3 Eylül 2014 Çarşamba

Başlangıç - 17

– 17 –

“Ben yatmaya gidiyorum, tam uyku havası.” Diyerek oturduğu yerden kalktı Hanna. Baekhyun ve Chen, yere renkli boyayla çizilmiş yuvarlaklar ve Sekyung’un eseri olan el yapımı bir çarkla başlayan bir twister turnuvasının ortasındalardı; üçüncü raundu oynuyorlardı ve başta ölümüne komik olsalar bile bir yerden sonra sıkıcılaşıyordu.

“Ben de geleyim!” diye oturduğu koltuktan fırladı Luhan, Hanna koltukların arasından sıyrılıp merdivenlere yönelirken.

“Nereye gidiyorsunuz; daha turnuva bitmedi!” diye seslendi Baekhyun, Chen’in altında kısıldığı tuhaf pozisyonu korumaya çalışarak.

“Sorun değil, hayatım, senin onlarla ilgilenmeye vaktin yok zaten.” Dedi Chen yumuşakça. Baekhyun becerebildiği kadar geri çekildi.

“Bana bu kadar yakınken böyle konuşmaz mısın, midem kalkıyor.”

“Sol ayak maviye.” Dedi Chen, sırıtışı yavaşça genişlerken. Baekhyun umutsuzca etrafına bakındı.

“İyi de bu fiziksel olarak mümkün değil ki!” diye isyan etti sonra. Gerçekten de, eğer ayağını mavi yuvarlağa koymak istiyorsa bacaklarını neredeyse yere oturacak kadar açması gerekecekti. Hanna aralarında hiçbirinin o kadar esnek olduğunu zannetmiyordu. Maçın sonucu belliydi. Kız gülerek arkasını dönüp merdivenlere yöneldiğinde – ki hemen arkasındaki Luhan dışında kimse ona dikkat etmemişti – ortamdaki heyecan üst seviyedeydi.

Duruma çok aldırmadan üst kata çıktı Hanna.  Odaya girdi, Luhan’ın da onu takip ettiğini bildiğinden kapıyı açık bırakıp içeri yürüdü. Arkasından kapının kapanma sesini duyduktan iki saniye sonra omuzlarına iki sıcak, güçlü kol dolandı.

“N-ne yapıyorsun sen?” diye kekeledi Hanna, kızararak. Luhan cevaben çenesini kızın omzuna dayadı ve onu kendine doğru sıkıca bastırdı. Hanna kalbinin teklediğini hissedebiliyordu. “Luhan!”

“Hm?” dedi çocuk tatlı tatlı; sesi kulağının dibinden gelir ve nefesi çenesini gıdıklarken Hanna onunla konuşmak istediğine pek de emin değildi.

“Tam olarak ne yapıyorsun şu an?” dedi, bu sefer kekelememeyi başararak.

“Tam olarak hoşlandığım kıza sarılıyorum, şu an.” Diye mırıldandı çocuk. Hanna, eğer böyle bir şey hala mümkünse, daha da kızardığını hissetti. Söyleyecek bir şey bulamıyordu; ama Luhan konuşmaya devam edince buna pek gerek olmadı. “Sahi, sen bana bir cevap vermemiştin, değil mi? Aşağıdan Baekhee yaygarayı basınca havada kalmıştı biraz. Senden çok hoşlandığımı hala hatırlıyor musun?”

Hanna dudağını ısırıp anlamsız birkaç ufak ses çıkararak Luhan’ın kıkırdamasına neden oldu. Gencin dudaklarını yanağında hissettiğinde Hanna gerginlikten öleceğini düşündü.

“Çok tatlısın.” Dedi Luhan, Hanna’ya ufak çaplı bir kalp krizi geçirterek. “Madem hatırlıyorsun, o zaman sorabilirim. Sen de benim gibi hissediyorsan kız arkadaşım olur musun?”

Hanna ellerini Luhan’ın kollarının üzerine koyup bir süre nefes alabilmek için bekledi. Arkadaşlık ilişkilerinde iyiydi; ama iş duygusal fasa fisoya geldiğinde o kadar geriliyor, o kadar heyecanlanıyordu ki, şimdiye kadar kimseyle bu kadar yakın olana kadar ilerleyememişti. Bir şekilde hep daha başlamadan bir yerinde kesip arkadaşa bağlıyordu ilişkilerini. Ama şimdi farklıydı; bu sefer farklıydı. Bu sefer, çıldırmış gibi düzensizce atan kalbine, alev saçan yanaklarına ve oksijensizlikten yanan ciğerlerine rağmen devam etmek istiyordu. Belki de bu kadar korkmamaya başlamak için bu harika bir fırsat olacaktı; ya da belki karşısındaki, kaderindeki genç adamdı.

Kısa süre sonra Luhan’ın kollarını kavrayıp çekti Hanna. Genç kızı bırakırken reddedilmeyi bekliyordu; arkasını döndüğünde kız bunu Luhan’ın yüzünden rahatlıkla okuyabiliyordu. Sanki cevabını çoktan almış gibi yüzüne yerleşen hayal kırıklığı öylesine barizdi ki Hanna genci bağrına basmak istemişti. Bunun yerine hafifçe kıkırdadı, Parmak uçlarına kalktı ve dudaklarını korkakça gencin sıcak, yumuşak dudaklarına bastırdı.

Luhan’ın yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi; ama kolları Hanna’nın ufacık beline dolanırken bu sadece bir an süren bir hayal gibi kayboldu. Genç kızın öpüşüne karşılık verirken gözleri kendiliğinden kapanmıştı ve buna rağmen gözlerinin önünde renkli baloncuklar ve gökkuşakları uçuşuyordu. Saçlarının yumuşaklığı parmaklarını okşarken Luhan kızı kendine doğru çekti ve aralarındaki zaten azıcık olan mesafeyi tamamen kapattı. Kızın kolları göğsünden kayarak boynuna dolandığında ürperdi, parmakları saçlarına dolandığı zamansa hafifçe iç çekti. Hayatında hiçbir kız onu öpmemişti ve daha önce öptüğü kızların hiçbiriyle böyle hissetmemişti: sanki sonsuza dek böyle kalsalar yetmeyecekmiş gibi. Zihni karıncalanıyor, başı dönüyordu; ama etrafı kızın yumuşacık kokusuyla sarılıyken bu bayılmaktan çok uçmak gibi bir duyguydu.

Hanna elini Luhan’ın saçlarından ayırıp geri çekildiğinde, o hissi saklamak ister gibi gözlerini hala açmamış, dudakları yarı aralık Luhan’la burun burunaydı. Dudağını ısırıp sessizce gözlerini açmasını beklerken genci bir daha, bir daha öpmemek için kendini zor tutuyordu. Luhan’ın dudakları sarhoş ediciydi ve eğer onu öpmek bir içki olsa, Hanna alkolik olabilirdi.

“Bunu evet olarak alıyorum.” Dedi Luhan boğuk bir sesle, gözlerini açarken. Hanna elinde olmadan kıkırdayıp bir gülümsemeyle kıvrılan gül rengi dudaklarına bir öpücük daha kondurdu.

“Başka ne olabilirdi ki?”

“Bilemiyorum…” dedi Luhan, muzip bir gülümseme takınarak, “Beni öptükten sonra üzgünüm, bu bir veda öpücüğüydü, ben aslında Bay Ayı’yla nişanlıyım, diyebilirdin.”

Hanna elinde olmadan bir kahkaha attı ve dev ayıcığın durduğu yere bakarak konuştu: “Sen de duydun mu, Bay Ayı? Bu pabo hala bizim bir açık ilişki içinde olduğumuzu öğrenememiş.”

Luhan homurdandı; sırıtarak dönüp gence baktığında Hanna Luhan’ın yüzünde sevimli bir somurtmayla kamufle edilmiş, ciddi olabilecek bir kıskançlık gördüğünü sandı.

“Kendi ayımla ilgili daha önce hiç suikast planı yapmamıştım; ama sanırım kendi peluşlarımı bile boğazlayabilirmişim.”

Hanna ufak çaplı bir gülme krizine girerken kapının önünden geçen Baekhee, bu saatte arkadaşına bu kadar komik gelen şeyin ne olduğunu merak ediyordu. Yine de içeri dalmamayı tercih etti. Şu anda içeride olduğuna neredeyse emin olduğu Luhan’a sinir olmayı kaldıracak bir ruh halinde değildi ve acilen Kai’yi bulması gerekiyordu. Bunun için bir bahane bulması da gerekiyordu tabi; ama bu evde herkesin yapışık ikiz gibi dolaştığı birileri vardı sonuçta. Dönüp “canım istedi, size ne” dese kimse sesini çıkaramamalıydı. Ha çıkaran olursa Baekhee parmaklarını kıtlatıp bahsi geçen talihsiz kişiye hiç düşünmeden dalabilirdi. Böylece Kai’yle konuşmak için bir bahanesi de olurdu: sakinleştirilmek.

Saçlarından damlayan suları silmeye zahmet etmeden merdivenlerden indi; ama karşısına çıkan saçma sapan sahneyle kafasında dönen karanlık milleti dövme fantezilerini bile unutarak donakaldı. Kim bilir kaçıncı yüzyıldan kalma bir evde, dinozorlar kadar yaşlı insanları – hatta hayalettiler – el yapımı bir twister oynarken görmeyi beklememişti haliyle. Oynayanların Chen ve Tao olması, Tao’nun şu anda tuhaf bir bacak açma pozisyonunu koruyarak yere neredeyse uzanıyor olduğu ve Chen’in, yengeç gibi, Tao’nun tepesinde bir yay çizdiği gerçeğiyse durumu daha da saçma yapıyordu.

“Bu nasıl bir manyaklık, tam olarak?” dedi, kaşlarını çatıp gözlerini de ardına kadar açmış yaklaşırken. Sekyung, gülmekten gözlerinde biriken yaşları silerek ona baktı.

“Benim fikrimdi; ama gel izle. Yemin ediyorum bütün sinirini atarsın!” dedi kız gülerek. Baekhee şüpheyle bir Sekyung’a, bir de bulundukları tuhaf pozisyondan ona bakmaya çalışan twister oyuncularına baktı.

“Siz bu hale nasıl geldiniz acaba?”  dedi, başını yana yatırıp.

“Onlar gelmedi aslında Tao benim yerime geçip kaldığım yerden devam etti. İçerisi kesinlikle dışarıdan göründüğü gibi değil.” Dedi Baekhyun, oturduğu yerden. Bir yandan da bacaklarının iç taraflarını ovmaya çalışıyordu.

“Harabeoji halinle bacak açmaya mı çalıştın sen?” diyerek tek kaşını kaldırdı Baekhee. Baekhyun pişmiş kelle gibi sırıtınca vereceği cevabı duymaya ihtiyacı kalmamış oldu.

“Tao, sağ el yeşile!” dedi Chanyeol, neşeyle tepinen Rian’ın yanındaki yerinden. Tao sağına soluna baktı, poposunu dikkatle yere koyup sağ elini kaldırdı ve gövdesini kedi gibi döndürerek boş bir yeşile uzanmaya çalıştı. Baekhee bunun nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalışarak izledi.

“Ama bu haksızlık! Bu şeyde kemik yok ki; nasıl yeneceğim ben onu?!” diye isyan etti Chen, Tao sonunda elini yerleştirdiğinde. Öncekinden daha da tuhaf bir pozisyonda durmakta olan Tao yukarı, Chen’e yarım bir sırıtış gönderdi.

“Alttayım diye uysal olacağımı mı sanmıştın, oppa?” dedi, neredeyse davetkar bir sesle. Chen’in yüzüne aniden yerleşen burnunun altında pislik varmış ifadesi Baekhee’yi bile güldürmüştü.

“Beni kışkırtma, kung-fu panda; vallahi Kris bile tutamaz.” Dedi Chen, Tao pis pis sırıtınca.

“Sekyung tutar ama.” Dedi pişkince.

“Bilemiyorum, izlemeyi tercih edebilir.” Diye Chen kıza kaçamak bir bakış attığında Baekhee bu ortamda daha fazla kalamayacağına karar verdi – aslında tam onun kendini evinde hissedeceği bir ortamdı; ama ruh hali şu anda buna müsait değildi. Sekyung olmayan sakalını sıvazlayıp kaşlarını yukarı aşağı dalgalandırırken dönüp Kai’nin odasının yolunu tuttu Baekhee.

Odanın kapısı kapalıydı ve içeriden ses gelmiyordu. Hanna, Luhan ve Kai dışında herkes salondaki şamatayı izlemekte olduğundan içeride bir başkası olmadığına emindi Baekhee. Yavaşça kapıyı tıklattı. Bir cevap alamayınca, bu sefer daha güçlü biçimde yeniden tıklattı. Yine cevap gelmeyince tedirgince sağa sola bakındı Baekhee. Sonra elini kapının kulpuna atıp yavaşça çevirdi.

“Kai?” diye seslenerek başını içeri uzattı. Yanlış bir sahne görmekten korkuyordu; ama tek gördüğü, yatağın kenarında yere oturup kollarını dizlerine dolamış, başındaki havludan sadece ıslak saçları görünen, pijamalı bir adet gençti.

“Jongin. Benim adım bu.” dedi Kai, başını kaldırmadan, sonra burnunu çekti. Baekhee çabucak içeri girip kapıyı kapattı ve gencin önünde diz çöktü.

“İyi misin?” dedi endişeyle, elini gencin koluna koyarak. Kai başını kaldırıp sırılsıklam yüzünü pijamasının koluna silip burnunu tekrar çekti. Gözleri kıpkırmızı ve şişti, burnu da tıkalı gibi ağzından soluyordu; ama buna rağmen Baekhee’nin yüzüne ifadesiz bir biçimde bakabiliyordu.

“Fırtınalı havalardan nefret ederim.” Dedi, ağlamaktan çatlamış bir sesle. Sadece bu sesi duymak bile Baekhee’nin içinin acımasına yetmişti. Kai bir daha burnunu çekip iç geçirirken havluya uzanıp nazikçe gencin saçlarını kurulamaya başladı. Kai gözlerini kaçırıp güldü. “Çok zavallıyım, değil mi? Sana banyo yapmanı ve rahatlamanı söylüyorum; sonra gelip burada tek başıma, bozuk musluk gibi…”

Baekhee sadece sessiz kalıp gencin saçlarını kurulamaya devam etti. Kai bir süre sessizce gözlerini yere dikti, sonra başını kaldırıp Baekhee’ye baktı. Kız, saçından damlayıp örgü hırkayı ıslatan sulara aldırmadan Kai’nin saçlarını kuruluyordu ve hiçbir şey söylemiyordu. Bunu da muhtemelen sadece onu sakinleştirmek için yapıyordu. Kai hafifçe gülümseyip Baekhee’nin elini yakalayarak durdurdu. Kızın eli ellerinin arasından kayınca da başındaki nemli havluyu alıp kızın başının üzerine attı. Baekhee şaşırmış görünse de Kai onun saçlarını kurulamaya başlarken itiraz etmedi.

“Gerçekten çok zavallıyım; esas sıkıntıda olan sensin, yine sen benimle ilgileniyorsun.” Dedi, havluyu nazikçe saçlarına sürterken.

“Kai-”

“Jongin. Benim adım Jongin.” Diye tekrar düzeltti Kai. Sonra durup Baekhee’ye baktı. “Söyle?”

“Jongin…” diye mırıldandı Baekhee. Nedense bu çok özel bir şeymiş gibi hissediyordu. Belki de evde hiç kimse ona Jongin diye seslenmediği içindi. Genç gülümseyerek kurulamaya devam etti.

“Biliyor musun, biz böyle bir havada öldük… yani, ben ve ev arkadaşlarım, hepimiz.” Diye anlatmaya başladı Jongin. “Böyle korkunç bir fırtına vardı. Kış bahçemiz, paratonerimiz, motorlu arabamız; hiçbir şeyimiz yoktu. Buraya iki atın çektiği bir arabayla geliyorduk, yanımızda bir haftalık yiyecek getiriyorduk ve haftanın sonunda arabayı yeterince tuzlanmış av etiyle dolu bir biçimde geri götürüyorduk. Senede en az iki kez gelirdik buraya. Baekhyun’un ailesinin eviydi burası, önünde gördüğün bahçe aslında bir tarlaydı. İçinde büyük büyük ebeveynler yaşardı ve her daim temiz, bakımlı tutarlardı burayı. Evin önünde kahyanın karısının baktığı sümbüllerle begonyalar açardı. Mutfakta burada çalışan ahalinin yaptığı dedikodu duyulurdu. Alt kattaki oda, merdiven çıkamayacak durumda olan aile fertleri içindi. Diğer herkes üst katta yatar kalkardı. Biz mecburen dışarıda çadır kurardık; ama bizim için ateş yakarlardı. Hatta etrafına toplanır şarkılar söylerdik.”

“Kulağa çok hoş geliyor.” Dedi Baekhee, Jongin bir süre sessiz kalınca.

“Öyleydi.” Diye iç geçirip gülümsedi Jongin, kızın saçını kurulamayı bırakıp yeniden yatağa yaslanırken. “Kışın ama kimse olmazdı burada. İş olmayınca aşağı inerlerdi. Kışın bazen biz gelirdik bir süre, kafamızı dinlerdik. Yaşlılar “Tanrıların gazabı vardır orada, saygı gösterip dağı onlara bırakmalısınız, sizi toprağın altındaki cehenneme gönderirler” derlerdi, güler geçerdik. Ama sonra bir gün gerçekten oldu.”

“Nasıl?” diye korkarak sordu Baekhee, sessizlik bir daha uzadığında.

“Bir fırtınada.” Dedi Jongin, bu sefer direk kıza gülümseyerek. “Aynen bununki gibiydi. Evde kapalı kalmış, geçmesini bekliyorduk. Zaman öldürüyorduk. Eve gitmeyi bekliyorduk. Yıldırımlar atları o kadar korkutmuştu ki ipleri koparıp kaçmışlardı; arabayla beraber yaya gidecektik ve güç toplamamız gerekiyordu. Ama biz yatarken dağın bütün toprağı üzerimize yığıldı. Evle beraber tamamen gömülmüştük… sonra hiçbir şey olmamış gibi, sanki tatilimiz daha bitmemiş gibi uyandık ertesi gün. Sanki ne fırtına, ne de felaket vardı. Hatırlayan ben vardım, Sehun vardı, bir de Kyungsoo vardı; ama diğer herkes normal yaşadığımızı düşünüyordu. Kabus gördüğümüze inandık. Ben de öyle inanıyordum ve hayatıma devam ediyordum. Sonra bir gün…”

Jongin bir daha durduğunda Baekhee bu sefer bir şey sormaya cesaret edemedi. Dalgınca boşluğa bakıp gülümseyen genci beklemekle yetindi. Bir süre sonra Jongin sevgi ve hüzünle dolu bakışlarını Baekhee’ye çevirerek kızın daha önce gördüklerinden çok daha gerçek, çok daha güzel ve içten bir gülümsemeyle gözlerine baktı.


“Sana çok benziyordu.” 

4 yorum:

  1. Exo style ilkel Twister ha! diyorum ki bunun sungmin vs. tao versiyonu izlenir. ama i dialoglar nedit haci orada d.o gibi kendini disi sanan bit masum insan evkadi var hayir yazik yani. kai yavrum seni o kadar seviyorum ki gakinda öldü gun veya sevip hi kavusamadigin bir dramin dibi hikâye yazabilirim sana malum ben sevdigim karakterlere eziyet etmeye baya bayılırım. hikayeleri ilgincmis allah o dagin belasını versin milleti yutup duruyorda kai hayaletken hayalet bir kiza mi asik oldu simdi neoldu??
    su hayatta taeyeon dan daha cok neyden nefret ederim biliyor musun cliffhanger
    allah seni krisle bir yastikta kocatsin insallah
    (beddua da son nokta)
    sekyung yavrum siz bu chen le niyr her hikayede sapik bit ikilisiniz ben onu bir anlasam
    son olarak sevgili hanna bulmussun elf gibi cocugu grcmis dtamini kadma ayak ustu kendini luhanin akisina birak
    (ilginç tanimlama oldu O.o)
    yani o kadar sevimlisiniz ki ne desem ben senin o anlik hayal kirikligini yerim yaaa
    aslinda ben olayi cozdum biz oluncr cennete dustuk ve exo uyeleri de nuriler (erkek huri)
    neyse kisa sure sonra geleceginden emin (!) oldugum bolumu bekliyorum
    (evet bu açık bir tehdit)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahah o diyalogları yazarken kendi çapımda yarıldım esas ben sırf onun için var neredeyse bu bölüm. araya da işte çok saçma olmasın diye hikaye akışını sıkıştırıyorum xD ve hayır kai hayalet bir kıza aşık olmadı; sonraki bölüm de çok açık olmazsa merak etme ben açıkmasını yapacağım <3 bedduada son noktaya da yarıldım löl ben onu aldatırım ki xD ve luhan bölümü ahhh luhan bölümü yazarken eridiğim o bölüm... <3 <3

      Sil
  2. Lahretsin sekyung - chen ki onlara bitch couple diyecegim artık, abi çok zekisiniz tatlisiniz vs vs. Nedense bir ovesim geldi sizi. Luhan hanna ve bay ayı. ... hım ilginç bir aşk üçgeni tabi ama ben bay ayının tarafindayım tabi ki. Ah kaiiii jongintosum benim annnnneeeeeem bahtsiz bedevi yavrum. Öldüğünü bildigi halde bir kadına ya da Terminatör robota donusmemis saf ve temiz evladim her guzel olacak bak söz sana. Söz di mi ??!!! Ben bu kai ölmeden önce yamuklusu vardı sanıyordum ama ilginç tabi.... bekliyoruz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. o couple'ı yemin ediyorum komedi unsuru için hikayede bulunduruyor olabilirim sadece xD ve soru: burada kadın d.o anladık da terminatör robot kim? söz mü değil mi o kısmısını bilemem bebeğim; ama yamuklusu ölmeden önceydi zaten, bölümü koyarsam inş. sen de oku öğren, ne demiş atalarımız??? oku oku oku! dur ya yoksa o başka bir şey miydi?

      Sil