4 Eylül 2014 Perşembe

Başlangıç - 18

– 18 –

“Sana çok benziyordu.”

Baekhee sadece şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırabildi. Jongin gülümseyerek başını yukarı aşağı salladı ve sanki ona bakarak konuşamıyormuş gibi yeniden gözlerini kaçırdı.

“O bahsettiğim kız, Sooyeon… sana çok benziyordu. Neredeyse sana her baktığımda onu görüyorum. Aslına bakarsan bu çok acı verici, çünkü senin o olmadığını biliyorum. Sen olsan bilirdim… sen de bilirdin. Beni hiç tanımadığını sansan bile, içinde bilirdin.” Dedi Jongin, bu sefer daha acılı gözlerle Baekhee’ye bakarak. Kız ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Sadece bir aptal gibi öylece durup dinleyebiliyordu. Jongin tekrar devam etti.

“Baekhyun’un kız kardeşiydi Sooyeon. Benden iki yaş küçüktü ve dünyaya adımını atmış en harika şeydi. O kadar çok seviyorduk ki birbirimizi, Baekhyun bile bir abi olarak bizi destekliyordu. Bıraksalar o dakika evlenirdim onunla; ama henüz kendi işim olmadığından Byun ailesi beni kabul etmiyordu. Onların yanında çalışıyordum ve Baekhyun’un babası beni de yetiştiriyordu; ama buna layık olmadan Sooyeon’a asla sahip olamazdım.” Dedi, anıların içinde kaybolmuş gibiydi. Sonra hafifçe güldü. “Gerçi ona sahip olmak için ondan başkasının iznine ihtiyacım yoktu. Penceresinin önündeki ıhlamura tırmanabildiğim sürece beni hiç düşünmeden odasına alırdı. Çok ses çıkarmadığımız sürece de ne istersek yapardık, Byun ailesinin ruhu bile duymazdı. Çünkü kimsenin ne dediğinin bir önemi yoktu; biz zaten birbirimize aittik. Önünde sonunda birbirimizin olacaktık.”

“Ölüm ayırmasaydı…” dedi Baekhee sessizce, gencin daha önce söylediklerini hatırlayarak.

“Ölüm ayırmasaydı.” Diye onayladı onu Jongin. Dalgınca iç çekip elini dağınık saçlarından geçirdi. “İlk defa o benim fotoğrafımın önünde mum yaktığında hatırladım ölü olduğumu. Çerçevenin içinden onu görebiliyordum; ağladığını, kuşandığı siyahları… ama sadece görebiliyordum.”

Jongin başını yatağa doğru yaslayıp koluyla gözlerini kapattı. Baekhee dudağını ısırdı. Yapabileceği hiçbir şey olmadığını bilmenin ne demek olduğunu en azından biraz anlıyordu şu anda. “Mahvolmuş olmalısın.”

“Hiçbir fikrin yok.” Diye acı acı güldü Jongin. “İlk başta yine kabus gördüğümü sandım; ama her gün mum yakıyordu. Her gün benimle konuşup ağlıyordu ve o benimle konuştukça ben olanları hatırlıyordum. Gerçekleri görüyordum. Günleri, yılları sayıyordum. Önce deli olduğumu düşündüm; ama sonra zamanla gerçeğin bu olduğunu anladım… o inandırdı. Ama her seferinde onu görmek, ağlamasını izlemek ve hiçbir şey söyleyememek… bundan daha büyük hiçbir işkence yok. Onu bir kere daha kollarıma almayı öyle çok istedim ki… son bir kez daha kokusuyla sarhoş olmak, bir kere daha güldüğünü görmek, onu sevdiğimi söylemek… her şeyi verebilirdim, Baekhee; her şeyi.”

Baekhee gözlerinde biriken yaşları silip ses çıkarmamaya çalışarak dizlerini karnına çekti ve kollarını etrafına doladı. Jongin’in sesi sonuna doğru yeniden boğuklaşmaya başladığında onunla beraber Baekhee’nin de gözleri dolmuştu ve tek yapabildiği sessiz olmaya çalışmaktı.

“Hiç evlenmedi, biliyor musun?” dedi Jongin, hafifçe gülümseyerek. “Ailesinin bütün ısrarlarına rağmen tek başına yaşadı, kimseyi kabul etmedi. Ailesine sadece yalnız yaşamak istediğini söylese de geceleri bana mum yakıp aslında yalnız olmadığını, asıl sevgilisini aldatamayacağını söylediği her seferinde ağlardım. Byun ailesinin servetinin sadece yaşamasına yetecek kısmını o devraldı. Onu anne gibi sevecek çocuklar evlat edindi, onlara baktı. Onlara sevmenin ne demek olduğunu öğretti. Hepsine her gece sevdiklerine birer mum yakmalarını, böylece sevdiklerinin onları görebileceğini söyler; çocuklar yatınca bana gelip “keşke sen de gerçekten beni görebilsen” derdi. Kendisinin bile inanmadığı sözlerinin ne kadar doğru olduğunu bilse ne yapardı, hep merak ederdim.”

“Hala yaşıyor mu?” diye sordu Baekhee, titreyen bir sesle. Gözlerini tekrar sildi.

“Hayır… öleli yirmi yıl geçti. Ölürken bile yanında çocuklarıyla birlikte benim fotoğrafım ve bir mum vardı. Ölümünü bile izledim.” Dedi Jongin, burnunu çekip kolunu kaldırmadan gözlerini silerek. “Yirmi yıldır onu sadece anılarımda saklıyordum, artık ancak hayal meyal hatırlıyorum… ve sonra sen geldin. Seni daha ilk görüşümde o olmadığını biliyordum; ama sanki karşımda o duruyor gibiydi, sadece saçların onunki gibi düz değildi. Bakışların bile ona benziyordu. Aslında biraz da bu yüzden sana yardım etmek, seni korumak istedim; en başından seni kollamaya çalıştım. Sen değer verdiğin insanları kaybetme, istedim. Anılarını kaybetme… bugün ormanda arkadaşınla konuşmana da bu yüzden izin verdim. Elimde olsa daha çok kalmanı sağlardım; onunla her şeyi konuşmanı sağlardım. Ama fırtına aslında bir yalan bile olsa bizim için gerçek. İnciniriz, iyileşiriz, yaralanıp düzeliriz. Dönmesek çok daha kötü şeyler olacaktı.”

“Başına gelmiş gibi konuşuyorsun.” Dedi Baekhee, Jongin’in acıklı hikayesinden sonra kendini toparlamaya çalışırken. Jongin başını kaldırıp kıza baktı.

“Gitmeyi hiç denemedim mi sanıyorsun?” dedi genç, neşesizce gülerek. “Defalarca denedim. Evden çok fazla uzaklaşırsan fırtına başlar. Eve dönmen için bir işarettir; çünkü kimse fırtınada dışarıda kalmak istemez, çünkü biz fırtınalardan özellikle korkarız. Eğer aldırmaz, yoluna devam edersen yıldırımlar başlar. Arkasından hortum, sel, yangın... ne kadar afet varsa ortaya çıkmaya başlar. Sonunda bilincini kaybedersin. Seni aramaya çıkarlar. Gözünü yine evde açarsın.”

“Aramaya çıkanlara bir şey olmuyor mu?” dedi Baekhee, şaşkınlıkla. Onları bulanlar da bu gençlerdi sonuçta ve otobüs kazası evin pek de yakınında olmamıştı.

“Aramaya gidenler evde buluşacaklardır. Gideni getiriyorsan, bir hedefle beraber gidiyorsan fırtına başlamaz.” Dedi Jongin, sonra durup hafifçe gülümsedi. “Aslında, eğer Baekhyun’un ne yaptığından haberi varsa ve bunu onaylıyorsa, fırtına başlamaz.”

“Baekhyun mu..?” dedi Baekhee yavaşça, gözleri şaşkınlıkla irileşmişti. Jongin yavaşça başını salladı.

“Bu sadece benim düşüncem; ama doğru olduğuna inanıyorum. Burası onun evi. Onun çocukluğu. Onun dünyasında öldük. Suçluluk duyuyor, kabullenmek istemiyor. Hepimize sonsuz, mükemmel ve izole bir hayat sunuyor. Eğer o izin vermezse yolumuza devam edemeyiz.” Dedi Jongin. Baekhee bir eliyle açık kalan ağzını kapattı.

“O bunun farkında mı?” dedi, titrek bir sesle. Alacağı cevaptan bayağı korkuyordu, aslında. Jongin başını iki yana salladı.

“Hiçbir fikri yok. Ne yaptığı, neye sebep olduğu hakkında hiçbir fikrinin olduğunu gerçekten sanmıyorum. O da gerçekten burada yaşadığımızı sanıyor.”

“Yani önce onu inandırmalıyız.” dedi kız. Jongin yavaşça başını yukarı aşağı salladı; ama gözlerindeki umutsuzluğu görmek için insan ilişkileri uzmanı olmaya gerek yoktu. “İyi de bunu nasıl yapacağız ki? Bu gerçekten imkansız.”

“Baekhee.” Dedi Jongin, uzanıp kızın ellerini avuçlarının arasına alarak. Doğrudan kızın gözlerine bakarak konuşuyordu. “Buradasınız çünkü buradaki ruhlarla ilişkilisiniz. Buradasınız, çünkü öldüğünüzü kabullenemediniz. Ölmeyi istemediniz ve Baekhyun’un dünyası size yeni bir hayat sundu. Yıllardır aynı şekilde sürüp giden dünyamıza düşmüş bir bomba gibisiniz. Geçmişi, hayatı, zamanı sorguluyoruz. Yine unutuyoruz; ama sallantıdayız. Hala bir şeyleri bekliyorsunuz, hala buraya ait olmadığınızı biliyoruz. Yirmi yıl boyunca benim için yeniden silikleşmiş, eski bir kabus gibi gelen gerçeği, sadece buraya gelerek bana geri verdin. Ölsen bile seni yarı yolda bırakmayan, harika bir arkadaşın var. Burada kısıldığımdan beri ilk defa yalnız değilim. Tek umudum sensin. Eğer bir yol bulduğunu söylersen, ne istersen, hiç sorgulamadan yapacağım; sana söz veriyorum.”

“Tamam, bekle, dur bir dakika.” Dedi Sekyung, gözlerini sıkıca kapatıp ellerini başının iki yanına koyarak. Baekhee Kai’nin odasına doğru gözden kaybolduğundan beri bayağı zaman geçmişti; twister oyunu doğal olarak Tao’nun galibiyetiyle sona ermiş, “ne düşündüğümü bul” oyunu başlamıştı. Bu saçma oyunu uyduran da Sekyung’du; ama ona kalırsa Chen rakibinin her tahmininde “düşündüğü” şeyi değiştiriyordu.

“Bir dakika duramam, şimdi söyle.” Dedi Chen, geniş bir sırıtış eşliğinde. Sekyung gence bir yastık fırlattığında Chen sadece yana çekilip gülmekle yetindi.

“Öf, aklındaki şeyin benim saçlarım olduğunu bütün dünya biliyor; kızı uğraştırmayı bırakır mısın?” dedi Sehun, bir kraliçe gibi oturmakta olduğu koltuktan. Bacak bacak üzerine atıp kollarını kavuşturmuştu ve bir süredir sadece somurtuyordu. Chen ona gözlerini abartıyla devirdi.

“Oyunun amacı bu, mankafa; ne düşündüğümü onun bilmesi gerek. Uğraşmazsa bir anlamı olmaz, bil diye söylüyorum, hani!” dedi Chen, iğneleyerek.

“Telepati yapabilen sevgililer olmak için pratik yapıyormuşsunuz gibi duruyorsunuz, inanır mısın?” dedi Sehun, sahte bir gülümseme eşliğinde.

Sen onunla telepati yapabildiğine göre oldukça yakın olmalısınız.” Diyerek tek kaşını kaldırdı Sekyung. Sehun burnundan güldü.

“Lütfen; ipuçlarına bir bakar mısın? Sarı, yumuşak; ama hayır açık sarı, hayır çok büyük değil, yuvarlak değil, sıvı değil, çok katı değil, altın değil… başka ne olabilir ki?” dedi Sehun, kollarını iki yana açıp etrafa bakarak. Chen gözlerini bir daha devirdi.

“Başka bir şey de tutmuş olabilirim!”

“Tam şu anda değiştirdiysen, tabii ki; ama oyunun amacı bu değil.” Dedi Sehun.

“Ya, Baekhee Kai’nin odasından çıkmadı diye bu kadar huysuz olmak zorunda mısın?” diye laf attı Rian, oturduğu yerden. Sanki biri bir televizyon düğmesine basmış gibi salonda bir anda kusursuz bir sessizlik oldu. Herkes ona doğru bakarken oturduğu yerde gerildi ve Lay’e doğru biraz sığındı Rian. “Ne? Yanlış bir şey mi söyledim?”

“Bu doğru mu, Oh Sehun?” dedi Chen yavaşça, başını yeniden Sehun’a çevirirken. “Şu andaki tek uyuzluk sebebin Baekhee’yi kıskanıyor olman mı?”  

“Alakası bile yok.” Diyerek savunmacı bir tavırla kollarını kavuşturdu Sehun. Chen’in kaşları havalandı.

“Yani şu anda odadan sarmaş dolaş, mutlu mesut çıksalar-”

“Çıkmayacaklar.” Dedi Sehun, daha Chen sorusunun sonunu getiremeden.

“Emin misin? Baekhee’nin iyi davrandığı tek insan o.” Diye bastırdı Rian. “Bana kalırsa Baekhee ona karşı güzel duygular besliyor.”

“Olmayacak işte.” Diye omuz silkti Sehun.

“Sehun-ah, bu hiç sana göre bir cevap değil.” Dedi Chanyeol, saklamaya uğraşmadığı bir şaşkınlıkla. Sehun kaşlarını kaldırıp gence döndü.

“Bana göre bir cevap nasıl oluyormuş, peki?”

“Tam olarak böyle.” Diye sırıttı Chanyeol. “Dostum kabullen artık, kız zor ve senin ağır bir rakibin var; üstelik bunu kızdan ve senden başka herkes biliyor. Bence bir an önce bunu görüp harekete geçsen iyi edersin; Kai kandırma uzmanı. Her konuda. Biliyorsun, Sooyeon…”

“Onu geç.” Diye araya girdi Baekhyun. “Oraya girme, o geçmişteydi. Şimdiki hedefi belli, gördüğün gibi. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun, sevgili arkadaşım?”

“Bu konuda, hmm… hiçbir şey.” Diye tatlı tatlı gülümsedi Sehun, Baekhyun’a. Baekhyun gözlerini kırpıştırdı.

“Nasıl yani, hiçbir şey?”

“Aynen söylediğim gibi, hiçbir şey.” Dedi Sehun ve iç geçirerek koltuğuna biraz daha yerleşti. “Kai bir kandırma uzmanı; ama Baekhee’ye hiçbir şey yapmayacak. Ona dokunmayacak. O odada her ne oluyorsa, ikisi asla bir çift olmayacak. Sooyeon geçmişte kalmış olabilir; ama Baekhee de gelecek değil. Bu yüzden, kıskanıyor olsaydım bile, hiçbir şey yapmama gerek olmazdı zaten.”

“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diye sordu Rian, kaşlarını çatarak.

“Altıncı his denen meret kadınlara özgü bir şey değil, güzelim.” Diye tek kaşını kaldırdı Sehun. Rian iç çekip başını iki yana salladı.

“O değil de, sen gerçekten Sehun’un saçlarını mı düşünmüştün?” dedi Sekyung, birden Chen’e dönerek.

“Yani, evet, ilk aklıma gelen oydu.” Diye omuz silkti Chen.

“Sevgili erkek arkadaşım, tercihlerini bazen gerçekten sorguluyorum.” Diye güldü Sekyung.

“Şüphelerini gidermemi ister misin?” dedi Chen, dudaklarına yayılan gülümseme Sekyung’un içini ürpertecek cinstendi. Kız ellerini kaldırıp hızla salladı.

“Aman kalsın, canıma susamadım.”

“Sen var ya, çok sinirsin, biliyor musun?” diyerek Sekyung’un ona fırlattığı yastığı yakaladığı gibi kıza geri fırlattı Chen. Sekyung arkasını dönünce yastığı sırtına yedi. “Ne zamandan beri beni öpmek o kadar kötü bir şey oldu, ha? Ormandayken hiç şikayet ettiğini hatırlamıyorum!”

“Ya, ormanı karıştırma şimdi; Allahın Tarzan’ı! Ben en azından dahiyane bir fikirmiş gibi durduk yere ağaçlara tırmanmıyorum!” diye aynı yastığı bir kere daha Chen’e fırlattı Sekyung. Chen yeniden gülerek kenara çekilince, yastık bu sefer gencin hemen arkasında oturan Tao’nun bacaklarına çarptı.

“İç kavgalarınızı dışarı taşırmayın be!” diye yastığı kaptığı gibi Sekyung’a doğru geri fırlattı Kris; ama hedefi o kadar şaşırdı ki, yastık bunu hiç beklemeyen Lay’in tam kafasına isabet etti. Lay önce bir an sersemledi, gözlerini kapatıp dudaklarını ıslattı, sonra burnundan yavaşça bir nefes verip gözlerini Kris’e dikti. Eğer bakışlar öldürebilseydi, Kris’in tam şu anda buharlaşması gerekiyordu.

“İnsan bu kadar mı isabetsiz olur, gerçekten…” diye Lay’in kısmetsizliğine güldü Baekhyun. Rian Lay’in başından seken yastığı bu sefer Baekhyun’a fırlattı.

“Alma mazlumun ahını, Allah çarpmazsa ben çarparım!” diye cırladı kız yastık uçarken de. Baekhyun kaçmayı denerken yastığı kafasına yiyince salonda kısa bir sessizlik oldu.


“Ben seni var ya…” dedi sonunda Baekhyun ve yastığı kaptığı gibi Rian’ın üzerine atladı. Hedefine ulaşamadan Çin Seddi gibi karşısına elinde bir başka yastıkla Lay dikilince de bir nara atarak çatışmaya girdi. Bundan sonra yastık tüylerinin ve pamuk parçalarının etrafta uçuşmasına sadece dakikalar kaldığını, ellerine bir yastık geçirip başlayan kavgaya katılan herkes biliyordu. 

1 yorum:

  1. 18. bolumle ilgili olarak benim tekrar kafam karisti bu baekhee baekhyun un kardesinin torunu gibi bir sey olmayacak miydi kiz cocuk yapmadan olduyse o zaman nasil olacak ki?
    Ah jongin im dertli yavrum, o sehun okuzu oyle emin olmasin bence kendisinden baekhee ve kai de super bir potansiyel cift görüyorum sehun bence kizdan hoslanmiyor bile sadece saplantili bit manyak gibi davraniyor.
    onlar odada dramin dibinr vururlarken salonda yastik savasi da epey ironik olmus hani ne desem bilemedim gercekten

    YanıtlaSil