24 Mart 2015 Salı

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 10

-10-

Eve vardığında onu karşılayan ilk şey Haerin’in yargılayan bakışları oldu. Annesi yemeğe bugün daha bir özen gösterdiğinden küçük kız ablasını sorguya çekmek için yemeğin sonunu beklemek zorunda kaldı. Şaşırtıcı bir biçimde yemek lastik çiğnemekten daha fazla lezzete sahipti, Baekhee durumdan hiç şikayet etmedi. Yemek bitip de sofra toplandıktan sonra Baekhee odasına gittiği zaman Haerin ancak ablasını sorguya çekme fırsatını buldu. Baekhee yine hiçbir şey saklamadan anlattı; ama küçük kızın suratındaki ekşi ifade bir an bile kaybolmadı.

“İğrenç!” dedi Haerin, Baekhee sonunda bitirdiğinde. Küçük kız daha önce Baekhee’nin hiçbir sevgilisinde böyle bir tepki vermediğinden Baekhee şaşırdı.

“İğrenç olan nedir, kedicik?” dedi kız, neredeyse merakla.

“Sen bu çocuğu resmen sevmiyorsun. Sevmediğin insanları öpmek sevdiklerini öpmekle aynı hissi vermiyor olmalı; onu öptüğün zaman sevmediğini anlamıyor musun? Neden uzatıyorsun?” dedi Haerin, neredeyse isyanla. Baekhee kardeşinin söylediklerini ciddiyetle düşündü.

“Haklısın, aynı hissi vermiyor; ama sevdiğim iki kişiyi öpmek de hiçbir zaman aynı hissi vermiyor. Hatta sevdiğim birini ilişkinin başında öpmekle sonunda öpmek de aynı hissi vermiyor. Hepsi birbirinden farklı.” Diye açıkladı Baekhee.

“Yine de sevip sevmediğini anlayabilirsin.” Diye ısrar etti Haerin. Baekhee başıyla onayladı.

“Anlayabilirim. Anlıyorum da zaten; ama buna başlarken ben Jongwoon’u bu şekilde sevmediğimi biliyordum. Bu yüzden bunun pek bir anlamı yok.” Dedi Baekhee.

“O zaman onu kullanıyorsun, öyle mi?” dedi Haerin, inatla. Baekhee başını iki yana salladı.

“Bu öyle bir şey değil. Sana anlattım; sadece denemek-”

“Aman, her neyse. Ne halin varsa gör! Zaten iki hafta sürmez sözüme gelir, ayrılırsın o uyuz şeyden.” Dedi Haerin. Baekhee kollarını kavuşturdu.

“Sen neden bu kadar sinir oluyorsun ki ona?” diye sordu, merakla.

“Bir kere senden dört yaş büyük!” dedi Haerin.

“Bu onunla çıkmamı onaylamamanın bir sebebi, senin onu sevmemenin bir sebebi değil.” Diye belirtti Baekhee. Haerin gözlerini devirdikten sonra devam etti.

“Senden dört yaş büyük olmasına rağmen sen ondan daha olgunsun- sakın bana değilim, deme; ablamı tanıyorum. Çatlak biri olman, olgun olmadığın anlamına gelmez. O çocuk tam bir şapşal; içe kapanık, insanlardan uzak, tuhaf, beceriksiz… senin tam tersin! Sen dışa dönük bir insansın, sosyalsin, herkesle arkadaş olursun ve kalabalıkları seversin. Aynı ortamda bile barınamıyorsunuz. Arkadaş olarak eğleniyor olabilirsiniz; ama bu sürecek bir ilişki değil ki! Hem ben onun sana olan duygularının gerçek olduğundan bile şüpheliyim. Bana daha çok sanki sana hayranmış da bu hayranlığı aşkla karıştırıyormuş gibi geliyor.” Dedi Haerin.

“Yaa… sen böyle konuşmayı ne zaman öğrendin, küçük fare?” dedi Baekhee, etkilenmiş bir biçimde.

“Farkında değilsin belki; ama senden üç kat fazla kitap okuyorum. Bazı şeyleri öğrenmek için yaşamana gerek yoktur.” Dedi Haerin, bilgiç bir biçimde. Baekhee kıkırdadı.

“Yarın Hanna’ya kardeşimle hava atacağım.” Dedi, sırıtarak. Haerin elini sinek kovar gibi salladı.

“Bu arada, hafta sonu veli toplantısı yapacaklar.” Dedi kız, umursamazca. Baekhee konu birden değiştiği için bir an afallasa da kendini çabuk topladı.

“Ne zaman?” dedi çabucak. Kardeşinin veli toplantılarına, katılanın anne veya babası olması zorunlu olmadığı sürece, o giderdi. Annesinin hocaların söylediği şeyleri aşırı ciddiye alarak Haerin’i duygusal anlamda hırpalamak gibi bir huyu vardı. Baekhee kendi yaşadıklarının hiçbirini kardeşinin yaşamasına izin vermeyeceğine yemin ettiği için kardeşiyle böyle bir anlaşma yapmışlardı. Haerin veli toplantılarının büyük kısmını annesine değil, ablasına haber verirdi.

“Cumartesi, sabah on birde başlayacak. Uzun sürmez, bu seferki sadece bilgilendirme için.” Dedi küçük kız. Baekhee çabucak takviminde o günü bulup işaretledi. İşaretlerken de gözü ertesi hafta cumanın tarihine takıldı. Yirmi bir ekim… yani doğum günü. On altı yaşına basacağı gün. Dikkatini çekmişti; çünkü tarihin hemen üzerine yapıştırılmış küçük bir motor resmi vardı. Baekhee babasının ona bir motor alacağını düşünmüyor olsa da hayal etmek bedavaydı.

“Tamam, on birde orada olurum, merak etme. Annemin haberi yok, değil mi?” dedi Baekhee.

“Tabii ki yok.” Diye sırıttı Haerin, “Aptal değilim, unni, inan bana değilim.”

Haerin odasından çıktıktan sonra Baekhee çabucak üzerini değiştirdi, makyajını sildi, yüzünü yıkadı ve ödevleri de bitmiş olduğundan saate bile bakmadan yatağına daldı. Pazartesi sabahına dinç uyanmak istiyordu. Yatmadan hemen önce telefonu titredi; Baekhee bunun Jongwoon’dan gelen bir mesaj olduğuna adı gibi emin olduğundan mesajı açıp bakmadan telefonunun titreşimini kapattı, odanın diğer ucuna telefonu fırlattı ve uykuya daldı.

Sabah gerinerek, tamamen dinlenmiş uyandığında alarmın çalmasına daha yarım saat vardı. Baekhee geri uyumak istemedi; ama alarm çalana kadar yatakta debelenmekten başka bir şey yapmadı. Sonunda yataktan çıktığındaysa önceki gece telefonuna gelen mesaja baktı. Şaşırtıcı bir biçimde Jongwoon’dan değildi. Sadece bir bilgi mesajıydı. Baekhee iç geçirip belki de Haerin’in haklı olduğunu düşünerek telefonu yerine bıraktı ve okul için hazırlanmaya başladı. Yine de, daha denemeye başlayalı bir hafta bile olmadan dönüp çocuğu terk edemezdi ya!

Okula vardığında Yongguk, Hanna ve Himchan’ı masasının etrafına toplaşmış hararetle tartışırken buldu. O gelirken üçünün birden susmasıyla kaşları çatıldı.

“Günaydın, diyeceğim; ama örümcek hislerim bana burada tuhaf şeyler döndüğünü söylüyor. Dökülün çabuk.” Dedi kız, çantasını sırasına bırakırken.

“Eee, söyleyecek bir şey yok ki! Yani, sana da günaydın.” Dedi Hanna, gülümseyerek.

“Yemedim, güzellik.” Diyerek kızın yanağından bir makas aldı Baekhee, ardından Himchan’a döndü. Gencin yüzünde suçlu bir ifade vardı ve dün ona geçtiği kıyaktan sonra Baekhee Himchan’ın onun herhangi bir isteğini reddetmeye hakkı olmadığını düşünüyordu. “Hadi, dinliyorum.”

“Bir şey yok, Baekhee.” Dedi Yongguk. Baekhee ona göz ucuyla baktı; kız daha hiçbir şey söylemeden Yongguk onun bakışlarını okuyarak daha fazla konuşmaması gerektiğine karar vermişti. Baekhee yeniden Himchan’a döndü. Himchan bir süre durduğu yerde kıvrandı, sonra pes ederek elini cebine attı ve küçük, mavi bir zarfı Baekhee’ye uzattı.

“Bu nedir? Bir itiraf mektubu mu?” dedi Baekhee, zarfı gülerek alırken. Arkadaşlarının üçünün de hiçbir şey söylememesi iyice meraklanmasına neden oldu. Kız önceden açıldığı belli olan zarfı neredeyse yırtarak açtı ve içindeki beyaz kağıdı çıkardı.

“Okul çıkışından yarım saat sonra, arka sokakta; bekliyor olacağım… eee, isim yok mu?” dedi Baekhee, kağıtta yazanları yüksek sesle okuduktan sonra yazarın adını bulabilmek için kağıdın ve zarfın her köşesine baktı.

“Gitmeyeceksin, değil mi?” dedi Hanna çabucak. Baekhee şaşkınlıkla arkadaşına döndü.

“Neden gitmeyeyim? Birisi nazikçe beni davet etmiş, değil mi?” dedi basitçe.

“Baek, gidemezsin!” diye isyan etti kız. Gözleri yalvarır gibi bakıyordu; ama Baekhee durumdan hiçbir şey anlamıyordu.

“Mavi G.Dragon’ın imza rengidir; sana bildiğin çıkışta görüşürüz, demiş.” Diye açıkladı Himchan. Baekhee anladığını gösteren bir mırıltı çıkardı ve eğlenerek zarfa baktı.

“Yani benimle okulda uğraşacak yüreği yok, adam toplayıp da arka sokakta mı işimi bitirecek? Ne yapacak, acaba? Kesin tecavüz etmeye falan çalışır bu ödlek.” Dedi, neredeyse keyifle.

“Baek-”

“Merak etme.” Diyerek kesti kız Yongguk’un sözünü, “Bana kırk kişi gelseler de sökmez; ama oyununa gelmeyi düşünmüyorum. Disiplin cezalarından bıktım usandım. Hocalar her zaman haklı olanı değil, daha çok hasar alanı kollar. Hem, eğer bana beş kişiden fazla dalarlarsa can güvenliklerini garanti edemem, riske değmez.”

“Sen ciddisin..?” Dedi Yongguk, sorarcasına. Baekhee üç arkadaşının da ona çeneleri karınlarına düşmüş bir biçimde bakmakta olduklarını görünce kıkırdadı.

“Hayır, şapşal, tabii ki dalga geçiyorum! Kırk kişiyi tek başıma nasıl alt edeyim, Street Fighter mı burası?” dedi kıkırdayarak, üç arkadaşı da tutmakta oldukları nefesi aynı anda bıraktılar. Baekhee devam etti. “Korkmayın, şizofren falan da değilim. Şimdiye kadar gördüğüm herkes öyle söylediği için cesur olduğuma inansam da kesinlikle aptal değilim.”

“Neyse ki değilsin.” Dedi Hanna, rahatlamış bir biçimde. Yongguk da bir o kadar gevşemiş görünüyordu. Baekhee gülümsedi.

“Ama tabii ki bu ona uygun bir cevap vermeyeceğim anlamına gelmez.”

“Baek, bir delilik yapma.” Dedi Hanna anında, üç arkadaşı da bir daha gerilmişlerdi. Göz ucuyla sınıfın kapısından içeri giren sarı boyalı saçları görünce omuz silkti Baekhee.

“Merak etme, dedim ya. Bir şey olmaz.” Dedi Baekhee; ardından sarı boyalı saçlar gidip yerine oturduğunda elinde zarfla gencin yanına yürüdü. Masasının yanına geldiğinde Kwon Jiyong ona sorar gözlerle bakıyordu.

“Duydum ki mavi zarfları sen gönderirmişsin.” Dedi Baekhee, bir girişe gerek duymadan. Gencin dudaklarının bir köşesi yukarı kıvrıldı.

“Doğru duymuşsun.” Dedi Jiyong, basitçe.

“Üzgünüm; ama bu akşam okuldan sonra seninle buluşamam.” Dedi Baekhee tatlı tatlı. Genç böyle direk bir karşılığı beklemiyormuş gibi afalladı. Yanında yardakçılarından kimse de olmadığından neredeyse çıplak yakalanmış gibi bir hali vardı. Düşününce genç zaten üflese uçacak bir yapıya sahipti, Baekhee korkmasının doğal olduğunu düşündü.

“Buluşamazsın, demek…” diyerek iç çekti genç, sonra Baekhee’nin gözlerine korkusuzca olduğunu düşündüğü bir biçimde baktı – Baekhee ise arkalarında sakladığı gerginliği görebildiğinden korkusuzca olduğunu söyleyemezdi. “Bak, tatlım; kendini bir şey sanıyorsan seni düzeltmeme izin ver. Sen bir bok değilsin. Mavi zarfı ben olayları barışçıl yollarla halletmek istediğim zaman yollarım ve sen bunu reddettiğini mi söylüyorsun? Bu hakkı nereden buluyorsun?”

“Hm… evet, reddediyorum; ama merak ediyorum… kimsenin seni reddedemeyeceği düşüncesine neye dayanarak kapılıyorsun?” dedi Baekhee, masum maskesinin altına sığınarak. Gencin dudaklarını sinirle birbirine bastırması nedense onda garip bir tatmin hissi oluşturmuştu. Baekhee gülümseyerek devam etti. “Ayrıca neden okuldan sonra, neden dışarıda? Okulda benimle konuşmak sana yetmiyor mu? Bilemiyorum, bu sanki… bu arada benim bir sevgilim var, biliyorsun değil mi?”

“Kendini beğenmiş ucube!” diye tısladı Jiyong, Baekhee’nin kıkırdamasına neden olarak.

“Öğlen arası, çatıda; sadece on dakikan var. Eğer adam toplayıp okul çıkışı bir kıza on kişi dalmak gibi bir niyetin gerçekten yoksa ne diyeceğini böyle bir yerde ve böyle bir zamanda dinleyebilirim; başka türlü değil. Bana bulaşmanı gerçekten istemiyorum, anlıyorsun ya.” Dedi Baekhee, gülümsedi ve gence bir kelime söyleyecek bir zaman tanımadan arkadaşlarının arasına döndü.

“Delisin sen.” Dedi Yongguk; ama etkilenmiş görünüyordu.

“Akıllı olmanın ne faydasını gördüysek.” Diye sırıttı Baekhee, yerine otururken. Baekhee aslında Jiyong’un yardakçıları geldiği anda üstüne yürümesini falan beklemişti; ama dört arkadaş sohbet ederken sarışın yerinden kıpırdamadı bile. Sonunda ders başlayıp Himchan’ın kendi sınıfına gitme zamanı geldiğinde dördü hala bundan konuşup gülüyorlardı.

Pazartesi ilk dersleri mutfaktaydı. Önlüklerini alıp mutfağa giderken Hanna’nın yüzüne yerleşen heyecanlı sırıtış Baekhee’yle Yongguk’un dikkatinden kaçmadı. Hanna önden sekerek sınıfa doğru uçarcasına giderken Baekhee ve Yongguk arkasından bakışıp sırıttılar. Mutfağa girip masalarına yerleştiklerinde de Hanna sakinleşmedi, olduğu yerde yaylanarak kapıyı izleyip duruyordu. Sonsuz kıpırdanması ancak Minwoo Hoca içeri girip kapıyı da arkasından kapattığında son buldu.

“Selam, millet!” diye karşıladı adam onları. Baekhee göz ucuyla Hanna’nın her daim kağıt gibi olan yanaklarının pembeleştiğini gördü, gülmemek için yanağının içini ısırdı. Minwoo hoca yerine geçip ellerini tezgaha dayadı, sınıfa baktı. “Bugün yemek yapmıyoruz. Geçen hafta birkaç sınıftan aldığım istek üzerine bugün pasta yapacağız. Umarım çikolataya alerjisi olan yoktur.”

Herkes masalarının altından malzemeleri çıkarırken Minwoo hoca tahtaya tarifi yazdı, sonra tarife arkasını dönüp ellerini önünde birleştirerek büyük bir ciddiyetle anlatmaya başladı. Adam anlatmayı bitirip soru almaya başladığında Baekhee çabucak elini kaldırdı.

“Hocam, geçen hafta çok daha gevşektik; bugün neden bu kadar ciddisiniz acaba?” diye sordu kız, bütün sınıfın bakışlarını ensesinde hissederek; ama bunu umursamadı. Onun umursadığı şey, Minwoo Hocanın onunkilere dikilmiş ölümcül ciddiyette bakışlarıydı.

“Tatlım, pasta yapmak bir sanattır. Öyle Japchae yapmaya falan benzemez. Pasta yapmak ciddiyet ister, özen ister, sevgi ister, emek ister, özveri ister… yetenek ister. Pasta yapmak aşçılığın üst mertebesidir. Biz bugün sizinle çok zor bir tarif denemiyoruz; ama bu çikolatalı pastaya saygı duymanızı istiyorum. Ciddi olacağız ki ortaya en azından yenebilir bir şey çıksın.” Dedi adam. Baekhee başıyla hafifçe onayladı; adam başka sorular olup olmadığını öğrenmek için sınıfa döndüğünde de Hanna’ya baktı. Kız neredeyse huşu içinde adamın ağzının içine bakıyordu.

Sonunda hoca onlara başlama işaretini verdiğinde kız önlüğünü düzeltti, kollarını sıvadı ve hevesle işe girişti. Baekhee ve Yongguk tekrar bakıştılar ve konuşmadan bugünlük sadece çırak olarak kalmaya, kızın hevesini kırmamaya karar verdiler. Baş aşçılığı Hanna’ya bırakıp onun söylediği her şeyi (Yongguk’un bu konuda biraz yardıma ihtiyacı olsa da) eksiksiz yaparak uyum içinde çalıştılar. Diğer masaların neler yaptığına bir kere bile bakacak zamanı olmadı Baekhee’nin; ama pandispanyaları piştiği zaman parçalanmayan veya bir suntaya dönmemiş olan tek hamurun onlarınki olduğunu görüp içten içe sevindi Baekhee.

Pastanın kremasını çırpma işi Yongguk’a aitti, kremayı dümdüz sürme işini Hanna, kremayla çiçek şekilleri çizme işini Baekhee yapıyordu, fazladan süslemek içinse üçü beraber çalıştılar. Yongguk ve Hanna kendi işlerini hallederlerken Baekhee ziyan olmasın diye fırına atıp pişirdikleri fazladan hamuru oydu, içine muz ve çikolatalı krema doldurdu, üzerini kremşantiyle sıvadı. Ardından üzerine alttan çıkardığı parçayı yerleştirip onu da kremşantiyle kapladı. Sağdan soldan bulduğu küçük çikolata parçaları, şekerler ve kağıt helvalarla işini bitirdiğinde çikolatalı muzlu bir kardan adamı vardı.

Hanna işini bitirdikten sonra Baekhee eline krema poşetini aldı ve süsleme ucuyla dikkatlice kenarlara çiçekleri kondurmaya başladı. Oldukça kısa süren işlemin ardından üçü birden buldukları yenebilir ve renkli her şeyle pastalarını süslemeye başladılar. Tam onlar son damla çikolata parçalarını koyup geri çekildiklerinde Minwoo Hoca yumruğunu tahtaya vurdu.

“Zaman doldu, millet! Pastalarınıza bakalım, bakalım.” Dedi adam. Herkes tezgahından bir adım geri atarak beklemeye başladı. Baekhee de heyecanlıydı; ama yanında olduğu yerde kıpırdanmakta olan Hanna’nın yanında onun heyecanı hiçbir şey değildi.

İlk masa onların masası olmasına rağmen Minwoo Hoca onların masasına sadece uzaktan bir göz atarak bir sonraki masaya geçti ve incelemeye oradan başladı. Baekhee yanında Hanna’nın canı sıkılmış bir biçimde dudağını sarkıttığını yakalamıştı; ama kız kendini çabucak topladığından bu sadece bir an sürdü. Minwoo Hoca’nın diğer pastaları incelediği, birer çatal aldığı bütün zaman aralığında Hanna sadece gergince dinleyip dudağını yemekle yetindi.

“Şimdi sıra sizde.” Diyerek yanlarına geldi Minwoo Hoca, son masayı da bitirdiğinde. Baekhee masanın altından parmaklarına dolanan Hanna’nın elini hissettiğinde gülmemek için yine yanağının içini ısırmak zorunda kaldı.

Minwoo Hoca pastalarının durduğu tablayı çevirerek pastanın her tarafına baktı. Pastanın üstünde tuhaf kalbe benzer şekillerden damla çikolatadan çizilmiş gülen suratlara, hatta üçlünün isimlerinin baş harflerine kadar her şey vardı. Minwoo Hoca eğleniyormuş gibi görünüyordu.

“Hadi bir dilim kesin bakalım.” Dedi adam, dalga geçercesine. Kızlar kıpırdayamadan Yongguk çabucak bıçağı aldı ve bir dilim kesti, neredeyse usta bir garson gibi dilimi tabağa alarak hocaya servis etti. Minwoo Hoca tabağı alırken yüzünden beklenti akıyordu; adam çatalını pastaya yavaşça daldırdı. Pasta çatalın batmasına izin vermeden önce yumuşakça esneyip yaylanınca Minwoo Hoca etkilenmiş bir mırıltı çıkardı. Çatalıyla bir parça koparıp ağzına attı, yavaşça çiğnedi. Hanna heyecanla Baekhee’nin elini sıktı.

“Hmm… gençler bence bu bildiğiniz zehirli.” Dedi Minwoo birdenbire, tabağını tezgaha bıraktığı gibi pastayı tabağıyla beraber tabladan aldı. “İmha edilmeli. Kesinlikle imha edilmeli, bundan uzak durun. Hala bir numaralı masamsınız, bunu ben imha ederim. Dağılın, millet!”

Adam kocaman pastayı kucaklamış mutfağın arka odasına kaçarken üçlü birbirlerine baktılar, sonra çabucak birer çatal kapıp hocanın masada bıraktığı büyük pasta dilimine saldırdılar. İlk lokmasını ağzına attığında Baekhee gözlerinin önünde havai fişeklerin patladığına yemin edebilirdi. Bir süre kendine gelemedi, kendine geldiği zaman da Hanna’nın yüzünde dev bir şaşkınlık, Yongguk’daysa bir depresyon gördü.

“Bu şey biraz fazla iyi.” Dedi Hanna, kendi kendine. Yongguk dehşet içinde boşluğa bakıyordu.

“Biz bunu neden hocaya bıraktık ki? Neden devamı yok?” dedi genç, kendi kendine. Baekhee’nin gözü kendi kendine yaptığı kardan adam pastasına takıldı. Aynı tatta olup olmayacağından emin değildi; ama malzeme aynıydı, ne kadar kötü olabilirdi ki?

“Yonggukie, bak sana bir kıyak geçeceğim…” dedi, şarkı söyler gibi. Yongguk başını kaldırıp baktığında yüzündeki umutsuz ifade yerini birden bir çocuk heyecanına bıraktı. Yongguk sonra inanamazlıkla Baekhee’nin yüzüne baktı.

“Sen yemeyecek misin?” dedi, safça gözlerini kırpıştırarak.

“Sorun değil, bana bir lokma yeter. Zaten kilo almışım.” Diyerek omuz silkti Baekhee. Yongguk sanki melek görmüş gibi hayranlıkla bakıyordu.

“Seni sevdiğimi söylemiş miydim?” dedi şuhu içinde, kardan adamı Baekhee’nin ellerinden alırken. Baekhee bir kahkaha patlattı.

“Ben de seni seviyorum, ayıcık.”

Mutfak dersinden sonraki derslerde üçlünün keyfini hiçbir şey bozamadı. Himchan’a pastadan bir lokma bile ayırmayı hiçbiri o anda düşünmediğinden Himchan pastanın efsaneliğine tanık olamadı. Bunun üzerine o kadar çok mızıldanıp ağlandı ki Hanna sonunda ona özel bir pasta yapmaya söz vermek zorunda kaldı. Himchan alınan söz üzerine ufak bir zafer dansı yaparken Baekhee ve Yongguk göz göze geldiler; bir an sonra ikisi de başlarını çevirmiş yanaklarının içini ısırarak kahkahalarını bastırmaya çalışıyorlardı.

Öğlen arasında yemeklerini yine Hanna’yla çatıda yediler; zaten çatıda Baekhee’nin Jiyong’la randevusu vardı. Baekhee aslında ciddiydi, hatta o kadar ciddiydi ki yemeğin yarısı boyunca Hanna her an bir şey olabilecekmiş gibi huzursuzdu; ama aynen Baekhee’nin olmasını beklediği gibi Jiyong gelmedi.  Yemeklerini bitirmiş sonbahar güneşinin altında otururlarken Hanna’yla esas planının ne olabileceğine dair, sonu dünyayı yok etmeye kadar varan komplolar kurarak oldukça eğlendiler.

“Hafta sonu ne yapacaksın?” diye sordu Hanna, tenefüsün bitmesine kısa süre kala.

“Pazar günü için bir planım yok; ama cumartesi Haerin’in okuluna gitmem lazım, veli toplantısı varmış.” Diye umursamazca omuz silkti Baekhee.

“Hangi okula gidiyor, demiştin?” dedi Hanna, merakla. Baekhee okulun adını hatırlamak için biraz düşündü, hatırlayıp söylediği zamansa Hanna oturduğu yerde heyecanla doğruldu. “Beraber gidelim!”

“Ne?” dedi Baekhee, güneşten kısılmış gözlerini arkadaşına çevirerek.

“Benim kardeşim de aynı okulda, ben de onun toplantısına gideceğim; annemin çok fazla işi var. Cumartesi sabah buluşup beraber gidelim.” Dedi Hanna. Bu sefer Baekhee de heyecanla doğruldu.

“Kesinlikle beraber gidiyoruz!” dedi kız, sonra düşündü. “Senin evin ters tarafta kalıyor, değil mi? Okul bizim eve daha yakın; istersen seni bisikletle alabilirim.”

“Bu mantığa biraz ters bir durum oluyor, Baek.” Diye belirtti Hanna.

“Hayır, pek de olmuyor. Senin evin uzak, ben de erkekin olarak gelip seni bisikletle evin önünden alacağım işte.” Dedi Baekhee. Hanna kıkırdadı.

“Erkek olsan kesinlikle seninle çıkardım.” Dedi kız.

“Erkek olsam seni çoktan dağa kaldırmıştım, ne çıkması, ne diyorsun sen?” diye güldü Baekhee, koluna Hanna’dan ufak bir yumruk yedi.

“Vallahi abim seni vururdu.” Dedi o da gülerek.

“Kimse beni yenemez, şekerim; üstelik dünyanın en korumacı abisi bile olsa kardeşinin dul kalmasını isteyeceğini sanmıyorum.” Diye pişkin pişkin sırıttı Baekhee. Hanna neredeyse inanamazlıkla başını iki yana salladı; ama o da sırıtıyordu.

Öğleden sonraki derslerden biri Çinceydi. Ders aslında seçmeliydi; ama hiç kimse yabancı dil seçmelilerinin arasından başka bir dili seçmediğinden normal ders gibi görüyorlardı. Baekhee’nin çalışması gerekmeyecek tek ders bu olabilirdi; ama anlaşılan Hanna yazıları okumakta zorlanıyordu. Ders bittiğinde kızın yanına gidip ona Çince çalıştırmayı önerdiğinde kızın yüzünde beliren ağlamaklı minnettar ifade Baekhee’nin kıkırdamasına neden oldu. Sınavların başlamasına daha çok olduğundan hemen başlamak istemiyordu Hanna; ama iki üç haftaya kadar bir gün ayarlama konusunda söz almayı ihmal etmedi.

Okul çıkışında bisiklet parkına doğru giderlerken Himchan Hanna’yı yine evine bırakmayı teklif ettiğinde kız ikiletmeden kabul etti. Baekhee bir yorum yapmamak adına dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ve Hanna abisini onu almasına gerek olmadığını söylemek için ararken sessizce dinledi. Himchan’ın bisikletinin arkasına oturup gencin beline normalden biraz daha sıkı sarılmış Hanna’yla vedalaştıktan sonra Yongguk’la yan yana pedal çevirmeye başladılar.

“İddiaya girelim mi?” dedi Baekhee, herhangi bir girişe gerek duymadan. Yongguk’un onun neden bahsettiğini anlayacağına adı gibi emindi zaten.

“Bir hafta, diyorum.” Dedi genç, pişkin pişkin sırıtarak.

“Hmm… bilemiyorum; bence en fazla üç gün.” Dedi Baekhee, biraz düşündükten sonra.

“Emin misin? Bak, kazanırsam…” dedi Yongguk.

“Nesine iddiaya girdik ki?” diye güldü Baekhee. Yongguk da kıkırdadı.

“Bilmem? Şöyle mi yapsak, kaybeden kazanana bir dilek borçlu olsa nasıl olur?” dedi genç sonunda. Onun döneceği yere geldiklerinde ayrılmak yerine ikisi de durup bisikletlerinin üzerinde dikilerek konuşmaya başladılar.

“Olabilir aslında. Peki her şey dahil mi?” diye sordu Baekhee.

“Her şey dahil.” Dedi Yongguk.

“Diyelim ben kazandım, sana da dedim ki git kendini uçurumdan at.” Dedi Baekhee. Yongguk gülüp elini başının arkasına attı.

“Sen kazanırsan böyle bir şey söylememeni umacağım. Peki diyelim ben kazanıp aynı şeyi sana söyledim?” dedi Yongguk.

“Balıklama mı çivileme mi, diye soracağım.” Diye sırıttı Baekhee ve elin uzattı. Yongguk kızın elini yakaladı ve sertçe el sıkıştılar. Anlaştıktan sonra birbirlerine el sallayarak ayrıldılar. Baekhee kendisinin kazanacağına derinden inanıyordu, özellikle de Himchan’a yardım etmeye devam ettiği sürece bu iş kesinlikle üç güne hallolurdu. Şimdi tek sorun, Yongguk’un ona borçlanacağı o çok kıymetli tek dileği nasıl kullanacağıydı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder