-13-
Bir süre daha Himchan’dan, itiraf ederken ne kadar saf ve
sevimli durduğundan, öptüğünde nasıl Hanna’nın kalbini hoplattığından, ne kadar
güzel öpüştüğünden, ne kadar güzel koktuğundan ve bunun gibi şeylerden bahsederek
Hanna’nın telefon faturasını kabarttılar. Sonunda telefonu kapattıklarında
Baekhee’nin suratında silemediği aptal bir sırıtış vardı. Bir tohum ekmişti,
biraz da sulamıştı ve şimdi ellerinde muhteşem bir tomurcuk vardı. Zaman
ilerledikçe bu tomurcuğa ne olacağını Baekhee çok merak ediyordu.
Odasından çıkıp bir şeyler atıştırdı, bu sırada sağlıksız
beslendiğine dair annesinin sözlü tacizlerine maruz kalsa da bunları duymazdan
geldi. Sonra odasına geçip ödevlerini halletti, çantasını toparladı, biraz
Jongwoon’la mesajlaştı; ardından yatağa geçti. Yongguk mızıkçılık yapmıştı
yapmasına; ama Baekhee şikayet edemiyordu çünkü genç pek de haksız sayılmazdı.
Fark etmezdi, birine dilek borcu olacaksa zaten bu kişi Yongguk olsundu. Şimdi
esas konu okulda kopacak olan tufandı.
Ertesi gün okula gittiğinde sınıftaki herkes sessizce
fısıldaşıyordu. Dersin başlamasına daha on dakika vardı, Yongguk henüz
gelmemişti; sınıfta birkaç kızla erkek oturmuş konuşuyor, göz ucuyla da
Hanna’yla Himchan’a bakıyorlardı. Hanna sırasında oturmuştu, Hanna’nın
masasında da Himchan oturuyordu. Genç elini masaya dayamıştı ve Baekhee gencin
Hanna’nınkilere dolanmış parmaklarını gördüğünde önceki gece yaptığı gibi
viyaklama isteğini bastırmak zorunda kaldı. Hanna yeni sevgilisiyle muhabbet ederken
yanakları pespembeydi, Himchan’ın yüzünde Baekhee’nin bugüne kadar gördüğü en
güzel gülümseme vardı ve hafifçe kıza doğru eğilmiş konuşurken inanılmayacak
kadar sevimli görünüyordu. Baekhee ikisini de bağrına basmak istiyordu.
Sessizce yanlarına gidip oturdu; rahatsız etmemek için küçük
bir selamdan daha fazla bir şey söylemedi. Bir şey söylemesine gerek yoktu
aslında; Hanna’nın utangaç gülümsemesi ve Himchan’ın gözlerindeki derin minnet
her şeyi kelimelerden çok daha güzel anlatıyordu. Baekhee kendinden memnun bir
biçimde taze sevgilileri izlerken Yongguk da kapıdan içeri girdi. Kız çabucak
onu da eliyle yanına çağırdı. Yongguk da taze sevgilileri sıkboğaz etmeden
Baekhee’nin yanına gelip oturdu.
“Zafer bizim, kaptan.” Diye fısıldadı Baekhee, sırasının
ucuna tünemiş olan arkadaşına.
“Hallelujah.” Diyerek sessizce kıkırdadı Yongguk.
“Sana olan borcumu da yürekli olup ödeyeceğim, Yongguk-ah.”
Dedi Baekhee, sessizce gencin kulağına fısıldayarak. Yongguk gülümseyerek
başını yukarı aşağı salladı.
“Ben de öyle; dile benden ne dilersen.” Diye fısıldadı genç
sonra Baekhee’nin kulağına. Birbirlerine göz kırpıp sessizce güldüler. Baekhee
biraz düşünseydi bunun dışarıdan nasıl görünüyor olabileceğini fark edebilirdi;
ama bu aklının ucundan bile geçmiyordu.
Dersin başlama zamanı geldiğinde Himchan sınıftan gitme
konusunda pek bir ikircikli duruyordu. Gitmesi için Hanna’nın ona gitmezse ceza
yiyeceğini hatırlatması, Baekhee’nin onu kovalaması ve Yongguk’un kalçasından
tekmeleyerek kapıdan dışarı atması gerekmişti. Himchan sonunda gitmeyi
başardığında üçü de o kadar çok gülüyorlardı ki hoca sınıfa girdiğinde onlara
akıl sağlıklarını sorgulayan bir bakış attı. Üçlü yerlerine geçerken gülmeyi
bırakmak için ağızlarına bir şey bastırmaya başlamışlardı bile.
Teneffüs başladığında Himchan’ın sınıfa damlaması beş
saniyeden daha uzun sürmedi. Genç yine gidip Hanna’nın masasının üzerine
tüneyince Baekhee laf atmak için ağzını açıyordu ki Yongguk ondan önce davrandı.
“Bakıyorum ayrılamıyorsunuz?” dedi genç, oturduğu yerden.
“Aferin, çekirge, gözlem yeteneğin bir harikaymış.” Dedi
Himchan, anında. Baekhee yumruğunu ağzına bastırarak kahkahasını kuru bir
öksürüğe gizledi.
“Öyledir, tabi.” Dedi Yongguk, başıyla onaylayarak.
“Ne yani, şimdi sen Hanna’yı benden çalmak istediğini mi
söylüyorsun?” dedi Baekhee, gözlerini kısarak. Himchan sırıttı.
“Hm, isteme aşamasını çoktan geçtim, aslında.” Dedi genç;
Hanna’dan koluna ufak bir darbe yediğinde kıkırdayarak yeni sevgilisinin
saçlarına dokundu. Baekhee içinde yükselen viyaklama hissini bastırdı, artık
buna alışmış sayılırdı.
“Ben bunu onaylıyor muyum, bakalım?” dedi kız, ellerini
beline koyup ayağa kalkarak.
“Bilmem, onaylıyor musun?” diyerek kaşlarını kaldırdı
Himchan.
“Taze aşıkları rahat bırak, Baek.” Dedi Yongguk, kızın kolundan
tutup geri oturtarak. Baekhee iki kumruyla ilgilenirken o da gelip Baekhee’nin
sırasına oturmuştu.
“Ama Hanna’yı benden çalacakmış!” diyerek somurttu Baekhee,
Yongguk’a dönüp.
“Aslında siz de kendi içinizde fena bir çift olmuyorsunuz…”
dedi Hanna kendi kendine konuşur gibi; ama hepsinin duyabileceği bir sesle
mırıldanarak. Baekhee daha önce nasıl görünüyor olabileceklerini hiç
düşünmemişti; ama Yongguk’la fiziksel yakınlık konusunda hiçbir zaman sıkıntı
yaşamadığından sıklıkla Baekhee’nin tek kişilik sırasına ikisi birden
otururlardı. Dolayısıyla Baekhee herhangi bir nedenle ona dönüp baktığında
aralarında en fazla yirmi santim oluyordu. Baekhee bunu daha önce hiç rahatsız
edici bulmamıştı. Aslında şimdi de bulmuyordu.
“Sevgilim olmasa…” diye hayıflandı kız, bir saniye sonra da
aklına bir şey gelmiş gibi Yongguk’a döndü. “Aslında ikinci erkek olmayı sorun
etmeyeceksen hani ben aldatabilirim.”
“Ooo, çok ağır!” dedi Himchan, neredeyse etkilenmiş
gibi.
“Ve şimdi bu şok teklife cevabını öğrenmek için Bang
Yongguk’a dönüyoruz!” dedi Hanna, bir magazin programı sunucusu edasıyla.
Yongguk çenesini kaşıdı.
“Hmm… bilemiyorum, düşünmem gerek.” Dedi genç, tavana
bakarak.
“Hop, n’oluyor orada? Reddetmeyecek misin oğlum, ikinci adam
diyor manyak karı lan!” diye araya girdi Himchan, elini sallayarak.
“Birinci mi olacaktı; kızın zaten sevgilisi var!” dedi
Yongguk, arkadaşının neredeyse durumu ciddiye almış gibi hararetli verdiği
tepkiye gülmeye başladı.
“Seviyorsa olabilir, bence.” Dedi Hanna, bariz bir biçimde
dalga geçiyordu.
“Değil mi? Bence de.” Dedi Baekhee, başıyla onaylayarak,
sonra tek kaşını kaldırıp Himchan’a keskin bir bakış attı. “Az önce bana manyak
karı mı dedin sen?”
“Sümme haşa, sultanım; ne haddime!” dedi Himchan anında,
abartılı sahte bir saygıyla. Baekhee “ha şöyle, adam ol” derdi; eğer gencin
tepkisiyle korkunç bir gülme krizine girmiş olmasaydı.
Bir sonraki teneffüs Yongguk’la Baekhee kumruları yalnız
bırakmaya karar verdiler, kızın canı felaket çikolata istediğinden beraber
kantine gittiler. Giderlerken de Baekhee insanların onların etrafta olmadığını
sandığı zamanlardaki fısıldaşmalarına kulak misafiri olmuş bulundu – tabii ki
ne dediklerini merak ettiğinden hiç dikkatli dinlemiyordu, hiç öyle şey olur muydu?
“Bildiğin herkesin
işi gücü yok, bizimkileri konuşuyorlar!” dedi, kantinden çıkıp da bahçenin daha
az kalabalık olan bir yerinde yaylanarak yürürlerken.
“Ne? Kim?” dedi Yongguk, saf saf.
“Herkes! Yanımızdan geçen herkesin dilinde bizimkilerin
çıkıyor olması var.” Dedi Baekhee.
“Ne ara duydun ya?” dedi Yongguk, gözleri şaşkınlıkla
açıldı. Baekhee kendini elinde olmadan gencin bu içten şaşkınlığına kıkırdarken
buldu.
“Kulaklarını dört açacaksın, yeğen! Dedikodu böyle
öğrenilir.” Dedi kız, bilmiş bilmiş.
“Sen gerçekten normal değilsin.” Dedi genç, inanamazlıkla
başını iki yana sallarken. Baekhee ona çikolatasından bir parça uzattı.
“Bunu ye ve bu teneffüs söylenmeme sessizce katlan.” Dedi,
bir anlaşma önerir gibi. Yongguk bir an kararsız kaldı, sonra çikolata
parçasını alıp ağzına attı, ellerini ceplerine sokup yürümeye devam etti. Teneffüsün geri kalanında anlaştıkları gibi genç sessizce dinlerken Baekhee
nasıl dedikoduların bu kadar çabuk yayılabildiğinden ve insanların ne kadar
işsiz olduklarından dem vurdu.
“İşleri güçleri yok, hep bunlarla uğraşırlar zaten!” diyordu
ki kız, Yongguk iç geçirdi. Teneffüsün bittiğini söyleyen zil çalmıştı ve
sınıfa dönüyorlardı.
“Unuttuğun bir şey var, Baek. İkisi de okulun en
popülerlerinden. Okulun en popüler kızı, okulun en popüler çocuğuyla çıkmaya
başladığı zaman bütün okul sallanır. Eminim şu anda konuşacak daha iyi hiçbir
şeyleri yoktur. Filozof muyuz kızım biz? Bildiğin ergeniz işte!” dedi Yongguk,
yarım bir gülümsemeyle. Baekhee bir an Jongwoon’dansa Yongguk’la çıkmayı tercih
edebileceğini düşündü; ama bu düşünceyi geldiği gibi kovdu. Hiç kibar bir
düşünce değildi bu.
“Verecek sivri bir cevabım yok, inanır mısın?” diye güldü
Baekhee bir süre sonra, “Haklı olabilirsin.”
“Tabii ki haklıyım! Sen hiç benim boş yere konuştuğumu
duydun mu?” dedi Yongguk.
“Tamam, yeter, anladık, övünme!” diye parladı Baekhee,
yürürken bacağını kaldırıp gencin kalçasına bir tekme atarak. Sert bir tekme
değildi; ama sadece temas bile Yongguk’un şaşkınlıkla olduğu yerde sıçrayıp bir
iki adım uzaklaşmasına yetmişti.
“Çatlak!” dedi genç, neler döndüğünü anlayıp yeniden
Baekhee’nin yanına gelirken gülerek başını iki yana sallıyordu.
“Bunu seviyorsun.” Dedi Baekhee, pişkin pişkin sırıtarak.
Yongguk cevap vermedi; ama sınıfa girerlerken gencin yüzündeki ifade eğer cevap
verse inkar etmeyeceğini açıkça anlatıyordu.
Öğlen arasında dördü yine çatıya çıktılar. Hanna Himchan’a
da bir kutu yemek getirmişti; özenle sardığı kutuyu gencin kucağına
bıraktığında Himchan o kadar mutlu görünüyordu ki Baekhee belki de dünyada başka
hiç kimsenin bu kadar mutlu görünemeyeceğini düşündü. Yemeklerini yedikleri
bütün süre zarfında Yongguk annesi çalıştığı için öğlen yemeğini sıradan bir
sandviçle geçirmek zorunda olan tek kişi olduğundan yakınmak suretiyle
Baekhee’yi de fazladan yiyecek hazırlayıp ona getirmesi için ikna etmeyi
başardı. Yemek bittiğinde Himchan ve Hanna çatının uzak bir köşesine
çekildiler; Yongguk da kendinden memnun bir gülümsemeyle yere boylu boyunca
uzandı ve ılık güneşin altında gözlerini miskince kapattı.
Baekhee oturduğu yerden kumrulara, sonra da yanında uyuyor
gibi duran gence baktı. Birkaç saniye sonra sıkılıp Yongguk’a tam bir sefa
pezevengi olduğunu söyleyerek sataştı; ama bu sadece Yongguk’un onu da kolundan
çekerek yatmaya zorlamasıyla sonuçlandı. Baekhee biraz direndi; ama wushu da
yapsa o bir kızdı ve Yongguk doğası gereği fiziksel güç konusunda ondan üstündü.
Sonunda kız pes edip kendini yere bıraktı ve arkadaşı gibi rahatça yerleşti. Bu
açıyla güneş tam gözlerine vurduğundan göz kapaklarını açık tutması imkansızdı;
ama zaten ilk dakikanın sonunda böyle bir şeyi kesinlikle istemiyordu. Üzerinde
yattığı yer ılıktı, öğlen güneşinin ışıkları vurdukları her yeri sıcacık
yapıyorlardı. Baekhee de bütün vücudunu tatlı sıcak bir battaniyeye sarılmış
gibi hissediyordu ve bir de teninin üzerinden tatlı bir meltem esiyordu.
“İşini biliyorsun, değil mi?” diye mırladı Baekhee yattığı
yerden, mayışmış bir halde. Hemen yanından onaylayan bir mırıltı yükseldi.
Baekhee iç geçirdi. “Ya dersi kaçırırsak?”
“Neden?” dedi Yongguk. Baekhee gencin bakışlarını yüzünde
hissedince başını çevirip ona baktı. Yongguk da Baekhee’nin yaptığı gibi başını
tamamen yan çevirmiş ve güneşten daha uzak olup gölgede kalan tek gözünü açmış,
kıza bir kedi gibi merakla bakıyordu.
“Uyurum ki ben burada!” dedi Baekhee, hafifçe gülümseyerek.
Yongguk’tan derinden gelen, hafif bir kıkırtı yükseldi, genç yeniden gözlerini
kapatıp yüzünü güneşe çevirdi.
“Derdin bir o olsun be Baek! Uyandırırım ben seni.” Dedi
genç, gerinip biraz daha yerleşirken.
“Sen uyumayacağına emin misin?” diye sordu Baekhee, o da
gözlerini kapatıp yüzünü yeniden sıcak güneşe çevirdi.
“En kötü kumrular uyandırır. O kadar da adi değillerdir, ne
dersin? Himchan’ın sana ömrünün sonuna kadar borçlu kalması lazım, sonuçta.”
Dedi genç. Baekhee onaylayarak mırladı.
“Haklı olabilirsin, ona hayatının iyiliğini yaptım.” Dedi,
sırıtmasına engel olamadan.
“Pek mütevazıyız, bakıyorum?” dedi Yongguk, iğneler gibi.
“Her zaman.”
Öğlen teneffüsünün sonunda gerçekten onları uyandıran
Himchan oldu. Uyumayacağını söylemesine rağmen Yongguk da öyle bir uyumuştu ki
uyandıklarında gözleri şişip çizgi halini almış ve yanağından biraz da salyası
akmıştı. Baekhee uyandığında Hanna yanlarında gülmekle meşguldü. Baekhee de
Yongguk’un yüzünün o halini gördüğü anda durduramadığı bir gülme krizine
yakalandı ve o kadar çok güldü ki neredeyse derse geç kalıyorlardı.
Son dersten bir önceki teneffüste hava almak için bahçeye
çıkarlarken alt sınıftan, çocuk gibi görünen üç kız yollarını kesti. Birinin
saçları toplu, diğeri kısacık kestirmiş iki kız, uzun dalgalı saçlarını sırtına
açık bırakmış arkadaşlarının hemen arkasında duruyorlardı. Öndeki kız Himchan’a
neredeyse hesap sorarcasına bakıyordu; ama Baekhee ona baktığında Himchan’ın da
en az diğer üçü kadar şaşkın göründüğünü fark etti.
“Oppa! Bu kızla gerçekten çıktığın doğru mu?!” dedi kız,
neredeyse sinirle. Himchan’ın yüzü anında kasıldı, Hanna’nın elini hafifçe
sıkıp kızı kendine doğru çekti ve kolunu beline doladı.
“Doğru konuş ufaklık; bu kız dediğin kişi senin unnin ve
benim de sevgilim.” Dedi Himchan, sert bir ses tonuyla. Önündeki kız neredeyse
korkuyla yarım adım geri çekilince gencin tek kaşı havalandı. “Evet, doğru
duymuşsunuz; bir sorun mu vardı?”
“Ş-şey, yani… yok bir şey!” diyerek hızla arkasını dönüp
koşarak uzaklaştı kız, iki arkadaşı da birbirlerine bakıp dörtlüye saygılı bir
baş selamı verdikten sonra arkadaşlarının peşinden koştular. Himchan Baekhee ve
Yongguk’un bir karış açık ağızlarını ve etkilenmiş yüz ifadelerini gördüğünde
istifini bozmamak için büyük bir çaba harcadı.
“Ne?” dedi, umursamazca; ama bu umursamazlığın altında çok
büyük bir çaba yatıyordu.
“Hiç!” diyerek omuz silkti Baekhee, Yongguk da çok ilginç
bir şey görmüş gibi gözlerini tavana dikti. Himchan hiçbir şey olmamış gibi, kolunda
Hanna’yla yürümeye başladığında Baekhee hemen arkalarından yürümeye başlayan
Yongguk’u gömleğinden yakaladı. Genç başını çevirip baktı, kızın yüzündeki
ifadeyi gördüğü anda da hiçbir şey söylemeden yürümeyi bırakıp kumruların
yalnız başlarına uzaklaşmasına izin verdi.
Günün sonunda okuldan giderlerken Hanna yine Himchan’ın
bisikletinin arkasına oturup kollarını gencin beline doladı; ama bu sefer bir
de başını yeni sevgilisinin sırtına yasladı. Kız bunu yaptığı anda Baekhee
Himchan’ın yanaklarının anında kızardığını görerek sataşma isteğini bastırmak
zorunda kaldı. İkili bisikletle uzaklaşırken o kadar tatlı görünüyorlardı ki
eğer bu bir film olsa çok sevebileceğini düşündü Baekhee. Üstelik o romantik
komedilerden nefret ederdi.
Haftanın kalan kısmı ölümüne yağmurlu olduğundan Baekhee
bisikletini üzülerek apartmanda bıraktı ve okula otobüsle gitti. Himchan
yürüyerek Hanna’nın evinin önüne kadar gidiyor, kızı alıp oradan onunla okula
geliyordu, akşam da kapısının önüne kadar bırakıyordu. Hanna böyle
şımartılmaktan fena halde memnun gibiydi, Baekhee’yle yalnız konuşabildikleri
nadir zamanlarda da kız büyük bir heyecanla Himchan’ın nasıl muhteşem biri
olduğundan başka bir şey konuşmuyordu.
Hafta sonu Haerin’in okuluna toplantıya gitmek için aslında
önce Hanna’yla buluşmayı düşünüyordu; ama kızın kardeşiyle birlikte geleceğini
öğrendiğinde bu plan otomatik olarak iptal oldu. Bunun yerine Baekhee
toplantıya onunla beraber gelmek istediğini söyleyen Haerin’le birlikte yola
çıktı. Üç gündür ilk defa hava güneşli olduğundan otobüse binmelerine gerek
yoktu. Kardeşi istese Baekhee onu Trek’inin arkasına oturturdu; ama küçük kız
bunun için fazla gururluydu. Bunun yerine kızın okuluna kadar yan yana bisiklet
sürdüler. Vardıklarında Haerin’in döneminin toplantısı henüz başlamamıştı, henüz
üst dönemlerin toplantıları vardı. Küçük kız okula girer girmez ana kapının
önünde bisikletini kaydırarak durdu ve sağa sola heyecanla bakınmaya başladı. Şaşırmakla
kardeşiyle gurur duymak arasında kalan Baekhee kızı şaşkınca izledi.
“Baek-baek!” diye küçük bir çığlık attı kız bir süre sonra
ve bisikletinden atladığı gibi okulun bahçesine doğru koşmaya başladı. Sahipsiz
kalan bisikleti yere çarpmadan yakaladı Baekhee ve büyük bir kafa
karışıklığıyla kız kardeşinin arkasından baktı. Bir saniye sonra küçük kız,
kendi boyundaki cılız, darmadağınık siyah saçlı bir çocuğa sımsıkı sarılmıştı. Baekhee
çocuğun basket sahasında gördüğü cesur ufaklık olduğunu fark edip adının Baekhyun
olduğunu hatırlayınca kendisininkiyle aynı olan takma isim bir anlam kazanmış
oldu.
“Bir oda tutar mısınız?” diyerek bir başka kişi daha geldi Baekhyun’un
geldiği yerden. Arkasından iki tane de sırıtmakta olan kızla elindeki küçük
çiçek ve kırmızı mendille Baekhee’nin anlamadığı bir şeyler yapmaya tamamen
odaklanmış bir çocuk daha geliyordu. Baekhee arkadaki üç çocuğu daha önce hiç
görmediğine emindi; ama öndeki burnu havada tipleme pek bir tanıdık geliyordu.
“Kapa çeneni, senin olmadığı için kıskanıyorsun!” diyerek
çocuğa dil çıkardı Haerin. Baekhee ikisinin de bisikletlerini yürüterek
çocukların yanlarına gelirken en öndeki çocuğun gözleri bu sefer ona takıldı. Çocuğun
yüzündeki ifadeyi bir yerden bildiğine yemin edebilirdi Baekhee; ama nereden…
“Bu kim, şu bahsettiğin…” diyordu ki çocuk gözleri birden
ardına kadar açıldı, sanki suçlarcasına şok içinde parmağıyla Baekhee’yi
gösterdi. “Sen!”
“Eee… ben?” dedi Baekhee, şaşkınca. Etraflarındaki diğer tüm
çocuklar da en az onun kadar durumu anlamamış görünüyorlardı.
“Siz tanışıyor musunuz?” dedi Haerin, şüpheyle. Çocuk onu
duymamış gibi tepkisiz kaldı.
“Sen, basket salonunda- neden hiç aramadın?!” diye bağırdı
çocuk Baekhee’ye; ama kızın daha önemli işleri vardı, çocuğun kafasının
tepesine bir yumruk çakmak gibi. Çocuk tıslayarak bir adım geri çekildi,
elleriyle Baekhee’nin vurduğu yeri korumaya alıp ona sinirle baktı. “Bunu neden
yaptın?!”
“Sen, şımarık velet, bir kızın sorduğu bir soruyu görmezden
gelemezsin! Ne biçim centilmensin sen? Adam ol ve cevap ver, çabuk!” diye
azarladı Baekhee, ellerini beline koyup. Çocuğun arkasındaki kızlar ağızlarını
kapatıp kıkırdamaya başlamışlardı, hemen arkalarındaki diğer çocuksa hala
kırmızı mendilinden başını kaldırmamıştı.
“Sen ne-” diye başlayacaktı ki öndeki çocuk, Baekhee ona en tehditkar
bakışını yolladı – ki bu hiç hafife alınacak bir şey değildi.
“Cevap ver, dedim.” Dedi kız, tehlikeli bir biçimde ipeksi
bir sesle. Önündeki çocuk yutkunup gözlerin Haerin’e çevirdi. Biraz sessiz
kalınca Haerin onun soruyu unutmuş olduğunu kolayca anlayarak imdadına yetişti.
“Tanışıp tanışmadığınızı sormuştum.” Dedi kız, nazikçe.
“Ee, evet; okulun ikinci haftasında basket salonuna gelip
benimle oynamıştı. Sonra ona numaramı verip başı derde girerse aramasını
söylemiştim; ama haber bile vermedi!” diye isyan etti çocuk.
“Belli ki başı derde girmemiş, diye düşünmedin mi?” diye
gözlerini devirdi Haerin.
“Hani insan kibarlık olsun diye… aman, neyse! Ablan değil
mi? Hık demiş burnundan düşmüşsün sen de.” Dedi çocuk gözlerini kısarak. Baekhee
gencin kafasına öncekinden daha hafif bir yumruk daha geçirerek bir daha
kaçmasına neden oldu. “Bu ne içindi, peki?!”
“Sen kardeşime ne demek istedin şimdi, ufaklık? Hakaret edeceksen
direk bana et, yoksa yüreğin yok mu?” dedi Baekhee, kollarını kavuşturarak.
“Sen de sıkıyorsa git kendi boyunda biriyle uğraş;
küçüklerle uğraşmak kolay, değil mi? Yoksa yüreğin yok mu?” dedi çocuk, tıslar
gibi.
“Sehun-ah…” diye iç geçirdi Baekhee, adını hatırladığı zaman
çocuğun bir an için şaşırdığını gördü, “Ben seninle uğraşmıyorum, sadece bir
abla gibi seni azarlıyorum. Sor bakalım, küçükken aynısını Haerin’e de yapmamış
mıyım? Götün biraz fazla kalkmış sanki, biraz indirsen fena olmayacak. Aşağılayarak
arkadaşlarını yanında tutamazsın.”
“Seni ilgilendirmez!” diye tısladı Sehun. Baekhee iç
geçirdi; ama arkadaşlarından hiçbirinin kalkıp onu savunmak için önüne
geçmemesinden pek de haksız olmadığını anlayabiliyordu.
“Haklısın, ilgilendirmez. Seni ilgilendirir, arkadaş benim
değil, sonuçta. Ama bunu bir düşünsen iyi edersin.” Dedi kız, sonra dönüp
arkasındaki çocuklara gülümsedi. “Biraz vahşi bir tanışma oldu soğan cücüklerim;
ama ben Haerin’in ablası Baekhee.”
Çocuklar sırayla isimlerini söylediler. İki kızın adı Rian ve
Sekyung’du, onların hemen arkasında duruma tamamen ilgisiz bir halde kırmızı
mendili ve çiçeğiyle oynayan kişinin adıysa Donghae’ydi. Donghae onlardan bir
üst sınıfta, Haerin iki alt sınıftaydı; diğerleri aynı dönemdeydi ve hatta Rian,
Sekyung ve Baekhyun üçüzdüler. Birbirlerine öyle benzemiyorlardı ki bu bilgi Baekhee’yi
ufak çaplı bir şoka uğrattı. Baekhyun’un darmadağın siyah saçları ve üflese
uçacak çiroz yapısının tam tersine Sekyung’un hafif tombul bir bedeni ve
sırtına uzanan uysal, parlak saçları vardı. Rian ise normalin en az üç katı
büyüklüğünde, uzun kirpikli ceylan gözleri ve sımsıkı topladığı halde kafa
derisine yapışmamayı başaran dolgun, dalgalı saçlarıyla bambaşka bir hikayeydi.
“Sizinkiler içeride mi?” diye sordu Haerin, tanışma faslı
bittikten sonra. Sekyung başıyla onayladı.
“Yarım saate kalmaz çıkarlar, sonra sizinkiler girer, işte.”
Dedi Baekhyun, sonra omuz silkti. “Gerçi ben en son sınıftayım; Donghae’nin
abisiyle Sehun’un ablası daha erken çıkarlar.”
“Hae!” diye seslenerek onlara doğru biri koştu daha Baekhyun
sözünü bitirir bitirmez. Genç kesinlikle en az yirmi yaşındaydı, bir kız kadar
güzeldi, bir kedi kadar biçimli gözleri vardı ve omuzlarına uzanan katlı
kesilip turuncuya boyanmış saçları dalgalanıyordu. Az önce konuştuğu zaman
sesini duymasa onun biraz erkeksi giyinmiş bir kız olduğuna yemin edebilirdi Baekhee.
“Hyung!” diyerek mendilinden başını kaldırdı Donghae. Bay Kedi
Surat elini çocuğun kafasına koydu ve saçlarını neredeyse vahşice karıştırdı. Donghae
buna alışık olmalıydı; hiçbir tepki vermedi.
“Aferin, bebişim, hocaların kalbi hala senin için atıyor! Darısı
sonraki toplantıya.” Dedi Bay Kedi Surat, sırıtarak. Ardından elini çekip
kapıya doğru hareketlendi. “Her neyse, benim gitmem lazım.”
“Ne çabuk!” dedi Sekyung, hayal kırıklığına uğramış gibi. Bay
Kedi Surat özür dilercesine gülümedi.
“Kyu’ya sözüm vardı, acilen gitmem gerek, I hurry, yoksa beni Playstation
konsolunun kablosuyla boğar. Ciao, amigos!” dedi genç, aynı cümle içinde dört dili birden katletmeyi bir şekilde başararak ve okul kapısına doğru koşturmaya başladı.
“Hmm… pek de nazikmiş.” Diye kendi kendine mırıldandı Baekhee
huysuzca.
“Unni!” diyerek kolunu çekiştirdi Haerin tam o sırada. Baekhee
dönüp bakınca kızın sert bakışlarla okul binasını işaret etmekte olduğunu görüp
saatine baktı. Saat tam olarak on birdi.
“Ah! Evet, tamam, ben gidiyorum. Çıkışta haberleşiriz.” Dedi
kız ve arkasında bıraktığı çocuk grubuna el sallayarak çabucak okul binasına
doğru koşturdu.
Veli toplantısı dünyanın en sıkıcı şeyiydi, her zaman öyle
olmuştu; ama kardeşinin hatırı için Baekhee bu işkenceye her seferinde şikayet
etmeden katlanıyordu. Hocalar birer birer gelip derslerle, öğrencilerden
beklentileriyle ve öğrencilerin şimdiye kadarki performanslarıyla ilgili
herkese tek tek bilgi verirken beklemek tam anlamıyla bir ölümdü. Neyse ki bir
yerden sonra sınıfa birden fazla hoca gelip işlerini yapmaya başlayınca
toplantı hızlandı. Yine de Baekhee’nin o bacaklarının sığmadığı ufacık sıralarda
oturmaktan kurtulması saat on iki buçuğu buldu.
Anladığı kadarıyla Baekhee’nin orada bulunmasına aslında hiç
gerek yoktu. Haerin her zamanki gibi harika bir öğrenciydi. Zekiydi ve bunu
sergilemekten kaçınmıyordu. Kolay arkadaş ediniyor olsa da herkesle belli bir
mesafeyi koruyordu. Teneffüslerde sınıfta durmuyordu, sosyal olarak aktifti,
Korecesi oldukça çabuk gelişmişti ve derslerdeki başarısı da dil gelişimiyle
orantılı olarak hızla artıyordu. Kısacası hocaların her biri ondan mükemmel bir
biçimde memnunlardı ve geliştirmesini istedikleri hiçbir yan yoktu. Olduğu gibi
devam etmesi yeterdi. Böyle zamanlarda Baekhee kardeşiyle gurur mu duysa yoksa
boşa harcadığı bu kadar zamana ağıtlar mı yaksa, gerçekten bilemiyordu.
Sınıftan çıkar çıkmaz çabucak telefonuna baktı. Haerin arkadaşlarıyla
bahçede olacağını söyleyen bir mesaj yollamıştı; bir başka mesaj da kardeşinin
yanında, açık havadaki basket sahasında onu beklediğini söyleyen Hanna’dan
geliyordu. Baekhee kardeşiyle sonra da buluşabileceğini düşündü, ne de olsa
çocuk arkadaşlarıyla oynuyordu ve ne kadar geç ayrılırsa o kadar memnun olurdu.
Üstelik Hanna da bir süredir onu bekliyor olmalıydı. Kız çabucak telefonunu
cebine soktu ve binadan çıktı, arkasına dolanıp açık havadaki basketbol
sahasını buldu.
Baekhee aslında sahanın Hanna ve kardeşi dışında boş
olacağını düşünmüştü; ama şu anda üçe üç maç vardı. Üç kız üç erkek, karışık
takımlarla bir basket topunun peşinden koşuyorlardı. Kıyafetleri şüpheli bir
biçimde tanıdık geliyordu. Baekhee o yöne yürüdü; yaklaştıkça da şüpheleri
bariz gerçeklere dönüştü: bu grup, Haerin ve arkadaşlarından başkası değildi. Yaklaştıkça
Baekhee sahanın köşesinde, çantalarla ceketlerin üzerinde kurularak neredeyse
kamufle olmuş Hanna’yı da seçebilmeye başladı. Kızın kaşları çatıldı. Eğer Haerin’ın
grubu buradaysa ve eğer Hanna da kardeşinin yanındaysa kızın kardeşi
gruptakilerden biri olmalıydı.
Baekhee merakının kabardığını hissederek hızını arttırdı. Grupta
üç erkek çocuk, yani üç seçenek vardı. Donghae denen çocuğun abisi toplantıya
gelmişti. Baekhee Hanna’nın da bir abisi olduğunu biliyordu; ama aynı çocuğun
iki kardeşi birden toplantıya gelmezdi. Baekhyun, Sekyung ve Rian da üçüz
olduğundan eleniyorlardı; yani bu durumda Hanna’nın kardeşi ya tuvalete gitmek
için tam da şu anı bulmuştu, ya da bu bahsi geçen kardeş mecburen Sehun oluyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder