26 Mart 2015 Perşembe

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 11

-11-

Akşam eve gittiğinde Baekhee beklemediği bir manzarayla karşılaştı. Annesiyle babası bir toplantıdan dönmediğinden Haerin akşam yemeğini kendisi halletmek zorunda olduğunda karar vermiş, başında bandanası ve üzerinde önlüğüyle mutfakta kendi kendine savaş veriyordu. Baekhee çantasını bırakıp fal taşı gibi açık gözlerle içeri girdiğinde her tarafa saçılmış malzemeler, darmadağın bir tezgah ve sağa yaslanmış duran elektrik süpürgesiyle karşılaştı – belli ki Haerin kendi yemeğini yapma savaşı esnasına birkaç da tabak kırmıştı.

“Beşinci günün şafağında geri dönmüş Gandalf gibi hissediyorum, kızım bu ne hal?!” dedi Baekhee, adımlarını dikkatle atarken. Haerin elindeki bıçakla biberi doğrama işine o kadar konsantre olmuştu ki ablasının geldiğini konuşana kadar fark etmemişti.

“Ah, Ak Gandalf, o zaman kazanmama yardım edersin, herhalde?” dedi Haerin, başını işinden kaldırmadan. Baekhee elinde olmadan kıkırdadı.

“Ne savaşı veriyoruz?” dedi kız, kollarını sıvayarak. Kardeşinin cevap vermesini beklemeden mutfağı toparlamaya girişti.

“Sebzeli erişte yapacaktım aslında; ama nedense erişte kısmına daha gelemedim bile. Sebze cephesinde bir türlü zafer kazanamadım.” Dedi Haerin, somurtarak, arkasından dilini çıkarıp büyük bir azimle biberlerini doğramaya devam etti. Baekhee bir yandan mutfağı toplarken diğer yandan kardeşinin hazırladığı sebzelere baktı. Bir kase havuç, biraz brokoli, biraz kabak… şimdi de biberleri doğruyordu. Haerin eve ondan bir saat önce varırdı; demek ki bir saatte henüz bunları hazırlamayı anca bitirmişti.

“Anlaşılan anneme çekmişsin.” Dedi Baekhee, iç geçirerek. Bir an sonra Haerin’in elindeki bıçak Baekhee’nin yüzüne doğrultulmuştu.

“Bu iyi bir şey, değil mi unni?” dedi kız, tatlı tatlı gülümseyerek. Baekhee dikkatle bir adım geri çekildi.

“Kesinlikle dünyanın en büyük iltifatı, şimdi o bıçağı ait olduğu yere götürür müsün?” dedi çabucak. Haerin hiçbir şey olmamış gibi biberlerini doğrama çabasına devam etti.

“Bu biberleri de doğradıktan sonra erişte kısmına geçebileceğim.” Dedi küçük kız, hevesle. Baekhee kızın hevesini kırmak istemedi.

“O zaman ben de sana asistanlık yapayım.” Dedi sadece ve mutfaktaki korkunç dağınıklığı toparlamaya devam etti. O tezgahın üstünü pırıl pırıl yaptığında Haerin biberlerini doğramayı anca bitirmişti. Kız mutlulukla geri çekilip eserine baktı.

“Evet, işte şimdi esas savaşa geçebiliriz!” dedi hevesle. Baekhee kızın kendini haşlamasından endişeleniyordu; ama kimse düşmeden yürümeyi öğrenmemişti, değil mi?

“Önce suyu kaynatacaksın, değil mi? Ağır olur, senin için suyu ben koyayım.” diyerek bir tencere çıkardı Baekhee. Haerin başıyla onayladı.

“Ben de tam onu diyecektim.” Diyerek ellerini beline koydu ve ablasını izledi küçük kız. Baekhee kendi kendine sırıtarak suyu doldurdu ve ocağa koydu.

“Şimdi, onun kaynamasını beklerken… sosu hazırlayacağız!” diye buyurdu Haerin, elindeki küçük kağıda dikkatle bakarak. Baekhee annesinin dağınık el yazısını beş metre uzaktan kolayca tanıdı.

“Hmm… onu biraz değiştirmeye ne dersin?” dedi Baekhee kardeşine muzipçe. Haerin bir an düşündü; Baekhee kızın beyninin içindeki düşünme sürecini izleyebiliyormuş gibi hissetti; önce tariften ayrılma konusunda şüphe duysa da sonra ablasının hazırladığı kahvaltıyı hatırlamıştı.

“Öyle olsun, bakalım.” Dedi küçük kız havalı bir tavırla. Baekhee yüksek sesle gülmemek için dilini ısırmak zorunda kaldı.

“Hadi başlayalım o zaman.” Dedi Baekhee ve bir şeyler yapma konusunda fena halde hevesli olan kardeşine modifiye edilmiş sosun tarifini vermeye başladı. Tarifi Hanna’yla beraber uydurmuşlardı ve evde deneyen Hanna’nın söylediğine göre inanılmaz lezzetli oluyordu.

Su kaynadığında Baekhee’nin yardımıyla sosun malzemelerini hazırlamış, bir tavada sebzeleri pişiriyorlardı. Baekhee suyun içine önceden atmayı unuttuğu biraz tuzu atarak ikisine zaman kazandırdı. Sebzelerle işleri bittiğinde su yeniden fokurdamaya başlamıştı; erişteleri suyun içine atıp sosu hazırlamaya giriştiler. Daha kırmadan tabak tutamayan bir insana bir tavayı emanet edemeyeceğini düşündüğünden ocakla ilgili işleri ağırlıkla Baekhee yapıyordu. Haerin’in yardım etmesine izin verse de, insanın hata yapmadan öğrenemeyeceğini düşünse de kardeşine kıyamamıştı. Elbet zamanla öğrenirdi, çocuk daha on yaşındaydı!

Erişteleri süzüp üzerine sebzelerle sosu döktüler, karıştırdılar ve tabaklarına koydular. Haerin hem heyecanlı, hem gergin görünüyordu. Salonu kirletmek yerine küçük mutfak masasına geçip çubuklarını ellerine aldılar; ama Haerin tereddüt etti.

“Ne oldu, kedicik?” dedi Baekhee, çubuklarından sarkan eriştelerle. Kardeşinin aksine o hiç düşünmeden yumulmak üzereydi.

“Şey… yok bir şey.” Dedi Haerin ve gergince çubuğunu eriştelerine daldırdı.

“Şöyle yapalım; ben zehirlenmezsem sen de yersin.” Dedi Baekhee. Haerin gözlerini devirdi, Baekhee buna aldırmadan çubuğundaki erişteleri ağzına doldurdu. Yavaşça çiğnerken tabağından biraz sebze yakalayıp onları da ağzına attı ve çiğnemeye devam etti. Haerin tepkisini görmek için ablasının ağzının içine bakıyordu. Baekhee karşı koyamadı.

Kız birdenbire gözlerini fal taşı gibi açıp elini boğazına attı ve sanki boğuluyormuş gibi tırmalamaya başladı. Haerin bir an ne olduğunu anlayamaz gibi baktı; bir an sonraki dehşeti ise görülmeye değerdi. Küçük kız telaşla çubuklarını attığı gibi ayağa fırladı ve ablasının yanına koştu; ama ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu, telaşla sağa sola koşturmaya başladı. Baekhee rolüne daha fazla devam edemedi, gülmeye başladı. Haerin dönüp ablasına baktığında yüzünde sadece bir an için bir rahatlama vardı; ama daha sonra dev bir inanamazlık ve kırgınlık yerleşti.

“İğrençsin!” diye isyan etti küçük kız, ablasını yumruk yağmuruna tutarken, “Sana bir daha asla inanmayacağım! Pislik! Adi! Geber, tamam mı?!”

“Dur- bak yemeğin soğuyacak!” diye güldü Baekhee, kendini küçük kızın yumruklarından korumaya çalışırken. Haerin yanaklarını şişirip somurttu ve azametle yerine geçip oturdu. Kız sinirle çubuklarını alıp yemeye başlarken Baekhee elinde olmadan kıkırdıyordu.

“Ne gülüyorsun? Çok mu komik?” diye parladı Haerin, lokmasını yuttuktan sonra.

“Hayır, sadece çok tatlısın, kedicik.” Dedi Baekhee.

“Sen de çok gıcıksın.” Diyerek gözlerini kıstı Haerin.

“Peki yemek nasıl olmuş?” dedi Baekhee, kızın dikkatini dağıtmak için. Aslında biraz daha inat etmesini beklemişti; ama küçük kızın yüzü çabucak değişti.

“Böyle yemek yapmayı nereden öğrendin? Bu haksızlık!” dedi Haerin hevesle,bir lokma daha alarak.

“Yemeği sen yaptın.” Diye omuz silkti Baekhee.

“Çocuk mu kandırıyorsun sen? Tek başıma olsam o mutfak patlardı!” dedi Haerin, büyük bir ciddiyetle. Baekhee bir kahkaha patlattı.

“On yaşında biri için oldukça iyisin diyelim, o zaman.” Diye sırıttı kız, kardeşine. Haerin ters bir tavırla elini sallasa da bu iltifattan memnun olmuş gibiydi.


“Bunu benim de öğrenmem lazım. Sonsuza kadar annemin yemeklerine mahkum olamam.” Dedi kız.
“Aman duymasın, bir daha asla susmaz sonra.” Dedi Baekhee. İki kardeş de güldüler, sonra Baekhee devam etti. “Okuldaki arkadaşım Hanna var ya anlattığım, onunla uyduruyoruz bunları. Ama bir de okulda mutfak dersi var ve hocamız acayip iyi.”

“Mutfak dersi mi?” dedi Haerin, gözlerini şaşkın şaşkın kırpıştırarak. Baekhee başıyla onayladı.

“Haftada bir gün mutfağa gidip yemek yapıyoruz. Evet, okulun içinde böyle bir mutfak var, bana öyle bakma. Bugün pasta yaptık hatta.” Dedi Baekhee. Haerin’in gözleri ardına kadar açıldı.

“Benimle dalga mı geçiyorsun?” dedi küçük kız.

“Gayet ciddiyim!” dedi Baekhee, sonra sırıttı. “Hem bizim hoca sende olsa sen de usta aşçı olurdun.”

“Eee… sizin okula nasıl giriliyordu, demiştin?”

Kardeşiyle muhabbet edip gülerek yemeklerini yediler. Haerin hevesle masayı toplamaya giriştiğinde, ki bu Baekhee’nin kardeşinin sağlık durumunu sorgulamasına neden olmuştu, kız hiç şikayet etmeden odasına geçti. Annesiyle babasının toplantıdan ne zaman geldiğini görmedi, o kadar geç geldiler ki kızların ikisi de uyumuştu.

Ertesi sabah Jongwoon akşam buluşmak için ona mesaj attı. Baekhee fazla düşünmeden kabul etti, zaten geç uyandığından okula yetişmek için acelesi vardı. Çabucak hazırlanıp bisikletine atladı ve pedala öyle bir asıldı ki yolda neredeyse dosdoğru sarı bir Beetle’a tosluyordu. Aracın şoförü frene asıldığında ucu ucuna kazadan kurtuldular; ama Baekhee’nin vakti yoktu. Arkasına bakmadan el sallayarak yüksek sesle bir teşekkür savurdu, arkasından son gaz okula doğru sürmeye devam etti.

Okula vardığında ilk ders başlamak üzereydi. Einstein’ın dersine geç kalsa adamın uyuzluğunu birebir çekmek zorunda kalacağından son anda içeri sızıp yerine oturabildiğinde rahat bir nefes aldı. Ders bittiğinde Hanna’yla önceki gün kardeşiyle yaptığı yemek macerası hakkında muhabbete daldı, bir sonraki dersin ne zaman başladığını hoca onları haşlayana kadar fark etmedi bile. İkinci ders de bittiğinde defterini çantasına koyup yeniden Hanna’ya döndü; ama kız o arada ortadan kaybolmuştu.

“Az önce gitti.” Dedi Yongguk, arkasından.

“Ben defterimi çantama koyana kadar gitti mi?” dedi Baekhee, etkilenmiş bir biçimde. Yongguk kızın boş masasının üzerine oturup ayaklarını sallandırdı ve kıza doğru eğildi.

“Sence nereye gidiyordu?” diye sordu Yongguk, sır verir gibi. Baekhee kapıya bir göz attı.

“Bilemiyorum, Himchan da bu teneffüs ortada yok, hani…” dedi kendi kendine konuşurcasına. Yongguk’un kaşları havalandı.

“Ne yani, sen şimdi onun yanına gitti, mi diyorsun?” dedi genç şaşkınlıkla.

“Onu ben söylemedim.” Diye sırıttı Baekhee. Yongguk somurttu.

“Ama ima ettin.” Dedi genç, gözlerini kısarak.

“Sen de anladın, demek ki senin de aklında varmış. Ben onu sorgularım döndüğü zaman; ama kabul et, sen kaybedeceksin.” Dedi Baekhee. Yongguk ağzını balık gibi açıp kapattı, sonra homurdandı, saçlarını iki eliyle karıştırdı ve Baekhee’ye baktı.

“Bu kadar çabuk olamaz, göreceksin! Üç günü aşarsa hayatta kabul etmem.” Dedi Yongguk.

“Bir haftadan önce olursa da ben kabul etmiyorum, hadi bakalım.” Dedi ve kollarını kavuşturdu Baekhee. Yongguk saf saf gözlerini kırpıştırdı.

“E peki o araya denk gelirse ne olacak?” dedi genç.

“Hmm… o zaman iddiaya girdiğimizi itiraf edip Hanna’yla Himchan’a birer dilek hakkı-”

“Yok deve!” diyerek kızın sözünü kesti Yongguk.

“Ne var be?” diye parladı Baekhee.

“Mümkün değil olmaz. Başka bir şey bul.” Dedi Yongguk inatla. Baekhee yanaklarını şişirdi, tavana baktı, biraz düşündü.

“O zaman arada kalırsa teknik olarak ikimiz de kaybetmiş oluyoruz. Kaybedenin bir dilek hakkı borcu olacaktı, ikimizin de birer dilek borcu olur. Nasıl?” dedi Baekhee sonunda. Yongguk düşündü.

“Olabilir, fena değil.” Dedi genç, tüysüz çenesini kaşıyarak.

“Sen de bir şeyi beğenmiyorsun be! Çok biliyorsan kendin bul!” diye söylendi Baekhee.

“Fena değil, dedim ya!” dedi Yongguk şaşkınca; ama Baekhee sinir olmuştu bir kere. Burnundan soluyarak azametle başını çevirdi. Bir saniye sonra Yongguk’un hafif kıkırtısını duyduğunda şaşırdı. Tek gözünü açıp göz ucuyla baktığı zaman Yongguk elini kızın başına koyup hafifçe saçlarını karıştırdı.

“Hey! Saçımı dağıtma!” diye haşlayarak gencin elini itti Baekhee; ama elinde değildi, o da gülüyordu.

Hanna sınıfa hocadan bir saniye önce girdi, Baekhee’nin ona bir şey sormaya fırsatı olmadı; ama bir sonraki teneffüs kız ortadan kaybolmadı, Himchan da yanlarına gelmedi. Baekhee kıza önceki teneffüs nereye kaybolduğunu sorduğunda Hanna’dan sadece tuvalete gittiği cevabını aldı. Kızın doğruyu söylediğini pek düşünmese de daha fazla sorgulamak saçma olurdu, ısrar etmedi.

Öğlen arasında çatıya çıkarlarken bu sefer Yongguk’u da yanlarına aldılar, Baekhee gelirken ona da yiyecek bir şeyler getirmişti. Tam Baekhee Himchan’ın ne cehennemde olduğunu soracaktı ki genç kapıdan paldır küldür çıkarak kızın sorusunu ağzına tıktı, ardından hemen yanlarına oturuverdi. Aslında daha çok Hanna’nın yanına oturduğu söylenebilirdi, özellikle kızın yanına gidip biraz daha yakın oturmuştu genç; ama Hanna’nın bu konuda hiçbir yorum yapmaması Baekhee’nin özellikle dikkatini çekti. Yongguk’la bir an göz göze geldiler, Baekhee çabucak gözlerini kaçırıp durduk yere gülmemek için yanağının içini ısırdı. Bir an sonra Hanna Himchan’ın tadını merak ettiğini söylediği kimbap rulosunu gencin hazır öğlen yemeği kutusunun içine hiç sorgulamadan bırakıp bundan sonra ona evden yemek hazırlayıp getirmesini isteyip istemediğini sorduğunda (“Bunu gerçekten yapar mısın? Yani ciddi misin? Kesinlikle hayır demeyeceğim!”) Baekhee’nin bu sefer her şeyi berbat edecek bir yorum yapmaması veya pot kırmaması için kendini yemeğine boğması gerekti. Hatta bu işi biraz abartmış olacak ki Yongguk müdahale edip kızın sırtına vurmak ve biraz su içerek rahatlamasını sağlamak zorunda kaldı. Hanna sorgulayan bakışlar atsa da Baekhee’nin her zaman bir öküz gibi yeme potansiyeli olduğunu bildiğinden soru sormadı.

Öğleden sonra okul çıkışında Himchan sormadı bile. Sadece bisikletine yerleşip bekledi ve sanki bu her zaman yaptıkları, anlaşılmış, sıradan bir şeymiş gibi Hanna onun arkasına oturuverdi. Baekhee söylemek istediği her şeyi yutup el sallayarak ayrıldıktan sonra kendinden memnun bir sırıtışla pedal çevirmeye başladı, Yongguk bu konuda bir yorum yapmamayı tercih etti. Baekhee aslında direk eve gidip Hanna’yı aramak ve uzun bir sorguya tabi tutmak istiyordu; ama Jongwoon’la buluşması lazımdı, o iş sonraya kalacaktı.

Jongwoon’la Baekhee’nin evine yakın bir parkta, bisikletleriyle buluştular. Kısa bir muhabbetin ardından Jongwoon Baekhee’yi peşine taktı ve peş peşe sürmeye başladılar. Anlaşılan gencin bildiği güzel bir kafe vardı, biraz uzaktaydı ve Jongwoon sevgilisinin kaybolmasını istememişti. Baekhee hala bu sevgili işine ısınmaya çalışıyor olsa da artık eskisi kadar garipsemediğini söyleyebilirdi.
Jongwoon’un bahsettiği yere varmaları yirmi dakika kadar sürdü. Şehrin daha sakin sokaklarından birinde küçük bir kafeydi burası. Sıcak bir atmosferi, iyi müziği ve muhteşem bir kahve kokusu vardı. İçerideki ahşap masalar kiraz ağacından ve cilasızdı, duvarlarsa döşemelerden tavana kadar kitapla dolu kitaplıklarla kaplıydı. Sakin ve rahatlatıcı bir yerdi. Baekhee yarısı boş olan kafede oturacak bir yer beğenmeden önce parmaklarını kitapların üzerinde gezdirerek biraz dolaştı.

Kafe sahibinin önerisiyle üzeri ve etrafı sarmaşık kaplı arka bahçeye oturdular. Baekhee en sevdiği kahve çeşidi olan karamel macchiatodan bir büyük bardak söyledi, Jongwoon fındıklı filtre kahve tercih etti. Kahveler gelene kadar Baekhee küçük kafeyi incelemeye devam etti, kahveler gelince de yerine oturdu.

“Burayı nereden buldun?” dedi kız, oturduğu yerden sarmaşıkları incelerken.

“Annemin beraber kafe açmayı düşündüğü arkadaşının yeri burası. Düzenli müşterileri olsa da şehrin dışında olduğundan pek fazla iş yapmıyor, birkaç hafta içinde kapanacak.” Diye açıkladı Jongwoon. Baekhee içinin acıdığını hissetti.

“Ama bu yer çok güzel!” dedi kız, üzüntüyle. Jongwoon kıkırdadı.

“Annem şehir merkezinde uygun bir yer buldu. Burayı olduğu gibi şehir merkezine taşımak gibi bir şey olacak, herhalde.” Dedi Jongwoon.

“Kesinlikle buranın kaybolması yazık olurdu.” Dedi Baekhee, rahat bir nefes alarak. Kahvesinden bir yudum aldığında kafenin kapanmayıp sadece taşınacak olmasına bir daha sevindi; bu son zamanlarda içtiği en güzel kahvelerdendi.

Akşam boyu Jongwoon’la kafeler, güzel atmosferler ve kafedeki kitaplar hakkında sohbet ettiler. Görünüşe göre Jongwoon’un küçük kardeşi de kendi çapında bir roman yazmaya çalışıyordu; ama bir yıldır o kadar çok silip baştan başlamıştı ki hala hikayenin yarısına bile gelememişti. Baekhee zamanında kendisi de hikaye yazmaya yeltendiği için sıkıntıyı anlıyordu; önceden yazılan yer bir ay sonra asla yeterince iyi gelmezdi. Saçma bir biçimde Haerin’in hiç böyle sıkıntıları yoktu; kızın yazdığı şey kötü bile olsa tamamlayıp saklamak gibi hoş bir huyu vardı.

Hava kararmaya başladığında Jongwoon Baekhee’yi yine bisikletle eve kadar bıraktı. Vedalaşırken tam Jongwoon Baekhee’ye küçük bir öpücük vermeye hazırlanıyordu ki Haerin elindeki basketbol topunu ikisinin üzerine fırlatıp iğrenç olduklarına ve onu travmatize ettiklerine dair çığlıklar atarak Jongwoon’u gidene kadar kovaladı. Genç köşede gözden kaybolduğu anda da sanki ellerinin tozlanmasına sebep olan bir işi halletmiş gibi ellerini çırparak kendinden memnun bir biçimde ablasının yanına döndü. Baekhee yerden aldığı basketbol topunu sertçe kızın göğsüne doğru fırlattı; Haerin topu son anda yakaladı.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen, aptal fare?” diye tısladı Baekhee, gözlerini kısarak.

“Yapmam gereken şeyi!” dedi Haerin, burnun havaya dikerek, “İlişkinizi onaylamıyorum, sessizce durup izleyecek değilim!”

“Seni ilgilendirmez!” dedi Baekhee, sinirle. Bir öpücük için sinirlenmiş falan değildi; ama kardeşinin herhangi bir insana böyle yapabiliyor olması başlı başına sinir bozucuydu. Gerçi Haerin tam onun kardeşiydi; ama yine de sinir bozucuydu.

“Nasıl beni ilgilendirmez? Travmatize oluyorum ben burada! İlle de öpüşecekseniz gidin kendinize bir oda falan tutun; benim önümde yapmayın! Çocuk var burada!” dedi Haerin, ellerini beline koyarak.

“Sana bak diye yalvarmadım ya, gözünü kapat madem!” dedi Baekhee anında. “On yaşındasın, böyle şeyler yapmayı bırakman gerek artık!”

“Herkese de yapmıyorum; ama o uyuz şeyin seni öpmesini de istemiyorum işte!” diye tepindi Haerin. Baekhee cevap vermek için ağzını açtı; ama küçük kız izin vermedi. “Bu yaşımda ben bile anlıyorum; sen neden hala anlamıyorsun? Onun da canını daha çok yakacaksın! Sevmiyorsun sen onu işte, aşk böyle olmaz! O da seni sevmiyor, sadece sevdiğini sanıyor! Onu ne kadar geri plana attığını görmüyorum mu sanıyorsun? Bunu neredeyse bir zorunluluk olarak gördüğünü? Sonunda ikiniz de daha fazla incineceksiniz; kes artık rol yapmayı, aptal!”

Haerin ayaklarını yere vura vura apartmana koşarken Baekhee arkasından bakakaldı. Bazen kardeş yerine büyümüş de küçülmüş bir yavru dehaya sahip olduğunu unutuyordu – evet deha; dahi olmak için illa Mozart, Shakespeare ya da Tesla olmak gerekmiyordu, ne olmuş yani?

Baekhee eve çıktığında Haerin hiçbir yerde yoktu, muhtemelen sinirle odasına kapanmış bir şeyler yazıyordu. Baekhee de mutfaktan atıştıracak bir şeyler aldıktan sonra odasına geçti ve ilk iş olarak Jongwoon’a mesaj atarak Haerin adına özür diledi. Jongwoon sorun etmediğini, hatta komik bulduğunu ve yol boyu güldüğünü söyleyince rahatlayarak derin bir nefes aldı. Onunla kısa süre mesajlaştıktan sonra vedalaştı ve bu sefer Hanna’yı aradı. Normalde hep ilk seferde açan kız bu sefer açmayınca Baekhee üç dört defa üst üste aradı, sonunda tam pes etmiş telefonu yatağına atıyordu ki Hanna geri aradı.

“Sonunda!” diyerek açtı Baekhee telefonu.

“Çok ısrarla aradığınız için geri aradım; Hanna banyoda. Bir sorun mu var?” diye sordu tanımadığı bir erkek sesi. Baekhee’nin bir an kaşları çatıldı.

“Şey, hayır; sadece… çıktığında beni aramasını söyleyebilir misiniz? Bir şey soracaktım da…. de-dersle ilgili bir şeyler.” Dedi Baekhee, cümlenin sonunda ufak bir yalan üfürüverse de kekelemesinin onu ele verdiğine adı gibi emindi.

“Dersle ilgili, anlıyorum…” dedi telefonun karşısındaki ses, inanmadığı barizdi. Baekhee sessizce avucunu yüzüne vurdu. “Şey, tabii, söylerim ben ona.”

“Teşekkürler, iyi akşamlar!” dedi Baekhee ve karşı tarafın cevabını duymayı beklemeden telefonu çabucak kapattı.

Bu da neydi böyle şimdi?! Birincisi, Hanna banyoya giderken telefonunu ortalıkta mı bırakıyordu? Kızın telefonu çok kıymetliydi; ya odada bırakır, ya da banyoda müzik dinlemek için yanına alırdı. Bu yabancı erkek telefonu banyodan almış olamayacağına göre odadan mı almıştı? Peki Hanna’nın odasında çalan telefonu nereden duymuştu? Baekhee Hanna’nın odasının üst katta olduğunu biliyordu, salondan duyulmazdı. Öylesine odanın önünden geçen biri de telefonun ısrarla çaldığını anlayamazdı. Yani bu genç adam bir süredir Hanna’nın odasına mıydı?!

Baekhee tırnağını kemirdi. Ses çocuk sesi gibi değil, yetişkin bir erkeğin sesi gibi geliyordu. Baekhee Hanna’nın bir küçük bir büyük, iki erkek kardeşi olduğunu biliyordu, bu ses de küçük kardeşine ait olamazdı. Yani abisi miydi? İyi de abisinin Hanna’nın odasında ne işi vardı ki?! Bir sebepten kızın banyodan çıkmasını beklemediği sürece… herhalde öyle bir şey yapmak için bir sebebi olamazdı, değil mi? İyi de, abisi değilse kimdi bu adam?!

Bu düşünceler ve komplo teorileriyle geçirdiği on beş dakikanın ardından delirmek üzere gibi hissederken sonunda telefonunun çalmasıyla yerinden bir metre zıpladı Baekhee. Yatak yaylanınca telefon da yataktan zıplayarak düşme tehlikesine girdi; kız düşmek üzere olan telefonu yakalamak için lazer ışığına atlayan kedi gibi telefonun üzerine atladı ve “patileriyle” düşmeden telefonu bir şekilde yakaladı. Aletin kapağını açarken birkaç kere elinden düşürme tehlikesi geçirip birkaç okkalı küfür savursa da sonunda sağ salim telefonu açıp kulağına dayamayı başardı.

“Hanna?” dedi, nefes nefese.

“Sakin ol, dostum; bu ne telaş, maraton mu koştun?” dedi Hanna’nın çınlayan sesi. Baekhee bu sefer arayanın o adam olmadığını anladığında rahat bir nefes aldı.

“Kimdi o adam?” dedi hemen ardından çabucak.

“Ne adamı?” dedi Hanna şaşkınca.

“Sen banyodayken beni geri aradı, acil bir şey olup olmadığını sordu. Abin miydi?” dedi Baekhee.

“Ne oldu, yoksa sesine aşık mı oldun?” dedi Hanna muzipçe. Baekhee, kızın görmeyeceğini biliyor olsa da, abartılı bir biçimde gözlerini devirdi.

“Saçmalama, kadın!”

“Tamam be, ne kızıyorsun! Abim değildir, abim benim odama neden girip telefonuma baksın ki?” dedi Hanna, bu bir farenin bir fili tek lokmada yutması fikrinden bile daha saçma bir düşünceymiş gibi.

“Ben de onu diyorum! Eğer beni arayan bir hayalet değilse, kimdi o adam?” diye sordu Baekhee yine. Hanna bir an düşünüyormuş gibi kendi kendine mırladı.

“Heechul olabilir.” Dedi sonunda.

“O kim ola ki?” dedi Baekhee, kaşlarını çatıp başını hafifçe bir yana eğerek.

“Siz tanışmadınız hiç-”

“Ah, gerçekten mi, deme yahu?!” dedi Baekhee abartılı bir biçimde. Hanna sinirle homurdandı.

“Dinlemeyeceksen telefonu kapatıp yüzüğü de atacağım, adam ol!” diye haşladı kız.

“Sen de düzgün anlat o zaman!” diye cevap verdi Baekhee. Hanna derin bir nefes alarak devam etti.

“Siz henüz tanışmadınız; çünkü o üniversitede. Kendimi bildim bileli en yakın arkadaşım. Bize gelmiş de, benim duş almam gerekiyordu; o da odamda beni bekliyordu.” Dedi Hanna. Bu sefer Baekhee derin bir nefes aldı.

“Bebekliğinden beri en yakın arkadaşın, abinin yaşına daha yakın, o seni ziyarete geldiğinde sen duş alıyorsun ve bu süre zarfında o seni odanda bekliyor… doğru mu anladım?” dedi Baekhee, sadece emin olmak için. Eğer bu gerçekse ya Hanna kördü, ya da Himchan’ın hiç şansı yoktu.

“Evet aynen öy… bekle, hayır, değil! Saçmalama, öyle değil, tuhaf yerlere çekme işi!” diye çevirdi Hanna son anda. Baekhee, arkadaşının göremeyeceğini bilmesine rağmen çenesini kaşıdı.

“Şimdi, ben hiçbir şeyi hiçbir yere çekmiyorum. Her şeyi olduğu gibi anlatıyorum, sen kendin yaşayan kişi olarak bu şekilde anlıyorsun. Ben ne yapayım?” dedi Baekhee. Hanna’nın sinirle homurdandığını duyabiliyordu.

“Sen kesin öyle düşünürsün diye ben- aman seninle tartışılmaz şimdi bu! Yakın arkadaşım Heechul işte.” Diye kestirip attı kız. Baekhee kendi kendine mırıldandı, sonunda zorlamanın pek anlamı olmadığına karar verdi, belli ki Hanna henüz anlatmaya hazır değildi.

“Tamam, madem öyle esas soruma geçiyorum.” Dedi ve sırıttı kız, Hanna’nın hattın diğer ucunda gerildiğini sezer gibiydi. “Sen, Himchan, hayırdır?”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder