31 Mayıs 2015 Pazar

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 25

-25-

Baekhee beyninin uyuştuğunu hissetti. Ne sormaya çalışıyordu Kyuhyun? Neden ona bu şekilde bakıyordu? Hanna onlarla hep beraber olduğu için Baekhee’yle Yongguk’un sözsüz iletişimi onun dikkatini çekmemişti bile; ama Heechul de ilgisiz görünüyordu. O zaman Kyuhyun ne demeye…

“Oppa?” diyen Hanna’nın sesiyle kendisine geldi. Masadaki sessizlik Hanna’nın bakışlarını Bella Vista’sından ayırmasına yetecek kadar uzun sürmüş olmalıydı. Baekhee gibi Kyuhyun da bir anlığına irkilip kız kardeşine döndü.

“Efendim, küçük şeytan?” dedi, tatlı bir gülümsemeyle. Hanna’nın gözlerinin karardığına yemin edebilirdi Baekhee.

“Bana öyle seslenmesene!” diye ofladı Hanna, sonra kekinden bir çatal daha ağzına atarak sinirle çiğnemeye başladı. “Bana vişneli beyaz sıcak çikolata almanı rica edecektim; ama resmen rica edesimi kaçırdın, bravo valla!”

“Çok başarılı.” Diyerek Heechul yavaş bir alkış tuttururken Baekhee kahkahasını bastırmaya gerek duymadı. Kyuhyun omuz silkti.

“İstiyor musun, istemiyor musun?” dedi, umursamazca.

“Vişneli beyaz sıcak çikolata, iki dakikaya hazır!” diye seslendi Yongguk, pasta dilimlerinin hazırlanmasını beklediği tezgahın başından. Oturmakta olan dörtlü, ayaktaki gence dönüp baktı. Onlar didişirken genç çoktan işi halletmişti bile.

“Bak gördün mü? İşte benim Yongguk’um!” dedi Hanna, gururlu bir sırıtışla, ardından sahiplenici sözlerine gülen Yongguk’a dönüp göz kırptı ve öpücük attı. Baekhee bir an için Heechul’un yumuşak ev kedisi bakışlarının keskin bir vaşak ışıltısı yansıttığına yemin edebilirdi – sadece bir an için. Muhtemelen sadece hayal etmişti; çünkü bir daha baktığında o ışık orada yoktu.

“Tamam, abini hemen sat sen zaten!” dedi Kyuhyun ve somurtarak kollarını kavuşturdu. Hanna göz ucuyla abisine bakıp yüzünü buruşturdu.

“Daha yeni barıştık, bana bak yine küserim ha!” diye tısladı neredeyse kız. Baekhee arkadaşının önündeki çikolata cennetinin hala yarısının bitmemiş olduğunu fark etti. Eh, o zaman tepkileri şimdilik normaldi; yeterince çikolatalandığı zaman Hanna çok yüksek ihtimalle tüylü ufak bir köpek yavrusuna dönüşecekti.

“Tamam, prenses, sakin ol ve aaaa de.” Dedi Heechul. Hanna’dan gizlediği bir çatala biraz Bella Vista almış, çatalı kızın ağzının önüne doğru tutuyordu. Hanna terslemek istedi; ama kek parçasını ziyan etmeye gönlü razı gelmedi. Kısa bir huysuzluktan sonra ağzını açmış, uysalca Heechul’un onu beslemesine izin veriyordu.

“Pekala; bir dilim Kedi Tüyü, bir Kara Kuyu ve bir bardak vişneli beyaz sıcak çikolata.” Diyerek bir garson edasıyla masaya geldi Yongguk. Elinde büyükçe bir tepsi taşıyordu: Bitter Beyaz self servisti, Starbucks gibi. Hanna neşeyle ellerini çırpınca genç önce kıza üzeri bardaktan en az on santim yükselen üzeri karamelli kremayla süslü sıcak çikolatasını sundu. Yongguk kaşığı masaya bırakırken Hanna kocaman olmuş gözlerini bir çocuk hevesiyle kremaya dikti.

“Kedi tüyü, burada.” Diye anons etti tekrar Yongguk, Hanna sonunda kaşığını devasa krema yığınına daldırıp mutluluğun kelime anlamını yeni keşfetmiş gibi miyavlarken. Baekhee’nin hemen arkasından pasta diliminin yanındaki küçük çikolata sosu süslemesiyle beraber doldurduğu tabağı kızın önüne zarifçe koydu. Pastanın içindeki kremanın rengine uygun morlu beyazlı peçeteyi ve küçük, gümüş rengi çatalla bıçağı bırakırken Baekhee Yongguk’un gerçekten her masanın bir aylık ev kirası kadar bahşiş bırakarak ayrıldığı o elit, fazlaca lüks ve saçmalık derecesinde pahalı restoranlarda garsonluk yapabilecek kalibrede olduğunu düşündü.

“Muhteşem görünüyor!” dedi Baekhee, pastasına bakarak. Yongguk hafifçe eğildi.

“Beğendiğinize sevindim, hanımefendi; afiyet olsun.” Dedi genç sessiz, derin ve mesafeli olması gereken; ama bir şekilde Baekhee’nin kulağını komik bir biçimde gıdıklayan bir tonla. Yongguk yapmacık bir ciddiyetle doğrulup kendi sandalyesine ilerlerken Baekhee çok yüksek sesle gülmemek için yumruğunu ağzına tıkmak zorunda kaldı.

“Sağ olun, efendim.” Dedi Baekhee, İngiliz saray hanımefendisi tonlamasını taklit etmeye çalışarak; ama hala kıkırdamakla meşgulken ne kadar işe yaradığını bilemiyordu.

“Bu da benim.” Dedi Yongguk ve tepsiyi yandaki boş masaya bıraktığı gibi hiçbir özen belirtisi göstermeden kendi sandalyesine oturdu ve tabağını masasına koydu. Tabağın üzerinde ortası oyuk ve simsiyah tuhaf bir sıvıyla dolu görünen yuvarlak bir pasta vardı. Pastanın kenarları kahverengiye yakın, sütlü çikolata gibi görünen bir şeyle kaplanmış, üzerine de tuğla gibi görünecek şekilde beyaz çikolatayla çizgiler çekilmişti. Pastanın kenarlarından iki siyah şeker çubuğu çıkıyordu; çubukları bir başka şeker çubuğu birleştiriyordu ve uzun saplı bir vişne, sapı şeker çubuğuna dolanarak “kuyunun” içindeki siyah sıvının üzerinde asılmış duruyordu. Pasta adını kesinlikle hak ediyordu. Gözlerinin önünde sallanan bir çatal belirmese Baekhee daha uzunca bir süre bunu inceleyebilirdi.

“İstersen değişebiliriz?” dedi Yongguk, Baekhee başını kaldırdığında gencin oldukça içten olduğunu gördü. Bir an bunun üzerinde ciddi olarak düşündü. Kendi pastasının üzerinde beyaz çikolata rendeleri ve Hindistan cevizleri, bir kedinin tüylerine gerçekten benzeyecek şekilde dizilmiş duruyorlardı. Pasta hamuru sadeydi ve üç kat pandispanyanın arasındaki iki kat krema da orman meyveleriyle mosmordu. Baekhee karar veremiyordu; onun önündeki pasta gerçekten onun zevkine uygundu – Yongguk’tan daha azı beklenemezdi; ama Kara Kuyu da gerçekten ilgi çekici görünüyordu. Baekhee karar verene kadar Yongguk tabağını kızın önüne doğru itti.

“Ah- dur yok, ben- seçimin çok başarılı, karar veremedim. Galiba sadece içinden ne çıkacağına bakmak ve ölüp ölmeyeceğini görmek için seni dikizleyeceğim. Hoşuma giderse bir çatal alabilirim.” Diye sırıttı Baekhee. Yongguk bir süre doğru söylediğinden emin olmak için kıza dik dik baktı, ardından omuz silkip tabağını kendi önüne çekti.

“Kyu, şu projeyi ne zaman bitireceğiz?” dedi Heechul, telefonunda bir şeylere bakarak. Baekhee dikkatini merakla ona verdi. Aynı bölümde miydiler?

“Elbet bir gün.” Dedi Kyuhyun, gamsızca. O da elindeki telefonla oynuyordu. Baekhee tek kaşını kaldırarak Heechul’e baktı, Heechul de aynı şekilde Kyuhyun’a bakmaktaydı.

“Ne demek, elbet bir gün? Teslim bir haftaya!” dedi, kedi gözlerini kısarak.

“Tamam; bir hafta içinde herhangi bir gün bitirebiliriz.” Diye gözlerini devirdi Kyuhyun. “Benim işimi bitirmem bir gün almaz. Sen tasarımı bitirdin mi de?”

“Benim aklımda bir şeyler var, benim işim de uzun sürmez; ama ben meşgul bir insanım, senin gibi herhangi bir gün ayarlayamam.” Diyerek saçını savurdu Heechul.

“Gören de CEO oldun, o sunumdan bu toplantıya koşuyorsun sanacak!” diye yarım ağızla güldü Kyuhyun. Gözlerini devirme sırası bu sefer Heechul’daydı.

“Pabucumun, ben o vakti en azından bir mürekkepli deniz canlısıyla çıkmakla harcamıyorum!” diye tısladı Heechul. Baekhee gülmemek için elini ağzına bastırdı; ama bu yoruma alışkın olmayan Yongguk boğulur gibi bir ses çıkararak ardına kadar açılmış, soran gözlerini Heechul’a dikti. Heechul gence göz atıp sırıtarak Kyuhyun’a döndü. “Gördün mü? İlişkinize insanların olağan tepkisi işte böyle.”

“Ha ha.” Dedi Kyuhyun huysuzca. “Her saniye konuyu Seohyun’a getirmek zorunda mısın? Herkesin yanında ona mürekkepbalığı demeni saymıyorum bile!”

“Yalan olduğunu söyleyemezsin, Joo Seohyun sekiz kollu karanlık leke saçan bir yaratıktan başka bir şey değil!” diye omuz silkti Heechul. Baekhee Yongguk’un, sanki söyleyecek bir şeyi varmış da söylemekten çekiniyormuş gibi, yavaşça başını öne eğip orada hiç yokmuş gibi yapmaya çalıştığını fark etti. Kaşları çatıldı; kız sessizce masanın altından gencin koluna uzandı. Kızın dokunuşunu hissettiğinde Yongguk başını kaldırdı, hafifçe gülümsedi ve çatalını eline alıp kuyusunun içindeki siyah sıvıyla oynamaya başladı.

“Bunu burada tartışmayacağım.” Dedi Kyuhyun, oldukça kesin bir biçimde konuyu noktalayarak ve silkinip az önceki sahne hiç yaşanmamış gibi taze bir hava takındı.

“Bence de tartışmayın, onun yerine beyaz çikolatanın ne kadar harika bir şey olduğuna odaklanabilirsiniz.” Dedi Hanna, mutlulukla gevşemiş bir sesle. Bardağını iki eliyle kavramış, burnunun hemen altında tutuyordu ve burnunun tam ucuna bulaşmış büyük bir parça krema vardı.

“Belli, tüm suratınla içmişsin.” Diye güldü Baekhee, uzanıp kızın burnundaki kremayı sildi. Parmağını temizlemek için yalarken Heechul’un somurttuğuna yemin edebilirdi.

“Ben evde daha iyisini yapabilirim.” Diye burun kıvırdı Hanna anında. Baekhee önce onun beyaz çikolataya burun kıvırdığına çok inanmıştı; ama kızın gözlerini takip ettiğinde Yongguk’un çatalının ucundan sarkan, etrafı yavaşça damlayan bitter çikolata sosuyla kaplı, yarısı ısırılmış bir taze vişne gördü; genç etkilenmiş bir ifadeyle az önce ısırdığı vişneyi çiğniyordu.

“Çok basit ki yapması.” Diye kıkırdadı Yongguk. O çatalının ucundaki vişneyi tekrar siyah sosa batırıp ağzına atarken Baekhee şeker çubuklardan sarkan vişneyi çabucak yürüttü ve sosa banıp Yongguk’un çatalına yakalanmadan son anda ağzına attı. Kyuhyun ve Hanna aynı anda gözlerini kısıp ikiliyle dik dik bakarken Baekhee de Yongguk da kıkırdamayı bırakamıyorlardı.

“Kes gülmeyi, Bang Yongguk!” dedi Hanna, “Basit olsa da olmasa da daha iyisini yapabilirim, dedim!”

“Tabii ki yaparsın!” dedi Yongguk, sırıtarak. Baekhee onun içten olduğunu biliyordu; ama bu şekilde sırıtırken sadece Hanna’yla dalga geçiyormuş gibi duruyordu ve bu kesinlikle Hanna’nın sakinleşmesi açısından hiçbir işe yaramıyordu.

“Sana bir daha asla pasta yapmayacağım!” diyerek saçını savurdu Hanna ve kollarını kavuşturarak burnunu havaya dikti. İşte bu hamle Yongguk’un sırıtışının tamamen kaybolması için yeterli olmuştu. 

“Bunu bana yapamazsın!” diye içtenlikle isyan etti Yongguk, Kyuhyun’la Heechul’un kahkahalara boğulmasına neden olarak; ama şu anda ikisini pek umursamıyor gibiydi. Uzanıp Hanna’nın kavuşturduğu kollarını yakaladı. “Hadi ama Nana, dalga geçmiyordum! Kimse senin eline su dökemez, çok ciddiyim!”

“Yemin et.” Dedi Hanna, umursamazca.

“Kedimin patileri üzerine yemin ederim ki çok ciddiyim.” Dedi Yongguk; ama bunu söylerken masadaki iki kızdan aynı anda gelen aynı tepkiyi öngörmediği çok belliydi: gözlerini ardına kadar açıp senkronize bir biçimde çığlık atmak:

“KEDİN Mİ VAR?!”

Yongguk ve Heechul hazırlıksız yakalanmışlardı, ikisi de hemen yanlarındaki kıza yakın olan kulaklarını bir acı ifadesiyle tutmaktaydılar. Kyuhyun ise umursamaz bir ifadeyle çığlıktan hemen önce kulaklarına bastırdığı ellerini yeniden masaya indirmekteydi.

“Evet, bir kedim var.” Dedi Yongguk kendine gelmeye çalışarak. Hanna’nın yüzündeki heyecanın yerini özlem dolu bir bakışın alması saniyeler sürdü; Baekhee’nin yüzündeyse aynı heyecanlı ifadeye sadece hülyalı bakışlar eklenmişti ve Yongguk’a dikilmişlerdi.

“Adı ne?” diye sordu kız, bahsi geçen kedi karşısında sevimli numaralar çeviriyormuş gibi bir sesle.

“Su..sundae.” diye kekeledi Yongguk, şaşkınlıkla. Baekhee’nin gözleri neredeyse buğulanmış gibiydi; ama genç buna rağmen bir sonraki sorunun ne olduğunu o sormadan biliyordu, sormasını beklemedi. “Hayır, bir cinsi yok; sokak kedisiydi. Yani, bizim bahçeye yakın doğurmuş bir sokak kedisi hasta olduğu için o yavruyu oraya terk etmiş. Ben de annemden gizli evde beslemeye başladım.”

“Ne zamandır sizinle ki?” diye sordu Baekhee, kedinin acıklı hikayesi onu biraz kendine getirmiş gibiydi. Yongguk bir an düşündü, sonra omuz silkti.

“Birkaç yıl oldu. Annem başta kabullenmekte zorlandı; ama şimdi hepimizden çok onu seviyor.” Dedi ve somurttu Yongguk. Kyuhyun burnundan güldü. Baekhee dönüp gence sebebi neydi ki diyen bir bakış fırlattı. Kyuhyun omuz silkti.

“Sadece, hep öyle olur.” Dedi, umursamazca. “Ne zaman birini ya da bir şeyi inatla uzak tutmaya çalışsan sonunda kendini ondan vazgeçemez halde buluverirsin.”

Baekhee bir an donakaldı. Genç adam söylediklerinin anlamını biliyor muydu? Bütün ortamın rahatlığı, kahkahalar ve her şeyden çok da tutunabileceği insan olarak Yongguk’un hemen yanında olması geldiklerinden beri neredeyse hiçbir sıkıntı yaşamamasını sağlamıştı; ama şimdi… Kyuhyun muhtemelen bu söylediklerinin altındaki anlamı bir saniye bile düşünmemişti; ama kelimeler Baekhee’ye kafasında tekrar tekrar yankılanacak kadar çok şey ifade ediyordu.

“Vay, Cho Kyuhyun’la felsefi sözlere hoş geldiniz!” diye dalga geçti Heechul, ortamın bir saniye bile sessiz kalmasına izin vermediği için Baekhee ona minnettardı. O olmasa kızın duraklaması ve sadece birkaç kelimeye verdiği abartılı tepki çok göze batacaktı.

“Kapa çeneni!” dedi Kyuhyun sadece, elinde buruşturduğu bir peçeteyi Hanna’nın üzerinden Heechul’un kafasına atarak. Heechul gülerek kendini korudu.

“Sabah Şekerleri’nden sonra sırada en yeni programımız!” diye devam etti bir sunucu edasıyla, Kyuhyun’u daha da sinirlendirerek, “Romantizmin doruklarına çıkıyoruz, depresyonun derinlerine iniyoruz ve sonuçta havalı, felsefi sözlerin ta dibine vuruyoruz! Ben kanal sahibi Kim Heechul, sizi şimdi sunucunuz Cho Kyuhyun’la baş başa bırakıyorum!”

“Ehem…” diyerek boğazını temizledi Kyuhyun ve gözlerini kapatıp kıyafetlerini düzeltti; Baekhee meraklı bir sırıtışla yapacağı şeyi beklerken çok ciddi bir ifadeyle gözlerini açtı. Önünde olmayan bir şeye parmağıyla hafifçe vurdu. “Aa.. aa… ses bir ki… öhöm, evet, ben sunucunuz Cho Kyuhyun ve hepinizi günün anlam ve önemine en uygun cümleyle selamlıyorum… beni uğraştırma ve git kendini en yakın uçurumdan at, Heechul!”

Masada birden patlayan kahkaha tufanı, etraflarındaki birkaç diğer masanın onlara onaylamaz bakışlar atmasına neden oldu; ama kahkahalarını isteseler de bastıramayacak olan arkadaşlar bu konuda bir şey yapma gereği görmediler.

Bir süre daha sohbet edip güldükten ve herkes pastalarını bitirdikten sonra oturdukları yerden kalktılar. Baekhee hesabı sonra ödeyeceklerini düşünüyordu; ama anlaşılan pastayı alırken ödüyorlardı. Baekhee ne kadar ısrar etse de Yongguk pastanın fiyatını söylemeyi reddetti, bunun için Baekhee’den koluna bir yumruk yediği zamansa pişkin pişkin sırıtmakla yetindi.

Esasen Baekhee Yongguk’la birlikte gidecekti; ama bir şekilde Hanna onu yanında kalması ve ona Çince çalıştırması için ikna etmeyi başardı. Baekhee annesini de aradıktan sonra – kadın basitçe on birden geç gelecekse haber vermesini söylemişti – Hanna ve tayfasıyla beraber gideceği kesinleşti. Hanna yol arkadaşını çaldığı için Yongguk’a borçlanmış olsa da, gence el sallarken Baekhee’nin koluna yapışma şeklinden bunu pek de önemsemediği anlaşılabiliyordu.

Kyuhyun ve Heechul, tahmin edilebileceği gibi, arabayla gelmişlerdi. Baekhee bisikletini bir kere daha okula bırakmak istemiyordu. Hanna ise Baekhee’nin onlardan ayrı gitmesi fikrinden hoşlanmıyordu, altlarında araba vardı ve Kyuhyun, kardeşinin somurtan yüzüne baktığı anda, yine geçen seferki gibi onu akşam ve sabah okula bırakabileceği yönünde garanti verdi. Baekhee gerçekten bisikletle gitmek için inat edebilirdi; eğer Kyuhyun’la bir arabanın içinde yalnız seyahat edebilecek olma fikri inanılmaz derecede akıl çelici olmasaydı.

Baekhee bisikletini okulun bahçesine bağladıktan sonra küçük, sarı Beetle’a doluştular. Hanna Heechul’un koluna yapışıp yanına oturması için zorladığında Baekhee öne geçmek zorunda kaldı. Pek şikayet ettiği söylenemezdi; böyle olunca kendini – gerçek olamayacağını bildiği – hayallerine kaptırıp kısa süreliğine mutlu olabiliyordu. Bir kız en azından hayal kurabilirdi, değil mi?

Yol oldukça kısa sürdü ve oldukça sakin geçti. Eve geldiklerinde arabadan ilk fırlayan Heechul oldu. Sabırsızlıkla Kyuhyun’un kapısının önüne dikildi. Kyuhyun bile gencin sabırsızlığına şaşırmış gibi göründüğünden Baekhee’nin durumu bu kadar garipsemesi yanlış bir tepki gibi görünmüyordu.

“Arkandan atlı mı kovalıyor? İki dakika duramadın!” dedi Kyuhyun, kemerini açıp arabadan inerken. Hanna ve Baekhee de onu takip ettiler.

“Sen fikrini değiştirmeden bir an önce çalışmaya başlamamız gerek; her an bir şey aklını çelebilir.” Dedi Heechul, kedi gözlerini devirerek.

“Ne zaman görülmüş böyle bir şey yaptığım?!” dedi Kyuhyun şok olmuş gibi; ama ağzından çıkanlara kendi de inanıyormuş gibi durmuyordu. Hanna güldüğünü gizleme ihtiyacı duymadı.

“Hadi yürü, bu sefer elimden kaçamazsın.” Dedi Heechul, Kyuhyun’u kravatından – neden bir kravatı vardı ki? – yakalayıp evin kapısına doğru çekerek.

“Heechul.” Dedi Kyuhyun, sesinde uyarıcı bir tonla, “Heechul, kendimi tecavüze uğramak üzereymiş gibi hissediyorum, sakin ol.”

“Ah evet, seni odaya kapatıp etinden sütünden faydalanmayı, kötü amaçlarım için kullanmayı planlıyorum Kyu, şimdi kapa çeneni ve kapıyı aç.” Dedi Heechul bıkkınca; konuşurken Kyuhyun’un önüne kadar çekmişti, kapıyı açmasını söylerken de durup Kyuhyun’u kravatından çekerek öne doğru savurdu. Ayağının hemen önündeki merdivenler yüzünden Kyuhyun bir an sendeledi.

“Biliyor musun; odamda boş bir bilgisayar, bir kilit ve yeterince peçete var.” Diye huysuzca mırıldandı Kyuhyun. Eğer gerçekten yakında ve dudaklarına bakıyor olmasa Baekhee söylediklerinden tek kelime anlamazdı;  ama ne dediğini anladığı anda boğulur gibi bir ses çıkarmamak için kendini fazlasıyla zorlaması gerekti. Neyse ki iki adım gerisindeki Hanna muhtemelen hiçbir şey duymamıştı bile; yoksa fazlasıyla travmatize olabileceğine dair Baekhee’nin içinde kötü bir his vardı. Heechul yıldırım saçan gözlerle Kyuhyun’a bakıp bacağına doğru bir tekme salladığında Baekhee hiç şaşırmadı.

“Kapa çeneni ve kapıyı aç, tamam mı?” diye tısladı Heechul. Baekhee bu sefer gülmemek için kendini zorlamak zorunda kaldı. Yanına gelen Hanna’nın soran bakışlarına ne olduğunu bilmediğini belirtircesine sadece omuz silkip önüne bakarak karşılık verdi. Bir saniye sonra Kyuhyun kapıları açmış, içeri giriyordu.

“Hiçbir yere uğramaya kalkma, direk başlıyoruz!” diye buyurdu Heechul. Baekhee bir süredir merak ediyordu; ama bu sefer kendini tutamadı.

“Ya ne projesi ki bu?” diye sordu, ayakkabılarını çıkarırken. Heechul sadece bir an için şaşırmış göründü – belki de kızın varlığını unutmuştu – ama sonra aynı buyurgan ses tonuyla cevap verdi.

“Basitçe, ben dijital tasarım okuyorum, Kyuhyun da yazılım okuyor. Bunu biliyor muydun yoksa? Her neyse, bir yarışma için küçük bir oyun tasarlamamız gerekiyor, eğer bu yarışmada iyi bir derece alabilirsek benim mezuniyet sonrası tercih edilebilirliğim yükselecek. Kyuhyun da biraz lütfettiğinden huysuzluk ediyor.” Dedi Heechul, sözlerinin sonunda keskin bakışlarını arkadaşına dikerek.

“Ne yarışması bu, üniversite içinde mi?” dedi Baekhee çabucak, olası herhangi bir laf dalaşını başlamadan susturmak adına. Heechul’un ilgisini başarıyla üzerine çekmiş gibiydi. Genç başıyla onaylarken Baekhee göz ucuyla Kyuhyun’un merdivenlerde kaybolduğunu gördü.

“Evet, üniversite içinde bizim bölüme bir yarışma. Daha çok karakter tasarımı için aslında; ama küçük bir oyun animasyon şeklinde tasarım yapmalıyız. Dijital tasarımda aslında bilgisayar dillerinden de öğreniyoruz; ama birinci sınıftayım ve çok başarılı olduğum da söylenemez. Kalıpları da kullanmak istemiyorum, çok sıkıcı oluyorlar. Kyuhyun çok yetenekli, bu yüzden onun yardımına ihtiyacım var.” Diye açıkladı Heechul. Anlatırken siniri gitmiş, yerini bir heves almıştı.

“Yetenekli mi?” dedi Baekhee, tek kaşını kaldırıp salona doğru yürüyerek. Heechul de onunla beraber salona girdi.

“İnsanın inanası gelmiyor, değil mi?” diye dalgacı bir tavırla güldü Heechul. Baekhee’nin dudaklarına yarım bir sırıtış yerleşti.

“Kesinlikle. Hiç öyle bir tipi yok. Aslına bakarsan bilgisayarın açma tuşunu bulamayacak bir tip gibi görünüyor, hem de bu teknolojinin içinde!” diye gözlerini devirdi Baekhee, alayla. Kyuhyun’la dalga geçiyor olması Heechul’u eğlendirmiş ve aklını dağıtmış gibiydi ve Heechul’un gerginliğinden kurtulmaya ihtiyacı varmış gibi hissediyordu Baekhee.

“Tam bir büyükbaba.” Diye söylendi Heechul; ama artık gülüyordu. Baekhee başarıya ulaşmıştı.

“Gerçekten bilgisayar kullanabiliyor mu?” dedi sırıtarak, “Daha çok balkonunda sallanan koltuğuna oturup eline bir şişe şarap alacak, klasik müzik açıp boş boş gökyüzüne bakacakmış gibi duruyor. Şimdi çıkıp baksam odasında bir olta takımı bulurmuşum gibi.”

“Kim, ben mi?”

Baekhee bütün vücudunun gerildiğini hissederek arkasını dönerken Heechul içten bir kahkaha attı. Kyuhyun üzerinde bir şekilde oldukça şık durmayı başaran bir eşofman takımıyla kapıdan giriyordu, boynundan sarkan küçük bir havlu vardı ve yüzünü çevreleyen saç tutamlarının uçları su damlatacak kadar ıslaktı. Baekhee bir şey söyleyemeden gencin dudaklarının bir köşesi meydan okur bir sırıtışla yukarı doğru kıvrıldı. Baekhee’nin kalbi kısa bir anlığına atmayı bıraktı.

“Beni denemek ister misin?” dedi Kyuhyun, tehlikeli bir biçimde yumuşak bir sesle. Baekhee’nin kalbi bu sefer kulaklarında atmaya başladı: güm, güm, güm, güm, güm, güm- ve kesinlikle çok hızlıydı. Baekhee öylece donup kalırsa bunun çok saçma olacağını fark ettiği saniye yüzüne takması en kolay olan maskesini oturttu: Kyuhyun’unkiyle birebir aynı olan meydan okur maskesi.

“Ah bu kadar nazikçe yapılan bir teklifi nasıl geri çevirebilirim ki?” dedi, abartılı bir jestle kollarını iki yana açarak. Heechul’un ikisinin hemen ortasında durmuş, onları eğlenerek izlediğinin hayal meyal farkındaydı. “Söyle bakalım, kendini bana nasıl kanıtlamayı planlıyorsun acaba, Cho ailesinin çok sevgili veliahdı?”

Kyuhyun ona daha büyük bir hakaret edilemezmiş gibi bakıyordu. Kahretsin, Baekhee insanların yarasına basmada neden bu kadar iyi olmak zorundaydı ki? Kyuhyun dişlerinin arasından derin bir nefes aldı, boynunu esnetti ve sinirli bir gülüşle aldığı nefesi geri vererek Heechul’e baktı. Bir saniye arkadaşıyla göz göze kaldıktan sonra – Baekhee aralarında ne gibi bir iletişimin geçmiş olduğunu görmek adına Kyuhyun’dan gözlerini ayırmaya cesaret edememişti – yeniden kıza baktı.

“Ahh evet, bu aileden olmaya veya şirketi devralmaya sinir olduğumdan değil ama… veliaht, haha, tam da insanların beni aşağılamak için kullandığı kelimeyi bulup aynı amaçla kullanman çok ironik oldu gerçekten; çok başarılı.” Dedi Kyuhyun. Baekhee tam özür dilemek üzereydi ki Kyuhyun içinde yıldırımlar parlayan bakışlarını Baekhee’nin üzerine dikince kız susup gencin meydan okumasını dürüstçe kabul etmenin daha iyi olacağını düşündü. Kyuhyun devam etti. “Ne istersin, Bayan Nostradamus; odamdaki olası cisimleri kehanet edebildiğine göre sana beklediğin gibi çıkmadığımı göstermek için ne yapacağımı da önceden biliyor olman gerek, değil mi?”

“Hm, bilemiyorum; sadece zaman zaman içime doğuyor.” Diye dalga geçerek saçını savurdu Baekhee, ortamı biraz yumuşatmak için. Heechul kıkırdadı.

“Çoktan seçmeliye ne dersin?” dedi Kyuhyun iğneleyerek; ama onun da sinirli hali hafiflemiş gibiydi.

“Yok boşluk doldurma!” dedi Baekhee.

“Evet-hayır da olur.” Diye omuz silkti Kyuhyun.

“Yazılı mı, sözlü mü? Sonuçları ne zaman açıklarsın?” dedi Baekhee. Kyuhyun sırıttı; ama o bir cevap veremeden Heechul araya daldı.

“Hey hey, dağılmasanıza! Teknoloji diyorduk, özürlü diyorduk, Kyuhyun diyorduk! Hani kendini kanıtlayacaktı!” diye neredeyse tepindi genç. Baekhee de Kyuhyun da ona boş gözlerle baktılar; ikisi de saniyeler içinde bu atışmayı unutmuş olduklarını itiraf eden ilk kişi olmak istemiyordu.

“O kadar ısrar ediyorsan…” diye gözlerini devirdi sonunda Kyuhyun. “Ne yapayım, oyun mu yazayım?”

“Oyun yazmak mı, o nereden çıktı?” dedi Hanna’nın sesi, Kyuhyun’un hemen arkasından. Salondaki üç kişinin başı da ona döndü. Kız üzerinde sevimli fırfırlı bir bluz ve kapriyle içeri giriyordu.

“Bilgisayar konusunda kozlarını paylaşabilecekleri bir alan arıyorlardı da.” diye açıkladı Heechul. Hanna onay istercesine Baekhee’ye baktı, Baekhee omuz silkti. Hanna abisine döndü.

“Bunun için bulabildiğin en iyi şey bir oyun yazma fikri mi?” dedi kız inanamazlıkla. Kyuhyun büyük bir saflıkla başını onaylarcasına sallayınca kız elini hızla alnına vurup bastırarak yavaşça yüzünden aşağı indirdi, ardından yeniden abisine baktı.


“Bazen bütün o beyin hücrelerini neye kullandığını merak ediyorum – bizdeki oyunların suyu mu çıktı?! Oyunda yarışsanıza!” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder