“Kızlar bakın ne duydum?” Diye koşarak Rian yanlarına
geldiğinde Hanna ve Sekyung okulun en rahat kafesinde yumuşak ve rahat
koltuklara kurulmuş kahve içiyorlardı. Rian’ın yüzünde dünyanın en heyecan
verici haberini duymuş gibi bir ifade vardı ve genelde yüzündekiler kitap gibi
okunur olduğundan muhtemelen öyle bir haber aldığı sonucuna varılabilirdi.
“Sen derste değil miydin ya?” dedi Hanna, zaten yeterince
büyük olan gözlerini daha da belerterek. Rian kendini kızların yanındaki
koltuğa bırakırken gözlerini devirdi.
“Hayır tabii ki, dersten çıkalı yarım saat oluyor!
Telefonunuza baksaydınız görürdünüz. Ama en azından artık nerede olduğunuzu
mesaj atma zahmetine giriyorsunuz ki bu da büyük bir gelişme. HER neyse.” Dedi
kız ve abartılı hareketlerle saatini düzeltip öne doğru eğilip yüzüne eski
heyecanlı gülümsemesini yerleştirdi. “Çok tatlı haberlerim var.”
“Bu kadar heyecanlanacak ne duydun lan?” dedi Sekyung,
yüzünde hem garipsediğini hem de merak ettiğini belli eden bir ifade vardı.
Hanna da sabırla Rian’ın konuşmasını bekliyordu.
“Dersten çıkınca bizimkileri görmek için bir Çardak Kafe’ye
gideyim demiştim; Tao ve Donghae oturuyormuş orada, kaç zamandır da Donghae’yi
görmemiştim en azından bir merhaba derim diye düşündüm. Onların da bir saat
sonra dersi varmış orada oturuyorlarmış-”
“Sadede gel be kadın!” diye parladı Hanna, Rian’ın bütün
hevesini kursağında bırakarak. Rian’ın hayal kırıklığı vücudunun her
milimetrekaresinden belli oluyordu; ama kız bir iç geçirip çabucak toparlandı
ve arada anlatarak olayı ballandırmak istediği belli olan her şeyi atlayarak
konunun özüne geldi.
“Tao bizim Dionysos’la ev arkadaşı olmuş.” Dedi pat diye.
Hanna ve Sekyung’un yüzlerindeki boş bakış ve ardından duydukları beyinlerine
ulaştığında gelen şok ifadesi, aradaki kısmı atlamaya değimişti.
“NE?!” diye ufak bir çığlık attı iki kız beraberce. Rian
kendinden memnun bir şekilde başıyla onayladı ve az önce atladığı kısımları
anlatmaya girişti.
“Başlamadan önce söyleyeyim; çocuğun adı Oh Sehun ve bizim
okulda üçüncü sınıf. Bunun yurdunu durduk yere kapatmışlar habersiz, bunlar
gelince eşyalarını depodan çıkarıp vermişler ve kapı dışarı etmişler. Bir
haftadır her gece nerede bulursa orada kalıyormuş; otel, birinin evi falan işte
neresi olursa. Tao da demiş gel benim evimde kal iki hafta, zaten abisi askerde
ya, ev de boş. Hazır böyleyken kalacak yer bulana kadar iki hafta Tao’yla ev
arkadaşı olacakmış. Dün taşınmış.”
“Bu çocuğun çevresi tam olarak ne kadar geniş?” diye
bilimsel bir konuda tartışır gibi Hanna’ya sordu Sekyung. Hanna’nın ağzı cevap
vermek için biraz fazla açık kalmıştı. Sekyung’un yüzünde bıkkın bir ifade
belirdi. “Ağzını kapa, sinek kaçacak.”
“Ay çok heyecansızsın!” diye söylendi Rian. Hanna başıyla
onayladı.
“Bunun hiç sırası değil, Sekyung, cidden.” Dedi Hanna ve
yeniden Rian’a döndü. “Yani şimdi sen cidden ciddisin, gerçekten bizim Dionysos
mu gelmiş Tao’nun evine?”
“Yep.” Dedi Rian, başıyla onaylayarak, “Bu ne demek, biliyor
musun? Gayet gidip bir gün biz de tanışabiliriz, demek. Hatta en yakın zamanda,
mükünse.”
“Rian, gerçekten bu kadar mı umutsuzsun?” dedi Sekyung. Rian
ve Hanna dönüp Sekyung’a kafasını koparmak istiyorlarmış gibi baktılar. Sekyung
derin bir nefes aldı ve çabucak konuyu değiştirdi, “Neyse zaten bu yakınlarda
olmaz; bizim yarın Songhee’yle buluşmamız lazım. Olur da denk gelirse bir gün
tanışırız.”
“Benim bir işim yok; yarın Tao konsere gidelim diyordu, ona
erken giderim muhtemelen.” Dedi Rian, zevkten dört köşe gibi bir hali vardı.
Sekyung kızın Tao’nun evine gitme sebebinin konserle hiçbir alakası olmadığını
rahatlıkla söyleyebilirdi.
“Neyse biz de bir ara tanışırız elbet, sen bir önden tanış
da, bir şey olmaz.” Dedi Hanna, yeniden kahvesini alıp yudumlayarak. Dibinde
biraz kalınca bardağı bıraktı. Tortulardan huylandığı için çoğu içeceğin dibini
bırakırdı.
“Gerçi evde olmayabilir de, bilmiyorum. Tanımıyoruz sonuçta;
ama pek de öyle içine kapanık bir tip olacağa benzemiyor.” Dedi Rian, kendi
kendine düşünür gibi.
“E herhalde, o tip bende olsa ben kesinlikle-”
“Sen sus bir kere, kıçımın ben-güzel-değilim manyağı! O
tipin kız versiyonu sende var zaten, çok konuşma!” diye Hanna’nın sözünü kesti
Sekyung. Hanna ne zaman buna benzer bir şey söylese parladığı için kızlar buna
artık alışıktı, Hanna sözü hiç kesilmemiş gibi devam etti.
“-kesinlikle felaket sosyal olurdum. Bence çapkındır bu,
demedi deme.”
“Kim bilir? Bazen beklemediğin şeyler olabiliyor.” Dedi
Rian, bilmiş bir ifadeyle.
Sekyung Rian’ın saklamaya tenezzül bile etmediği hevesini
uzaktan izlerken bu kadar heveslenecek neyin olduğunu düşünüyordu. Tamam,
Dionysos’ta adının Sehun olduğunu öğrendiği o çocuğu izlerken o da Hanna ve
Rian gibi eriyor, salya akıtıyor ve iç geçirip hayıflanıyor olabilirdi; ama
birebir tanışma fikri onu heyecanlandırmaktan çok geriyordu. Nedeninden emin
değildi; ama bunun muhtemelen çocuğa kendi kafasında hayali bir karakter
yarattığı ve yarattığı karakterin çocuğun gerçek kişiliğiyle uyum sağlama
olasılığının olmadığını bildiği için olduğunu düşünüyordu. Her halükarda ortada
onun için bir gerginlik olduğu kesindi; aynı Sehun’u kafede ilk gördüğünde
kızların verdiği aşırı hayranlık tepkisine rağmen ilk bakışta Sehun’u beğenmeyi
reddettiği zamanki gibi.
Tabii ki işler asla istediğiniz – veya istemediğiniz – gibi
gitmezdi ve karmanın her zaman kendi küçük oyunları vardı. Ertesi gün Hanna,
Sekyung ve Jeju’dan arkadaşları Songhee buluşup gezmeye başladıklarında Sekyung
akşam muhtemelen Songhee’yle birlikte bir bara gideceklerini, gece de kızın
onların evinde kalacağını düşünüyordu. Songhee’ninse aynı karma gibi kendi
küçük planları vardı.
“Ya ben gerçekten çok üzgünüm; ama erken dönmem lazım.” Dedi
kız, uzun siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak, “Yani anlattım ya
işte, o grupla birlikte yine akşam bir şeyler yapacağız. Beni bekliyorlar,
arkadaşım mesaj attı.”
“Sen de okula daha yeni başladın, ne çabuk ortam yaptın ha!”
dedi Hanna, takdir edercesine.
“Uğraşmadım ki! Arkadaş buldum sonra işte her şey tesadüfen
oldu…” dedi Songhee.
“Hıı tabi kesinlikle o Dongwoon denen çocukla da zaten
tesadüfen yakınlaştınız, eminim.” Dedi Hanna, inanmadığını belli ederek.
“Ya of!” dedi Songhee ve ellerini birden kıpkırmızı kesilen
yüzüne bastırdı. Kızın bu görüntüsü hem Hanna’yı hem Sekyung’u inanılmaz
eğlendiriyordu. Gülerek kıza sarıldılar.
“Neyse sen iyi eğlen ama bana bak, yakın zamanda bir daha
buluşacağız, tamam mı?” dedi Sekyung. Songhee başıyla onayladı.
“Görüşürüz o zaman.” Dedi Hanna. Uzun bir vedalaşma
faslından, öpücüklerden ve kendine iyi baklardan sonra kız metroya inen merdivenlerde
kaybolurken Songhee’nin arkasından el sallıyorlardı. Tamamen gözden
kaybolduğundaysa birbirlerine baktılar.
“Şimdi ne yapıyoruz?” dedi Hanna. Sekyung omuz silkti.
“Bilmem. Gruba baksana, bizimkiler ne yapıyorlarmış?” dedi,
ellerini cebine sokarak. Hanna pantolonunun arka cebinden parlak pembe kaplı
telefonunu çıkarıp ekranı dürtmeye başladı. Bir hedefleri olmadığından Sekyung
sağa sola sallanarak öylece bekledi. Hanna bir süre bir şeyler yazmaya devam
etti, sonunda başını kaldırıp Sekyung’a baktı.
“Beat’e gidelim, diyorlar. Bir şeyler yeriz, bir şeyler
içeriz, falan. Rian Tao’nun evindeymiş, Sehun da oradaymış. Televizyon
izliyorlarmış.” Diye az önceki mesajlaşmasının küçük bir özetini yaptı
arkadaşına Hanna.
“Onlar konsere gitmeyecekler miydi?” dedi Sekyung, kafası
karışmış bir halde.
“Donghae Kris’i de çağırmış, Tao’yla Kris’in kan davalı gibi
ortalıkta dolanmasını istemiyor. Ama Kris gelmeye ikna olunca Tao gitmekten
vazgeçmiş. Öyle olunca Rian da vazgeçmiş, makarna yapıp yemişler.” Diye açıkladı
Hanna. Sekyung bir an düşündü, sonra kafa yormamaya karar verip omuz silkti.
“Bana her türlü uyar. Yarın yapacak bir şeyim yok ne de
olsa. Hem her halükarda bir şeyler yiyeceğiz, Beat’te yemiş oluruz.” Dedi
Sekyung. Hanna bir an durduktan sonra yeniden telefonunu dürtmeye başladı,
sonra ekranı kapatıp telefonu çıkardığı cebine geri tıktı.
“Gidip yer tutun o zaman, diyorlar. Yürüyerek geleceklermiş,
biraz sürermiş.” Dedi Hanna, yürümeye başlayarak. Sekyung arkadaşının peşine
takılırken yüzünde şaşkın bir ifade vardı.
“Yürüyerek mi? O kadar yakın mıymış Tao’nun evi?” dedi
Sekyung, şaşırarak.
“Öyle demek ki. Biraz sürermiş dedi işte gelmeleri, yarım
saat desen biz yeriz, onlar yemiş zaten; onlar gelince de bir şeyler
içeriz.” Dedi Hanna, adımlarını hızlandırırken.
Sekyung arkadaşına kolayca uyum sağladı.
“Neyse o zaman geniş bir masa tutalım biz.”
Beat oldukça güzel bir yerdi; kapalı bir balkonu, iç salonu
ve üst katı vardı, yerler koyu renk ahşap döşemeydi ve buna uyum sağlayan koyu
renk masaların etrafında üzerinde güzel minderler olan koyu renk metal
sandalyeler diziliydi. Sağda solda yanan lambalardan sarı, loş bir ışık
yayılıyordu ve sohbet etmeyi imkansız hale getirmeyecek bir ses düzeyinde çalan
müzik de oldukça rahatlatıcıydı. Hanna ve Sekyung kendilerine güzel bir masa
bulup oturdular ve yemeklerini söylediler. Songhee’nin onlarınkinden bin kat
daha hareketli olan aşk hayatı hakkında konuşarak yemeklerini yediler. Onlar
bitirdikleri sırada gruba Rian’dan mesaj geldi. Tao’nun evinden çıktıklarını
söylüyordu.
“Geliyorlar.” Dedi Hanna, telefonunu çantasından çıkarmaya
zahmet bile etmemiş olan Sekyung’a.
“Zamanı gelmişti.” Dedi kız.
“Sanki daha önce gelseler konuşabilecektin; tıkınmaktan
önünü görmüyorsun.” Diye sataştı Hanna.
“Ay, kıçımın kenarı!” diyerek yüzünü buruşturdu Sekyung,
“Sen çok farklısın zaten; önüne et gelince dünyayı unutuyorsun. Annemin yaptığı
börekten dokuz dilimi ben yemedim!”
“O başka, o başka!” diyerek ellerini kaldırdı Hanna, “O özel
bir durum. Hala kırk beş kiloyum.”
“Gözüme sokmasan ölürsün.” Diyerek somurttu Sekyung.
Aralarında on beş kilo vardı ve çok şişman görünmemesine rağmen tombul
bacaklarından ve küçük de olsa dar bluzlardan belli olan göbeğinden hiç
hazzetmiyordu.
“Yok kız, sen de kilo verdin. Bir ayda bir kilo, hiç az
değil bence.” Dedi Hanna, arkadaşına gururla bakarak, “Sen biraz daha kilo
verince ben seni Barbie gibi giydireceğim.”
“Ay cidden, pantolonlarım bol gelmeye başlasa da bir
alışverişe çıksak…” diye hayıflandı Sekyung. Hanna’nın gözleri Sekyung’un
arkasında bir şeye takıldı ve yüzüne bir gülümseme yerleşti.
“Geldiler.” Diyerek ayağa kalktı Hanna. Sekyung da arkasını
döndü. Sandalyesini çekip kalkmak için çok tembeldi.
“Biz geldik!” diye ilan etti Tao, koyu mavi fularını
boynundan çözerken. Arkasından Rian ve Sehun denen çocuk geliyordu. Rian’ın
yanında görünce çocuğun ne kadar uzun olduğu daha iyi anlaşılıyordu; Rian
kendisi kısa bir kız sayılmazdı, Hanna ve Sekyung’dan uzundu en azından ve
Sehun yine de Rian’a bir baş fark atıyordu. Tao da kısa bir genç adam değildi
ve buna rağmen Sehun daha uzundu.
“Hoş geldiniz.” Dediler Hanna ve Sekyung aynı anda. Tao
Hanna’nın yanına gidip yanaklarından öperken Rian çantasını masaya fırlattığı
gibi lavaboya koştu.
“Nereye gitti bu?” dedi Sehun, dünyanın bütün rahatlığıyla
Sekyung’un yanındaki sandalyeyi çekip kendini üzerine bırakırken.
“Lavaboya gitmiştir.” Dedi Tao. Sehun başını kaldırdı ve bir
an boş boş baktı.
“Daha evden çıkarken gitmemiş miydi ya?” dedi sonunda,
afallayarak. Üç arkadaş güldüler.
“Tanıdıkça alışırsın.” Dedi Tao, sonra kızlara döndü.
“Kızlar bu Sehun. Sehun; Hanna ve Sekyung.”
“Memnun oldum.” Dedi Sehun, sırayla kızların ikisinin de
elini sıkarken. Sonra koltuğunda kaykılıp telefonuna gömüldü. Sekyung yanında
biriyle mesajlaştığını görebiliyordu; ama isim yazmıyordu. Sadece Lola Bunny
yazıyordu. Bir kız olduğu kesindi ama kim olduğunu kestirmek mümkün değildi,
özellikle de Sekyung’un bulunduğu açıdan çaktırmadan yazılanları okuyamıyorken.
“Ne içelim?” dedi Tao, menüyü eline alarak.
“Rian’ı da mı beklesek, acaba?” diye önerdi Hanna.
“O da gelince söyler artık.” Dedi Tao ve menünün içecek
kısmını açtı. “Ay sangria mı söylesek?”
“Aaa olur, ben içerim.” Dedi Sehun, telefonundan bir anlık
başını kaldırarak.
“Litrelik var, fiyatı da çok uygun; bence isteyelim.” Dedi Tao.
“Ben içmeyeceğim, şarap sevmiyorum; siz paylaşırsınız,
dördünüze yeter.” Dedi Sekyung. Rian arkadan gelip Sehun’un yanına oturdu. Bir anlığına
Sekyung yer seçiminin manidar olduğunu düşündü, sonra böyle düşünmemeye karar
verdi.
Rian’ın da katılımıyla dörtlü içkilerini söylediler, Sekyung
da sadece fındıklı sütlü kahve içmeye karar vermişti. Garson gittiğinde Rian
saniye sektirmeden dönüp konuşmaya başladı.
“Biliyor musunuz, Sehun anime izliyormuş.” Dedi Hanna ve Sekyung’un,
daha çok Sekyung’un olmak üzere, ağızlarının açılmasına neden olarak. Rian tepkilerinden
tatmin olmuş bir biçimde gülümserken Sehun bir an başını kaldırıp kızlara baktı
ve neler olduğunu anlayamıyormuş gibi tuhaf bir gülümseme oturdu yüzüne. Rian aynen
devam etti. “Ayrıca bu kadarla da kalmıyor, cosplay de yapıyormuş. Bilin bakalım
ne yapıyormuş?”
“Ne?!” diye ufak bir çığlık kopardı Sekyung; çenesi karnına
düşmüştü. Sehun başını çevirip gayet sakin bir şekilde başıyla onayladı. Sekyung
gözlerini kırpıştırıp başını çevirdi, derin bir nefes aldı ve yeniden aynı şok
ifadesiyle Sehun’a baktı. “Sen ciddi misin, yani sen, cosplay, emin misin?”
“Evet.” Diye yine başıyla onayladı Sehun; dudaklarına hafif
bir gülümseme yerleşmişti.
“Abi sen bunca zaman neredeydin?!” diye neredeyse haykırdı Sekyung;
daha yeni tanışmış olmasalar çocuğu omuzlarından tutup sarsabilirdi.
“Aramızda en anime manyağı odur da, haber biraz ağır geldi.”
Diye açıkladı Rian, Hanna Sekyung’a biraz yargılayarak, biraz da endişeyle
bakarken. Sehun hafifçe kıkırdadı. Rian konuşmaya devam etti.
“Şimdi tahmin et,
kimin cosplayini yapıyor?”
“Kimin?” diye gözlerini kocaman açıp büyük bir heyecanla Sehun’un
yüzüne dikti Sekyung. Yüzündeki ifade bu kadar saf bir merak olmasa dışarıdan
bakan birisi onun Sehun’la flört etmeye çalıştığını düşünebilirdi. Bu olasılıksa
sekuyung’un o anda aklından bile geçmiyordu.
“Ulquiorra.” Dedi Sehun, kızın vereceği tepkiyi merak
ediyormuş gibi bir yüzle. Sekyung kimseyi hayal kırıklığına uğratmadan tiz bir
ses çıkarıp parmaklarını yüzüne bastırarak aşağı çekti ve başını yandaki duvara
hafifçe vurmaya başladı. Bütün arkadaşlarını ufak bir kahkaha krizine soktuktan
sonra yeniden Sehun’a döndü kız.
“Abi sen nereden çıktın, bu kadar zamandır nerelerdeydin,
bak bir de üçüncü sınıfmışsın, biz seni niye tanımıyoruz?!” diye isyan etti Sekyung,
Sehun’u güldürerek.
“Bilmem.” Diye omuz silkti çocuk, gülerek. Sırt çantasının
ön gözünden bir paket sigara çıkarıp bir tanesini yaktı. Sekyung’un bütün
hevesi bir saniye içinde sönmüştü.
“Sigara da mı içiyorsun?” dedi Hanna, Sekyung’un aklından
geçenleri okuyarak. Sehun yine başıyla onaylarken Rian yüzünü ekşiterek ona
eşlik etti.
“Bırakmayı canı istemiyormuş.” Diye ekledi sonuna da. Sehun umursamazca
omuz silkerken Tao da ceketinin cebinden kendi mentollü sigarasını çıkardı. Hanna
Tao’dan biraz uzaklaştı.
“Sen niye içiyorsun yine?” dedi Sekyung Tao’ya gözlerini
kısarak.
“Bırakacağım, vallahi bak.” Dedi Tao, Sehun’un sigarasını
yakmasına izin verirken. Sekyung inanmazlıkla gözlerini kıstı. Kris’le yakın
arkadaşlarken sigaraya başlamıştı Tao – hatta ikisi birlikte başlamışlardı – ve
Kris’i görmeyeli aradan bayağı zaman geçmesine rağmen Tao hala içmeye devam
ediyor ve bağımlı olmadığını iddia ediyordu. Tam ters bir laf çarpmak için ağzını
açmıştı ki Sehun’un sigarasının dumanıyla bir öksürük krizine girdi.
“Bari yüzüme üfleme!” diye celallendi kız, öksürüklerinin
arasından. Sehun’un bunu kasıtlı yaptığını düşünebilirdi, eğer çocuk birdenbire
daha yeni fark etmiş gibi şaşırıp apar topar sigarayı uzaklaştırmasa ve dumanın
kalanını havaya, Sekyung’dan çok uzağa doğru üflemeseydi.
“Özür dilerim, alerjik misin?” dedi Sehun sonra.
“Sayılır.” Dedi Sekyung, boğazında kalan is tadını
temizlemek için kahvesinden büyük bir yudum alırken. Nedense bütün neşesi
kaçmıştı. Kısa süre sonra sangria geldiğinde zaten onunla ilgilenen pek
kalmamıştı. Sehun da yazışmasını bitirmiş gibiydi; telefonunu ekranı aşağı gelecek
şekilde masaya bırakmış, aynen diğerleri gibi balık akvaryumu gibi yuvarlak bir
kavanozda gelen sangriayı kepçe olmadan nasıl bardaklara paylaştıracağını
düşünmekle meşguldü – yani aslında kepçe vardı olmasına; ama o kadar küçüktü ki
tek bardağı doldurmak bir ömür sürüyordu.
Sonunda meyveleri kepçecikle alıp sangriayı akvaryumdan
direk bardaklara dökme fikri de yine Sehun’dan çıktı. Üstelik fikir aklına
geldiği anda hiç düşünmeden uygulamak gibi bir davranış gösterdiğinden masadaki
diğer dört kişiyi de şaşkına çevirmişti. Sadece Sekyung çocuk gibi kıkırdayıp
ellerini çırpıyordu.
Sangrialar doldurulduğunda masada huzurlu bir sessizlik
oldu. Sigarasından çektiği bir nefesi bir saniye içinde tuttuktan sonra havaya
halkalar yaparak üfledi. Birkaç halkadan sonra Sekyung’un onu çocuk gibi
izlediğini fark etmemesi için ya kör ya da ağır geri zekalı olması gerekiyordu.
Sigara ve dumanını sevmese de Sekyung’un nargileyle bir sorunu yoktu – dumanı güzel
kokuyordu – ve dumanla yapılan değişik numaralar onu her zaman bir çocuk gibi
eğlendirmişti. Sehun’un dudağının bir köşesi yukarı kıvrılırken çabucak
sigarasından bir nefes daha çekti ve Sekyung’a elini uzatmasını işaret etti. Sekyung’un
kaşları havalansa da beklenti ve heyecanla avuçlarını açıp uzattı, o uzatır
uzatmaz da Sehun öne eğilip dumanı dudaklarının arasından beyaz, büyülü bir
şelale gibi kızın avuçlarına akıttı.
Sekyung’un gözlerinde parlayan çocuksu ışıltılar ve
hayranlıkla açılan gözleri, saf gülüşü ve dumanla küçük bir çocuk gibi oynaması
o kadar doğaldı ki diğer üç arkadaşı da birbirlerine onu işaret edip gülmeye
başladılar. Böyle dumanla oynarken kız sanki üç yaşında, sevimli bir bebekmiş
gibi görünüyordu. Tao Sehun’la bir an göz göze geldi, kızlar fark etmeden
başıyla ufak bir işaret yaptı. Sekyung’u bu kadar çocuk gibi daha önce hiç
görmemişti ve Sehun’un bunu bir daha yapmasını istiyordu.
Duman tamamen kaybolunca Sekyung çocuksu bakışlarını yeniden
Sehun’a çevirmişti. Sehun gülerek sigarasından bir nefes daha çekti, bu sefer
boş sangria bardaklarından birini alıp dumanı yavaşça bardağın içine akıttı. Duman
bardağın içinde sıvıyla gaz arası bir görünümde dalgalanırken Sekyung bardağı
büyülenmiş gibi izliyordu. Sehun bir süre kızın bardağı izlemesine izin verdi,
sonra dumanın hareketleri yavaşlayınca yeniden kıza avuçlarını açmasını işaret
etti. Sekyung ikiletmeden, heyecanla Sehun’un dediğini yaptı. Sehun da dumanı
bardaktan yavaşça kızın avuçlarına boşalttı.
Sekyung’a göre bu büyüleyiciydi; aslında sihir bir şekle
bürünse hep duman olacağını düşünürdü Sekyung ve yoğun dumanın hareketleri onu
hep böyle heyecanlandırırdı. Parmaklarının arasında dağılan dumanı izlemek ona
göre şahaneydi. Bilimle açıklayabilmesinin hiçbir anlamı yoktu onun gözünde;
görebildiği ve dokunduğunu bildiği halde parmaklarının arasından kayarak uçup
giden, hissedemediği bir şey ona her zaman büyüleyici gelmişti. Sehun’un bunu
bu şekilde keşfetmesiyse tamamen bir tesadüftü.
“Eğer sigara içiyor olsaydım kesinlikle bunu bana da
öğretmen gerektiğini söylerdim.” Dedi Sekyung, son duman izleri de ortadan
kaybolunca. Sehun başını iki yana salladı.
“Sigara dumanıyla aslında o kadar da güzel olmuyor. Puro dumanı
daha yoğun, bir de nargile; onlarla daha güzel olur. Nargile içebilir misin?”
dedi çocuk.
“Nadiren içerim; ama içerim, evet.” Dedi Sekyung. “Kızlar da
içer, hatta Rian bayağı sever nargileyi.”
“Nargileyle deneyebilirsin, o zaman. Sadece nefesini yavaşça
veriyorsun.” Dedi Sehun, gülümseyerek.
“Böyle söyleyince kulağa oldukça kolay geliyor.” Dedi Hanna.
Aralarında bu ufak gösteriden en çok büyülenen Sekyung olsa da diğerlerinin de
hiç eğlenmediği veya etkilenmediği söylenemezdi.
“Kolay zaten.” Dedi Sehun, söylediğine tamamen inanarak.
“Nedense hiç emin değilim.” Dedi Rian, şakayla karışık. Sehun
gülmekle yetindi.
İlk geldiklerindeki kısa tanışmadan ve hemen telefona
gömülmesinden aslında ilk bakışta çocuktan çok da hoşlanmayabileceğini
düşünmüştü Sekyung, diğerlerinin nasıl hissettiğini bilmese de. Ama şimdi
telefonunu bırakmış da gerçekten aralarına katılmışken yanılmış olabileceğini
düşünüyordu. Üstelik çocuk Ulquiorra cosplayi yapıyordu – o karakteri seven tek
kişi Sekyung değildi, Hanna’nın favori karakteriydi Ulquiorra; ama Sekyung yeterince
abartılı bir tepki verdiğinden çok tepki vermemeyi uygun bulmuştu o an. Belki de
gerçekten geç kalmış bir arkadaşlığa sonunda başlıyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder