"Evet." dediğini duydu genç kadın, hemen önündeki adamın. Gergince yutkundu.
"Evet." dedi kadın kısa bir süre sonra, ne sorulduğuna pek de aldırmadan. Hemen ardından adam hafifçe eğilip dudaklarını kadının dudaklarına bastırdı ve o bunu yaptığı anda hava alkış seslerine boğuldu. Adamın dudakları sıcak ve yumuşaktı, nefesi nane kokuyordu ve öpüşü bir tüy kadar hafifti; ama kadının bunları düşünecek pek zamanı yoktu. Adam geri çekildi, el ele tutuşup arkalarını döndüler ve kalabalığa gülümsediler. Ardından yüzükler değişildi, pasta kesildi ve müzik akarken her tarafa fırtına gibi şampanya yağdı. Ve gitme zamanı gelmişti bile.
Adam genç kadını yol kenarına park edilmiş, koltuklarının arkası her renkten gül yapraklarıyla dolu parlak kırmızı spor arabaya kadar taşıdı. Kalabalık tezahürat edip arkalarından el sallarken adam sürücü koltuğuna geçti. Genç kadın, adam hızlandıkça gittikçe daha fazla küçülen kalabalığa neşeyle el salladı. Kısa süre sonra, genç bir çift için rüya gibi olacak olan küçük, beyaz salondan bir iz bile görememeye başladığında, önüne döndü ve koltuğuna düzgün bir biçimde oturdu. Direksiyondaki kadınla aynı derecede ifadesiz adama bir bakış bile atmaya tenezzül etmedi.
Sonunda, diye düşündü ikisi de, bütün bu şamata bitip gitmişti işte. Zorunlu bir barış gelecekti şimdi; paylaşmaya mecbur oldukları bir yalnızlık. En azından her günlerinin her saniyesini rol yaparak geçirmek kadar yorucu olmayacaktı.
Hiç kimse bilemezdi.
~~~000~~~
"Günaydın."
"Günaydın, Bayan Kim."
Lüks büyük salona, iyi parlatılmış mermer zeminde topuklarını gururla tıkırdatarak giren kişi CEO'nun iyi tanınan eşiydi. Ona eğilerek selam veren çalışanlarına adımlarını yavaşlatmadan gülümseyerek birer baş selamı verdi. Burada her zaman sevilmiş ve saygıyla karşılanmıştı ve bu sadece eşinin buradaki pozisyonundan dolayı değildi. Burada marka yöneticisi pozisyonundaydı; ama evliliği sayesinde değil, başarılı olduğu için. Burada çalışmaya başlamadan önce zaten marka yönetimi bölümünde çalışıyordu - rakip firmada. Bütün firmanın sahibinin kızıydı, yine de yükselmek için herhangi bir yardım almamıştı. Babası onu deneyim kazanması ve kendi hayatını yaşaması için sahaya göndermişti. Her şeye rağmen konu iki büyük şirketin birleşmesi olunca evlilik en çabuk, en kolay yoldu ve babasının ondan başka dönebileceği kimsesi yoktu.
"Günaydın, Bayan Kim; ziyarete geldiniz, değil mi? Şu anda içeride bir toplantı var; eğer beklerseniz birkaç dakika içinde biter."
"Ah, evet, teşekkür ederim. Bana bir bardak çay getirebilecek misiniz peki, rica etsem?"
"Tabi, hemen!"
Kocasının sekreteri çay hazırlamak için koşturmaya başlarken kendisi marka krem rengi eteğini düzeltip yumuşak deri bekleme koltuğuna oturdu ve bacak bacak üstüne attı. Burada o kadar da sıcak karşılanmadığı zamanları da hatırlıyordu. Çalışanlar her zaman onun isteklerini yerine getirmek için bu kadar hevesli değillerdi, bir zamanlar onun buradaki varlığı bile onları rahatsız etmeye yetiyordu. Evlendikten sonra buraya ilk geldiğinde birçok kişi ona şüpheyle yaklaşmış ve arkasından fısıldaşmıştı. Ne konuştuklarını bilmek için fısıltıları duyması gerekmiyordu: birdenbire evlendiler, çok çabuk kabul etti, şimdi ne olacak acaba, anlaşmalı evlilikler hep böyle oluyor zaten, tabii ki her şey iş içindi, zavallı kadın...gerçi bunlar burada çalıştığı zaman içerisinde kesilmişti ve insanlar gitgide onu daha fazla sevmişlerdi. Ama o kendisi aslında fısıltıları o kadar da haksız bulmuyordu.
Tabii ki bu bir anlaşmalı evlilikti, anlaşma babalar arasında yapılmıştı; amaç iki dev rakip şirkeri bir araya getirerek bütün bölgeyi hakimiyeti altına alacak, neredeyse rakipsiz bir şirket yaratmaktı. Niye mi onay vermişti? Otuzlarına yakın olup kimseye aşık olmamış biri olarak, böyle şeylere inanmayı bırakmıştı. Kocasıyla evlenmeden iki kere buluşmuş, iyi biri olduğuna karar vermişti. Onun seviyesinde, nazik, başarılı ve yakışıklı bir adamdı; hayır demek için herhangi bir bahane benzeri şey bile yoktu; o da kabul etmişti. Onunkinin aksine, kocasının hayatı biraz dayatmaydı. Babasının varisiydi, bunun için yetiştirilmişti ve babası evlenmesini söylerse evlenecekti. Katı kişiliğinin ve ifadesiz maskesinin nedenini anlayabilmeye başlamıştı genç kadın. O yüzün arkasında hala zincirlerini kırıp kanatlarını açmayı bekleyen bir çocuk vardı.
Aslında onun bunu yapmasına yardım etmek istiyordu. Biriyle bir seneden uzun süre aynı evde yaşarsanız - odalarınız ve yataklarınız tamamen ayrı da olsa, alışkanlıklarını öğrenmeye ve varlığına alışmaya başlardınız. Genç adam da son zamanla kadının eğlence kaynağı haline gelmeye başlamıştı - özellikle de o kocası banyodan çıktığı zaman karşılaştıkları ve adamın üzerinde hiçbir şey olmadığı o günden beri - ah hayır, genç adam bundan hiç hoşlanmamıştı.
Evin içindeki sahte barış ve soğuk hava son zamanlarda kırılmaya başlıyordu, genç adamın savunmaları da öyle; ki bunun için oldukça iyi bir zamandı, çünkü genç kadın bütün hayatı boyunca olduğundan çok daha fazla sıkılıyordu son zamanlarda. Dışarıdan sakin, oturaklı bir hanım gibi görünse de sonuçta o da insandı. Aşkı bilmemek onu bilenlerden daha az insan yapmıyordu.
Sekreter geldiğinde çay bardağını aldı ve yavaşça höpürdeterek bir yudum içti. Çayı çok severdi; ne kadar bekleyeceğini de bilmediğinden çay oldukça iyi olmuştu. Gerçi o bardağının yarısını bitirmeden toplantı odasının kapıları açıldı. İnsanlar odadan çıkarken o da ayağa kalkıp nazikçe gülümsedi. Kocası kapıda belirdiğinde oldukça şaşırmış göründü.
"A-ah, seni beklemiyordum." dedi, sesi yüz ifadesiyle uyumluydu; ama çabucak kendini topladı ve yüzüne delicesine aşık bir gülümseme yapıştırdı. Bunda o kadar başarılıydı ki bazen genç kadın bunu gerçeğinden ayırt etmekte zorlanabiliyordu. Başını hafifçe yana yatırdı ve sevgi dolu o gülümsemenin aynısından kocasına bir demet yolladı.
"Tabi bilmiyorsun, sana geleceğimi söylemedim. Sürpriz yapmak istedim." diye kıkırdadı kadın. En son kişi de kapılardan çıkarken genç adam da hafifçe gülümsedi.
"Kyojung, bir süre rahatsız edilmememizi sağlayabilir misin?" dedi adam, elini kadına doğru uzatırken. Kadın ona doğru yürüdüğünde elini kadının omuzlarına doladı. Kadın artık adamın sıcaklığına alışmıştı; sadece bazen daha sık hissetmek istediğini düşündüğü saçma zamanlar dışında. Son bir senedir bu onun için oldukça rahatlatıcı bir his haline gelmişti.
"Tabi, Jaejoong-ssi. Bayan Kim." dedi sekreter, eğilerek ikisini de selamlarken. Sekretere gülümseyip içeri girdiler ve kapıyı arkalarından kapattılar. Kapı kapanır kapanmaz da Jaejoong kolunu çabucak çekti ve klasik bıkkın, duygusuz yüzüyle ona döndü.
"Neden geldin?" dedi, boş bir sesle. Genç kadının içinde onu sinir etmek için dayanılmaz bir istek belirdi.
"Niye, kocacığımı öylesine ziyarete gelemez miyim?" dedi, cilveli bir tavırla. Jaejoong iç çekti.
"Yeojin." dedi adam, uyarırcasına. Genç kadın gözlerini devirdi.
"Aman, tamam; çok sıkıcısın! Cidden... neyse, özetlemek gerekirse, sana yaklaşan yıl dönümünü hatırlatmaya geldim. Sen bütün bu durum hakkında pek de hevesli olmadığından unutacağını tahmin ettim; ama insanlarda yarattığımız imaj saçmalık derecesinde romantik bir şey yapmanı gerektiriyor." dedi, elini toplantı masasına yaslayarak.
"Takvimimde işaretli. Güller, akşam yemeği ve bir elmas kolye iş görür; değil mi?" dedi adam, yorucu bir işten bahseder gibi. Son zamanlarda bu genç kadının sinirlerine dokunmaya başlamıştı; ama yoksaydı. Eğer illa bir kavga çıkarmak istemiyorsa yakalanmaları riskinin olmadığı bir yere, yani eve kadar bekleyebilirdi.
"Hım, bu muhtemelen yeterli olur." dedi toplantı masasının kenarına oturdu. En azından bir süre içeride kalmaları gerekecekti. Bir peçete çıkarıp rujunu silmeye başladı.
"Ne yapıyorsun?" dedi Jaejoong, kaşlarını çatıp ona bakarak.
"Birazcık dağılıyorum. Sen de dudaklarını siler misin, ısırır mısın, bir şeyler yapsan iyi edersin. Bilirsin, sevgililer nereyi bulsalar öpüşürler." diye omuz silkti Yeojin. Jaejoong'un bariz bir biçimde kızardığını görünce dudaklarının bir köşesi sinsice yukarı kıvrıldı. "Ne, yoksa daha önce hiç öpüşmedin mi?"
"O-ondan değil; sadece bazen edepsiz bir biçimde gerçekten alçak olabiliyorsun." dedi Jaejoong, gözlerini kaçırarak; ama kadının söylediği gibi dudaklarını parmaklarıyla silmeye başlamıştı.
"Alçak ve edepsiz mi? Sanırsın tecavüz etmişim." diye mırıldandı Yeojin, umursamaz olduğunu umduğu bir ses tonuyla.
"Sanki yapabilirsin de." diye sırıttı Jaejoong. Yeojin gözlerini kırpıştırdı. Bu ondan duyduğu ilk herhangi bir duygu içermeye yakın cümle olabilirdi. Adama şaşkınlıkla baktı. Yüzündeki çarpık gülümseme, yüzüne yapıştırabileceği bütün sahte sevgi dolu gülümsemelerden daha güzeldi. Neredeyse gözlerini alamayacaktı. Yeojin sessiz kalınca adam başını kaldırdı ve kadını onu izlerken bulunca bir daha kızardı.
"Ne var?" dedi, biraz kekeleyerek. Yeojin elinde olmadan kıkırdadı.
"Sen gerçekten kızardın mı, Kim Jaejoong?" dedi. Adam sinir olmuş gibi duruyordu.
"Sadece bu kadar açık olabildiğine inanmakta zorlanıyorum. Bir sene oldu, hala bu kadar gösteriş yapmak zorunda mıyız?" dedi Jaejoong. Yeojin omuz silkti.
"Bir davayla uğraşmak istemiyorsan buna biraz daha katlanmak zorunda kalacaksın. Ondan sonra biraz hafifletebiliriz. Bir yıl oldu ve insanlar artık sesini çıkarmıyor; ama ben hala güvenli olduğuna inanmıyorum." dedi. Birdenbire evlendikleri için açık açık bu evliliğin bir anlaşmanın parçası olduğunu söyleyenler de olmuştu ve bu iki şirketin de aleyhinde kullanılabilirdi. Bu yüzden o zamandan beri böyle gösteriş yapıyorlardı.
"Bence güvenli olabilir." dedi Jaejoong.
"Baban ne diyor bu işe?" dedi Yeojin, kaşlarını kaldırarak. Jaejoong gözlerini kaçırdı.
"Seninle aynı şeyi. Torununu kucağına alana kadar biz böyle devam etmeliymişiz."dedi. Bu sefer kızarma sırası Yeojin'deydi.
"Torun... ne? Bunu daha önce hiç duymadım!" dedi kadın.
"Yani, onun söylediği şey bu. Hamile kalmanın zamanı geldiğini söylüyor." dedi Jaejoong. Yeojin'in gözleri faltaşı gibi, neredeyse dehşetle açıldı.
"Seninle bunu yapmama imkan yok." dedi, neredeyse düşünmeden. Jaejoong'dan nefret ediyor değildi; ama bir yıllık evlilerdi ve evliliklerinin ilk haftasından bu yana aynı yatakta uyumamışlardı bile. Şimdi daha adam gibi tanımadığı birinden bir de bebek mi..? Basitçe hiçbir yolu, olasılığı, mümkünatı yoktu.
"Endişelenme, ona böyle bir şeyin olmayacağını söyledim." dedi Jaejoong. Kadın rahatlayarak iç çekti.
"En azından içinde biraz mantık kırıntısı var... her neyse, işimiz bittiyse ben gidiyorum; on beş dakikaya yetişmem gereken bir yer var. İzninle." dedi Jaejoong ve Yeojin daha tek kelime edemeden kapıyı açıp dışarı çıktı. Genç kadın arkasından kaşlarını çatarak baktı.
"Ne demek istedi bu?" diye mırıldandı kendi kendine. İçinde biraz mantık kırıntısı, mı? Hiçbir zaman hiçbir mantığa uymayan Jaejoong'du. Yeojin ona mantıksız hiçbir şey yapmamıştı ve uzun zamandır aynı evin içerisinde neredeyse hiç konuşmuyorlardı. Bir hafta önce Yeojin yanlışlıkla onu çıplakken basmıştı ve Jaejoong mümkün olan en tatlı tepkiyi vermişti - kızarmak, bağırmak ve yorganın altına balıklama dalmak gibi - ve sırf bu yüzden Yeojin onun böyle doğal tepkilerini daha sık görebilmek için onunla uğraşmaya başlamıştı. Sıkılıyordu. Sadece normal ve arkadaşça davranıyordu.
İç geçirip toplantı odasından çıktı ve hızlı adımlarla kendi odasına yürümeye başladı. Onu muhtemelen bugün bir daha görmezdi. Yeojin iş saatlerinden sonraya kalırdı; muhtemelen gece geç saatlere kadar çalışıyor olacaktı. Eve vardığında Jaejoong muhtemelen yemeğini yemiş ve kendini odasına kapatmış olurdu... evlendiklerinden beri her gün olduğu gibi. Onunla evleneceğini söylediğinde işlerin böyle gideceğini düşünmemişti Yeojin. Tamam, belki de Yeojin'i sevmiyordu; ama en azından bir eve tıkılıp kaldığı kişiyle arkadaş olmayı deneyebilirdi Jaejoong.
İlk gecelerini dün gibi hatırlıyordu. Genç adam kadını Jeju'ya götürmüştü; Yeojin'in hep balayını geçirmeyi hayal ettiği o müthiş, rüya gibi sahil kenarındaki eve. Vardıklarında ay çoktan yükselmişti ve ufak bir problemden dolayı elektrik yoktu. Karanlık holde beklemişlerdi, havadaki gerginlik elle tutulabilir bir seviyedeydi ve Yeojin söyleyebileceği herhangi bir kelimenin fazlasıyla tuhaf kaçacağını hissedebiliyordu. Sessizliği bozan sonunda Jaejoong olmuştu.
"Bu evliliğin gereklerini yerine getirmek gibi bir niyetim yok. Bunu senden saklamam söylendi; ama ben bu evliliği isteyerek yapmadım. Benden hiçbir şey beklememen senin için daha iyi olacaktır." demişti. Yeojin sadece bakabilmişti. O zamanlar bu soğukluğu kırabileceğine emindi, zamanla genç adam da alışacaktı. Şu "hiç niyetim yok" muhabbetine bu kadar saplanıp kalacağı aklının ucundan bile geçmezdi. En başlarda muhabbet etmeye çalışmıştı Yeojin. Topluluk içindeyken Jaejoong mükemmeldi; ama eve geldiklerinde ona bakmaya bile tahammül edemeyen buzdan bir lorda dönüşüyordu. İlk başlarda bu Yeojin'i sinir ediyordu; ama artık alışmıştı. Bu artık onun için günlük bir şeydi ve aynen Jaejoong'un söylediği gibi hiçbir şey beklememeye alışıktı artık. Ama bu bir evlilikti. Hiç kimse çok gerekli olmadıkça konuşmadığı biriyle bir ömrü beraber geçiremezdi. Yeojin de farklı değildi. Sıkılıyordu. Ve Jaejoong umursamıyorsa Yeojin de umursamak zorunda değildi. Sadece hayatında birazcık eğlence istiyordu ve son zamanlarda sahip olduğu en iyi eğlence kaynağı Jaejoong'u sinir etmekti. Bu kadar sıkıcı olduğu için her şey zaten onun suçuydu.
Bir şekilde ona acıyordu da, gerçi. Jaejoong'a eğer gerçekten sevdiği birini bulursa gidebileceğini, onun için işleri hiç zorlaştırmayacağını söylediği zamanı da hatırlıyordu Yeojin. O bunu söyledikten sonra cevap verirken genç adamın yüzünde beliren acılı gülümsemeyi de hatırlıyordu. "Sence yapabilir miyim? Böyle bir özgürlüğüm olsaydı burada sadece adını bildiğim bir kadınla tıkılıp kalmış olmazdım." demişti. Yeojin evlendiği için suçlu hissedeceğini tahmin bile etmezdi; ama bu sözleri duyunca aynen öyle hissetmişti. Bu evliliği kabul etmemiş olmayı dilemişti; ama artık çok geçti. Çoktan bu hale düşmüşlerdi. Yine de ona sevdiği birini bulursa gitmesini söylemişti ve o andan itibaren onun için hayatı kolaylaştırmaya çalışmıştı Yeojin. Ama adamın yaptığı tek şey inatçı küçük bir keçi gibi onu yok saymak ve soğuk davranmak olmuştu, neredeyse "ben senden ne yaparsan yap nefret edeceğim çünkü seni benim yanıma zorla koydular kızdım kızıyorum kızmaktayım" diye tepinir gibi... nasıl çocukça, diye düşünüyordu Yeojin bazen.
"Yeojin!" diye birinin ona seslendiğini duydu bir süre sonra. İşten başını kaldırdığında saatin çoktan dokuz olduğunu gördü.
"Çok geç olmuş, hiç fark etmemiştim." diye mırıldandı ve oturduğu yerde gerinerek en yakın dostu ve iş arkadaşı Boah'nın yanına gelmesini bekledi.
"Bu saate kadar durmadan çalışıyor muydun? Sen delirmişsin." dedi arkadaşı ve Yeojin'in kolundan tutup çekiştirmeye başladı. "Kalk bakalım, seni biraz gevşetmemiz gerek."
"Gevşemek mi, neden bahsediyorsun sen?" dedi Yeojin ayağa çekilirken; arkadaşına uzun süre karşı koyamamıştı.
"Soju, geri zekalı. Soju diyorum! İçip biraz stres atman lazım; bugün cuma bir kere." dedi Boah.
"Bekle, bırak şunu bitireyim." dedi Yeojin, ekranına dönmeye çalışarak; ama o nerede kaldığını bulamadan Boah kapatma düğmesine basmıştı bile.
"Bırak şunu, sonra devam edersin." dedi Boah ve Yeojin'i tekrar çekiştirmeye başladı.
"Tamam - bırak da çantamı alayım bari!" dedi Yeojin, arkadaşına çantasını ve telefonunu kapacak kadar uzun direnmeye çalışarak. Onları ellerine aldığı saniye de Boah daha güçlü çekerek onu odadan çıkardı.
"Eğlenme zamanı!" diye cıvıldadı Boah.
"Beni burada resmen kaçırıyorsun!" diye söylendi Yeojin. Boah ona dönüp göz kırptı.
"Evet, kendi rızanla kaçırılıyorsun; bu yüzden sorun yok."
Yeojin arkadaşının yüzsüz cevabına gülerek peşinden gitti. Boah her zaman böyle olmuştu. Aslında Boah her an onu neşelendirmek için mantar gibi bir yerlerden bitmese böyle bir evlilikte bu kadar uzun dayanabilir miydi, bilmiyordu. Jaejoong'u gördüğünden çok onu görüyordu zaten. Ne zaman birlikte içmeye gitseler, birkaç bardak sojudan sonra kahkahalardan başka her şeyi unuturdu. Kesinlikle doğruydu: iyi arkadaşlardan daha muhteşem bir şey yoktu ve bütün erkeklerin cehenneme kadar yolu vardı. O böyle iyiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder