-6-
Ertesi günün tamamını ödevleriyle
uğraşarak geçirdi Baekhee, akşam da çizim defterini kucağına alıp balkona
oturdu ve klasik müzik eşliğinde saçma sapan bir çizim yapmaya başladı. Saçma
sapan çizimleri severdi; insanlar bakınca bir şey anlamasa da, o çizerken
rahatlıyordu. Onun gibi bir ergenin klasik müzik dinlemesini de beklemiyordu
insanlar mesela. Hep insanların beklediği ve anlayacağı şeyleri yapacak olsa
hayat fazlasıyla sıkıcı olurdu.
Pazartesi günü okula geldiğinde
Hanna’yla kapıda karşılaştı. Kızı neşeli bir kahkaha ve sıcak bir kucaklamayla
karşılayarak birçok kişinin şaşkın bakışlarına hedef oldu. Sınıfa doğru
giderlerken arkadaşına doğru eğildi.
“Burada insanlar hep mesafeli
midir?” diye sordu sessizce. Hanna başını salladı.
“Ondan değil, beni seninle daha
önce hiç görmediler ya.” Diye kısa bir açıklama sundu kız.
“Lütfen! Bir haftada fark
edemedim, deme. Tüm dünyayla arkadaş olmayabilirim; ama kendi lisemde idollerden
sayılacak kadar güzelim! Hayran kulübüm bile olabilir.” Dedi kız sırıtarak.
Abarttığı belliydi; ama haksız değildi. Gerçekten güzel ve çekici bir kızdı;
dişildi, hassastı ve kırılgan bir güzelliği vardı. Aynı şu hediyelik eşya
dükkanlarında satılan kristal çiçekler gibi.
İtiraf etmek zorundaydı ki böyle
insanları hep kıskanmıştı Baekhee. Bu hiç ona göre bir şey olmasa da doğuştan
böyle olup bunu üzerinde bu kadar güzel taşıyan insanlara imreniyordu. Baekhee
de güzeldi, çirkin olduğunu söylese kendine haksızlık ederdi; ama onunki daha
vahşi, neredeyse ilkel bir güzellikti ve kesinlikle ne Hanna’nın güzelliği
kadar asildi, ne de herhangi bir biçimde kırılgan. Aslında kendini güzelden çok
yakışıklı diye bile niteleyebilirdi.
“Hayran kulübü kayıtların bitti
mi, ben de yazılsam?” diyerek kaşlarını oynattı Baekhee, Hanna’nın gülmesine
neden olarak. Arkasından kızdan kafasına küçük bir şaplak yedi.
“Şapşal!” dedi kız gülerek ve
okula doğru sekmeye başladı. Başının arkasını ovuştururken Baekhee bu hareketi
bir yakınlık işareti olarak algılamaya karar vererek hafifçe güldü. İronikti,
çünkü bunu kötü bir hareket olarak düşünmeye çalışsa bile Hanna’ya kızmak
mümkün değilmiş gibi hissediyordu.
Hanna’nın arkasından sınıfa
girdiğinde herkesin çantasından bir şeyler alıp sınıftan çıktığını fark etti.
Hanna da aynı şekilde içeri girer girmez çantasını açtı. Baekhee kendi sırasına
çantasını bırakıp şaşkınlıkla Hanna’ya döndü.
“Herkes nereye gidiyor?” diye
sordu, şaşkınlıkla. Hanna çantasından başını kaldırıp arkadaşına baktı.
“Sana söylemedim mi? Bugün mutfak
dersimiz var işte.” Dedi kız, saf saf.
“Eee, önlük…”
“Bende fazla var.”
Baekhee arkasını dönüp konuşanın
kim olduğuna baktı. Hemen arkasında durmuş sakince ona bakan gencin boğuk, kalın
sesi görüntüsüne oldukça uyuyordu. Sıradan ve dağınık bir okul üniforması,
hafif yanık bir teni ve uçları kirli sarıya boyalı dalgalı koyu kestane saçları
vardı. Fazlasıyla çekik gözleri neredeyse birer yarık gibiydi ve yüzüne düşen
dağınık, uzun, dalgalı saç tutamlarının altında saklanıyorlardı. Gencin burnu
düzgün, dudakları neredeyse yüzüyle uyumsuz denebilecek kadar tombul ve
tatlıydı; ama üzerine ceket giymediği okul gömleğinin kumaşı, gencin
omuzlarının ve kollarının etrafında gerilerek dudaklarının yarattığı tatlı
imajı aynen yerle bir ediyordu.
“Eee, emin misin?” diye sordu
Baekhee gence, içgüdüsel olarak yarım adım geri atarken. Genç sessizce başıyla
onayladı ve ona bir tane sade, beyaz önlük uzattı. Kız önlüğü alıp gülümsedi;
karşısındaki genç korkunç da görünse içi iyi gibi duruyordu. “Teşekkür ederim,
hayatımı kurtardın! Benim adım Baekhee.”
“Bang Yongguk.” Dedi genç, boğuk
sesiyle. Baekhee’nin candan tepkisine şaşırmış gibi bir hali vardı.
“Çok arkadaşın yok, sanırım; seni
hep kendi başına otururken görüyorum. Geçen hafta hiç sesini bile duymadım,
sanırım.” Diye neşeyle şakıdı Baekhee, genci daha da şaşırtarak.
“E-evet, ben, eh, biraz yalnız
takılıyorum…” dedi Yongguk, gözlerini kaçırarak. Baekhee bu hareketi oldukça
tatlı bulmuştu. Bu tarz karakterlerin sadece animelerde olacağını sanırdı: dev,
korkunç görünüşlü ama aslında bir peluş ayıcık kadar yumuşak genç adamlar.
Animelerdeki favori karakterlerinden bir tanesiyle yüz yüze gelmiş gibi
heyecanlı hissediyordu şimdi.
“O zaman mutfakta kiminle
olacağın hakkında bir fikrin var mı?” diye sordu Hanna, Baekhee’nin arkasından.
Baekhee arkadaşının hızlı adapte olmasına sevinmişti; kıza çabucak bir teşekkür
gülümsemesi gönderip gözlerini yeniden Yongguk’a çevirdi. Genç utangaçça başını
kaşıdı.
“Hayır, yok. Geçen seneki grubum
bu sene başka sınıfta.” Dedi kısaca. Baekhee ellerini çırptı.
“O zaman bizim masamızda olsana?”
diye sordu. Hanna’nın anlattıklarından masaların üçer kişilik olduğunu
biliyordu, Hanna’nın itiraz edeceğini düşünmedi.
“Şey, aslında…” dedi genç, bir
bahanesi var gibiden çok kararsız gibiydi.
“Çekinme, gelebilirsin; benim
için de sorun olmaz.” Diye arkadan onayladı Hanna. Yongguk bunun üzerine
hafifçe gülümsedi.
“Peki, o zaman.”
Mutfağa gittiklerinde var olan
tek boş masanın en önde, hocaya en yakın yerdeki masa olduğunu gördüler.
Baekhee bu duruma çok aldırmıyordu; ama Yongguk ve Hanna pek hoşnut değillerdi. Söylediklerine göre bu dersin hocası oldukça uyuz bir kadındı ve her şeye
karışmasıyla bilinirdi. Hanna, kendi işine karışılmasından nefret ederdi.
Sınıftaki bütün konuşma bir anda kesilip anlaşılmaz fısıltılara dönüştüğünde
Hanna söylenmekle meşguldü.
“…yüzden nefret ediyorum işte!”
“Öhöm, öğretmenleriniz hakkında
bu şekilde mi konuşursunuz hep?”
Baekhee olduğu yerde hafifçe
sinerek eğer böyle bir şey mümkünse yüzü bir anda daha da beyazlayan Hanna’ya
baktı. Kapıya arkası dönük olmasa içeri birinin geldiğini görür ve anında
susardı; böyle rezilliklerden nefret ederdi o. Genç kız yutkunarak arkasını
döndü ve içeri giren Bay Efsane’ye korkarak baktı.
Baekhee “hani hoca uyuz bir
kadındı?!” diye çığlık atmak istiyordu; çünkü içeri giren kişi bir adamdı ve
kesinlikle uyuz değildi. Otuz yaşlarında olduğunu belli eden bir duruşu
olmasına rağmen yüzündeki muzip gülümseme, alnına düşen koyu kahverengi saçları
ve siyah kotunun üzerine geçirdiği tüylü kiremit rengi kazak bambaşka bir
hikaye anlatıyordu.
“Ben, şey, eee…” diye kekeliyordu
ki Hanna, Bay Efsane hafifçe gülerek – ve muhtemelen sınıftaki birkaç kızın
kendi çapında köpürmesine neden olarak – kızı kurtardı.
“Önemli değil, Bayan Park’ın
oldukça sinir bozucu olduğu dedikodusunu ben bile duymuştum. Şansınıza bu sene
okul değiştirmek gibi bir isteği olmuş. Yeni hocanız benim. Adım Lee Minwoo,
gençler, umarım tanıştığımıza benim kadar memnun olmuşsunuzdur.”
Adam konuşurken kendi masasının
arkasına geçmişti ve Baekhee, Hanna’nın az önce kağıt kadar beyaz olan
suratının şimdi çilek kadar kırmızı olduğuna yemin edebilirdi. Sınıftaki
kızların hepsinin kalp krizi geçiriyor olmalarının yanı sıra erkekler bile
etkilenmiş görünüyordu. Yani, Baekhee bile etkilenmişti adamdan, ki o hoca
statüsüne sahip herhangi bir canlıdan nadiren etkilenirdi.
“Şimdi, herkes önlüklerini
taksın!” diyerek sınıfı soktuğu hipnozdan geri çıkardı adam. Herkes gibi
Baekhee de önlüğünü çabucak takarken Hanna’yla bir an göz göze geldiler.
Nedense artık en ön masanın onlara ait olmasından pek de şikayet ediyormuş gibi
görünmüyordu.
Lee Minwoo oldukça matrak bir
adamdı. Öğrenecekleri tarifi tahtaya yazdıktan sonra herkesle birer birer dalga
geçmeyi kendine amaç edinmişti; ama kimse alınmıyordu. Aksine, adamın dalga
geçtiği kişiler bile onunla birlikte gülüyorlardı. Ders böyle matrak geçmeye
başlayınca Hanna da kendini evinde hissettiğini söyleyerek kendi kendine bir
şarkı mırıldanmaya ve bir yandan yemeğini hazırlarken diğer yandan da Baekhee
gibi onun çırağı olma talebinde bulunan Yongguk’a bir biberi nasıl düzgün
doğrayacağını öğretmeye başladı.
“Erkekler! Kimse size yemek
yapmayı öğretmiyor, vallahi biz kadınlar olmasak hepiniz ölür gidersiniz.” Diye
kendi kendine söylendi bir ara. Baekhee gereğinden daha gürültülü bir kahkaha
atınca sınıftaki insanlar onlara tuhaf bir bakış attı. Baekhee uslu bir kız
gibi özür dilercesine gülümsedi ve önüne döndü. İnsanların işlerine döndüğünü
belirten tıkırtılar ve uğultu yeniden başladığında Hanna, Yongguk ve Baekhee
fazla ses çıkarmamak için önlüklerini ağızlarına bastırarak oldukça uzun süren
bir gülme krizine yakalandılar.
Dersin sonunda yemeği başarıyla
yapabilen bir tek onların masası vardı, üstelik o kadar başarılıydı ki yeme
zamanı gelip de Baekhee yemeğin tadına baktığında elinde olmadan miyavlama gibi
bir ses çıkararak yere oturuvermişti. Yongguk onun için oldukça endişelenmiş
görünerek hemen yanına çöktü, Hanna sadece arkadaşına bakarak kıkırdıyordu.
Baekhee’nin abartılı tepkilerine alışması için bir tek hafta yetmişti.
“Şundan bir lokma ye, sen de
anlayacaksın!” diye ciyaklayarak ayağa fırladı Baekhee, çatalını yemeğe
daldırdı ve Yongguk’un ağzına uzattı. Gencin yanakları kızarana kadar da bunun
nasıl göründüğünün farkına varmadı. Gerçi farkına vardıktan sonra da bunu
umursamadığından bunun pek bir anlamı yoktu. Genç çataldaki lokmayı ağzına
alıncaya kadar Baekhee ısrarla bekledi; genç çiğnemeye başladığında da dikkatle
yüzüne odaklandı. Birkaç saniye sonra gencin gözleri şaşkınlıkla açıldı ve
Hanna’ya çevrildi.
“Bu gerçekten harika olmuş!” dedi
Yongguk mutlulukla ve bir çatal da o kapıp tencereden yemeye devam etti, Minwoo
Hoca gelip de eline vurana kadar.
“Kız o kadar uğraşıp güzel bir
şeyler hazırlamış, barbarca tencereden yenir mi?! Koy bakalım hocana da bir
tabak!” diye azarladı Minwoo Hoca şakacı bir tonda. Yongguk yine de utançla
tekrar kızararak çabucak bir tabak koydu ve hocaya uzattı. Adam küçük bir
çatalla küçük bir lokma aldıktan sonra yavaşça çiğnedi, ardından hiçbir tepki
vermeden dönüp tahtanın önüne gitti. Baekhee, Hanna ve Yongguk birbirlerine
soran bakışlar attılar ve merakla adamı izlemeye başladılar. Tahtanın tam
önünde, sınıftaki herkesin net görebileceği bir yerde olduğuna emin olduktan
sonra Minwoo Hoca sınıfa döndü ve bacağını kaldırıp topuğuyla tahtaya üç kere
sertçe vurdu. Baekhee bir kahkaha daha patlatmamak için yumruğunu ısırmak
zorunda kalsa da çıkan ses etkili bir biçimde sınıfta kendi arasında muhabbete
dalmış olan herkesin hocaya dönmesini sağlamıştı.
“Pekala millet, zaman geldi!”
diye gürledi adam, “Kimse tartışmaya girmesin, bu sene resmi olarak favorim
olan masa iki numaralı masadır! Baş aşçımız… adınız neydi, yetenekli bayan?”
Minwoo Hoca masalarına doğru
yürüyüp Hanna’nın direk gözlerine bakarak flörtöz bir tonda konuşunca kızın
ürperdiğini kolayca fark etti Baekhee.
“H-Hanna…” dedi kız, neredeyse
duyulmayacak bir sesle. Minwoo hoca masalarına geldiğinde masanın karşısından
uzanıp elini Hanna’nın omzuna koydu ve onun göz hizasına eğilip gülümseyerek
konuştu.
“Çok başarılı, Hanna. Böyle devam
et.” Dedi adam normal bir sesle, sonra geri çekilip tabağını ilk evladı gibi
kucaklayarak sınıftan çıkarken bir daha gürledi: “Serbestsiniz, hadi dağılın
millet! Naş!”
Minwoo Hoca sınıftan çıktıktan
sonra Baekhee hala hayatta olduğunu kontrol etmek ister gibi arkadaşına baktı.
Hanna az önce hocanın olduğu yere hala boş boş bakmakla meşguldü. Baekhee
başını kaldırıp Yongguk’a baktı, Yongguk ne olduğunu bilmediğini söyler gibi
omuz silkti. Baekhee elini yavaşça kızın gözlerinin önünden geçirdi.
“Dünya’dan Hanna’ya, Dünya’dan
Hanna’ya; orada her şey yolunda mı?” dedi kız sessizce. Hanna gözlerini
kırpıştırdı; ama kıpırdamadı.
“Seni duydum Houston; ama galiba
çok büyük bir meteor çarptı, yörüngeden çıktık, düşüyoruz.” Dedi sakince,
arkasından hızla dönüp Baekhee’yi yakasından iki eliyle kavrayarak sarsmaya
başladı. “Çarpıldık Houston, anlasana! Çarpıldım resmen çarpıldım o neydi
öyle?! Ne çarptı bana?!”
Yongguk kaba olmamak için ağzını
kapatarak kıkırdarken Baekhee kendini Hanna’ya bırakmış gevşekçe istediği gibi
sarsmasına izin vererek kahkahalarla gülüyordu. Sonunda kız Baekhee’yi bırakıp
kendine gelmek için başını hızla sallamaya başladığında Baekhee de nefes alacak
fırsatı bularak gözlerinde birikmiş yaşları sildi.
“İyi misin?” diye sordu Yongguk
Hanna’ya gülerek.
“Değilim… ya da iyiyim, iyiyim!
Çok iyiyim hem de.” Dedi Hanna, sabahkinden daha da enerjik bir biçimde olduğu
yerde zıpladı. “Çok harika bir ders değil mi? Yemek yapmak çok güzel bir şey
bence! Keşke her ders mutfakta olsak!”
Kız önlüğünü bile çıkarmadan
sekerek sınıftan çıkarken Baekhee ve Yongguk arkasından baktılar. Takip etmek
isterlerdi, eğer birbirlerine bakıp da yeni bir kahkaha krizine girmemiş
olsalardı. Bu, herhalde bütün lisenin Bang Yongguk’un kahkahasını ilk
duyuşuydu.
Sonraki dersler boyunca Hanna’nın
enerjisi bir an bile azalmadı. Kızın yüzünde her daim bitmeyen bir gülümseme
vardı ve ders aralarında dalıp dalıp not tutmayı unutuyordu. Akşam Baekhee’nin
ders notlarını tamamlayabilmesi için onu beklemesi gerekmişti. Aslında kız
defterlerini direk Hanna’ya vermeyi önermişti; ama Hanna çok ağır olacağı
gerekçesiyle bunu reddetti. Abisini arayıp geç kalacağını, onu almaya
gelmemesini söyledikten sonra Baekhee’nin defterlerini alıp eksik kalan yerleri
tamamlamaya başladı. Yongguk’un da onları bekleyeceğini söylemesi, esas
şaşırtıcı olan gelişmeydi.
“Gerçekten beklemek zorunda
değilsin!” dedi Baekhee ellerini sallayarak telaşla, “Yani tamam kalman benim
de işime gelir; ama sen eve geç gideceksin, burada sıkılacaksın, falan…”
“Önemi yok.” Diyerek omuz silkti
Yongguk, “Hem sizi evinize de bırakabilirim, hava karardıktan sonra sizi yalnız
bırakmayayım.”
“Bir şey olmaz ki!” diye güldü
Baekhee, bu düşünceyi oldukça sevimli bulmuştu. Uzanıp yeni arkadaşının
saçlarını karıştırarak kızarmasına neden oldu. Yongguk geri çekilerek saçlarını
düzeltme bahanesiyle kendini topladı.
“İki kızı sokakta kendi başlarına
mı bırakayım? Yani bunun kulağa biraz saçma biçimde aşırı korumacı geldiğini
farkındayım; ama hadi ama!” dedi Yongguk isyanla; Hanna’nın yüzündeki şok
ifadesinden Baekhee gencin bunu okul hayatı boyunca ilk defa yaptığını anlayabiliyordu.
Kız gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırırken Yongguk devam etti, “Yani ben dururken
siz yalnız mı gideceksiniz? Hani kaçırıp dağa kaldıracaklar da demiyorum; ama
rahatsız eden olacaktır elbet. Mümkün değil yalnız bırakmam.”
“Hanna…” dedi Baekhee sakince,
sonra viyaklayarak Yongguk’un üzerine bir koala gibi atladı. “Çok tatlı değil
mi?! Şuna bakar mısın, resmen gurur yaptı, ay çok şeker!”
“Baekhee, iner misin çocuğun
tepesinden?!” diye haşladı Hanna anında; ama Baekhee pek umursamamıştı; oturduğu
yerden düşmemeye çalışan arkadaşının sırtında çocuk gibi tepinmekle meşguldü.
İşin ilginç yanı Yongguk’un da kendi kendine kıkırdıyor olmasıydı.
“Bak sen, kendine harem mi
kurdun?” dedi kapıdan Baekhee’nin tanımadığı bir ses. Baekhee tepinmeyi bıraktı,
olduğu yerden kıpırdamadan gelene baktı. Gelen kişiyi tanımıyordu; ama yüzünden
ve o yüze yerleşmiş ifadeden adı gibi emindi ki bu çocuk egosu zeplin gibi şiş
bir playboydu.
“Kapa çeneni, Himchan.” dedi
Yongguk, gözlerini devirerek. Demek bu çocuk Yongguk’un arkadaşıydı. Baekhee
kıpırdamaya yeltenmeden pis pis sırıttı.
“Birilerinin kıskanmış gibi bir
hali var.” Dedi, gözlerini yeni gelen gence dikerek. Sınıfın kapısından salına
salına içeri yürüyen genç burnundan güldü.
“Hah! Sadece iki kızı mı kıskanmışım?
Ben Yongguk’u donumda sallarım!” dedi Himchan. Hanna gözlerini defterinden
kaldırıp yeni gence dikti.
“Hmm, birileri haftada bir
sevgili değiştiren beş ortam kızını aynı anda götürebilmeyi marifet sayıyor,
galiba…” diye mırıldandı kendi kendine konuşur gibi, sonra çarpık bir sırıtışla
başını kaldırdı. “Kim Himchan, senin gibi bir playboy Yongguk gibi bir
centilmen beyefendiyi donunda sallayacak, ha? Hangi boyutta yaşıyorsun sen?”
“Biraz şizofren galiba.” Dedi
Baekhee, Yongguk’un sırtında oturduğu yerden kollarını gencin omuzlarına
dolayıp sıkıca sarılarak. Gencin kulaklarının kızardığının farkındaydı; ama onu
Himchan’a karşı koruma içgüdüsü harekete geçmişti bir kere. Hem Yongguk’un
oturduğu yerde dikleşmesinden bunun onun da hoşuna gittiği belli oluyordu.
“Yok harem değilmiş; koruyucu
melekler ordusuymuş.” diye güldü Himchan sonunda ve gelip önlerindeki sıranın
masasına oturdu, ayaklarını sallandırdı. “Tamam, teslim oluyorum, beni
öldürmeyin. Tanışıyor muyuz?”
“Bilmiyorum, bence hayır.” Diye
tek kaşını kaldırdı Baekhee, Himchan’ın çekici olması için özellikle uğraştığı
belli olan gülümsemesine karşılık. Biraz Yongguk’un arkasına doğru sinmiş
olduğunu sonradan fark etti.
“Sırtımdaki melek Baekhee,
masadaki de Hanna.” Diye tanıttı Yongguk. Himchan gözlerini devirdi.
“Hanna’yı bilmeyen mi var!” dedi,
oflayarak, sonra Hanna’ya dönüp gülümsedi. Baekhee gençten hızla soğuyordu. Bu
kadar kendini beğenmiş insanlardan hazzetmezdi. O daha utangaç, sessiz, olgun
veya çatlak tipleri severdi. Aslında o herkesi severdi, narsist olmadıkları
sürece.
“O kadar popüler olmayabilirim.”
Diye omuz silkti Hanna ve defterlerine döndü.
“Himchan, gördüğün her dişiye
yazmayı keser misin?” dedi Yongguk, neredeyse bıkkınca. Baekhee bunun
Himchan’ın doğal hali olabileceğini düşündü. “Hem sen niye buradasın?”
“Asıl sana sormalı, sen neden
buradasın? Yarım saattir dışarıda seni bekliyorum!” diye isyan etti Himchan.
Yongguk saatine baktı.
“Zil çalalı on iki dakika olmuş.”
Dedi sakince. Baekhee gülmemek için dilini ısırdı.
“Lafın gelişi.” Dedi Himchan,
gözlerini tekrar devirerek. “Hani kırk yılda bir ekmeyeyim dedim, bu sefer de
sen ektin!”
“E bir şey olmaz dedim.” Diye
omuz silkti Yongguk umursamazca. Hanna kafasını defterden bir daha kaldırdı.
“Sizin yüzünüzden bunu o kadar yavaş
geçiriyorum ki burada sabahlamam gerekecek! Bir gezmeye falan çıksanıza?” dedi
kız, sinirli bir sesle. Baekhee onun göründüğü kadar sinirlenmediğini
biliyordu; ama Himchan’ın bunu bilmesi gerekmiyordu.
“Buyurdu majesteleri. Emir büyük
yerden!” Diyerek Yongguk’un sırtından indi Baekhee, sonra Himchan’ı gömleğinin
kolundan tuttuğu gibi kapıya sürüklemeye başladı. Genç oturduğu masadan
düşmekten son anda kurtulup Baekhee’nin peşinden sendeledi. Yongguk da onların
peşinden ayağa kalktı, arkadaşına yardım etmek için hiçbir şey yapmadan
yürümeye başladı.
“Hey, bıraksana!” dedi Himchan,
neredeyse dehşetle.
“Tamam, bırakırım. Bir gün. Canım
isterse.” Dedi Baekhee pişkin pişkin. Sınıftan çıkarlarken Yongguk’un sessizce
kıkırdadığını duyabiliyordu. Kendi kendine homurdanan Himchan’ı çekiştirerek
okulun çatı katına çıkardıktan sonra kolunu bıraktı, arkadan gelen Yongguk
çatıya çıkan kapıyı kapattı.
“Neden buraya geldik?” diye sordu
Himchan şüpheyle. Köşeye kıstırılmış bir tavşan gibi duruyordu. Baekhee biraz
eğlenmenin bir zararı olmayacağını düşündü; ama sonra Yongguk’u korkutmamak
adına vazgeçti.
“Çatı katlarında manzara da hava
da her zaman güzeldir.” Diye omuz silkti Baekhee, sonra sekerek çatının
kenarına örülmüş beton korkuluğa gitti, hoplayarak oturdu. Göz ucuyla çatıdaki
iki gencin de bir an irkildiğini görmüştü; ama görmemiş gibi yaptı.
“Yongguk-ah, bu kız bildiğin
çatlak.” Dedi Himchan sorarcasına. Saklama gereği bile duymamıştı. Baekhee
kıkırdadı. Yongguk düşünceli bir biçimde baktı.
“Şimdiye kadar normal insanlarla
konuştuk da ne oldu sanki? Baekhee’nin en azından dürüst olduğunu biliyorum.”
Dedi sonunda omuz silkerek. Kız şaşkınlıkla kaşlarını kaldırsa da başka bir
tepki vermeden dinlemeye devam etti, çünkü ikili o yanlarında yokmuş gibi
konuşmaya başlamışlardı.
“Bu kadar kısa sürede mi
öğrendin? En son sorduğumda adını bırak varlığını bile bilmiyordun.” Dedi
Himchan. Yongguk, sanki tiki varmış gibi bir daha omuz silkti.
“Olsun. Aynen diğerlerinin yalan
söylediğini bildiğim gibi onun dürüst olduğunu da biliyorum. Belki sadece biraz
fazlaca dürüst olabilir; ama bunun nesi kötü ki?” dedi Yongguk, onlar da
korkuluklara doğru yürürlerken.
“Yani ne bileyim… sadece biraz
çatlak işte!” dedi Himchan.
“Tencere dibin kara…” diye
mırıldandı Yongguk kendi kendine, Himchan’ın omzuna bir yumruk atmasına neden
olarak. Baekhee elinde olmadan kıkırdadı, Himchan sanki onun yanlarında
olduğunu gerçekten unutmuş gibi bir an irkildi.
“Demek çatlak kız, ha?” dedi
Baekhee sırıtarak, ardından tek harekette bir karış genişlikteki korkuluğun
üzerinde ayağa kalktı. İki genç de anında onu düşmeden tutmak için hareketlenip
kollarını uzattı. Baekhee buna gerek olmadığını biliyordu, Wushu için çalıştığı
denge egzersizlerinden biri denge tahtasındaydı ve o tahta da yaklaşık bu
genişlikteydi. Baekhee şu anda burada çift salto bile atabilirdi ve yine de
düşmezdi… tamam, bu biraz abartı olabilirdi; ama en azından düz yürürken
düşmeyeceği kesindi.
“Sözümü geri aldım, sözümü geri
aldım! Hadi in oradan, ha?” dedi Himchan yalvarırcasına. Baekhee hafifçe arkaya
eğilerek gülünce iki genç de telaşla biraz daha öne atıldılar; ama kız
doğrulunca buna gerek kalmadı.
“Niye? Burada manzara oldukça
güzelmiş.” Diyerek tasasızca arkasına döndü Baekhee. Aslında manzara gerçekten
hiç fena değildi. Güneş şehrin arkasında batıyordu ve camların arasından ışıyıp
yansırken büyülü bir görüntü oluşturuyordu. Baekhee bir sevgilisi olsa burada
buluşmak isteyebileceğini düşündü.
“Tamam, güzel olabilir; ama hadi
sen in oradan da birlikte buradan bakalım.” Dedi Yongguk. Baekhee Himchan’ı
biraz daha oynatabilirdi; ama Yongguk’a kıyamayacağını fark etti.
“O zaman tutun beni!” dedi kız,
ünlü Titanic sahnesi gibi kollarını iki yana açtı ve kendini geriye, yeni
arkadaşlarına doğru bıraktı. Hafif bir telaşın ardından gençler kızı kolayca
yakalamış ve yere bırakmışlardı. Himchan saklamaya gerek duymadan alnını
silerek rahat bir nefes aldı.
“O kadar mı korktun ya?” dedi
Baekhee, sırıtarak. Himchan neredeyse tüylerini kabartıp hırlayacakmış gibi
görünüyordu.
“Ölmeye meraklısın galiba? Oradan
düşsen kaç parça olurdun sence?!” diye haşladı genç onu. Baekhee pes edercesine
ellerini kaldırdı.
“Özür dilerim, oppahhh!” dedi
dalga geçercesine sözcüğü uzatarak, “Düşmezdim, merak etme.”
“Düşmezmiş, külahıma anlat sen
onu! Pestilini yerden kazırlarken de düşmezdim ama dersin artık!” dedi Himchan
tekrar sinirle, neredeyse tepinerek. Baekhee pişkin bir sırıtış takındı ve
kaşlarını kaldırdı.
“Bakıyorum da birdenbire bu
çatlak kız için endişelenmeye başlamışsın.” Dedi, iğneleyerek. Himchan yarım
adım geri attı ve gözlerini kaçırdı.
“Ne olmuş yani?” diye homurdandı
genç, Baekhee dışında her yere bakarak. Baekhee ilk başta bu çocuktan
hoşlanmamıştı; ama aslında içinde gösterdiğinden farklı bir kişilik vardı
anlaşılan ve kesinlikle ilk bakışta göründüğü kadar narsist değildi. Eh,
insanları dış görünüşüyle yargılamak sıklıkla tutmazdı zaten.
“Yongguk-ah, bu şey de oldukça
şekermiş yahu!” diye kıkırdadı Baekhee, Yongguk’un da gülmesine ve Himchan’ın
yanaklarını şişirip anlamsız bir şeyler homurdanmasına neden olarak.
YAAAAAA YONGGGUUUUUUKKKK vakasıyla karşı karşıyayız efenim. himchan asshole'u gitsin *** yesin. Herhangi bir zaman diliminde onu sevmiyorum bir yonghwa olma yolunda ilerliyor kendini sevdirebilmesi çok zor olacak.... hıh
YanıtlaSilYAAAAAA YONGGGUUUUUUKKKK vakasıyla karşı karşıyayız efenim. himchan asshole'u gitsin *** yesin. Herhangi bir zaman diliminde onu sevmiyorum bir yonghwa olma yolunda ilerliyor kendini sevdirebilmesi çok zor olacak.... hıh
YanıtlaSil