1 Ocak 2015 Perşembe

Evlilik - 7

"Yardımımı bile kabul etmeyecek misin?!" dedi Jaejoong ertesi gün. Yine her zamanki gibi bulantı yüzünden tuvalete yapışıp kalmıştı Yeojin; ama midesinde bir şey olmadığından istese de kusamıyordu. Genç adam patlamak üzereydi; daha fazla dayanamıyordu. Kadın iki kere doktora gittikten sonra bile bir haftadır kusuyordu ve yine de adama başından defolup gitmesini söylüyordu sadece.

"Yardıma ihtiyacım yok benim!" dedi kadın inatla. Jaejoong ellerini saçlarından geçirdi.

"Bir süredir sürekli kusuyorsun, daha geçen hafta doktora gittin; ama dün seni acile götürmem gerekip gerekmediğini düşünüyordum! Şimdi iyi olduğunu mu söylüyorsun? İyi misin yani?! Ben  canavar değilim Yeojin; sadece sana yardım etmek istiyorum!" dedi genç adam çaresizlikle.

"Söyledim sana, ihtiyacım yok! Bu kadar zaman sonra daha yeni aklına geldi." diye dalga geçer gibi güldü kadın, sifonu çekip yüzünü yıkamaya gitti.


"Neden?! Benden bu kadar nefret etmeni gerektirecek ne yaptım? Tamam, tam bir öküz olabilirim; ama tek amacım yarım etmekken kapıyı suratıma çarpman da gerekmiyor, farkında mısın?" diye sordu Jaejoong; yüzü sinirden kızarmıştı. Aciz, çaresiz ve kızgın hissediyordu... kızgın ve reddedilmiş.

"Ne yaptın acaba, gerçekten." dedi Yeojin iğneleyerek, "Bir aydan sonra kendine sonunda bunu soruyor olman çok hoş bir şey."

"Senin istemediğin hiçbir şey, hiçbir şey yapmadım. Hoşlanmadığın hiçbir şey yapmadım. Beni itmedin, aslında tam tersiydi." dedi Jaejoong. Yüzleşmekten korkuyordu; ama sonunda bu konuya geldilerse lafını da esirgemeyecekti.

"Ah, demek sen sahiden neden bahsettiğimin farkındasın! Aferin sana, dahi çocuk." dedi Yeojin. Tam gitmek üzereyken Jaejoong onun kolunu kavradı. Yejin ona pis bir bakış attı. "Bırak beni."

"Bana nedenini söyleyene kadar olmaz. Neden? Ne yaptım ki ben? Sanki kullanılıp atılmış zavallı bir kurbanmışsın gibi davranma, sen bunu istedin. Hoşuna gidiyordu, dahası için yalvarıyordun. Sonra gelip bana yol kenarında önüne çıkan bir bok parçası gibi davranıyorsun - tamam, buna alışkınım zaten; ama ölecek olsan bile yardımımı kabul etmiyorsun. Bu kadar ileri gitmeni gerektirecek, benden böylesi nefret edeceğin kadar ne yaptım ben? Öylece oturup buna katlanmayacağım!"

"Üzgünüm ama katlanmak zorunda kalacaksın; çünkü başka seçeneğin yok." dedi Yeojin ve kolunu silkerek Jaejoong'dan kurtuldu. "Bilmek mi istiyorsun? Sana söyleyeyim. Kendimden utanıyorum çünkü ilk seferimi benden tiksinen, bunu da insanlara söylemekten hiç çekinmeyen bir adamla yaşadım - bekaretimi böyle bir adamla, üstelik adımı hatırlamayacak kadar sarhoşken kaybetmek çok aşağılayıcı. Ve evet, bu tecavüze girer. Geceden hiçbir şey hatırlamıyorum, eğer aklım yerinde olsa taşaklarına sağlam bir tekme indirirdim; bu yüzden o anda ne yaptığımın hiçbir önemi yok, sen beni kullandın."

"Ben de sarhoştum, farkında mısın? Üstelik geceyi ancak hatırlamama rağmen biliyorum ki seni hiçbir şeye asla zorlamazdım." dedi Jaejoong.

"Beni duymadın mı acaba? Sen beni kullandın. Söylediklerinin hiçbiri bu gerçeği değiştirmiyor. Kendimi benden tiksinen birine verebilecek kadar aşağılık olduğumun yaşayan kanıtısın sen. Sadece seni görmek bile midemi kaldırıyor. Gerçekten bana yardım etmek mi istiyorsun? Bir süreliğine yüzünü görüş alanımın dışında tutmayı dene, teşekkür ederim."

Yeojin fırtına gibi evden çıkarken genç adamın tek yapabildiği öylece dikilmekti. Kadının ayakkabılarını ayağına geçirirken mırıldandığını duydu.

"Ve eğer kardeşim yaşasa, ne olursa olsun, bizim küçük meleğimiz olurdu; aile bu demektir."

Genç adam bir süre kadının neden bahsettiğini anlamakta zorlandı; sonra birden aydı. Bunu da duymuştu kadın. Adama kardeşini ve annesini anlattığı gece adamın yaptığı yorumu duymuştu. Jaejoong belki de bebeğin öldüğü için şanslı olduğunu söylemişti. Tamam bu aptalcaydı; ne olursa olsun hayat kıymetliydi, yaşanmaya değerdi. Böyle söylemek de en basit terimle kabaydı; kadının bu konuda hassas olacağı belliydi. Nasıl düşünürse düşünsün, böyle konuşmak çok ağırdı, fazla olmuştu. Üstelik, durum nasıl olursa olsun o bebek Yeojin'inki gibi bir ailede iyi bir hayat sürerdi. Ama esas sorun bu değildi.

Aynen tahmin ettiği gibi, kadın kullanıldığını düşünüyordu. Jaejoong'dan böyle bir şey yapabildiği için nefret ediyordu. Sarhoş olmasını, o an bundan hoşlanıp hoşlanmamasını hiç umursamıyordu; zaten hiçbir şey de hatırlamıyordu. Sadece kötü hissediyordu... Jaejoong'un ondan iğrendiğini düşünüyordu.

Üzücüydü; ama kaçınılmazdı. Kadın onun arkadaşıyla telefon konuşmasını duymuştu ve konuşma boyunca Jaejoong'un söylediği tek şey buydu. Ama bütün yaptıklarından sonra kadın hala böyle düşündüğüne inanabiliyor muydu? Onunla arasını düzeltmek için bu kadar çabalamasından sonra ondan nefret ettiğine inanmaya devam etmek gerçekten bu kadar da kolay mıydı? Ama Jaejoong'un sözleri Yeojin'i o kadar derinden incitmişti ki kadın ağlamıştı. Bunları kolay kolay unutamamasını anlamak da zor değildi.

Jaejoong dişlerini sıkıp kendine okkalı bir küfür savurdu. Yeojin'e yanıldığını söylemesi gerekirdi! Ondan nefret etmediğini, boşuna acı çektiğini... korkunç bir aptaldı Jaejoong! Ama artık çok geçti. Hem bu kadar canı yanıyorken kadının ona inanıp inanmayacağından da emin değildi. Belki de bir süre sessiz kalıp kadının sakinleşmesine izin vermek daha iyi olacaktı... evet, öyle olacaktı.

Jaejoong da öyle yaptı.

Ertesi gün Yeojin'in sekreterinin yanına gitti. Kadın ona Yeojin'in meşgul olduğunu söyledi; ama Jaejoong bu kadarını tahmin etmişti, plan zaten onu görmek değildi. Sekreterle konuşmaktı.

"Hayır, sorun değil, işi varken onu rahatsız etmek istemem. Sadece, biliyor olmalısın, son zamanlarda iyi değil; ama ben de meşgulüm, bu yüzden onunla istediğim kadar iyi ilgilenemiyorum... yeterince yediğine ve ilaçlarını aldığına emin olur musun? Onun için endişeleniyorum." dedi. Sesine ve yüzüne sahte bir endişe oturtması bile gerekmemişti; sadece hislerinin görünmesine izin vermişti ve her şey kendiliğinden oluvermişti.

"Tabii ki." dedi adını bilmediği sekreter ve anlayışlı bir biçimde gülümsedi.

"Çok işi olunca bu aptal kız asla kendine yeterince iyi bakmıyor." dedi yumuşak bir gülümsemeyle, Yeojin'in kapısına bakarak. "Geçen sefer doktora gittiğinde bile bana söylemedi, işim varken rahatsız etmek istememiş."

"Çok nazik bir insandır." dedi sekreter. Jaejoong kıkırdayıp kadına baktı.

"Tabii ki öyle, o benim meleğim." dedi gülümseyerek, "Sadece kendini bu kadar zorlamamasını isterdim... yine doktora gideceğini söyledi, umarım gider; ama ona bir kere daha bunu söylersem galiba beni dövecek."

"İsterseniz ona ben hatırlatabilirim?" diye önerdi kadın. Jaejoong kadına minnettar bir gülümseme sundu.

"Bu kesinlikle iyi olurdu." diye onayladı başıyla.

"Ve, şey... eğer giderse bilmek ister misiniz?" dedi sekreter. Jaejoong bir an durdu.

"Yani, eğer sorun olmayacaksa güzel olurdu. Evhamlı bir sapık olmak istemiyorum; sadece evhamlı olmak yetiyor." dedi, gülümseyerek. Sekreter başını iki yana salladı.

"Hayır, tabii ki sorun olmaz. Size mutlaka haber veririm." dedi kadın. Jaejoong başıyla onayladı.

"Gerçekten çok teşekkür borçluyum. Şimdi gitmem gerek; benim yerime ona iyi baktığına emin ol, tamam mı?"

"Anlaşıldı, efendim." dedi kadın, başını büyük bir ciddiyetle yukarı aşağı sallayarak. Jaejoong gülümseyerek ayrıldı. Şimdi biri gitmişti işte. Artık Yeojin'in iyi olduğunu bilmek için yüzünü görmesine gerek yoktu. Sekreteri bunu onun yerine yapacaktı. Şimdi geriye kalan tek şey beklemek ve sessizce Yeojin için küçük şeyler yapmaktı; mesela kolay hazmedilen hafif şeyler pişirip buzdolabına bırakmak veya yanlışlıkla orada burada suyla veya sodayla dolu bardaklar "unutmak" gibi. Kadının çok şüphelenmeyeceği şeyler, yani. Bunu o kadar iyi karşılayacağını düşünmüyordu; ama hiçbir şey yapmadan da oturmayacaktı.

Jaejoong'u şaşırtarak, işler oldukça iyi gitti. Genç adam buzdolabında bıraktığı şeyleri Yeojin'in yemeyeceğini düşünmüştü; ama kadın yedi. Görünüşe göre fazla sorgulamıyordu. Yeojin için başka ne yapabileceğini merak ediyordu genç adam, kadının kabul edeceği başka şeyler de olmalıydı; ama biraz fazla bariz olmayan ne yapabileceğini bilmiyordu, kadının da daha bariz şeyleri de kabul edecek kadar unuttuğuna emin değildi; bu yüzden önceki gibi devam etti. Bir hafta kadar sonra Yeojin'in sekreterinden bir telefon geldi.

"Bay Kim? Ben Siyeon, eşinizin sekreteriyim." dedi kadın, nazikçe. Ah, demek adı buydu!

"Tabi, hatırlıyorum Bayan Siyeon." dedi Jaejoong.

"Ah, sevindim. Söylediğiniz gibi eşiniz hakkında haber vermek için aramıştım." dedi kadın.

"Bir sorun mu var?" dedi Jaejoong anında; daha farkına bile varmadan endişelenmişti bile.

"Hayır hayır, sadece bugün benden jinekoloğundan bir randevu almamı istediğini söylemek için aramıştım. Sağlık problemleriyle ilgili mi, bilmiyorum; ama..." dedi kadın. Jaejoong kalakaldı. Jinekolog mu? Neden jinekolog?

"N-nedenini söyledi mi?" diye kekeledi.

"Hayır, söylemedi. Randevuyu benim adıma almamı istedi, muhtemelen emin olmadan sizin bilmenizi istemedi; ama ben en azından bir randevu istediğini bilmeniz gerektiğini düşündüm..." sekreterin sesi zayıflayarak kayboldu.

"Neyden emin olmadan... bir dakika, ne- NE?!" Jaejoong son sözcüğü öyle yüksek sesle söylemişti ki kendi sekreteri kapısını tıklattı.

"Her şey yolunda mı, Bay Kim?"

"Evet, her şey yolunda Kyojung, beni boşver, işine dön sen!" diye seslendi eliyle telefonun ahizesini kapatarak. Sekreterinin gittiğinden emin olduğundaysa yeniden telefona döndü. "Tekrar soruyorum. Ne?"

"Şey, yani Bayan Kim bir şey olursa size söyler zaten; ona iyi bakıyorum ve bugün de doktora gidecek. İşte, size söyledim. İyi çalışmalar Bay Kim!"

"BEKLE!" diye bağırdı Jaejoong yine; ama hat kesilmişti bile. Dudaklarını yemeye başladı. Bu ne anlama geliyordu? Tamam, bunun ne anlama geldiğini biliyordu tabii ki; ama bu nasıl olabilirdi? Şu olay olmadan daha bir gün önce bitmişti adeti, bu esasen imkansızdı. Değil miydi? Eğer mümkün olsa kesinlikle Yeojin gerekli önlemleri hemen ertesi gün almış olurdu, değil mi? Öğrenmek zorundaydı. Yeojin'i; tamam, bu kulağa oldukça hastalıklı gelecekti ama; gizlice takip etmek zorundaydı.

Yeojin'in jinekoloğunun nerede olduğuna dair hiçbir fikri yoktu - neden bilsindi ki? Bunun için hiç bir sebebi olmamıştı. Bugüne kadar. Adresi almak için Yeojin'in sekreterini aramaya çalıştı; ama hat meşgul çalıyordu. Tabii ki öyle olacaktı, meşguldüler. Bir şekilde öğrenmesi gerekecekti; ama öylece gidip soramazdı.

Öğle molasına kadar bekledi ve herkes çıktıktan sonra Yeojin'in ofisine doğru yola koyuldu. İçerisi bomboştu, sekreterden bir iz yoktu ve defterler masada savunmasız bir biçimde duruyorlardı. Ajandaya en çok benzeyeni alıp çabucak baktı. Sadece "7pm - Doktor" diye kaydedilmişti; ama kimdi?! Homurdanarak bir telefon defteri aramaya başladı. Bulması biraz sürdü; bulunca da yerin adının ne olduğunu bilmediğini fark etti. Elini saçından geçirip bilgisayarın ekranını açtı. Oradaki programı gözden geçirdi; ama orada da bir kayıt yoktu. Masadaki bütün kağıtları karıştırıp tek tek bakmaya başladı, ta ki orada üzerinde tanıdık gelen bir numaranın yazdığı post-iti görünceye dek.

"Doktor Park... eh, kaybedecek bir şeyim yok." diye omuz silkti, kağıttaki isme bakarak. Telefonunu çıkarıp numarayı tuşladı; ama arama tuşuna basamadan parmağı ekranın üzerinde donakaldı. Telefonundaki otomatik arama, numarayla tam eşleşen bir kayıt bulmuştu. Post-iti aldığı yere geri bıraktı ve kaşlarını çatarak ekrandaki isme baktı.

"Yoo...chun? Cidden mi? Yani doktoru... bu ne lan?" dedi kendi kendine. Tamam, Yoochun fena bir doktor sayılmazdı; ama Jaejoong onun karısının doktoru olması düşüncesinden pek de hoşlandığını söyleyemeyecekti. Ve yine, esas konu bu değildi.  Çabucak kendi ofisine dönüp kapıyı kilitledi. Eğer bu elindeki doğru numara değilse ölmüş sayılırdı; ama nedense numaranın doğru olduğuna oldukça emindi. Biliyordu ki çalışırken Yoochun telefonunu sekreterine bırakırdı; bu yüzden direk arkadaşıyla konuşması gibi bir risk de yoktu.

"Park Yoochun'un telefonu, nasıl yardımcı olabilirim?" diye cevapladı nazik bir ses, Jaejoong sonunda arayabildiği zaman.

"Ah, merhaba; sanırım siz kız kardeşimin konuştuğu sekretersiniz? Bugünkü randevusunun saatini doğrulamam gerekiyor da..." dedi Jaejoong.

"Üzgünüm, hastanın kendisi dışında kimseyle bilgilerini paylaşmıyoruz, kardeşi bile olsanız." dedi kadın. Jaejoong'un canı sıkıldı; ama öylece pes etmeyecekti, tabii ki.

"Neden böyle yaptığınızı anlıyorum; ama ben de benden doğrulamamı istediği için arıyorum şu anda, sadece evet veya hayır demeniz yeterli. Yanlış saatse ona sizi kendisinin araması gerektiğini söylerim." sekreterin soyadı neydi ki? Ona daha önce Bayan Han diye hitap ettiğini hatırlıyordu... bunu kullanmaya karar verdi. "Adı Han Siyeon ve söylediğine göre randevusu bu akşam yedide olmalı."

Kadın hattın öteki ucunda kısa bir süre sessiz kaldı; muhtemelen kararsızdı.

"Bu doğru, Bay Han." dedi sonunda. Tamam, Bay Han diye hitap edilmek gerçekten tuhaftı; ama şu anda Siyeon'un abisi olması gerekiyordu; bu yüzden hiçbir sorun yokmuş gibi davrandı.

"Harika. Ha bir de, ne zaman gelsin? Randevudan on beş dakika önce orada olması yeterli olur, değil mi?" diye sordu tekrar.

"Evet, bu uygun olur. Lütfen geç kalmayın; korkarım randevulu hastalarımız gelmezse beş dakika içinde başka bir hasta kabul ediyoruz." dedi kadın. Jaejoong mırıldadı ve kadının göremeyecek olmasına rağmen başıyla onayladı.

"Tabi, anlıyorum. Bunu ona iletirim, çok teşekkürler."

"Önemli değil. İyi günler."

Hat kesildiğinde Jaejoong zaferle sırıtıyordu. Şimdi elinde bir zaman VE yer vardı. Yapması gereken tek şey Yeojin'in randevusundan sonra Yoochun'la konuşmak olacaktı. Telefonunu bırakıp bilgisayarını açtı. İşin en güzel yanı, bunların üstüne hem muayenehanenin yerini de biliyor, hem de doktoru çok iyi tanıyor olmasıydı. Hiçbir şeyde zorlanmayacaktı. Tek yapması gereken Yeojin'in randevudan çıkmasını beklemekti, sonra harekete geçecekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder