4 Ocak 2015 Pazar

Evlilik - 8

Nefes nefeseydi, hayatında hiç bu kadar zor nefes aldığını hatırlamıyordu; ama bu umurunda bile değildi. Şu anda nefessizlikten düşüp ölüverebilirdi ve bu yine de umurunda olmazdı. Şu saatte trafik cehennemden beterdi ve herhangi bir dört tekerlekli araçla eve varması yüzyıllar sürerdi. Yoochun'un ofisinden öyle fırtına gibi çıktıktan sonra tek yapmak istediği en hızlı şekilde eve ulaşmaktı ve yollar onu sinirden öylesine delirtiyordu ki sonunda arabasını bulduğu ilk yere park edip eve doğru koşmaya başlamıştı. Peşinden atlı kovalıyor gibi koşarken bile yolun yarım saatten uzun süreceğini biliyordu; ama yine de arabasının içinde trafiğin açılmasını beklemekten daha hızlı oluyordu. Sadece mümkün olan en kısa zamanda evde olmak zorundaydı. Artık canına yetmişti.

Apartman sınırlarına girdikten sonra bile koşmayı bırakmadı; ta ki asansöre binene kadar komşularının bütün tuhaf bakışlarını yok sayarak koştu. Asansör yukarı doğru tırmanırken ellerini dizlerine dayayıp nefeslenmeye çalıştı. Asansör kapılarının açılacağını belirten tanıdık çınlama sesini duyduğu anda dışarı fırladı, cebinden çıkardığı anahtarları deliğe sokmaya çalışırken birkaç küfür savurdu ve kapı açılır açılmaz içeri daldı.


"YEOJIN!" diye bağırarak önce salona, sonra mutfağa koştu. Kimse olmadığını görünce de odasına koştu. Kadın orada da değildi; ama banyosundan akan suyun sesini duyabiliyordu Jaejoong. Hiç düşünmeden banyo kapısını da açıp savrulan kapının duvara çarpmasının çıkardığı yüksek ses ve tiz bir çığlık eşliğinde hızla içeri daldı.

"YEOJIN!"

"BANYOMDA NE BOK YEDİĞİNİ SANIYORSUN?!"

"ASIL SEN NE BOK YEDİĞİNİ SANIYORSUN!?"

"NE YAPMIŞIM BEN? ÇIK DIŞARI!"

"HAMİLE MİSİN SEN?!"

"SENİ İLGİLENDİRMEZ!!"

"KIÇIMI İLGİLENDİRMEZ!!"

"SADECE BANYOMDAN ÇIKAR MISIN KIM JAEJOONG!"

"GÖRMEDİĞİM ŞEY SANKİ, NE FARK EDER Kİ?!"

Banyo perdesinin arkasından sinirden köpüren bir başka tiz çığlık geldi; Jaejoong kulaklarını kapatıp yüzünü ekşitti.

"SİKTİR GİT DEDİM!!" 

"ÇIKINCA BENİMLE KONUŞMAYA SÖZ VERMEZSEN MİLİM KIPIRDAMIYORUM!"

"AMAN BE! Tamam, sadece, çıkar mısın artık?!"

"Söz verdin!" dedi Jaejoong ve banyodan çıktı. Salona gidip derin bir iç geçirerek kendini koltuğa bıraktı. Sakinleşmek için kendine biraz zaman tanıdı, sonra sırtını yastıklara yaslayıp koluyla gözlerini kapattı.

"Ne demek istiyorsun, istemiyor, derken? Bu ne anlama geliyor?" 

"Şöyle ki, benim sevgili geri zekalı arkadaşım, o kadar kötü bir kocasın ki ona o geceyi hatırlatacak hiçbir şeyin kalmasını istemiyor." 

"Kapa çeneni, bahse varım o kadar da kötü değildim - ama biraz daha açık olsan ölür müsün, beynim kısa devre yaptı burada!" 

"Bu yüzden sana geri zekalı diyorum ya! Tamam, baştan alıyorum. İçeri girdiğinde onun senin karın olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, bu yüzden ona da aynı diğer has-"

"Orayı atlayabilirsin, ilk anlattığında da anlamıştım." 

"Tamam, ona gerçekten de hamile olduğunu söylediğim zaman mutlu olmak yerine üzüldüğünü gördüm. Bana senin ne kadar korkunç, şerefsiz bir piç olduğunu anlattı ve-"

"Kendi düşüncelerini karıştırma!" 

"Tamam, tamam anladım! Bu sefer ciddiyim. Senin ondan nefret ettiğini düşünüyor. Böyle biriyle birlikte olduğunu düşünmekten nefret ediyor ve bebeğin de onu hiç umursamayan bir babayla rezil bir hayat süreceğini düşünüyor. Tabi ben de midesi için aldığı ilaçların bebeği kötü etkilemiş olabileceğini de söylemiş olabilirim; ama sonuçta bebeği aldırmak istiyor ve bilesin diye söylüyorum, ona bir randevu verdim. Aynı zamanda babasını incitmeyecek ve şirketlere zarar vermeyecek ilk anda boşanmak da istiyor."

"....bu kahrolası APTAL!" 

Ondan nefret ediyordu, onun da kendisinden nefret ettiğini sanıyordu ve bu yüzden de bebekten nefret ediyordu. Bu muydu yani? Durumdan hiç hoşlanmıyordu, biraz bile. Jaejoong'un geçmiş hataları yüzünden Yeojin'in şu an bu durumda olması çok sinir bozucuydu. Tamam, doğru, sütten çıkmış ak kaşık değildi; ama yine de... bu biraz fazlaydı ve Jaejoong buna daha fazla katlanmayacaktı. Hiçbir yanlış anlaşılma veya söylenmemiş hiçbir söz bırakmayacaktı. Her şeyi yoluna koymak veya berbat etmek artık önemli değildi, zaten durum bundan daha kötü olamazdı asla. Bundan sonra sadece aralarında her şeyin net bir şekilde anlaşılmış olması önemliydi onun için. Ne yapmak zorunda kalacağı önemli değildi, gururuna da sıçardı; Yeojin durup dinlemeye ve tekrar düşünmeye karar verdiği sürece her şeyi yapardı.

Yeojin'in ona söyleyebileceği her şeyi kabul edecekti. Zaten muhtemelen kadının söyleyebileceği her şeyi dibine kadar hak etmişti ve kadına verebileceği sadece iki şey vardı: büyük bir özür ve aptal bir kalp. Daha doğmadan çocuklarının onun yüzünden zarar görmesini de istemiyordu. O şey dünya üzerindeki en güzel bebek olacaktı; en değerli, en mutlu küçük kız o olacaktı ve Jaejoong ona mümkün olan her şeyi verecekti. Sadece onun aptallığı, gereksiz gururu ve açtığı yaralar yüzünden, yani sadece onun yüzünden Jaejoong Yeojin'in masum bir hayata zarar vermesine izin vermeyecekti. Eğer kalbinde hala ona birazcık bile yer varsa, ufacık bile olsa, Jaejoong onu kendine öyle bir aşık edecekti ki ayakları yerden kesilecekti genç kadının, sanki bir rüyadaymış gibi yaşatacaktı Jaejoong onu. Eğer sadece onu bir kere daha kalbini açmaya ikna edebilirse...

İç geçirip yine öne eğildi, dirseklerini dizlerine yaslayıp aşağı baktı. Ellerini birleştirip sessizce Tanrıya yalvararak bekledi. Kadının salona gelmesi vakit aldı. Her zamanki gibi soğuk bir yüz ifadesi takınmıştı; ama üzeri oyuncak ayı desenli pembe pijamalarıyla birazcık daha farklı görünüyordu sanki. Jaejoong'un karşısındaki koltuğa oturdu, dizlerini göğsüne çekti ve kollarını dizlerinin etrafına doladı. Kadın çenesini dizlerine dayayıp öylece adamı izlerken bir sessizlik oldu.

"Bana neden söylemedin?" dedi Jaejoong sonunda, kadının gözlerine bakamadan.

"Ben de daha bugün öğrendim. Sen nasıl öğrendin?" dedi Yeojin.

"Ben... bir şeylerin olduğunu düşündüm, şüphelenip seni takip ettim." diye itiraf etti Jaejoong. Bir şey saklamanın hiçbir anlamı yoktu. sonuçta aralarında gizli saklı olmamasını istiyordu.

"Sen nasıl öğrendin?" diye tekrarladı kadın.

"Doktor benim arkadaşımdı, sorunca anlattı... şu beni telefonda konuşurken duyduğun." diye açıkladı Jaejoong.

"Hım." dedi Yeojin basitçe.

"Neden..." diye başladı; ama boğazı düğümlenmiş gibiydi, bu yüzden durup derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Neden sen... onu aldırmak istiyorsun?"

Bir sessizlik daha oldu. Jaejoong Yeojin'in yüzüne baktı; ama genç kadın başka tarafa bakıyordu. Yüzündeki hüzün o kadar yoğundu ki adam uzanıp onu silmek için korkunç bir istek duyuyordu... ama bu hüznün sebebi zaten oydu. Yine kalbinin ağrıdığını hissetti.

"İyi bir hayatı olmazdı... kendinden nefret eden bir anne ve ikisinden de iğrenen eden bir baba; çocuğumun bunu yaşamasını istemiyorum... istenmeyen, bir hatanın sonucu olarak doğmuş bebek olmasını istemiyorum. Eğer ona hak ettiği sevgiyi veremeyeceksem-"

"Bunu nasıl söylersin?" dedi Jaejoong yumuşakça; kadının cümlesini bitirmesini bekleyememişti. Kadın bunun üzerine bakışlarını yine ona kilitlemişti. Adam acı dolu gözlerle bakıyordu ona, o kadar ki kadın neredeyse tereddüt edecekti.

"Bunu yapmaya ben de bayılmıyorum." diye mırıldandı, "Olan her şeyden sonra seçim belli, gerçi."

"Senden iğrenmiyorum. Onun istenmediğini hissetmesine asla izin vermem ve eğer sen sadece seni sevmeyen bir adamla yattığını düşündüğün için ona hak ettiği sevgiyi veremezsen ben onu senin yerine de severim; iki katı severim. O bizim kızımız..." dedi, boğazına oturan yumru yüzünden bir daha durmak zorunda kalmadan önce. Nefes almak çok zorlaşmıştı ve gözleri yanıyordu.

"Kızımız..?" diye mırıldandı Yeojin, bakışlarını kaçırarak. Jaejoong da aşağı baktı. Sakinleşmek için derin bir nefes aldı; ama bunca zaman bastırdığı göz yaşlarını şimdi durdurması imkansızdı.

"Senden nefret falan etmiyorum... ne demiş olursam olayım, hiç etmedim. Tam bir hayvanım, sana korkunç davrandım; bunun için özür dilemeye bile hakkım yok. Seni uzaklaştırmak istemiştim; bahanem de evliliğimizin mecburi olmasıydı, çok anlamsız da olsa. Bu benim ilk anlaşmalı evlilik randevusu maceram değildi, istesem hayır demenin bir yolunu bulabilirdim; ama yapmadım...seni ilk gördüğüm zaman bile hoşlanmıştım senden. Hiç kabul edemedim; ama sıkıcı hayatıma neler yapabileceğini görmek istedim. Annem gibi gitmeyeceğini görmek istedim, babamı haksız çıkarmanı istedim... sonra zamanla, ben farkına bile varmadan, dört gözle beklediğim her şey sendin."

Yeojin sessizce dinliyordu; Jaejoong'un başını kaldırıp onun yüzüne bakacak gücü yoktu. Sesi titriyordu; genç adam hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kararı buydu, her şeyi en baştan anlatacaktı; ama kimse bunun kolay olacağını söylememişti. Derin, titrek bir nefes aldı ve yavaşça verdi.

"Yaptığın her şeyi aşağılıyordum, yok sayıyordum, soğuk davranıyordum; ama her gün bir dahaki sefer ne yapacağını görmek için can atıyordum. Bunu kabul etmek için fazlasıyla gururluydum, bununla ilgili kimseye tek kelime edemezdim; en iyi arkadaşıma bile söyleyemezdim. Ona sadece kendim neye inanmaya çalışıyorsam onu söyledim. Gerçi bunu yemek için beni biraz fazla iyi tanıyor; ama beni ikna edemezdi. Bunun değişmeyeceğini düşünüyordum, senin hep böyle kalacağını sanıyordum... bu çok saçma; tek olan şey sürekli incinmekken kim buna devam eder ki? Ama ben bunları fark edebildiğimde artık çok geçti. Sonunda kabullendiğimde seni çoktan kaybetmiştim. O zamandan beri de uğraşıyorum... aynı senin bir zamanlar yaptığın gibi, şimdi ben uğraşıyorum. Tüm bu zaman nasıl hissettiğini artık biliyorum ve sana bunu yaşattığımı bilmek beni öldürüyor. Duyduğun o konuşmadan sonra yaptığım hiçbir şey yalan değildi, seni kandırmak için bir oyun falan da değildi. O gece söylediğim hiçbir kelime de yalan değildi.Sana yalan söylemedim... seni kullanmak falan gibi bir şey de düşünmedim; sadece, gerçekten sadece seninle olmak istedim. sarılmak, öpmek... seni sevmek istedim, bunu hisset istedim. Benim için öylesine bir şey değildi. Hala senden tiksindiğimi söyleyebilir misin?"

Jaejoong gözlerini sildi, gerçi kirpiklerinden halıya durmadan düşen onlarca damlayla bu çok beyhude bir çabaydı. Bunu durdurmak için hiçbir şey yapamıyordu, vücudunun sarsılmasını bile engelleyemiyordu. Çok zavallı, çok aptal görünüyor olmalıydı; ama nasıl göründüğünün bir önemi yoktu. Birisi göğsüne elini sokup kalbini kavramış da sıkıyormuş gibi hissediyordu; ama nasıl hissettiğinin de bir önemi yoktu. Ne o söyleyeceklerini bitirmişti, ne de Yeojin sessizlikte bir kelime ediyordu. Titrek bir nefes aldı ve daha buğulu bir sesle devam etti.

"Yaptığım her şeyi, geçen seneyi affedebilir misin, bilmiyorum. Biliyorum, ne yaptığımın ya da senin ne yaptığının önemli olmadığını söyledin; bu yüzden hala seni kullandığımı düşündüğünü söylesen şaşırmam. Ama en azından artık kendinden nefret etmek zorunda değilsin, değil mi? İlk seferindi, sarhoştun; ama senden nefret eden biriyle falan değildi... seni sevdiğini nasıl göstereceğini bile bilmeyen aptal bir adamlaydı. En azından bu daha iyi, değil mi?" Jaejoong sözlerinin sonunda hafifçe hıçkırdı. Daha fazla konuşacak gücü yoktu. Bir aptal gibi ağlamaması gerekiyordu, esas canı yanan o değildi, Yeojin'in karşısında ağlamayı bile hak etmiyordu. Gözyaşlarını durdurmak için gözlerini sıkıca kapattı ve dişlerini sıktı; ama başarılı olmayı beklemiyordu. Pişmanlık ve vicdan azabı içini kemirirken, demirden bir el kalbini kavramış sıkarak nefes almasına engel olurken ya da affedilmekten bile vazgeçmiş sadece Yeojin ve bebeği için endişelenirken değil. Şu anda böyle aptalca ağlamak yerine Yeojin'in her şeyi anlamasını sağlaması gerekiyordu...

Etrafına dolanan sıcak kolları hissettiğinde gözleri bir anda açıldı. Genç kadının sıcaklığı aptal gözyaşlarından daha da fazlasının bozuk musluktan fışkırır gibi fışkırmasına neden olmuştu. Daha kadın tek kelime etmemişti; ama Jaejoong biraz daha rahat nefes alabildiğini hissediyordu, tabi hıçkıra hıçkıra ağlarken bu ne kadar mümkünse. Kadının kollarına sıkıca sarılıp kadına doğru sokuldu. Jaejoong ağlarken kadının parmakları yavaşça saçlarını okşadı, Jaejoong biraz sakinleşip ağlamayı bırakana kadar da durmadı. Hıçkırmayı bıraktığında Jaejoong gözlerini çabucak sildi, derin bir nefes aldı ve dönüp kadının beline sarıldı, alnını kadının karnına yaslayıp gözlerini kapattı.

"Onu incitmeyi nasıl düşünebilirsin, hem de benim gibi lüzumsuz bir geri zekalı yüzünden?" diye neredeyse mızıldandı, ağlamaktan çatlamış sesiyle. "Bizim küçük kızımız..."

"Kız olduğuna çoktan karar verdin demek?" dedi Yeojin, sorgularcasına.

"Tabii ki kız; annesi kadar da güzel olacak." dedi Jaejoong, kadının karnını yavaşça okşarken. "Böyle bir meleği incitmeyi gerçekten istiyor musun yani? Tamam, planlanmamış olabilir; ama bir hata değil o, bir lütuf."

Yeojin geri çekilip Jaejoong'un yanında ona dönük oturarak koltuğa bağdaş kurdu. İç geçirdi; yüzünde ikircikli bir ifade vardı. "Ben de bayıldığımdan almadım bu kararı. Benim ne kadar canımın yandığından haberin var mı? Sence ben neden kendi bebeğimden vazgeçmeye karar verdim?"

"Benim yüzümden, biliyorum... üzgünüm." dedi Jaejoong utançla gözlerini kaçırıp. Sonra cesaretini toplayıp bir daha genç kadının yüzüne baktı. "Ama en azından artık düzeltmediğim hiçbir şey yok; söylemediğim tek bir şey yok. Seni her şeyden çok seviyorum ve aynı sıkıcı bir romantik komedi filmin boğazlamak istediğim baş karakteri gibi bunu ancak seni kaybettikten sonra anlamayı başardım. Sen de madem benim seni sevmediğimi, kızımızı da sevmeyeceğimi düşündüğün için ondan vazgeçmişsin, artık onu incitmek için bir sebebin yok, değil mi? Yeojin, lütfen bana onu incitmeyeceğini söyle."

"Eğer şu sözlerine gerçekten inanabilsem... neredeyse sana inanacağım; eğer doğru söylüyorsan gerçekten kendi bebeğimden vazgeçmek için bir sebebim kalmazdı." dedi Yeojin.

"Bana inanman için ne yapmalıyım?" dedi Jaejoong, saniye sektirmeden. Yeojin insanları kitap gibi okuyabilmekle övünürdü ve Jaejoong'un gözlerinden gerçekten karşısında ne yapmasını söylerse asla tereddüt etmeden yapacak bir adamın oturduğunu görebiliyordu. Hafifçe gülümseyerek adamın kalbinin bir an için teklemesine neden oldu.

"Ne yapmanı isteyebilirim ki? Galiba bu zamanla olacak bir şey; ama eğer bana söz verirsen, eğer gerçekten yalan söylemediğine dair bana söz verirsen..."

"Tanrı'nın, senin ve doğmamış bebeğimizin üzerine yemin ederim ki tek kelime yalan söylemedim." dedi Jaejoong, Yeojin'in cümlesini tamamlamasına bile izin vermeden. Uzanıp kadının ellerini avuçlarının arasına aldı. "Seni gerçekten seviyorum. Seni incittiğim her saniye için kendimden ne kadar nefret ettiğim hakkında hiçbir fikrin yok. Benim yüzünden kızımızı inciteceğini öğrendiğimdeyse... ölüyorum sandım, Yeojin." bunun hakkında konuşurken sesindeki acıyı saklayamıyordu genç adam. Kendine bunun üzerinde fazla düşünecek zaman tanımamıştı; ama bu onun canını öylesine yakmıştı ki zaten kendine düşünecek zaman verse nefes alamazdı. Uzanıp kadının saçlarına yumuşakça dokundu. "Eğer bana inanmaya karar verirsen cenneti ayaklarına serebilirim senin. Başka kimsenin sevemeyeceği kadar çok sevebilirim. O kadar mutlu edebilirim ki birbirimizle konuşmadan geçirdiğimiz zamanı hatırladığımızda beraber güleriz. Sana nasıl ağlandığını unutturabilirim. Tek istediğim... sadece hayatımın her gününü gülüşünü görerek, kahkahalarını duyarak geçirmek, başka hiçbir şey istemeyeceğim. Aynen böyle hissediyorum, yemin ederim."

"Hayatımda duyduğum en cazip teklif bu olabilir." dedi Yeojin, çekinerek.

"Sana zaman versem, biraz düşün desem... en azından kızımızı üzmeyeceğine ve bana inanmayı deneyeceğine söz verir misin?" dedi Jaejoong.

"Sanırım bunu yapabilirim." dedi Yeojin sonunda, gülümseyerek. Jaejoong, kadın cevap verene kadar tuttuğu nefesinin yavaşça dudaklarından aktığını hissederek gülümsedi ve kadını kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Burnunu saçlarına gömüp tatlı kokusunun ciğerlerini doldurmasına izin verdi. Bu kokuda boğularak ölebilirdi ve şikayetçi olmazdı; bu hayatı boyunca düşünmüş olduğu en güzel ölüm şekli olurdu.

"Teşekkür ederim." diye fısıldadı Jaejoong. "Seni seviyorum."

Bir saniye sonra Yeojin'in bedeninin kollarında gevşediğini ve kadının kollarının onu sardığını hissettiği zamansa dünyanın bütün renkleri ve sesleri geri gelmiş gibi hissetti Jaejoong. Eve geldiğinden beri ilk defa balkonda yuva yapmış kuşların yavrularının çıkardığı sesleri ve Vivaldi'nin Dört Mevsim'inin salonda usulca çalmakta olduğunu fark ediyordu, mesela. Yeojin'in omzuna tüy kadar hafif bir öpücük kondurarak kadının ürpermesine neden oldu; ama bunun kötü bir his olduğunu düşünmedi Yeojin. Aksine bir süredir buz gibi ve sancıyan kalbinin yeniden sıcacık olmasına dudaklarına bir gülümsemenin yayılmasına yol açmıştı. O da dönüp yüzünü genç adamın saçlarına gömdü ve bir hafif bir öpücük kondurdu. Elinde değildi; kalbi, ne kadar çok yara alırsa alsın hala bu karşısındaki adam için çarpmayı başarabilecek kadar aptaldı.

"Ben de..."

*

"Bahse var mısın?"

"Hadi ama; dedim sana, sadece strestendir!"

"Hıı tabi, geçen sefer de bunları saçmalıyordun sen..."

"YAH!"

Kadın onun koluna bir yumruk atarken genç adam güldü. Kadın sinirli taklidi yapıp somurtmakla meşguldü. Adam kolunu ovuşturarak kadının somurtmasını suratında geniş bir sırıtışla izledi. Kadının kalbini kazandığından beri tam üç yıl geçmişti ve genç adam verdiği her sözü yerine getirmişti. O günden beri kadın bir kere bile ağlamamıştı; bir sebebi olmamıştı hiç. Kadını kalbi her an patlayabilirmiş gibi seviyordu genç adam ve gülüşünü görmeden, kahkahalarını duymadan geçirdiği bir gün bile olmamıştı. Muhteşemdi.

"Ne? Yanılıyor muyum?" diye kıkırdadı adam.

"Tamam, birazcık haklı olabileceğini kabul ediyorum; ama hatırlatmak isterim ki bu oldukça olanak dışı." dedi kadın, ciddi bir tavır takınmaya çalışarak.

"He, götüm, eminim öyledir..." diye kendi kendine mırıldandı adam, sessizce.

"Ne?"

"Dedim ki, imkansız diye bir şey yoktur." dedi adam, "Jiwoon'a bir küçük prensçik gelecek."

"Ha yani cinsiyetini de biliyorsun!" dedi kadın. Adam başıyla onayladı.

"Geçen sefer yanıldım mı?"

"Ben hala diyorum ki strestendir."

"O zaman bahis açıldı, demektir. Haklıysam benimle o tatile çıkmak zorundasın; sen haklıysan da istediğin bir şeyi yapmak zorundayım, ne istersen."

"Sormadan kendi kendine karar veremezsin!"

"Yoksa korktun mu?" dedi adam, kadının bir türlü alışamadığı o yarım sırıtışıyla. Bu sırıtış hala kadının yanaklarının ısınmasına ve kalbinin iki kat hızlı çarpmasına neden oluyordu. Yıllar geçmişti, kadın anne olmuştu, hatta küçük kızı iki yaşına bile basmıştı; ama hala adama karşı koyamadığı zamanlar oluyordu, bir de büyüdüğünü sanıyordu! Üstelik kızına beşik, oyuncak at, oyuncak bebek hatta boyama tahtası gibi şeyler olabilen bir adamın bir anda nasıl bu karşısındaki tanımlanamayan cisme dönüştüğünü anlamak Yeojin için basitçe imkansızdı. Pes ederek ofladı.

"Tamam be! Senden korkan senin gibi olsun. Anlaştık."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder