24 Aralık 2014 Çarşamba

Evlilik - 2

"Aman tanrım, bu çok güzel!"

"Senin kadar değil, ama..."

"Yılışık küçük şey, seni çok seviyorum!" diyerek Jaejoong'un açık kollarına atladı Yeojin; genç adam onu belinden sıkıca kavrayıp birkaç tur döndürdükten sonra yere geri bıraktı.

"Ben de seni seviyorum..." dedi ve gülümsedi Jaejoong, "Ama bilesin diye söylüyorum, acayip acıktım."

"Yemeğin bu kadar gecikmesi benim suçum mu? Hadi yiyelim." dedi Yeojin. Onlar masaya otururken kemanlar daha yumuşak bir şarkıya geçiş yaptılar. Akşam yemeğinden sonra el ele Yeojin'in her zaman gurur duyduğu metalik kan kırmızısı Audi A7 Sportsback'e yürüdüler. Yeojin bu arabayı şu anda sahip olduğu pozisyona ilk geldiğinde almıştı ve onu bebeği gibi seviyordu. Aynı sebepten dolayı da sürmek bir kenara, Jaejoong'un bu güzelliğin direksiyonuna bir tek parmağı bile değmemişti. Bugün de farklı olmayacaktı. Yeojin sürücü koltuğuna geçti ve Jaejoong'un yanında yerini almasını beklerken radyoyu açtı. Yumuşak, rahatlatıcı bir müzik kanalı buldu, Jaejoong'un kemerini takmasını bekledi, sonra sürmeye başladı.


"Kolyeyi kim seçti?" diye sordu, kısa bir sessizlikten sonra.

"Kyojung seçti." diye cevapladı Jaejoong.

"Ah, hiç şaşırmadım. O kadar güzel bir şeyi seçebilecek kadar zevkli olacağını düşünmemiştim; yanılmamışım." diye mırıldandı Yeojin. Jaejoong sinirle iç çekti.

"Evet, tabi, en azından bir süre onu takmayı unutmadığın sürece..." dedi, bıkkınlıkla.

"Eğer kıyafetlerime uyarsa takarım. Duygusuzca seçilmiş bir mücevher, hiç kusura bakma, benim için diğerlerinden daha değerli değil." diye yapıltırdı cevabı Yeojin.

"Diyerek beni şaşırtmaya devam ediyor Yeojin-ssi." diye burnundan güldü Jaejoong. Yeojin ona bir anlığına göz attı.

"Neden, diye sorabilir miyim, acaba?" dedi, dalga geçercesine.

"Son zamanlarda biraz fazlaca eğlendiğini düşünmeye başlamıştım; sandım ki belki de sonuçta bunun zorlama bir şey olduğunu unutmuşsundur." dedi Jaejoong. Yeojin'in yüzü düştü.

"Bir saniye şunu kesemiyorsun, değil mi? Bin defa söyledim; benimle sıkışıp kaldıysan en azından düşman olmamaya çalışabilirsin; sana kötü bir şey yapmadım!" diye patladı Yeojin. Jaejoong sadece homurdandı.

"Evet, tabi..."

Yeojin sinirle birkaç sessiz küfür savurdu ve metal çalan bir kanal bulup radyonun sesini de açtı. Yanında oturan keçi inatlı sinir çocuğun varlığını yok saymaya çalıştı. Bazen gerçekten o kadar sinir bozucu oluyordu ki genç kadın onu insan püresine dönüşene dek dikenli bir beysbol sopasıyla dövmek istiyordu... tamam, belki o kadar ileri gitmezdi; ama tam olarak bu kadar sinir oluyordu. Bebeğini garaja park etti ve arabadan çıktı. Jaejoong'un inip inmediğine bakmadan kapıları kilitledi. Sonra adımlarını bir an bile yavaşlatmadan eve yürüdü.

Bir süredir ona nazik davranmaya çalışıyordu ve onun tek yaptığı her seferinde kadını geri çevirmek olmuştu. Arkadaş bile olamazlardı. Tüm o aşk böceği anlarının sadece yalandan ibaret olduğu gerçeği son zamanlarda canını yakmaya başlamıştı, her ne kadar bunu asla kabullenmeyecek olsa da. Böyle zorlama bir evliliğin içine girmeyi asla istememişti; onun için bu zorlama bir şey değildi, eğer birinin onu zorladığını bilse asla onay vermezdi. Ama yine de adamın zamanla alışacağına, kıza ısınacağına ve sonlarının kötü olmayacağına inanmıştı. Yeojin o kadar korkunç muydu? O kendini hiç korkunç biri olarak düşünmemişti, peki adam düşünmüş müydü? Neden düşünmüştü?

Bir süre odasında çalışmaya çalıştı; ama sonunda iç geçirerek havlu attı. Tamam, Jaejoong çocuk gibiydi ve yakın zamanda da açılacağı yoktu; bu yüzden Yeojin'in bir an önce şunu hazmedip onunla barışması gerekiyordu. Jaejoong için değil, kendisi için. Yeojin "banane ben küstüm seninle de konuşmuyorum" tavırlarından nefret ederdi; bu onu rahatsız ediyordu.

Odasından çıkıp mutfağa girdi. Jaejoong da bütün bu zamandır çalışıyor olmalıydı ve kim waffle sevmezdi ki? Ufak bir sürprizle herkesin gönlü alınabilirdi - şu durumda ne kadar mümkünse, tabi. Ama mutfağa girdiğinde Jaejoong'un da orada olduğunu gördü, mavi ekoseli pijamalarının içinde ve oldukça dağılmış görünüyordu.

"Ne oldu?" diye sordu Yeojin şaşkınca. Jaejoong bir süre karar vermeye çalışır gibi ona baktı; sonra gözlerini kaçırıp dolabın kapağını açtı.

"Uyuyamadım." dedi genç adam basitçe. Yeojin saate baktı. Saat çoktan ikiyi geçmişti ve o bunu fark etmemişti bile. İç geçirdi. "Sen niye hala uyanıksın?"

"Çalışıyordum." diye omuz silkti, Jaejoong'un yanına gidip onu kenara itti.

"Hey!" dedi Jaejoong.

"Kırk yılda bir sadece masada beklesen olur, değil mi? Teşekkürler." dedi Yeojin, dolabın kapağından süt kutusunu alırken.

"Her neyse..." diye homurdandı Jaejoong ve ilginç bir biçimde ona söyleneni yaptı. Yeojin iç geçirip ona gülümsedi.

"O tavırdan hiç yorulmuyor olman beni hayrete düşürüyor." dedi ve dolapların birinden sütü ısıtacak bir cezve çıkardı.

"Ne tavrı?" dedi Jaejoong.

"O işte." dedi genç kadın, "Benimle sürekli iki yabancının hayatını yaşamaya çalışırken dışarıda aşk kuşuna dönüşüveriyorsun... gerçekten aktör olmalıymışsın."

"Eğer seçme şansı sunulsaydı." diyerek omuz silkti genç adam. Yeojin ona bakmak için döndü. Jaejoong ona bakmıyordu ve genç kadının daha önce onu gördüğü her halinden daha kırılgan görünüyordu. Ona biraz zaman tanımanın daha iyi olacağına karar verip geri sütüne döndü.

"Olmak ister miydin?" dedi. Kısa bir sessizlik oldu.

"Belki?" dedi Jaejoong, sesinde hafif bir afacan bir tını vardı. "Ne fark eder ki? Büyük bir şirketin CEO'su olmak da iş görür."

"Öyle, sanırım.." diye mırıldandı Yeojin, ılık sütü büyük bir bardağa döktü, içine biraz kakao tozu ve şeker ekledi. Sonra bardağı masada bekleyen Jaejoong'un önüne koydu.  "Herkes kakaolu süt sever, değil mi?"

"Hiç düşünmedim, severler galiba." dedi Jaejoong, içeceğinden bir yudum alırken.

"Annem ölmeden önce bana bunlardan yapardı. Süt sevmezdim; ama "herkes kakaolu süt sever, değil mi?" diye sorardı  hep. Hiç hayır diyemezdim; çünkü çikolatayı çok severdim. Eğer kakaoyu sevmediğimi söylersem çikolata da yememem gerektiğini çünkü sevmediğimi söylerdi." dedi Yeojin. Jaejoong kıkırdadı.

"İkisi farklı şeyler gerçi, öyle değil mi?" dedi. Yeojin başıyla onayladı.

"Ama ben küçükken öyle olduğunu bilmiyordum. Bana göre çikolata, kakao ve sütün katı hali gibi bir şeydi, Bu yüzden yersem ama içmezsem küçük halime mantıksız geliyordu; annem bana süt içirmek için bunu kullanırdı. Aradaki farkı anlayacak kadar büyüdüğümde zaten sütü olduğu gibi sevmeye başlamıştım." dedi Yeojin. Jaejoong sessiz kaldı; ama en azından dinliyordu.

"Oldukça zeki bir kadındı benim annem; özellikle iş çocuklara geldiğinde. Ben lisedeyken kimsenin bana aşık olmayacağını düşünmeye başladığım bir zaman vardı. Bana dedi ki kimse aşık olmayacak değilmiş, elbet biri gelip ayaklarımı yerden kesecekmiş; ama sadece aşka hazır olduğum zaman. Anlaşılan ben hiç aşka yeterince hazır olmadım. Haklı olduğu tek kısım buydu. Eğer beni böyle görse çok üzülürdü." dedi Yeojin. Jaejoong bundan sonra suratını bardağına resmen gömdü. Yeojin onun hala dinleyip dinlemediğini bilmiyordu; ama anlatmaya devam etti. "Aslında bir oğlu olsun istiyordu. Ben ve kardeşimden sonra bir kere daha hamile kaldı; bu sefer erkekti. O zaman lisedeydim, işte. Babam annemin karnına sarılır ve oradaki bebeğe ninniler söylerdi. Bir prensin yolda olduğunu söylemeye bayılırdı."

"Kıçımın prensi..."

"Hm?"

"Hiç! Bir erkek kardeşin olduğunu bilmiyordum." dedi Jaejoong. Genç kadın az önce duyduğu yorumu yok saymaya karar verdi. Pekala hayal etmiş bile olabilirdi.

"Çünkü yok. Annemin hamileliğinin altıncı ayında hepimiz her şeyin mükemmel gitmesini bekliyorduk. Bebek ve rahimle ilgili bir sorun olduğunu biliyordum; ama iyi kontrol edilirse çok da kötü bir şey olmadığını söylemişlerdi, her şey iyi olacaktı. Annemin son bebeği olacaktı; ama zaten başka çocuk istemediğinden sorun olmuyordu. Hepimiz isim düşünüyorduk. Ama bir gece annemin çığlıklarıyla uyandık. Odamdan çıktığımda babamın annemi dışarı taşıdığını gördüm. Bana odamızda kalıp aramasını beklememizi söyledi. Annemin geceliğinin ne kadar koyu bir kırmızı olduğunu hiç unutmadım. Kardeşimi odasına kapattım ve dışarı çıkmasına izin vermedim. O hala ilk okuldaydı; bana karşı koymak için yeterince güçlü değildi. Onun dışarı çıkmayacağından emin olduğumda annemle babamın odasına gittim. Yatağın ortasındakinin dev kırmızı bir minder değil de kan lekesi olduğunu anlamam bayağı zaman aldı. Her yerde çok fazla kan vardı."

Yeojin gözlerini aşağı dikip sakinleşmeye çalıştı. Geçmişinin bu kısmından her zaman bahsetmiyordu. Sadece bir kakaolu sütten buraya nasıl geldiğini de bilmiyordu; ama şimdi durmak için çok geçti. Derin bir nefes alıp devam etti.

"Babamın bir süre bizi aramayacağını biliyordum. Annemlerin odasının kapısını kilitledim ve kardeşimi hastaneye götürdüm. Babam bize kızmadı bile; sadece sarılıp ağladı. Ameliyat odasının önünde saatlerce doktoru bekledik; sonunda yeşil giymiş birisi kapıdan çıktı. Söylediği hiçbir şeyi hatırlamıyorum; sadece yüzündeki üzgün ifade ve başını iki yana salladığı kalmış aklımda. Sonra da babamın yıkıldığı.  Kardeşim de çığlık atıp adama bağırıyordu; ama ben hiçbir şey hissetmiyordum çünkü bana bir anlam ifade etmiyordu. Kardeşimi durdurdum ve yeşilli adam gitti. Daha sonra bizi bir odanın önüne götürdüler; bir duvar tamamen camdı ve içeride kuvözlerde yatan bir sürü bebek vardı. Bize bir tanesini gösterdiler. Kız kardeşim duvara yaslandı ve "Katil. Katillerden nefret ederim. O benim kardeşim değil." dedi. Babam onunla anlaşmaya çalıştı; ama hiçbir şey işe yaramıyordu. Kardeşime göre o bebek annemi öldürmüştü, bu yüzden bir katildi ve nefret edilmeyi hak ediyordu. Zaten kısa süre sonra bebek de öldü. Kardeşim bunun ilahi adalet olduğuna inanıyordu... sonunda sadece üçümüz kaldık; babam, ben ve Heejin." diye bitirdi, gözlerini kaçırıp gizlice yanaklarını kurulayarak. Aradan çok zaman geçmesine rağmen hala bunları konuşmak oldukça acı vericiydi.

"Teşekkürler... süt için." dedi Jaejoong ve kadına bakmadan ayağa kalktı. Yeojin onun bardağı lavaboya bırakmasını ve sessizce mutfaktan çıkmasını izledi. Demek gerçekten de birazcık bile umursamıyordu. Genç adam mutfaktan çıkar çıkmaz Yeojin onun sesini duydu.

"Belki de öldüğü için şanslıdır."

Yeojin adamdan tam o saniye, hiç düşünmeden nefret etmeye başlayabilirdi; eğer kendisi de daha önce aynı şeyi düşünmüş olmasaydı. Böyle bir yorum yapmasının sebebinin tamamen farklı olduğuna emindi; ama bebeğin öldüğü için şanslı olduğu düşüncesi Yeojin'in karanlık sırlarından biriydi. Eğer yaşasaydı ondan nefret eden bir ablası, bir büyük ablası ve onu suçlasa da belli etmemeye çalışan bir babası olacaktı. Her zaman annesinin ölümünden sorumlu olduğunu bilecekti ve ilk başlarda bunu düşünmese bile bu onun beynine kazınacaktı. Onun için düşünülmüş mükemmel hayata sahip olamayacaktı. Bir prens olmayacaktı. Kendi ailesinde sürgün gibi olacaktı. Muhtemelen yaşamadığı için şanslıydı.

Yeojin derin bir nefes alıp yavaşça verdi ve tekrar buzdolabının kapağını açtı; bu sefer uyku hapları için. Annesinin ölümünden sonra hiç uyuyamadığı bir ara olmuştu ve bu ara babası onu psikiyatriste götürmüştü. O kadar zamandan sonra hala depresyonda falan olduğu yoktu tabi; ama kabuslar gördüğü zamanlar için hala uyku haplarını elinde hazır tutuyordu. Eğer bu gece bir tane almazsa da kabuslarda boğulacağına adı gibi emindi.

İlacı yutup odasına gitti ve çekmecesinde özenle sakladığı annesinin resmini çıkardı.

"Üzgünüm, anne..." diye iç çekti, "Biliyorum, o zaman sana aşkı aramayı asla bırakmayacağıma söz vermiştim... eminim şimdi oldukça hayal kırıklığına uğramışsındır, değil mi? Şimdi de bunun yerine en azından sana asla arkadaşlık umudunu kaybetmeyeceğime söz verebilirim. Bu olur mu? Sanırım olmaz... ama sonuçta sana önerebileceğim en iyi şey bu, şimdilik. En iyisini umuyorum. Benim için endişelenme, tamam mı? Her neredeysen; gerçi eminim cennettesindir. Bir de... onun ölmesini dilediğim için de özür dilerim; ama bence onun için en iyisi buydu. Şimdi o da seninle olmalı. En azından orada yalnız kalmıyorsun. Hayır, ben de yalnız değilim! Belki geceleri; ama hala Jasmine'i kucaklayıp yatıyorum, bu yüzden sorun olmuyor. Annem... keşke burada olsaydın... seni çok özledim..."

Gözlerini sildi ve bağırarak ağlamaya başlamadan önce resmi yerine geri kaldırdı. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin asla annenizi özlemeyi bırakamazdınız. Yarası iyileşse bile kalbinizin bir yerinde ağrımayı asla bırakmazdı. Yeojin pembe pofuduk oyuncak ayısına uzanıp battaniyenin altında onu kucakladı, burnunu çekti. Jasmine onun ayısının adıydı ve Yeojin'in sırlarının hepsini biliyordu, onu herkesten daha iyi tanıyordu. Ayının varlığı onu rahatlatıyordu ve ilaç da etki etmeye başlayınca genç kadın rahatsız bir uykunun kollarına doğru kayıp gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder