Muhtemelen sadece hayal etmişti; çünkü bir daha baktığında o ışık orada yoktu.
“Tamam, abini hemen sat sen zaten!” dedi Kyuhyun ve
somurtarak kollarını kavuşturdu. Hanna göz ucuyla abisine bakıp yüzünü
buruşturdu.
“Daha yeni barıştık, bana bak yine küserim ha!” diye tısladı
neredeyse kız. Baekhee arkadaşının önündeki çikolata cennetinin hala yarısının
bitmemiş olduğunu fark etti. Eh, o zaman tepkileri şimdilik normaldi; yeterince
çikolatalandığı zaman Hanna çok yüksek ihtimalle tüylü ufak bir köpek yavrusuna
dönüşecekti.
“Tamam, prenses, sakin ol ve aaaa de.” Dedi Heechul.
Hanna’dan gizlediği bir çatala biraz Bella Vista almış, çatalı kızın ağzının
önüne doğru tutuyordu. Hanna terslemek istedi; ama kek parçasını ziyan etmeye
gönlü razı gelmedi. Kısa bir huysuzluktan sonra ağzını açmış, uysalca
Heechul’un onu beslemesine izin veriyordu.
“Pekala; bir dilim Kedi Tüyü, bir Kara Kuyu ve bir bardak vişneli
beyaz sıcak çikolata.” Diyerek bir garson edasıyla masaya geldi Yongguk. Elinde
büyükçe bir tepsi taşıyordu: Bitter Beyaz self servisti, Starbucks gibi. Hanna
neşeyle ellerini çırpınca genç önce kıza üzeri bardaktan en az on santim
yükselen üzeri karamelli kremayla süslü sıcak çikolatasını sundu. Yongguk
kaşığı masaya bırakırken Hanna kocaman olmuş gözlerini bir çocuk hevesiyle
kremaya dikti.
“Kedi tüyü, burada.” Diye anons etti tekrar Yongguk, Hanna
sonunda kaşığını devasa krema yığınına daldırıp mutluluğun kelime anlamını yeni
keşfetmiş gibi miyavlarken. Baekhee’nin hemen arkasından pasta diliminin
yanındaki küçük çikolata sosu süslemesiyle beraber doldurduğu tabağı kızın önüne
zarifçe koydu. Pastanın içindeki kremanın rengine uygun morlu beyazlı peçeteyi
ve küçük, gümüş rengi çatalla bıçağı bırakırken Baekhee Yongguk’un gerçekten
her masanın bir aylık ev kirası kadar bahşiş bırakarak ayrıldığı o elit,
fazlaca lüks ve saçmalık derecesinde pahalı restoranlarda garsonluk yapabilecek
kalibrede olduğunu düşündü.
“Muhteşem görünüyor!” dedi Baekhee, pastasına bakarak.
Yongguk hafifçe eğildi.
“Beğendiğinize sevindim, hanımefendi; afiyet olsun.” Dedi
genç sessiz, derin ve mesafeli olması gereken; ama bir şekilde Baekhee’nin
kulağını komik bir biçimde gıdıklayan bir tonla. Yongguk yapmacık bir
ciddiyetle doğrulup kendi sandalyesine ilerlerken Baekhee çok yüksek sesle
gülmemek için yumruğunu ağzına tıkmak zorunda kaldı.
“Sağ olun, efendim.” Dedi Baekhee, İngiliz saray
hanımefendisi tonlamasını taklit etmeye çalışarak; ama hala kıkırdamakla
meşgulken ne kadar işe yaradığını bilemiyordu.
“Bu da benim.” Dedi Yongguk ve tepsiyi yandaki boş masaya
bıraktığı gibi hiçbir özen belirtisi göstermeden kendi sandalyesine oturdu ve
tabağını masasına koydu. Tabağın üzerinde ortası oyuk ve simsiyah tuhaf bir
sıvıyla dolu görünen yuvarlak bir pasta vardı. Pastanın kenarları kahverengiye
yakın, sütlü çikolata gibi görünen bir şeyle kaplanmış, üzerine de tuğla gibi
görünecek şekilde beyaz çikolatayla çizgiler çekilmişti. Pastanın kenarlarından
iki siyah şeker çubuğu çıkıyordu; çubukları bir başka şeker çubuğu
birleştiriyordu ve uzun saplı bir vişne, sapı şeker çubuğuna dolanarak
“kuyunun” içindeki siyah sıvının üzerinde asılmış duruyordu. Pasta adını
kesinlikle hak ediyordu. Gözlerinin önünde sallanan bir çatal belirmese Baekhee
daha uzunca bir süre bunu inceleyebilirdi.
“İstersen değişebiliriz?” dedi Yongguk, Baekhee başını
kaldırdığında gencin oldukça içten olduğunu gördü. Bir an bunun üzerinde ciddi
olarak düşündü. Kendi pastasının üzerinde beyaz çikolata rendeleri ve Hindistan
cevizleri, bir kedinin tüylerine gerçekten benzeyecek şekilde dizilmiş
duruyorlardı. Pasta hamuru sadeydi ve üç kat pandispanyanın arasındaki iki kat
krema da orman meyveleriyle mosmordu. Baekhee karar veremiyordu; onun önündeki
pasta gerçekten onun zevkine uygundu – Yongguk’tan daha azı beklenemezdi; ama
Kara Kuyu da gerçekten ilgi çekici görünüyordu. Baekhee karar verene kadar
Yongguk tabağını kızın önüne doğru itti.
“Ah- dur yok, ben- seçimin çok başarılı, karar veremedim.
Galiba sadece içinden ne çıkacağına bakmak ve ölüp ölmeyeceğini görmek için
seni dikizleyeceğim. Hoşuma giderse bir çatal alabilirim.” Diye sırıttı
Baekhee. Yongguk bir süre doğru söylediğinden emin olmak için kıza dik dik
baktı, ardından omuz silkip tabağını kendi önüne çekti.
“Kyu, şu projeyi ne zaman bitireceğiz?” dedi Heechul, telefonunda
bir şeylere bakarak. Baekhee dikkatini merakla ona verdi. Aynı bölümde
miydiler?
“Elbet bir gün.” Dedi Kyuhyun, gamsızca. O da elindeki telefonla
oynuyordu. Baekhee tek kaşını kaldırarak Heechul’e baktı, Heechul de aynı
şekilde Kyuhyun’a bakmaktaydı.
“Ne demek, elbet bir gün? Teslim bir haftaya!” dedi, kedi
gözlerini kısarak.
“Tamam; bir hafta içinde herhangi bir gün bitirebiliriz.”
Diye gözlerini devirdi Kyuhyun. “Benim işimi bitirmem bir gün almaz. Sen
tasarımı bitirdin mi de?”
“Benim aklımda bir şeyler var, benim işim de uzun sürmez;
ama ben meşgul bir insanım, senin gibi herhangi bir gün ayarlayamam.” Diyerek
saçını savurdu Heechul.
“Gören de CEO oldun, o sunumdan bu toplantıya koşuyorsun
sanacak!” diye yarım ağızla güldü Kyuhyun. Gözlerini devirme sırası bu sefer
Heechul’daydı.
“Pabucumun, ben o vakti en azından bir mürekkepli deniz
canlısıyla çıkmakla harcamıyorum!” diye tısladı Heechul. Baekhee gülmemek için
elini ağzına bastırdı; ama bu yoruma alışkın olmayan Yongguk boğulur gibi bir
ses çıkararak ardına kadar açılmış, soran gözlerini Heechul’a dikti. Heechul
gence göz atıp sırıtarak Kyuhyun’a döndü. “Gördün mü? İlişkinize insanların
olağan tepkisi işte böyle.”
“Ha ha.” Dedi Kyuhyun huysuzca. “Her saniye konuyu Seohyun’a
getirmek zorunda mısın? Herkesin yanında ona mürekkepbalığı demeni saymıyorum
bile!”
“Yalan olduğunu söyleyemezsin, Joo Seohyun sekiz kollu
karanlık leke saçan bir yaratıktan başka bir şey değil!” diye omuz silkti
Heechul. Baekhee Yongguk’un, sanki söyleyecek bir şeyi varmış da söylemekten
çekiniyormuş gibi, yavaşça başını öne eğip orada hiç yokmuş gibi yapmaya
çalıştığını fark etti. Kaşları çatıldı; kız sessizce masanın altından gencin
koluna uzandı. Kızın dokunuşunu hissettiğinde Yongguk başını kaldırdı, hafifçe
gülümsedi ve çatalını eline alıp kuyusunun içindeki siyah sıvıyla oynamaya
başladı.
“Bunu burada tartışmayacağım.” Dedi Kyuhyun, oldukça kesin
bir biçimde konuyu noktalayarak ve silkinip az önceki sahne hiç yaşanmamış gibi
taze bir hava takındı.
“Bence de tartışmayın, onun yerine beyaz çikolatanın ne
kadar harika bir şey olduğuna odaklanabilirsiniz.” Dedi Hanna, mutlulukla
gevşemiş bir sesle. Bardağını iki eliyle kavramış, burnunun hemen altında
tutuyordu ve burnunun tam ucuna bulaşmış büyük bir parça krema vardı.
“Belli, tüm suratınla içmişsin.” Diye güldü Baekhee, uzanıp
kızın burnundaki kremayı sildi. Parmağını temizlemek için yalarken Heechul’un
somurttuğuna yemin edebilirdi.
“Ben evde daha iyisini yapabilirim.” Diye burun kıvırdı
Hanna anında. Baekhee önce onun beyaz çikolataya burun kıvırdığına çok
inanmıştı; ama kızın gözlerini takip ettiğinde Yongguk’un çatalının ucundan
sarkan, etrafı yavaşça damlayan bitter çikolata sosuyla kaplı, yarısı ısırılmış
bir taze vişne gördü; genç etkilenmiş bir ifadeyle az önce ısırdığı vişneyi
çiğniyordu.
“Çok basit ki yapması.” Diye kıkırdadı Yongguk. O çatalının
ucundaki vişneyi tekrar siyah sosa batırıp ağzına atarken Baekhee şeker
çubuklardan sarkan vişneyi çabucak yürüttü ve sosa banıp Yongguk’un çatalına
yakalanmadan son anda ağzına attı. Kyuhyun ve Hanna aynı anda gözlerini kısıp
ikiliyle dik dik bakarken Baekhee de Yongguk da kıkırdamayı bırakamıyorlardı.
“Kes gülmeyi, Bang Yongguk!” dedi Hanna, “Basit olsa da
olmasa da daha iyisini yapabilirim, dedim!”
“Tabii ki yaparsın!” dedi Yongguk, sırıtarak. Baekhee onun
içten olduğunu biliyordu; ama bu şekilde sırıtırken sadece Hanna’yla dalga
geçiyormuş gibi duruyordu ve bu kesinlikle Hanna’nın sakinleşmesi açısından
hiçbir işe yaramıyordu.
“Sana bir daha asla pasta yapmayacağım!” diyerek saçını
savurdu Hanna ve kollarını kavuşturarak burnunu havaya dikti. İşte bu hamle
Yongguk’un sırıtışının tamamen kaybolması için yeterli olmuştu.
“Bunu bana yapamazsın!” diye içtenlikle isyan etti Yongguk,
Kyuhyun’la Heechul’un kahkahalara boğulmasına neden olarak; ama şu anda ikisini
pek umursamıyor gibiydi. Uzanıp Hanna’nın kavuşturduğu kollarını yakaladı.
“Hadi ama Nana, dalga geçmiyordum! Kimse senin eline su dökemez, çok ciddiyim!”
“Yemin et.” Dedi Hanna, umursamazca.
“Kedimin patileri üzerine yemin ederim ki çok ciddiyim.”
Dedi Yongguk; ama bunu söylerken masadaki iki kızdan aynı anda gelen aynı
tepkiyi öngörmediği çok belliydi: gözlerini ardına kadar açıp senkronize bir
biçimde çığlık atmak:
“KEDİN Mİ VAR?!”
Yongguk ve Heechul hazırlıksız yakalanmışlardı, ikisi de
hemen yanlarındaki kıza yakın olan kulaklarını bir acı ifadesiyle
tutmaktaydılar. Kyuhyun ise umursamaz bir ifadeyle çığlıktan hemen önce
kulaklarına bastırdığı ellerini yeniden masaya indirmekteydi.
“Evet, bir kedim var.” Dedi Yongguk kendine gelmeye
çalışarak. Hanna’nın yüzündeki heyecanın yerini özlem dolu bir bakışın alması
saniyeler sürdü; Baekhee’nin yüzündeyse aynı heyecanlı ifadeye sadece hülyalı
bakışlar eklenmişti ve Yongguk’a dikilmişlerdi.
“Adı ne?” diye sordu kız, bahsi geçen kedi karşısında sevimli
numaralar çeviriyormuş gibi bir sesle.
“Su..sundae.” diye kekeledi Yongguk, şaşkınlıkla.
Baekhee’nin gözleri neredeyse buğulanmış gibiydi; ama genç buna rağmen bir
sonraki sorunun ne olduğunu o sormadan biliyordu, sormasını beklemedi. “Hayır,
bir cinsi yok; sokak kedisiydi. Yani, bizim bahçeye yakın doğurmuş bir sokak kedisi
hasta olduğu için o yavruyu oraya terk etmiş. Ben de annemden gizli evde
beslemeye başladım.”
“Ne zamandır sizinle ki?” diye sordu Baekhee, kedinin acıklı
hikayesi onu biraz kendine getirmiş gibiydi. Yongguk bir an düşündü, sonra omuz
silkti.
“Birkaç yıl oldu. Annem başta kabullenmekte zorlandı; ama
şimdi hepimizden çok onu seviyor.” Dedi ve somurttu Yongguk. Kyuhyun burnundan
güldü. Baekhee dönüp gence sebebi neydi
ki diyen bir bakış fırlattı. Kyuhyun omuz silkti.
“Sadece, hep öyle olur.” Dedi, umursamazca. “Ne zaman birini
ya da bir şeyi inatla uzak tutmaya çalışsan sonunda kendini ondan vazgeçemez
halde buluverirsin.”
Baekhee bir an donakaldı. Genç adam söylediklerinin anlamını
biliyor muydu? Bütün ortamın rahatlığı, kahkahalar ve her şeyden çok da
tutunabileceği insan olarak Yongguk’un hemen yanında olması geldiklerinden beri
neredeyse hiçbir sıkıntı yaşamamasını sağlamıştı; ama şimdi… Kyuhyun muhtemelen
bu söylediklerinin altındaki anlamı bir saniye bile düşünmemişti; ama kelimeler
Baekhee’ye kafasında tekrar tekrar yankılanacak kadar çok şey ifade ediyordu.
“Vay, Cho Kyuhyun’la felsefi sözlere hoş geldiniz!” diye
dalga geçti Heechul, ortamın bir saniye bile sessiz kalmasına izin vermediği
için Baekhee ona minnettardı. O olmasa kızın duraklaması ve sadece birkaç
kelimeye verdiği abartılı tepki çok göze batacaktı.
“Kapa çeneni!” dedi Kyuhyun sadece, elinde buruşturduğu bir
peçeteyi Hanna’nın üzerinden Heechul’un kafasına atarak. Heechul gülerek
kendini korudu.
“Sabah Şekerleri’nden sonra sırada en yeni programımız!”
diye devam etti bir sunucu edasıyla, Kyuhyun’u daha da sinirlendirerek,
“Romantizmin doruklarına çıkıyoruz, depresyonun derinlerine iniyoruz ve sonuçta
havalı, felsefi sözlerin ta dibine vuruyoruz! Ben kanal sahibi Kim Heechul,
sizi şimdi sunucunuz Cho Kyuhyun’la baş başa bırakıyorum!”
“Ehem…” diyerek boğazını temizledi Kyuhyun ve gözlerini
kapatıp kıyafetlerini düzeltti; Baekhee meraklı bir sırıtışla yapacağı şeyi
beklerken çok ciddi bir ifadeyle gözlerini açtı. Önünde olmayan bir şeye parmağıyla hafifçe vurdu. “Aa.. aa… ses bir ki…
öhöm, evet, ben sunucunuz Cho Kyuhyun ve hepinizi günün anlam ve önemine en
uygun cümleyle selamlıyorum… beni uğraştırma ve git kendini en yakın uçurumdan
at, Heechul!”
Masada birden patlayan kahkaha tufanı, etraflarındaki birkaç
diğer masanın onlara onaylamaz bakışlar atmasına neden oldu; ama kahkahalarını
isteseler de bastıramayacak olan arkadaşlar bu konuda bir şey yapma gereği
görmediler.
Bir süre daha sohbet edip güldükten ve herkes pastalarını
bitirdikten sonra oturdukları yerden kalktılar. Baekhee hesabı sonra
ödeyeceklerini düşünüyordu; ama anlaşılan pastayı alırken ödüyorlardı. Baekhee
ne kadar ısrar etse de Yongguk pastanın fiyatını söylemeyi reddetti, bunun için
Baekhee’den koluna bir yumruk yediği zamansa pişkin pişkin sırıtmakla yetindi.
Esasen Baekhee Yongguk’la birlikte gidecekti; ama bir
şekilde Hanna onu yanında kalması ve ona Çince çalıştırması için ikna etmeyi
başardı. Baekhee annesini de aradıktan sonra – kadın basitçe on birden geç
gelecekse haber vermesini söylemişti – Hanna ve tayfasıyla beraber gideceği
kesinleşti. Hanna yol arkadaşını çaldığı için Yongguk’a borçlanmış olsa da,
gence el sallarken Baekhee’nin koluna yapışma şeklinden bunu pek de
önemsemediği anlaşılabiliyordu.
Kyuhyun ve Heechul, tahmin edilebileceği gibi, arabayla
gelmişlerdi. Baekhee bisikletini bir kere daha okula bırakmak istemiyordu.
Hanna ise Baekhee’nin onlardan ayrı gitmesi fikrinden hoşlanmıyordu, altlarında
araba vardı ve Kyuhyun, kardeşinin somurtan yüzüne baktığı anda, yine geçen
seferki gibi onu akşam ve sabah okula bırakabileceği yönünde garanti verdi.
Baekhee gerçekten bisikletle gitmek için inat edebilirdi; eğer Kyuhyun’la bir
arabanın içinde yalnız seyahat edebilecek olma fikri inanılmaz derecede akıl
çelici olmasaydı.
Baekhee bisikletini okulun bahçesine bağladıktan sonra
küçük, sarı Beetle’a doluştular. Hanna Heechul’un koluna yapışıp yanına
oturması için zorladığında Baekhee öne geçmek zorunda kaldı. Pek şikayet ettiği
söylenemezdi; böyle olunca kendini – gerçek olamayacağını bildiği – hayallerine
kaptırıp kısa süreliğine mutlu olabiliyordu. Bir kız en azından hayal
kurabilirdi, değil mi?
Yol oldukça kısa sürdü ve oldukça sakin geçti. Eve
geldiklerinde arabadan ilk fırlayan Heechul oldu. Sabırsızlıkla Kyuhyun’un
kapısının önüne dikildi. Kyuhyun bile gencin sabırsızlığına şaşırmış gibi
göründüğünden Baekhee’nin durumu bu kadar garipsemesi yanlış bir tepki gibi
görünmüyordu.
“Arkandan atlı mı kovalıyor? İki dakika duramadın!” dedi
Kyuhyun, kemerini açıp arabadan inerken. Hanna ve Baekhee de onu takip ettiler.
“Sen fikrini değiştirmeden bir an önce çalışmaya başlamamız
gerek; her an bir şey aklını çelebilir.” Dedi Heechul, kedi gözlerini
devirerek.
“Ne zaman görülmüş böyle bir şey yaptığım?!” dedi Kyuhyun
şok olmuş gibi; ama ağzından çıkanlara kendi de inanıyormuş gibi durmuyordu.
Hanna güldüğünü gizleme ihtiyacı duymadı.
“Hadi yürü, bu sefer elimden kaçamazsın.” Dedi Heechul,
Kyuhyun’u kravatından – neden bir kravatı vardı ki? – yakalayıp evin kapısına
doğru çekerek.
“Heechul.” Dedi Kyuhyun, sesinde uyarıcı bir tonla,
“Heechul, kendimi tecavüze uğramak üzereymiş gibi hissediyorum, sakin ol.”
“Ah evet, seni odaya kapatıp etinden sütünden faydalanmayı,
kötü amaçlarım için kullanmayı planlıyorum Kyu, şimdi kapa çeneni ve kapıyı aç.”
Dedi Heechul bıkkınca; konuşurken Kyuhyun’un önüne kadar çekmişti, kapıyı
açmasını söylerken de durup Kyuhyun’u kravatından çekerek öne doğru savurdu. Ayağının
hemen önündeki merdivenler yüzünden Kyuhyun bir an sendeledi.
“Biliyor musun; odamda boş bir bilgisayar, bir kilit ve
yeterince peçete var.” Diye huysuzca mırıldandı Kyuhyun. Eğer gerçekten yakında
ve dudaklarına bakıyor olmasa Baekhee söylediklerinden tek kelime anlamazdı; ama ne dediğini anladığı anda boğulur gibi bir
ses çıkarmamak için kendini fazlasıyla zorlaması gerekti. Neyse ki iki adım
gerisindeki Hanna muhtemelen hiçbir şey duymamıştı bile; yoksa fazlasıyla
travmatize olabileceğine dair Baekhee’nin içinde kötü bir his vardı. Heechul yıldırım
saçan gözlerle Kyuhyun’a bakıp bacağına doğru bir tekme salladığında Baekhee hiç
şaşırmadı.
“Kapa çeneni ve kapıyı aç, tamam mı?” diye tısladı Heechul. Baekhee
bu sefer gülmemek için kendini zorlamak zorunda kaldı. Yanına gelen Hanna’nın
soran bakışlarına ne olduğunu bilmediğini belirtircesine sadece omuz silkip
önüne bakarak karşılık verdi. Bir saniye sonra Kyuhyun kapıları açmış, içeri
giriyordu.
“Hiçbir yere uğramaya kalkma, direk başlıyoruz!” diye
buyurdu Heechul. Baekhee bir süredir merak ediyordu; ama bu sefer kendini
tutamadı.
“Ya ne projesi ki bu?” diye sordu, ayakkabılarını
çıkarırken. Heechul sadece bir an için şaşırmış göründü – belki de kızın
varlığını unutmuştu – ama sonra aynı buyurgan ses tonuyla cevap verdi.
“Basitçe, ben dijital tasarım okuyorum, Kyuhyun da yazılım
okuyor. Bunu biliyor muydun yoksa? Her neyse, bir yarışma için küçük bir oyun
tasarlamamız gerekiyor, eğer bu yarışmada iyi bir derece alabilirsek benim mezuniyet sonrası tercih
edilebilirliğim yükselecek. Kyuhyun da biraz lütfettiğinden huysuzluk ediyor.” Dedi
Heechul, sözlerinin sonunda keskin bakışlarını arkadaşına dikerek.
“Ne yarışması bu, üniversite içinde mi?” dedi Baekhee çabucak,
olası herhangi bir laf dalaşını başlamadan susturmak adına. Heechul’un ilgisini
başarıyla üzerine çekmiş gibiydi. Genç başıyla onaylarken Baekhee göz ucuyla Kyuhyun’un
merdivenlerde kaybolduğunu gördü.
“Evet, üniversite içinde bizim bölüme bir yarışma. Daha çok
karakter tasarımı için aslında; ama küçük bir oyun animasyon şeklinde tasarım
yapmalıyız. Dijital tasarımda aslında bilgisayar dillerinden de öğreniyoruz;
ama birinci sınıftayım ve çok başarılı olduğum da söylenemez. Kalıpları da
kullanmak istemiyorum, çok sıkıcı oluyorlar. Kyuhyun çok yetenekli, bu yüzden
onun yardımına ihtiyacım var.” Diye açıkladı Heechul. Anlatırken siniri gitmiş,
yerini bir heves almıştı.
“Yetenekli mi?” dedi Baekhee, tek kaşını kaldırıp salona
doğru yürüyerek. Heechul de onunla beraber salona girdi.
“İnsanın inanası gelmiyor, değil mi?” diye dalgacı bir
tavırla güldü Heechul. Baekhee’nin dudaklarına yarım bir sırıtış yerleşti.
“Kesinlikle. Hiç öyle bir tipi yok. Aslına bakarsan
bilgisayarın açma tuşunu bulamayacak bir tip gibi görünüyor, hem de bu
teknolojinin içinde!” diye gözlerini devirdi Baekhee, alayla. Kyuhyun’la dalga
geçiyor olması Heechul’u eğlendirmiş ve aklını dağıtmış gibiydi ve Heechul’un
gerginliğinden kurtulmaya ihtiyacı varmış gibi hissediyordu Baekhee.
“Tam bir büyükbaba.” Diye söylendi Heechul; ama artık
gülüyordu. Baekhee başarıya ulaşmıştı.
“Gerçekten bilgisayar kullanabiliyor mu?” dedi sırıtarak, “Daha
çok balkonunda sallanan koltuğuna oturup eline bir şişe şarap alacak, klasik
müzik açıp boş boş gökyüzüne bakacakmış gibi duruyor. Şimdi çıkıp baksam
odasında bir olta takımı bulurmuşum gibi.”
“Kim, ben mi?”
Baekhee bütün vücudunun gerildiğini hissederek arkasını
dönerken Heechul içten bir kahkaha attı. Kyuhyun üzerinde bir şekilde oldukça
şık durmayı başaran bir eşofman takımıyla kapıdan giriyordu, boynundan sarkan
küçük bir havlu vardı ve yüzünü çevreleyen saç tutamlarının uçları su
damlatacak kadar ıslaktı. Baekhee bir şey söyleyemeden gencin dudaklarının bir
köşesi meydan okur bir sırıtışla yukarı doğru kıvrıldı. Baekhee’nin kalbi kısa
bir anlığına atmayı bıraktı.
“Beni denemek ister misin?” dedi Kyuhyun, tehlikeli bir
biçimde yumuşak bir sesle. Baekhee’nin kalbi bu sefer kulaklarında atmaya
başladı: güm, güm, güm, güm, güm, güm- ve kesinlikle çok hızlıydı. Baekhee öylece
donup kalırsa bunun çok saçma olacağını fark ettiği saniye yüzüne takması en
kolay olan maskesini oturttu: Kyuhyun’unkiyle birebir aynı olan meydan okur
maskesi.
“Ah bu kadar nazikçe yapılan bir teklifi nasıl geri çevirebilirim
ki?” dedi, abartılı bir jestle kollarını iki yana açarak. Heechul’un ikisinin
hemen ortasında durmuş, onları eğlenerek izlediğinin hayal meyal farkındaydı. “Söyle
bakalım, kendini bana nasıl kanıtlamayı planlıyorsun acaba, Cho ailesinin çok
sevgili veliahdı?”
Kyuhyun ona daha büyük bir hakaret edilemezmiş gibi
bakıyordu. Kahretsin, Baekhee insanların yarasına basmada neden bu kadar iyi
olmak zorundaydı ki? Kyuhyun dişlerinin arasından derin bir nefes aldı, boynunu
esnetti ve sinirli bir gülüşle aldığı nefesi geri vererek Heechul’e baktı. Bir saniye
arkadaşıyla göz göze kaldıktan sonra – Baekhee aralarında ne gibi bir
iletişimin geçmiş olduğunu görmek adına Kyuhyun’dan gözlerini ayırmaya cesaret
edememişti – yeniden kıza baktı.
“Ahh evet, bu aileden olmaya veya şirketi devralmaya sinir
olduğumdan değil ama… veliaht, haha, tam da insanların beni aşağılamak için
kullandığı kelimeyi bulup aynı amaçla kullanman çok ironik oldu gerçekten; çok
başarılı.” Dedi Kyuhyun. Baekhee tam özür dilemek üzereydi ki Kyuhyun içinde
yıldırımlar parlayan bakışlarını Baekhee’nin üzerine dikince kız susup gencin
meydan okumasını dürüstçe kabul etmenin daha iyi olacağını düşündü. Kyuhyun devam
etti. “Ne istersin, Bayan Nostradamus; odamdaki olası cisimleri kehanet
edebildiğine göre sana beklediğin gibi çıkmadığımı göstermek için ne yapacağımı
da önceden biliyor olman gerek, değil mi?”
“Hm, bilemiyorum; sadece zaman zaman içime doğuyor.” Diye dalga
geçerek saçını savurdu Baekhee, ortamı biraz yumuşatmak için. Heechul kıkırdadı.
“Çoktan seçmeliye ne dersin?” dedi Kyuhyun iğneleyerek; ama
onun da sinirli hali hafiflemiş gibiydi.
“Yok boşluk doldurma!” dedi Baekhee.
“Evet-hayır da olur.” Diye omuz silkti Kyuhyun.
“Yazılı mı, sözlü mü? Sonuçları ne zaman açıklarsın?” dedi Baekhee.
Kyuhyun sırıttı; ama o bir cevap veremeden Heechul araya daldı.
“Hey hey, dağılmasanıza! Teknoloji diyorduk, özürlü
diyorduk, Kyuhyun diyorduk! Hani kendini kanıtlayacaktı!” diye neredeyse
tepindi genç. Baekhee de Kyuhyun da ona boş gözlerle baktılar; ikisi de
saniyeler içinde bu atışmayı unutmuş olduklarını itiraf eden ilk kişi olmak
istemiyordu.
“O kadar ısrar ediyorsan…” diye gözlerini devirdi sonunda Kyuhyun.
“Ne yapayım, oyun mu yazayım?”
“Oyun yazmak mı, o nereden çıktı?” dedi Hanna’nın sesi, Kyuhyun’un
hemen arkasından. Salondaki üç kişinin başı da ona döndü. Kız üzerinde sevimli fırfırlı
bir bluz ve kapriyle içeri giriyordu.
“Bilgisayar konusunda kozlarını paylaşabilecekleri bir alan
arıyorlardı da.” diye açıkladı Heechul. Hanna onay istercesine Baekhee’ye
baktı, Baekhee omuz silkti. Hanna abisine döndü.
“Bunun için bulabildiğin en iyi şey bir oyun yazma fikri mi?”
dedi kız inanamazlıkla. Kyuhyun büyük bir saflıkla başını onaylarcasına
sallayınca kız elini hızla alnına vurup bastırarak yavaşça yüzünden aşağı
indirdi, ardından yeniden abisine baktı.
“Bazen bütün o beyin hücrelerini neye kullandığını merak
ediyorum – bizdeki oyunların suyu mu çıktı?! Oyunda yarışsanıza!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder