28 Ocak 2015 Çarşamba

Ego Savaşları - 4

Saya ikisine de birer dilim cheesecake verdi - eğer Baekhee ağlak bir bebek olsa neden Kyuhyun'un diliminin kendisininkinin iki katı boyutunda olduğu konusunda sızlanabilirdi. Ama bir şey söylemedi, bunun yerine yumuşak, leziz tatlısını çatallamayı tercih etti. Kyuhyun annesine tatlının ne kadar leziz, yumuşak ve harika bir kıvamda olduğuna dair övgüler yağdırmaya devam ediyordu ve annesi, bütün saflığıyla, hepsini yutuyordu.

"Anne, bir bardak su alabilir miyim?"

"Tabii. Sen de içecek bir şeyler ister misin?" diye geniş bir gülümsemeyle Kyuhyun'a döndü annesi. Baekhee homurdanma isteğini bastırmak zorunda kaldı.

"Şey evet, lütfen; bir bardak su alabilirim ben de." dedi nazik piç, gülümseyerek. Saya odadan çıkar çıkmaz Baekhee öfkeli gözlerini Kyuhyun'a dikti.

"Annemle flört etmeyi kesersen sevinirim." diye tısladı. Gence dik dik bakmaya devam etmek istemişti aslında; ama cheesecake'in çağrısı, o pisliğin meymenetsiz suratından çok daha çekiciydi. Kyuhyun kaşlarını çattı.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Ego Savaşları - 3

"Ve şimdi aşağı bastır..."

Kumaş gerildi, karşısındaki muhteşem kalçaları sararak harika bir manzara açığa çıkardı...

"Şimdi bekliyoruz..."

Manzara önünde durup onu sinir etmeye devam ediyordu; sadece bir tepki vermek, mümkünse saldırıp devirmek ve ortadan kaldırmak istiyordu kız. 

"Şimdi tekrar, sekiz defa." 

Ah, işte şimdi de hoplamaya başlamıştı. Hareketin ritmiyle, yukarı-aşağı, yukarı-aşağı. Bir erkeğin böyle kalçalara sahip olması bir günah olmalıydı. Ortalıkta sallanan gereksiz tek damla yağ yoktu ve muhteşem görünüyordu. Baekhee bacaklarının hareketle yandığını hissedebiliyordu; ama bu içindeki kıskançlığa kıyasla hiçbir şeydi. 

Sekiz kere daha. 

Kyuhyun döndü ve hareketi düzgün yaptıklarından emin olmak için gözleriyle grubu taradı. Baekhee çabucak gözlerin kaçırdı ve bütün bacaklarını kavuran yanma hissiyle yere devrilmemek için bakışlarını aşağı dikti - sanki bakarsa düşmezmiş gibi. Ama bedeninin bütün alt yarısını saran o yanma ve acı hissi sadece kötüye gidiyordu. 

"Minho, hareket sırasında karnını içine çekmeye çalış; sen de Baekhee." dedi Kyuhyun. Baekhee'nin ona fırlattığı öldürücü bakışları görmedi çünkü diğerlerine neyi yanlış yaptıkları hakkında sözel bir işkence seansına girişmişti. 

"Piç, ne zaman insana nazik davranacağı hakkında hiçbir fikri yok." dediğini duydu Baekhee Minho'nun. Gencin nefesleri biraz düzensizdi; ama squatları yapmayı bırakmıyordu. Baekhee gülmeyi başardı, ardından derin bir nefes aldı. Kyuhyun yeniden önlerine geçmişti; ama sınıfa sırtını dönmektense squatları onlara bakarak yapmayı tercih etti. Yüzü tamamen konsantreydi ve nefes alış verişlerindeki ritim otomatik olarak oluşmuştu. 

"Üç... iki... bir... şimdi dur ve aşağı bastır, ona kadar sayıyoruz." söyleneni yaptılar. "Şimdi ayağa kalk ve sık." 

Baekhee dümdüz ayakta durduğuna hiç bu kadar memnun olmamıştı, kalçasındaki kaslar otomatik olarak kendi kendilerine kasıldılar.

"Tamam, şimdi olduğumuz yerde koşuyoruz, yirmiye kadar." 

Kyuhyun nefeslenmelerine izin vermeden hemen harekete başladı ve önündekilere de beklentiyle baktı. Bütün grup hareketi taklit etti. Baekhee ağzından derin derin nefes almaya çalıştı; ama bu zordu. Neredeyse bir saattir çalışıyorlardı ve her zamankinden çok daha stresliydi. Kyuhyun normalde onları otuz dakika kadar çalışmaya hazırladıktan sonra aletlere yollardı; ama bugün nedense aşırı ağır egzersizlerle sonsuza kadar çalıştırma konusunda ısrarcı gibiydi. Baekhee hareketi yaparken biraz sarsaktı ve birkaç defa Minho'ya çarptı; ama Minho önemsememiş gibiydi. 

"Ve yirmi. Şimdi de biraz yoga hareketleriyle esneyeceğiz." 

Baekhee çalışma arkadaşlarının homurtularını duyabiliyordu; ama kimse açık açık isyan etmedi. Bunun yerine sadece Kyuhyun'u dinlediler. Esneme sadece beş dakika sürdü ve az önceki ağır egzersizin bıraktığı gerginlikler ve hassas noktaları rahatlattıktan sonra bıraktılar. 

"Pekala millet, bugünlük bu kadar yeter."

Kyuhyun'un sözleri sanki bir kuklacı kuklalarının ipini kesmiş gibi bir etki yarattı. Herkes kendini yere bıraktı; spor manyağı Sungmin bile somurtup bacaklarını ovuşturuyordu. 

"Öf be, hiç bitmeyecek sandım!" dedi birisi Baekhee'nin arkasından. Kyuhyun sınıfını eğlenerek izliyordu. Baekhee'nin bakışlarını yakaladığında ona davetkar bir biçimde göz kırptı. Baekhee'nin gözlerini devirecek kadar bile enerjisi yoktu, sadece başının önüne sarkmasına izin verdi ve boş boş halıya baktı. 

"Pekala..." diye başladı Kyuhyun; birisi homurdanıp birkaç küfür savurdu. 

"Kyuhyun, lütfen bu çalışmanın ardından bir de aletlere geçmeyeceğimizi söyle." dedi Sungmin şok içinde, su şişesini yanağına yaslamış serinlemeye çalışıyordu. Şeytani antrenör pis pis sırıttı; ama başını iki yana salladı. 

"Bugün değil. Ama yarın benim yokluğumda hepinizden o aletlerde sanki ben varmışım gibi çalışmanızı istiyorum." 

Yokluğunda mı? Baekhee başını kaldırmak için bir yerlerden biraz kuvvet buldu ve Kyuhyun'a içten bir merakla baktı. Yarın burada olmayacak mıydı? Bununla ilgili kafasını deşmeye başladı; mutlaka bir şeyler biliyor olmalıydı. Elbette daha önce bundan bahsetmiş olması gerekiyordu. 

"Ne demek, yokluğunda? Yarın gelmiyor musun?" dedi Minho. 

"Hayır. Aslında size önceden söylemeyi unuttum; ama sonra sonuçta fark etmeyeceğini düşündüm. Yarın gelmek için fazla meşgul olacağım, bu yüzden hepiniz bu aletlerde yarım saat çalışacaksınız - Baekhee sen kırk beş dakika çalışacaksın." dedi tombul kıza bakarak, karşılığında bir orta parmak aldı. "Esnemek isterseniz bu alan ben yokken de bir yere kaçmıyor.Sadece... kaytarmayın, tamam mı? Hepinizle konuşuyorum şu anda Baekhee." 

"Ben kaytarmıyorum!" dedi Baekhee, isyanla. 

"Ama istiyorsun. Yani demem o ki, fırsattan istifade performansını bozma sakın. Yakında seni tekrar tartacağız, bu sefer en az iki kilo vermiş olmanı bekliyorum." dedi Kyuhyun. İki kilo mu? Baekhee o günden beri en az bir düzine şekerli kurabiye götürmüştü. Pazar küçük kuzeninin doğum günüydü! Ne yapsaydı? Teyzesinin yapmak için o kadar uğraştığı şeylerden yemese miydi? Hiç sanmıyordu! Hem iki kilo çok fazla bir beklentiydi. Kafasını sakin tutmak için Kyuhyun'un yorumunu yok saymaya karar verdi, bir kilo daha verse yine her şey fıstık gibi olurdu. 

"Ben ciddiyim Baekhee. İki kilo vereceksin, yoksa evine gelip annenle konuşmam gerekir." diye tehtit etti Kyuhyun. Sınıfın kalanı Kyuhyun'un aptal bir şaka yaptığını düşünerek sadece gülmekle yetindi; ama Baekhee donakaldığını hissetti. Sonra Kyuhyun'un nerede oturduğunu bilmesinin imkansız olduğunu hatırladı. Sırıtarak kahkahalara katıldı. Antrenör gözlerini kısarak baktı, dudaklarında yavaşça şeytani bir gülümseme belirdi. 

"Sadece seni korkutmaya çalışıyor." dedi Minho, Baekhee'yi hafifçe dirsekleyerek, "Aynen devam et sen, elbet bir gün sonuç alırsın." 

Baekhee bu sözlerle biraz daha rahatlamış hissederek başıyla onayladı. Minho da yeni başlamıştı - tamam, bu tam olarak doğru sayılmazdı. Geçen sene derslere katılmış ve üç ayda tam on kilo vermişti. Sonra kilosunu kendisi koruyabileceğini düşünerek bırakmıştı. Ama göbeği büyümeye ve kolları kalınlaşmaya başlayınca o da kendini tekrar burada bulmuştu. 

"Ve sen." dedi Kyuhyun, Minho'yu işaret ederek, "Hanna dersten sonra seni görmek istediğini söylüyordu. Muhtemelen odasındadır."

Minho başıyla onayladı. Kyuhyun'un keskin bakışları Baekhee'nin üzerinden kayıp bütün sınıfta dolaştı, sonra gelip yeniden tombul kızın üzerinde durdu. Baekhee güvensiz hissederek titredi, bir ders bitiminde Kyuhyun ona böyle baktığında hep hissettiği gibi. Kyuhyun, Sungmin, Jonghyun gibi diğerleri spor yaparken fazla terlemezdi; ama dünyada her tarafa kırık bir yangın musluğu gibi su fışkırtan terleyici cins de vardı. Ne yazık ki Baekhee onlardan biriydi ve kesinlikle spordan soğumamış ve terliyken seksi göründüğünü söyleyemezdi. 

Kyuhyun bunun hakkında ona utandıracak bir şey söylemedi, Baekhee oldukça müteşekkir oldu. Antrenörün kaba, istenmeyen, nezaketsiz yorumlarını dile getirme şekli ya herkesin onunla beraber kahkahalarla gülmesine, ya da Baekhee'ye sempati dolu bakışlar atmasına neden olurdu. Antrenörü bu sefer ona gülümsedi ve odanın diğer köşesine gitmeden önce ona çabucak bir kere daha göz kırptı. 

Aslında Kyuhyun'un ona beyinsiz bir cinsel obje gibi davranması bir çeşit iltifat gibiydi, çünkü Baekhee kendini oldukça itici buluyordu; bu yüzden Kyuhyun'un flörtlerinde olumlu bir taraf vardı. Yine de biraz rahatsız ediciydi ve Baekhee bazen kendini bulduğu bütün bezler ve kumaşlarla kapasa mı yoksa aadece Kyuhyun ne tepki verecek görmek için striptiz yapmaya mı başlasa bilemiyordu.

Beyni kendisinin striptiz yaptığı bazı görüntüler oluşturdu ve Baekhee bunları oldukça rahatsız edici buldu. Şüphesiz Kyuhyun'un kendini manastıra kapatması için yeterli bir neden olurdu bu. 

***

Söz verildiği gibi ertesi gün harika bir biçimde Kyuhyun'suz bir öğleden sonra geçirdi ve Baekhee kendini egzersiz grubundaki diğer kişilerle sohbet ederken buldu. Sungmin ve Minho gelir gelmez kendilerini koşu bandına vurmuşlardı, Baekhee'ye muhabbet edecek Jonghyun, Vixen ve diğer iki ilginç insan kalmıştı. Bir tanesinin adının Zelo olduğunu öğrendi. Zelo incecik ve upuzun bir insandı; ama yine de spor salonuna gelip egzersiz yapmaya bayılıyordu, sadece Kyuhyun'un sınıfında değildi. 

Bu süre zarfında Baekhee aletlere hiç bakmadı, Jonghyun'un Alaska'ya olan seyahatinden anlattığı hikayeler çok daha ilgi çekiciydi. Bundan hemen sonra Zelo'yla Yu-gi-oh'tan Yami'nin mi yoksa Yu-gi-oh GX'ten Jaden'ın mı daha seksi olduğuna dair bir tartışmaya girdiler. Genç açıkça kördü çünkü orjinal her zaman daha iyiydi. Üstelik Yami daha popüler olmadan önce o diken diken, üç renk saçları efsane taşıyordu. 

"Ay Savaşçısı mı, Hırsız Jean mi?" diye daldı Vixen, cıvıldayarak. Baekhee onların ikisinin de bütün bölümlerini yüz kere izlediği için birazcık bile utanmıyordu. Sırıttı. "Ay Savaşçısı!" 

"Domuz!" dedi Hanna'nın sesi, gaipten. 

"Sensin o!" diye seslendi Baekhee; kızı görmeye çalıştı ama hiçbir iz bulamadı. 

Öğlenin kalan kısmını Zelo'yla muhabbet ederek ve yakınlaşarak geçirdi. Çok fazla ortak noktaları vardı ve Zelo'yla konuşmak çok kolaydı. Zamanını spor aletlerinde ter atmak yerine bir avuç fit, ince insanla muhabbet ederek geçirmesi oldukça aptalca ve ironikti. 

"Cadılar bayramı partisine kesinlikle bir çift olarak gitmemiz gerek!" diye şakıdı Zelo, spor salonundan çıkarlarken. Sadece düşüncesinin bile onu heyecanlandırdığı belliydi. Kafasını kaşıdı ve üzülerek acaba nasıl reddetse diye düşündü Baekhee; ama Zelo ne düşündüğünü anlamış olacak ki bacağına şakayla karışık bir tekme attı. "Öyle demiyorum be, aptal! Yani, Güzel ve Çirkin gibi, Alaaddin ve lambası gibi, kediyle köpek gibi. Yani birbirini tamamlayan kostümler seçmeliyiz. Şey, benimle o şekilde ilgilenmediğinin farkındayım."

"Oh- yani şey, eee, tamam o zaman." dedi Baekhee rahatlayarak. Hayatında daha önce kimseyi reddetmemişti, kırıcı olmadan nasıl yapılacağını bilmiyordu. Zelo'yla aralarında tuhaf bir soğukluk olmasını da istemiyordu. "Ama kesinlikle güzel ve çirkin olmaz. O kürklü kostümün içinde terden vıcık vıcık olmanı istemem." 

Zelo ona tek kaşını kaldırdı. "Ben zaten Güzel olmayı tercih ederdim. Çok havalı." dedi ve saçını savurduktan sonra Baekhee'ye dil çıkardı. Baekhee sevinçten ağlayabilirdi. Ruh çatlağını bulmuştu! 

***

Ertesi gün Kyuhyun'un dönüşüyle her şey eski halini aldı. Genç önceki gün ne yaptıklarıyla ilgili kimseyi sorgulamadı, herkesi nazikçe selamladı ve bunu yaparken yüzüne Baekhee'nin nefesini kesecek bir gülümseme yapıştırdı. Böyle özgürce gülümsediği zaman çok tatlı görünüyordu. 

Ondan sonra aletlere geçmeden önce ısınmalara başladı. Isınma bittikten sonra dağıldıklarında yenilerden bir tanesi eliptik bisikletle başlamaya kalktı ve Hanna gelip onu haşlayana kadar abuk sabuk hareketlerle çırpındı. Çocuğun adı Lawliet'ti, Baekhee kadar şişman değildi; spora gelmesini gerektirecek kadar kilolu olmaya yakın bile değildi. Çocuk soluk ve çöp gibiydi, spor salonunda ne aradığını anca Allah bilirdi. 

"Hey, Baekhee! Bebeğim benim!" diyen ses, Zelo kollarını etrafına dolamadan önce aldığı tek uyarıydı - yani en azından ne kadar sarabilirse. 

"Zelo, aşkım!" dedi ve Baekhee de gence sarıldı. Zelo tam bir çatlak gevezeydi, boş ve sessiz bir saniye bile bırakmıyordu; Baekhee başını sallayarak ve zaman bulduğunda cevap vererek hevesle dinledi. Konuşmanın ortasında kalçasına yediği sert bir tokat korku ve acıyla yerinden sıçramasına ve neredeyse düşmesine sebep olduğu zamansa başını hızla çevirdi; Kyuhyun'un koşarak uzaklaştığını görmek için tam zamanında bakmıştı. Antrenör artık boş olan bisikletleri işaret etti, gözleri açık ve net bir biçimde koca kıçını birinin üzerine koymasını söylüyordu. 

"Bu gerzek bir gün kıçımı dümdüz edecek." diye somurttu ve Kyuhyun'un vurduğu, hala sızlayan yeri ovuşturdu. Zelo Kyuhyun'a doğru gülümsedi ve sonra Baekhee'ye tekrar baktı. 

"Sadece seni gözetiyor. Tüm antrenörler müşterileri için en iyisini isterler. Bir gün kendini ona teşekkür ederken bulacaksın." dedi Zelo. Lawliet konuşmalarına katıldı; ama çocuk o kadar kayıptı ki Baekhee onun üye olup olmadığını merak etti. Koyu saçlı çocuk Baekhee'ye kartını gösterdi; onlara Hanna'nın öğrencilerinden biri olduğunu söyledi. Baekhee kaşlarını çattı. Hanna ona onu çalıştırmak için fazlasıyla dolu olduğunu söylememiş miydi? Kız bu yüzden Kyuhyun'a kalmamış mıydı zaten? 

"Batının Kötü Cadısı ortalıkta yok, ne yapmayı düşünüyorsunuz?" Lawliet hakkında bir başka tuhaf şeyse Hanna'ya Batının Kötü Cadısı diye hitap etmesiydi ki bu Baekhee'yi Hanna'nın yeşil derili ve sivri şapkalı bir sürü istenmeyen görüntüsüyle baş başa bırakıyordu. Lawliet'a uzaydan geliyormuş gibi baktı. 

"Niye ona öyle diyorsun ki?" diye soracak cesareti bulan Zelo oldu. 

"Kime?" 

"Hanna'ya." diye cevapladı Baekhee. 

Lawliet başını yana eğdi, baş parmağını dudaklarına bastırdı. "Hm. Söylemem." 

Baekhee Zelo'ya baktı, Zelo da gözlerini ona dikmişti. 

"Şey, biz sadece nedenini merak ediyoruz yani- AH! BU ACIDI! SİKİCEM AMA!" Baekhee tam kıçının ortasına isabet eden özellikle güçlü bir tekmeyle neredeyse kafasını tavana çarpacak kadar sıçradı. Tekmenin acısını bütün bağırsak sisteminde hissettiğine yemin edebilirdi. 

"Kıçını kaldır ve aletlere geç, on beş dakikan falan kaldı." dedi Kyuhyun, öfkeyle haykırma isteğini zar zor bastıran gözleri dolu bir Baekhee'ye dik dik bakarak.Genç uzanıp tekmelediği yeri nazikçe birkaç kere patpatladı. "Bunun için özür dilerim." 

Baekhee suratının ortasına sıkı bir yumruk geçirmek için hareketlendi; ama Kyuhyun lanet bir ninja gibi kaçmayı başardı ve geniş bir sırıtışla uzaklaştı. 

***

Cumartesi günkü tartı macerası pek de beklendiği gibi gitmedi. Henüz bir kilo vermiş olmanın sevinci tamamen kaybolmamış olsa da Baekhee cumartesi sabahı spor salonuna giderken biraz gergin hissediyordu. Okul ders çalışmak isteyen veya kütüphaneyi kullanan öğrenciler için hala açıktı; ama sınıfların olduğu ana bina kilitliydi. 

Kyuhyun günlük giyinmişti. Altındaki koyu, dar pantolon belinden biraz aşağı kayıyordu, üzerinde mat yeşil bir ceket vardı, altına da soluk mavi bir tişört giymişti. Saçları sanki daha yeni duştan çıkmış gibi biraz nemliydi, klimalı odada yüzü soluk görünüyordu. Soohee girişteki masasında değildi ve Hanna da ortalarda dolanmıyordu. Ortalık oldukça sessizdi ve Baekhee birden kendini keşke Zelo'yu da çağırsaydım diye düşünürken buldu. 

"Tüm günü sana ayıramam." dedi Kyuhyun, Baekhee'ye tartıya çıkmasını işaret ederek. Baekhee karşısındaki genci bu kadar kötü bir ruh haline sokanın ne olduğunu merak etti; ama kafasına takmadı, muhtemelen onu ilgilendirmezdi. Çantasını yere bıraktı ve güvenle tartıya doğru yürüdü. Üzerine çıktı, dümdüz karşıya baktı ve bekledi. 

"Yarım kilo vermişsin. Tebrikler, resmi olarak bir vakit kaybısın." eh, en azından biraz kilo vermişti. 

"Vakit kaybı mı? Vaktin için aylık ödeme yapıyorum." dedi Baekhee, takılmadan. Tamam, teknik olarak annesinin parasıydı; ama sonuçta ödeme yapıyordu. 

"Evet, tabi, görünüşe göre öyle." dedi Kyuhyun, elini saçlarından geçirdi. "Seni motive etmek için ne yapmam gerek? Çünkü anlaşılan egzersiz yaptırmak ve diyetini değiştirmek işe yaramıyor." antrenör gözlerini kıstı, "Tabi bu  işi ciddiye almayıp yalnız kaldığın her seferinde abur cubura abanıyorsan o başka bir hikaye." 

Baekhee kendini işaret etti. "Kim, ben mi? Hayır, asla, yani imkanı yok, ben neden-"

Kyuhyun'n bakışı sadece daha sertleşip yoğunlaştı. Baekhee gözlerini kaçırabilmek için beynine yalvardı. Sanki cehennemin en derin çukuruna bakmak gibi bir şeydi bu, sadece saf karanlıktı ve soğuktu... çok soğuktu. Sonunda kekelemeye başladı, çözüldü ve başını öne eğerek itiraf etti. 

"Yarım kilo ha?" dedi Kyuhyun, inanamazca, "Bir haftalık ağır egzersiz ve sadece yarım kilo mu verebliyorsun?" 

Baekhee sadece yere bakmaya devam etti, parmaklarıyla oynayıp Kyuhyun'un onu serbest bırakmasını bekledi. Eve gidip kendisine acımalı, çikolatalı kurabiyeler ve kaymaklı dondurmayla kendini teselli etmeliydi. Kyuhyun iç geçirdi. 

"Bak ben, yani ben ve birkaç arkadaşım daha, plaja gideceğiz. Aktivite günü gibi bir şey. Sen- sen de gelsene? Egzersiz yapmak gibi olacak, sadece muhtemelen daha eğlencelisinden." dedi Kyuhyun. Baekhee bunu hazmetmeye çalıştı. Kyuhyun az önce onu arkadaşlarıyla dışarı mı çağırmıştı? Hem de plaja! İşte şimdi dünyanın sonu gelmişti. Baekhee'nin gözleri Soohee'nin masasının karşısında duvara asılı televizyona takıldı. Acaba şimdi CNN'i açsa gökten yağan taşların insanların kafasını yararak bir trajediye neden olduğuyla ilgili bir haber duyar mıydı?

"Sen de beni davet ediyorsun demek. Neye?" 

"Az önce söylemedim mi ben sana? Aktivite günü gibi bir şey işte. Arkadaşım Changmin, onu tanıyorsun değil mi?" dedi Kyuhyun. Baekhee başıyla onayladı. "Ailesi Raito plajında eğlenceli bir gün ve yarışma sporları gibi bir şeyler düzenliyor. Bunların çoğu da voleybol, amerikan futbolu, üç bacaklı koşu gibi şeyler, Min'in bayıldıklarından."

Kyuhyun'un bahsettiği her şeyin arasından Baekhee sadece büyülü kelimeleri duymayı beklemişti: bir de beleş yemek.

"İğrenç. Yemin ediyorum acıktığın zaman suratındaki ifade sanki boğulacakmışsın ya da kalp krizi geçirecekmişsin gibi görünüyor." dedi Kyuhyun. Baekhee anında aklını topladı ve Kyuhyun'a pis bir bakış attı.

"Eğer gitmeye karar verirsem şu bahsettiğin... aktivitelere katılmam gerekecek mi?" dedi şüpheyle. Kyuhyun gözlerini devirdi.

"Tabii ki, yarım akıllı! Seni davet ediyor olmamın tek sebebi bu. Zaten muhtelen bütün hafta sonu tembellik edip tıkınmayı planladığından en azından biraz açık havada egzersiz yapmanın senin için iyi olacağını düşündüm." dedi Kyuhyun. Baekhee, yine suçlu ve utanmış hissederek, boğazını temizledi.

"İyi, peki tamam, ben... benim yanımda hiç uygun kıyafet yok." dedi Baekhee. Antrenörü Baekhee'nin arkasına yürüdü ve bisikletlerin birinin arkasından çantasını aldı.

"Sorun değil; seni eve bırakır, üzerini değiştirmeni beklerim." dedi genç. Kyuhyun'un onu evine bırakması fikri çok rahatlatıcı sayılmazdı. Eğer onu biraz tanıyorsa Kyuhyun'un arabasına binip onunla kavga edebilir ve sonunda da Kyuhyun bir uçurumdan aşağı sürebilirdi. Etrafta pek fazla uçurum olduğu da söylenemezdi; ama... kim bilir? Belki de ölmek için tam zamanında bir tanesine denk geliverirlerdi.

"Şey, peki."

"Bayağı uzun sürdü. Ne, seni taciz edeceğimi falan mı düşündün?" Kyuhyun'un sesi kulağa o kadar iğrenmiş geliyordu ki Baekhee'nin ona gözlerini kısmaktan başka seçeneği yoktu. Sertçe gence döndü. 

"Yani bütün o göz kırpmalar ve kıç yoklamalardan sonra insan seninle yalnız kalmaktan bile korkar hale gelebilir. Oldukça sapık sayılırsın." dedi Baekhee. Kyuhyun resmen Baekhee'nin ağzına girecek kadar dibine geldi.

"Ah ama bak, işte buradayız... koca spor salonunda tek başımıza. Şimdi seni şuradaki aletlerden birinde kıstırıp çığlık atmanı sağlamam hiç de zor olmazdı." dedi Kyuhyun, sözlerinin doğruluğunu kanıtlar gibi Baekhee'nin yanağını tek parmağıyla okşadı. Baekhee geri çekildi ve Kyuhyun'u itmek için ellerini kaldırdı.

"Sanki hiç hayal etmemişsin gibi davranma şimdi." dedi sadece Kyuhyun dalga geçer bir sesle ve arkasını dönüp yürümeye başladı. "Beni izle."

O tek anda uzanıp aralarındaki mesafeyi kapatarak dudaklarını birleştirmemek Baekhee'nin sahip olduğu bütün gücünü almıştı. Kyuhyun flörtü abartan bir insan olabilirdi; ama Baekhee karşısına dikilip aynı onun yaptığı gibi tepki verirse ve o flörtlerinin arkasını getirmek için gence meydan okursa Kyuhyun o zaman ne yapardı?

Kyuhyun açıkça gey olduğunu söylemişti ve bariz bir biçimde kızlara yem atmak hoşuna gidiyordu. Eğer Baekhee biraz daha dobra olsaydı Kyuhyun'a ateşle oynadığını söylerdi; ama oldukça utangaç bir kız olduğundan şimdilik avantaj Kyuhyun'daydı. Baekhee'yi heyecanlandırabiliyordu; ama asla göz ziyafeti olmaktan daha öteye gidemezdi. Götoş, "arkadaş" sıfatını almayı bile hak etmiyordu. Baekhee'yi "eğlenceli bir gün" için davet etmiş olabilirdi; ama bu onları herhangi bir şekilde arkadaş kategorisine sokmaya yeterli değildi.

Baekhee'nin evine giden yolda konuşmadılar. Kyuhyun'un Audi'sinin harika bir GPS sistemi vardı; Baekhee sadece gideceği yeri işaretlemek için ekrana dokunuyordu ve Kyuhyun zamanını mekanik kadın sesinin yönergelerini dinlemekle geçiriyordu. 

Sonunda Baekhee'nin evinin önüne geldiklerinde araba kaldırımın kenarında durur durmaz kız çabucak arabadan çıktı; ama arkasından bir kapı açılıp kapanma sesi daha duydu. Kyuhyun, oldukça kendini beğenmiş bir tavırla ellerini ceplerine sokmuş onun peşinden geliyordu.

"Nereye geldiğini sanıyorsun? Seni evime gelmen için davet etmedim." dedi Baekhee; ama çoktan bahçeye girmişlerdi ve annesinin mavi Nissan'ı evin önündeydi. İç geçirdi. Baekhee sabah evden çıkarken annesi de manavdan bir şeyler almak için onunla birlikte çıkmıştı; ama görünüşe göre çoktan işini bitirip eve gelmişti. Kyuhyun omuz silkti.

"Susadım." dedi genç, Baekhee'nin yanından geçti; daha kız ona durması için bağıramadan hızlı adımlarla park alanını geçmiş kapıya varmış, zili çalıyordu. Baekhee kapının açılıp annesinin Kyuhyun'u nazikçe karşıladığını duyduğunda elini hızla suratına vurdu.

"Merhaba hanımefendi, ben Cho Kyuhyun; Baekhee'nin antrenörüyüm." dedi genç. Baekhee sadece Kyuhyun'un kafasının arkasına, o yumurta şekilli cisim peruk takmış bir balonmuş da Baekhee onu bakarak patlatabilirmiş gibi dik dik bakıyordu. Kyuhyun'un tüm derdi olgun ayaklarına yatarak annesini etkilemekti.

"Onu boşver anne, o sadece manyak bir satıcı..."

"Baekhee, lütfen, abartmayı bırakır mısın?" dedi annesi, onu nazikçe de olsa haşlayarak; "Özür dilerim, Bay Cho..."

"Lütfen, bana Kyuhyun deyin. Eğer Baekhee sizin onun annesi olduğunuzu söylemeseydi ablası olduğunuzu düşünürdüm." dedi genç ve utangaç bir kıkırtı çıkardı, "Oldukça genç gösteriyorsunuz."

Şu piç, şerefsiz, uyuz, pezevenk İBNE! Annesiyle de mi flört edecekti, gerçekten?! Üstelik annesi onu durdurmak için hiçbir şey yapmıyordu! Bütün o liseli ergen kıkırtılarını gururuna nasıl yedirebiliyordu bu kadın?!

"Ah bay- yani, Kyuhyun, bütün kızların aklını başından alıyor olmalısın. Lütfen içeri gel." diyerek annesi kenara çekildi ve tırsınç sapık vampirin içeri girmesine izin verdi.

"ANNE YAPMA! Şimdi her istediği zaman girebilecek bir de..."

"Baekhee, somurtmayı bırakır mısın?" diye homurdandı annesi şakayla ve uzanıp kızının yanaklarını sıkıştırdı. "İçeri gel, ben de şu geçen gün bulduğum az yağlı cheesecake tarifini deniyordum. Düşündüm de, bir dilim denemek isteyebilirsin."

Ah, Baekhee anneciğine bayılıyordu!

"Kyuhyun sen de bir dilim ister misin?"

Ama kahretsin ki insanlara haddinden fazla güvenebiliyordu.

"Buranın bu kadar güzel kokmasına şaşmamalı. Bir de az yağlı mı? Gerçekten harika bir annesiniz. Onun rahat hissetmesini sağlayarak diyetinde Baekhee'yi destekleyebildiğiniz için çok mutlu oldum. Sizin gibi ebeveynlere hayranım." dedi Kyuhyun. İltifat üzerine iltifat... üstelik Baekhee annesi bütün bu iltifatları hiç şüphe duymadan su gibi içerken izlemekten başka bir şey yapamıyordu.

"Aslında benim sana teşekkür etmem gerek. Baekbaek'imi bu egzersiz programına sokabilmen mucize yaratmak gibi bir şey. Genelde pes edip bırakır; ama bir kilo verdiği haberini yetiştirmek için eve geldiği zaman suratını görmeliydin. Ağzı kulaklarına fiyonk olmuştu."

O kadar da sevinmemiştim... diye düşündü Baekhee huysuzca.

"Sadece hala benimle olduğu için mutluyum. Onun için zor olması gerektiğini biliyorum ve muhtemelen zaman zaman ona daha kolay şeyler yaptırmamı istiyor; ama-"

"Evet tabi Kyuhyun, her şey ulaşacağım sonuç için, biliyorum." diye gencin söylevini kesti Baekhee, bunu daha önce defalarca duymuştu. Annesinin bakışları ikisinin üzerinde dolaştı.

"Birbirinizin cümlelerini tamamlıyorsunuz, ne kadar da tatlı." dedi kadın. Baekhee'nin gözleri fal taşı gibi açıldı.

"Tatlı mı? Sadece sana bunu daha önce de duyduğumu göstermek istemiştim!"

"Gerçekten de tatlı, değil mi? Pofuduk pembe yanakları, ayy hele bir de somurtunca!" dedi Kyuhyun, oturduğu yerde dikleşerek.

"Aman aman, o somurtmayı hiç sorma! Onun üzerinde kreşten beri çalışıyor. Bütün öğretmenlerinin aklını başından alırdı."

"Buna inanırım işte. İzlemesi eğlenceli olmalı." ikisi birbirlerine gülümsediler.

"İşte benim kızım, her zaman bir çapkındı." dedi annesi. Önünde dedikodusu yapılmakta olan tombul kız kollarını kavuşturup ikisine de pis pis baktı.

"İkinizden de nefret ediyorum." diye tısladı sonunda. Annesi gülerken Kyuhyun her zamankinden daha da kendini beğenmiş görünüyordu. Ah o piç kurusu bunu çok kıymetli toplarıyla ödeyecekti.

"Şimdi, o dilimi istiyor musun?"

"Evet, ve çok teşekkürler Bayan Lee." dedi Kyuhyun. Annesi mutfağa giderken yolda durdu ve arkasına baktı.

"Bana Saya de."

Baekhee homurdandı ve kendini koltuğun minderlerinin üzerine yüz üstü bıraktı. Şimdi bir de iyice kanka olmuşlardı!


18 Ocak 2015 Pazar

Ego Savaşları - 2

Baekhee "spora" başlayalı sekiz gün olmuştu ve ilk kez bugün tartılacaktı. Kyuhyun Baekhee'nin bugünü takvimine yazdığından emin olmuştu. O piç istediği zaman tam bir zalim kölecibaşı olabiliyordu; ama saatler geçtikçe Baekhee kendini gittikçe daha gergin hissediyordu.

Ya hiç kilo vermediyse? Eskisinden farklı hissetmiyordu...

Öğretmeni yok sayarak Baekhee öne eğildi ve alnını sırasının soğuk ahşabına dayadı. Ya sadece kilo aldıysam? Farkına varmıştı ki Kyuhyun kinci, cadaloz bir çavuş olabilirdi; ama aynı zamanda Baekhee'nin daha yeni başladığını dikkate alarak bir çok çalışma hareketinin daha basit şekillerini yapmasına izin veriyordu.

"Şişkocuğumuza biraz nazik davranalım, beklenmedik bir depreme sebep olmak istemeyiz." demişti genç, kendini beğenmiş bir suratla, Baekhee'nin kendini daha da güvensiz hissetmesine neden olarak; ama en azından derse devam edebilmesini sağlamıştı.

Ego Savaşları

Baekhee şişman olduğunu düşünmüyordu.

Değildi işte.

Peki o zaman neden...

"Yoldan çekilsene, koca göt!"

"Daha ne kadar yavaş yürüyebileceğini mi deniyorsun fıçı bozması? Yuvarlanmaya ne dersin?"

"Baekhee gerçekten korse giymeye başlaman gerek - beden dersinde küçük sınıfları korkutuyorsun."

"O gevşek kollarını biraz daha çok sallarsan her an uçmaya başlayabilirsin."

"Nasıl uçacak? Zar zor zıplıyor."

"O da doğru."

12 Ocak 2015 Pazartesi

Evlilik - Specials: Anne Kalbi

"Ben buraya bunun için mi geldim, söylesene?! Ailenden o lafların hepsini bunun için mi yedim; bunun için mi katlandım her şeye? Bana baktığında gözlerindeki soğuğu görmek için mi?! Senin için yapmadım mı ben her şeyi? Hadi anlat; becerebiliyorsan anlat bana, neden şimdi dünyadaki tek varlığım oğlum oldu, neden sen yoksun! Yapabilir misin?!"

"Eunmi, bağırmayı kes."

"Beni deli ediyorsun!" genç kadın çığlık atarak ellerini saçlarına daldırıp çılgın gibi karıştırdı. Karşısındaki adam gözlerinden ip gibi akan yaşları da, içindeki fırtınayı da, yarasından akan kanları da görmüyormuş gibi duygusuzca dikiliyordu önünde. Tekrar hissetmesini sağlaması için daha ne yapması gerekiyordu kadının? Bütün çığlıklarını adamın önüne sunmuştu, hislerini son bir kez bütün çıplaklığıyla açmıştı ona, kendine bir kereliğine delirmek için izin vermişti. O kadar abartmıştı ki kırdığı bibloların parçalarının battığı ayakları kanıyordu. Adam hala karşısında hiçbir şey olmamış gibi öylece dikilebiliyordu. Eunmi daha ne yapabilirdi ki?

"Eunmi, sessiz ol dedim. Jaejoong uyanacak." dedi kocası olduğunu sandığı, artık tanıyamadığı Chil Hyun denen yabancı, sakince. Eunmi hıçkırarak olduğu yerde çöktü, dizlerine batan kırık seramik parçalarının acısını bile hissetmiyordu. Göğsünün ortasına oturmuş acı diğer her şeyi bastırıyordu.

"Senden nefret ediyorum." diye inledi genç kadın. Daha az önce adam susması için üzerine yürüyordu; ama sadece susması için, kızdığı için değil. Gözlerinde öfke görmemişti Eunmi. Eline geçirdiği her şeyi adama fırlatırken de, yere atıp her şeyi kırarken de adam bir tepki vermemişti. Başka ne yapabilirdi ki? Delicesine sevdiği, uğruna bütün dünyayı karşısına alabileceği aşkı, hayatının anlamı ölmüş gibi hissediyordu. "Olduğun şeyden nefret ediyorum, dönüştüğün şeyden nefret ediyorum."

"Ben değişmedim, Eunmi; sen neden bahsediyorsun?" dedi adam; ama yüzünde şaşkınlıktan veya kafa karışıklığından bile eser yoktu. Eunmi acı acı güldü.

"Anlamıyorsun değil mi?" dedi, dikkatle yeniden ayağa kalktı. Dizlerinden aşağı süzülen bir sıvı hissetmemişti; şansına kesilmemiş olmalıydı. Yüzünü sildi ve karşısındaki yabancıya baktı. Bu adama ne söyleyecekti ki? Daha ne gösterecekti? Ama acı içini böylesine kavururken sessizce çıkıp gitmek onun için mümkün değildi. "Hiçbir şey anlamıyorsun çünkü bakmıyorsun. Görmüyorsun! Görmek istemiyorsun, değil mi?! Düşünsene, beni en son ne zaman gerçekten öptün? En son ne zaman severek dokundun bana?! Ben seninle bunun için evlenmedim Chil Hyun; ben seninle büyük bir ev, kıyafetler ve mücevherler için evlenmedim; isim için, statü için evlenmedim! Bunlarla tatmin olacağımı sanıyorsan buna bir saniye daha katlanmayacağım, anlıyor musun? Katlanmayacağım!"

Son kelimeyi kocasının suratına haykırdığında bile adamın suratında bir değişiklik olmamıştı. Genç kadın fırtına gibi çıktı evden. Eğer Jaejoong'un odasına bu halde girerse çocuğu ölümüne korkutacağını biliyordu. Ne olursa olsun küçük çocuk Chil Hyun'un tek varisiydi ve adam çocuğun herhangi bir şekilde sıkıntıya düşmesine izin vermezdi; hiçbir şeye güvenemezse bile buna güvenebilirdi. En azından birkaç gün Jaejoong'u bu adamla yalnız bırakabilirdi. Sonra boşanma işlemlerini başlattığında biliyordu ki çocuğunu ona vereceklerdi; ne de olsa onun da bir işi vardı, bir evi vardı - yani tam olarak kendi evi sayılmazdı tabii; ama annesinin torunuyla beraber yaşamaya itiraz edeceğini hiç sanmıyordu Eunmi.

Paltosunu üzerine geçirip yaralı ayaklarını umursamadan ayakkabılarını eline aldığı gibi dışarı koştu Eunmi. Evden yeterince uzaklaştığında kendini nefes nefese bir biçimde çimlere bıraktı. Hala nefes alabiliyor olduğu gerçeği bile onun için şaşırtıcıydı; ama bunu bile düşünmek istemiyordu. Paramparça hissediyordu. Yas tutuyordu; aşkının ölümü için yas tutuyordu. Chil Hyun'un dönüştüğü kişiye olan sevgisi çoktan bitmişti; Eunmi geçmişe ağlıyordu. Hayallerine ağlıyordu. Oğluna veremeyeceği hayata ağlıyordu. Gözyaşlarının akmasına izin vererek ayaklarına uzandı ve orada görebildiği küçük seramik parçalarını çıkarmaya başladı. Yaralarından bir kısmı kabuk tutmuştu, bir kısmı hala kanıyordu; ama hiçbiri zerre acımıyordu. Yaralarını temizlemeyi bitirdiğinde titreyen ellerini üzerinde oturduğu çimenlere silerek temizledi ve gözlerinden akan yaşları silmeye çalıştı.

Boşunaydı. O sildikçe yeni gözyaşları öncekilerin yerini alıyordu. Düzgün nefesler almaya çalışarak telefonunu çıkardı ve titreyen parmaklarla ezberden bir numara tuşladı. Telefon daha ilk çalışta açılmıştı.

"Ne oldu, güzelim, özledin mi?"

"Sırası değil... W-woohyuk-ah..." diye sessizce hıçkırdı kadın. Hattın diğer ucunda bir saniye önce oldukça cilveli olan ses bir anda korkunç bir ciddiyete bürünmüştü.

"Neredesin? Eunmi, iyi misin?" dedi adam, endişeyle.

"Hayır, değilim." dedi kadın, acı acı gülerek. Hattın öbür ucundan sıkıntılı bir nefes sesi geldi.

"Neredesin, hemen geliyorum."

Gerçekten de kadın nerede olduğunu söyledikten beş dakika sonra oradaydı Woohyuk. Genç kadını çimlerin üzerinde darmadağın bir halde görünce endişesi on kat artmıştı; hızla gidip kadını kollarına aldı, daha o anda kadın hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Genç adam kadının saçlarını nazikçe okşayıp hafifçe sağa sola sallanarak ağlamasına izin verdi. Kadın sakinleştiği ve artık ağlayamadığı zaman itirazlarına rağmen kucaklayarak - ayakları bu şekilde yara bere içindeyken kadının yürümesine izin vermesine imkan yoktu - arabasına götürdü.

Daha önce adamın evine hiç gitmemişti Eunmi, bir kere bile; ama şu anda itiraz edecek gücü kendinde bulamıyordu. Bir süredir bu genç adam kaçtığı tek limandı. Uzun zamandır aradığı, eksikliğini çektiği, kocasından beklediği her şeyi düşünmeden, beklemeden veriyordu ona bu genç adam; bütün sevgisini, ilgisini veriyordu ona. Chil Hyun değişmeden önce böyle seviyordu kadını ve kadın sadece bu sevgiye sahip olduğu sürece bütün dünyayı yıkabileceğine inanıyordu. Bir seneden uzun zamandır izini bile görmediği bu sevgi olmadığı zamansa nefes alamıyordu Eunmi. Sadece oğlu için katlanıyordu, bir de belki Chil Hyun'un içinde biraz da olsa sevgi kalmış olması olasılığı için. Bu kadar kötü bir ruh halindeyken Woohyuk'un sevgisi ilaç gibi gelmişti gerçekten.

Çirkin bir kadın değildi Eunmi; hatta biraz abartılsa Kore'nin en güzel kadını bile sayılabilirdi. Büyük, uzun kirpikli, sıcak çikolata rengi gözleri, biçimli bir burnu ve dolgun, pembe dudakları vardı. Koyu kahverengi düz saçları beline kadar ipek gibi akıyordu. Uzun boylu ve ince bir kadındı, her zaman güzel bir fiziği ve asil bir tarzı olmuştu. Yolda salınırken insanların yarısından fazlasının dönüp bir kere daha ona bakmasına neden olacak güzellikte bir kadındı. Ailesiyse durumu iyi olmayan, hele bir şirket varisine gelin verme olasılığının yanından bile geçmeyen sıradan bir aileydi. Chil Hyun'la evlendiği zaman adamın ailesi onun canına okumuştu, insanlar arkasından para için herkesin altına yatabileceğiyle ilgili dedikodular çıkarmışlardı, birçok yerde ona kötü gözle bakmışlar hatta bazen bakmakla kalmayıp konuşmuşlardı da; ama bunların hepsine hiç zorlanmadan göğüs germişti Eunmi. Aşk böyle bir şeydi onun için. Sahip olduğu zaman dünyaları yere sererdi genç kadın; ama mahrum kalırsa susuz bırakılmış bir saksı çiçeğinin kaderine benzerdi hayatı.

Bir senelik sevgisizliğini bir anda yere seren genç adam Eunmi için can suyu gibi olmuştu. Woohyuk tabii ki kadının evli olduğunu biliyordu - bilmeyen var mıydı ki? Ama bu onu kadınla flört etmekten alıkoymamıştı. Kadının ihtiyacı olan her şeyi farkına bile varmadan yapıyor, duymak istediği her şeyi söylüyordu ona genç adam ve kısa sürede kadının kalbinde kendine özel bir yer kazanmıştı. Tabii ki kocasını asla aldatmamıştı Eunmi, bunu yapacak bir kadın değildi, ne kadar acı çekerse çeksin. Bunun yerine sorunlarını anlatmıştı genç adama. Neden ona bu kadar kapıldığını ve yine neden asla adamın beklentilerini karşılayamayacağını anlatmıştı. Ama kadının beklediğinin aksine kaçıp gitmemişti veya bunları kullanarak onu ayartmaya çalışmamıştı genç adam.

"Git konuş onunla." demişti; dün gibi hatırlıyordu Eunmi. "Bu haldeyken seni daha fazla yaralayamam; ama daha fazla acı çekmeni de izleyemem. Onunla konuşmalısın, anlamasını sağlamalısın, sen de anlamalısın. Bunu düzeltmen gerek. Belki... belki gerçekten sevdiğin adamı geri alırsın. Biliyorum, bunun üzerine geri çekilmemi bekliyorsun; ama ben seni bunu yapamayacak kadar çok seviyorum. İstersen bana aptal de; ama sen evliliğini eski mükemmel haline getirdiğin zaman da yanında olacağım. En azından arkadaşın olacağım, sen nerede durmamı istiyorsan orada duracağım; ama yanında olacağım. Sadece güldüğünü görmek istiyorum; hepsi bu."

Genç kadın sahte sözlere kanacak kadar masum değildi; biri stratejik bir hamle mi yapıyor, samimi mi anlayabilecek kadar ilişki tecrübesi vardı. Woohyuk sözlerinde samimiydi ve bunu kanıtlamıştı. Hala kadınla sürekli flört ediyor olmasına rağmen daima belirli bir mesafede duruyordu. Kadın her onunla dertleşmek istediğinde kabul ediyor ve ona gerçek bir arkadaşın verebileceği tavsiyeleri veriyordu. Eunmi biliyordu, eğer Chil Hyun'un içinde birazcık bile aşk kalmış olsa Woohyuk'un yardımları bunu bir yangına dönüştürmeye fazlasıyla yeterdi. Sadece kocası artık onu sevmiyordu, hepsi buydu.

Bir keresinde o kadar dertliydi ki içmeye gitmişlerdi beraber. Eunmi ölümüne sarhoş olmuş, sadece kocasının canını yakmak için Woohyuk'u öpmeye çalışmıştı. Eğer Woohyuk gerçekten sözlerini tutan biri olmasa başarılı da olurdu. Kim ne derse desin, sadık bir kadın olarak evliliğine son verebiliyor oluşunu evlenirken kocasının olduğu adama sevgisi kadar Woohyuk'a da borçluydu Eunmi. Böyle bir adamın evine gidiyor olmak, hele de kocasının evini böyle kesin bir biçimde terk etmişken, onu zaten rahatsız edemezdi.

Eve vardıklarında Woohyuk onun için banyoyu hazırladı. Aslında onu hastaneye götürmek için ısrar etmişti; ama kadın bunu istememişti. Yaralarıyla yarın ilgilenebilirdi, şu an sadece biraz sükunete ihtiyacı vardı ve hastane bunu bulabileceği son yerdi. Banyosunu yavaşça yapıp - ayaklarının sızısını hissedebilmeye başlamıştı sonunda - çıktıktan sonra Woohyuk yaralarını temiz bandajlarla sarıp yürümesine izin vermeden onu yatağına oturttu ve saçlarını kuruttu. Kadın gözlerinden sinsice süzülen yaşların pijamasına damlamasına izin verdi. Woohyuk işini bitirdiğinde de yavaşça kendini yatağın üzerine çekip uzandı ve gözlerini kapattı. Birkaç dakika sonra hemen yanında yatağın çöktüğünü hissetti, arkasından sıcak kollar etrafına dolanıp onu sahiplerine çektiler. Eunmi iç çekti ve Woohyuk'un sıcaklığına biraz daha sokularak genç adamın saçlarıyla oynamasına izin verdi. Bu gece zaten uyuyamayacağını biliyordu; ama en azından adamın yakınında olmak kalbini biraz da olsa teselli edebilirdi.

Ertesi gün boşanma işlemlerini başlattı genç kadın. Chil Hyuk işteyken eve gidip Jaejoong'u almak istemişti; ama Woohyuk yasal olarak eğer çok göze batan şeyler yapmazsa çocuğun onda kalma olasılığının daha yüksek olacağını söylemişti. Sonuçta Eunmi'nin kendi evi yoktu, annesinin evi Seul dışında olduğundan çocukla beraber otelde kalması çok da hoş bir davranış olmazdı. Çocuğu alıp Woohyuk'ta kalması da çok iyi bir izlenim bırakmayacaktı. Bunun yerine Eunmi boşanma davası için verilen gün eline ulaştığında Chil Hyun'a son bir mektup yazdı. Anlamasını ummuyordu; ama en azından bir kere daha evlenirse aynı hataları yapmaması için, bir umut yazıyordu bu mektubu. Onun tanıdığı, bildiği adam çoktan ölmüştü zaten.

Mektupla evlilik yüzüğünü ahşap, altın varaklı bir kutuya koyup bir gece eve gitti Eunmi. Adı gibi emindi ki ne olursa olsun Chil Hyun kutunun içinde ne olduğunu merak edip açmazdı. Gecenin bir yarısı oğlunu uyandırmak istemese de elindeki en iyi seçenek buydu ve oğlunun güzel gözlerini bir daha görmek istiyordu. Onu ne kadar özlediğini kimse bilemezdi.

"Bebeğim, anne geldi." dedi genç kadın, küçük çocuğun dağınık saçlarına bir öpücük kondurarak. Çocuk kalkıp uykulu gözlerini ovuşturdu ve karşısındakinin kim olduğunu anlayınca kollarına atladı.

"Annem!" dedi ve sıkı sıkı sarıldı kadına küçük çocuk. Eunmi'nin gözleri dolmuştu; ama oğlunun önünde ağlamak istemiyordu. Çocuğa sıkıca sarılıp kokusunu ciğerlerine doldurduktan sonra geri çekildi.

"Anne yokken uslu bir çocuk oldun mu?" dedi, gülümseyerek. Küçük çocuk başıyla onayladı.

"Sen yokken evi canavarlardan ben korudum! Balkondan ve tuvaletten girmeye çalıştılar; ama izin vermedim! Bir çamur canavarı vardı, bir vampir vardı..." diye hevesle anlatmaya başladı küçük çocuk. Eunmi elinde olmadan güldü. Oğlu muhteşem bir küçük çocuktu.

"Aferin, süper kahramanım benim!" diyerek çocuğun tepesine bir öpücük kondurdu. "Bak anne sana ne verecek."

"Bu ne?" diye baktı çocuk, kendisine uzatılan küçük kutuya.

"Bu babaya bir sürpriz. Sabah babaya vermen gerek. Bu çok önemli görevi süper kahramanımdan başka kimseye emanet edemem. İçinde çok güçlü bir şey var." dedi kadın. Küçük çocuğun gözleri büyüdü, tereddütle kutuya uzandı. "Al hadi. Bunu yapacaksın, değil mi?"

"Bana güvenebilirsin, anne!" dedi çocuk, kutuyu alıp göğsüne bastırarak. Eunmi gülüp oğlunun saçlarını karıştırdı.

"Aferin benim oğluma. Hadi gel uyuyalım şimdi, bebeğim."

Küçük çocuk mutlulukla annesinin kollarına atladı ve kadının onunla beraber yatağına yatıp yorganı üzerlerine çekmesine izin verdi. Kadın oğlunun saçlarını okşayarak sakin bir şarkı söylemeye başladı. Oğlunun nefesleri düzene girdikten sonra da bir süre çocuğun masum, uyuyan yüzünü izledi. Gitmesi gerektiğini biliyordu; ama oğlunu bir kere daha bu evde bırakmak canını yakıyordu. Derin bir nefes alıp cesaretini topladı ve oğlunun saçlarına bir öpücük daha kondurduktan sonra çocuğu uyandırmadan, usulca yataktan çıktı. Parmaklarının ucuna basarak evi terk etti ve az ileride sabırla kendisini bekleyen arabaya yöneldi.

Ne yazık ki dava istedikleri gibi gitmedi. Chil Hyun hiçbir şey değilse nüfuzlu biriydi ve boşanma davasında Jaejoong'un ona verilmesini sağlaması için sadece birkaç ufak ayarlama yapması gerekmişti. Eunmi'nin kendini savunacak bir yolu bile olmamıştı neredeyse; Woohyuk'la kadının ilişkisini, kadının son kavgasında kırdığı bibloları ve böyle küçük şeyleri kullanarak savını güçlendirmişti adam. Sonrasıysa tam bir kabustu.

Ne yaparsa yapsın Jaejoong'un yüz metre yakınına yaklaşamıyordu Eunmi. Bir şekilde her yolunu kapatmayı başarmıştı Chil Hyun. Evin önüne güvenlikler yerleştirmiş, çocuğun okulunu değiştirmiş, yanına özel araba ve korumalar vermişti. Woohyuk'u çalıştığı işten atmış, hatta Seul içinde hiçbir yerde işe alınmamasını bile bir şekilde garantiye almıştı. Eunmi öğretmendi ve Chil Hyuk bunu engeleyemezdi; ama onun yüzünden hayatı darmadağın olan, evinde kaldığı genç adamla ikisine düzgün bir hayat yaşatmaya da onun maaşı yetmezdi. Sonunda pes edip Eunmi'nin annesinin Busan'daki evine taşındıkları zamansa Eunmi resmi olarak yenildiğini kabullenmek zorundaydı.

***

"Hadi ama!"

"Tamam dedim ya!"

"Sen yapmazsan ben yaparım, duydun mu?"

"Yeojin, ciddiyim, seni dinliyorum. Tamam mı? Ciddiyim, gerçekten, haklısın ve seni dinleyeceğim; şimdi kapatıyorum, tamam mı? Görüşürüz, aşkım."

"Hadi öyle olsun." dedi Yeojin ve telefonu kapattı. Jaejoong derin bir nefes alarak ahizeyi yerine bıraktı ve burun kökünü ovuşturdu. Pes edip genç kadının onu annesiyle görüştürme çabalarına onay vermişti; ama bu, gergin olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Masasının üzerinde duran ahşap, altın varaklı kutuya gözlerini dikip düşündü. Bu kutunun varlığını uzun zaman önce unutmuştu. Babasının bu kutuyu duygusuzca mutfak çöpüne atışını ve Jaejoong'un annesinin hediyesini çöpe atmasına anlam veremeyip babasından gizli onu çöpten geri çıkarışını çok net hatırlıyordu, halbuki. Düşününce, annesinin verdiği bir şeyin çöpe gitmesi fikrini kaldıramamıştı, hele de babası ona "annen bizi terk etti" dedikten sonra. Babasına inanmamıştı, annesinin geleceğine inanmıştı ve o gelene kadar da annesinin hayatından çıktığını duymasına neden olan bu kutuyu saklamaya karar vermişti. Çocuk aklıyla nasıl bu fantastik mantığı kurmuştu bilmiyordu; ama kutuyu çıkarıp temizlemiş, içindeki çok özel, çok güçlü şeyin de aslında saklanması gereken kötü bir şey olduğuna, babasının aslında onu yok etmesi gerektiğine ama bunu başaramayıp etkisi altına düştüğüne inanarak kutuyu hiç açmamıştı. Sonunda annesinin gelmeyeceğini anlayacak kadar büyüdüğü zamansa kutuyu odasının bir köşesinde unutuvermişti.

Yeojin kutuyu, kaybettiği kolyesini didik didik aramakla meşgulken bulmuştu; Jaejoong'un çalışma masasının derinliklerinden çıkmıştı kutu. Daha bu eve taşınırken taşıma şirketinin işçisi, Jaejoong'un paketlemediği tek şey olan kutuyu ne yapacağını sormuştu, Jaejoong da atabileceğini söylemişti. Anlaşılan adam kutunun bir anlamı olduğunu anlamış, diğer eşyalarla birlikte Jaejoong'un yeni çalışma masasının bir yerine bırakmıştı.

Bunca zaman kutunun içindeki mektubu neden okumadığı hakkında hiçbir fikri yoktu Jaejoong'un; muhtemelen kutunun varlığını bile bir süre sonra unuttuğu, annesinden nefret etmeyi alışkanlık haline getirdiği içindi. Ama Yeojin onun kadar duygusal zeka yoksunu bir insan olmadığından okumayı akıl etmişti. Mektup annesinin babasına veda mektubuydu ve içinde yazanlar Yeojin'in teorisini doğrular nitelikteydi. Annesi, sevgisiz yaşayamadığı için, babasını artık tanıyamadığı gerekçesiyle ayrılmıştı. Jaejoong'u da yanına almak için elinden geleni yapacağını söylemişti mektupta. Babasını hiç aldatmadığı gibi detaylar da yazılıydı, iyi dilekler de. Jaejoong bunca zaman annesini bulmaya hiç çalışmadığı için kendini o kadar kötü hissetmişti ki bunu okuduktan sonra, şimdi ne yapacağı konusunda bir türlü kesin bir karara varamıyordu.

Sekreteri bir süredir onun için annesinin ev adresini ve telefon numarasını araştırıyordu. Kyojung oldukça becerikli bir kızdı, onun başarılı olacağına derinden inanıyordu Jaejoong. Şu anda esas bu bilgi eline ulaştığı zaman ne yapacağı konusunda sıkıntılıydı. Yeojin ziyarete gitmesi için baskı kuruyordu üzerinde; ama bu düşünce Jaejoong'un korkunç gerilmesine neden oluyordu. Kaybedilmiş onlarca yıldan sonra, üstelik annesini hiç aramamışken, ne diyecekti ki kadına?

"Evet?" diye cevapladı, düşüncelerini bölerek çalan telefonu.

"Rahatsız edilmek istemediğiniz için odanıza gelmek yerine aradım; annenizin yerine ulaştım, efendim. Busan'da yaşıyor, eşiyle beraber. Telefon numarası da adresi de var. Ulaştığım bütün bilgiler rapor halinde duruyor." dedi Kyojung'un ciddi sesi.

"Hepsini hemen odama getir." dedi Jaejoong, basitçe ve telefonu kapattı. Bir saniye sonra Kyojung kapıyı açıp içeri girmişti.

"Annenizle neden birden ilgilenmeye başladığınızı bilmesem de sizi takdir ettiğimi bilmeniz gerek." dedi Kyojung, elindeki kağıtları Jaejoong'un masasına bırakırken. Jaejoong'un kaşları sorarcasına havalandı. Kadın bunca yıllık patronunun her bir mimiğini kitap gibi okuyabildiğinden Jaejoong'un konuşmasına gerek bile kalmamıştı. "Demek istediğim, annenizin babanızdan ayrılması bir efsane. Takdir edersiniz ki zamanında çok büyük bir olaydı ve şimdi bile konusu açıldığı zaman insanlar bunu suyunu çıkarana kadar konuşur. Yine de, ne olursa olsun bir annenin kalbi çocuğunu asla unutmaz. Sizi gerçekten özlemiş olmalı. Şu anda onunla iletişime geçmeye çalışarak harika bir şey yapıyorsunuz, yaşlı bir kadını çok mutlu edeceksiniz."

"Senin de bir oğlun vardı, değil mi?" diye sordu Jaejoong, düşünceli bir biçimde kalemini parmaklarının arasında çevirdiği kısa bir sessizliğin ardından. Kyojung'un gözlerinin içi ışıdı.

"Evet, iki yaşında bir oğlum var." dedi kadın, sevgi dolu bir sesle. Jaejoong yumuşakça gülümsedi.

"Çıkabilirsin."

Kyojung gittikten sonra Jaejoong'un kağıtları incelemeyi bitirmesi uzun sürmedi. Kağıtlarda yazan çoğu şey, bilgilere nereden ve ne yollarla ulaştığıyla ilgiliydi. Annesinin eski iş arkadaşlarına, şimdiki eşinin eski iş arkadaşlarına, burada daha önce yakın olduğu kişilere, çalıştıkları yerlere ve sonunda Busan'a kadar iz sürmüştü Kyojung. Ulaşabileceği bütün resmi kayıtlarını bulmuş, birkaç kural çiğnemiş, bolca uğraşmış ve telefon numarasıyla adresi bulmuştu. Öğrendiklerine göre Jaejoong'un iki yeni kız kardeşi vardı; biri evlenmişti, biri yurt dışındaydı. Annesi de Busan'da ilköğretimde çalıştığı okuldan emekli olmuş, kaçtığı adamla beraber Busan'da küçük bir evde yaşıyordu.

Farkında olmadan dudaklarını kemirdi Jaejoong. Yeojin'i dinleyecekti, orası kesindi; ama nasıl? Yani tabii ki Busan'a nasıl gideceğinden bahsetmiyordu; annesiyle nasıl yüzleşecekti? Gerçekten hiç bilmiyordu; ne zaman kafasında bu sahneyi canlandırmaya çalışsa gözünün önünde boş maske suratları olan insanların oynadıkları saçma, üçüncü sınıf bir tiyatro sahnesi geliyordu. Gerçekten trajikomik oluyordu; hele de o adam yanındayken. Gerçi aslında o adama müteşekkir olmalıydı; annesine yeni bir hayat sunmuştu adam bir bakıma. Annesini mutlu etmişti. En azından öyle olmasını umuyordu Jaejoong; yoksa yaşlı maşlı dinlemez suratını dağıtırdı pislik herifin.

Bir hafta sonra işlerini ayarlamış, yanında Yeojin'le arabasının burnunu Busan yoluna çevirmiş gidiyordu. Kendine bir izin koparmayı başarmıştı, bir hafta zamanı vardı; bir de CEO olacaktı, izin almak için bile bin dolap çevirmesi gerekiyordu. Yine de sonuçta başarmıştı. Annesinin yanında tam bir hafta kalacaktı ancak iyi karşılanıp karşılanmayacağı konusunda ciddi şüpheleri vardı. Tabi bunun için önce annesinin onu tanıması gerekiyordu. Yıllar önce ayrıldığı ve bir daha asla görmediği ilk çocuğunu gördüğü zaman tanıyabilir miydi?

Kulağa saçma bir düşünce gibi gelebilirdi, sonuçta Jaejoong bilinen bir iş adamıydı ve arada bir televizyonda tartışma programlarına katıldığı veya röportaj verdiği olurdu. Annesi gerçekten onu özlüyorsa bunları takip ediyor olması gerekmez miydi? En azından görmüş olması gerektiğini düşünüyordu aslında; ama hiç denk gelmemiş, görmemiş olması da muhtemeldi.

Kafasında onlarca soru ve içinde endişeyle arabasını annesinin ev adresinin yakınlarında bir sokağa bırakıp Yeojin'i koluna takarak yürümeye başladı Jaejoong. Sokaklar dardı, kesinlikle ferah bir havaları yoktu ve tuz kokuyorlardı. Sağda solda geleneksel yaşamdan izler görebiliyordu Jaejoong. Burayı çok küçük olduğu zamanlardan hayal meyal biraz hatırlıyordu. Annesi onu terk ettiği zaman beş yaşında bir çocuktu Jaejoong; bundan önce anneannesini bir kere ziyarete gitmiş olmaları gerekiyordu, o zamandan hatırladığını sanıryordu. Sokaklar ve evler pek değişmemişti.

Evlerin etrafını saran duvarlara çakılı numaralara bakarak evlerin arasında sessizce yürüdüler. Sonunda ellerindeki adreste yazan numarayı buldukları evin bahçesinde bir adam eski olduğu her halinden belli bir el kazmasıyla toprağı eşeliyor, Jaejoong'ne olduğunu tahmin bile edemediği boy atamamış bitkilerin altını kazıyordu. Jaejoong gergince yutkundu. Yeojin'in elinin onun avucunun içine kayıp sıkıca kavradığını hissetti. Destek almak istercesine kadının eline tutundu ve onunla yan yana bahçe kapısından içeri girdi. Gıcırdayan kapının sesini duyan adam alnında birikmiş teri elinin tersiyle silip ayağa kalktı.

Altmış yaşından daha genç olamazdı adam; saçlarının gri tonu ve yüzündeki derin kırışıklıklar bunu söylüyordu. Adam soran gözlerle genç çifte baktı; ama yüzünde şüpheden çok merak vardı. Sıcakkanlı bir insana benziyordu, ilk görüşte bile bunu söyleyebiliyordunuz.

"Kime bakmıştınız, gençler?" dedi, uzun süredir büyük şehirde yaşamamış birinin sıcakkanlı kestirmeliğiyle. Burada ne aradıklarını merak etmiyordu, neden izinsiz evine daldıklarını sorgulamıyordu; sadece nasıl yardım edebileceğini anlamaya çalışıyordu. Jaejoong ağzında atan kalbi nedeniyle konuşamayınca Yeojin gülümseyerek söze girdi.

"Siz Woohyuk-ssi olmalısınız; merhaba. Ben Kim Yeojin, bu da eşim Kim Jaejoong. Biz aslında Lee Eunmi'yi görmeye gelmiştik." dedi genç kadın uzatmadan. Yaşlı adamın gözleri bir an anlamaya çalışarak kısıldı, sonra ardına kadar açıldı ve Jaejoong'un yüzüne sabitlendi. Bir süre sessizlik oldu; sonra yaşlı adam gözlerini genç adamdan ayırmadan seslendi.

"Hayatım, bir saniye gelebilir misin? Misafirlerimiz var!" dedi adam, ifadesiz tutmaya çalıştığı bir sesle. Jaejoong'u tanımış olduğu belliydi - en azından ismini, yüzü hakkında pek fazla bir şey söyleyemeyecekti Jaejoong - ve kötü tepki vermekten çok ne yapsa bilemiyormuş gibi bir hali vardı. Bir an sonra bahçenin ortasındaki küçük, eski evin dış kapısı açıldı.

"Ne oldu; sonunda çiçeğin olmak için fazla yaşlı ve buruşuk olduğuma karar verdin de bana yeni bir isim ararken geçici olarak resmi hitaplara mı sığınıyorsun? Köstebek nasıl olur? Ya da fil? Ne dersin?" dedi, kapıdan çıkıp ayakkabılarını ayağına geçiren yaşlı kadın. Jaejoong'un gözleri adamdan ayırıp kadına sabitlendi. Kadının beyaza sönmüş saçları, aralarındaki tek tük renkli saç telleriyle beraber dümdüz bir at kuyruğu halinde ipek gibi sırtına akıyordu. Üzerinde kolları kıvrılmış beyaz bir gömlek ve kot bahçıvan tulumu vardı. Ayaklarına geçirdiği pabuçların sağı solu kurumuş çamur lekesiydi; ama yüzündeki kırışıklardan yılların anıları akan yaşlı kadının bunu umursar gibi bir hali yoktu. Kadın ona yaklaşırken Jaejoong bir daha yutkunup kendini hazırladı. Aradan yıllar da geçse, üzerlerine sarkan göz kapaklarıyla hafif saklanmış olsalar da Jaejoong annesinin gözlerini, o sıcak çikolata kahvesini nerede olsa tanırdı.

Yaşlı adam kadına cevap vermeyince kadının bakışları merakla bahçedeki misafirlerin üzerinde dolaşmaya başladı. Jaejoong'u gördüğü zaman önce bir an kafası karışmış gibi kaşlarını çattı, sonra gözleri şok içinde ardına kadar açıldı ve olduğu yerde kalakaldı yaşlı kadın. Yüzünde inanamazlık ve beynini uyuşturduğu belli olan bir şaşkınlık vardı. Jaejoong boğazına yerleşen düğümü yutup gözlerini kırpıştırdı.

"Anne..?" dedi genç adam, çekingen bir biçimde, zayıf bir sesle. Yaşlı kadın, sanki bunu bekliyormuş gibi, tuttuğu nefesini bir anda bıraktı. Önce sarsak bir adım attı, düşmediğini görünce bir adım daha attı ve sonra bahçenin kalan kısmını koşarak aşıp genç adama sıkıca sarıldı. Yaşlı kadının hafifçe titrediğini hissedebiliyordu Jaejoong. Göz ucuyula Woohyuk denen yaşlı adamın onları sevgi dolu bir gülümsemeyle izlediğini gördü; Yeojin ise televizyonda en sevdiği dizi çıkmış gibi bir ifadeye sahipti. Bu senaryo, şimdiye kadar maskeli suratlarla kurduğu fazla saçma piyeslerden hiçbirine benzemiyordu; ama Jaejoong fazla düşünmeden kollarını yaşlı kadının etrafına dolayarak sıkıca sarılmakla yetindi.

"Jaejoong-ah... bebeğim..." diye hıçkırdı kadın, derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalışıyordu; ama pek başarılı değildi. Geri çekildiğinde geçen zamanın bütün acımasızlığına rağmen kırışık ama güzel yüzünden hala sicim gibi yaşlar boşalıyordu; ama genç adamın yüzünü avuçlarına alırken gülümsüyordu kadın. "Seni çok özledim; çok özledim..."

"Ben de seni özledim, anne... bunca zamandır nerelerdeydin?" dedi Jaejoong yumuşakça, yanağını kadının avucuna yaslayarak. Kadını suçlamak gibi bir niyeti hiç yoktu; ama kadının yüzünde beliren pişmanlık ve acı, kadının suçlu hissettiğini gösteriyordu.

"Yanına gelemedim, bebeğim... gelip seni alamadım, ziyaret bile edemedim; izin vermediler. Deviremedim canavarları, ne olur affet beni." diye yalvardı kadın, içtenlikle. Jaejoong gözlerine dolan yaşları hissedebiliyordu. Gülmeye çalışarak ellerini kadının ellerinin üzerine koydu.

"Yapma anne; affedilmesi gereken kişi benim. Yıllardır beni terk ettiğine nasıl inanabildim, nasıl seni aramaya hiç gelmedim; inanamıyorum. Seni çok özledim, anne..." dedi, sesi sonunda titreyerek bir fısıltıya dönüşmüştü. Daha birkaç dakika önce ne kadar telaşlı ve endişeli olduğuna kendisi bile inanamıyordu; annesini gördükten, ona bir daha böyle sarıldıktan sonra hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.

"Affedecek ne var ki, bebeğim?" dedi kadın, Jaejoong'un da yanaklarını ıslatmaya başlayan gözyaşlarını yaşlı parmaklarıyla nazikçe sildikten sonra becerebildiği kadar uzanıp genç adamın yanaklarına birer öpücük kondurdu. Burnunu çekip gülümsedi. "Seni tamamen kaybettiğime inanırken bir rüya gibi çıkıp geliverdin; seni arkada bırakmak zorunda kalmış aptal annenin peşinden  koşup geldin, affedecek ne var ki? Burada kalacak mısınız?"

"Zar zor bulmuşum annemi, bırakır mıyım sence?" dedi Jaejoong, içindeki hıçkırarak ağlama isteğini bastırmaya çalışarak. Kadın yumuşakça yanağını okşayarak gülümsedi, sonra ışıldayan gözlerle yan yana onları izlemekte olan genç kadınla yaşlı adama döndü.

"Senin adın ne, küçük hanım?" dedi, gülümseyerek.

"Yeojin..." dedi genç kadın, kendinden beklenmeyecek kadar utangaç bir sesle. Eunmi kıkırdadı.

"Kendine çok güzel bir eş bulmuşsun, bebeğim; peki torunum kız mı erkek mi?" dedi yaşlı kadın, muzip bir ses tonuyla. Yeojin'in yanakları biraz daha kızarırken Jaejoong annesiyle beraber güldü. Yaşlı kadın kolunu Jaejoong'un beline dolayıp eve doğru yöneldi. "İçeri geçelim de bir çay içelim, o zaman... küçücük bebeğimin hayatında ne kadar çok şey kaçırmışım!"

Jaejoong'la beraber sarmaş dolaş içeri girerlerken bahçede kalan yaşlı adamla Yeojin birbirlerine baktılar ve karşılıklı gülerek anne oğulun peşinden yürümeye başladılar. Yaşlı adamın eli dostça sırtına vururken Yeojin yeni, gerçek bir ailenin içine düştüğünü hissedebiliyordu ve gerçek ailelerin içine düşünce bir daha çıkışı olmazdı. Gerçi Yeojin, sevgili aptal kocasının böyle bir şeyi isteyeceğini hiç zannetmiyordu.

4 Ocak 2015 Pazar

Evlilik - 8

Nefes nefeseydi, hayatında hiç bu kadar zor nefes aldığını hatırlamıyordu; ama bu umurunda bile değildi. Şu anda nefessizlikten düşüp ölüverebilirdi ve bu yine de umurunda olmazdı. Şu saatte trafik cehennemden beterdi ve herhangi bir dört tekerlekli araçla eve varması yüzyıllar sürerdi. Yoochun'un ofisinden öyle fırtına gibi çıktıktan sonra tek yapmak istediği en hızlı şekilde eve ulaşmaktı ve yollar onu sinirden öylesine delirtiyordu ki sonunda arabasını bulduğu ilk yere park edip eve doğru koşmaya başlamıştı. Peşinden atlı kovalıyor gibi koşarken bile yolun yarım saatten uzun süreceğini biliyordu; ama yine de arabasının içinde trafiğin açılmasını beklemekten daha hızlı oluyordu. Sadece mümkün olan en kısa zamanda evde olmak zorundaydı. Artık canına yetmişti.

Apartman sınırlarına girdikten sonra bile koşmayı bırakmadı; ta ki asansöre binene kadar komşularının bütün tuhaf bakışlarını yok sayarak koştu. Asansör yukarı doğru tırmanırken ellerini dizlerine dayayıp nefeslenmeye çalıştı. Asansör kapılarının açılacağını belirten tanıdık çınlama sesini duyduğu anda dışarı fırladı, cebinden çıkardığı anahtarları deliğe sokmaya çalışırken birkaç küfür savurdu ve kapı açılır açılmaz içeri daldı.

1 Ocak 2015 Perşembe

Evlilik - 7

"Yardımımı bile kabul etmeyecek misin?!" dedi Jaejoong ertesi gün. Yine her zamanki gibi bulantı yüzünden tuvalete yapışıp kalmıştı Yeojin; ama midesinde bir şey olmadığından istese de kusamıyordu. Genç adam patlamak üzereydi; daha fazla dayanamıyordu. Kadın iki kere doktora gittikten sonra bile bir haftadır kusuyordu ve yine de adama başından defolup gitmesini söylüyordu sadece.

"Yardıma ihtiyacım yok benim!" dedi kadın inatla. Jaejoong ellerini saçlarından geçirdi.

"Bir süredir sürekli kusuyorsun, daha geçen hafta doktora gittin; ama dün seni acile götürmem gerekip gerekmediğini düşünüyordum! Şimdi iyi olduğunu mu söylüyorsun? İyi misin yani?! Ben  canavar değilim Yeojin; sadece sana yardım etmek istiyorum!" dedi genç adam çaresizlikle.

"Söyledim sana, ihtiyacım yok! Bu kadar zaman sonra daha yeni aklına geldi." diye dalga geçer gibi güldü kadın, sifonu çekip yüzünü yıkamaya gitti.

Evlilik - 6

"Of, tanrım..." diye homurdandı, gözlerini sımsıkı kapatıp avuçlarını başının iki yanına sertçe bastırdı Yeojin. Akşamdan kalma... aşırı içki konusunda en nefret ettiği şey buydu; bu aynı zamanda gecenin sonunda neredeyse tamamen ayık olmayacağı kadar hiç içmemesinin de en büyük sebebiydi. Ağzı çöl kadar kuruydu, boğazı acıyordu ve her tarafı tutulmuştu. Bu gerçekten rezalet bir sabah, diye düşündü. Üstelik bugün işe de gitmesi gerektiğini düşününce acınası bir inilti koyverdi. Acaba yastığı suratına bastırıp ölü taklidi yapsa bugün işi asmasına izin verirler miydi? Ne yazık ki yanında bunu görecek kimse olmadığından işe yaramayabilirdi.

Işığa alışıp sonunda gözlerinden birini aralayabilmesi bile bayağı vakit aldı. Görüşü hala bulanıktı. Bulanıklıktan ve belki de ağrının en azından bir kısmından kurtulabilmek için gözlerini sertçe ovuşturdu. İç geçirip sonunda iki gözünü de açtı. Şaşkınca etrafa baktı. Bu da mı akşamdan kaldığı içindi? Gözlerini bir daha sertçe ovuşturup tekrar tavana baktı. Hayır; bu çin lambası tipli şey kesinlikle ona ait değildi ve içinden bir ses kime ait olduğunu bildiğini söylüyordu.