25 Aralık 2014 Perşembe

Evlilik - 3

"Hayır, anlamıyorsun; ondan gerçekten nefret ediyorum!"

Kadın kapının hemen dışında, elinde tepsiyle kalakaldı. Kulak kabartmak gibi bir niyeti yoktu; ama genç adamın konuşmasını kesmek için iyi bir zaman gibi de görünmüyordu. Jaejoong'u hiç bu kadar duygulu konuşurken duymamıştı. Sesinde resmen bıkkınlık ve soğuk bir sinirden başka duygular vardı. Sözleri içten geliyordu. Yeojin olduğu yerde durdu.

"Hayııır, kesinlikle ondan değil!.. tamam, belki birazcık; ama o da hiç yardımcı olmuyor. Beni sadece tiksindiriyor, bu her şeyi bu kadar hafife alması... benim için kolay olduğunu mu sanıyor?"

Daha iyi duymak için eğilirken Yeojin'in kaşları çatıldı. Kimden bahsediyordu? Bir fikri vardı elbet; ama anlamadan bir sonuca varmak istemiyordu.


"Hayır, o, ne bileyim, öyle şerbetli tatlı kıvamında arkadaşça davranıyor, beni kendi halime bırakmıyor; benimle uğraşıyor, sinirden delirtiyor, sonra bir bakıyorum bir saniye sonra bana hayat hikayesini, derin sırlarını falan anlatmaya başlamış... yani resmen benim iznim olmadan benimle evli gibi bir hayat yaşıyor!"

Demek haklıydı. Birisi kalbinin ortasına bir kazık saplamış gibi hissediyordu genç kadın. Demek onunla arkadaş olmaya çalışmanın ödülü buydu. Annesine olanları anlattığından beri bir aydır ona iyi davranmaya çalışıyordu ve son zamanlarda adamın ona alışmaya başladığını düşünmüştü. Oldukça tek taraflı olsa da onunla muhabbet ediyordu, ona kahvaltılar veya akşam yemekleri hazırlıyordu, o da meşgul olmasına rağmen Jaejoong gece geç saatlere kadar çalıştığında ona kahve yapıyordu, canı sıkkın görünürse onu neşelendirmek için elinden geleni yapıyordu, bazen biraz daha yakınlaşmak için onunla biraz uğraşıyordu... ve fakat bunların hepsi sadece Jaejoong'un ondan nefret etmesine sebep olmuştu, demek hepsi bu kadardı. Jaejoong gerçekten ondan bu kadar nefret ediyordu ve o bir arkadaşlık bile bekleyemeyeceği bir evliliğe saplanıp kalmış durumdaydı. Dudağını ısırdı ve kendini dinlemeye devam etmek için zorladı.

"Hayır- hayır, bak sana söylüyorum... aman be, abartmıyorum! Ona istemediğimi ve bu evliliğin gerektirdiği hiçbir şeyi yapmayacağımı ona söylemişken rahat bırakılmayı istemek çok mu fazla? Başta harikaydı; rol yapmamız gerekmediği sürece onu görmüyordum bile... evet, ölü bir kardeş hakkında bir şeyle-... hayır, bu konuda canım ne isterse onu söylerim ve iyi ki ölmüş, en azından bana yaptıkları gibi altın bir kafese tıkmamışlar! Belki de ben de hiç doğmasam daha iyi olurdu!"

Yeojin dişlerini sıktı. İşte bu gerçekten oldukça toy ve aptalca bir laftı, hayatı nasıl olursa olsun. Hayatı bu kadar hafife almak... Yeojin onu yumruklayıp dünyaya döndürmek istiyordu; ama hayır, bu sefer değil. Jaejoong için bu kadar zamandır bu kadar çabalıyordu ve sonunda ondan nefret ediliyordu; Yeojin kendine daha fazla hakaret etmeyecekti.

"Öff, onu kastetmediğimi biliyorsun, sadece..." Jaejoong'un iç çektiğini duydu, "Bundan hoşlanmıyorum, tamam mı? Öyle "hadi kendimisi ateşlerle öldürelim kıymetlimisss" diyecek halim yok; söyleniyordum, o kadar. Ama bundan nefret ettiğim kısmı doğru."

Tamam en azından Jaejoong düşündüğü kadar geri zekalı değildi. Yeojin derin, sakinleştirici bir nefes aldı ve tepsiyi kapının önüne bıraktı.

"Yani, her şeyi bu kadar hafife alması. Sanki bize hiçbir şey dayatılmamış, hayat harikaymış, dünya gül bahçesiymiş ve bizim yaptığımız roller gerçekmiş gibi davranıyor; nasıl bu kadar hafife alabilir? Bu iğrenç!... yani öyle olsa bana o gece söylemez miydi?... utangaçmış, ay götüm! Şimdi söylediği ve yaptığı şeyleri bilsen öyle demezsin! Ve hadi ama, bir senedir neredeyse hiç tanımadığı bir adamla evli, babasına bitmesini istediğini söylese babası onu hiç düşünmeden bundan kurtarır; ama o kurtulmaya çalışmıyor bile! Eğer benim böyle bir fırsatım olsa kesinlikle kullanırdım; babası ona aşkı bulmasını söylüyor ve o aramıyor bile, sadece kapısı açık bir kafeste öylece oturuyor, bu çok... iğrenç. Çok alçakça. Bunu nasıl yapabiliyor? Hepsinden nefret ediyorum."

Yeojin daha fazla dinlemeyi kaldıramadı. Sadece odasına geri yürüdü, sessiz olmaya bile çalışmadı. Sadece birkaç dakika önce elinde yapmak için onca uğraştığı ev yapımı bol soslu waffle dağı, meyveler ve vanilyalı kapuçino dolu bir bardakla Jaejoong'un odasına doğru parmaklarının uçlarında hevesle yürümekte olduğuna inanmak çok zordu. En azından arkadaş olmak için onca çabaladığı adamın bu olduğuna inanmak daha da zordu. Onun sadece incinmiş bir ruh olduğuna ve bir açılsa her şeyin güzel olacağına inanmakla harcadığı bütün o zaman için pişmandı. Adam incinmiş bile değildi; tek yaptığı Yeojin'den nefret etmekti. Görünüşe göre de Yeojin ne yaparsa yapsın bu değişmeyecekti.

Hafif bir puf sesiyle kendini yatağına öylece bırakıp iç çekti. Aynı zamanda hem tükenmiş, hem de hayal kırıklığına uğramış hissediyordu. Kendini yatağın üzerine çekti, biraz döneledi ve sonra oturdu. Bir yastık aldı, ona öldürücü bakışlar attı, sonra yumrukladı.

"Aptal!"

Yastık tepkisiz kaldı. Yeojin hırladı, bağırdı ve yastığı yatak başına fırlattı.

"Kuş beyinli lanet kelaynak!" diye ofladı, ama kısa süre sonra yeniden yastığa uzandı. Her sözcüğünden sonra sanki Jaejoong'a vurur gibi yastığa vurarak konuşmaya başladı.

"Aptal. Geri zekalı. Beyinsiz ayı. Gururun kıçının o kadar derinine girmiş ki nereye kadar gittiğini tomografiyle bile göremezler. Alçak, ha? Ben mi alçakmışım? Ve iğrenç? Ve benden nefret ediyorsun? Sen kim olduğunu sanıyorsun?" diyerek yastığı sertçe sarstı, "Ha? Kim olduğunu sanıyorsun sen?!"

Yastığı aşağı fırlatıp homurdandı. "Şimdi de yastıklarla konuşuyorum. Daha ne kadar delirebilirim, tanrım..."

İç geçirip yine kendini yatağa bıraktı. Hayal kırıklığının gözlerine dolup o ıslak, gereksiz madde halinde aktığını hissedebiliyordu ki annesinin ardından ağlamayı bıraktığından beri bir süredir onlarla pek muhatap olmamıştı. Üstelik şimdi onları Jaejoong gibi biri için akıttığı gerçeğinden de nefret ediyordu. Yüzünü dövmekte olduğu yastığa gömdü.

"Bunu hak etmek için ne yaptım ben..."

*

"...babası ona aşkı bulmasını söylüyor ve o aramıyor bile, sadece kapısı açık bir kafeste öylece oturuyor, bu çok... iğrenç. Çok alçakça. Bunu nasıl yapabiliyor? Hepsinden nefret ediyorum."

"Ona alçak diyorsun da seni ondan iyi yapan ne tam olarak?"

"Sen gerçekten-"

"O en azından deniyor; senin tek yaptığın onun bütün seninle arkadaş olma çabalarını yok saymak. O buna zorlanmamıştı madem, bunu en başından kabul etmesinin nedeni ne olabilir sence, acaba? Tabii ki o zaman senden en azından birazcık hoşlanıyor olmalı! Kendi dramına o kadar saplanıp kalmışsın ki sana en yakın olan şeyi göremiyorsun. Annen senin en büyük acı sebebindi, tamam; sen de şu anda o kıza en çok acı veren şeysin. Onu gerçekten bu kadar mı incitmek istiyorsun, ha?"

"Of lütfen bir çeneni-"

"Hayır kapatamam, çünkü sen korkunç bir geri zekalısın! Seni kabız hipopotam çocuğu, o seninle böyle bir hayat bekleyerek evlenmedi! O bu kadar sert bir biçimde geri çevrilmeyi beklemedi. Gitmiyor çünkü pes etmedi, bunu göremiyor musun? Yaptığı hiçbir şey iğrenç ya da korkunç değil; esas pisliklerin ağa babası gibi davranan sensin ve bilesin diye söylüyorum, dalga geçmiyorum."

"Ben nasıl pislik oldum şimdi, hem de en başından onu sevmediğimi ve hiçbir şey yapmayacağı-"

"Sadece bunu söylemen bile seni bir pislik yapar! Eğer bunu gerçekten istemiyorsan ona evlenmeden önce söylemen gerekirdi, aynen daha önce bilmem kaç defa yaptığın gibi. Bu sefer farklı olan neydi, söylesene? Niye sonunda birdenbire ikna oluverdin? Niye onunla buluştuktan sonra birden pes ettin? Kendini kandırmayı bırak ve sadece, lütfen inatçı keçilik yapma. Bu aynen babanın sana aldığı ve senin çok sevdiğin bir süper kahraman oyuncağını sadece babana kızdığın için tekmelemek gibi bir şey - hatta gibisi fazla, bu direk aynı şey!"

"Beni benden iyi tanıyormuş gibi davranma; ve ben çocuk değilim; tamam mı?"

"Bundan felaket pişman olacaksın, aptal yumurcak."

"Azıcık bile pişman olmayacağım. Bir de, ben yumurcak değilim!"

"Off, haklı olduğumu fark ettiğinde gelip bana ağlanma!"

Bununla beraber telefon kesildi. Jaejoong inanamazlıkla ekrana baktı.

"Ne- az önce suratıma kapatmadın- öldün oğlum sen!" diye bağırdı telefona ve sinirle homurdanarak telefonu yatağın üzerine fırlattı. Sanki pişman olurmuş gibi! Zaten görünüşe göre Yeojin'in hiçbir yere gittiği de yoktu, üstelik onun da babası yüzünden inat ettiği yoktu, çocuk değildi o! Ona yakın herkesin ona çocuk gibi davranmasından bıkmıştı. Ama babasının kıskaçlarından bile kurtulmayı başaramıyorken o kimdi ki çocuk olmadığını söyleyecekti? Hiç fark etmemişti... ama sonuçta onun da böyle bir insan olmasının sebepleri vardı ve insanların onu rahatsız etmesi sadece damarına basıyordu.O sakin, basit, sessiz hayatını seviyordu ve eğer illa babasının söylediği gibi yaşayacaksa biraz yalnızlık ve sessizlik istemek çok mu fazlaydı? Sanmıyordu.

Huzursuz bir nefesle ayağa kalktı ve etrafa baktı. Oda fazla küçüktü, duvarlar onu boğuyordu. Biraz suya ve temiz havaya ihtiyacı vardı. Kapıyı açıp dışarı yürüdü; ama neredeyse bir şeye takılıp düşecekti. Yine sessizce küfretti ve ne olduğunu görmek için aşağı baktı. Kahve ve waffle... bunu algılamaya çalışarak birkaç kere göz kırptı. Bunlar neden buradaydı? Bunca zaman nasıl davrandığına bakılırsa muhtemelen Yeojin bırakmıştı; ama o da çalışıp çalışmadığına aldırmazdı, öylece içeri dalardı. Jaejoong bunu çok fazla anlamlandıramamıştı. Tepsiyi yerden aldı; kahve hala sıcaktı, demek ki pek zaman geçmemişti. Belki de Yeojin onun telefonda olduğunu duymuşu.

Sonunda kafasına dank ederken öylece kalakaldı. Bütün konuşma boyunca resmen ondan nefret ettiğini haykırmıştı ve Yeojin bunları duymuştu... ne kadarını duymuştu? Neden tepsiyi bırakıp gitmişti? Şimdi ne yapıyordu? Daha da önemlisi, neden Jaejoong'un umurundaydı ki? Yine de tepsiyi en yakındaki masaya bırakıp Yeojin'in odasına doğru koşturmaktan kendini alamadı.

"Şimdi de yastıklarla konuşuyorum. Daha ne kadar delirebilirim, tanrım..."

Belli belirsiz duyduğu bu sözler kapıda durmasına yol açtı. Kapı hafif aralıktı; ama Jaejoong girmeye cesaret edemedi. Ne diyecekti ki? "Niye telefon konuşmalarımı dinliyorsun" dediğini düşünmek bile fazlasıyla aptalcaydı. Özür dileyeceği hiçbir şey de yoktu, sonuçta sadece aklından geçenleri söylemişti. Madem öyle neden burada içeri giremeden ya da dönüp gidemeden kafa patlatıyordu? Bu büyük bir gizemdi. Yeojin'in iç geçirdiğini duydu.

"Bunu hak etmek için ne yaptım ben..." neyi, diye düşündü, içten içe neden bahsettiğini bilmesine rağmen. Sadece dinlemeye devam etti. Yeojin yine iç çekti.

"En azından mutlu olabileceğimi ummak çok mu yanlıştı? Seni sevebileceğimi düşünmüştum." Jaejoong irkildi; Yeojin onun burada olduğunu biliyor muydu? Genç kadın konuşmaya devam ettiğinde adamın endişeleri yavaş yavaş dindi.

"Benden nefret etmek zorundaydın, zaten... o kadar mı korkunç biriyim? Galiba gerçekten senin için bir yükten fazlası değilim... ahh, bu acıtıyor, denediğim için bile kendimi aptal gibi hissediyorum." Jaejoong genç kadının burnunu çektiğini duydu; konuştukça kadının sesi git gide daha fazla titriyordu. "Benimle arkadaş olmaktan bile iğrenen biri için bu kadar çabaladım, bir de üstelik burada hayaller kuruyorum, umutlar besliyorum... aaahhh, aptal Jaejoong, aptal, aptal! Mutlu olabileceğimizi düşünmüştüm..."

Ağlıyordu. İlk defa Yeojin'in ağladığını duyuyordu, üstelik annesinin ölümünün yıl dönümünde bile gözünden bir tek damla yaş aktığını görmemişti. Ve şimdi ağlıyordu. Jaejoong bir şeyin göğsünü sıkıştırıp döndürdüğünü hissetti, bir an nefes almakta zorlandı. Bunu ona sen yaptın, diye bağırıyordu iç sesi ona. Kadını çok da umursadığından değildi; ama insanları incitip ağlatmaktan nefret ederdi. Belki de arkadaşı haklıydı, belki de bir yıldan fazladır aynı evde kalan birisi için fazla soğuktu. Bitmeyeceği göz önüne alınınca, belki de ona karşı azıcık daha nazik olmalıydı. Kabul etmek zorundaydı ki, bu şekilde davranılmayı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı Yeojin, onunla evlenecek kadar şanssız olmak dışında.

Kadının odasından parmaklarının ucuna basarak uzaklaştı ve mutfağa gitti. Bir bardak su aldı; buna şu anda göğsünün ortasına oturup kalmış öküz ölüsü gibi yumruyu temizlemek için her zamankinden de fazla ihtiyacı vardı. Kendine söz verdi; şu andan itibaren artık ona karşı daha nazik davranacaktı. Babasının olmasını istediği o muhteşem aşık çocuk olmak zorunda değildi; sadece daha nazik olacaktı. O zaman Yeojin ağlamazdı ve kim bilir, belki de arkadaş olmak için  bu kadar fazla çabalamayı bırakırsa işler daha kolay olurdu. İki taraf da kazançlı çıkardı.

Balkona gitti, üşüyene kadar manzarayı izledi, sonra uyumak için odasına çekildi. Ama bundan önce babasının kardiyoloğundan randevu almayı ihmal etmedi; her ihtimale karşı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder