28 Aralık 2014 Pazar

Evlilik - 5

Uyuyamıyordu.

Darbe çok ağırdı, tekrar tekrar düşünmeyi bir türlü bırakamıyordu. Genç kadının sözleri bir hidrojen bombası gücüyle vurmuştu, Jaejoong'un dünyası hala bulanıktı. Odasına nasıl gidip yatağa ne ara yattığını bile hatırlamıyordu. Kadının sözleri hala kulaklarında çınlıyordu. Hiçbir kadın aşk evliliği yapıp aşksız yaşamaz... yani bu annesinin babasını aldatmakta haklı olduğu anlamına mı geliyordu? Ya da bu onun Jaejoong'u bırakıp gitmesini haklı mı gösterirdi? Bunda kesinlikle yanlış bir şeyler vardı; sadece düşününce bile o kadar kızıyordu ki yumruklarını sıkmaktan tırnakları avuçlarına batıyordu. Ama Yeojin hiç bunun doğru olduğunu söylememişti.

Aslında, Jaejoong'u arkada bırakmanın annesinin yaptığı tek yanlış olduğunu söylemişti. Ama o zaman annesinin babasını aldatmasını haklı buluyordu. Babası ne yaparsa yapsın annesi onlara ihanet etmiş oluyordu... ama daha iyi düşününce, annesinin aşkını bitiren de babası değil miydi? Ama yine de gitmek zorunda mıydı? En azından önce boşanamaz mıydı? Muhtemelen oğlunu geride bırakmak istememişti... ama sonuçta bırakıp bir başka adamla kaçmıştı; değil mi? Jaejoong homurdanıp yüzünü hamur gibi ovuşturdu. Bitmez bir labirentteymiş gibi hissediyordu.


Eğer babanın küçük bir kopyasıysan...

Birden kulağında çınlayan sözler zaten karışık aklında bir sorunun daha belirmesine sebep oldu: gerçekten babasının küçük bir kopyası mıydı? O saygı duysa da iğrendiği, soğuk, duygusuz, katı, işinden başka bir şey düşünmeyen adam... gerçekten nefret ettiği bu adama mı dönüşmüştü? Acı acı güldü, cevap öyle barizdi ki. Annesinden nefret edip babasının gösterdiği yürümeye başladığından beri o katı, buz gibi çocuktu o. Babasının olmasını istediği kişi olmuştu. Hayalleri, hisleri ondan çalınmıştı ve o da bunun olmasına kolayca izin vermişti. Belki de bu yüzden sürekli bu kadar boş hissediyordu; belki de ne kadar zayıf olduğu gerçeğinden ve dönüştüğü insandan nefret ediyordu. Belki de bu yüzden herkesi kendinden uzaklaştırıyordu... ve bu yüzden ona aşık olmuştu; bütün çabalarına rağmen kalbindeki duvarlarda bir çatlak bulmak için uğraşmaya devam eden o kadına.

Kolunu yüzünün üstüne koyarak gözlerini kapattı. Çok ironikti; nasıl hissettiğini anca kalbi kırılınca fark edebiliyordu. Demek insanlar gerçekten sahip olduklarının kıymetini kaybedince anlıyorlardı. Yani aslında bilmediğinden de değildi; ama hiç kabul etmemişti. Hiç kabul etmesi gerekmemişti. Hiş denememişti. Ne yaparsa yapsın Yeojin hep oradaydı, hep çabalıyordu, onun için bir şeyler yapmaya çalışıyordu, onu düşünüyordu, mutlu etmeye çalışıyordu. Jaejoong'un hiç bir şey yapması gerekmemişti; ama sürekli böyle gitmeyeceğini tahmin etmesi gerekirdi. Tabii ki bir yerden sonra kadın da çabalamayı bırakacaktı. Sadece "mecbur bırakıldığı" ve "istemediği" için hayatının bu kadar kıymetli bir parçasını kaybettiğini düşünmek kalbini acıtıyordu.

Tabii ki istiyordu. Annesinin onun için dönmesini istediği zamandan daha fazla, babasının ellerinden kurtulup kendini özgür bırakmaktan daha fazla istiyordu. Her şeyden çok istiyordu. Ve ilk buluştuklarında da böyle olacağını hissetmişti; yoksa bunun olmasına asla izin vermezdi.

Sonuçta bu babası tarafından ona ayarlanmış ilk tanışma randevusu değildi. Diğer tüm kadınlar da olası iş ortaklarının kızlarıydı. O kadınların hiçbiri hiçbir şekilde hiç ilgisini çekmemişti. Her seferinde bir şekilde bahaneler bulmuştu: "O şirket batmak üzere, o kurum bizim ortağımız olmaya uygun değil, bizim daha iyi ortaklara ihtiyacımız var, beklememiz gerek..." gibi şeyler söylemişti ve bir şekilde sıyrılmayı başarmıştı. Babası Yeojin'le evlenmesini söylediğindeyse uğraşmamıştı bile. Basitçe kabul edivermişti. Zor olacaktı belki; ama babasını ikna edebileceğine emindi. Halbuki bu sefer bir sorunu yoktu. Yeojin çok güzeldi, evet; ama tek sebep bu değildi. Jaejoong onunla ilgilenmişti. Buna rağmen "zorlama" olduğu için mesafesini korumuştu.

Gözlerinin üzerinde olmayan koluyla yatağı yumrukladı. Ne o babasıydı, ne de kadınlar canavardı. Aşk gerçekten vardı. Hayat işler ve zorunluluklardan ibaret değildi. Bunu anlamak için fazlasıyla geç kalmıştı ve şimdi sonunda fark ettiği zamansa nasıl temizleyeceği hakkında hiçbir fikrinin olmadığı bir boka batmıştı bile.

*

"Bayan Kim, size bir not var."

"Öyle mi? Nedir peki?"

"Bay Kim'den; size babalarınızın akşam ziyarete geleceğini söylememi istedi."

"Bizim... ah, tamam, anladım; teşekkür ederim." dedi Yeojin ve ofisine girdi. Babaları mı? Bunu daha önce duymamıştı. Birdenbire alınan bir karar olduğunu düşünmüyordu; bu yüzden muhtemelen dün söylediklerinden dolayı Jaejoong'un ona söyleyemediğini farz etti.

İç geçirdi. Tamam, belki de biraz fazla sert davranmıştı; ama o anda kendini durduramamıştı. O an, biriken bütün öfkenin patlamasıydı ve tadı intikam tadıydı, o an inanılmaz tatlı gelmişti. Şimdiyse ağzında acı bir tat bırakıyordu. Adam ona en derin yarasını açmıştı, aynen daha önce Yeojin'in yaptığı gibi; ama genç kadın bunu onun suratının ortasına yumruk gibi vurmuştu. Genç adam beyaz bayrak sallıyordu; genç kadınsa tam aksine onu bombalamıştı. Daha önce duydukları çok canını yakmış olsa da bu genç adamı zayıf noktasından, en hassas olduğu yerden vurmak için iyi bir sebep değildi. Adamın ne kadar incinmiş olması gerektiğini hayal bile edemiyordu.

Belki de bu daha iyi olmuştu. Onun her şeyinden tiksinen bir adamla o da arkadaş bile olmak istemiyordu artık. Genç kadın pes edeli çok olmuştu ve genç adam ne yaparsa yapsın, bu değişmeyecekti.

Jaejoong öyle yumuşak, nazik ve cici bici davranmaya başladığı zaman genç adamın neden iğrendiğini söylediğini anlamaya başlamıştı Yoejin. Bu çok zorlamaydı, çok sahte, çok gereksiz... midesini bulandırıyordu. Yalnız kalmak isterken üzerine titreyen birilerinin varlığı ve bunun sahteliği anlamsız ve basitçe mide bulandırıcıydı. Yapmak istediği - ve yaptığı - tek şey, sonsuza dek varlığını yok saymaktı. Eğer tatlı krizi tutmamış olsa, dün gece de aynı şeyi yapardı. Sonra bütün o hikaye, sonra buna verdiği tepki... ve şimdi içinde acı bir şeyler vardı.

Gerçi dün söylediklerinin hiçbiri yalan değildi. Tabii ki kabul edilebilir olması için yumuşatabilirdi; ama gerçekten Jaejoong'un annesini anlayabiliyordu. Kadın adama aşık olduğu için evlenmişti ve adamın işinden başka bir şeyi gözü görmüyordu. Biri onu hayatı boyunca hep istediği gibi sevdiği zaman ayaklarının yerden kesilmesi gayet doğaldı. Muhtemelen bir çocuğu olduğu için öylece gidememişti. Anlaşılan sadece sıradan bir çalışanla kaçmıştı; Jaejoong'un babasıyla beraber kalırsa daha iyi bir hayatı olacağı barizdi. Çocuğu babasına bırakması da oldukça mantıklı oluyordu bu durumda. Bunu yanında babası da eğer kadın giderse çocuğuyla bütün ilişkisini kesmek zorunda bırakacak bir tip gibi duruyordu. Sonuçta, ona kalırsa, kadın korkunç bir haindi; bu ne kadar zalimce ve bencilce olursa olsun tabii ki kadının oğlunu görmesine izin vermezdi. Yeojin birazcık bile düşünse kadının durumunu anlamakta hiç zorlanmıyordu.

Yine iç geçirdi. Olan olmuştu. Geri dönüşü yoktu ve Jaejoong da muhtemelen bundan sonra aralarını düzeltmeye çalışmayacaktı artık. Sonunda her şey gerçekten bitmişti. Artık sadece rol yapacaklar ve evin içinde iki yabancı olmaya devam edeceklerdi. Sessizlik de muhteşem bir kraliçe gibi demir tahtına geri dönecekti; aziz ve kırılmaz. Düşüncesi kalbinin ağrımasına neden oluyordu; ama olması gereken buydu... ve olacak olan da buydu.

Günün sonunda işten erken çıktı ve ruhunu rolüne hazırlayacak yumuşak bir klasik müzik eşliğinde arabasını eve sürdü. Vardığındaysa zaman gelmeden birazcık bile rahatlamaya vakti olmadığını gördü. Babaları çokta oradaydı, oldukça fazla kahkaha içeren bir muhabbete dalmışlardı. Kapıyı ona Jaejoong açmıştı.

"Ahh hayatımın baş döndürücü meleği gelmiş!!" diye ilan etti geniş bir sırıtış ve hafif bir kıkırtıyla. Nefesinden alkol kokusu yayılıyordu; Yeojin rahatsızlıkla burnunu kırıştırdı. Jaejoong bunu oldukça çabuk fark etti. "Üzgünüm, sensiz başladık; oldukça geç kaldın, aşkım."

"Ne cesaretle başlarsınız! İşim yüzünden bir sürü eğlenceyi kaçırdım mı yani- bekleseniz ölür müydünüz?!" diye isyan etti çantasını bırakırken. Bir yıllık çalışmanın insanın rol yapma kabiliyetini nasıl geliştirdiği gerçekten inanılmazdı: eğer bilmese Yeojin bile kendisinin hayal kırıklığına uğradığına inanabilirdi.

"Ahahaha, gel de katıl bize o zaman Yeojinnie, alkol toleransın hiç yüksek değil zaten."

"Baba!" diye haşladı Yeojin, dalga geçerek. İki yaşlı adamın oturduğu salona yürüdü; adamların yüzlerinde geniş sırıtışlar ve önlerinde soju şişeleri vardı. Eh, ne bekliyorsa! Tabii ki içeceklerdi. Yeojin bunda hiç iyi değildi.

"Görünüşe göre burada alkole dayanıksız olan bir tek o var." dedi Jaejoong.

"Gerçekten mi? Sen ne kadar içebiliyorsun bakalım, damat?" diye sordu babası.

"Şey, bilmem, dört şişe kadar? Yani hepsini tek seferde bitirmeyeceksem. Eğer tek seferde içecek miktardan bahsediyorsak ne yazık ki daha az olacak." dedi Jaejoong, iki yaşlı adamın karşısına oturarak. Yeojin'in onun yanına oturmaktan başka seçeneği yoktu. Jaejoong'un kolunun omuzlarına dolanıp onu rahatlıkla kendine çektiğini hissetti. Yeojin ilk başta düşünmeden direndi; ama gerçekten direnebilmesi için Jaejoong biraz fazlaca güçlüydü.

"Kulağa oldukça fazla geliyor." diye ıslık çaldı babası. Jaejoong'un babası başını sallayarak onayladı.

"İşte benim oğlum. Bu arada, Yeojin, hoş geldin." diye sıcak ve yumuşak bir gülümseme sundu adam; ama Yeojin bu gülümsemenin adamın gözlerine ulaşmadığını düşündü.

"Teşekkürler, Bay Kim. geç kaldığım için üzgünüm." diye cevap verdi.

"Ah hayır, emin ol bu sadece tamamen senin kaybındı." diye kıkırdadı adam. Bu kadar sıcak ve doğal davranmasına rağmen Yeojin'e ona baba demesini söylemiyordu. Bu oyundan haberi olmayan tek kişi Yeojin'in babasıydı. Genç kadın ona acıyordu; ama muhtemelen Yeojin'in son senesinin nasıl geçtiğini bilse korkunç hissederdi. Bunu babasına yapamazdı genç kadın.

"İçsene, hadi!" dedi Jaejoong; genç kadının eline bir küçük bardak tutuşturup çabucak sojuyla doldurdu. Alkol kokulu nefes suratına bir daha çarptığında yüzünü buruşturmamak için oldukça fazla çaba sarf etmesi gerekti; berbat kokuyordu. Yine de kıkırdamayı başardı.

"Aman, tamam!" dedi ve içkisini tek dikişte bitirdi. İçki boğazından midesine bir yudum alev gibi yakıp ardında tatlı bir iz bırakarak indi. Birkaç bardak daha içki, biraz şaka ve kahkahadan sonra ne Jaejoong'un nefesindeki alkol kokusunu alabiliyor, ne de aptal gibi sırıtmayı bırakabiliyordu. Alkolle arası kötü değildi; ama dayanıklı da sayılmazdı.

"Çok tatlı bir çift değiller mi, Dowon?" dedi Jaejoong'un babası. Jaejoong Yeojin'i kendine biraz daha sıkıca bastırdı; ama genç kadını rahatsız etmiyordu artık. Sadece sebepsiz yere kıkırdadı, kanına yeterince alkol karıştığı her seferinde olduğu gibi - içmeyi de bu yüzden seviyordu zaten.

"Şunların kucaklaşmasına bakar mısın? Herhalde yakın zamanda bir torun bekleyebiliriz, değil mi?" dedi babası.

"Tabii, tabii." diye onayladı Jaejoong'un  babası. İşler ne zaman onların çocuk yapmasına gelmişti? Hiçbir fikri yoktu; ama zaten adamlar bir süredir Jaejoong'u da Yeojin'i de saman altından sıkıştırıyorlardı; bu yüzden birden bu konuyu açmaları pek de tuhaf olmamıştı.

"Bir kızdan önce oğulları olsa güzel olur." dedi Yeojin'in babası.

"Küçük kıza büyük abi, öyle mi? Kulağa oldukça tatlı geliyor. Üç nasıl olur?" diye cevap verdi Jaejoong'un babası.

"Daha da iyi!" diye ellerini çırptı Yeojin'in babası. Yeojin konuşmanın nereye gittiği konusunda oldukça kayıptı. Sadece gülüyor ve içmesi gerektiği zaman içkilerini bir dikişte bitiriyordu. Diğerleri kesinlikle ondan fazla içmişlerdi; ama yine de aralarında en sarhoş kendisiymiş gibi hissediyordu. Babalarının gitme zamanı geldiğindeyse ne o ne de Jaejoong desteksiz ayakta durabiliyorlardı. Birbirlerinden destek alıp yol boyu gülerek kapıya kadar yürüdüler, babalarını yolcu edip kapıyı kapattılar. Kapı kapanır kapanmaz da Yeojin Jaejoong'u üzerinden itti.

"Çekiiill üsstümden çok ağırsssın!" dedi, kelimeleri düzgün çıkaramıyordu. Dengesini kaybederken Jaejoong viyakladı; ama düşmeden hemen önce Yeojin'e tekrar tutunmayı başardı. Genç kadın homurdandı.

"En azından odama götüür..." diye mızıldandı, kadına tutunarak. Yeojin iç geçirdi.

"Bi' de ben zaroşşşş olucam burdaaa!" diye söylendi. Daha kelimelerin ağzından anlaşılır çıkmasını bile sağlayamıyordu; esas odasına taşınması gereken oydu işte!!

"Ne dedinn, tajımak mı?" dedi Jaejoong. Genç kadın bir an kalakaldı, sonra vıraklar gibi kıkırdadı.

"Aaa tüh, sesli mi demişim onu?" diye kıkırdadı ve Jaejoong'un yatak odası olduğunu düşündüğü yöne doğru sallanarak yürümeye çalıştı. "Neysse! Seni uyutucazz..."

Bir şey onu tam tersi yöne döndürdü.

"Odam orda diil salak!" dedi Jaejoong, kelimeler onun da ağzında yuvarlanıyordu.

"Ah, anlıyorum." dedi Yeojin, başını yukarı aşağı salladı ve ciddi bir biçimde genç adamın odasına yürümeye başladı. Ya da en azından denedi; yeniden sendeleyip bir başka gülme krizine tutulana kadar.

"Gülmee, düşücez!" dedi Jaejoong haşlarcasına; ama bu Yeojin'in daha da fazla gülmesine neden olmuştu. O kadar ki ayakta kalmalarını sağlamak için Jaejoong'un bir duvara yaslanıp Yeojin'i de hayatı buna bağlıymış gibi sıkıca tutması gerekti. Yeojin de eğer düşerlerse ayılana kadar bir daha ayağa kalkamayacaklarının farkındaydı; ama duramıyordu işte. Sadece kıkırtılarının yürüyebilecekleri kadar azalmasını bekleyebildi. Sonunda Jaejoong'un odasına ulaştıklarındaysa yatağa uzaklıklarını yanlış hesaplayıp yatağın çerçevesine çarptılar.

"Ya- hass...."diye viyakladı Jaejoong yine ve dengesini kaybederken düşmemek için bir daha Yeojin'e tutunmaya çalıştı.

"Bırak beni-" dedi Yeojin; ama düşüşü durdurmak için çok geçti. Nerenin çarşaf, nerenin battaniye olduğunu, hatta hangi uzvun kime ait olduğunu bile anlamanın zor olduğu bir düğüm halinde yatağa yuvarlandılar. Ki bu Yeojin'in yeni bir kahkaha krizine girmesine neden olmuştu. Anca biraz sakinleştikten sonra Jaejoong'un gözlerinin ne kadar yakınında olduğunu fark etti... ve bundan rahatsız olmadığını. Oksijen sarhoşu gibi beyni uyuşmuştu ve bu anda kaybolmuş hissediyordu. Odada hiç açık ışık yoktu; tek ışık pencereden üzerlerine süzülen hilal ayın loş ışığıydı. Yanındaki sıcaklık hem çok tanıdık hem çok yabancıydı; kalbinin hemen üzerinde bir başka kalp atışını hissedebiliyordu ve gözlerinin ta derinlerine bakan bakışlardan gözlerini kaçıramıyordu. Jaejoong'un parmak uçları yavaşça yanağından çenesine doğru kayıp birkaç tutam saçı yüzünden çekerken yavaşça gözlerini kırpıştırdı.

"Bu kadar güzel bir gülüşün olduğunu bilmiyordum..." dedi genç adam, daha çok kendi kendine konuşur gibiydi; ama Yeojin'in sarhoş kalbi hoplayıvermişti. Bir gülümsemenin dudaklarının köşelerini hafifçe yukarı kıvırdığını hissetti. Jaejoong gülümseyerek gözlerini kapattı. "...bu kadar tatlı bir kokun olduğunu da."

Genç adam alnını kadının alnına yaslayıp uzun kirpiklerinin arasından yüzünü izlerken Yeojin gözünü bile kırpamıyordu. Genç adamın yüzüne vuran sıcak nefesini hissedebiliyordu ve sessizlik, söylenebilecek her sözden daha büyülüydü. Alkol her boşluğu mükemmel bir biçimde dolduruyordu. Jaejoong hafifçe iç çekti ve parmaklarını yavaşça genç kadının kollarından aşağı kaydırdı. Parmakları birbirine dolanırken genç adam yavaşça, acele etmeden kadını sırt üstü yatacak şekilde itti. Kadının kalbi göğsünde birkaç takla attı.

"Yeojin..." diye fısıldadı adam, kadını zahmetsizce nefessiz bırakarak. Kadınınkine kilitlenmiş bakışlarının verdiği sözler, kadının üzerine doğru eğilirken birbirine sürünen bacaklarının verdiği gıdıklanma hissi... neredeyse korkutucuydu; Yeojin'i bir anlığına kendine getirip dünyayı saran sisin üzerine çıkmasını sağladı. Baştan çıkmak için duyduğu isteğe, sarhoş aklına ve genç adama direnmeye çalıştı.

"N-napı...yosun- bekle..." demeye çalışıyordu ki genç adamın göz kapakları titreyerek kapandı ve dudakları, ilk defa gerçek bir öpücükle, kadının dudaklarıyla buluştu. İlk başta sadece masum bir öpücüktü; ama kısa süre sonra, yumuşak, tatlı, alev gibi yanan dudakların yavaş hareketleriyle,  kadının korumayı umduğu bütün mantığını kaybetmesine neden olacak kadar tutkulu bir hale gelmişti.

Ne yapmaya çalışmak istediğini bile unutmadan önce kadın sadece bir saniye direnebilmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder