8 Nisan 2015 Çarşamba

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 14.5

14.5

Heechul toplantının ardından hemen eve dönmüştü çünkü o günü birlikte yakın arkadaşları ile toplanıp oyun oynamaya ayırmışlardı. Zaten acele etmiş olsa bile eve vardığında diğer üç çocuğun çoktan gelmiş olduklarını görmüştü. Kapıyı Minho açmıştı.

“İçeri gelsene, kendini evinde hisset.” Demişti sırıtarak.

“Aman, ne komik! Kapının şifresini değiştirdiğim zaman kapıda kalacaksınız, işte o zaman gülen ben olacağım.” Dedi çocuk ayakkabılarını çıkartıp düzgünce kanara bırakırken. İkili çocuğun odasına girdiklerinde odadaki iki çocuğun hararetli bir tartışmaya dalmış olduğunu fark etmişlerdi.

“GTA San Andreas oynayacağız diye konuşmadık mı biz neden şimdi yan çiziyorsun sen?” dedi Sungmin eleri belinde tek kaşı havada ayağının birini ritmik şekilde hızla yere vurarak konuşuyordu.

“Ya bu reddetiğin oyun var ya Japonya’da aylardır fırtınalar estiriyor mart sonu çıktı ve Kore ye ancak yeni geldi. O yüzden GTA bekleyebilir bugün God of War oynayacağız.” Diye cevapladı Kyuhyun onu, Sungmin’in aksine o oldukça sakin bir şekilde oturduğu yerden bir eliyle mesaj yazmaktayken konuşmuştu ki bu Sungmin’in daha da çok sinirlenmesine neden olmuş gibiydi. Tam o ağzını açmış cevap verecekken kapıda duran ikili olaya müdahale ettiler.

“Aşık atışmanızı bölmek istemem ama bir ihtimal ikisini de oynasak? Kocaman bir günümüz var nasılsa.” Dedi Minho az önce kapıya bakmak için kalktığı çok belli olan etrafına abur cuburlarla siper yapılmış koltuğuna dönerek.

“Aman ne oynayacağımız fark etmez bir an evvel başlayalım da! Toplantıda ölümüne sıkıldım, kaybettiğim yaşam enerjimi acilen geri kazanmam lazım.” Dedi Heechul de arkadaşlarının arasında kendisine bir yer açıp otururken. Oyun seçimi konusunda Sungmin ve Heechul’e karşı Kyuhyun ve Minho olarak berabere kalmış olsalar da ev sahibi torpili ile Heechul dediğini yaptırtmanın bir yolunu buldu. İki takım halinde oynadıklarından arada minik tartışmların olması kaçınılmaz oluyordu. Bir kez daha Kyuhyun’un telefonu ile uğraşıp durması yüzünden kaybettiklerinde Minho daha fazla dayanamayıp patladı.

“Abi şu telefonu eline mi zamkladılar senin? Bırak da rahat rahat oynayalım. Kime mesaj yazıyorsun bir saattir ayrıca yani!”

“Kime olacak mürekkep balığınadır.” Dedi Heechul sırıtarak, Kyu’nun bakmadan attığı yastıktan kaçınmak için haifçe eğilmesi yetmişti. Sungmin ve Minho kıkırdamaya başladılar.

“Mürekkep balığı mı? Valla süper tanımlama kim buldu bu ismi?” dedi Sungmin.

“Kim olabilir? Tabi ki Hanna.” Dedi Kyuhyun burnundan soluyarak, sonra da ekledi. “Birazdan buraya geldiğinde kızın yanında da böyle konuşun da bakın ben size ne yapıyorum. Ne alıp veremediğiniz var şu kızla bi anlasam.”

“Ayy o cadıyı evime mi çağırdın sen erkek erkeğe oyun oynamak için sözleştiğimiz gün!!!!” dedi Heechul, neredeyse tiksinerek.

“Yeter ama! Hadi Hanna’yı anladım, abisini paylaşmak istemeyen kız kardeş sendromu var; size ne oluyor ya size ne oluyor???” diye isyan etti Kyuhyun sonunda.

“Ayy biz de seni paylaşmak istemiyoruz belki tatlım!” dedi Minho sahte bir şekilde gözlerini süzerek. Sungmin başını çocuğun omzuna yaslayıp ekledi: “Belki sadece bizim kal istiyoruz Kyutieem”

En son Heechul de sahte bir sinirle ayağa fırlamıştı. “Açılın bakalım ezikler Kyu benim erkeğim tamam mı?”

Bunun üzerine Kyuhyun odanın köşesine kaçıp vampir kovma harekketleri yaparken diğer üçlü minik bir kahkaha krizine tutuldular. Ama bu neşe 20 dakika kapının çalması ve Seohyun’un gelmesine dek sürebildi ne yazık ki. Üçlü yatağın önünde yere oturmuş oyunun sesini sonuna kadar açmış arkalarında dönen muhabbetin tek kelimesini bile duymamak için çaba harcıyorlarken Kyuhyun taht gibi kurulduğu yatağın baş kısmından teknik olarak neredeyse kucağına oturmuş olan kız arkadaşı ile cilveleşmekle meşguldü.

“Bildiğiniz iyi bir ilaçlama şirketi var mı?” diye fısıldadı Heechul yanındaki ikiliye.

“Neden ki?” diye baktı Sungmin şaşkınlıkla.

“Neden mi? Bu yatağı sağlam ilaçlatmadan hayatta yatamam ben bi daha burada.” Cevabı ile üçlü yine engelleyemedikleri bir kahkaha krizine tutuluverdiler. Bu esnada Seohyun makyajını tazelemek için odadan çıkınca üçü de kafalarına sağlam bir yastık darbesi yediler.

“Senin bu yaptığına arkadan vurmak denir ama.” Dedi Minho başını ovalayarak.

“Siz de bir sesinizi kesemediniz ha ne o öyle kıkırdaşmalar fısıldaşmalar filan!” Diye azarladı Kyuhyun. Sungmin ağzını açmış cevap verecekti ki Kyuhyun’un telefonu çalmaya başlayınca yarım kaldı. Çocuk telefonu açıp cevapladı.

“Yobsaeyo?...  Sana da merhaba sevgili kardeşim!... Heechul’lerdeyiz bizim çocuklarla oyun turnuvası yapıyoruz.” Kyuhyun telefonu biraz uzaklaştırarak arkadaşlarına seslendi “Şu televizyonu azıcık kıssanıza Hanna’yı duyamıyorum.”

Kumandaya en yakın olan Heechul hemen uzanıp ses düzeyini gerekenin bile biraz altına inene dek kısıverdi. Diğer ikisi ise oyunla ilgili bir strateji üzerine tartışmaya dalmış gibilerdi. Onların bu dikkat dağınıklığından faydalanan Heechul hemen kulak kabartarak arkadaşının kouşmasını dinlemeye başladı. Hanna birkaç gündür garip davranıyor gibi geliyordu ona. Hani tam olarak somut gösterebileceği bir durum yoktu ama bir gariplik var gibiydi işte. Televizyonun sesi kısılınca Kyuhyun da konuşmaya devam etti.

“Dedim ki Heechullerdeyiz bizimkilerle oyun oynuyoruz… aman ne acelesi ya geç bile kaldı… Burada tabi de sen ne biçim konuşuyorsun yine bunu kaç kez konuştuk?... sevmesen bile saygı duymak zorundasın kız her şey bir yana senden büyük!... ooo lütfettiniz majesteleri! Sen evde misin? Beni neden aradın?... tamam zaten biz daha takılırız ama ev boş diye yaramazlık yapmayın sakın…”

Kyuhyun çoğul konuştuğuna göre Hanna’nın yanında birisi vardı, ama Heechul onlar kendi grupları ile birlikte bugün nehir kıyısına paten kaymaya gideceklerinden bahsi geçen kişinin Sehun olamayacağını iyi biliyordu. Biraz kıpırdanıp yerinde yerleşiyormuş gibiyaparak yatağa yaklaştı ve daha dikkatlice dinlemeye başladı. Televizyonun sesi de kısık olduğundan telefondan gelen Hanna’nın sesini çok kısık da olsa duyabiliyordu artık.

“…Neyim varmış benim? Erkek dediğin yapar öyle şeyler!” dedi Kyuhyun.

“Sehun’u da kendine benzeteceksin, zaten!” dediğini duydu Hanna’nın.”

“Benzesin işte abisi gibi kızların kalbini hoplatmayı erken öğrenir fena mı?” dedi Kyuhyun.

“Yok onu ben korurum; yavrum olmaz senin gibi.” Dedi Hanna anında.

“O da ne demek bakıyım abini beğenmiyor musun sen?” dedi Kyuhyun, kızar gibi yaparak.

“He, beğenmiyorum; o mürekkepbalığıyla çıktığın sürece de beğenmeyeceğim!” diye lafı yapıştırdı Hanna, Heechul’un gülmemek için yanağının içini ısırmak zorunda kalmasına neden olarak.

“Offf….” Dedi Kyuhyun cevaben, sadece.

“Neyse, gelme sen.” Dedi Hanna sonra.

“Tamam, gelmem de yaramazlık yapmayacaksanız ne yapacaksınız, bu kadar evde yalnız olmanızı gerektiren?” Dedi Kyuhyun.  

“Pasta yapacağız.” Dedi Hanna.

“Hayırdır tatlı krizine mi girdiniz?” dedi Kyuhyun, yarım bir sırıtışla.

“Yok, şey, birine sözüm var…” gibi bir şey dedi Hanna; ama bunu kısık sesle söylediği için Heechul net duyamamıştı.

“Ooo demek söz… peki bu sözü verdiğin kişi taze erkek arkadaşın olabilir mi?” Kyuhyun’un sırıtarak sorduğu bu soru Heechul’ün elektrik yemiş gibi yerinde sıçramasına neden oldu. Doğru mu duymuştu, Kyu az önce erkek arkadaş mı demişti? Peki  ama öyleyse bile onun neden haberi yoktu? İçinde bulunduğu şokla Hanna’nın cevabını kaçırmış olmalıydı, Kyuhyun tekrar konuştu. “… vay vay vay ellerinle besliyorsun demek… oldu olacak eve de çağır bari, evde beslersin.”

“Ne biçim abisin sen be?!” diye isyan eden Hanna’nın sesi bu sefer duyulmayacak gibi değildi.

“Ne var kızım, çocuğu birkeç kez gördüm, gayet düzgün bir çocuk! Hem engel olup ne yapacağım, ailecek senin turşunu mu kuracağız biz? Bul birini git evden de odanı oyun odasına çeviriyim ben de! Neyse bizim oyuna dönmemiz gerek, çok bile konuştum, Sungmin onu aldattığımı düşünecek.” Dedi Kyuhyun. Kendi adını duyan Sungmin tek kaşını kaldırıp o tarafa baktı.

“Tamam, tamam.” Dedi Hanna, sesi sanki sinek kovarcasına elini sallıyormuş tonlamasında geliyordu.

“Mesajı da aldım bu arada, erken dönemem.” diye ekledi Kyuhyun çabucak.

“Tamam, hadi görüşürüz.” Dedi Hanna.

“Görüşürüz.”

Kapı açılıp Seohyun odaya dönerken Kyu da telefonu kapatmıştı; ama Heechul kendisini az önce Muhammed Ali’nin yumruklarından birini yüzünün tam ortasına yemiş gibi hissediyordu. Hayatta her zaman cesur olmak ve öyle çok düşünmeden planlamadan akışına bırakarak yaşama taraftarıydı ama söz konusu Hanna olunca bunların hepsi yalan oluveriyordu onun için.

Önceleri bahanesi daha çocuk olmalarıydı, sonraları kızın henüz çok küçük olduğu gerekçesini öne sürmüştü bazı şeylerden kaçabilmek için. Gerçekler kabak gibi ortada olduğu haldeydi bu boşuna çabası üstelik. Hani belki çok dramatize ve klişe bir tabirdi; ama Heechul için Hanna yanında olmadığında aldığı nefes bile ciğerlerini dolduramıyormuş gibi geliyordu, yine de hislerini kelimelere dökme cesaretini kendisinde bulamıyordu. Bir noktada kendisini ikna etmişti, bu kez de her zamankinden biraz farklı davranıp azıcık yaklaşmaya çalıştığında kız kendini çekip farklı davranmaya başladığından cesareti kolay kırılmıştı. Özünde hislerini kendisine bile itiraf edemeyen bir korkak olup çıkmıştı işte.

Aslında askere gidip döndüğünden beri hiç sahip olmadığı tarzda bir umut belirmişti içinde. Bir kere en önemlisi artık Hanna yeterince büyümüştü, hem uzun süre görüşmemiş olmanın etkisi ile eskisinden bile sıkı bir bağ vardı artık aralarında, yine de bir şekilde bugün yarın diye diye erteleyip durmuştu. Peki, sonuçta ne olmuştu, eline ne geçmişti? O debelenip dururken başka biri gelmiş en kıymetlisini ellerinden çekip alıvermişti işte.

Kızı kaybetmiş olduğu gerçeği kalbine bin ton ağırlık çökmesine neden oluvermişti. İçinden bağırmak ve bu kadar aptal olduğu için kafasını duvarlara vurmak geliyordu ama odadaki diğerlerinin varlığı onun en azından şimdilik bunu yapmasına engel oluyordu. Bunun yanısıra minik de bir öfke kıvılcımı vardı kalbinde, güya en yakın arkadaşı iken herkesin bildiğini Hanna neden saklamıştı ki ondan? Yoksa onu böyle bir sırra layık görmeyecek kadar ikinci plana mı atmıştı? Artık adını dilinden düşürmediği şu kankası Baekhee de vardı sonuçta, gayet bu tarz sırlarını artık onunla paylaşmak istiyor olabilirdi. Düşündükçe kendisini derin bir depresyona sokmanın eşiğine biraz daha geliyordu ki Sungmin’in dürtmesiyle kendisine geldi.

“Hey! Dünyadan Heechul’e orada mısın? Yedi kere seslendim oğlum nereye daldın öyle sen?” dedi çocuk. Odadaki herkesin dönmüş kendisine bakmakta olduğunu o anda fark etti.

“Ayy, dalıvermişim işte gelecek haftaki vizeye kafam takıldı hiç çalışmaya başlamadığımı düşününce.” Diye geveledi.

“Aman duyan da inanacak oğlum sen hep son gece çalışır yüksek notlarla geçersin ne zaman haftalarca çalıştın ki bir sınava?” dedi Minho ardından Kyuhyun’a döndü. “Heechul de aramıza döndüğüne göre sorabilirim demin sen telefonu kapatmadan bir şey duydum ama hayırdır bizim prenses boyfriend mi yaptı?”

Seohyun dahil odadaki tüm kafalar merakla Kyu’ya dönüverdi.

“Yaa hiç sorma öyle bi durum var. Sehun’u zor zapt ediyoruz evde bir görsen elinden gelse gidip vuracak çocuğu malum noonasını kimselerle paylaşamıyor.” Dedi Kyuhyun kıkırdayarak. Seohyun odayı kısık gözlerle tarıyordu ki bakışlarını belli bir noktaya sabitledi.

“Ayy Heechul oppa sen neden öyle şaşkın duruyorsun yoksa senin de mi haberin yoktu? Hayır siz çok yakınsınız ya Nana’yla ondan sordum.” Dedi kız ağzını yaya yaya. Heechul içinden Hanna, kızın kendisinden Nana diye bahsettiğini duysa ne yapardı diye düşündükten sonra başını sallayarak cevap verdi.

“Bu hafta pek görüşmedik, malum okula gidiyoruz filan, ondan mü… Seohyuncuğum!” dedi aynı yapmacıklıkla. Neredeyse kıracağı potu Sungmin anında konuşarak kapattı.

“Vay be Hanna da büyüdü artık 5 yaşındayken hepimize bizimle evleneceğine dair söz vermişti hatırlıyor musunuz?” dedi çocuk gülerek, sonra diğerleri kıkırdayarak oyuna dair bir konu tartışmaya geri dönüverdiler. Bir tek Heechul’ün oyun konusu artık hiç ilgisini çekmiyormuş gibiydi. Dalgınlıkla başını çevirince Seohyun’un içinde garip bir ışık parlayan gözlerini kendisine bakarken buluverdi. Kız yakalandığını fark edince yavaşça sırıtıp Kyu’ya yavşamaya geri dönüvvermişti hiçbir şey olmamış gibi. Heechul ilk kez o an Hanna’nın bu kıza dair yanlış bir şeyler olduğunu söylerken ne demek istediğini anladığını hissetti.

***               *****               ***

Hanna ve Baekhee güya parkta Himchan’la buluşup çocuğa yeni pastalarını tattıracaklardı; ama daha çocuk yolun ucundan görünür görünmez Baekhee bisikletine atlayıp kızı elindeki kutu ile bırakıvermişti, üstelik bir de yanından geçerken Himchan’a manalı manalı göz kırptığını görmüştü Hanna. O anda hayatında belki de ilk kez tam olarak domates kırmızısına ulaşmış olabileceğini düşünüyordu; ama çocuk her adım biraz daha yanına yaklaşmaktayken bu pek de mantıklı bir davranış gibi de durmuyor olduğundan derin nefes alarak kendisini kontrol altına almaya çalıştı.

“Selam, Baekhee niye gitti öyle işi mi varmış?” dedi Himchan rahat bir tavırla kızın yanına oturup sırıtarak. Kızın bu utangaç halleri o kadar hoşuna gidiyordu ki Hanna’yı birazcık kaşımanın zararı olmayacağını düşünmüştü.

“Aman çok komik, pastayı suratına fırlatmamı ister misin böylece tadına çok büyük bir hızla bakabilirsin.” Dedi Hanna kollarını kavuşturarak. Himchan kolunu kızın omzuna atıp onu aralarında duran kutuya zarar vermeyecek kadar yakınına çekti.

“Tamam tamam valla şakaydı, zaten ilk yaptığınız pastayı bana değil o öğretmen bozuntusuna yar ettiniz, bunu da öyle suratıma atarak filan, mundar etmeyelim yani değil mi?” dedi beyaz dişlerini cömertçe sergileyen bir gülüşle.

“Bay Minwoo’ya öğretmen parçası deme yalnız bence; hayır, hiçbir şey olmasa Allah çarpar yani!” dedi kız kıkırdayarak, sonra ekledi. “Hem bak sana özel tek bi pasta yaptık, Baekhee bunu sana vermemem karşılığında bana neler vaat etti bilsen şaşarsın.”

Çocuk kutuya uzanıp kucağına aldı ve aralarındaki engeli kaldırmış olma bahanesi ile kıza iyice sokuldu. Kutuyu açtığı an beğeni dolu bir ıslık çalıverdi hemen.

“Bunu bir pastaneden çalmadığınıza ve kendiniz yaptığınıza emin misiniz?” dedi ve daha fazla sabredemeyerek çatalı ile pastadan koca bir parça alıp ağzına attı. Kızın yanında tepkisini merakla bekler halde olduğunun farkında olduğundan işi olabildiğince ağırdan almıştı. En sonunda lokmasını yutup hiçbir şey okunamayan kusursuz bir ifadesiz suratla kıza döndü.

“Buna siz pasta mı diyorsunuz?” dedi ve Hanna’nın yüzü asılana kadar bekledi. “Bence buna pasta diyeni de Allah çarpar! Bu şey cennetten gelen tanrıların en sevdiği yiyeceklerden falan olabilir ancak. İçine ambrossia koymadığınızdan emin miyiz?”

Hanna’nın bir anlığına hayal kırıklığı dolan yüzü anında aydınlandı, şakacı bir tavırla çocuğun omzuna minik bir yumruk attı.

“Off şapşalsın! Yanağına krema bulaşmış, sil.” Dedi kız bir peçete uzatarak bir eli ile de elmacık kemiğini işaret ediyordu. Çocuk bu fırsatı hemen değerlendirip yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirdi.  

“Sen temizle.” Dedi. Hanna bir an için gözlerini açsa da yavaşça başını salladı. Hanna’nın hiç itiraz etmeden kabul etmesi onu şaşırtmış olsa da buna itiraz edecek değildi.

“Ama gözlerini kapat.” Dedi kız. Himchan sırıtışını engelleyemeyerek kızın dediğini yaptı. Tam beklemekten sıkılmış gözlerini açacaktı ki sert bir şeyin yanağına sürtündüğünü hissedip şok oldu. Hanna kremayı sildiği peçeteyi katlayıp poşete atarken masum bakışlar atıyordu.

“Ne oldu? Ay yoksa sen başka bir şey mi sanmıştın?” dedi kız kıkırdayarak.

“Senin bu yaptığına hile denir. İnsan sevgilisinin duyguları ile böyle oynar mı?” dedi çocuk dudaklarını sarkıtıp somurtarak.

“Bu pastayı yaparken o kadar yoruldum; ama bir parça ikram eden bile yok.” Dedi Hanna çocuğun serzenişini duymazdan gelerek.

Himchan bir çatal kendine bir çatal Hanna’ya vererek pastananın neredyse yarısını yediklerini fark ettiğinde kutuyu kapatıp bir kenara koymanın her ikisinin sağlığı için de en mantıklısı olacağına karar verdi. Bir süre daha parkta oturup havadan sudan sohbet ettikten ve ortalıkta kimselerin olmamasından faydalanıp salıncaklarda bir süre sallandıktan sonra birlikte yürüyerek kızın evinin önüne geldiler. Vedalaşırken kızın bir anlık boşluğundan faydalanan Himchan hemen kolunu beline dolayıp onu kendisine çekerek minik bir veda öpücüğü kondurdu kızın dudaklarına. Ayrıldıklarında Hanna telaşla eve doğru bakıyordu.

“Ya biri görseydi, çok adisin.” Dedi; ama böyle dese de vücut dili pek itiraz eder gibi durmuyordu, en azından çocuğun hala belinde duran kolundan kurtulmamıştı.

“Öhö öhö!” diye bir ses duyunca sıçrayarak aralarına makul bir mesafe koydular.

“Pasta sahibine ulaşmış bakıyorum.” Dedi Kyuhyun sırıtarak iki gence yaklaşırken. Hanna elini yüzüne yapıştırıp hızla kaydırmamak için kendini zor tuttu.

“Sen neden yürüyerek geldin oppa?” dedi konuyu dağıtmak istercesine.

“Yürüyerek gelmedim; sabah Minho geçerken bırakmıştı, şimdi de Heechul getirdi.” Dedi omzunu silkerek. Sonra eve bakarak ekledi “Ay neyse ben vedanızı bölmeyeyim, zaten acayip açım, hadi ben kaçtım.”


Kyuhyun içeriye girerken Himchan bakınca Hanna’nın suratının değiştiğini fark etti, bunu abisine yakalanmış olmalarının utancına verdi. Kıza bir kez daha veda edip kendi evine doğru uzaklaşmaya başladı. Yürürken dönüp arkasına bakma ihtiyacı hissetmemişti; eğer baksa Hanna’nın o köşeyi dönmek üzere olduğu halde eve girmemiş, bıraktığı yerde ve yüzünde şaşkınlık benzeri bir ifade ile hala dikilmekte olduğunu görebilirdi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder