-29-
“Bir saattir banyoda
ne yapıyorsun sen?” diye tepindi Baekhee kapının önünde.
“Of, patlama, çıkıyorum işte!” diye huysuz bir ses cevap
verdi kapının arkasından. Baekhee iç çekip kardeşine hırlamaya hazırlanırken
hışımla açılan kapının arkasından çıkan surat öylece kalakalmasına yol açtı.
“Eee… tam olarak nereye gidiyorsun, acaba?” dedi kız,
Haerin’in tuhaf biçimde boyalı suratına bakarak. Küçük kız gözlerini kısıp
sıkkınlıkla somurttu.
“Tamam, biliyorum, olmamış.” Dedi zayıf bir sesle. Baekhee
şaşırarak kardeşine baktı.
“Makyaj… mı yapmaya çalıştın?” bunlar yumruğunu ağzına
bastırıp gülmeye başlamadan önce ağzından çıkabilen son sözler oldu. Haerin
gülmemesi için bir şeyler saçmaladıktan sonra kızardığı yarım yamalak belli bir
surat ve sinirden dolmuş gözlerle ayaklarını yere vurarak odasına kaçtı.
Baekhee gülmeyi kesmeye çalışıp küçük kızın peşinden koştu. Komik olsa da
olmasa da kardeşinin ağlamasını istemezdi, Haerin kolay ağlayan bir kız
değildi. Kızın hızlıca çarptığı kapıyı kısa süre sonra nazikçe tıkladı.
“Rin-rin? Bebeğim özür dilerim, keşke yardım isteseydin.”
Dedi kız; ama hala sırıtmakta olduğu gerçeğinin sesine yansımasını
engelleyememişti.
“Bebek değilim unni, git başımdan!” dedi küçük kızın boğuk
sesi, muhtemelen kafasını yastığına gömmüştü.
“Olabilemez, ben seni uyuz ve sinir etmek için varım.” Dedi
Baekhee ve kardeşinin sinirle homurdanmasına aldırmadan kapıyı açarak içeri
girdi. Neyse ki kız o sinirle kapıyı çarptıktan sonra kilitlemeyi akıl
etmemişti.
“Çok gıcıksın.” Dedi Haerin, başını gömdüğü yastıktan
kaldırıp kapıya sırtını dönerek yatağında oturdu, kollarını dizlerine dayayıp
ablasına bakmayı reddederek gözlerini pencereden dışarı dikti. Baekhee kızın
somurtmaktan puf puf olmuş yanaklarını, boyası dağılmış suratında pörtleyen
kırmızı ve ıslak gözlerini sadist bir biçimde sevimli buluyordu; ama bunu şu an
ona söylemek biraz adilik olurdu. Baekhee gidip kardeşinin yatağının kenarına
ilişti, kız inatla gözlerini kaçırsa da yüzüne bakmaya devam etti.
“Kimin için süslenmeye çalışıyordun?” dedi Baekhee nazik bir
sesle. Haerin gözlerini yatağa dikip başını eğdi, yüzünü burnuna kadar
kollarına gömüp bir süre sessiz kaldı.
“Baekhyun’la buluşacaktık.” Dedi küçük kız sonra zayıf bir
sesle. Baekhee kaşlarının şaşkınlıkla havalanmasına engel olamadı.
“Baekhyun mu?” dedi aptal gibi.
“Evet, öğleden sonra dondurma yemeye gidecektik.” Dedi
Haerin, ardından ofladı. Bir dakika; Baekhyun onun en yakın arkadaşıydı, bir
hafta sonu çıkıp dondurma yemeye gideceklerdi ve Haerin en fırfırlı eteğini giyip
makyaj yapmaya mı çalışıyordu?
“Sen ondan hoşlanıyor musun?” dedi Baekhee şaşkınlıkla,
parçaları birleştirebildiği anda. Kardeşi sadece on yaşındaydı; tamam,
ergenliğe girmeye Baekhee’den daha önce başlamıştı ama yine de daha ufacıktı!
“Ya saçmalamasana!” dedi Haerin ve yastığını ablasının
kafasına geçirip yüzünü kollarına gömdü; ama bu yüzünün kızardığını gizlemesine
yetmemişti.
“Kızma hemen! Ben sana her şeyi anlatırken iyi, değil mi?
Hem sana yardım edeceğim, ablalar ne için vardır?” diye sırıttı Baekhee.
Haerin’in umut dolu gözlerle başını kaldırması görülmeye değerdi.
“Gerçekten mi?” dedi küçük kız.
“Tabii ki!” dedi Baekhee, “Ama önce bana her şeyi anlatman
gerek. Cumartesi sabahın köründe kalkıp beş saat hazırlandığına göre ondan en
azından birazcık hoşlanıyor olmalısın.”
“Yani aslında inkar edemem, ondan birazcık hoşlanıyorum.”
Dedi kız utanarak. Baekhee uzanıp kızı mıncırma isteğini bastırdı.
“Yani bu dondurma özel bir şey mi?” diye sordu bunun yerine.
Haerin yine bakışlarını kaçırdı.
“Öyle olmasını umuyorum.” Dedi küçük kız sessizce.
Baekhee’nin kaşları çatıldı.
“Nasıl yani, umuyorum derken?” dedi, anlamaya çalışarak.
Haerin sıkıntıyla iç çekti.
“Yani biz normalde beraber gezeriz; ama Baek’in tayfa da
hafta sonları ne zaman bir şey yapsak bizimle olur… ya da ben onlarla oluyorum
demek daha mantıklı çünkü malum, ben yokken onlar vardı.” Dedi Haerin.
“Eee, bugün ne oldu?” dedi Baekhee, kız bir süre sessiz
kalınca.
“Dün; dün ne oldu.” Diye düzeltti kız ablasını. Baekhee
gözlerini devirmemeyi başararak sessiz kaldı, Haerin de devam etti. “Dün beni
dondurma yemeye çağırdı işte. Böyle güzel dondurması olan bir yer biliyormuş,
oraya gitmek ister miymişim, diye sordu. Olur, dedim; ama herkesle nerede
buluşacağımızı sorduğumda onların da gelmesini istiyor musun, dedi. Şaşırdım
tabi çünkü hep beraber gideriz; ama dedim ki bana fark etmez, onlar benden çok
senin arkadaşın sonuçta, bana sen olduğun sürece sorun olmaz.”
“Ohooo!” dedi Baekhee oldukça etkilenmiş bir biçimde. Bu
kızda cevher vardı, kesinlikle vardı. “Sen de az değilsin ha, çakal!”
“Öff, kapa çeneni!” dedi Haerin, yine kıpkırmızı olup
yastığıyla ablasına vurdu.
“Eee, sonra ne oldu?” dedi Baekhee, saldırıyı savuşturmakta
hiç zorlanmadan.
“Bir şey olmadı işte; bunu sorduğunda okuldan çıkmak
üzereydik, diğerleri onu bekliyordu; o da o zaman yarın buluşuruz deyip onların
yanına gitti.” Dedi Haerin. Baekhee’nin tek kaşı havalandı.
“Diğerleri neden yanınızda değildi, onlarla o kadar mı
uzaksın?” dedi Baekhee.
“Yani aslında onlarla da yakınım da Baek kadar değil. Baek
en yakın arkadaşım; ben kendimi onlara Baek kadar yakın hissetmiyorum, onlar da
beni Baek kadar yakın görmüyorlar zaten. İçlerinden biri değilim, ona biraz
zaman lazım.” Dedi Haerin.
“Ama arkadaşsınız, değil mi?” dedi Baekhee, netleştirmek
adına.
“Öyle tabi, arkadaşız denebilir. Beraber bir yerlere
gidiyoruz, oyun oynuyoruz, eğleniyoruz; ama olmasam beni aramazlar tabii ki,
yani o kadar çok şey paylaşmadık daha onlarla. Hani daha çok mecburiyetten
arkadaşız gibi bir şey, Baek var ortada.” Dedi Haerin.
“Of, çocuk, beynimi yakma benim!” diye isyan etti Baekhee.
Karşısında annesinin ufalmış versiyonu duruyormuş gibi hissettiğinde cinleri
tepesine çıkıyordu. “O kadar karmaşaya gelemem ben, şunu doğru dürüst söyle,
arkadaş mısınız tanıdık mı? Onlarla takılmayı seviyor musun, sen oradayken bir
plan yaptıklarında direk seni de sayıyorlar mı? İstemem yan cebime koy yapma
bana!”
“Seviyorum tabii ki! Eğlenceli insanlar ve çok tatlılar;
ikinci soruna da cevabım evet.” Dedi Haerin sonunda. Baekhee sonunda dolaylı
olmayan bir cevap alınca rahatladı.
“Normalde onlarla vedalaşmıyor musun o zaman, onlar niye
Baekhyun’u bekliyorlardı ki?” diye sordu kız bu sefer.
“Onlarla vedalaşmıştım çünkü.” Dedi Haerin, “Bisikletimi
almış gidiyordum ki Baek koşup yanıma geldi, o yüzden onlar diğer tarafta
bekliyorlardı.”
“Ama sen onlarla nerede buluşacağınızı sorduğunda Baekhyun
bozuldu, öyle mi?” dedi Baekhee, Haerin başıyla onaylayınca da elinde olmadan
kıkırdadı.
“Ne gülüyorsun be?!” diye isyan etti küçük kız.
“Çok tatlısınız da ondan! Bu arada ben neredeyse eminim ki
bugün özel bir gün olacak.” Dedi Baekhee. Beklediğinin aksine kardeşinin yüzü
düştü.
“Harika; bir saate burada olacak ve ben palyaço gibi
gözüküyorum!” diye somurttu küçük kız.
“Kesinlikle.” Dedi Baekhee; ama nefret dolu bir yorumun
hedefi olmadan ayağa kalkıp devam etti, “Ama bunu düzeltebilirim.”
Ablası teklifsizce dolabını karıştırırken Haerin ne
düşünmesi gerektiğinden emin olamayarak onu izledi. Konu moda olduğunda kendine
ablasından fazla güvendiğine emindi; ama konu Baekhyun olduğunda herkese
kendisinden fazla güvenebilirdi.
Baekhee dolabı biraz deştikten sonra yüksek bel, krem üzeri
kırmızı ekoseli bir şort etek bulup çıkardı. Üzerine krem rengi askılı bir
bluzla ekosenin içindeki en koyu kırmızıyla neredeyse aynı renk kolsuz bir
gömlek seçti. Bunların birbirine yeterince uyduğunu düşünen Haerin ses
çıkarmayınca bu sefer düzgünce dizilmiş boncuklu takı yığınına burnunu
daldırdı. Kızın seçtiği kahverengi boncuklu kolyeyi de beğenince Haerin kendini
tamamen ablasının ellerine bırakmaya karar verdi. On beş dakika sonra giyinip
hazırlanmış, banyoda az önce üç kere yıkayarak boyasından arındırdığı yüzünü
kuruluyordu.
“Sana makyaj yapmayacağız, çünkü bu çok abartılı olur.
Birkaç sene sonra olsa yine daha normal olabilirdi; ama on yaşında randevuya da
gidiyor olsan makyaj olmaz.” Dedi Baekhee, kardeşinin saçları üzerinde
kullanacağı ıvır zıvırı toplarken.
“Of, çocuk olmak çok zor!” diye söylendi Haerin. Baekhee
elinde olmadan bir kere daha ufak çaplı bir gülme krizine yakalandı,
durabildiğinde sebebi nefessizlikten bayılmak üzere olmasıydı.
Sonunda kardeşini hazırlamayı bitirip de yollamak için
kapının önüne dikildiğinde Haerin karşı konulamaz derecede tatlı gözüküyordu.
Baekhee’nin seçtiği kıyafetler spor olduğu kadar kıza tatlı bir özgüven havası
katmıştı. Haerin yüksek bilekli spor ayakkabılarını giymiş, çapraz çantasını
takmıştı. Yüzünde sağlıklı çocuklara özel o benzersiz ışıltı vardı, saçları iki
yanda kulaklarının hemen arkasında gevşek bir dağınık topuz halindeydi ve
altlarından birer kırmızı kurdele sarkıyordu. Günün sürpriziyse Baekhee’nin
elindeydi.
“Bak bakalım bana?” dedi Baekhee, küçük kız üzerini
düzeltmeyi bitirdiğinde. Kardeşi ona dönünce elindeki renkli nemlendiriciyi
kıza çabucak sürdü, ardından kapağını kapatıp nemlendiriciyi kızın çantasına
attı. Haerin şaşırdığı kadar sevinmiş de duruyordu.
“Hazır mıyım?” diye sordu heyecanla.
“Mümkün olan en hazır halindesin ve saçmalık derecesinde
tatlısın.” Dedi Baekhee ve kardeşine çapkın çapkın göz kırparak kızın
yanaklarının pembeleşmesine neden oldu. “Hadi in de Baekhyun çok fazla
beklemesin.”
“Görüşürüz o zaman.” Dedi Haerin heyecanla ve kapıdan dışarı
koştu. Baekhee gülerek arkasından bakarken çocuk son anda asansörden başını
uzatıp ablasına bir teşekkür savurdu, ardından bir kere daha gözden kayboldu.
Kardeşi gidince kapıyı gülerek kapatıp içeri geçti Baekhee.
Kardeşini takdir ediyordu, ablasının rekorunu bilinçli bir biçimde kırıyordu şu
anda resmen kız! On yaşındaydı, bir sevgilisi vardı ve büyük bir heyecanla
hazırlanıp onunla buluşmaya gitmişti. Kendini salondaki koltuğa atarken Baekhee
içinin bir anda neredeyse kavurucu bir kıskançlıkla dolduğunu hissetti. On yaşındaki
kızın sevgilisi vardı, ya o? Sevdiği adamın bir sevgilisi vardı ve bu o
değildi, buna rağmen kız onu düşünmeyi bırakamadığı gibi teselli ikramiyesi
niyetine göremiyordu bile! Genci en son önceki hafta çarşamba, yani Hanna’da
kaldığında görmüştü, o günden beri hiçbir şekilde fırsat olmamıştı.
Oflayıp cebinden telefonunu çıkardı. Tabii ki kimse arayıp
sormamıştı. Kırk mesajı olsa da Kyuhyun’dan olmadığı sürece pek bir anlamı
olmayacaktı şu anda gerçi. Gece genci rüyasında gördüğü için sabahın köründe
şeytan dürtmüş gibi ayağa dikilmişti zaten uğursuz uğursuz, ne gereği varsa!
Sonra oturup kahvaltı hazırlamış, kahvaltıdan sonra banyoyu işgal eden
Haerin’le önce savaşıp ardından ittifak kurarak hazırlanmasına yardım etmişti.
Tüm bu süre zarfında aklı başka şeylerle meşgul olduğundan sorun yoktu; ama bu
can sıkıntısını tamamen geçirmeye yetmiyordu. Rüyasında Kyuhyun’u gördüğü
dışında bir şey hatırlamıyordu; ama Baekhee rüyalarını ya hiç hatırlamazdı, ya
da ne gördüyse çıkardı. Batıl inançlı biri olduğundan değil, ama yaşayıp
görünce reddetmek pek mümkün olmuyordu, haliyle.
“Neye somurtuyorsun, bir şey mi oldu?” dedi annesi,
kahvesiyle salona girerken.
“Evde canım sıkıldı.” Diye üfürdü Baekhee çabucak. Kadın
kızının karşısına oturup bacaklarını çaprazladı ve kahvesini gürültüyle
höpürdetti.
“Araba babanda olmasa gezelim, derdim.” Dedi kadın. Baekhee
annesinin onu terslememesine içtenlikle şaşırarak baktı; ama kadın kahvesiyle
ilgilendiğinden görmedi.
“Güzel olabilirdi, tabi. Bir dahaki sefere belki.” Diye
muğlak bir cevap vermekle yetindi. Cumartesi cumartesi annesinin içine hangi
iyilik perisinin kaçtığını sorgulamak yapılabilecek en kötü şeydi.
Kısa bir sessizlikten sonra Baekhee balkona çıkıp hava
alacağını duyurdu ve annesinin yanından kaçtı. Belki de kadın kısa zamanda çok
değiştiğinden kendini tanımadığı birinin yanında oturur gibi hissettiği için,
son zamanlarda annesinin yanında geriliyordu. Ama belki de annesi hayatını
kızıyla kapışarak geçirmediği zamanlarda aslında böyle bir kadındı. Eğer durum
buysa Baekhee buna rahatlıkla alışabileceğini düşündü.
Kulağına kulaklıklarını takıp balkona oturdu kız. Hafif bir
rüzgar esiyordu ve çalan Dark Tranquility tamamen ruh halini yansıtıyordu.
Acaba Hanna’ya mesaj atsa mı, diye düşünmeden edemedi. Belki kız onu eve
çağırırdı, belki Kyuhyun da orada olurdu… böyle düşünmesi çok saçmaydı halbuki,
genci görünce eline ne geçecekti ki? Yine de en azından etrafında olmak,
uzaktan izlemek bile iyi geliyordu. Ah, çok zavallıydı! Bir an önce onunkinin
saçma bir lise aşkı olduğunu kabullenmesi gerekiyordu.
Telefonu elinde yedi şiddetinde bir deprem yaratınca daldığı
düşüncelerden hoplayarak çıkıp sandalyesiyle beraber devrilme tehlikesi
atlattı. Küçük bir küfür savurarak balkonun öbür ucuna uçmuş olan telefonu aldı
– neyse ki alet balkondan aşağı fırlamamıştı. Hasat kontrol sonucu temiz
çıkınca Baekhee telefona pilini ve kapağını geri takıp hala hayatta olmasını
umarak aleti açtı. Parlayan ışıkla rahat bir nefes alıp telefon kendine gelir
gelmez titreme sebebine baktı.
Gönderen: Cho the
Devil
Mesaj: tak tak.
Mesaj: tak tak.
Baekhee inanamayan gözlerle telefonuna baktı. Tam onu
düşünürken Kyuhyun’dan mesaj geliyordu, Baekhee’nin kalbi aptal gibi yerinden
hopluyordu ve hepsi bu kadar mıydı? Tak tak. Gözlerini devirip cevabını yazdı
kız.
Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Satış mümessillerini binaya almıyoruz.
Mesaj: Satış mümessillerini binaya almıyoruz.
Gönderme tuşuna basarken aslında biraz fazla mı gıcıklık
yaptığını merak ediyordu; ama eğer söylemese içinde patlardı. Zaten gencin
cevabı saniyeler içinde geldi.
Gönderen: Cho the Devil
Mesaj: Ha ha. Telefonun başında mesaj bekler gibi anında cevap yazan birine göre özgüvenin bayağı yüksek, sayın majeste.
Mesaj: Ha ha. Telefonun başında mesaj bekler gibi anında cevap yazan birine göre özgüvenin bayağı yüksek, sayın majeste.
Baekhee genç burada olup da suratını göremediği için çok
memnundu; zira bir an sinirle hiç ses çıkaramadan ağzını balık gibi açıp kapatmış,
ardından yeniden tuşlara saldırmıştı.
Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Sürünerek kapıma dayanan ayak takımını geri çeviremiyorum, ne yaparsın! İt yesin, ciğer işte.
Mesaj: Sürünerek kapıma dayanan ayak takımını geri çeviremiyorum, ne yaparsın! İt yesin, ciğer işte.
Gönderdikten sonra gelecek cevabı ayağını ritmik bir biçimde
yere vurup kollarını kavuşturarak bekledi. Telefon titrediğinde bir süre inatla
gelen mesaja bakmayı reddetti; ama pes etmesi uzun sürmedi. Kimi kandırıyordu
ki? Bal gibi elinde telefon, umutsuzca mesaj bekliyordu işte! Saçmalık
derecesinde zavallıydı.
Gönderen: Cho the
Devil
Mesaj: Oo ulu üstat beni aydınlat bilgeliğinle(!) ihtiyacım var!!! -_- Aşağıdayım.
Mesaj: Oo ulu üstat beni aydınlat bilgeliğinle(!) ihtiyacım var!!! -_- Aşağıdayım.
Baekhee önce anlamlandırmaya çalışarak mesaja baktı, sonra
sandalyeden duvara çarptıracak kadar hızla fırlayıp balkonun kenarından sarktı
– o kadar hızla yapmıştı ki bunu neredeyse korkuluklardan aşağı uçuyordu; ama
pek umurunda olduğu söylenemezdi. Oradaydı işte! Sarı Beetle’a yaslanmış,
elleri ceplerinde, dağınık saçları rüzgarla iyice birbirine girerek bekliyordu.
Şu anda beni uyandıranı satırla doğrarım.
Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Dur tahmin edeyim. Yine bir bok yedin ve çözmek için yardıma ihtiyacın olacak kadar büyük bir boktu bu, kimse de sıçtın kendin sıva dışında bir şey söylemedi. Yani Seo’yla her sorunun olduğunda bana gelemezsin, biliyorsun değil mi? Bu onu daha çok kızdırır.
Mesaj: Dur tahmin edeyim. Yine bir bok yedin ve çözmek için yardıma ihtiyacın olacak kadar büyük bir boktu bu, kimse de sıçtın kendin sıva dışında bir şey söylemedi. Yani Seo’yla her sorunun olduğunda bana gelemezsin, biliyorsun değil mi? Bu onu daha çok kızdırır.
Durum ne kadar rüya gibi olursa olsun Baekhee kendini
kandıramayacağını biliyordu. Şeytanların efendisi, baristalar kralı Cho Kyuhyun
onun gibi birini görmeye asla sırf canı çekti diye gelmezdi, hele on günlük
sessizlikten sonra asla. Bu işin altından bir şey çıkacağı barizdi ve
Kyuhyun’un tutup tek başına Baekhee’ye gelmesine sebep olacak başka hiçbir
ortak konu yoktu. Seohyun olmak zorundaydı.
Gönderen: Cho the
Devil
Mesaj: Bu Seo’yla ilgili değil! Yani, teknik olarak öyle ama pratikte değil. Yani onunla sorunum var denebilir aslında ama onun bundan haberi yok gibi bir şey olabilir
Mesaj: Ve bilmediği bir şey onu kızdırmaz.
Mesaj: Gelecek misin? Meyve vereceğim burada, az kaldı.
Mesaj: Bu Seo’yla ilgili değil! Yani, teknik olarak öyle ama pratikte değil. Yani onunla sorunum var denebilir aslında ama onun bundan haberi yok gibi bir şey olabilir
Mesaj: Ve bilmediği bir şey onu kızdırmaz.
Mesaj: Gelecek misin? Meyve vereceğim burada, az kaldı.
Arka arkaya gelen üç mesajın arasında Baekhee’nin hiçbirine
cevap verecek fırsatı olmamıştı. Kız iç çekerek pes etti, belli ki durum bir
sevgili kavgasından biraz daha çetrefilliydi. Üstelik Kyuhyun, onu dinleyip
ciddiye alan dünyada bir Baekhee bile kalsa, sadece bir kere oturup dertleştiği
kızın evinin önüne hep yaşadığı bir kavga için pastadan çıkar gibi gelmezdi.
Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Kim sana çat kapı çık gel dedi ki? Uyuyor olabilirdim, banyoda olabilirdim, erkek arkadaşımla randevuda olabilirdim; hafta sonu için Paris turunda bile olabilirdim! Kır kıçını da bekle iki dakika.
Mesaj: Kim sana çat kapı çık gel dedi ki? Uyuyor olabilirdim, banyoda olabilirdim, erkek arkadaşımla randevuda olabilirdim; hafta sonu için Paris turunda bile olabilirdim! Kır kıçını da bekle iki dakika.
Baekhee telefonu yatağın üzerine atıp dolaptan eline
geçirdiği ilk kıyafetleri giydi (boru paça kot, spor sırtlı atlet, beyaz kot
ceket) ve sırt çantasını kaptığı gibi kapıya koştu. Annesine seslenip
çıkacağını söyledi, siyah koşu ayakkabılarını giyerken. Hala yeni mesaj yoktu.
“Çok geç kalma, tatlım!” diye seslendi annesi arkasından.
Baekhee kadının hiçbir şey sorgulamamasına şaşırsa da bunu minnetle kabullendi,
hatta teşekkür maiyetinde başını kapıdan uzatıp annesine bir öpücük gönderdi ve
asansöre yöneldi. Meşgul görünen asansörün gelmesinin yıl alacağını fark
ettiğinde fikrini değiştirip merdivenlere döndü. İnsan gibi inmek yerine
korkuluklardan kayarak aşağı vardığında Kyuhyun hala aynı yerde, elleri
ceplerinde bekliyordu.
“Paris semalarında gibi durmuyorsun?” dedi genç, Baekhee
yanına gelir gelmez.
“Ama olabilirdim!” diye omuz silkti Baekhee, umursamazca;
“Anlat bakalım, ne oldu?”
Kyuhyun burada mı
ifadesiyle kıza bakıp doğruldu ve arabanın kapısını açtı, binmesini bekleyerek
gözlerini kıza dikti. Baekhee’nin kaşları havalandı; ama bir sebepte gencin
sessizliğine saygı duyarak sorgulamadan içeri geçti. Kyuhyun kapıyı kapatıp
sürücü koltuğuna geçti, yerleşti, motoru çalıştırdı; tam Baekhee süreceğini
düşünürken iç çekerek kıza döndü.
“Yakalanabileceğim yerlerde olmak istemiyorum; bu yüzden
biraz uzak, sakin bir yere gideceğiz, yolun yarısında seni kaçırdığımı iddia
edip çıldırma diye söylüyorum.” Dedi Kyuhyun.
“Tabi; ben de kaçırıldığımı sanıp arkadaşımın abisini
öldürmek için fırsat kolluyordum!” diye gözlerini devirdi Baekhee; ama gencin
attığı yavru köpek bakışına hazırlıksız yakalanınca devamına hazırladığı iğneli
sözlerin hepsi bir anda buhar olup uçtu.
“Arkadaşının abisi mi? Hala arkadaşın sınıfına giremiyor
muyum?” dedi Kyuhyun. Baekhee gence boş boş baktığını neyse ki çabuk fark etti;
ama kekelememek adına yapabileceği hiçbir şey yoktu.
“Y-yani teknik olarak sınırda sayılırsın! Hala toplamda kaç
kere takıldık ki, iki? Üç? Seni pek sık görmüyorum, değil mi? Hele Hanna
sebepli olmadan ilk defa buluşuyoruz gibi bir şey, onda da sana akıl hocalığı
yapmamı istiyorsun gibi bir şey. Yani sanırım hala arkadaşımın abisisin; ama
sınırda.” Açıklamasını omzunu silkerek bitirdi kız. Kyuhyun bir süre sessizce
ona baktı, ardından önüne dönüp sürmeye başladı.
“Öyle olsun, bakalım.” Mırıltısı, yolun yarısı boyunca
söylenen son sözler oldu. Bir süre sonra Baekhee sessizlikten sıkılıp üç CD’den
birini rastgele müzik çalara koydu. Hoş bir country folk melodisi arabayı
doldurunca gülümseyerek ritim tutmaya başladı. Gittikleri yolun kenarındaki
ağaçlar da seyrelip deniz manzarası görününce kız yolun kalanının nasıl
geçtiğini anlamadı bile. Konuşmak için deniz kenarına gelmek tuhaf bir seçimdi;
ama Baekhee şikayet etmiyordu.
Sahilin nispeten daha kalabalık olan yerlerini düz geçip
kayalık, dalgalı ve bomboş bir yere gelene kadar Kyuhyun biraz bile
yavaşlamadı. Durduklarında onları görebilecek sadece birkaç büyük deniz kuşu ve
rüzgarın savurduğu renkli yapraklar vardı. Kyuhyun motoru kapatınca müzik de
susarak yerini dalgaların haşin sesine bıraktı ve Baekhee’nin mükemmel
manzarası tamamlandı: kayaların bittiği yerde sert, kısa otların başladığı,
dalgalı denizin rüzgarla yarıştığı, güneşin bulutlardan sızan birkaç ışık
huzmesiyle hafiften sıcak bir renk kazanan sahil.
“Bir sevgilin olduğunu bilmiyordum.” Diyen Kyuhyun’un sesi,
uzayıp giden sessizliği böldü.
“Bilmediğin pek çok şey var.” Dedi Baekhee, bunu dışından
söylediğiniyse cevap vermek için Kyuhyun’a bakıp kaşları sorarcasına havalanmış
gördüğünde fark etti. Bir sebepten normalde kendi çapında fıttırmasına neden
olacak olan bu durum karşısında saçma bir sükunet hissediyordu. Az önce hiçbir
şey söylememiş gibi gence gülümsedi. “Bir sevgilim varDI. Geçmiş zaman.”
“Ayrılalı çok olmamış gibi bir halin var. Ne zaman oldu, ne
oldu da ayrıldınız?” dedi genç adam merakla. Çünkü ben seni seviyordum, onu değil. Baekhee omuz silkip manzaraya
döndü, nedense cevabının gencin kendi derdini çözmesi için bir şekilde önem
taşıdığını hissediyordu.
“Yürümüyordu. Yürümeyen bir ilişkiyi gereksiz yere uzatmanın
hiçbir anlamı yoktur, iki tarafın da canını yakar. Ben de bitirdim.” Dedi,
mümkün olduğunca basitleştirerek.
“Öylece bitirdin mi yani?” dedi Kyuhyun şaşkınlıkla, “Nasıl
anladın, nasıl ayrıldın, ne zaman?”
“Şimdi her şeyi baştan anlattırma bana; kavga bile
etmiyorduk, ona değer de veriyordum, neden yürümeyeceği şimdi basit bir şey
değil; ama ayrılma kısmını anlatabilirim. Çok zor olmadı; onu bir yere çağırdım
ve bitmesi gerektiğini söyledim… biraz kötü karşıladı; ama düşününce pişman
olduğum söylenemez.” Dedi kız, ardından bütün cesaretini toplayıp gence
gülümsedi, “Zamanına gelince, gerçekten çok olmadı. Herhalde seninle tanıştıktan
birkaç gün sonraydı.”
Kısa bir sessizlik oldu, ardından Kyuhyun bir ıslık çalıp
koltuğunda kıza doğru döndü.
“Cesaret timsali karşında duruyor, az örnek al, der gibi
oldu. Ben herhalde durup dururken sırf yürümediğine karar verdiğim için
bitiremezdim.” Dedi genç adam. Baekhee iç çekti.
“Belli; durup durup Seohyun’la kavga ediyorsunuz ve bıkmış
durumdasın; ama bırakmıyorsun!” diye lafı yapıştırıverdi kız.
“Sen de mi Brütüs?” dedi Kyuhyun, kırgın bakışlarla. Kırgın mı?
Baekhee genci tanıdığını söyleyemezdi; ama herhangi kırıcı bir durumda böyle
baktığını görmemişti. Üstelik insanları tanımayı biraz başardıysa Kyuhyun gibi
gururlu bir veliaht prens kırgınlığını kolay kolay göstermezdi.
“Ya git ayrıl dediğim yok; ama haklı olduğumu biliyorsun.
Seo’ya kötü bir laf ettim mi? Hayır. Ama durup durup kavga ettiğinizi bana
kendin söyledin, yorulduğunu biliyorum. Yine de inatla devam ediyorsun. Ben etmezdim.
Yani bunun illa kötü bir şey olması gerekmiyor.” Diye açıkladı kız.
“Haklısın, bazen katlanılır gibi olmuyor.” Dedi Kyuhyun. En azından
kırgın bakışları kaybolmuştu.
“Anlat bakalım, bu sefer ne oldu?” dedi Baekhee, kısa
sessizliği kullanarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder