– 17 –
“Ben yatmaya gidiyorum, tam uyku havası.” Diyerek oturduğu
yerden kalktı Hanna. Baekhyun ve Chen, yere renkli boyayla çizilmiş yuvarlaklar
ve Sekyung’un eseri olan el yapımı bir çarkla başlayan bir twister turnuvasının
ortasındalardı; üçüncü raundu oynuyorlardı ve başta ölümüne komik olsalar bile
bir yerden sonra sıkıcılaşıyordu.
“Ben de geleyim!” diye oturduğu koltuktan fırladı Luhan,
Hanna koltukların arasından sıyrılıp merdivenlere yönelirken.
“Nereye gidiyorsunuz; daha turnuva bitmedi!” diye seslendi
Baekhyun, Chen’in altında kısıldığı tuhaf pozisyonu korumaya çalışarak.
“Sorun değil, hayatım, senin onlarla ilgilenmeye vaktin yok
zaten.” Dedi Chen yumuşakça. Baekhyun becerebildiği kadar geri çekildi.
“Sol ayak maviye.” Dedi Chen, sırıtışı yavaşça genişlerken.
Baekhyun umutsuzca etrafına bakındı.
“İyi de bu fiziksel olarak mümkün değil ki!” diye isyan etti
sonra. Gerçekten de, eğer ayağını mavi yuvarlağa koymak istiyorsa bacaklarını
neredeyse yere oturacak kadar açması gerekecekti. Hanna aralarında hiçbirinin o
kadar esnek olduğunu zannetmiyordu. Maçın sonucu belliydi. Kız gülerek arkasını
dönüp merdivenlere yöneldiğinde – ki hemen arkasındaki Luhan dışında kimse ona
dikkat etmemişti – ortamdaki heyecan üst seviyedeydi.
Duruma çok aldırmadan üst kata çıktı Hanna. Odaya girdi, Luhan’ın da onu takip ettiğini
bildiğinden kapıyı açık bırakıp içeri yürüdü. Arkasından kapının kapanma sesini
duyduktan iki saniye sonra omuzlarına iki sıcak, güçlü kol dolandı.
“N-ne yapıyorsun sen?” diye kekeledi Hanna, kızararak. Luhan
cevaben çenesini kızın omzuna dayadı ve onu kendine doğru sıkıca bastırdı.
Hanna kalbinin teklediğini hissedebiliyordu. “Luhan!”
“Hm?” dedi çocuk tatlı tatlı; sesi kulağının dibinden gelir
ve nefesi çenesini gıdıklarken Hanna onunla konuşmak istediğine pek de emin
değildi.
“Tam olarak ne yapıyorsun şu an?” dedi, bu sefer
kekelememeyi başararak.
“Tam olarak hoşlandığım kıza sarılıyorum, şu an.” Diye
mırıldandı çocuk. Hanna, eğer böyle bir şey hala mümkünse, daha da kızardığını
hissetti. Söyleyecek bir şey bulamıyordu; ama Luhan konuşmaya devam edince buna
pek gerek olmadı. “Sahi, sen bana bir cevap vermemiştin, değil mi? Aşağıdan
Baekhee yaygarayı basınca havada kalmıştı biraz. Senden çok hoşlandığımı hala
hatırlıyor musun?”
Hanna dudağını ısırıp anlamsız birkaç ufak ses çıkararak
Luhan’ın kıkırdamasına neden oldu. Gencin dudaklarını yanağında hissettiğinde
Hanna gerginlikten öleceğini düşündü.
“Çok tatlısın.” Dedi Luhan, Hanna’ya ufak çaplı bir kalp
krizi geçirterek. “Madem hatırlıyorsun, o zaman sorabilirim. Sen de benim gibi
hissediyorsan kız arkadaşım olur musun?”
Hanna ellerini Luhan’ın kollarının üzerine koyup bir süre
nefes alabilmek için bekledi. Arkadaşlık ilişkilerinde iyiydi; ama iş duygusal
fasa fisoya geldiğinde o kadar geriliyor, o kadar heyecanlanıyordu ki, şimdiye
kadar kimseyle bu kadar yakın olana kadar ilerleyememişti. Bir şekilde hep daha
başlamadan bir yerinde kesip arkadaşa bağlıyordu ilişkilerini. Ama şimdi
farklıydı; bu sefer farklıydı. Bu sefer, çıldırmış gibi düzensizce atan
kalbine, alev saçan yanaklarına ve oksijensizlikten yanan ciğerlerine rağmen
devam etmek istiyordu. Belki de bu kadar korkmamaya başlamak için bu harika bir
fırsat olacaktı; ya da belki karşısındaki, kaderindeki genç adamdı.
Kısa süre sonra Luhan’ın kollarını kavrayıp çekti Hanna.
Genç kızı bırakırken reddedilmeyi bekliyordu; arkasını döndüğünde kız bunu
Luhan’ın yüzünden rahatlıkla okuyabiliyordu. Sanki cevabını çoktan almış gibi
yüzüne yerleşen hayal kırıklığı öylesine barizdi ki Hanna genci bağrına basmak
istemişti. Bunun yerine hafifçe kıkırdadı, Parmak uçlarına kalktı ve
dudaklarını korkakça gencin sıcak, yumuşak dudaklarına bastırdı.
Luhan’ın yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi; ama kolları
Hanna’nın ufacık beline dolanırken bu sadece bir an süren bir hayal gibi
kayboldu. Genç kızın öpüşüne karşılık verirken gözleri kendiliğinden kapanmıştı
ve buna rağmen gözlerinin önünde renkli baloncuklar ve gökkuşakları uçuşuyordu.
Saçlarının yumuşaklığı parmaklarını okşarken Luhan kızı kendine doğru çekti ve
aralarındaki zaten azıcık olan mesafeyi tamamen kapattı. Kızın kolları
göğsünden kayarak boynuna dolandığında ürperdi, parmakları saçlarına dolandığı
zamansa hafifçe iç çekti. Hayatında hiçbir kız onu öpmemişti ve daha önce
öptüğü kızların hiçbiriyle böyle hissetmemişti: sanki sonsuza dek böyle
kalsalar yetmeyecekmiş gibi. Zihni karıncalanıyor, başı dönüyordu; ama etrafı
kızın yumuşacık kokusuyla sarılıyken bu bayılmaktan çok uçmak gibi bir duyguydu.
Hanna elini Luhan’ın saçlarından ayırıp geri çekildiğinde, o
hissi saklamak ister gibi gözlerini hala açmamış, dudakları yarı aralık
Luhan’la burun burunaydı. Dudağını ısırıp sessizce gözlerini açmasını beklerken
genci bir daha, bir daha öpmemek için kendini zor tutuyordu. Luhan’ın dudakları
sarhoş ediciydi ve eğer onu öpmek bir içki olsa, Hanna alkolik olabilirdi.
“Bunu evet olarak alıyorum.” Dedi Luhan boğuk bir sesle,
gözlerini açarken. Hanna elinde olmadan kıkırdayıp bir gülümsemeyle kıvrılan
gül rengi dudaklarına bir öpücük daha kondurdu.
“Başka ne olabilirdi ki?”
“Bilemiyorum…” dedi Luhan, muzip bir gülümseme takınarak,
“Beni öptükten sonra üzgünüm, bu bir veda öpücüğüydü, ben aslında Bay Ayı’yla
nişanlıyım, diyebilirdin.”
Hanna elinde olmadan bir kahkaha attı ve dev ayıcığın
durduğu yere bakarak konuştu: “Sen de duydun mu, Bay Ayı? Bu pabo hala bizim
bir açık ilişki içinde olduğumuzu öğrenememiş.”
Luhan homurdandı; sırıtarak dönüp gence baktığında Hanna
Luhan’ın yüzünde sevimli bir somurtmayla kamufle edilmiş, ciddi olabilecek bir
kıskançlık gördüğünü sandı.
“Kendi ayımla ilgili daha önce hiç suikast planı
yapmamıştım; ama sanırım kendi peluşlarımı bile boğazlayabilirmişim.”
Hanna ufak çaplı bir gülme krizine girerken kapının önünden
geçen Baekhee, bu saatte arkadaşına bu kadar komik gelen şeyin ne olduğunu
merak ediyordu. Yine de içeri dalmamayı tercih etti. Şu anda içeride olduğuna
neredeyse emin olduğu Luhan’a sinir olmayı kaldıracak bir ruh halinde değildi ve
acilen Kai’yi bulması gerekiyordu. Bunun için bir bahane bulması da gerekiyordu
tabi; ama bu evde herkesin yapışık ikiz gibi dolaştığı birileri vardı sonuçta.
Dönüp “canım istedi, size ne” dese kimse sesini çıkaramamalıydı. Ha çıkaran
olursa Baekhee parmaklarını kıtlatıp bahsi geçen talihsiz kişiye hiç düşünmeden
dalabilirdi. Böylece Kai’yle konuşmak için bir bahanesi de olurdu:
sakinleştirilmek.
Saçlarından damlayan suları silmeye zahmet etmeden
merdivenlerden indi; ama karşısına çıkan saçma sapan sahneyle kafasında dönen
karanlık milleti dövme fantezilerini bile unutarak donakaldı. Kim bilir kaçıncı
yüzyıldan kalma bir evde, dinozorlar kadar yaşlı insanları – hatta hayalettiler
– el yapımı bir twister oynarken görmeyi beklememişti haliyle. Oynayanların Chen
ve Tao olması, Tao’nun şu anda tuhaf bir bacak açma pozisyonunu koruyarak yere
neredeyse uzanıyor olduğu ve Chen’in, yengeç gibi, Tao’nun tepesinde bir yay
çizdiği gerçeğiyse durumu daha da saçma yapıyordu.
“Bu nasıl bir manyaklık, tam olarak?” dedi, kaşlarını çatıp
gözlerini de ardına kadar açmış yaklaşırken. Sekyung, gülmekten gözlerinde
biriken yaşları silerek ona baktı.
“Benim fikrimdi; ama gel izle. Yemin ediyorum bütün sinirini
atarsın!” dedi kız gülerek. Baekhee şüpheyle bir Sekyung’a, bir de bulundukları
tuhaf pozisyondan ona bakmaya çalışan twister oyuncularına baktı.
“Siz bu hale nasıl geldiniz acaba?” dedi, başını yana yatırıp.
“Onlar gelmedi aslında Tao benim yerime geçip kaldığım
yerden devam etti. İçerisi kesinlikle dışarıdan göründüğü gibi değil.” Dedi
Baekhyun, oturduğu yerden. Bir yandan da bacaklarının iç taraflarını ovmaya
çalışıyordu.
“Harabeoji halinle bacak açmaya mı çalıştın sen?” diyerek
tek kaşını kaldırdı Baekhee. Baekhyun pişmiş kelle gibi sırıtınca vereceği cevabı
duymaya ihtiyacı kalmamış oldu.
“Tao, sağ el yeşile!” dedi Chanyeol, neşeyle tepinen Rian’ın
yanındaki yerinden. Tao sağına soluna baktı, poposunu dikkatle yere koyup sağ
elini kaldırdı ve gövdesini kedi gibi döndürerek boş bir yeşile uzanmaya
çalıştı. Baekhee bunun nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalışarak izledi.
“Ama bu haksızlık! Bu şeyde kemik yok ki; nasıl yeneceğim
ben onu?!” diye isyan etti Chen, Tao sonunda elini yerleştirdiğinde. Öncekinden
daha da tuhaf bir pozisyonda durmakta olan Tao yukarı, Chen’e yarım bir sırıtış
gönderdi.
“Alttayım diye uysal olacağımı mı sanmıştın, oppa?” dedi, neredeyse davetkar bir
sesle. Chen’in yüzüne aniden yerleşen burnunun altında pislik varmış ifadesi
Baekhee’yi bile güldürmüştü.
“Beni kışkırtma, kung-fu panda; vallahi Kris bile tutamaz.”
Dedi Chen, Tao pis pis sırıtınca.
“Sekyung tutar ama.” Dedi pişkince.
“Bilemiyorum, izlemeyi tercih edebilir.” Diye Chen kıza
kaçamak bir bakış attığında Baekhee bu ortamda daha fazla kalamayacağına karar
verdi – aslında tam onun kendini evinde hissedeceği bir ortamdı; ama ruh hali şu
anda buna müsait değildi. Sekyung olmayan sakalını sıvazlayıp kaşlarını yukarı
aşağı dalgalandırırken dönüp Kai’nin odasının yolunu tuttu Baekhee.
Odanın kapısı kapalıydı ve içeriden ses gelmiyordu. Hanna, Luhan
ve Kai dışında herkes salondaki şamatayı izlemekte olduğundan içeride bir
başkası olmadığına emindi Baekhee. Yavaşça kapıyı tıklattı. Bir cevap
alamayınca, bu sefer daha güçlü biçimde yeniden tıklattı. Yine cevap gelmeyince
tedirgince sağa sola bakındı Baekhee. Sonra elini kapının kulpuna atıp yavaşça
çevirdi.
“Kai?” diye seslenerek başını içeri uzattı. Yanlış bir sahne
görmekten korkuyordu; ama tek gördüğü, yatağın kenarında yere oturup kollarını
dizlerine dolamış, başındaki havludan sadece ıslak saçları görünen, pijamalı
bir adet gençti.
“Jongin. Benim adım bu.” dedi Kai, başını kaldırmadan, sonra
burnunu çekti. Baekhee çabucak içeri girip kapıyı kapattı ve gencin önünde diz
çöktü.
“İyi misin?” dedi endişeyle, elini gencin koluna koyarak. Kai
başını kaldırıp sırılsıklam yüzünü pijamasının koluna silip burnunu tekrar
çekti. Gözleri kıpkırmızı ve şişti, burnu da tıkalı gibi ağzından soluyordu;
ama buna rağmen Baekhee’nin yüzüne ifadesiz bir biçimde bakabiliyordu.
“Fırtınalı havalardan nefret ederim.” Dedi, ağlamaktan
çatlamış bir sesle. Sadece bu sesi duymak bile Baekhee’nin içinin acımasına
yetmişti. Kai bir daha burnunu çekip iç geçirirken havluya uzanıp nazikçe
gencin saçlarını kurulamaya başladı. Kai gözlerini kaçırıp güldü. “Çok
zavallıyım, değil mi? Sana banyo yapmanı ve rahatlamanı söylüyorum; sonra gelip
burada tek başıma, bozuk musluk gibi…”
Baekhee sadece sessiz kalıp gencin saçlarını kurulamaya
devam etti. Kai bir süre sessizce gözlerini yere dikti, sonra başını kaldırıp Baekhee’ye
baktı. Kız, saçından damlayıp örgü hırkayı ıslatan sulara aldırmadan Kai’nin
saçlarını kuruluyordu ve hiçbir şey söylemiyordu. Bunu da muhtemelen sadece onu
sakinleştirmek için yapıyordu. Kai hafifçe gülümseyip Baekhee’nin elini
yakalayarak durdurdu. Kızın eli ellerinin arasından kayınca da başındaki nemli
havluyu alıp kızın başının üzerine attı. Baekhee şaşırmış görünse de Kai onun
saçlarını kurulamaya başlarken itiraz etmedi.
“Gerçekten çok zavallıyım; esas sıkıntıda olan sensin, yine
sen benimle ilgileniyorsun.” Dedi, havluyu nazikçe saçlarına sürterken.
“Kai-”
“Jongin. Benim adım Jongin.” Diye tekrar düzeltti Kai. Sonra
durup Baekhee’ye baktı. “Söyle?”
“Jongin…” diye mırıldandı Baekhee. Nedense bu çok özel bir
şeymiş gibi hissediyordu. Belki de evde hiç kimse ona Jongin diye seslenmediği
içindi. Genç gülümseyerek kurulamaya devam etti.
“Biliyor musun, biz böyle bir havada öldük… yani, ben ve ev
arkadaşlarım, hepimiz.” Diye anlatmaya başladı Jongin. “Böyle korkunç bir
fırtına vardı. Kış bahçemiz, paratonerimiz, motorlu arabamız; hiçbir şeyimiz
yoktu. Buraya iki atın çektiği bir arabayla geliyorduk, yanımızda bir haftalık
yiyecek getiriyorduk ve haftanın sonunda arabayı yeterince tuzlanmış av etiyle
dolu bir biçimde geri götürüyorduk. Senede en az iki kez gelirdik buraya. Baekhyun’un
ailesinin eviydi burası, önünde gördüğün bahçe aslında bir tarlaydı. İçinde büyük
büyük ebeveynler yaşardı ve her daim temiz, bakımlı tutarlardı burayı. Evin önünde
kahyanın karısının baktığı sümbüllerle begonyalar açardı. Mutfakta burada
çalışan ahalinin yaptığı dedikodu duyulurdu. Alt kattaki oda, merdiven
çıkamayacak durumda olan aile fertleri içindi. Diğer herkes üst katta yatar
kalkardı. Biz mecburen dışarıda çadır kurardık; ama bizim için ateş yakarlardı.
Hatta etrafına toplanır şarkılar söylerdik.”
“Kulağa çok hoş geliyor.” Dedi Baekhee, Jongin bir süre
sessiz kalınca.
“Öyleydi.” Diye iç geçirip gülümsedi Jongin, kızın saçını
kurulamayı bırakıp yeniden yatağa yaslanırken. “Kışın ama kimse olmazdı burada.
İş olmayınca aşağı inerlerdi. Kışın bazen biz gelirdik bir süre, kafamızı
dinlerdik. Yaşlılar “Tanrıların gazabı vardır orada, saygı gösterip dağı onlara
bırakmalısınız, sizi toprağın altındaki cehenneme gönderirler” derlerdi, güler
geçerdik. Ama sonra bir gün gerçekten oldu.”
“Nasıl?” diye korkarak sordu Baekhee, sessizlik bir daha
uzadığında.
“Bir fırtınada.” Dedi Jongin, bu sefer direk kıza
gülümseyerek. “Aynen bununki gibiydi. Evde kapalı kalmış, geçmesini
bekliyorduk. Zaman öldürüyorduk. Eve gitmeyi bekliyorduk. Yıldırımlar atları o
kadar korkutmuştu ki ipleri koparıp kaçmışlardı; arabayla beraber yaya
gidecektik ve güç toplamamız gerekiyordu. Ama biz yatarken dağın bütün toprağı
üzerimize yığıldı. Evle beraber tamamen gömülmüştük… sonra hiçbir şey olmamış
gibi, sanki tatilimiz daha bitmemiş gibi uyandık ertesi gün. Sanki ne fırtına,
ne de felaket vardı. Hatırlayan ben vardım, Sehun vardı, bir de Kyungsoo vardı;
ama diğer herkes normal yaşadığımızı düşünüyordu. Kabus gördüğümüze inandık. Ben
de öyle inanıyordum ve hayatıma devam ediyordum. Sonra bir gün…”
Jongin bir daha durduğunda Baekhee bu sefer bir şey sormaya
cesaret edemedi. Dalgınca boşluğa bakıp gülümseyen genci beklemekle yetindi. Bir
süre sonra Jongin sevgi ve hüzünle dolu bakışlarını Baekhee’ye çevirerek kızın daha
önce gördüklerinden çok daha gerçek, çok daha güzel ve içten bir gülümsemeyle
gözlerine baktı.
“Sana çok benziyordu.”
Exo style ilkel Twister ha! diyorum ki bunun sungmin vs. tao versiyonu izlenir. ama i dialoglar nedit haci orada d.o gibi kendini disi sanan bit masum insan evkadi var hayir yazik yani. kai yavrum seni o kadar seviyorum ki gakinda öldü gun veya sevip hi kavusamadigin bir dramin dibi hikâye yazabilirim sana malum ben sevdigim karakterlere eziyet etmeye baya bayılırım. hikayeleri ilgincmis allah o dagin belasını versin milleti yutup duruyorda kai hayaletken hayalet bir kiza mi asik oldu simdi neoldu??
YanıtlaSilsu hayatta taeyeon dan daha cok neyden nefret ederim biliyor musun cliffhanger
allah seni krisle bir yastikta kocatsin insallah
(beddua da son nokta)
sekyung yavrum siz bu chen le niyr her hikayede sapik bit ikilisiniz ben onu bir anlasam
son olarak sevgili hanna bulmussun elf gibi cocugu grcmis dtamini kadma ayak ustu kendini luhanin akisina birak
(ilginç tanimlama oldu O.o)
yani o kadar sevimlisiniz ki ne desem ben senin o anlik hayal kirikligini yerim yaaa
aslinda ben olayi cozdum biz oluncr cennete dustuk ve exo uyeleri de nuriler (erkek huri)
neyse kisa sure sonra geleceginden emin (!) oldugum bolumu bekliyorum
(evet bu açık bir tehdit)
hahah o diyalogları yazarken kendi çapımda yarıldım esas ben sırf onun için var neredeyse bu bölüm. araya da işte çok saçma olmasın diye hikaye akışını sıkıştırıyorum xD ve hayır kai hayalet bir kıza aşık olmadı; sonraki bölüm de çok açık olmazsa merak etme ben açıkmasını yapacağım <3 bedduada son noktaya da yarıldım löl ben onu aldatırım ki xD ve luhan bölümü ahhh luhan bölümü yazarken eridiğim o bölüm... <3 <3
SilLahretsin sekyung - chen ki onlara bitch couple diyecegim artık, abi çok zekisiniz tatlisiniz vs vs. Nedense bir ovesim geldi sizi. Luhan hanna ve bay ayı. ... hım ilginç bir aşk üçgeni tabi ama ben bay ayının tarafindayım tabi ki. Ah kaiiii jongintosum benim annnnneeeeeem bahtsiz bedevi yavrum. Öldüğünü bildigi halde bir kadına ya da Terminatör robota donusmemis saf ve temiz evladim her guzel olacak bak söz sana. Söz di mi ??!!! Ben bu kai ölmeden önce yamuklusu vardı sanıyordum ama ilginç tabi.... bekliyoruz
YanıtlaSilo couple'ı yemin ediyorum komedi unsuru için hikayede bulunduruyor olabilirim sadece xD ve soru: burada kadın d.o anladık da terminatör robot kim? söz mü değil mi o kısmısını bilemem bebeğim; ama yamuklusu ölmeden önceydi zaten, bölümü koyarsam inş. sen de oku öğren, ne demiş atalarımız??? oku oku oku! dur ya yoksa o başka bir şey miydi?
Sil