-12-
“Ne hayırdır?” dedi Hanna, normalden daha tiz bir sesle. Ses
tonunu hiçbir şey anlamamış gibi tutmaya çalışsa da bu konuda o kadar
başarısızdı ki bir aptal bile rol yaptığını anlardı.
“Yeme beni Nana, neyi sakladığını sanıyorsun sen?” diye
eğlenerek cıvıldadı Baekhee.
“Ya… yani şimdi telefonda konuşulacak şey mi bu?” diye
mızıldandı Hanna.
“Hemen atlar gelirim, istersen.” Dedi Baekhee, saniye
sektirmeden. Hanna’nın oyununun bozulmasını beklemediği barizdi, kız sıkıntıyla
ofladı.
“Çok gıcıksın!” dedi, mızmız çocuklar gibi.
“Sen de çok utangaçsın. Saklayacak neyin var ki? Hadi anlat,
hadi!” dedi Baekhee, oturduğu yerde şımarık bir biçimde yaylanarak. Hanna iç
geçirdi.
“Yani… anladığın gibi işte.” Dedi Hanna sessizce. Baekhee
tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki aklına çılgın bir fikir gelince kaşları
şüpheyle çatıldı.
“O anladığım şeyi soracağım sana tekrar; ama bu arada, o
Heechul dediğin kişi şu anda yanında mı?” dedi kız, normal bir şey soruyormuş
gibi.
“Hmm, seninle konuşmamın bitmesini bekliyor.” Dedi kız,
“Neden ki?”
“Hiç, hala odanda mı merak ettim; malum yavru köpek
sadakatiyle seni odanda bekliyormuş ya… sapıklık yapmadığına emin misin sen
onun ya?” dedi Baekhee çok normal bir sesle; ama bir yandan dudağını ısırmıştı.
Himchan’a şu anda gerçekten, bütün içtenliğiyle acıyordu.
“Öf, saçmalama Baek! Onu anca sen yaparsın!” dedi Hanna
gülerek. Baekhee de elinde olmadan gülmeye başladı.
“Neyse, madem öyle beyimizi fazla bekletmeyelim-”
“O beklemeye alışkın ya, bir şey olmaz.” Diyerek Baekhee’nin
sözünü kesti Hanna. Baekhee bir anda Heechul’a da acıdığını hissetti.
“Ne kadar ayıp… ben kapatayım, sen de misafirinle ilgilen,
Nana. Şimdi bana annelik yaptırma, hayatım.” Dedi Baekhee, bir annenin çocuğunu
uyarırken kullanacağı tonlamayla. Hanna’nın gözlerini devirdiğini görür
gibiydi.
“Tamam aşkım,
yarın görüşürüz o zaman.” Dedi kız.
“Görüşürüz, bebeğim.” Dedi Baekhee, yüksek sesli bir öpücük
attı ve telefonu kapattı. Ardından telefonu odasındaki armutun üzerine
fırlattı, yatağında yüzüstü döndü ve kollarını uzatıp, çenesini de yastığına
dayayıp bacaklarını sallamaya başladı.
Yüz yüze görüşmeden kesin bir şey söyleyemezdi; ama içinden
bir ses gerçekten bu Heechul olayının Hanna’nın göstermek istediğinden çok daha
fazlası olduğunu söylüyordu. Bir kere, çok yakın bir arkadaşından da öte
kardeşi gibi bile olsa, hiçbir erkek kendinden dört yaş küçük bir kızın
banyodan çıkmasını odasında beklemezdi, hele de evde arkadaş olduğu bir abi
varken. Hadi bekledi; hiçbir yakın arkadaş, ne kadar yakın olurlarsa olsunlar,
Hanna gibi telefonunu donu sutyeni gibi özelinden sayan bir kızın telefonunu
izinsiz açamaz, hadi açsa izinsiz arama yapamazdı. Hadi diyelim yaptı, Hanna
bunu asla bu kadar sakin karşılamazdı. Varsayalım ki Hanna Baekhee’yi aramadan
önce Heechul’u bu konuda iyi bir fırçaya çekmiş olsun, yine de bu Heechul’un
sadece yakın bir arkadaş veya kardeşten fazlası olduğu tezini çürütmüyordu.
Hanna’yla Himchan’ın son zamanlarda yakınlaştığı inkar
edilemez bir gerçekti. Baekhee’nin bilmek için Himchan’a sormasına da,
Hanna’dan laf almasına gerek yoktu. Eğer bu kadar yakın arkadaşlarsa Heechul’un
bunu bilmesinde de bir sakınca olmamalıydı. O zaman Hanna neden normalde asla yapmayacağı
bir biçimde “telefonda konuşulmaz bu, seni gıcık, anladığın gibi” bahanesinin
arkasına sığınarak yuvarlak cevaplar verme gereksinimi duymuştu? Eğer
Himchan’la arasında olası bir ilişki bile varsa bunu en yakın arkadaşına
anlatabilmeli, ondan fikir alabilmeliydi. Kısa kesmeye çalışıyormuş gibi de
durmadığından Baekhee aklındaki şüphelerden bir türlü kurtulamıyordu.
Sırt üstü dönüp komodininin üzerinden küçük, kendinden iki
kat uzun siyah kulakları kafasının iki yanında sallanan beyaz tavşanı aldı.
Tavşanın pembe, plastik burnuna dokundu ve sırıttı.
“Sence de öyle değil mi, Mei-chan? Çünkü bence kesinlikle
bir şeyler dönüyor.” Dedi tavşanına. Tavşan parlak mavi gözleriyle tepkisizce
bakmaya devam etti. Baekhee parmaklarıyla tavşanın uzun kulaklarından birini
öbür yanına savurdu. “Tabii ki sen de öyle düşünüyorsun, değil mi?”
Tavşanın ona cansız gözlerle bakmaya devam ettiği birkaç
sessiz, tuhaf saniyeden sonra Baekhee tavşanı yerine bırakıp kulaklarını
düzeltti ve yatağından kalktı. Odasının ışıklarını söndürdü, çalışma masasına
iki tane mum yaktı ve açık yeşil bir kağıt alıp kocaman bir kartal tüyünü sap
olarak kullandığı divit kalemini (kartal tüyünü Çin’deki hayvanat bahçesinden
bulmuştu) çıkardı. İçinde hala mürekkep olan şeffaf hokkasının kapağını açtı,
kalemin ucuna hohladı ve mürekkebe batırıp yazmaya başladı. Baekhee için
Çin’deki mektup arkadaşı Xiaomei’ye yazmak, günlük tutmak gibi bir şeydi; tek
farkı bu günlüğün cevap vermek gibi bir kapasitesinin olmasıydı. Kore’ye
geldiğinden beri Mei-chan’a yazmadığını az önce fark etmişti ve durumu
düzeltmek için bir saniye bile düşünmedi.
Yazmayı bitirdiğinde saat gece bir olmuştu bile. Baekhee
yazacak bu kadar çok şeyi olduğunu bilmiyordu; ama yazdıkça aklında bazı şeyler
netleştiği için öylece bırakamıyordu da. Kağıt yığınını katlayıp büyük boy bir
zarfa koyarken (sayfalar karışmasın diye numaralandırmak zorunda kalmıştı) bir
yandan hafiflemiş hissediyordu, diğer yandan kendine küfrediyordu. Sabah
uyanamazsa bu tamamen geç yattığı için olacaktı.
Nitekim öyle de oldu. Sabah yine geç kalktı, yine kahvaltı
yapmadan beş dakikada evden fırlayıp okula kadar bisiklet yarışındaymış gibi
sürmesi gerekti. Neyse ki bu sabah önüne çıkıp neredeyse bir kazada can
vermesine sebep olacak arabalar olmadı. Sınıfa geldiğinde yine hocanın kapıdan
girmek üzere olduğunu görüp son anda içeri sıvıştı. Bu sefer ders biyolojiydi,
eğer geç kalsa hoca onunla o kadar çok uğraşırdı ki Baekhee aslında geç
kalmaktan çok dayanamayıp ters bir cevap vermek suretiyle disiplinlik olmaktan
korkuyordu.
Ders boyunca Hanna’ya ne zaman baksa kız not tutmasa bile
hocayı müthiş bir konsantrasyonla dinliyormuş gibi tahtaya odaklanmış bir halde
oluyordu, bir biyoloji dersinde bu kızı bu şekilde görmek neredeyse imkansızdı.
Ders bitip mola başladığında Baekhee kıza kaçması için fırsat vermeden
bileğinden yakaladı ve peşinden sürükleyerek sınıftan çıkardı; rahat rahat
konuşabilecekleri boş bir alana varıncaya kadar da durmadı.
“Dağ başı mı burası?!” diye söyleniyordu Hanna, Baekhee
bileğini bırakırken.
“Teknik olarak hayır; ama sence bana söker mi?” diyerek tek
kaşını kaldırdı Baekhee. Hanna oflayarak gözlerini devirdi.
“Dün telefonda konuşulmaz bunlar diye zırvalıyordun; anlat
bakalım.” Dedi Baekhee, hiç konuyu saptırmadan. Hanna dudaklarını birbirine
bastırdı.
“Şimdi de okulda…” diye mırıldanıyordu ki Baekhee sözünü
kesti.
“Bunu anlatmak bu kadar zor bir şey mi? Arkadaşız,
sanıyordum!” dedi, isyanla. Duygu sömürüsünün işe yaradığını Hanna’nın yüzünde
anında gördü.
“Bununla ilgisi yok, ben de ne olduğunu bilmiyorum ki!
Bilmediğim bir şeyi sana nasıl anlatayım?” dedi Hanna, neredeyse çaresizce
kollarını sallayarak.
“Nasıl yani, bilmiyorum? Arkadaş mısınız, daha fazlası mı;
sorum buydu sadece.” Dedi Baekhee şaşkınlıkla. Hanna ofladı.
“Benim için bu kadar kolay değil… bak bu gerçekten on
dakikada anlatılacak bir şey değil.” Dedi Hanna. Pes etmiş gibiydi; ama yine de
anlatmayı reddediyordu. Baekhee daha fazla beklemek istemediğine karar verdi.
“Özetlemeyi dene. Hem böylece belki senin de kafanda bir
şeyler oturur.” Dedi kız, nazikçe. Hanna yakındaki bir bankın üstüne oturunca
Baekhee de çabucak yanına geçti.
“Şöyle ki, aslında durum karmaşık olduğu kadar basit.” Dedi
Hanna.
“Hep öyledir.” Diyerek başıyla onayladı Baekhee.
“Ben bile Himchan’ın bana karşı boş olmadığını
anlayabiliyorsam sen çakal kesin daha önceden anlamışsındır, diye düşünüyorum.”
Diye devam etti Hanna. Baekhee yine başıyla onayladı. “Hani ben de ne
hissettiğimi biraz anlayabilsem sorun olmayacak, aslında. Biliyorsun, ben daha
önce hiç kimseyle çıkmadım-”
“NE?!” diye ufak bir çığlık attı Baekhee, Hanna’nın
irkilmesine neden olarak. “Bunu bana daha önce hiç söylememiştin ve bu
gerçekten… böyle bir şey nasıl oldu? Senin gibi bir kız…”
“Ne var ki bunda bu kadar şaşıracak?” dedi Hanna, içten bir
şaşkınlıkla.
“Yani…” diye başladı Baekhee; ama bunun bir tartışmaya
dönüşüp uzayacağını fark ettiğinde açıklamaktan vazgeçti. “Neyse, sen devam et
anlatmaya.”
“Dediğim gibi, ben daha önce hiç kimseyle çıkmadım,
dolayısıyla bu konuda çok tecrübesiz sayılırım. Himchan’ın bana böyle ilgi
göstermesinden oldukça hoşlanıyorum, çok eğlenceli biriymiş, hiç düşündüğüm
gibi biri değilmiş. Aslında birlikte olduğumuz zamanlarda çok eğlendiğimi
söyleyebilirim. Beni güldürmeyi her seferinde bir şekilde başarıyor ve…
bilemiyorum, onun yakınımda olması hoşuma gidiyor.” Dedi Hanna.
“Yani sen de ondan hoşlanıyorsun.” Diye toparladı Baekhee.
“Ondan emin değilim, işte.” dedi Hanna. Baekhee iç geçirdi.
“Nasıl oluyor o iş?” diye sordu, anlamaya çalışarak. Hanna
kucağında birleştirdiği ellerine baktı.
“Şimdi tamam, böyle anlatınca kulağa ondan hoşlanıyormuşum
gibi geliyor; ama yani… daha geçen haftaya kadar ben bu çocuktan nefret
ediyordum. Duygularım bu kadar çabuk değişebilir mi? Ya da mesela gerçekten
hoşlanmak bu demek mi, çünkü ben bu anlattıklarımı senin için de Heechul için
de hissediyorum, mesela.” Dedi Hanna. Baekhee kıkırdadı.
“Yani demek ki üçümüzden birden hoşlanıyorsun.” Dedi, biraz
dalga geçerek.
“Ciddi bir şey konuşuyorum burada!” diye parlayarak
Baekhee’nin omzuna birkaç defa vurdu Hanna. Baekhee kıkırdayarak biraz geri
çekildi, sonra yeniden ciddileşti.
“Daha önce kimseden hoşlanmadıysan bunun nasıl bir duygu
olduğunu nereden bilebilirsin ki?” diye sordu kız, gülümseyerek. Hanna dudağını
ısırdı. Baekhee devam etti. “Eğer onunla olmaktan hoşlanıyorsan, seninle bu
şekilde ilgilenmesinden hoşlanıyorsan denemekten ne zarar gelir ki?”
“Peki ondan gerçekten hoşlanmıyorsam?” dedi Hanna, sıkkınca.
Baekhee gülümseyerek arkadaşının ellerine uzandı, sıkıca kavradı.
“Şöyle yapalım. Onun yakınında olmasından hoşlanıyor musun?”
diye sordu Baekhee. Hanna başıyla onayladı. “Peki, bir hafta içinde onunla
yeterince yakınlaştığınızı söyleyebilirim. Sana dokunmasından hoşlanıyor musun;
mesela saçlarına dokunduğunda, ya da eline, yüzüne dokunduğunda…”
“Aslında…” diye mırıldandı Hanna, yanakları pembeleşmeye
başlamıştı. Baekhee kendi kendine gülümsedi.
“Evet, aslında?” dedi, cesaretlendirmek için.
“Yani aslında, evet, hoşuma gidiyor. Böyle şeyler yaptığı
zaman, evet, yani.” Dedi Hanna, yüzüne düşen bir tutam saçı kulağının arkasına
atarak. Himchan’ın ona neden bu kadar aşık olduğunu anlamak hiç zor değildi.
“Şu haline bak.” Diye kıkırdadı Baekhee. “Sen de ondan
hoşlanıyorsun, tabii ki hoşlanıyorsun!”
“Tamam, diyelim hoşlanıyorum.” Dedi Hanna, doğrularak, “O
zaman ne olacak? Gidip hadi Himchan çıkalım, diyemem herhalde.”
“Şöyle-” diyordu ki Baekhee zil çaldı. İki kız da başlarını
kaldırıp okul binasına huysuzca baktılar, sonra yeniden birbirlerine döndüler.
Baekhee birden sırıttı. “Orasını bana bırak, o zaman.”
“Nasıl yani?” dedi Hanna, ayağa kalkıp okula yürümeye
başlayan arkadaşının peşine takılırken.
“Yani, sona kalan çürük yumurta!” diye cıvıldayıp
kıkırdayarak küçük bir koşu tutturdu Baekhee. Hanna bir an kalakaldı,
arkasından pek de inandırıcı olmayan bir sinirle arkadaşına durması için
bağırarak ve ne kadar gıcık olduğuna dair yaratıcı sözler yağdırarak peşinden
koşmaya başladı.
Baekhee sınıfa girdiğinde yüzündeki ifadeyi gören Yongguk’un
kaşları sorarcasına havalandı. Baekhee göz kırpıp omuz silkmekle yetindi, zaten
hoca da Baekhee’yle Hanna’dan hemen sonra gelmişti. Dersten sonra Baekhee
aslında hemen bir bahaneyle Himchan’ın yanına kaçıp onunla konuşmak isterdi;
ama bu fazlasıyla bariz olurdu. Bunun yerine onun yanlarına gelmesini bekledi,
teneffüste muhabbet ederlerken eğlencesine gencin kravatını çalıp bandana gibi
başına bağlayarak biraz şebeklik yaptı. Ders zili çaldığında Himchan ona döndü;
ama Baekhee genç hiçbir şey yapamadan başını hızlıca iki yana sallayınca
Himchan sanki öylesine üçüne de göz atıyormuş gibi yaparak sırıttı ve her
zamanki gibi sallanarak sınıftan çıktı. Bir saniye sonra Baekhee elini başına
atıp şaşkınca, sanki yeni fark etmiş gibi, kravatı başından çıkardı.
“Himchan’ın dersi neydi?” diye sordu Yongguk’a dönüp.
“Biyoloji… olmalı.” Dedi genç. Hanna ve Yongguk’un yüzleri
gerilirken Baekhee bu sefer ayağa kalktı.
“Peki bizim ders neydi, Çince mi?” dedi çabucak. Yongguk ve
Hanna başlarıyla onaylayınca da çabucak koşarak sınıftan çıktı. Himchan’ın
sınıfına döndüğünü varsayıyordu, bu yüzden o tarafa doğru bir koşu koparmaya
başladı; ama daha üçüncü adımda biri kolundan yakalayarak onu sanki uçan bir
tüy topağıymış gibi kolayca durdurdu.
“Ne oluyor, Baek?” diye fısıldadı Himchan’ın sesi tam tepesinden,
Baekhee dengesini toparlamaya çalışırken; “Ders Ejderha Kim’in; kravatımı
çalmak için iyi bir nedenin ols-”
“İtiraf et!” dedi Baekhee fısıltıdan biraz daha yüksek bir
sesle, gencin gözlerine bakabildiği ilk anda sözünü keserek. Himchan kafası karışmış
gibi kaşlarını çattı.
“Neyi?” dedi saf saf. Baekhee gözlerini devirdi.
“Hanna’ya! Bu akşam, giderken itiraf et.” Dedi kız, sesini
biraz daha kısarak. Himchan’ın gözleri bir an kısıldı, ardından fal taşı gibi
açıldı.
“Sen ciddi misin?!” diye fısıldadı Himchan, şok içinde.
Baekhee hızla başını salladı ve elindeki kravatı gencin göğsüne bastırarak
biraz daha yaklaştı.
“Çok ciddiyim. Fazla vaktim yok, seni reddetmeyecek, garanti
veriyorum. Daha iyi bir şans bulamazsın, itiraf et.” Diye fısıldadı Baekhee zor
duyulan bir sesle ve genç elini kravatı tutmak için kaldırır kaldırmaz geri
çekilerek yeniden sınıfa doğru koşmaya başladı. Eğer baksaydı, Himchan’ın
kızarmış yanaklar ve ardına kadar açık gözlerle ona neredeyse minnettar bir
biçimde bakmakta olduğunu görebilirdi; ama acelesi vardı, arkasına bir kere
bile dönmeden sınıfa kadar koştu.
Bu sefer yeterince şanslı değildi, o girdiğinde hoca sınıfa
çoktan girmişti; ama neyse ki Çince hocası hoş bir kadındı, bu konuda hiçbir
yorum yapmadı. Yerine oturduğunda Hanna ve Yongguk ona soran gözlerle baktılar.
Baekhee ikisine ayrı ayrı her şeyin yolunda olduğunu söyleyen bir işaret
yapınca ikisi de rahat bir nefes aldı.
Öğlen yemeğinde Himchan’ın arada bir durgunlaştığı Baekhee’nin
gözünden kaçmadı. Çaktırmadan Hanna’ya arada göz atıyordu ve kimsenin onunla
ilgilenmediğini düşündüğü zamanlarda Baekhee gencin düşünceli bir biçimde
dudağını ısırdığını yakalıyordu. Bugün utanmayıp itiraf edebilmesini umuyordu;
utanıp da kekelerse, donup kalırsa gerçekten Baekhee’nin yaptığı her şey boşa
giderdi. Artık aralarına girip “hadi öpüşün!” diye kafalarını birbirine
tokuşturacak hali yoktu ya!
Akşam okul çıkışında Himchan yine biraz durgundu; ama
bisikletlerini alıp ön kapıya gittikleri anda saniye sektirmeden yine Hanna’yı
bırakmayı teklif etti. Kız Himchan’ın arkasına oturup sorgusuzca kollarını
gencin beline dolarken Baekhee’nin yüzünde silemediği, yavru bir kedinin ilk
adımlarını atma çabasını gördüğünde oluşan tarzda bir gülümseme oluştu. İkisinden
ayrılıp birlikte pedal çevirmeye başladıkları zaman Yongguk iç geçirdi.
“Yine bir işler çevirdin, değil mi?” dedi genç, neredeyse
bıkkınlıkla. Baekhee kıkırdadı.
“Hiçbir şey yapmadım, tabii ki.” Dedi, keyifle sürerken.
“Evet, tabii. Yarın okula el ele gelirlerse de, Himchan Hanna’yı
sınıfa kadar bırakırsa da şaşırmayacağım. Hile yaptın.” Dedi Yongguk.
“Hiç de bile.” Diye sırıttı Baekhee. Dönüp somurtan
arkadaşına bir göz attı.
“Hiç mi hiç?” dedi Yongguk sorgularcasına, tek kaşını
kaldırarak.
“Yani… belki, birazcık; ama hile yapmasam da en fazla iki
günü vardı!” dedi Baekhee, sonra alt dudağını sarkıttı. Yongguk iç geçirdi.
“Yine de hile yaptın, senin zaferin değil. Kaybetmiş sayılmam.”
Dedi genç inatla. Baekhee gözlerini devirdi ve gidonu bırakıp kollarını
kavuşturdu.
“Daha ne olacağını görmedik bile! Tamam, eğer yarın çıkmaya
başlamış olurlarsa ben de sana bir dilek hakkı vereceğim, ikimizin de birer
hakkı olacak. Nasıl, hoşuna gitti mi?” diyerek göz ucuyla Yongguk’a baktı Baekhee.
“Hmm… evet, sanırım bunu kabul edebilirim, şimdi bir yere
toslamadan şu gidonu tutar mısın?” dedi genç, umursamazca. Baekhee sırıtıp
ağırlığını bir yandan diğerine vererek bisikletin dönmesini sağladı ve ellerini
uçak gibi iki yana açtı.
“Titanic gibi toslayıp batacağım!” diyerek güldü kız. Bir an
sonra Yongguk bisikletini kızın yanına sürmüş, iki bisikletin gidonunu birden
tutuyordu.
“Başlatma Titanic’inden! O buzdağını münasip bir tarafına
monte ederim senin, tut şu gidonu!” diye parladı Yongguk. Baekhee gencin
herhangi bir şeye kızdığını ilk defa görüyordu; ama derinden gelen bas sesiyle
hırlayıp çekik gözlerini sert bir bakışla üzerine diktiği zaman çocuk gerçekten
korkutucu olabiliyordu, anlaşılan.
“Aa, ne kadar ayıp! Hiç öyle denir mi?” diye yalandan
ayıpladı Baekhee; ama uslu bir kız olup arkadaşına sözünü ikiletmeden gidonu
kavrayıvermişti, nedense.
“Cici kız.” Dedi Yongguk ve Baekhee’nin kavradığından emin
olduğu anda gidonu bırakarak sürmeye devam etti. Baekhee rahatlayarak nefesini
verene kadar tutmakta olduğunu fark etmemişti.
Yongguk’tan ayrılıp eve vardığında yaptığı ilk iş telefonunu
şarja takmak oldu. O eve çabuk varmıştı; ama Hanna’nın o kadar çabuk
varacağından şüpheliydi ve kesinlikle biliyordu ki kız eve girer girmez ilk iş
onu arayacaktı. Bunu kaçıramazdı. Annesi akşam yemeği için çağırdığında şimdilik
aç olmadığını ve sonra yiyeceğini söyleyerek odasında kaldı. Bir süre odasında
boş boş dolandı, sonra bir işe yaramaya karar verip odasını toplamaya başladı. Koltuğunun
üzerine üst üste atılmış kıyafetleri katlayarak yerlerine koyarken gözüne
çarpan füme mont yine içinde tuhaf bir his uyandırınca çabucak gözlerini
kaçırdı ve odasını toparlamaya o tarafa bakmamaya özen göstererek devam etti. On
dakika sonra, Baekhee işini bitirmek üzereyken telefonu dünyayı sarsan
titreşimine başladı. Hızla gidip telefonu şarjdan çekti Baekhee. Arayan, tahmin
ettiği üzere, Hanna’ydı.
“Sen tam bir manyaksın!” dedi Hanna Baekhee telefonu açar
açmaz, daha kız tek kelime edemeden.
“O neden öyle?” dedi Baekhee, gülmemek için kendini zor
tutarak.
“Sen biliyorsun nedenini! Sen ayarladın bunu, değil mi? Ne ara
yaptın? Sen gerçekten- sen var ya- seni- OF Baek, gerçekten normal değilsin
sen!” dedi Hanna. Baekhee kızın tam şu anda odasında tepinmekte olduğunu hayal
edebiliyordu.
“Sen de beni bu yüzden sevmiyor musun zaten?” dedi Baekhee en
cilveli sesiyle, kıkırdayarak.
“Orasını karıştırma. Bu sabah o işi bana bırak, derken bunu
mu kastediyordun?” dedi Hanna. Baekhee başıyla onayladı, sonra kızın bunu göremeyeceğini
hatırladı.
“Aynen öyle, prenses. Şimdi anlat bakalım.” Dedi Baekhee, kendini
keyifle yatağına bırakıp bağdaş kurarak. Hanna iç geçirdi.
“Senden nefret ediyorum.” Dedi kız.
“Ben de seni seviyorum, aşkım.” Dedi Baekhee, pişkince. Hanna
iç geçirdi.
“Yine beni eve bırakacağını sandım, sen de gördün zaten; ama
ayrıldıktan sonra yol üzerinde boş bir çocuk parkına girip orada durdu. Üstelik
inmemi söyledi. Ne olduğunu anlayamadım bile! Ama ben indikten sonra o da inip
bisikleti bıraktı, sonra…” Hanna duraksadı.
“Sonra?” diye heyecanla sordu Baekhee, dizi izler gibi.
“Sonra bana döndü ve… ve yanıma geldi…” Hanna’nın sesi utanıyormuş
gibi kısılmıştı. Şu anda kesinlikle bütün yüzü çilek rengine dönmüş olmalıydı.
“Yoksa-” dedi ve hızla bir nefes çekti Baekhee.
“Yok, daha değil! Yani o sonra…” dedi Hanna, Baekhee’nin
neyi kastettiğini anlayarak. Baekhee elinde olmadan küçük bir kız gibi
kıkırdadı.
“Peki o zaman ne oldu?” diye sordu yine heyecanla. Hanna derin
bir nefes aldı.
“İşte yanıma gelip ellerimi tuttu… sonra beni sevdiğini ve
bunu artık saklamak istemediğini söyledi… sadece arkadaşın değil, sevgilin
olmak istiyorum, dedi. Ben… yani, nasıl hayır diyebilirdim ki?” dedi Hanna,
neredeyse sesi titriyordu. Şu anda yanında olsa Baekhee onun yanaklarını sıkar,
sonra bağrına basardı.
“Ay çok tatlı!” diye viyaklayıp yatağında tepinerek içindeki
Hanna’yı mıncıklama isteğini biraz da olsa bastırmaya çalıştı.
“Yaa? Sonra da ben kekelemeye başladım, sonra o benim nasıl
hissettiğimi sordu. Yani, biraz saçmalamış olabilirim; ama ben de ondan
hoşlandığımı söyleyince kız arkadaşım olur musun diye sordu. Ben de evet
deyince… işte o da… işte…” sonunda Hanna’nın sesi yine iyice zayıflayarak
söndü. Baekhee küçük bir çığlık attı.
“Of, muhteşem!” dedi, ayağa kalkıp tepinmeye devam ederek. Sonra
kendi kendine bir melodi mırıldanarak bir zafer dansı yapmaya başladı. Hanna hattın
öbür ucundan güldü.
“Yani, öyle oldu işte. Sonra da beni eve bıraktı. Çok uzun
sürmedi tabi; bırakırken dedi ki yarın sabah beni almaya da gelirmiş, artık
abimin zahmet etmesine gerek yokmuş.” Dedi kız. Onun da sesi oldukça heyecanlı
ve mutlu geliyordu.
“Yani bundan sonra beraber gidip geleceksiniz, bisikletle… aman
tanrım, çok romantik!” diye bir daha viyakladı Baekhee.
“Of, kafanı koparacağım, Baek!” dedi Hanna; ama o da
kıkırdıyordu.
“Neden ki? Bak ne güzel olmuş, işte!” dedi Baekhee, pişmiş
kelle gibi sırıtarak.
“Hep sen başlattın bunu, pislik!” dedi Hanna.
“Şikayet ettiğini duyamıyorum…” dedi Baekhee, şarkı söyler
gibi. “Hem ne var, yani? Fena mı oldu? Muhteşem bir çift oldunuz, bence!”
“Sen ayarladın her şeyi; bildiğin çöpçatanlık yaptın, değil
mi? Ya sen nasıl saman altından su yürüten, nasıl sinsi, nasıl çakal bir
insansın? Koynumda yılan beslemişim, resmen!” dedi Hanna.
“Bu kadar sinir olduysan reddetseydin madem Himchan’ı; niye
bana çatıyorsun?” dedi Baekhee, yapmacık bir sinirle.
“Yani şey, şimdi… orası başka hani… öyle bir şey değil o…
yani bilirsin, olmaz…” diye gevelemeye başladı Hanna anında. Baekhee bir
kahkaha patlattı.
“Sen de çok farklısın değil mi, haspam? İstemem, yan cebime
koy!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder