25 Aralık 2014 Perşembe

Evlilik - 4

"Evet, aynen öyle; ama maşallah güneş gibi ortalığı aydınlatıyorsun. Sorun ne?"

"Hiç, izninle ben gidiyorum."

Kapının çarpmasıyla Jaejoong irkildi ve iç geçirdi.

"Evet, tabi, sana da iyi çalışmalar."

Bu Yeojin'in onu terslediği tam olarak kırk yedinci seferdi ve kahretsin ki istediği zaman tam bir buz dağına dönüşebiliyordu. Genç adam ortamdaki buzları kırmak için şimdiye kadar kaç kere teşebbüste bulunup buz gibi bakışlarıyla direk durdurulduğunu hatırlamıyordu bile. Hevesini ve kararlılığını kaybetmemeyi bir şekilde başarsa bile genç kadın sadece sessizce odayı terk ediyordu, sonra kendini odasına kilitliyordu. Jaejoong'a biraz birini hatırlatıyordu ya, kim olduğunu bir türlü çıkaramıyordu... gerçi bir şeyi kesinlikle anlamıştı: hiç takmayan biriyle arkadaş olmaya çalışmak fena halde zor bir işti. Yeojin'in bunu bir ay bıkmadan sürdürdüğünü hatırlıyordu; ama genç adam daha sadece iki haftadan sonra pes etmek üzereydi.


"Hayır, hayır olmaz, bunu yapamam." dedi kendi kendine. Pes etmeyi düşünmek bile tabu olmak zorundaydı. Gerçi Jaejoong yeterince nazik davrandığına inanıyordu, bu yüzden Yeojin yalnız kalmak istiyorsa bu pek sorun değildi; ama genç adam olayların gelişme şeklinden hiç memnun değildi. Bu kadar kibar davranırken birdenbire yok sayılmak, üstelik bunlar olmadan hemen önce genç kadını ağlattığını bilerek... Kim Jaejoong her zaman suçlu hissetmezdi, sonuçta. Artık her şeyi düzeltene kadar pes edemeyeceğini hissediyordu. Sadece, işler pek de iyi gitmiyordu.

Telefonunun zil sesiyle yerinden sıçradı. En yakın arkadaşının aradığını görünce çabucak açtı - Bir şekilde bu aptal Jaejoong'un ne zaman konuşmaya ihtiyacı olduğunu her zaman bilirdi.

"Bana söyleyecek güzel bir şeyin olduğunu söyle, yoksa her an depresyona girmeye karar verebilirim." dedi, ofis koltuğuna kendini bırakarak.

"Ah, birileri oldukça çaresiz görünüyor, ne oldu? Zor zamanlar mı geçiriyorsun?"

"Tahmin bile edemezsin. Eee? Niye aradın?"

"Sadece aynı iki hafta önceki bok kafalı herif misin diye merak etmiştim." Jaejoong arkadaşının iğneleyici yorumuna dilini şaklattı.

"Neden depresyona girmek üzereyim sanıyorsun? İnanmazsın gerçekten kibar olmaya çalışıyordum; ama birazcık yüzümde patladı. Görmen lazım, kadın tam bir buz dağı." diye söylendi.

"İstediğin bu değil miydi? Neden şimdi seni bu kadar rahatsız ediyor?"

"Eee şey, ben sana sonrasında olanları anlatmadım, değil mi? Bazı küçük önemsiz detaycıklardan bahsetmeyi belki unutmuş olabilirim, sanırım..."

"Of, çıkar ağzındaki baklayı!" Jaejoong iç geçirdi ve gergince arkadaşına her şeyi anlatmaya başladı. Sonunda bir çığlık falan bekliyordu, çok hayal kırıklığına uğramadı.

"Sen, Kim Jaejoong, ben, yani, cidden sana söyleyecek başka hiçbir şeyim yok artık! Gidip onunla barışmadan bir daha sakın beni arama; duydun mu beni?!"

"Y-ya bir dur; ben kiminle konuşacağım o zaman?!"

"Bilmem, aaa, belki o kıymetli yalnızlığınla? Kendin çöz, ne yapayım?!"

"Hadi ama, yardıma ihtiyacım var şurada!"

"Yardım falan etmiyorum. Kendin çöz. Duyuyor musun? Tek başınasın, sen işleri bu hale sokmuşken benim bile yapabileceğim hiçbir şey yok. Ha unutmadan, ben de seni evlenme teklif ettim ve kabul etti, yakın zamanda bir düğün bekle, demek için aramıştım; ama onunla barışmadığın sürece seni davet etmeyi düşünmüyorum, tamam mı? Anladın mı beni?"

"Hey, en azından bazen tavsiye almak için arasam olmaz mı?" diye homurdandı Jaejoong.

"Sonra düşünürüm; ama şimdilik kapatıyorum."

"Öf, tamam be! Bugün herkesin nesi var?!" diye patladı Jaejoong sonunda, arkadaşı kapattıktan sonra. Hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu ve şu anda bir şeyleri tekmelemek, yumruklamak veya çığlık atmak falan istiyordu. İlk defa böyle hissediyordu ve bu o kadar sinir bozucuydu ki her zamanki donuk hayatını özlüyordu. Niye şimdi böyle oluyordu ki?!

"Ne var?!" diye cevapladı telefonu tekrar çaldığında, arkadaşının tekrar aradığını düşünerek.

"Son zamanlarda babanla bu şekilde mi konuşuyorsun?"

"Ah, özür dilerim, ben sadece... her neyse, sizin aradığınızı düşünmemiştim, baba." dedi Jaejoong; birden koltukta oturuşu bile değişmişti. Bu adamın sesinin üzerinde böyle bir etkisi vardı: onu her zaman donuk haline geri döndürebilirdi. Bir şekilde, bugün aradığı için neredeyse memnun olmuştu Jaejoong.


"Oldukça stresli olmalısın, oğlum. Yarın müsait olduğunu sanıyorum."

"Evet, baba, bir şey mi istemiştiniz?"

"Yeojin'in babasıyla beraber yarın evinize geleceğiz; bu yüzden dikkatli olmanı söyleyecektim. Biliyorsun, Bay Kim seninle onun arasındaki durumu bilmiyor. Aranızın harika olduğuna inanıyor ve bu evliliği bozmaması açısından böyle devam etse iyi olur. Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi?"

"Tabii ki, en başından beri yaptığımız şey bu zaten." diyerek onayladı Jaejoong.

"Güzel, bu konuda sana güveneceğim. Alkol alacağız; bu nedenle her şeye daha da fazla dikkat etmelisin."

"Alkole dayanıklıyım, baba, endişeye gerek yok. Hiçbir şey olmayacak. Kötü bir şey görürse de ufak bir tartışma olduğunu ve Yeojin'le aramı düzelttiğimi söyleriz... ya da onun gibi bir şey. Yeojin'in babası başkalarının ilişkilerine burnunu sokacak birisi değil." bunu söylemeden duramamıştı. Babası da biliyordu ki Jaejoong bunu sırf sürekli hayatına burnunu soktuğunu anlatmak için özellikle söylemişti; ama sonuç olarak bu tamamen yok sayıldı.

"Neyse ki öyle, evet. Karına da söyle ve hazır ol. Aynı zamanda bir çocuk sahibi olmanızla ilgili bir konu açılacak, kendini hazırla. Anladın mı?"

"Evet, anladım." dedi Jaejoong, yüzündeki ekşiliğin sesine yansımasına izin vermemişti; ama yine de bunun sadece bahsinin geçmesinden bile rahatsız oluyordu.

"Güzel. Hazırlan, o zaman." dedi babası, Jaejoong'un sesinde rahatsız bir tını duyduysa bile bir tepki vermedi ve telefonu kapattı. Jaejoong iç çekti ve boş gözlerle ekranına baktı. Kararlılığından, hayal kırıklığından veya suçluluk duygusundan eser kalmamıştı. Bütün hisleri vakumla çekilip boşaltılmış gibiydi, aynı babasıyla her konuştuğunda olduğu gibi. Böyle zamanlarda yaşamanın sadece bir zorunluluktan fazlası olmadığını hissediyordu. Dünya yine bir kara delikti. Yeojin'i görmesi gerekiyordu... ona haberi vermek için, tabii ki; görmek istediği için falan değil. Sadece mecbur olduğu için. Elbette.

Kimi kandırıyordu ki, kadın hayatına adımını attığından beri dünyayı daha ilginç bir yer haline getirmişti. Jaejoong ondan ne bekleyeceğini asla bilemiyordu, bir an sonra ne olacağını kestiremiyordu ve bazen gülmek istediği bile oluyordu. Annesi onu babasının merhametine terk edip gittiğinden beri uzun zamandır unuttuğu şeyleri hatırlatıyordu genç kadın ona. Şimdi, bir buz dağına dönüşmüşken bile, kaçışı olmuştu. Jaejoong, telefon konuşmasını duyduğu o geceden önce nasılsa öyle olmasını istiyordu kadının. Kim Jaejoong için, ailesinin veliaht prensi, mükemmel varis, hiç kimseye hiçbir koşulda ihtiyacı olmayan adam için kabul etmesi zor bir gerçekti. Ama bu sefer öylece yokmuş gibi davranamıyordu.

Kadının odasına gittiğinde içeride bir toplantı olduğunu ve kadının ne olursa olsun rahatsız edilmek istemediğini öğrendi. İç geçirip pes etti ve ofisine geri döndü. Bu sadece eve kadar beklemek zorunda olduğu anlamına geliyordu. Kadın eve ne zaman dönerdi bilmiyordu; ama belki Jaejoong bugün erken çıkıp ona güzel bir şeyler hazırlayabilirdi... tabi bu sefer en azından takdir edecekse. En azından denemeliydi. Hayatını ve hatasını düzeltmek istiyordu. Herkes haklıydı; sadece bir evliliğe zorlandığı için sefil bir hayat yaşamak zorunda değildi. Yeojin de haklıydı, arkadaşlığı bile reddetmek zorunda değildi. Jaejoong bir ahmaktı, hep öyle olmuştu. Sadece çok geç olduğunda bunu fark edip pişman olurdu.

Kısa süre sonra ofisten eşyalarını alıp çıkmıştı. Babasının bunu öğreneceğini biliyordu; ama bu sefer resmi olarak umurunda değildi. Eve gidip takımını çıkardı, üzerine rahat bir şeyler geçirdi ve mutfak kapısından Yeojin'in önlüğünü aldı, sonra işe koyuldu. Yeojin genelde eve yemek yedikten sonra gelirdi, bu yüzden Jaejoong ne pişirirse pişirsin yemeyecekti; genç adam şimdiye kadar bunu gayet iyi öğrenmişti. Genelde fit kalmak için daimi bir hafif diyet halinde olduğundan tatlıları da pek terih etmiyordu. Uykusunu kaçırdıkları için akşamüstü çay veya kahve içmekten de hoşlanmazdı; ama şimdi önüne sadece soda koymak da olmazdı. Yine de, diye düşündü Jaejoong, kimse vişneli-vanilyalı iki katlı muhallebiye hayır demezdi, değil mi? En azından öyle umuyordu.

Bunu nasıl yapacağını keşfetmek biraz vaktini aldı. Bazen hala anne diyebileceği bir insan olmasını istiyordu, böyle zamanlarda işe yarayabilirdi; mesela şimdi arayıp tarif isteyebilirdi. Ama hayır, her şeyi kendisi yapmak zorundaydı. Bir tarif bulup denemeye başladı; ama başarılı olmadan önce üç defa eline yüzüne bulaştırdı. Vişneli sos, neyse ki, görece daha kolaydı. Jaejoong tatlıyı pişirmeyi, tabaklara koymayı ve havalı bir biçimde süslemeyi bitirdiğinde mutfak savaş alanına dönmüştü. Yeojin yakın zamanda gelecek gibi görünmüyordu, Jaejoong'un da yapacak daha iyi bir şeyi yoktu. Sonuçta bugünlük işi asıyordu. Bu yüzden temizliğe girişti.

O temizliği bitirdikten, yeniden kot giyip insan içine çıkabilir göründükten ve beklemekten de sıkılıp koltuğa gömüldükten sonra Yeojin ancak geldi. Jaejoong'u gelişinden haberdar etmeye bile uğraşmayıp bir bardak su almak için direk mutfağa girdi. Jaejoong bunu tahmin etmişti, sonuçta bu son birkaç haftadır maruz kaldığı tavırdı. Yine de koltuktan kalkıp genç kadının peşinden mutfağa gitti.

"Hoş geldin." dedi, sıcak bir gülümsemeyle. Yeojin tek kaşını kaldırıp ona baktı. Yavaşça bardağı bırakıp onu işaret etti.

"O ne için?"

"Ne ne için?" dedi Jaejoong şaşkınca ve kendine baktı. Üzerindeki sıradan beyaz gömleğin birden fazla düğmesinin açık olduğunu gördüğünde kaşları havalandı. "Ha, bu... bu gömlek oldukça eski, ne zaman gerinsem düğmeleri açılıyor."

"Anlıyorum." dedi Yeojin basitçe ve başını çevirdi. Jaejoong bozulmuştu. Öyle gösteriş yapmak gibi bir amacı olmamasına rağmen, yani, o manzarayı gördükten sonra öylece başını çevirebilen bir tek kız yoktu; ama Yeojin'in yanakları pembeleşmemişti bile. Derin bir nefes aldı ve bunun havasını bozmasına izin vermemeye çalıştı.

"Yorgun olmalısın, tatlı ister misin?" diye sordu umutla.

"Hayır, kilomu korumaya çalışıyorum." diye direk reddetti onu Yeojin.

"Oldukça hafif bir tatlı ve o şekersiz diyetinden bir kaçamak yapabilirmişsin gibi duruyorsun. Adet değil misin sen?" diye cevapladı Jaejoong. Eğer alttan alıp nazik olmak işe yaramıyorsa cüretkar olmanın zamanı gelmiş gibi duruyordu... ki bu kesinlikle Yeojin'den bir tepki koparmıştı.

"Na... hey, sen beni mi gözetliyorsun? Hiç hoş değil!" diye ona döndü kadın, sinirli görünüyordu. Jaejoong'a sanki sadece kızgınlıktan fazlası varmış gibi geliyordu. Omuz silkti.

"Tuvalet kağıdının bitme hızından tahmin etmek zor değil." dedi.

"Onlara takıntılı olduğunu bilmiyordum." dedi Yeojin huysuzca. Jaejoong muzaffer sırıtışını saklamaya çalışarak buzdolabını açtı. Tatlısını çıkarıp bir sanat eseri gibi sergiledi - üzerine serpilmiş hindistan cevizleri ve ortasındaki taze nane yapraklarıyla oldukça güzel de görünüyordu hani.

"İstemediğine emin misin? Az şekerli, tatlı ekşi dengesi tam mükemmel kıvamda ve eminim ki yediğin için seni pişman etmeyecek." diye sundu yapıtını. Onların yaptığı işte insanın nasıl reklam yapacağını bilmesi gerekiyordu. Yeojin tatlıyı sanki bir günaha bakar gibi inceliyordu.

"Eh, sanırım biraz yemek öldürmez." dedi sonunda, bir iç çekiş eşliğinde. Jaejoong'un tatlıyı havaya fırlatıp zafer dansı yapma içgüdüsünü bastırması gerekti. Daha çok erkendi, üstelik tatlı boşa giderdi.

"Niye üstünü değişmiyorsun? Sana bir tabak hazırlarım." diye gülümsedi kadına.

"Evet, tabi..." diye iç geçirdi Yeojin ve odadan çıktı. Bu oldukça inciticiydi, diye düşündü Jaejoong; genç kadın teklifi kabul ettikten sonra bile soğuk davranmayı başarabiliyordu. Jaejoong bütün yıl ona böyle mi davranmıştı? Bu kadar uzun zaman böyle korkunç bir hayvan olduğunu düşünmek bile canını yakıyordu aslında. Bir şekilde arkadaşının ne demek istediğini anlayabiliyordu şimdi. İç geçirip iki tabak hazırladı yine de. Yeojin kısa süre sonra içeri geri geldi, üzerinde mavi ip askılı kısa pijamaları vardı. Şimdiden pijama mı giyiyordu? Saat o kadar geç bile değildi!

"İşte burada." dedi yine de, tabağı kadının önüne bırakarak. Genç kadın sessiz bir teşekkür mırıldandı ve yemeye başladı. Yüzünün ışımasından Jaejoong tatlının güzel olduğu kanısına vardı.

"Sevdin mi?" diye sordu, hevesle.

"Evet, güzelmiş." dedi Yeojin, ona bakmadan. Jaejoong kendisi de bir çatal aldı.

"Aynı hatırladığım gibi." dedi kendi kendine ve gülümsedi. "Annem eskiden bana bunlardan yapardı. Yemeyeli yıllar oldu herhalde."

Yeojin sessiz kaldı; aynı iki ay önce o konuşuyor olsa Jaejoong'un yapacağı gibi. Genç adam yine de pes etmedi.

"Aslında annemi en son gördüğümden beri yüz yıllar geçti. Onu özleyip ziyaretine gideceğim sanırsın; ama yapmadım hiç. Bunun için biraz fazla gururluydum. Hey, bu arada; annemin bizimle yaşamadığını biliyordun, değil mi?"

"Kendin hakkında hiç konuşmazdın, hatırlasana?" dedi Yeojin, iğneleyerek. Tam on ikiden, diye düşündü Jaejoong; sözlerin muhtemelen tam kadının istediği yerden vurduğunu hissedebiliyordu. Tıslama isteğini bastırdı.

"E-evet, konuşmazdım... nadiren konuşurum ki. Neredeyse hiç arkadaşım olmamasına şaşmamalı. Tahmin edersin sanmıştım gerçi; annemi hiç görmedin, değil mi?" dedi. Yeojin omuz silkti.

"Doğru; ama bunun hakkında konuşmak istemedin, ben de seni zorlamadım." kadının genç adama dikili bakışları o kadar keskindi ki neredeyse delip geçecekti. Adamın sırtından aşağı bir ürperti indi; adam gözlerini kaçırıp tatlısından bir çatal daha aldı.

"Ebeveynlerini çığlık çığlığa birbirlerine bir şeyler fırlatırken hatırlamak çok da hoş bir anı değil." dedi, biraz acılı bir gülümsemeyle.

"Anlıyorum." dedi Yeojin ve tatlısından bir çatal aldı. Jaejoong bir süre sessiz kaldı; ama genç kadın konuşmayınca devam etmeye karar verdi. En azından kendisini tabakla beraber odasına kilitlemek yerine oturmuş dinliyordu.

"O ara gerçekten çok küçüktüm; bir gece annemle babamın bağırışmalarına uyandım. Niye kavga ettiklerini bile bilmiyordum; ama annem birden masada duran biblolardan birini yere fırlattı. Biblo tuzla buz oldu. Sonra babama yastıklar fırlatmaya başladı. Yastıklar bitince eline geçirdiği ilk şeyi fırlattı, bu da bir cam bardaktı. Bir an sonra babam annemin üzerine yürüyordu, annem de ondan kaçıyordu. Sonra babama başka şeyler fırlatmaya başladı, daha fazla kaldıramayacağını haykırarak evden öylece çekip gitti. Babam uyanık olduğumu fark etti, bana her şeyin yoluna gireceğini söyledi... ki bu sadece osuruktan bir yalandı. Hiçbir şey bir daha yoluna girmedi. İkisi birbirleriyle konuşmadılar bir daha, sonra bir gece annem beni uyandırdı. Elime bir kutu verdi ve bunu ertesi gün babama vermem gerektiğini söyledi. Nedenini bilmiyordum; ama bunun sürpriz olduğunu söyledi ve beni geri uyuttu. Bu onu son görüşümdü."

Yeojin çatalını bıraktığında Jaejoong kendisinin de bir süredir tatlıya çatalı öldürmek istercesine saplamakta olduğunu fark etti. Aynı Jaejoong'un onun hikayesini dinlerken olduğu gibi, o da tamamen sessizdi. Bu yüzden genç adam yüzüne zorla bir gülümseme yapıştırdı, geçmiş duygularda kaybolarak iç çekti ve bir şekilde dinleyicisinin sessizliğine minnettar bir biçimde devam etti.

"Sabah kutuyu babama verdim. İçinde bir mektup, bir de yüzük vardı. Onda ne yazdığını babam bana hiç söylemedi; ama bana annemin bizi terk ettiğini ve onu unutmam gerektiğini söyledi. Ona inanmadım, o kadar itaatkar değildim; ama gözlerim çıkana kadar ağladığım hiçbir gece annem beni teselli etmeye gelmedi. Babama ne zaman sorsam bana bize ihanet eden kadını unutmamı söylerdi. Zamanla ona inanmaktan başka seçeneğim kalmadı; annem bize ihanet edip gitmişti, beni babamla yalnız başıma bıraktığı için ondan nefret ediyordum. Babam sert bir adamdı, hep öyle olmuştu; ama annem gittikten sonra daha da beter oldu. Beni böyle bir adamın ellerine bıraktığı için ona kızgındım; beni yanına almayı hiç düşünmediği için, benim için hiç geri dönmediğinden."

Jaejoong yine durdu. Çocukluğu bir veliaht prensin sahip olacağı muhteşem gül bahçesi asla olmamıştı. Cehennem gibi olmasa da, nefret asla insanı mutlu etmezdi. Sadece birkaç arkadaşı vardı ve kızlara asla güvenmemişti. Aslında ona yaklaşmaya çalışan bütün kızlara zorbalık etmişti. Yalnız kalmayı seçmişti; çünkü diğer herkesten farklıydı. Aynı zamanda hem bir veliaht prens, hem de terk edilmiş bir çocuktu. Babasının mirasını devam ettirmek gibi bir görevi vardı. Kimseye güvenilemezdi, hiçbir kız yeterince iyi değildi, bu onun... ergence ihtiyaçlarıyla alakalı bile olsa, babası tek gecelik ilişkilerin daha sağlıklı olduğunu düşünüyordu. Sonuçta aşk kadınların erkekleri kandırmak için oynadıkları bir oyundu; kadınlar para ve güce çekilirdi, daha fazlasına değil. Önemli olan tek şey, elinde kalacaklardı; mesela babasının ona emanet edeceği şirket gibi... derin bir nefes alıp normal bir sesle devam etti.

"Daha sonra annemle babamın aşk evliliği yapmalarına rağmen çok fazla kavga ettiklerini öğrendim, anlaşılan babam çok fazla çalışıyormuş. Annem onun aynı adam olmadığını, buna katlanamayacağını söylüyormuş. Sonunda annem babamı aldatıp başka bir adamla kaçmış. Adam bizim şirketimizde sıradan bir çalışanmış, babam onu kovmuş ve şehirden taşınmışlar; ama annemin daha sonra bizimle iletişime geçmek için herhangi bir çabası olmadı. O zamandan beri bir tek babamla ben varız." diye bitirdi, Yeojin'e bakarak. Onu ilgisizce başka tarafa bakarken bulmak genç adamı şaşırmazdı; ama kadın neredeyse meydan okuyarak, direk gözlerinin içine bakıyordu. Jaejoong söyleyecek söz bulamadan öylece bakakaldı.

"Bir sebepten, anlayabiliyorum." dedi duygusuzca.

"Öyle mi..?" dedi Jaejoong. Yeojin onu anladığını mı söylüyordu? Bu ateşkes mi demekti?

"Evet, yani, anneni demek istiyorum." dedi kadın. Jaejoong kanı damarlarında buz tutmuş gibi hissediyordu; ama kadın devam etti. "Hiçbir kadın aşk evliliği yapıp aşksız yaşamaz. Eğer sen babanın küçük bir kopyasıysan annenin çekip gitmesine bile şaşmamalı. Gerçi yaptığı tek yanlış seni arkada bırakmakmış. Tatlı için teşekkürler."

Kadın tabağını alıp lavaboya bırakır ve mutfaktan çıkarken adamın yapabildiği tek şey donakalmış, arkasından bakmaktı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder