-26-
Birkaç dakika sonra dördü de sinema odasında toplanmış,
Playstation’ı açıyorlardı. Kyuhyun oyunu seçerken Heechul da bir yerden
kontrolleri bulup çıkardı. Önce Kyuhyun ve Baekhee kapışacaklardı; ama
sonrasında tabii ki Heechul ve Hanna da katılacaklardı. Oyun oynayan herkesin
bileceği gibi, başkasının oynamasını izlemekten daha sıkıcı hiçbir şey yoktu.
Kyuhyun oyun rafının önünden muzaffer bir sırıtışla geldi,
elindeki ince kutuyu Baekhee loş odada uzaktan çok rahat tanıyabiliyordu – en
son oynadığı oyundu bu, Jongwoon’un evine ilk ve son gidişinde, birdenbire
hayatından kaybolan arkadaşıyla oynadığı o oyun… içine batırıp orada bırakılmış
bir bıçağı biri tutup yerinde çevirmeye karar vermiş gibi can yakıcı bir his
göğsüne gelip oturduğunda bunun yüzüne yansımasına bir an için engel olamadı.
Heechul ve Hanna o tarafa bakmadığından görmüş olamazlardı; ama Kyuhyun’un
ifadesi anında değişti.
“İstersen başka bir şey seçeyim?” dedi, kutuyu aşağı,
Baekhee’nin gözünden uzak bir yere indirerek. Baekhee irkilip gencin yüzüne
baktı. Sesi çok belli etmese de yüzünde içten bir ilgi vardı. Baekhee içindeki
o batma hissini tamamen kaplayıp yok edecek bir sıcaklığın göğsünde
yükseldiğini hissetti. Gülümsedi ve uzanıp oyun kutusunu Kyuhyun’un elinden
kaptı.
“İmkanı yok; seninle kapışmak için bundan daha iyi bir oyun
düşünemiyorum.” Diye sırıttı kız. Kyuhyun bir an için inanmamış gibi baktı,
ardından omuz silkip ellerini teslim olurcasına kaldırdı.
“Nasıl diyorsanız, Ekselansları.” Dedi, dalga geçerek.
Baekhee gözlerini kısıp arkasını dönen gencin omzuna doğru bir direk tekme
savurdu – incitmek değil eğlenmek için; gerçekten acıtmayacağına, sadece
şaşırtacağına emin olduğu bir hızda.
“Has… o neydi be?!” dedi Heechul, Kyuhyun yediğinin sadece
bir yumruk olduğunu sanarak irkilirken. Hanna başını çevirip baktığında Baekhee
çoktan gayet normal bir duruşa geçmiş, masum masum gülümsüyordu. Kyuhyun da ne
olduğunu anlamaya çalışarak arkasına döndüğünde sekerek playstation’ın yanına
gitti ve elindeki oyunun kutusunu açtı.
“Ne oldu?” diye sordu Kyuhyun, merakla.
“O yediğin var ya? Yumruk değil tekmeydi.” Dedi Heechul,
hala şok içinde olduğu sesinden belliydi. Baekhee inanamaz bakışların sırtına
odaklandığını hissedebiliyordu; ama sadece oyunu başlatmaya odaklandı, ardından
kendini ekranın hemen önündeki koltuğa attı.
“Eee, başlamayacak mıyız?” dedi pişkin pişkin, sırıtarak.
Heechul ve Kyuhyun bakıştılar, ardından Kyuhyun Baekhee’nin yanında yerini
aldı. Baekhee gencin “çakma Ninja…” diye mırıldandığını duyar gibi oldu; ama
bunu duymamış gibi yapmaya karar verdi.
Oyun başladığında Baekhee aslında rezil bir iş çıkaracağına
adı gibi emindi; sadece oyunda çok usta olmadığı için değil, en büyük rakibi
aynı zamanda en büyük dikkat dağıtıcı faktör olduğundan. Ama beklediğinin
aksine yaptığı ilk birkaç saçmalık derecesinde komik kazadan sonra adam gibi
oyuna odaklanmayı başarınca gerçekten yarışabildiğini fark etti. Hatta sadece
yarışı bir ucundan yakalamakla da kalmıyordu; aynı zamanda Kyuhyun'u zorluyordu
da. Baekhee gencin ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bilmiyordu; ama böyle bir
evde büyüyen herhangi birinin muhteşem bir oyuncu olmaması saçma olacağından
kız aslında oldukça iyi bir iş çıkarıyor olmalıydı.
"Hey, gel buraya!" Dedi Kyuhyun, yan yana
geldikleri ilk anda arabasını Baekhee'ninkinin üzerine sürerek. Baekhee ufak
bir viyaklamayla son anda kazadan kurtuldu, ardından neden Kyuhyun'un üstüne
gitmek yerine kaçmayı tercih ettiğini merak etti. Refleks olarak kaçtığına
karar verdi, üzerinde çok fazla durmadı.
"Seni adi- bel altı vurmak da mı vardı?!" Diye
tepindi bunun yerine. Kyuhyun oturduğu yerde kıs kıs güldü.
"Hiç kimse adil oynaman gerektiğini söylemedi."
Dedi, sesinde bariz bir sırıtışla. Baekhee içindeki şeytanın kafesinden burnunu
çıkardığını hissetti.
"Ah bunu öğrendiğim iyi oldu; ama sen pişman
olabilirsin." Dedi ve düzgün oynamaya çalışmayı tamamen bıraktı.
Bundan sonrası tam bir kaostu. Kaç kezre kaza yaptıklarını
Baekhee sayamamıştı bile; ama ne zaman biri diğerinin kaza yapmasına neden olsa
odanın içinde çirkef bir laf dalaşı dönüyordu, hatta bir defasında beraber bir
uçurumdan düştüklerinde Kyuhyun'la aynı anda öyle okkalı bir küfür savurdular
ki sadece Hanna'nın değil, Heechul'un bile kınama yağmuruna tutuldular. Baekhee
bu yağmur daha hafif de olsa başka küfürleri ve hafif bir fiziksel sarsılmayı
içermiyor olsa daha etkili olabileceğini gülerek belirttiği zamansa Heechul
gözlerini kısıp kıza kozlarını oyunda paylaşmaları gerektiğini söyleyerek
meydan okudu.
Dördü birden oynamaya başladığında her şey öncekinden çok
daha fazla karıştı. Normal bir Need for Speed oyununda işler çok daha düzgün
yürürdü; ama dört arkadaş doğru dürüst oynamaya değil, birbirlerini sabote
etmeye o kadar odaklanmışlardı ki oyunun nereye gittiğini umursamıyorlardı.
İçlerinden biri bir polis arabasına yakalandığı zamanlar dışında kesinlikle
herhangi bir biçimde ortak çalışmadılar. Üçünün birden Baekhee'ye yüklendiği
bir ara Baekhee kontrolü bırakıp iki tane yastık kaptı ve onu oyunda sabote
eden arkadaşlarını gerçek hayatta sabote etmeye başladı.
Kafalarına inen yastıklardan kendilerini korumak için
kollarını siper edip oyun odasından fırladı diğerleri. Baekhee bir nara atıp
onları dışarı kovaladığında üçünün de salondan birer yastık kapıp siper almış
olduklarını gördü. Yüzüne yerleşen sırıtışa engel olamayarak üzerlerine
saldırdığında zorlu bir yastık savaşını başlatmış oldu. Heechul yeminli
şövalyeyi onayarak Hanna'yı olası sert darbelerden koruma görevini üstlenirken
Hanna sinsi sinsi ortalıkta dolaşıp herkesi arkadan vurmayı hedefliyordu; bu
arada Kyuhyun ve Baekhee ise bütün limitleri kaldırmış, birbirlerini canlarının
istediği ladar yastıklamakla meşgullerdi.
Heechul'un elindeki yastığın köşesi ezeli düşmanı Kyuhyun'la
korkunç bir çatışma sırasında yırtılmasa durmaya hiçbirinin niyeti yoktu. Kumaş
yırtılma sesini duyduklarında dördü de oldukları yerde sinip bir süre sessizce
birbirlerine baktılar.
"Ben bir şey yapmadım ki, yok bir şey, ne olmuş ki
burada anlamadım gitti!" Dedi Heechul sonra, hiçbir şey olmamış gibi
yastığı yırtık köşesini saklayacak şekilde koltuğa koyarken. Baekhee
kahkahasını bastırmak için kendi yastığını ısırmak zorunda kaldı.
"Neden ki, ben hiçbir anormallik göremiyorum."
Dedi Kyuhyun, arkadaşını taklit edip kendi yastıklarını da yerlerine bıraktı.
Hanna kendi yastığını şefkatle kucaklamış, başını onaylayarak sallıyordu.
"Hadi şöyle güzel tatlı bir şeyler içelim, keyfimiz yerine gelsin, çok sakin ve
durgunduk canımız sıkılmış olmalı." Dedi kız, yastığını yavru kedi
taşıyormuş gibi okşayıp nazikçe koltuğa geri bırakırken. Heechul'un gözleri anında
parladı.
"Milkshake mi yapacaksın?" Dedi genç, önüne lazer
tutulmuş kedi hevesiyle. Hanna saçını cilveli bir tavırla savurdu.
"Mutfakta tek başıma bırakılmazsam belki yapabilirim,
yardım da gerekecek." Dedi kız, Heechul'e o kadar bariz bir biçimde göz
kırptı ki /sen, ben, var gitmek mutfak/ tadında tarzanca anlatsa anca bu kadar
bariz olabilirdi. Kyuhyun gözlerini devirirken Heechul sırıttı ve mutfağın
önüne resmen ışınlanarak - orada o kadar çabuk belirmesinin başka bir
açıklaması olamazdı - kapıyı Hanna için açtı.
"Önden buyurun, prenses." Dedi, reverans yaparak.
Hanna utanmış gibi yapıp parmaklarının ucuyla ağzını kapatarak güldü, ardından
parmak uçlarında bir balerin gibi sekerek mutfağa girdi. Heechul kapıyı
arkalarından kapatırken Kyuhyun bıkkınlıkla başını iki yana sallıyordu.
"Sanki taze sevgilisini anlatmak için onu oraya
kaçırdığından hiç haberim yok." Dedi genç, ardından iç çekti. Baekhee
dönüp Kyuhyun'a baktı. Bir abi olarak bu durumda hiçbir gariplik hissetmiyor
muydu gerçekten? Tamam, parmak basılabilecek hiçbir şey yoktu, Baekhee bunu
kabul etmek zorundaydı; ama bir şey altıncı hissini çubukla dürtüyordu.
Çocukluktan beri arkadaş olduklarını ve Hanna'nın her şeyini Heechul'e
anlattığını biliyordu Baekhee; Heechul Hanna hakkında her şeyi biliyordu ve
herkesten daha yakınlardı. Hanna herkesten çok Heechul'e güveniyordu ve bunun
için sebepleri olduğunu söylüyordu; ayrıca en çok onunla eğleniyordu çünkü
beraber büyüdüklerinden onun yanında rahat olabiliyordu. Sonuçta gerçekten
bebeklikten beri her gün birlikteydiler ve bu eşsiz bir bağdı. Her şey tamamen
mükemmel de olsa burada yerine oturmayan bir şeyler vardı. Sadece Baekhee ne
olduğundan emin olamıyordu.
"Ne?" Diyen Kyuhyun'un sesiyle bir süredir kaşları
çatık bir halde anlamaya çalışarak boş boş Kyuhyun'a baktığını fark etti. Bir
an ne düşündüğünü söylemek için ağzını açtı; ama sonra bunun hoş olmayacağını
düşünerek aldığı nefesi verdi ve sadece omuz silkti. Hanna'nın abisine kız
kardeşiyle en yakın arkadaşı arasında ne olduğunu sormak mı? Hem de Hanna'nın
bir sevgilisi varken... işte bu aptalcaydı.
"Onlar hep öyleler." Dedi Kyuhyun. Baekhee'nin ne
düşündüğü dışarıdan oldukça bariz olmalıydı. Kızın kaşları havalandı, Kyuhyun
devam etti. "Yani yeni gören, alışmamış birisi için oldukça tuhaf
olduğunun farkındayım; ama onlar Hanna emekleyip yürüyebilmeye başladığından
beri öyleler neredeyse. Alışırsın yakında."
Zavallı Himchan, dedi Baekhee'nin beyninde bir ses. Baekhee
o zaman neyin yerine oturmuyor olabileceğini biraz anlar gibi oldu; ama bu
konuyu yalnız başına irdelemesi gerekliymiş gibi hissediyordu, bu yüzden daha
sonra düşünmek için beyninin bir köşesine not edip şimdilik aklından
kovdu.
"Öyle diyorsan öyle olsun." Diye umursamazca omuz
silkti, ardından Kyuhyun'a gülümsedi - bunun mümkün olmadığını bilse de içten
içe gülüşünün Kyuhyun'un üzerindeki etkisinin gencin gülüşünün kendisi
üzerindeki etkisine biraz benzer olmasını isterdi. "Eee, istenmeyenler
olarak biz ne yapıyoruz?"
Bir dakika sonra yeniden Playstation’un başındaydılar. Kyuhyun
Heechul katılmadan önce kapışmalarının bir sonuca bağlanmamış olduğuna
inanıyordu – Baekhee’nin içinden bir ses gencin bütün derdinin biraz daha oyun
oynamak istemesi olduğunu söylüyordu; ama sadece gülüp gençle sinema odasına
kadar yarışmakla yetindi. Baekhee bu sefer sadece çabuk olsun diye herhangi bir
araçla sürmek istemiyordu; önce yeni bir araba seçmeleri için ısrar etti.
“Oha sende Carrera GT de mi var?!” dedi Baekhee şok içinde,
olası arabaları gezerlerken. Kyuhyun, hiçbir şey bilmiyorsun der gibi, hafifçe
kıkırdadı.
“O mu? Porsche yani, Alman çöpü?..” dedi Kyuhyun, sırıtarak.
Baekhee yan gözle gencin dünya yıkılsa umurumda olmaz gülüşüne baktı; eğer
bakışlar öldürebilse Kyuhyun şu anda acil serviste olurdu.
“Hıı…” dedi Baekhee keskin bir sesle ve gencin çok zengin
araba galerisini gözleri yuvalarından uğrayarak gezmeye devam etti. “SLR,
Corvette G6, Cayman S… Lancer Evolution VII… CLK500… yuh, o bir Viper mı? Evet
o bir Viper SRT-10! Yok artık… ama yok artık… hasssssssbahçeninüzümleri, sende
bonus GT bile var! Tam olarak ne kadar çok oynuyorsun bu oyunu sen, acaba?”
Kyuhyun Baekhee’nin tepkilerine gülmekle o kadar meşguldü ki
bir süre cevap veremedi, bu süre zarfında da Baekhee’nin öldürücü bakışlarına,
ardından gözlerini devirip iç geçirmesine ve bıkkın bir biçimde başını
sallayarak beklemesine maruz kaldı.
“Tamam- tamam kızma, vallahi gülmüyorum…” dedi genç,
gülmesini bastırmaya çalışarak. Kızın bıkkın bakışlarından gözlerini
kaçırmamaya çalışmasıyla geçen üç saniyenin ardındansa yeniden kahkahalara
boğulmuştu.
“Evet, tabi, sen devam et, ben de işte kendi çapımda şok
olmaya devam edeyim; zaten bunca arabanın arasında sana ayıracak hiç vaktim
yok!” dedi Baekhee bıkkınca ve arabaların kalanını gezmeye başladı. “Ne de olsa
haftalarca yememiş içmemiş bütün arabaları açmayı başarmışsın, boşa gitmesin
bari ben biraz daha şok olayım, sen biraz daha gül. İşte burada da bir bonus
Corvette C6R varmış, demek oyunu bitirdik – ah bak burada bordosu da varmış, ne
hoş! İşsiz misin oğlum sen? Hani işime gelmediğinden değil de, bu oyun çıkalı ne
kadar oldu ki?!”
“Bekle- hahahah…” Kyuhyun karnını tutarak yüzünü gömmüş
yumruklamakta olduğu koltuktan doğruldu; gözlerini silip nefeslenmeye çalıştı. “Of
karnım…”
“E Allah’ın sopası yok.” Dedi Baekhee, yarım bir sırıtışla. Kyuhyun
yüzünü yamultup tiz bir sesle onu taklit ettiğinde kız çocuk gibi dil çıkardı. Kyuhyun
uzanıp avucunu kızın suratına bastırdığındaysa ağzını açıp bir köpek gibi gencin
elini kapmaya çalıştı. Kyuhyun elini hızla çekti.
“Hayvan barınağının numarası kaçtı?” dedi; ama o da gülüyordu
ve kızın bu hareketinin onu çok eğlendirdiği belliydi.
“Bilmem, ben buranın yabancısıyım.” Dedi Baekhee, ağır bir
Çin aksanıyla. Kyuhyun kıkırdayarak parmağını yavaşça kızın yüzüne doğru uzattı.
Baekhee dikkatle parmağı izleyip yeterince yakına geldiğinde onu da kapmak için
atladı; Kyuhyun keskin bir nefesle parmağını hızla geri çekip göğsüne
bastırarak korumaya aldı. Bir an göz göze geldiler, bir an sonra ikisi de
yüzünü koltuğun arkalığına bastırmış, kendilerine hakim olamadan gülüyorlardı.
“Tamam- hahah… tamam, gülmüyorum… hehehehe…” diye
kıkırtılarını bastırmaya çalışan Kyuhyun’un sesiyle kendini biraz da olsa
toplayıp kafasını kaldırdı Baekhee. Yüzünde o kadar kocaman bir sırıtış vardı
ki Baekhee gerçekten yüzü birazdan tam ortadan ikiye ayrılacakmış gibi
hissediyordu.
“He gülmüyorsun he, külahıma anlat.” Dedi, bir şekilde
gülmemeyi başararak.
“Kapa çeneni!” diye güldü Kyuhyun, sonra derin bir nefes
alıp gözünün kenarında birikmiş bir damla yaşı sildi ve ekrana baktı. Baekhee’nin
az önceki tepkisini ve esas soruyu hatırlayınca yine biraz güldü; ama önceki
kadar değil. “Ya bu oyun bizde uzun zamandır var; hani esas çıkmış hali olarak
değil de beta olarak, tamamlanmamış hali var. Ben hem nasıl olduğunu, hataları
söylüyordum; hem de aklıma güzel bir şey gelirse öneri olarak söylüyordum. Öyle
olunca nasıl olduğunu biliyordum, benim için o kadar zor olmadı aslında
bunların hepsini açmak. Bir de bizimkilerle hep bizde oynayınca bunu, gelen
araba bana kalıyor.”
“Peki, anlıyorum…” dedi Baekhee, pek ikna olmamış bir
biçimde; ama sonunda bütün muhteşem arabaların arasından hangisini istediğine
karar verme işine geri döndü. Sonunda Baekhee bir Corvette C6R’de karar kılıp (“Gerçekten
mi? Bir Chevrolet mi?”) Kyuhyun da yoluna devam etmek için Mercedes SLR’ı
tercih ettiğinde yarış için hazırdılar ve başlayacaklardı, tabi tam o sırada Kyuhyun’un
telefonu sinir bozucu bir biçimde ötmeseydi. Kyuhyun umursamaz bir biçimde
telefonun ekranına göz attı, arayanın kimliğini görünce Baekhee neredeyse
yüzünün karardığına yemin edebilirdi.
“Bunu açmam lazım.” Dedi genç, özür diler bir tonda,
ardından uzanıp telefonunu aldı ve açma tuşuna basarak kulağına dayadı. “Söyle,
bebeğim.”
Baekhee gencin koltukta rahat bir tavırla arkasına
yaslanmasına baktı; yüzünden bir an için geçen sıkıntılı ifade şimdi yerini hoş
bir gülümsemeye bırakmıştı. Telefondan gelen bir kız sesiydi; Baekhee ne
dediğini duyamasa da Kyuhyun’un kedi gibi mırlamasından ve kıza seslenme
şeklinden hattın öbür ucunda Seohyun olduğuna birçok şey üzerine iddiaya
girebilirdi Baekhee.
“Evet, evet evdeyim… şimdi mi? Sanmıyorum… evet, Hanna’yla Heechul
var, bir de Hanna’nın arkadaşı… sevgilisi değil, Seo, arkadaşı… ne?” Kyuhyun’un
başını aniden koltuktan kaldırıp kaşlarını çatmasıyla Baekhee oturduğu yerde
biraz kıpırdandı ve genci izlemeye başladı. “Baekhee, geçen görmüştün… ne? Ne-
Seo, saçmalamayı keser misin?”
Baekhee içinde bir şeyler Kyuhyun’un sevgilisiyle kavga
ediyor olmasından hoşlandığı için kendinden nefret ederken buldu kendini. Sadece
gençten hoşlandığı için onun sevgilisinden ayrılmasını isteyemezdi; bu ne
normaldi, ne de herhangi bir şekilde maruz gösterilebilirdi. Neyse ki gencin
yüzündeki sıkıntının onu gerçekten, içten bir biçimde üzmesiyle kendisini
avutabiliyordu Baekhee. Eğer bu Kyuhyun’u böyle üzgün görmek anlamına geliyorsa
onun o kızdan ayrılmasını bile istemiyor olabilirdi; bu ne kadar canını yakacak
olursa olsun, ölene kadar bunun yarasını taşımak zorunda kalacaksa bile…
kahretsin, bu kadar çok mu seviyordu? Bu yasal olmamalıydı.
“Seo- Seohyun susar mısın artık?” dedi Kyuhyun, oturduğu
yerde dikleşerek. Sinirle iç çekti. “Saçmalıyorsun… evet, sana saçmaladığını
söyledim! Seo, bunu kastetmediğini ikimiz de biliyoruz, oturup tekrar düşünür
müsün? Lütfen… evet, bunu istiyorum. Çok bir şey değil, değil mi?... Hayır;
seninle son görüştüğümüzden beri en fazla iki gün geçti ve şu anda abartmaktan
başka bir şey yapmıyorsun… sana Heechul’un projesinden daha önce de bahsettim…
evet, onu yapıyoruz.”
Uzun süre sessiz kaldı Kyuhyun. Baekhee endişeyle dudağını
ısırarak izlemeye devam etti. Kyuhyun bir süre sonra tekrar sinirle iç çekti ve
elini saçlarından geçirdi. Baekhee şu anda ona uzanıp koluna dokunmak isterdi;
ama bunun pek de hoş karşılanmayacağına inanıyordu.
“Ne yapmamı istiyorsun, çıkıp yanına mı geleyim?... Seo, gerçekten
kendine gel; sadece iki gündür konuşmuyoruz ve sen böyle mi yapacaksın? Bundan
nefret ettiğimi biliyorsun…” telefondan özür diler tonda bir ses geldi. Kyuhyun’un
yüzü pes etmiş gibi yumuşadı ve genç iç geçirdi. “Biliyorum… evet, biliyorum…
tamam, bunu kabul edebilirim… tamam… tamam… ben de seni seviyorum…”
Baekhee daha önce Jongwoon için hissettiği sızının bir bıçak
olduğunu sandığında ne kadar yanıldığını gencin dört kelimesiyle anladı. Ben de seni seviyorum. Baekhee bu dört
kelimeyle aynı zamanda tanıştıklarından beri onun için ne olduğunu tam olarak
kabullenmemiş olduğunu da fark etti. Eğer yerini biliyor ve gerçekten
kabullenmiş olsa bu kadar canı yanmazdı. Yani; yanmazdı, değil mi? Çünkü şu
anda gözlerine dolmak üzere olan yaşlara zor engel oluyordu Baekhee. Göğsüne
saplanmış onlarca kor haldeki bıçağa rağmen derin bir nefes almaya çalışarak
gözlerini kucağına dikti Baekhee. Hayır;
burada olmaz, şimdi olmaz. Zaten biliyordun, bunun böyle olduğunu zaten
biliyordun. Sen sadece onun kardeşinin arkadaşısın, belki onun da arkadaşı
olursun, hepsi bu. Hayır, şimdi hiç zamanı değil; nefes al. Kendini öldürmek
için sonra da zamanın olacak.
Kendi dünyasına kapanmışken Kyuhyun’un söylediği son sözleri
kaçırmıştı Baekhee; ama telefonu kapattıktan sonra aldığı derin nefes ve aleti
koltuğun üzerine atıp iki elini birden sıkıntıyla saçlarından geçirmesi anında
dikkatini çekti. Ne söylemesi gerektiğinden emin değildi – sonuçta o dış
kapının dış mandalıydı, değil mi? Kyuhyun onu neden dinlesindi ki? Ama sen onu dinleyebilirsin, aynen onun
önerdiği gibi. Aklında beliren düşünceyle gözlerini kırpıştırdı Baekhee. Gerçekten;
çok daha az görüşmüşlerken Kyuhyun onun için gece apartmanın önünde telefon
gelene kadar bekleyen, ertesi gün de karşısına geçip isterse ona her şeyi
anlatabileceğini söyleyen adam değil miydi?
“Biliyorsun,” dedi Baekhee sonunda sessizce, Kyuhyun ne
söyleyeceğini bekleyerek başını kaldırıp ona bakınca bir anlığına ritmini
şaşıran kalbi şimdi sadece can yakıcıydı. “İstersen, eğer konuşacak, anlatacak
birine ihtiyacın varsa ben her zaman buradayım. Biliyorum, bana düşmez; ama
sadece bilmeni istedim, eğer istersen, eğer konuşacak birine ihtiyacın varsa,
ben gerçekten ciddiyim. Kimseye anlatmam; hatta konuştuğumuzdan bile haberleri
olmaz.”
Kyuhyun bir süre ona kendi sözleriyle yapılan teklife şaşkın
bakışlarla karşılık verdi, ardından yüzünü sıcacık bir gülümseme kapladı. O kadar
sıcaktı ki Baekhee’nin canı yanıyordu. Bu gülümsemenin ona ait olmadığını
bilmek canını yakıyordu; ama en azından onun şu anda orada olmasını sağlayan Baekhee’ydi.
Bu da bir şey sayılırdı. En azından Cho Kyuhyun şu anda ona gülümsüyordu. Şimdilik
bu kadarı yeterdi.
“Sen gerçekten… inanılmaz birisin.” Diye hafifçe güldü Kyuhyun,
ardından ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Baekhee’nin içinde bir şeyler parçalandı,
gencin çıkacağına adı gibi emindi, çok ileri gittiğini biliyordu! Ama Kyuhyun çıkıp
gitmedi. Aksine dışarı çabucak bir göz attıktan sonra içeri gelip kapıyı
arkasından kapattı. Baekhee’nin içinde kırılan şey anında yeni gibi olurken kız
şaşkınlıkla Kyuhyun’a baktı. Genç Baekhee’nin yanına koltuğa oturdu, bütün
vücuduyla ona döndü ve bir bacağını altına alarak yerleşti. Baekhee de onu
taklit ederek ona döndü, ardından yüzüne baktı. Genç, gözlerindeki hafif
utangaçlık ve kusursuz yavru köpek masumiyetiyle o kadar savunmasız görünüyordu
ki Baekhee onu kollarına alıp sonsuza kadar her şeyden ve herkesten korumak
istedi.
“İnanır mısın bilmiyorum; ama bütün arkadaşlarım ve ailem
arasında bunu konuşabileceğim bir tek insan bile yok.” diye başladı Kyuhyun,
ardından gözlerini kaldırıp Baekhee’nin yüzüne baktı. Nefes tam olarak nasıl alınıyordu, acaba?
“As..lında bu o kadar da tuhaf değil.” Dedi Baekhee yavaşça,
bunu söyleyebilmesine bile şaşırarak, “Hanna’nın Seohyun-ssi’ye nasıl
seslendiğini biliyorum, arkadaşların da benzer bir tavır aldıysa ben olsam ben
de tek kelime etmezdim.”
“Değil mi?” dedi Kyuhyun ve daha çok kendine acır gibi
hafifçe güldü. “Ama başta böyle değildi, sonradan böyle oldu. Aslında başta Seohyun
da böyle değildi… gerçi sana hiçbir şey ifade etmiyor olmalı; hiçbirini
tanımıyorsun.”
“Bu önemli değil.” Diyerek başını iki yana salladı Baekhee. “Anlatabilirsin,
anlamadığımda sana ne demek istediğini sorabilirim.”
“O da doğru.” Dedi Kyuhyun ve derin bir nefes aldı. “O kadar
zaman herkese karşı sustuktan sonra şimdi böyle anlatmak tuhaf geliyor,
aslında. Nereden başlasam, hiçbir fikrim yok.”
“Az önceden başlamaya ne dersin?” diye önerdi Baekhee. Bunun
canını çok yakacağını bilse de bu aslında pek önemli değildi. Kyuhyun’a biraz
daha yakın olabilecekse, içini rahatlatabilecekse, onun gülümsemesinin bir nedeni
olabilecekse, ne kadar canının yanacağının hiçbir önemi yoktu. Kyuhyun ofladı,
siniri henüz çok tazeydi.
“Telefonu açıyorum ve sorduğu üç şey neredesin, ben de
geleyim mi, yanında kim var? Sanki ondan habersiz pavyona gitmişim… dördüncüsü
daha da fena: o arkadaşı kız mı, erkek mi?” diye yakındı Kyuhyun; Baekhee gözlerinin
şaşkınlıkla açıldığını hissetti. Bu tam olarak nasıl bir kıskançlık seviyesiydi
böyle? Sağlıklı değildi bu! Kyuhyun devam etti. “Yani, kim olduğu neyi
değiştiriyor ki? Bir buçuk gündür ne yapacağımı görmek için bana mesaj bile
atmamış; ben de hiç sevgilim yokmuş gibi davranıyor muşum, onu unutmuşum, o
kadar kolaymış, benim için neymiş ki o zaten? Aslında onu ne kadar seviyormuşum
ki? Zaten onu sevsem şimdi sizinle değil onunla olurmuşum, bu kadar evde ne
yapıyormuşum, Heechul ve tayfasıyla bu kadar ne yapıyormuşum… bir sürü
saçmalık.”
Baekhee hafif bir ıslık çaldı. “Alınma; ama gerçekten uçmuş
sanki.”
“Bu sefer öyle, haklısın.” Diye başıyla onayladı Kyuhyun. “Bunu
çok sık yapmıyor; ama bu tarz şeyler yüzünden etrafımdaki herkes ondan nefret
ediyor. Beni parmağında oynattığını söylüyorlar, tam bir aptal gibi davrandığımı,
o kıza çoktan tekmeyi basmam gerektiğini… hele Hanna’yı tanıyan herkes – ki doğal
olarak en yakın olduğum herkes – ona mürekkepbalığı diye sesleniyor. Bu çok…
yani gerçekten çok aşağılayıcı.”
“Sen de bütün bunlara rağmen hala onunlasın. Neden?” diye
sordu Baekhee, yargılayıcı olmadığını umduğu bir ses tonuyla. Kyuhyun savunmaya
geçmeyince başarılı olduğuna karar verdi.
“Bilmiyorum, aslında bunların hepsi beni sıkıntıya sokan
şeyler; ama onunla ilişkimi pek etkilemiyorlar. Saçma, değil mi?” diye hafifçe
güldü Kyuhyun, “Ben onunla çıkmaya başladığımda böyle bir kız değildi. Böyle kıskançlıklar
yapmazdı, saçma şeyler yapmaz ve söylemezdi, hatta naz bile yapmazdı,
neredeyse. İstenmediğini hissettiğini düşünüyorum; onların beni etkilemesinden
korkuyor olmalı. Böyle şeyler yapmasının sebebi bu olmalı.”
“Bu yüzden kavga ettiğiniz zamanlarda ona her seferinde bir
şans daha vermeye karar veriyorsun, öyle mi?” dedi Baekhee. Kyuhyun başıyla
onayladı. “Bunun en kötü kavganız olmadığı konusunda şüphelerim var.” Dedi Baekhee.
Kyuhyun güldü.
“Kötü teriminin anlamını bilmiyorsun, bu yine iyi bir
taneydi. Neyse ki kaşımın içinde kaldı, bir yara izim bile var! Bizimkiler hala
bir sokak kavgasını ayırmaya çalışırken olduğunu sanıyorlar.” Dedi, eğlenir
gibi; ama Baekhee onun gösterdiği kadar eğlenmediğini hissedebiliyordu, kendisi
de eğlenmiş değil şaşırmış hissediyordu.
“Sana bir şey mi fırlattı?” dedi, şaşkınlığının sesine
yansımasına izin vererek. Kyuhyun başını salladı.
“Geçen sevgililer gününde aldığım kedi biblosunu bir hafta
sonra kafama fırlattı. Günü hastanede bitirdiğimizi öğrenmek şaşırtıcı olmaz,
herhalde.” Dedi ve omuz silkti.
“Bu senin için önemsiz bir şey mi?” dedi Baekhee. Kyuhyun neyin
önemli olduğunu anlamıyor gibi bakınca Baekhee boğazındaki yumruyu yutmak için
çabaladı. Gerçekten hasta bir sevgilisi vardı ve Kyuhyun anlaşılan bütün
bunları tolere edecek kadar onu seviyordu. Zamanı
değil, zamanı değil! “Yani, gerçekten, seni böyle yaralamasını önemsemiyor
musun?”
“Ha, önemsemedim diyemem tabi, aslında o zaman aramızda
neredeyse ayrılmanın eşiğinden döndüğümüz bir zamandı. En büyük sebebi de onun
kafama biblo fırlatabilecek bir düzeye gelmiş olmasıydı. Ama sonra işler
değişti, o ara neler yaşadığını bana anlattı, sonra…” Kyuhyun omuz silkti, “İşte,
o anlatınca eğer saçmalamayı keserse ben de bu konuda biraz anlayışlı
olabileceğime karar verdim, bir kereliğine de olsa.”
“Neyse, seni en azından ağır mazoşist kategorisinden
çıkarabilirim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder