2 Mart 2015 Pazartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 5

-5-

Okulda ilk haftası, ilk günü tadında geçti. Hanna’yla okulu dolaşıyor, beyin yakan dedikodular öğreniyor, not tutuyor ve Korecesini geliştiriyordu. Bir haftada Çince aksanının ne kadar azaldığına sınıfındaki herkes gibi o da şaşırıyordu.

Evet, sınıfındaki herkes onu gayet iyi biliyordu artık. Yeni öğrenci ve ilgi çekici olması bir yana G.Dragon adını kullandığını öğrendiği Kwon Jiyong’la ilk gün yaşadığı sürtüşmesi herkesin ilgisini çekmişti. Üstelik bu sürtüşmenin üzerine Jiyong’dan ağır bir tepki, bir intikam bekleyen herkes de hayal kırıklığına uğrayınca insanlar Baekhee’yi oldukça cazip bir arkadaş olarak görür olmuştu. Tabii ki Baekhee popülerlikle gerçek arkadaşları ayıracak kadar zeki bir kızdı. Herkesle konuşmasına rağmen bu akıma kapılıp Hanna’dan bir an bile uzaklaşmadı.

Hafta sonu geldiğinde babası hala hiçbir olay olmadığı için şaşkınlığını ve mutluluğunu düşünmeden dile getirdi. Baekhee içinden gözlerini devirse de dışından hafifçe gülümseyip köftelerini çatallamakla yetindi. Haerin’in pek iştahı yok gibiydi, patatesleriyle ketçapına bile dokunmamıştı. Annesiyle babası neşeli bir sohbete dalarken Baekhee gözlerini kısıp kardeşini izledi. Kızın bu kadar sessiz durması alışıldık bir şey değildi. Onun bildiği Haerin, çokbilmiş, gürültücü, haylaz ve sinir bozucu bir yumurcaktı, bu sessiz, çekingen küçük kız değil.


Yemekten sonra kapı çaldığında Haerin bunun arkadaşları olması gerektiğini söyleyerek kalktı ve annesinden oyun oynamak için izin isteyerek çıktı. Baekhee kapıdan bir süre şüpheyle baktı, sonra o da annesine döndü.

“Anne, ben de çıkabilir miyim?”

“Sen nereye gideceksin?” dedi kadın, şüpheyle. Baekhee ofladı.

“Seks kulüplerine gidip ot çekmeyeceğim anne, rahat olur musun? Sadece ben de arkadaşımla buluşacağım! Neden bana bebek gibi davranmak zorundasın ki?!” diye isyan etti Baekhee. Annesi ağzını açtı, ama söyleyeceklerin yuttu; sonra yeniden konuştu.

“Biraz saygılı davranabilirsin, annenim ben senin. Nereye gideceğini merak etmem gayet doğal bir şey.” Dedi kadın, sükunetini korumaya çalışarak.

“Eğer nereye gideceğimi sorarken sürekli evden kaçan serseri kaltak bir kızın varmış gibi bakmazsan ben de böyle konuşmam herhalde! Sen sütten çıkmış ak kaşıksın da ben her şeyi kafamdan uydurup ona göre tepki veriyorum sanki!” diye tısladı Baekhee. Babası karşı koltuktan kaşlarını kaldırdı.

“Baekhee, lütfen.” Dedi adam, uyarırcasına. Baekhee iç geçirip bakışlarını annesinden kaçırıp yere odakladı.  Sonra ayağa kalkıp babasına baktı.

“O zaman o da bana uyuşturucu bağımlısı sorunlu evlat gibi davranmaktan vazgeçsin! Bana hiç mi güvenmiyorsunuz, gerçekten? Hani merak edersiniz anlarım; ama aptal değilim, bakışlarınızı okuyabiliyorum.” Dedi kız, sakince. Babası başıyla onayladı.

“Sen arkadaşlarınla buluşmaya git, ben annenle konuşurum… hava kararmadan da dönmüş ol, çok geç kalma.” Dedi babası. Baekhee uysalca başıyla onayladı.

“Sonra görüşürüz o zaman.” Dedi ve montuyla ayakkabılarını giydiği gibi evden çıktı. Üzerinde zaten sabah bakkala giderken giydiği kıyafetler vardı ve Baekhee yeterince iyi görünmeden evden dışarı adımını atmazdı.

Baekhee annesiyle ne kadar çok didişiyorsa babasını da o kadar dinliyordu. Ebeveyn ayırmayı o da istemezdi; ama şimdi annesiyle babasının tavırları arasında dağlar kadar fark vardı. Babası, kızının kendi başının çaresine bakabileceğinin farkındaydı ve koyduğu kurallar da, istediği veya kızdığı şeyler de mantıklıydı. Baekhee onunla bağıra çağıra kavga edemezdi, o sakin ve otoriter bir adamdı; ama bunların da üstüne mantıklıydı. Baekhee çok kızsa bile adam mantığını koruduğu ve asla bağırmadığı için sakinleşmesi en fazla iki dakika sürerdi.

Annesi ise tam bir yellozdu. Babası duysa çok ayıp olduğunu, böyle konuşmaması gerektiğini söylerdi; ama yalan değildi. Baekhee ne yaparsa yapsın kadına bir türlü yaranamıyordu. Evden çıkarken sanki Haerin’e izin verecekmiş gibi korumacı ve sanki Baekhee yanlış bir yere gidip kötü şeyler yapacakmış gibi şüpheci davranıyordu. Nereye gittiğine, ne yaptığına, hatta okulda hangi kulübe katıldığına kadar her şeyine karışıyordu. Her şeyi bilmek istiyor, hepsinin de daha iyisini o bildiği için hep nasıl yapması gerektiğini söylüyordu. Çok sinir bozucuydu.

Gerçi üç sene öncesine kadar çok daha kötüydü. Baekhee boğuluyormuş gibi hissediyordu; o kadar rezil ve yetersiz hissediyordu ki kendisinden tiksinir olmuştu. Sonra bir gün annesi ona kilo aldığını söylediğinde, babası bunun boy atmak üzere olduğu için olduğunu söylese de, aynaya her baktığında bir fil görmeye başlamıştı. Bundan sonra üç ay boyunca neredeyse hiçbir şeyi yiyememişti, yediği her lokma düşman gibiydi; ama durup durup semtin, okulun ve o an içinde bulunduğu herhangi bir binanın etrafında koşuya çıkmak onu çok rahatlatıyordu. Yirmi kilo verip Haerin’in bile onun hakkında endişelenmesine neden olan hastalıklı bir iskelete dönüştüğünde onu hastaneye götürmüşlerdi. Sonra onu bir psikolog görmüştü. Onunla yarım saat konuştuktan sonra annesiyle babasını ayrı görüşmelere çağırmıştı. Bundan daha bir hafta sonra, babası kontrolü ele alıp annesinin boğucu tavrını dizginlemeye başladığında Baekhee sonunda nefes almış ve üç aydan sonra ilk defa katı bir şey yemişti: bir kaşık fasulye.

Bunun üzerine bir sene boyunca psikologa gitmesi gerekmişti; ama oradaki zamanlarını dünyadan bir kaçış olarak görüyordu. Psikologunun önerisiyle kendisinin öğrenmemesinin günah olduğunu düşündüğü; ama annesi hiç sevmediği için asla yaklaşamadığı dövüş sanatlarına başlamış, otları her zaman etlere tercih eden annesinin hiç istemediği bir protein ağırlıklı diyet tutturmuş ve iki ay içerisinde kaybettiği bütün kiloları kas olarak geri almıştı. Her gelişmeyle birlikte annesiyle bir kavgaya tutuşmuş; ama babası tarafından bölünen kavgalar adamın Baekhee’nin annesiyle konuşacağını, onun keyfine bakmasını söylemesiyle bitmişti.

Liseye başladığında Baekhee tam bir terminatördü, hem de gizlisinden bile değil. Yeni başladığı lisede ilkokuldan tanıdığı kimse yoktu, her şey yepyeniydi ve insanların tamamı bir garipti. Baekhee, daha hiç arkadaşı olamadan koridorda zorbalık edilen bir kızı Süpermenlik yapıp kurtarınca hiç arkadaş edinmeye fırsatı olmadı. Çıkarılan dedikodular da, Baekhee’nin hırçınlığı da, ayda en az bir kere çağırılan aileler ve kaydına geçmeyen disiplin cezaları da hep insanların ona sataşması yüzündendi. Tabii ki hiç kimse Wushu tekmeleri de savurabildiği halde gerekirse kızların saçını başını yolabilen bir manyağa karşı duramazdı – burada manyak iyi anlamda kullanılıyordu.

Baekhee aslında etrafında normal insanlar olsa normal bir kız olacağını biliyordu. Sonuçta dersleri daima iyi olmuştu. Üç senedir bir kere bile önceki gibi anoreksik bir hale bürünmemişti, hatta o zaman nasıl olup da hiçbir şey yemediğini anlayamıyordu. İki senedir bir kere bile bir kavga başlatmamıştı; hep kendini savunan taraf olmuştu ama bir şekilde, güçlü olan ve kazanan hep o olduğu için ağlayan, sağı solu morarmış insanların karşısında hep suçlu durumuna düşmüştü. O sadece motorlara ve spora aşık, oldukça zeki ve belki biraz da çatlak bir ergendi, hepsi bu.

Apartmanın kapısından çıkınca etrafına baktı. Arkadaşıyla falan buluşmayacaktı, yalan söylemişti; aslında Haerin’i takip etmek istiyordu. Kızın yüzünü hiç beğenmemişti ve biliyordu ki onun kadar gururlu bir kız asla kimseden yardım istemezdi. Baekhee biliyordu; çünkü sekiz yaşındayken eve patlamış bir kaş ve kanayan bir dudakla gelene kadar okulda ona zorbalık eden birinin olduğunu öğretmeni bile bilmiyordu. Kız hep kendisi halletmeye çalışmıştı. O olaydan sonra Baekhee onu kendi okuluna aldırmıştı aldırmasına; ama bundan sonra da hiçbir şey olmadığına şüpheliydi.

Baekhee apartmanın etrafında dolaştı, sonra evin yakınında olduğunu hatırladığı basket sahasına gitti. İlk tahminde tutturmayı beklemiyordu; ama Haerin oradaydı. Onunla beraber iki erkek çocuk da vardı ve ellerinde bir topla maç yapıyorlardı. Baekhee çaktırmadan yaklaştı. Kenarda oturmuş onları izleyen Haerin’in yüzünde hiç eğleniyormuş gibi bir ifade yoktu. Baekhee kızın bundan hoşlanmayacağını adı gibi biliyordu; ama yine de sahanın tel kapısından içeri adım attı.

“Hey, ne yapıyorsunuz beyler?” dedi, sahte bir gülümsemeyle yaklaşarak. Onu fark ettiğinde Haerin ayağa fırladı. Başını hızla iki yana sallıyordu. Baekhee umursamadı.

“Görmüyor musun? Basket oynuyoruz!” dedi daha gürbüz olanı. Peruk takmış bir domuzcuğa benziyordu – bir de sarışın olsa Baekhee ona rahatlıkla Dudley diye seslenebilirdi. Arkasında topu tutmuş sessizce bakan oğlan da aksi gibi sivri bibere benziyordu. Müthiş ikili.

“Görüyorum, peki o ne yapıyor?” diye başıyla kardeşini işaret etti Baekhee. Haerin bariz bir biçimde gerilmiş ve sinirlenmişti.

“O da bizi izliyor.” Dedi domuzcuk, müthiş bir zeka patlamasıyla. Baekhee gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu.

“Neden sadece izliyor? Onun da sıkılacağını düşünmedin mi?” dedi Baekhee, tatlı tatlı.

“Heh.” Dedi domuzcuk, “Ben bu veleti benzetince dağılan ağzını toplamak için bekliyor.”

“Sen o veleti benzetecek misin?” diye kaşlarını kaldırdı Baekhee. Domuzcuk gururla sırıttı. Arkasındaki sivri biber utangaçça bakıyordu. Haerin’in gözleri yalvarır gibiydi.

“O başlattı. Maç yapmak istedi; eğer o kazanırsa onunla uğraşamazmışım; ama ben kazanırsam kum torbam olacak.” Dedi domuzcuk. Baekhee göz ucuyla Haerin’e baktı. Kız başını iki yana salladı. Baekhee kollarını kavuşturdu.

“Pekala o zaman, görelim bakalım.” Diyerek tellere, kardeşinin yanına yaslandı Baekhee. Haerin aşırı şaşırmış görünerek gözlerini kocaman açtı ve ablasına baktı. Domuzcukla sivri biber maça dönerken kız durumu anlamlandırmaya çalışır gibi gözlerini kırpıştırıyordu.
İki çocuğun maçları yarım saat kadar sürdü. Domuzcuk iri ve güçlüydü; ama fena halde hantaldı. Baekhee’ye Harry Potter’ı hatırlatan siyah dağınık saçlı çiroz çocuksa domuzcukla güç konusunda asla yarışamayacak olmasına rağmen inanılmaz çevikti. Sıkı bir karşılaşmadan sonra sivri biber, açık ara farkla kazanmıştı.

Haerin çığlık atarak arkadaşının üzerine atladı, çocuklar birbirlerine sarılıp sevinçle hoplamaya başlarken Baekhee’nin gözü gittikçe daha fazla moraran domuzcuktaydı.

“KESİN SESİNİZİ!” diye kükredi domuzcuk; tam yerinden sıçrayan iki çocuğun üzerine yürüyordu ki Baekhee dağ gibi araya girdi. Domuzcuk umursamadı. “Çekil şuradan, seni de dövmeyeyim!”

“Allah Allah, bacak kadar boyunla noona’ya ne diyorsun bakayım sen?” diye haşladı Baekhee. Domuzcuğun suratı, eğer bu hala mümkünse, daha da kızardı.

“Çekilsene be!” diyerek Baekhee’yi itmeye çalıştı domuzcuk; ama Baekhee’nin karşılık vermesiyle bir adım geri savruldu, arkasından kafasının tepesine sağlam bir karate darbesi yedi.

“Düzgün konuş!” diye parladı Baekhee. Domuzcuk hem sinirli, hem de kafası karışmış görünüyordu; gözlerinin dolduğunu saklamaya çalışarak kafasını ovuyordu. Baekhee sinirinin yüzünde görünmesine izin verdi. “Ne yapacakmışsın çekilirsem? Kardeşimi mi dövecekmişsin?”

“Kardeşin demek! Aynı sana çekmiş, o da çok çirkin ve pislik!” dedi domuzcuk.

“Bana desen bir şey değil de Haerin’e bir daha öyle bir şey dediğini duymayayım, peruklu pastırma.” Diye tısladı Baekhee, gözlerini kısarak. “Annene mi babana mı söylersin bilmem, ama seni doğduğuna pişman ederim.”

“A-abime söylerim!” dedi domuzcuk korkuyla. Baekhee kollarını kavuşturdu.

“O daha iyiymiş! Kardeşinin sözünü tutacak kadar bile erkek olmadığını, kendinden zayıflara saldırıp kendi boyundakilerden kaçan aptal bir ödlek şişko olduğunu söylediğimde ne diyecek acaba? Sen kime ne kanıtlıyorsun, ufaklık? Annen sana hiç mi terbiye öğretmedi?” dedi Baekhee, sonra sertçe domuzcuğa doğru bir adım atarak çocuğun irkilip geri kaçmasına neden oldu.

“Ödlek!” diye bağırdı arkasından Haerin. Domuzcuk sinirden şişmiş gibi duruyordu.

“Sensin ödlek! Ablan gitsin gösteririm ben sana!” diye bağırdı domuzcuk.

“Eğer kardeşimin ya da arkadaşının kılına dokunursan seni pestile çeviririm çocuk!” diye gürledi Baekhee. Domuzcuğun bir an önce mosmor olan suratı yeşermeye başladı. Baekhee bazen ne kadar korkunç olabildiğini unutuyordu… şey, ama bu özellik işe yarıyordu. Çocuğun gözleri daha da dolmuştu dolmasına; ama Baekhee susmadı. “Boyuna da güvenme abine de, seni parçalarım, duydun mu beni?! Erkek misin lan sen?! Erkek adam kendinden güçsüzlere saldırır mı?! Annen sana hiç mi zayıfları korumayı öğretmedi, lanet yumurcak?! Bana bak, bir daha böyle yaptığını duyarsam burnundan getiririm senin, yıkıl lan karşımdan!”

Baekhee lafını bitirdiğinde hızla çocuğun üstüne yürüyerek çocuğun kuyruğunu kıstırıp arkasına bile bakmadan kaçmasına neden oldu. Eh, bu şımarık veletin bundan sonra ne yapacağı onu ilgilendirmiyordu; bunu onu bu kadar şımartan annesi düşünebilirdi. Baekhee’nin ilgilendiği tek şey kardeşinin iyi olmasıydı. Arkasını dönüp ona kocaman gözlerle bakmakta olan iki çocuğa döndü.

“O-onun annesi babasından boşandı, iki ay önce…” dedi sivri biber çekingence. Baekhee içinde bir vicdan azabının yeşerdiğini hissetti; ama omuz silkti.

“Söylenen söz geri alınmaz, en azından size zarar vermez artık.” Dedi, iki çocuğun önünde oturup bağdaş kurdu. “Oturun bakalım şöyle.”

Haerin ve arkadaşı uysalca oturdular. Haerin’in ne diyeceğini bilemez gibi bir hali vardı.

“Bana neden söylemedin?” diye sordu Baekhee kardeşine. Haerin bakışlarını kaçırdı. “Biliyorum anneme söylemek işine gelmiyor; ama geçen seferki gibi olmasını beklemeden bana söyleyeceğine söz verdin, sanıyordum.”

“Söyleyecektim…” dedi Haerin, “Yani, bu sefer kendim halledebilirim diye düşündüm! Baekhyun baskette Wooyun’u yener, eğer iddiaya girerler ve Baekhyun kazanırsa o da bizi bir daha rahatsız etmez dedim!”

“Hm, mantıklı bir düşünce; ama ne yaptığını gördün.” Dedi Baekhee, kollarını kavuşturarak. Haerin yere bakınca Baekhyun beklenmedik bir biçimde elini kızın omzuna koyarak destek oldu. Baekhee nedense bu görüntüden hoşlanmıştı; biri ona arkadaşlığın resmini çek dese bu anı çekebilirdi.

“Bir şey olmazdı; ben onu oyalardım, Haerin kaçardı.” Dedi Baekhyun. Baekhee hayranlıkla çocuğa baktı ve gülümsedi.

“Göründüğünden daha cesursun, ufaklık.” Dedi ve çocuğun dağınık siyah saçlarını karıştırdı. “Ama yine de bana söylemeliydi. Böyle zorbalar olunca abinize, ablanıza veya annenize, gerekirse öğretmene söylemeniz gerek.”

“Onlar çok meşguller.” Diye omuz silkti Baekhyun, “Onları endişelendirmek istemedim. Benim kardeşlerimi korumam gerek. Hem Wooyun da hep böyle değildi. Annesi gidince böyle yaramaz oldu. Bence geçer.”

“Onun da birisiyle konuşması lazım o zaman, kötü bir zaman geçiriyormuş madem.” Dedi Baekhee, başını hafifçe sallayarak. “Eğer isterse onunla arkadaş olursunuz; ama yine de size zarar verecek olursa bana söyleyin. Biraz hırpalarım, kendine gelir.”

Baekhyun ve Haerin göz ucuyla birbirlerine bakınca Baekhee pes ederek gözlerini devirdi.

“Peki, çok hırpalamam! Sadece gerekirse, gerektiği kadar hırpalarım. Yoksa ona sadece kızarım. Tamam mı, şimdi anlaştık mı?” dedi kız. Çocuklar yine bakışıp bu anlaşmadan daha memnun bir biçimde başlarıyla onayladılar. Baekhee sırıttı.

“Hadi şimdi ne haliniz varsa görün! Haerin, sen de eve geç kalma vallahi annemin garezinden kurtarmam.”

Baekhee çocukların yanından ayrılırken ikisi onun gidişini umursamayarak bir oyuna dalmışlardı bile. Baekhee ne oynadıklarını tahmin edemiyordu; ama Haerin’in fazlasıyla enerjik ve neşeli kişiliğini düşününce bir çeşit kovalamaca olabileceğine inandı. Kendinden memnun bir biçimde basket sahasından uzaklaşırken farkına vardı: bütün bir gün özgürdü ve yapacak hiçbir şeyi yoktu. Etrafa baktı, sonra gözlerini mavi gökyüzüne dikti. Hanna’nın evinin nerede olduğunu bilmiyordu, ondan başka okuldan yakın arkadaşı yoktu. Jongwoon’la belki görüşebilirdi; ama onun da anlaşılan bir ödevi olduğu için bir haftadır görüşemiyorlardı.

Baekhee biraz amaçsızca gezmeye karar verip apartmana geri döndü. Anahtarlığından bisikletinin kilidini açanı buldu ve çabucak parktan çıkararak üzerine atladı. Aldığından beri bu bebekle gezme fırsatı olmamıştı; ilk defa gerçekten kullanacaktı. Parmaklarını taze gidonun üzerinde gezdirdi. Dudaklarına yerleşen aptal gülümsemeyi silmeye bile çalışmadan pedala asıldı ve sürmeye başladı.

Trek harika bir şeydi. Sert dağ yollarına uygun yapılmış bisiklet asfaltta yağ gibi akıp giderken içinde biriken fazla enerjiyi nereye atacağını bilemez gibiydi. Baekhee’nin en ufak dokunuşuna yanıt veriyordu. Nereye gittiğine dikkat etmeden sürerken Baekhee kendini büyükçe bir evin önünde, trafik ışığının yanmasını beklerken buldu. Evin boyutları, bahçesi ve bunun gibi ufak detaylar önemli olmazdı; eğer pencereden dışarıyı izlemekte olan gencin Jongwoon olduğuna adı gibi emin olmasaydı. Yanlışlıkla bebek tosbağasının evini bulmuştu!

Genç dalgınca gökyüzüne bakmakta olduğundan Baekhee’yi henüz görmemişti. Kız çabucak yoldan ayrılıp bisikletini bahçe kapısının önüne, Jongwoon’un görebileceği bir yere çekti, arkasından gidonun ortalarına doğru takılmış olan bisiklet zilini durmadan çalmaya başladı. Dalgınca gökyüzüne bakan tosbağanın onu fark etmesi biraz sürdü. Fark ettiğindeyse gözleri ardına kadar açıldı, o kadar şaşırdı ki neredeyse camdan düşecekti. Jongwoon sendeleyerek içeri koşmaya başladığında Baekhee gülerek zile basmayı bıraktı ve bahçe duvarının arkasına saklandı. Bir saniye sonra Jongwoon koşarak dışarı çıkmış telaşla onu arıyordu. Bahçe kapısından dışarı koşup telaşla sağa sola baktığında kızı gördü ve rahatlayarak bir nefes verdi.

“Küçük sürprizler demek ha? Çakal, bir an kafayı peynir ekmekle yedim, sandım!” dedi genç, tatlı bir sırıtışla. Baekhee pis bir kahkaha attı.

“Bis insanları deli sannettirmek için varıs kıymetlimisss.” Dedi Baekhee ve sırıttı. “Kader işte, n’aparsın.”

“Burada oturduğumu nereden biliyordun?” diye sordu Jongwoon, heyecanla karışık bir şaşkınlıkla.

“Bilmiyordum.” Diye omuz silkti Baekhee, “Gezerken pencereden seni gördüm. İnan en az senin kadar şaşırdım.”

“Benim kadar şaşırmış görünmüyorsun.” Diyerek tek kaşını kaldırdı Jongwoon, “Bir an gerçekten kalbim atmayı kesti sandım. İçeri gelmek ister misin?”

Baekhee kararsızlıkla biraz etrafına bakındı.

“İstemiyorsan hayır diyebilirsin, yemem tabii; ama-”

“Hava kararana kadar vaktim var, sonra da eve beni en kestirme yoldan bırakacaksın.” Dedi Baekhee, kararını bir anda vererek. Jongwoon’un yüzünün aydınlanması görülmeye değerdi. Genç güldü ve bahçe kapısını açıp arkasına geçti, kollarını demirlere dayadı.

“Önden buyurun, Leydim.” Dedi, sırıtarak. Baekhee gözlerini devirdi.

“Leydi mi? Bisiklet süren leydi gördün mü sen hiç hayatında?” dedi, bisikletini kolayca bahçeye yönlendirirken. Jongwoon arkasından gelip kapıyı kapattı.

“Her şeyin bir ilki vardır. Hangi devirde yaşıyoruz, tahtırevanla mı dolaşacaktın?” dedi genç, Baekhee bisikletinden inip uygun bir kenara çekerken.

“Öf o ne be!” diyerek yüzünü buruşturdu kız, “İnsanın içi sıkılır, her yere oturuyorsun, hiçbir şeyi kendin yapmıyorsun… iğrenç!”

Jongwoon’un ailesi evde değildi, babası erkek kardeşi ve annesiyle görüşmeye gitmişti. Jongwoon ödevi olduğundan evde kalmıştı, onlarla daha sonra görüşecekti. Gencin odasına çıktıklarında odanın herhangi bir genç adamın odasının olması gerektiği gibi görünmediğini fark etti ilk olarak Baekhee. Odada dağınık tek bir cisim yoktu. Her şey yerli yerindeydi, çalışma masasının ışığı güneş hala parlıyor olmasına rağmen yanıyor ve bir U şekli oluşturacak şekilde dizilmiş kitaplarla ortasındaki kağıt yığınını aydınlatıyordu. Odada dağınık olan tek şey, masanın etrafına atılmış bir iki tane buruşuk kağıttan ibaretti. Baekhee parmaklarını yavaşça gencin odasının diğer köşesini oluşturan dev televizyon ve Playstation üzerinde gezdirirken dalgınca konuştu.

“Bunca zamandır arkadaşız ve bana annenle babanın ayrı olduğundan bile bahsetmedin demek, ha?” dedi, sesinin isyan eder gibi çıkmamasına özen göstermişti. Jongwoon omuz silkti.

“Çok fark yaratmıyor. Ayrıldıklarında kardeşim küçüktü, o yüzden annemle kaldı. Ben büyük olduğum için babamla kaldım; ama annemle de kardeşimle de hep görüştük. Sadece evler ayrılmış gibi bir şeydi. Annesiz büyümüş gibi olmadım yani, kardeşim de babasız büyümedi. Sadece evdeki kavgalarda kardeşimin kulaklarını kapatıp dışarı kaçırmak zorunda kalmaktan kurtulmuş oldum. Aslında iyi bile oldu.” Dedi genç. Baekhee göz ucuyla ona baktığında gerçekten de arkadaşının durumdan hiç rahatsız görünmediğini fark ederek gülümsedi.

“Kardeşin ne alemde? En son onun da derslerden başını kaldıramadığını söylemiştin.” Dedi Baekhee, kendini tasasızca Jongwoon’un yatağına bırakıp bağdaş kurarak sallanmaya başladı.

“O mu? Kendine bir sevgili buldu, annemin dırdırlarına ve korunmanın önemine dair bitmeyen söylevlerine maruz kalıyor.” Dedi Jongwoon. Baekhee burnunu kırıştırdı. Bunu ilk sevgilisini annesi öğrendiği zaman o da yaşamıştı, hiç hoş olmuyordu.

“Kız güzel olsa bari.” Demekle yetindi. Bu sefer Jongwon burnunu kırıştırdı.

“Hiç benim tipim değil; ama Jongjin’i yargılamıyorum tabii, zevksiz bir kardeşi olabilir herkesin.” Dedi. İki genç de gürültüyle güldüler. “Esas senin okul ne alemde, alışabildin mi?”

“Tabii ki! Alıştım, arkadaş edindim, hayran edindim hatta düşman bile edinmiş olabilirim, hem de ilk günden.” Diye pişkin pişkin sırıttı Baekhee. Jongwoon az önce kötü bir şey olmuş gibi yüzünü buruşturdu.

“Düşman mı? Bundan hoşlanmadım. Hani buraya geldiğinde en baştan başlıyordun? Gerçekten mi en baştan başladın, Çin’deki gibi mi olacak?” dedi genç. Baekhee gözlerini devirdi.

“Sen de başlama şimdi, evdekilerden bu söylevi yeterince dinliyorum!” dedi kız bıkkınca. Jongwoon bir şey söyleyecek gibi oldu, sonra vazgeçerek ağzını kapattı ve zaten dağınık olan saçlarını daha fazla dağıttı. Baekhee yataktan kalkıp odanın köşesindeki küçük tosbağa evine yürüdü. İçinde tosbağanın olup olmayacağına emin değildi; ama Ddangkoma’yı görmek istemişti. Evin içinde hiçbir şey bulamayınca hayal kırıklığına uğradı.

“Bahçede, güneşleniyor.” Dedi Jongwoon, Baekhee sormadan. Baekhee kıkırdadı.

“Herif tam keyif adamı, güneşlenmeler falan… oh! Hayat ona güzel!” dedi kız, sırıtarak.

“Aaa neden öyle dediniz ama leydim? İsterseniz sizinle de denize gideriz, orada güneşlenirsiniz!”

“Bu havada mı?” dedi Baekhee Jongwoon cümlesini bitirir bitirmez, tek kaşını kaldırarak. Gencin omuzları çöktü.

“Ne var yani biraz hayal kursaydım?” diye çocuk gibi mızıldandı genç, Baekhee’nin gülmesine neden olarak. Kız uzanıp arkadaşının saçlarını köpek sever gibi karıştırdı.

“Sana hayal kurma diyen mi var, yavru tosbağa? Sen kur hayalini; ama gerçekçi olmazsa biraz ezebilirim hepsi bu.” dedi pişkin pişkin, sonra gidip Jongwoon’un pek de geniş olmayan oyun koleksiyonuna bakmaya başladı. Jongwoon Simcity gibi oyunları tercih ediyordu genelde, Baekhee gibi roleplay, yarış veya Mortal Kombat gibi şeyleri değil.

“Aa bak geçen gün ne aldım!” diyerek çekmecesini açtı Jongwoon, çekmecesinden bir oyun CD’si çıkardı. Baekhee’nin bunu anında tanımamasına imkan yoktu; Need for Speed: Most Wanted, yeni çıkan ve en denemek istediği oyunlardandı. Kız heyecanla ayağa fırladı.

“Hani sen yarış oyunu sevmiyordun?” dedi arkadaşına hesap sorarcasına; ama çoktan Jongwoon’un yanına uçmuş, hayranlıkla oyun kutusunu seyrediyordu. Jongwoon güldü.

“Tanıdığım bir leydi güzel olduklarını ve denememi söylemişti.” Diye omuz silkti genç. Baekhee gözlerini devirse de sırıtmaya devam ediyordu.

“Böyle demeyi kes, köpek gibi hissediyorum! Hadi gel şunu deneyelim.”

Baekhee’nin orada bulunduğu sürenin kalanını Jongwoon’un odasında oyun oynayarak geçirdiler. Hava kararmaya yüz tuttuğunda evden çıktılar ve söz verdiği gibi Jongwoon onu eve kadar bıraktı; ama kendi bisikleti tamirdeydi. Bu yüzden Baekhee’nin bisikletine ikisi birden bindiler, Jongwoon eve otobüsle de dönebileceğini söylemişti. Baekhee buna çok fazla dikkat etmedi. Gencin arkasına oturup kollarını beline dolamışken en kısa yolun ne olduğunu görmek için yine dikkatle etrafı izliyordu. Bir ara ellerinin altında Jongwoon’un kalp atışlarını fazlasıyla hızlı hissettiğinde endişelendi – muhtemelen arkadaşı idmansızdı ve Baekhee minyon bir kız değildi. Yorulup yorulmadığını sorardı, eğer o sırada eve varmış olmasalardı.

Bisikletten inip parka bağlayana kadar Jongwoon onu bekledi, arkasından apartmanın giriş kapısına kadar da onunla yürüdü. Baekhee içeri girmeden önce Jongwoon önce biraz tereddüt etti, sonra kızı kendine çekip sıkıca sarıldı. Baekhee bu sevimli jeste gülmeden edemedi. Jongwoon geri çekilip el sallayarak uzaklaşırken yanaklarına yerleşmiş pembelikle tam bir çocuk gibi görünüyordu. Baekhee başını iki yana sallayıp gülerek içeri girdi.


Eve girdiğinde yemek sofrası hazırdı, Baekhee’nin gelmesini bekliyorlardı ve koltukta oturmuş ayaklarını sallayarak çizgi film izleyen Haerin’in keyfi oldukça yerinde gibi görünüyordu. Yemeğe oturduklarında da tabağındaki her şeyi silip süpürerek ablasından onaylayan bir bakış kazandı. 

1 yorum:

  1. Baekhee " çorom " noona istemek ben... çok istemek...
    Demek baekhyun baskette iyi ve jong,n korunmalı ha... hımmm bu terste bi işlik va sanki :D Ve zavallı küçük minnoş kaplumbağa. ben sana demiştim ormana gidince göreceksin diye. dinlemedin beni aha bak noldu *snif snif
    hımmm üzücüdür ki bu bölüm mont yoktu. özledim kendisini. ilerki bölümlere artık nabalım be ya

    YanıtlaSil