– 18 –
“Sana çok benziyordu.”
Baekhee sadece şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırabildi. Jongin
gülümseyerek başını yukarı aşağı salladı ve sanki ona bakarak konuşamıyormuş
gibi yeniden gözlerini kaçırdı.
“O bahsettiğim kız, Sooyeon… sana çok benziyordu. Neredeyse
sana her baktığımda onu görüyorum. Aslına bakarsan bu çok acı verici, çünkü
senin o olmadığını biliyorum. Sen olsan bilirdim… sen de bilirdin. Beni hiç tanımadığını
sansan bile, içinde bilirdin.” Dedi Jongin, bu sefer daha acılı gözlerle Baekhee’ye
bakarak. Kız ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Sadece bir aptal gibi
öylece durup dinleyebiliyordu. Jongin tekrar devam etti.
“Baekhyun’un kız kardeşiydi Sooyeon. Benden iki yaş küçüktü
ve dünyaya adımını atmış en harika şeydi. O kadar çok seviyorduk ki
birbirimizi, Baekhyun bile bir abi olarak bizi destekliyordu. Bıraksalar o
dakika evlenirdim onunla; ama henüz kendi işim olmadığından Byun ailesi beni
kabul etmiyordu. Onların yanında çalışıyordum ve Baekhyun’un babası beni de
yetiştiriyordu; ama buna layık olmadan Sooyeon’a asla sahip olamazdım.” Dedi,
anıların içinde kaybolmuş gibiydi. Sonra hafifçe güldü. “Gerçi ona sahip olmak
için ondan başkasının iznine ihtiyacım yoktu. Penceresinin önündeki ıhlamura
tırmanabildiğim sürece beni hiç düşünmeden odasına alırdı. Çok ses
çıkarmadığımız sürece de ne istersek yapardık, Byun ailesinin ruhu bile
duymazdı. Çünkü kimsenin ne dediğinin bir önemi yoktu; biz zaten birbirimize
aittik. Önünde sonunda birbirimizin olacaktık.”
“Ölüm ayırmasaydı…” dedi Baekhee sessizce, gencin daha önce
söylediklerini hatırlayarak.
Jongin başını yatağa doğru yaslayıp koluyla gözlerini
kapattı. Baekhee dudağını ısırdı. Yapabileceği hiçbir şey olmadığını bilmenin
ne demek olduğunu en azından biraz anlıyordu şu anda. “Mahvolmuş olmalısın.”
“Hiçbir fikrin yok.” Diye acı acı güldü Jongin. “İlk başta
yine kabus gördüğümü sandım; ama her gün mum yakıyordu. Her gün benimle konuşup
ağlıyordu ve o benimle konuştukça ben olanları hatırlıyordum. Gerçekleri
görüyordum. Günleri, yılları sayıyordum. Önce deli olduğumu düşündüm; ama sonra
zamanla gerçeğin bu olduğunu anladım… o inandırdı. Ama her seferinde onu
görmek, ağlamasını izlemek ve hiçbir şey söyleyememek… bundan daha büyük hiçbir
işkence yok. Onu bir kere daha kollarıma almayı öyle çok istedim ki… son bir
kez daha kokusuyla sarhoş olmak, bir kere daha güldüğünü görmek, onu sevdiğimi
söylemek… her şeyi verebilirdim, Baekhee; her şeyi.”
Baekhee gözlerinde biriken yaşları silip ses çıkarmamaya çalışarak
dizlerini karnına çekti ve kollarını etrafına doladı. Jongin’in sesi sonuna
doğru yeniden boğuklaşmaya başladığında onunla beraber Baekhee’nin de gözleri
dolmuştu ve tek yapabildiği sessiz olmaya çalışmaktı.
“Hiç evlenmedi, biliyor musun?” dedi Jongin, hafifçe
gülümseyerek. “Ailesinin bütün ısrarlarına rağmen tek başına yaşadı, kimseyi
kabul etmedi. Ailesine sadece yalnız yaşamak istediğini söylese de geceleri
bana mum yakıp aslında yalnız olmadığını, asıl sevgilisini aldatamayacağını
söylediği her seferinde ağlardım. Byun ailesinin servetinin sadece yaşamasına
yetecek kısmını o devraldı. Onu anne gibi sevecek çocuklar evlat edindi, onlara
baktı. Onlara sevmenin ne demek olduğunu öğretti. Hepsine her gece sevdiklerine
birer mum yakmalarını, böylece sevdiklerinin onları görebileceğini söyler;
çocuklar yatınca bana gelip “keşke sen de gerçekten beni görebilsen” derdi.
Kendisinin bile inanmadığı sözlerinin ne kadar doğru olduğunu bilse ne yapardı,
hep merak ederdim.”
“Hala yaşıyor mu?” diye sordu Baekhee, titreyen bir sesle.
Gözlerini tekrar sildi.
“Hayır… öleli yirmi yıl geçti. Ölürken bile yanında
çocuklarıyla birlikte benim fotoğrafım ve bir mum vardı. Ölümünü bile izledim.”
Dedi Jongin, burnunu çekip kolunu kaldırmadan gözlerini silerek. “Yirmi yıldır
onu sadece anılarımda saklıyordum, artık ancak hayal meyal hatırlıyorum… ve sonra
sen geldin. Seni daha ilk görüşümde o olmadığını biliyordum; ama sanki karşımda
o duruyor gibiydi, sadece saçların onunki gibi düz değildi. Bakışların bile ona
benziyordu. Aslında biraz da bu yüzden sana yardım etmek, seni korumak istedim;
en başından seni kollamaya çalıştım. Sen değer verdiğin insanları kaybetme,
istedim. Anılarını kaybetme… bugün ormanda arkadaşınla konuşmana da bu yüzden
izin verdim. Elimde olsa daha çok kalmanı sağlardım; onunla her şeyi konuşmanı
sağlardım. Ama fırtına aslında bir yalan bile olsa bizim için gerçek.
İnciniriz, iyileşiriz, yaralanıp düzeliriz. Dönmesek çok daha kötü şeyler
olacaktı.”
“Başına gelmiş gibi konuşuyorsun.” Dedi Baekhee, Jongin’in
acıklı hikayesinden sonra kendini toparlamaya çalışırken. Jongin başını
kaldırıp kıza baktı.
“Gitmeyi hiç denemedim mi sanıyorsun?” dedi genç, neşesizce
gülerek. “Defalarca denedim. Evden çok fazla uzaklaşırsan fırtına başlar. Eve
dönmen için bir işarettir; çünkü kimse fırtınada dışarıda kalmak istemez, çünkü
biz fırtınalardan özellikle korkarız. Eğer aldırmaz, yoluna devam edersen
yıldırımlar başlar. Arkasından hortum, sel, yangın... ne kadar afet varsa
ortaya çıkmaya başlar. Sonunda bilincini kaybedersin. Seni aramaya çıkarlar.
Gözünü yine evde açarsın.”
“Aramaya çıkanlara bir şey olmuyor mu?” dedi Baekhee,
şaşkınlıkla. Onları bulanlar da bu gençlerdi sonuçta ve otobüs kazası evin pek
de yakınında olmamıştı.
“Aramaya gidenler evde buluşacaklardır. Gideni getiriyorsan,
bir hedefle beraber gidiyorsan fırtına başlamaz.” Dedi Jongin, sonra durup
hafifçe gülümsedi. “Aslında, eğer Baekhyun’un ne yaptığından haberi varsa ve
bunu onaylıyorsa, fırtına başlamaz.”
“Baekhyun mu..?” dedi Baekhee yavaşça, gözleri şaşkınlıkla
irileşmişti. Jongin yavaşça başını salladı.
“Bu sadece benim düşüncem; ama doğru olduğuna inanıyorum. Burası
onun evi. Onun çocukluğu. Onun dünyasında öldük. Suçluluk duyuyor, kabullenmek
istemiyor. Hepimize sonsuz, mükemmel ve izole bir hayat sunuyor. Eğer o izin
vermezse yolumuza devam edemeyiz.” Dedi Jongin. Baekhee bir eliyle açık kalan
ağzını kapattı.
“O bunun farkında mı?” dedi, titrek bir sesle. Alacağı
cevaptan bayağı korkuyordu, aslında. Jongin başını iki yana salladı.
“Hiçbir fikri yok. Ne yaptığı, neye sebep olduğu hakkında
hiçbir fikrinin olduğunu gerçekten sanmıyorum. O da gerçekten burada
yaşadığımızı sanıyor.”
“Yani önce onu inandırmalıyız.” dedi kız. Jongin yavaşça
başını yukarı aşağı salladı; ama gözlerindeki umutsuzluğu görmek için insan
ilişkileri uzmanı olmaya gerek yoktu. “İyi de bunu nasıl yapacağız ki? Bu
gerçekten imkansız.”
“Baekhee.” Dedi Jongin, uzanıp kızın ellerini avuçlarının
arasına alarak. Doğrudan kızın gözlerine bakarak konuşuyordu. “Buradasınız
çünkü buradaki ruhlarla ilişkilisiniz. Buradasınız, çünkü öldüğünüzü
kabullenemediniz. Ölmeyi istemediniz ve Baekhyun’un dünyası size yeni bir hayat
sundu. Yıllardır aynı şekilde sürüp giden dünyamıza düşmüş bir bomba gibisiniz.
Geçmişi, hayatı, zamanı sorguluyoruz. Yine unutuyoruz; ama sallantıdayız. Hala
bir şeyleri bekliyorsunuz, hala buraya ait olmadığınızı biliyoruz. Yirmi yıl
boyunca benim için yeniden silikleşmiş, eski bir kabus gibi gelen gerçeği,
sadece buraya gelerek bana geri verdin. Ölsen bile seni yarı yolda bırakmayan,
harika bir arkadaşın var. Burada kısıldığımdan beri ilk defa yalnız değilim.
Tek umudum sensin. Eğer bir yol bulduğunu söylersen, ne istersen, hiç
sorgulamadan yapacağım; sana söz veriyorum.”
“Tamam, bekle, dur bir dakika.” Dedi Sekyung, gözlerini
sıkıca kapatıp ellerini başının iki yanına koyarak. Baekhee Kai’nin odasına
doğru gözden kaybolduğundan beri bayağı zaman geçmişti; twister oyunu doğal
olarak Tao’nun galibiyetiyle sona ermiş, “ne düşündüğümü bul” oyunu başlamıştı.
Bu saçma oyunu uyduran da Sekyung’du; ama ona kalırsa Chen rakibinin her
tahmininde “düşündüğü” şeyi değiştiriyordu.
“Bir dakika duramam, şimdi söyle.” Dedi Chen, geniş bir
sırıtış eşliğinde. Sekyung gence bir yastık fırlattığında Chen sadece yana
çekilip gülmekle yetindi.
“Öf, aklındaki şeyin benim saçlarım olduğunu bütün dünya
biliyor; kızı uğraştırmayı bırakır mısın?” dedi Sehun, bir kraliçe gibi
oturmakta olduğu koltuktan. Bacak bacak üzerine atıp kollarını kavuşturmuştu ve
bir süredir sadece somurtuyordu. Chen ona gözlerini abartıyla devirdi.
“Oyunun amacı bu, mankafa; ne düşündüğümü onun bilmesi gerek. Uğraşmazsa bir
anlamı olmaz, bil diye söylüyorum, hani!” dedi Chen, iğneleyerek.
“Telepati yapabilen sevgililer olmak için pratik yapıyormuşsunuz
gibi duruyorsunuz, inanır mısın?” dedi Sehun, sahte bir gülümseme eşliğinde.
“Sen onunla
telepati yapabildiğine göre oldukça yakın olmalısınız.” Diyerek tek kaşını
kaldırdı Sekyung. Sehun burnundan güldü.
“Lütfen; ipuçlarına bir bakar mısın? Sarı, yumuşak; ama
hayır açık sarı, hayır çok büyük değil, yuvarlak değil, sıvı değil, çok katı değil,
altın değil… başka ne olabilir ki?” dedi Sehun, kollarını iki yana açıp etrafa
bakarak. Chen gözlerini bir daha devirdi.
“Başka bir şey de tutmuş olabilirim!”
“Tam şu anda değiştirdiysen, tabii ki; ama oyunun amacı bu
değil.” Dedi Sehun.
“Ya, Baekhee Kai’nin odasından çıkmadı diye bu kadar huysuz
olmak zorunda mısın?” diye laf attı Rian, oturduğu yerden. Sanki biri bir
televizyon düğmesine basmış gibi salonda bir anda kusursuz bir sessizlik oldu.
Herkes ona doğru bakarken oturduğu yerde gerildi ve Lay’e doğru biraz sığındı
Rian. “Ne? Yanlış bir şey mi söyledim?”
“Bu doğru mu, Oh Sehun?” dedi Chen yavaşça, başını yeniden
Sehun’a çevirirken. “Şu andaki tek uyuzluk sebebin Baekhee’yi kıskanıyor olman
mı?”
“Alakası bile yok.” Diyerek savunmacı bir tavırla kollarını
kavuşturdu Sehun. Chen’in kaşları havalandı.
“Yani şu anda odadan sarmaş dolaş, mutlu mesut çıksalar-”
“Çıkmayacaklar.” Dedi Sehun, daha Chen sorusunun sonunu
getiremeden.
“Emin misin? Baekhee’nin iyi davrandığı tek insan o.” Diye
bastırdı Rian. “Bana kalırsa Baekhee ona karşı güzel duygular besliyor.”
“Olmayacak işte.” Diye omuz silkti Sehun.
“Sehun-ah, bu hiç sana göre bir cevap değil.” Dedi Chanyeol,
saklamaya uğraşmadığı bir şaşkınlıkla. Sehun kaşlarını kaldırıp gence döndü.
“Bana göre bir cevap nasıl oluyormuş, peki?”
“Tam olarak böyle.” Diye sırıttı Chanyeol. “Dostum kabullen
artık, kız zor ve senin ağır bir rakibin var; üstelik bunu kızdan ve senden başka herkes biliyor. Bence bir
an önce bunu görüp harekete geçsen iyi edersin; Kai kandırma uzmanı. Her
konuda. Biliyorsun, Sooyeon…”
“Onu geç.” Diye araya girdi Baekhyun. “Oraya girme, o
geçmişteydi. Şimdiki hedefi belli, gördüğün gibi. Bu konuda ne yapmayı
düşünüyorsun, sevgili arkadaşım?”
“Bu konuda, hmm… hiçbir şey.” Diye tatlı tatlı gülümsedi
Sehun, Baekhyun’a. Baekhyun gözlerini kırpıştırdı.
“Nasıl yani, hiçbir şey?”
“Aynen söylediğim gibi, hiçbir şey.” Dedi Sehun ve iç
geçirerek koltuğuna biraz daha yerleşti. “Kai bir kandırma uzmanı; ama
Baekhee’ye hiçbir şey yapmayacak. Ona dokunmayacak. O odada her ne oluyorsa,
ikisi asla bir çift olmayacak. Sooyeon geçmişte kalmış olabilir; ama Baekhee de
gelecek değil. Bu yüzden, kıskanıyor olsaydım bile, hiçbir şey yapmama gerek
olmazdı zaten.”
“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diye sordu Rian,
kaşlarını çatarak.
“Altıncı his denen meret kadınlara özgü bir şey değil,
güzelim.” Diye tek kaşını kaldırdı Sehun. Rian iç çekip başını iki yana
salladı.
“O değil de, sen gerçekten Sehun’un saçlarını mı
düşünmüştün?” dedi Sekyung, birden Chen’e dönerek.
“Yani, evet, ilk aklıma gelen oydu.” Diye omuz silkti Chen.
“Sevgili erkek arkadaşım, tercihlerini bazen gerçekten
sorguluyorum.” Diye güldü Sekyung.
“Şüphelerini gidermemi ister misin?” dedi Chen, dudaklarına
yayılan gülümseme Sekyung’un içini ürpertecek cinstendi. Kız ellerini kaldırıp
hızla salladı.
“Aman kalsın, canıma susamadım.”
“Sen var ya, çok sinirsin, biliyor musun?” diyerek
Sekyung’un ona fırlattığı yastığı yakaladığı gibi kıza geri fırlattı Chen.
Sekyung arkasını dönünce yastığı sırtına yedi. “Ne zamandan beri beni öpmek o
kadar kötü bir şey oldu, ha? Ormandayken hiç şikayet ettiğini hatırlamıyorum!”
“Ya, ormanı karıştırma şimdi; Allahın Tarzan’ı! Ben en
azından dahiyane bir fikirmiş gibi durduk yere ağaçlara tırmanmıyorum!” diye
aynı yastığı bir kere daha Chen’e fırlattı Sekyung. Chen yeniden gülerek kenara
çekilince, yastık bu sefer gencin hemen arkasında oturan Tao’nun bacaklarına
çarptı.
“İç kavgalarınızı dışarı taşırmayın be!” diye yastığı
kaptığı gibi Sekyung’a doğru geri fırlattı Kris; ama hedefi o kadar şaşırdı ki,
yastık bunu hiç beklemeyen Lay’in tam kafasına isabet etti. Lay önce bir an sersemledi,
gözlerini kapatıp dudaklarını ıslattı, sonra burnundan yavaşça bir nefes verip
gözlerini Kris’e dikti. Eğer bakışlar öldürebilseydi, Kris’in tam şu anda
buharlaşması gerekiyordu.
“İnsan bu kadar mı isabetsiz olur, gerçekten…” diye Lay’in
kısmetsizliğine güldü Baekhyun. Rian Lay’in başından seken yastığı bu sefer
Baekhyun’a fırlattı.
“Alma mazlumun ahını, Allah çarpmazsa ben çarparım!” diye
cırladı kız yastık uçarken de. Baekhyun kaçmayı denerken yastığı kafasına
yiyince salonda kısa bir sessizlik oldu.
“Ben seni var ya…” dedi sonunda Baekhyun ve yastığı kaptığı
gibi Rian’ın üzerine atladı. Hedefine ulaşamadan Çin Seddi gibi karşısına
elinde bir başka yastıkla Lay dikilince de bir nara atarak çatışmaya girdi. Bundan
sonra yastık tüylerinin ve pamuk parçalarının etrafta uçuşmasına sadece
dakikalar kaldığını, ellerine bir yastık geçirip başlayan kavgaya katılan
herkes biliyordu.
18. bolumle ilgili olarak benim tekrar kafam karisti bu baekhee baekhyun un kardesinin torunu gibi bir sey olmayacak miydi kiz cocuk yapmadan olduyse o zaman nasil olacak ki?
YanıtlaSilAh jongin im dertli yavrum, o sehun okuzu oyle emin olmasin bence kendisinden baekhee ve kai de super bir potansiyel cift görüyorum sehun bence kizdan hoslanmiyor bile sadece saplantili bit manyak gibi davraniyor.
onlar odada dramin dibinr vururlarken salonda yastik savasi da epey ironik olmus hani ne desem bilemedim gercekten