3 Ağustos 2015 Pazartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 29

-29-

 “Bir saattir banyoda ne yapıyorsun sen?” diye tepindi Baekhee kapının önünde.

“Of, patlama, çıkıyorum işte!” diye huysuz bir ses cevap verdi kapının arkasından. Baekhee iç çekip kardeşine hırlamaya hazırlanırken hışımla açılan kapının arkasından çıkan surat öylece kalakalmasına yol açtı.

“Eee… tam olarak nereye gidiyorsun, acaba?” dedi kız, Haerin’in tuhaf biçimde boyalı suratına bakarak. Küçük kız gözlerini kısıp sıkkınlıkla somurttu.

“Tamam, biliyorum, olmamış.” Dedi zayıf bir sesle. Baekhee şaşırarak kardeşine baktı.


“Makyaj… mı yapmaya çalıştın?” bunlar yumruğunu ağzına bastırıp gülmeye başlamadan önce ağzından çıkabilen son sözler oldu. Haerin gülmemesi için bir şeyler saçmaladıktan sonra kızardığı yarım yamalak belli bir surat ve sinirden dolmuş gözlerle ayaklarını yere vurarak odasına kaçtı. Baekhee gülmeyi kesmeye çalışıp küçük kızın peşinden koştu. Komik olsa da olmasa da kardeşinin ağlamasını istemezdi, Haerin kolay ağlayan bir kız değildi. Kızın hızlıca çarptığı kapıyı kısa süre sonra nazikçe tıkladı.

“Rin-rin? Bebeğim özür dilerim, keşke yardım isteseydin.” Dedi kız; ama hala sırıtmakta olduğu gerçeğinin sesine yansımasını engelleyememişti.

“Bebek değilim unni, git başımdan!” dedi küçük kızın boğuk sesi, muhtemelen kafasını yastığına gömmüştü.

“Olabilemez, ben seni uyuz ve sinir etmek için varım.” Dedi Baekhee ve kardeşinin sinirle homurdanmasına aldırmadan kapıyı açarak içeri girdi. Neyse ki kız o sinirle kapıyı çarptıktan sonra kilitlemeyi akıl etmemişti.

“Çok gıcıksın.” Dedi Haerin, başını gömdüğü yastıktan kaldırıp kapıya sırtını dönerek yatağında oturdu, kollarını dizlerine dayayıp ablasına bakmayı reddederek gözlerini pencereden dışarı dikti. Baekhee kızın somurtmaktan puf puf olmuş yanaklarını, boyası dağılmış suratında pörtleyen kırmızı ve ıslak gözlerini sadist bir biçimde sevimli buluyordu; ama bunu şu an ona söylemek biraz adilik olurdu. Baekhee gidip kardeşinin yatağının kenarına ilişti, kız inatla gözlerini kaçırsa da yüzüne bakmaya devam etti.

“Kimin için süslenmeye çalışıyordun?” dedi Baekhee nazik bir sesle. Haerin gözlerini yatağa dikip başını eğdi, yüzünü burnuna kadar kollarına gömüp bir süre sessiz kaldı.

“Baekhyun’la buluşacaktık.” Dedi küçük kız sonra zayıf bir sesle. Baekhee kaşlarının şaşkınlıkla havalanmasına engel olamadı.

“Baekhyun mu?” dedi aptal gibi.

“Evet, öğleden sonra dondurma yemeye gidecektik.” Dedi Haerin, ardından ofladı. Bir dakika; Baekhyun onun en yakın arkadaşıydı, bir hafta sonu çıkıp dondurma yemeye gideceklerdi ve Haerin en fırfırlı eteğini giyip makyaj yapmaya mı çalışıyordu?

“Sen ondan hoşlanıyor musun?” dedi Baekhee şaşkınlıkla, parçaları birleştirebildiği anda. Kardeşi sadece on yaşındaydı; tamam, ergenliğe girmeye Baekhee’den daha önce başlamıştı ama yine de daha ufacıktı!

“Ya saçmalamasana!” dedi Haerin ve yastığını ablasının kafasına geçirip yüzünü kollarına gömdü; ama bu yüzünün kızardığını gizlemesine yetmemişti.

“Kızma hemen! Ben sana her şeyi anlatırken iyi, değil mi? Hem sana yardım edeceğim, ablalar ne için vardır?” diye sırıttı Baekhee. Haerin’in umut dolu gözlerle başını kaldırması görülmeye değerdi.

“Gerçekten mi?” dedi küçük kız.

“Tabii ki!” dedi Baekhee, “Ama önce bana her şeyi anlatman gerek. Cumartesi sabahın köründe kalkıp beş saat hazırlandığına göre ondan en azından birazcık hoşlanıyor olmalısın.”

“Yani aslında inkar edemem, ondan birazcık hoşlanıyorum.” Dedi kız utanarak. Baekhee uzanıp kızı mıncırma isteğini bastırdı.

“Yani bu dondurma özel bir şey mi?” diye sordu bunun yerine. Haerin yine bakışlarını kaçırdı.

“Öyle olmasını umuyorum.” Dedi küçük kız sessizce. Baekhee’nin kaşları çatıldı.

“Nasıl yani, umuyorum derken?” dedi, anlamaya çalışarak. Haerin sıkıntıyla iç çekti.

“Yani biz normalde beraber gezeriz; ama Baek’in tayfa da hafta sonları ne zaman bir şey yapsak bizimle olur… ya da ben onlarla oluyorum demek daha mantıklı çünkü malum, ben yokken onlar vardı.” Dedi Haerin.

“Eee, bugün ne oldu?” dedi Baekhee, kız bir süre sessiz kalınca.

“Dün; dün ne oldu.” Diye düzeltti kız ablasını. Baekhee gözlerini devirmemeyi başararak sessiz kaldı, Haerin de devam etti. “Dün beni dondurma yemeye çağırdı işte. Böyle güzel dondurması olan bir yer biliyormuş, oraya gitmek ister miymişim, diye sordu. Olur, dedim; ama herkesle nerede buluşacağımızı sorduğumda onların da gelmesini istiyor musun, dedi. Şaşırdım tabi çünkü hep beraber gideriz; ama dedim ki bana fark etmez, onlar benden çok senin arkadaşın sonuçta, bana sen olduğun sürece sorun olmaz.”

“Ohooo!” dedi Baekhee oldukça etkilenmiş bir biçimde. Bu kızda cevher vardı, kesinlikle vardı. “Sen de az değilsin ha, çakal!”

“Öff, kapa çeneni!” dedi Haerin, yine kıpkırmızı olup yastığıyla ablasına vurdu.

“Eee, sonra ne oldu?” dedi Baekhee, saldırıyı savuşturmakta hiç zorlanmadan.

“Bir şey olmadı işte; bunu sorduğunda okuldan çıkmak üzereydik, diğerleri onu bekliyordu; o da o zaman yarın buluşuruz deyip onların yanına gitti.” Dedi Haerin. Baekhee’nin tek kaşı havalandı.

“Diğerleri neden yanınızda değildi, onlarla o kadar mı uzaksın?” dedi Baekhee.

“Yani aslında onlarla da yakınım da Baek kadar değil. Baek en yakın arkadaşım; ben kendimi onlara Baek kadar yakın hissetmiyorum, onlar da beni Baek kadar yakın görmüyorlar zaten. İçlerinden biri değilim, ona biraz zaman lazım.” Dedi Haerin.

“Ama arkadaşsınız, değil mi?” dedi Baekhee, netleştirmek adına.

“Öyle tabi, arkadaşız denebilir. Beraber bir yerlere gidiyoruz, oyun oynuyoruz, eğleniyoruz; ama olmasam beni aramazlar tabii ki, yani o kadar çok şey paylaşmadık daha onlarla. Hani daha çok mecburiyetten arkadaşız gibi bir şey, Baek var ortada.” Dedi Haerin.

“Of, çocuk, beynimi yakma benim!” diye isyan etti Baekhee. Karşısında annesinin ufalmış versiyonu duruyormuş gibi hissettiğinde cinleri tepesine çıkıyordu. “O kadar karmaşaya gelemem ben, şunu doğru dürüst söyle, arkadaş mısınız tanıdık mı? Onlarla takılmayı seviyor musun, sen oradayken bir plan yaptıklarında direk seni de sayıyorlar mı? İstemem yan cebime koy yapma bana!”

“Seviyorum tabii ki! Eğlenceli insanlar ve çok tatlılar; ikinci soruna da cevabım evet.” Dedi Haerin sonunda. Baekhee sonunda dolaylı olmayan bir cevap alınca rahatladı.

“Normalde onlarla vedalaşmıyor musun o zaman, onlar niye Baekhyun’u bekliyorlardı ki?” diye sordu kız bu sefer.

“Onlarla vedalaşmıştım çünkü.” Dedi Haerin, “Bisikletimi almış gidiyordum ki Baek koşup yanıma geldi, o yüzden onlar diğer tarafta bekliyorlardı.”

“Ama sen onlarla nerede buluşacağınızı sorduğunda Baekhyun bozuldu, öyle mi?” dedi Baekhee, Haerin başıyla onaylayınca da elinde olmadan kıkırdadı.

“Ne gülüyorsun be?!” diye isyan etti küçük kız.

“Çok tatlısınız da ondan! Bu arada ben neredeyse eminim ki bugün özel bir gün olacak.” Dedi Baekhee. Beklediğinin aksine kardeşinin yüzü düştü.

“Harika; bir saate burada olacak ve ben palyaço gibi gözüküyorum!” diye somurttu küçük kız.

“Kesinlikle.” Dedi Baekhee; ama nefret dolu bir yorumun hedefi olmadan ayağa kalkıp devam etti, “Ama bunu düzeltebilirim.”

Ablası teklifsizce dolabını karıştırırken Haerin ne düşünmesi gerektiğinden emin olamayarak onu izledi. Konu moda olduğunda kendine ablasından fazla güvendiğine emindi; ama konu Baekhyun olduğunda herkese kendisinden fazla güvenebilirdi.

Baekhee dolabı biraz deştikten sonra yüksek bel, krem üzeri kırmızı ekoseli bir şort etek bulup çıkardı. Üzerine krem rengi askılı bir bluzla ekosenin içindeki en koyu kırmızıyla neredeyse aynı renk kolsuz bir gömlek seçti. Bunların birbirine yeterince uyduğunu düşünen Haerin ses çıkarmayınca bu sefer düzgünce dizilmiş boncuklu takı yığınına burnunu daldırdı. Kızın seçtiği kahverengi boncuklu kolyeyi de beğenince Haerin kendini tamamen ablasının ellerine bırakmaya karar verdi. On beş dakika sonra giyinip hazırlanmış, banyoda az önce üç kere yıkayarak boyasından arındırdığı yüzünü kuruluyordu.

“Sana makyaj yapmayacağız, çünkü bu çok abartılı olur. Birkaç sene sonra olsa yine daha normal olabilirdi; ama on yaşında randevuya da gidiyor olsan makyaj olmaz.” Dedi Baekhee, kardeşinin saçları üzerinde kullanacağı ıvır zıvırı toplarken.

“Of, çocuk olmak çok zor!” diye söylendi Haerin. Baekhee elinde olmadan bir kere daha ufak çaplı bir gülme krizine yakalandı, durabildiğinde sebebi nefessizlikten bayılmak üzere olmasıydı.

Sonunda kardeşini hazırlamayı bitirip de yollamak için kapının önüne dikildiğinde Haerin karşı konulamaz derecede tatlı gözüküyordu. Baekhee’nin seçtiği kıyafetler spor olduğu kadar kıza tatlı bir özgüven havası katmıştı. Haerin yüksek bilekli spor ayakkabılarını giymiş, çapraz çantasını takmıştı. Yüzünde sağlıklı çocuklara özel o benzersiz ışıltı vardı, saçları iki yanda kulaklarının hemen arkasında gevşek bir dağınık topuz halindeydi ve altlarından birer kırmızı kurdele sarkıyordu. Günün sürpriziyse Baekhee’nin elindeydi.

“Bak bakalım bana?” dedi Baekhee, küçük kız üzerini düzeltmeyi bitirdiğinde. Kardeşi ona dönünce elindeki renkli nemlendiriciyi kıza çabucak sürdü, ardından kapağını kapatıp nemlendiriciyi kızın çantasına attı. Haerin şaşırdığı kadar sevinmiş de duruyordu.

“Hazır mıyım?” diye sordu heyecanla.

“Mümkün olan en hazır halindesin ve saçmalık derecesinde tatlısın.” Dedi Baekhee ve kardeşine çapkın çapkın göz kırparak kızın yanaklarının pembeleşmesine neden oldu. “Hadi in de Baekhyun çok fazla beklemesin.”

“Görüşürüz o zaman.” Dedi Haerin heyecanla ve kapıdan dışarı koştu. Baekhee gülerek arkasından bakarken çocuk son anda asansörden başını uzatıp ablasına bir teşekkür savurdu, ardından bir kere daha gözden kayboldu.

Kardeşi gidince kapıyı gülerek kapatıp içeri geçti Baekhee. Kardeşini takdir ediyordu, ablasının rekorunu bilinçli bir biçimde kırıyordu şu anda resmen kız! On yaşındaydı, bir sevgilisi vardı ve büyük bir heyecanla hazırlanıp onunla buluşmaya gitmişti. Kendini salondaki koltuğa atarken Baekhee içinin bir anda neredeyse kavurucu bir kıskançlıkla dolduğunu hissetti. On yaşındaki kızın sevgilisi vardı, ya o? Sevdiği adamın bir sevgilisi vardı ve bu o değildi, buna rağmen kız onu düşünmeyi bırakamadığı gibi teselli ikramiyesi niyetine göremiyordu bile! Genci en son önceki hafta çarşamba, yani Hanna’da kaldığında görmüştü, o günden beri hiçbir şekilde fırsat olmamıştı.

Oflayıp cebinden telefonunu çıkardı. Tabii ki kimse arayıp sormamıştı. Kırk mesajı olsa da Kyuhyun’dan olmadığı sürece pek bir anlamı olmayacaktı şu anda gerçi. Gece genci rüyasında gördüğü için sabahın köründe şeytan dürtmüş gibi ayağa dikilmişti zaten uğursuz uğursuz, ne gereği varsa! Sonra oturup kahvaltı hazırlamış, kahvaltıdan sonra banyoyu işgal eden Haerin’le önce savaşıp ardından ittifak kurarak hazırlanmasına yardım etmişti. Tüm bu süre zarfında aklı başka şeylerle meşgul olduğundan sorun yoktu; ama bu can sıkıntısını tamamen geçirmeye yetmiyordu. Rüyasında Kyuhyun’u gördüğü dışında bir şey hatırlamıyordu; ama Baekhee rüyalarını ya hiç hatırlamazdı, ya da ne gördüyse çıkardı. Batıl inançlı biri olduğundan değil, ama yaşayıp görünce reddetmek pek mümkün olmuyordu, haliyle.

“Neye somurtuyorsun, bir şey mi oldu?” dedi annesi, kahvesiyle salona girerken.

“Evde canım sıkıldı.” Diye üfürdü Baekhee çabucak. Kadın kızının karşısına oturup bacaklarını çaprazladı ve kahvesini gürültüyle höpürdetti.

“Araba babanda olmasa gezelim, derdim.” Dedi kadın. Baekhee annesinin onu terslememesine içtenlikle şaşırarak baktı; ama kadın kahvesiyle ilgilendiğinden görmedi.

“Güzel olabilirdi, tabi. Bir dahaki sefere belki.” Diye muğlak bir cevap vermekle yetindi. Cumartesi cumartesi annesinin içine hangi iyilik perisinin kaçtığını sorgulamak yapılabilecek en kötü şeydi.

Kısa bir sessizlikten sonra Baekhee balkona çıkıp hava alacağını duyurdu ve annesinin yanından kaçtı. Belki de kadın kısa zamanda çok değiştiğinden kendini tanımadığı birinin yanında oturur gibi hissettiği için, son zamanlarda annesinin yanında geriliyordu. Ama belki de annesi hayatını kızıyla kapışarak geçirmediği zamanlarda aslında böyle bir kadındı. Eğer durum buysa Baekhee buna rahatlıkla alışabileceğini düşündü.

Kulağına kulaklıklarını takıp balkona oturdu kız. Hafif bir rüzgar esiyordu ve çalan Dark Tranquility tamamen ruh halini yansıtıyordu. Acaba Hanna’ya mesaj atsa mı, diye düşünmeden edemedi. Belki kız onu eve çağırırdı, belki Kyuhyun da orada olurdu… böyle düşünmesi çok saçmaydı halbuki, genci görünce eline ne geçecekti ki? Yine de en azından etrafında olmak, uzaktan izlemek bile iyi geliyordu. Ah, çok zavallıydı! Bir an önce onunkinin saçma bir lise aşkı olduğunu kabullenmesi gerekiyordu.

Telefonu elinde yedi şiddetinde bir deprem yaratınca daldığı düşüncelerden hoplayarak çıkıp sandalyesiyle beraber devrilme tehlikesi atlattı. Küçük bir küfür savurarak balkonun öbür ucuna uçmuş olan telefonu aldı – neyse ki alet balkondan aşağı fırlamamıştı. Hasat kontrol sonucu temiz çıkınca Baekhee telefona pilini ve kapağını geri takıp hala hayatta olmasını umarak aleti açtı. Parlayan ışıkla rahat bir nefes alıp telefon kendine gelir gelmez titreme sebebine baktı.

Gönderen: Cho the Devil
Mesaj: tak tak.

Baekhee inanamayan gözlerle telefonuna baktı. Tam onu düşünürken Kyuhyun’dan mesaj geliyordu, Baekhee’nin kalbi aptal gibi yerinden hopluyordu ve hepsi bu kadar mıydı? Tak tak. Gözlerini devirip cevabını yazdı kız.

Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Satış mümessillerini binaya almıyoruz.
 

Gönderme tuşuna basarken aslında biraz fazla mı gıcıklık yaptığını merak ediyordu; ama eğer söylemese içinde patlardı. Zaten gencin cevabı saniyeler içinde geldi.  

Gönderen: Cho the Devil
Mesaj: Ha ha. Telefonun başında mesaj bekler gibi anında cevap yazan birine göre özgüvenin bayağı yüksek, sayın majeste.

Baekhee genç burada olup da suratını göremediği için çok memnundu; zira bir an sinirle hiç ses çıkaramadan ağzını balık gibi açıp kapatmış, ardından yeniden tuşlara saldırmıştı.

Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Sürünerek kapıma dayanan ayak takımını geri çeviremiyorum, ne yaparsın! İt yesin, ciğer işte.

Gönderdikten sonra gelecek cevabı ayağını ritmik bir biçimde yere vurup kollarını kavuşturarak bekledi. Telefon titrediğinde bir süre inatla gelen mesaja bakmayı reddetti; ama pes etmesi uzun sürmedi. Kimi kandırıyordu ki? Bal gibi elinde telefon, umutsuzca mesaj bekliyordu işte! Saçmalık derecesinde zavallıydı.

Gönderen: Cho the Devil
Mesaj: Oo ulu üstat beni aydınlat bilgeliğinle(!) ihtiyacım var!!! -_- Aşağıdayım.
 

Baekhee önce anlamlandırmaya çalışarak mesaja baktı, sonra sandalyeden duvara çarptıracak kadar hızla fırlayıp balkonun kenarından sarktı – o kadar hızla yapmıştı ki bunu neredeyse korkuluklardan aşağı uçuyordu; ama pek umurunda olduğu söylenemezdi. Oradaydı işte! Sarı Beetle’a yaslanmış, elleri ceplerinde, dağınık saçları rüzgarla iyice birbirine girerek bekliyordu. Şu anda beni uyandıranı satırla doğrarım.

Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Dur tahmin edeyim. Yine bir bok yedin ve çözmek için yardıma ihtiyacın olacak kadar büyük bir boktu bu, kimse de sıçtın kendin sıva dışında bir şey söylemedi. Yani Seo’yla her sorunun olduğunda bana gelemezsin, biliyorsun değil mi? Bu onu daha çok kızdırır.

Durum ne kadar rüya gibi olursa olsun Baekhee kendini kandıramayacağını biliyordu. Şeytanların efendisi, baristalar kralı Cho Kyuhyun onun gibi birini görmeye asla sırf canı çekti diye gelmezdi, hele on günlük sessizlikten sonra asla. Bu işin altından bir şey çıkacağı barizdi ve Kyuhyun’un tutup tek başına Baekhee’ye gelmesine sebep olacak başka hiçbir ortak konu yoktu. Seohyun olmak zorundaydı.

Gönderen: Cho the Devil
Mesaj: Bu Seo’yla ilgili değil! Yani, teknik olarak öyle ama pratikte değil. Yani onunla sorunum var denebilir aslında ama onun bundan haberi yok gibi bir şey olabilir
Mesaj: Ve bilmediği bir şey onu kızdırmaz.
Mesaj: Gelecek misin? Meyve vereceğim burada, az kaldı.
 

Arka arkaya gelen üç mesajın arasında Baekhee’nin hiçbirine cevap verecek fırsatı olmamıştı. Kız iç çekerek pes etti, belli ki durum bir sevgili kavgasından biraz daha çetrefilliydi. Üstelik Kyuhyun, onu dinleyip ciddiye alan dünyada bir Baekhee bile kalsa, sadece bir kere oturup dertleştiği kızın evinin önüne hep yaşadığı bir kavga için pastadan çıkar gibi gelmezdi.

Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Kim sana çat kapı çık gel dedi ki? Uyuyor olabilirdim, banyoda olabilirdim, erkek arkadaşımla randevuda olabilirdim; hafta sonu için Paris turunda bile olabilirdim! Kır kıçını da bekle iki dakika.

Baekhee telefonu yatağın üzerine atıp dolaptan eline geçirdiği ilk kıyafetleri giydi (boru paça kot, spor sırtlı atlet, beyaz kot ceket) ve sırt çantasını kaptığı gibi kapıya koştu. Annesine seslenip çıkacağını söyledi, siyah koşu ayakkabılarını giyerken. Hala yeni mesaj yoktu.  

“Çok geç kalma, tatlım!” diye seslendi annesi arkasından. Baekhee kadının hiçbir şey sorgulamamasına şaşırsa da bunu minnetle kabullendi, hatta teşekkür maiyetinde başını kapıdan uzatıp annesine bir öpücük gönderdi ve asansöre yöneldi. Meşgul görünen asansörün gelmesinin yıl alacağını fark ettiğinde fikrini değiştirip merdivenlere döndü. İnsan gibi inmek yerine korkuluklardan kayarak aşağı vardığında Kyuhyun hala aynı yerde, elleri ceplerinde bekliyordu.

“Paris semalarında gibi durmuyorsun?” dedi genç, Baekhee yanına gelir gelmez.

“Ama olabilirdim!” diye omuz silkti Baekhee, umursamazca; “Anlat bakalım, ne oldu?”

Kyuhyun burada mı ifadesiyle kıza bakıp doğruldu ve arabanın kapısını açtı, binmesini bekleyerek gözlerini kıza dikti. Baekhee’nin kaşları havalandı; ama bir sebepte gencin sessizliğine saygı duyarak sorgulamadan içeri geçti. Kyuhyun kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçti, yerleşti, motoru çalıştırdı; tam Baekhee süreceğini düşünürken iç çekerek kıza döndü.

“Yakalanabileceğim yerlerde olmak istemiyorum; bu yüzden biraz uzak, sakin bir yere gideceğiz, yolun yarısında seni kaçırdığımı iddia edip çıldırma diye söylüyorum.” Dedi Kyuhyun.

“Tabi; ben de kaçırıldığımı sanıp arkadaşımın abisini öldürmek için fırsat kolluyordum!” diye gözlerini devirdi Baekhee; ama gencin attığı yavru köpek bakışına hazırlıksız yakalanınca devamına hazırladığı iğneli sözlerin hepsi bir anda buhar olup uçtu.

“Arkadaşının abisi mi? Hala arkadaşın sınıfına giremiyor muyum?” dedi Kyuhyun. Baekhee gence boş boş baktığını neyse ki çabuk fark etti; ama kekelememek adına yapabileceği hiçbir şey yoktu.

“Y-yani teknik olarak sınırda sayılırsın! Hala toplamda kaç kere takıldık ki, iki? Üç? Seni pek sık görmüyorum, değil mi? Hele Hanna sebepli olmadan ilk defa buluşuyoruz gibi bir şey, onda da sana akıl hocalığı yapmamı istiyorsun gibi bir şey. Yani sanırım hala arkadaşımın abisisin; ama sınırda.” Açıklamasını omzunu silkerek bitirdi kız. Kyuhyun bir süre sessizce ona baktı, ardından önüne dönüp sürmeye başladı.

“Öyle olsun, bakalım.” Mırıltısı, yolun yarısı boyunca söylenen son sözler oldu. Bir süre sonra Baekhee sessizlikten sıkılıp üç CD’den birini rastgele müzik çalara koydu. Hoş bir country folk melodisi arabayı doldurunca gülümseyerek ritim tutmaya başladı. Gittikleri yolun kenarındaki ağaçlar da seyrelip deniz manzarası görününce kız yolun kalanının nasıl geçtiğini anlamadı bile. Konuşmak için deniz kenarına gelmek tuhaf bir seçimdi; ama Baekhee şikayet etmiyordu.

Sahilin nispeten daha kalabalık olan yerlerini düz geçip kayalık, dalgalı ve bomboş bir yere gelene kadar Kyuhyun biraz bile yavaşlamadı. Durduklarında onları görebilecek sadece birkaç büyük deniz kuşu ve rüzgarın savurduğu renkli yapraklar vardı. Kyuhyun motoru kapatınca müzik de susarak yerini dalgaların haşin sesine bıraktı ve Baekhee’nin mükemmel manzarası tamamlandı: kayaların bittiği yerde sert, kısa otların başladığı, dalgalı denizin rüzgarla yarıştığı, güneşin bulutlardan sızan birkaç ışık huzmesiyle hafiften sıcak bir renk kazanan sahil.

“Bir sevgilin olduğunu bilmiyordum.” Diyen Kyuhyun’un sesi, uzayıp giden sessizliği böldü.

“Bilmediğin pek çok şey var.” Dedi Baekhee, bunu dışından söylediğiniyse cevap vermek için Kyuhyun’a bakıp kaşları sorarcasına havalanmış gördüğünde fark etti. Bir sebepten normalde kendi çapında fıttırmasına neden olacak olan bu durum karşısında saçma bir sükunet hissediyordu. Az önce hiçbir şey söylememiş gibi gence gülümsedi. “Bir sevgilim varDI. Geçmiş zaman.”

“Ayrılalı çok olmamış gibi bir halin var. Ne zaman oldu, ne oldu da ayrıldınız?” dedi genç adam merakla. Çünkü ben seni seviyordum, onu değil. Baekhee omuz silkip manzaraya döndü, nedense cevabının gencin kendi derdini çözmesi için bir şekilde önem taşıdığını hissediyordu.

“Yürümüyordu. Yürümeyen bir ilişkiyi gereksiz yere uzatmanın hiçbir anlamı yoktur, iki tarafın da canını yakar. Ben de bitirdim.” Dedi, mümkün olduğunca basitleştirerek.

“Öylece bitirdin mi yani?” dedi Kyuhyun şaşkınlıkla, “Nasıl anladın, nasıl ayrıldın, ne zaman?”

“Şimdi her şeyi baştan anlattırma bana; kavga bile etmiyorduk, ona değer de veriyordum, neden yürümeyeceği şimdi basit bir şey değil; ama ayrılma kısmını anlatabilirim. Çok zor olmadı; onu bir yere çağırdım ve bitmesi gerektiğini söyledim… biraz kötü karşıladı; ama düşününce pişman olduğum söylenemez.” Dedi kız, ardından bütün cesaretini toplayıp gence gülümsedi, “Zamanına gelince, gerçekten çok olmadı. Herhalde seninle tanıştıktan birkaç gün sonraydı.”
Kısa bir sessizlik oldu, ardından Kyuhyun bir ıslık çalıp koltuğunda kıza doğru döndü.

“Cesaret timsali karşında duruyor, az örnek al, der gibi oldu. Ben herhalde durup dururken sırf yürümediğine karar verdiğim için bitiremezdim.” Dedi genç adam. Baekhee iç çekti.

“Belli; durup durup Seohyun’la kavga ediyorsunuz ve bıkmış durumdasın; ama bırakmıyorsun!” diye lafı yapıştırıverdi kız.

“Sen de mi Brütüs?” dedi Kyuhyun, kırgın bakışlarla. Kırgın mı? Baekhee genci tanıdığını söyleyemezdi; ama herhangi kırıcı bir durumda böyle baktığını görmemişti. Üstelik insanları tanımayı biraz başardıysa Kyuhyun gibi gururlu bir veliaht prens kırgınlığını kolay kolay göstermezdi.

“Ya git ayrıl dediğim yok; ama haklı olduğumu biliyorsun. Seo’ya kötü bir laf ettim mi? Hayır. Ama durup durup kavga ettiğinizi bana kendin söyledin, yorulduğunu biliyorum. Yine de inatla devam ediyorsun. Ben etmezdim. Yani bunun illa kötü bir şey olması gerekmiyor.” Diye açıkladı kız.

“Haklısın, bazen katlanılır gibi olmuyor.” Dedi Kyuhyun. En azından kırgın bakışları kaybolmuştu.


“Anlat bakalım, bu sefer ne oldu?” dedi Baekhee, kısa sessizliği kullanarak.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder