14.5
Heechul toplantının ardından hemen eve dönmüştü çünkü o günü
birlikte yakın arkadaşları ile toplanıp oyun oynamaya ayırmışlardı. Zaten acele
etmiş olsa bile eve vardığında diğer üç çocuğun çoktan gelmiş olduklarını
görmüştü. Kapıyı Minho açmıştı.
“İçeri gelsene, kendini evinde hisset.” Demişti sırıtarak.
“Aman, ne komik! Kapının şifresini değiştirdiğim zaman
kapıda kalacaksınız, işte o zaman gülen ben olacağım.” Dedi çocuk
ayakkabılarını çıkartıp düzgünce kanara bırakırken. İkili çocuğun odasına
girdiklerinde odadaki iki çocuğun hararetli bir tartışmaya dalmış olduğunu fark
etmişlerdi.
“GTA San Andreas oynayacağız diye konuşmadık mı biz neden şimdi
yan çiziyorsun sen?” dedi Sungmin eleri belinde tek kaşı havada ayağının birini
ritmik şekilde hızla yere vurarak konuşuyordu.
“Ya bu reddetiğin oyun var ya Japonya’da aylardır fırtınalar
estiriyor mart sonu çıktı ve Kore ye ancak yeni geldi. O yüzden GTA
bekleyebilir bugün God of War oynayacağız.” Diye cevapladı Kyuhyun onu,
Sungmin’in aksine o oldukça sakin bir şekilde oturduğu yerden bir eliyle mesaj
yazmaktayken konuşmuştu ki bu Sungmin’in daha da çok sinirlenmesine neden olmuş
gibiydi. Tam o ağzını açmış cevap verecekken kapıda duran ikili olaya müdahale
ettiler.
“Aşık atışmanızı bölmek istemem ama bir ihtimal ikisini de
oynasak? Kocaman bir günümüz var nasılsa.” Dedi Minho az önce kapıya bakmak
için kalktığı çok belli olan etrafına abur cuburlarla siper yapılmış koltuğuna
dönerek.
“Aman ne oynayacağımız fark etmez bir an evvel başlayalım
da! Toplantıda ölümüne sıkıldım, kaybettiğim yaşam enerjimi acilen geri
kazanmam lazım.” Dedi Heechul de arkadaşlarının arasında kendisine bir yer açıp
otururken. Oyun seçimi konusunda Sungmin ve Heechul’e karşı Kyuhyun ve Minho
olarak berabere kalmış olsalar da ev sahibi torpili ile Heechul dediğini yaptırtmanın
bir yolunu buldu. İki takım halinde oynadıklarından arada minik tartışmların
olması kaçınılmaz oluyordu. Bir kez daha Kyuhyun’un telefonu ile uğraşıp
durması yüzünden kaybettiklerinde Minho daha fazla dayanamayıp patladı.
“Abi şu telefonu eline mi zamkladılar senin? Bırak da rahat
rahat oynayalım. Kime mesaj yazıyorsun bir saattir ayrıca yani!”
“Kime olacak mürekkep balığınadır.” Dedi Heechul sırıtarak,
Kyu’nun bakmadan attığı yastıktan kaçınmak için haifçe eğilmesi yetmişti.
Sungmin ve Minho kıkırdamaya başladılar.
“Mürekkep balığı mı? Valla süper tanımlama kim buldu bu
ismi?” dedi Sungmin.
“Kim olabilir? Tabi ki Hanna.” Dedi Kyuhyun burnundan
soluyarak, sonra da ekledi. “Birazdan buraya geldiğinde kızın yanında da böyle
konuşun da bakın ben size ne yapıyorum. Ne alıp veremediğiniz var şu kızla bi
anlasam.”
“Ayy o cadıyı evime mi çağırdın sen erkek erkeğe oyun
oynamak için sözleştiğimiz gün!!!!” dedi Heechul, neredeyse tiksinerek.
“Yeter ama! Hadi Hanna’yı anladım, abisini paylaşmak
istemeyen kız kardeş sendromu var; size ne oluyor ya size ne oluyor???” diye
isyan etti Kyuhyun sonunda.
“Ayy biz de seni paylaşmak istemiyoruz belki tatlım!” dedi
Minho sahte bir şekilde gözlerini süzerek. Sungmin başını çocuğun omzuna
yaslayıp ekledi: “Belki sadece bizim kal istiyoruz Kyutieem”
En son Heechul de sahte bir sinirle ayağa fırlamıştı.
“Açılın bakalım ezikler Kyu benim erkeğim tamam mı?”
Bunun üzerine Kyuhyun odanın köşesine kaçıp vampir kovma
harekketleri yaparken diğer üçlü minik bir kahkaha krizine tutuldular. Ama bu
neşe 20 dakika kapının çalması ve Seohyun’un gelmesine dek sürebildi ne yazık ki.
Üçlü yatağın önünde yere oturmuş oyunun sesini sonuna kadar açmış arkalarında
dönen muhabbetin tek kelimesini bile duymamak için çaba harcıyorlarken Kyuhyun
taht gibi kurulduğu yatağın baş kısmından teknik olarak neredeyse kucağına
oturmuş olan kız arkadaşı ile cilveleşmekle meşguldü.
“Bildiğiniz iyi bir ilaçlama şirketi var mı?” diye fısıldadı
Heechul yanındaki ikiliye.
“Neden ki?” diye baktı Sungmin şaşkınlıkla.
“Neden mi? Bu yatağı sağlam ilaçlatmadan hayatta yatamam ben
bi daha burada.” Cevabı ile üçlü yine engelleyemedikleri bir kahkaha krizine
tutuluverdiler. Bu esnada Seohyun makyajını tazelemek için odadan çıkınca üçü
de kafalarına sağlam bir yastık darbesi yediler.
“Senin bu yaptığına arkadan vurmak denir ama.” Dedi Minho
başını ovalayarak.
“Siz de bir sesinizi kesemediniz ha ne o öyle kıkırdaşmalar
fısıldaşmalar filan!” Diye azarladı Kyuhyun. Sungmin ağzını açmış cevap
verecekti ki Kyuhyun’un telefonu çalmaya başlayınca yarım kaldı. Çocuk telefonu
açıp cevapladı.
“Yobsaeyo?... Sana da
merhaba sevgili kardeşim!... Heechul’lerdeyiz bizim çocuklarla oyun turnuvası
yapıyoruz.” Kyuhyun telefonu biraz uzaklaştırarak arkadaşlarına seslendi “Şu
televizyonu azıcık kıssanıza Hanna’yı duyamıyorum.”
Kumandaya en yakın olan Heechul hemen uzanıp ses düzeyini
gerekenin bile biraz altına inene dek kısıverdi. Diğer ikisi ise oyunla ilgili
bir strateji üzerine tartışmaya dalmış gibilerdi. Onların bu dikkat
dağınıklığından faydalanan Heechul hemen kulak kabartarak arkadaşının
kouşmasını dinlemeye başladı. Hanna birkaç gündür garip davranıyor gibi
geliyordu ona. Hani tam olarak somut gösterebileceği bir durum yoktu ama bir
gariplik var gibiydi işte. Televizyonun sesi kısılınca Kyuhyun da konuşmaya
devam etti.
“Dedim ki Heechullerdeyiz bizimkilerle oyun oynuyoruz… aman
ne acelesi ya geç bile kaldı… Burada tabi de sen ne biçim konuşuyorsun yine bunu
kaç kez konuştuk?... sevmesen bile saygı duymak zorundasın kız her şey bir yana
senden büyük!... ooo lütfettiniz majesteleri! Sen evde misin? Beni neden
aradın?... tamam zaten biz daha takılırız ama ev boş diye yaramazlık yapmayın
sakın…”
Kyuhyun çoğul konuştuğuna göre Hanna’nın yanında birisi
vardı, ama Heechul onlar kendi grupları ile birlikte bugün nehir kıyısına paten
kaymaya gideceklerinden bahsi geçen kişinin Sehun olamayacağını iyi biliyordu.
Biraz kıpırdanıp yerinde yerleşiyormuş gibiyaparak yatağa yaklaştı ve daha
dikkatlice dinlemeye başladı. Televizyonun sesi de kısık olduğundan telefondan
gelen Hanna’nın sesini çok kısık da olsa duyabiliyordu artık.
“…Neyim varmış benim? Erkek dediğin yapar öyle şeyler!” dedi
Kyuhyun.
“Sehun’u da kendine benzeteceksin, zaten!” dediğini duydu
Hanna’nın.”
“Benzesin işte abisi gibi kızların kalbini hoplatmayı erken
öğrenir fena mı?” dedi Kyuhyun.
“Yok onu ben korurum; yavrum olmaz senin gibi.” Dedi Hanna
anında.
“O da ne demek bakıyım abini beğenmiyor musun sen?” dedi
Kyuhyun, kızar gibi yaparak.
“He, beğenmiyorum; o mürekkepbalığıyla çıktığın sürece de
beğenmeyeceğim!” diye lafı yapıştırdı Hanna, Heechul’un gülmemek için yanağının
içini ısırmak zorunda kalmasına neden olarak.
“Offf….” Dedi Kyuhyun cevaben, sadece.
“Neyse, gelme sen.” Dedi Hanna sonra.
“Tamam, gelmem de yaramazlık yapmayacaksanız ne
yapacaksınız, bu kadar evde yalnız olmanızı gerektiren?” Dedi Kyuhyun.
“Pasta yapacağız.” Dedi Hanna.
“Hayırdır tatlı krizine mi girdiniz?” dedi Kyuhyun, yarım
bir sırıtışla.
“Yok, şey, birine sözüm var…” gibi bir şey dedi Hanna; ama
bunu kısık sesle söylediği için Heechul net duyamamıştı.
“Ooo demek söz… peki bu sözü verdiğin kişi taze erkek
arkadaşın olabilir mi?” Kyuhyun’un sırıtarak sorduğu bu soru Heechul’ün
elektrik yemiş gibi yerinde sıçramasına neden oldu. Doğru mu duymuştu, Kyu az
önce erkek arkadaş mı demişti? Peki ama
öyleyse bile onun neden haberi yoktu? İçinde bulunduğu şokla Hanna’nın cevabını
kaçırmış olmalıydı, Kyuhyun tekrar konuştu. “… vay vay vay ellerinle
besliyorsun demek… oldu olacak eve de çağır bari, evde beslersin.”
“Ne biçim abisin sen be?!” diye isyan eden Hanna’nın sesi bu
sefer duyulmayacak gibi değildi.
“Ne var kızım, çocuğu birkeç kez gördüm, gayet düzgün bir
çocuk! Hem engel olup ne yapacağım, ailecek senin turşunu mu kuracağız biz? Bul
birini git evden de odanı oyun odasına çeviriyim ben de! Neyse bizim oyuna dönmemiz
gerek, çok bile konuştum, Sungmin onu aldattığımı düşünecek.” Dedi Kyuhyun.
Kendi adını duyan Sungmin tek kaşını kaldırıp o tarafa baktı.
“Tamam, tamam.” Dedi Hanna, sesi sanki sinek kovarcasına
elini sallıyormuş tonlamasında geliyordu.
“Mesajı da aldım bu arada, erken dönemem.” diye ekledi
Kyuhyun çabucak.
“Tamam, hadi görüşürüz.” Dedi Hanna.
“Görüşürüz.”
Kapı açılıp Seohyun odaya dönerken Kyu da telefonu
kapatmıştı; ama Heechul kendisini az önce Muhammed Ali’nin yumruklarından
birini yüzünün tam ortasına yemiş gibi hissediyordu. Hayatta her zaman cesur
olmak ve öyle çok düşünmeden planlamadan akışına bırakarak yaşama taraftarıydı
ama söz konusu Hanna olunca bunların hepsi yalan oluveriyordu onun için.
Önceleri bahanesi daha çocuk olmalarıydı, sonraları kızın
henüz çok küçük olduğu gerekçesini öne sürmüştü bazı şeylerden kaçabilmek için.
Gerçekler kabak gibi ortada olduğu haldeydi bu boşuna çabası üstelik. Hani
belki çok dramatize ve klişe bir tabirdi; ama Heechul için Hanna yanında
olmadığında aldığı nefes bile ciğerlerini dolduramıyormuş gibi geliyordu, yine
de hislerini kelimelere dökme cesaretini kendisinde bulamıyordu. Bir noktada
kendisini ikna etmişti, bu kez de her zamankinden biraz farklı davranıp azıcık
yaklaşmaya çalıştığında kız kendini çekip farklı davranmaya başladığından
cesareti kolay kırılmıştı. Özünde hislerini kendisine bile itiraf edemeyen bir
korkak olup çıkmıştı işte.
Aslında askere gidip döndüğünden beri hiç sahip olmadığı
tarzda bir umut belirmişti içinde. Bir kere en önemlisi artık Hanna yeterince
büyümüştü, hem uzun süre görüşmemiş olmanın etkisi ile eskisinden bile sıkı bir
bağ vardı artık aralarında, yine de bir şekilde bugün yarın diye diye erteleyip
durmuştu. Peki, sonuçta ne olmuştu, eline ne geçmişti? O debelenip dururken
başka biri gelmiş en kıymetlisini ellerinden çekip alıvermişti işte.
Kızı kaybetmiş olduğu gerçeği kalbine bin ton ağırlık
çökmesine neden oluvermişti. İçinden bağırmak ve bu kadar aptal olduğu için
kafasını duvarlara vurmak geliyordu ama odadaki diğerlerinin varlığı onun en
azından şimdilik bunu yapmasına engel oluyordu. Bunun yanısıra minik de bir
öfke kıvılcımı vardı kalbinde, güya en yakın arkadaşı iken herkesin bildiğini
Hanna neden saklamıştı ki ondan? Yoksa onu böyle bir sırra layık görmeyecek
kadar ikinci plana mı atmıştı? Artık adını dilinden düşürmediği şu kankası
Baekhee de vardı sonuçta, gayet bu tarz sırlarını artık onunla paylaşmak
istiyor olabilirdi. Düşündükçe kendisini derin bir depresyona sokmanın eşiğine
biraz daha geliyordu ki Sungmin’in dürtmesiyle kendisine geldi.
“Hey! Dünyadan Heechul’e orada mısın? Yedi kere seslendim
oğlum nereye daldın öyle sen?” dedi çocuk. Odadaki herkesin dönmüş kendisine
bakmakta olduğunu o anda fark etti.
“Ayy, dalıvermişim işte gelecek haftaki vizeye kafam takıldı
hiç çalışmaya başlamadığımı düşününce.” Diye geveledi.
“Aman duyan da inanacak oğlum sen hep son gece çalışır
yüksek notlarla geçersin ne zaman haftalarca çalıştın ki bir sınava?” dedi
Minho ardından Kyuhyun’a döndü. “Heechul de aramıza döndüğüne göre sorabilirim
demin sen telefonu kapatmadan bir şey duydum ama hayırdır bizim prenses
boyfriend mi yaptı?”
Seohyun dahil odadaki tüm kafalar merakla Kyu’ya dönüverdi.
“Yaa hiç sorma öyle bi durum var. Sehun’u zor zapt ediyoruz
evde bir görsen elinden gelse gidip vuracak çocuğu malum noonasını kimselerle
paylaşamıyor.” Dedi Kyuhyun kıkırdayarak. Seohyun odayı kısık gözlerle
tarıyordu ki bakışlarını belli bir noktaya sabitledi.
“Ayy Heechul oppa sen neden öyle şaşkın duruyorsun yoksa
senin de mi haberin yoktu? Hayır siz çok yakınsınız ya Nana’yla ondan sordum.”
Dedi kız ağzını yaya yaya. Heechul içinden Hanna, kızın kendisinden Nana diye
bahsettiğini duysa ne yapardı diye düşündükten sonra başını sallayarak cevap verdi.
“Bu hafta pek görüşmedik, malum okula gidiyoruz filan, ondan
mü… Seohyuncuğum!” dedi aynı yapmacıklıkla. Neredeyse kıracağı potu Sungmin
anında konuşarak kapattı.
“Vay be Hanna da büyüdü artık 5 yaşındayken hepimize bizimle
evleneceğine dair söz vermişti hatırlıyor musunuz?” dedi çocuk gülerek, sonra
diğerleri kıkırdayarak oyuna dair bir konu tartışmaya geri dönüverdiler. Bir
tek Heechul’ün oyun konusu artık hiç ilgisini çekmiyormuş gibiydi. Dalgınlıkla
başını çevirince Seohyun’un içinde garip bir ışık parlayan gözlerini kendisine
bakarken buluverdi. Kız yakalandığını fark edince yavaşça sırıtıp Kyu’ya
yavşamaya geri dönüvvermişti hiçbir şey olmamış gibi. Heechul ilk kez o an
Hanna’nın bu kıza dair yanlış bir şeyler olduğunu söylerken ne demek istediğini
anladığını hissetti.
*** ***** ***
Hanna ve Baekhee güya parkta Himchan’la buluşup çocuğa yeni
pastalarını tattıracaklardı; ama daha çocuk yolun ucundan görünür görünmez
Baekhee bisikletine atlayıp kızı elindeki kutu ile bırakıvermişti, üstelik bir
de yanından geçerken Himchan’a manalı manalı göz kırptığını görmüştü Hanna. O
anda hayatında belki de ilk kez tam olarak domates kırmızısına ulaşmış
olabileceğini düşünüyordu; ama çocuk her adım biraz daha yanına yaklaşmaktayken
bu pek de mantıklı bir davranış gibi de durmuyor olduğundan derin nefes alarak
kendisini kontrol altına almaya çalıştı.
“Selam, Baekhee niye gitti öyle işi mi varmış?” dedi Himchan
rahat bir tavırla kızın yanına oturup sırıtarak. Kızın bu utangaç halleri o
kadar hoşuna gidiyordu ki Hanna’yı birazcık kaşımanın zararı olmayacağını
düşünmüştü.
“Aman çok komik, pastayı suratına fırlatmamı ister misin
böylece tadına çok büyük bir hızla bakabilirsin.” Dedi Hanna kollarını
kavuşturarak. Himchan kolunu kızın omzuna atıp onu aralarında duran kutuya
zarar vermeyecek kadar yakınına çekti.
“Tamam tamam valla şakaydı, zaten ilk yaptığınız pastayı
bana değil o öğretmen bozuntusuna yar ettiniz, bunu da öyle suratıma atarak
filan, mundar etmeyelim yani değil mi?” dedi beyaz dişlerini cömertçe
sergileyen bir gülüşle.
“Bay Minwoo’ya öğretmen parçası deme yalnız bence; hayır,
hiçbir şey olmasa Allah çarpar yani!” dedi kız kıkırdayarak, sonra ekledi. “Hem
bak sana özel tek bi pasta yaptık, Baekhee bunu sana vermemem karşılığında bana
neler vaat etti bilsen şaşarsın.”
Çocuk kutuya uzanıp kucağına aldı ve aralarındaki engeli
kaldırmış olma bahanesi ile kıza iyice sokuldu. Kutuyu açtığı an beğeni dolu
bir ıslık çalıverdi hemen.
“Bunu bir pastaneden çalmadığınıza ve kendiniz yaptığınıza
emin misiniz?” dedi ve daha fazla sabredemeyerek çatalı ile pastadan koca bir
parça alıp ağzına attı. Kızın yanında tepkisini merakla bekler halde olduğunun
farkında olduğundan işi olabildiğince ağırdan almıştı. En sonunda lokmasını
yutup hiçbir şey okunamayan kusursuz bir ifadesiz suratla kıza döndü.
“Buna siz pasta mı diyorsunuz?” dedi ve Hanna’nın yüzü
asılana kadar bekledi. “Bence buna pasta diyeni de Allah çarpar! Bu şey
cennetten gelen tanrıların en sevdiği yiyeceklerden falan olabilir ancak. İçine
ambrossia koymadığınızdan emin miyiz?”
Hanna’nın bir anlığına hayal kırıklığı dolan yüzü anında
aydınlandı, şakacı bir tavırla çocuğun omzuna minik bir yumruk attı.
“Off şapşalsın! Yanağına krema bulaşmış, sil.” Dedi kız bir
peçete uzatarak bir eli ile de elmacık kemiğini işaret ediyordu. Çocuk bu
fırsatı hemen değerlendirip yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirdi.
“Sen temizle.” Dedi. Hanna bir an için gözlerini açsa da yavaşça
başını salladı. Hanna’nın hiç itiraz etmeden kabul etmesi onu şaşırtmış olsa da
buna itiraz edecek değildi.
“Ama gözlerini kapat.” Dedi kız. Himchan sırıtışını
engelleyemeyerek kızın dediğini yaptı. Tam beklemekten sıkılmış gözlerini
açacaktı ki sert bir şeyin yanağına sürtündüğünü hissedip şok oldu. Hanna
kremayı sildiği peçeteyi katlayıp poşete atarken masum bakışlar atıyordu.
“Ne oldu? Ay yoksa sen başka bir şey mi sanmıştın?” dedi kız
kıkırdayarak.
“Senin bu yaptığına hile denir. İnsan sevgilisinin duyguları
ile böyle oynar mı?” dedi çocuk dudaklarını sarkıtıp somurtarak.
“Bu pastayı yaparken o kadar yoruldum; ama bir parça ikram
eden bile yok.” Dedi Hanna çocuğun serzenişini duymazdan gelerek.
Himchan bir çatal kendine bir çatal Hanna’ya vererek pastananın
neredyse yarısını yediklerini fark ettiğinde kutuyu kapatıp bir kenara koymanın
her ikisinin sağlığı için de en mantıklısı olacağına karar verdi. Bir süre daha
parkta oturup havadan sudan sohbet ettikten ve ortalıkta kimselerin
olmamasından faydalanıp salıncaklarda bir süre sallandıktan sonra birlikte
yürüyerek kızın evinin önüne geldiler. Vedalaşırken kızın bir anlık boşluğundan
faydalanan Himchan hemen kolunu beline dolayıp onu kendisine çekerek minik bir
veda öpücüğü kondurdu kızın dudaklarına. Ayrıldıklarında Hanna telaşla eve
doğru bakıyordu.
“Ya biri görseydi, çok adisin.” Dedi; ama böyle dese de
vücut dili pek itiraz eder gibi durmuyordu, en azından çocuğun hala belinde
duran kolundan kurtulmamıştı.
“Öhö öhö!” diye bir ses duyunca sıçrayarak aralarına makul
bir mesafe koydular.
“Pasta sahibine ulaşmış bakıyorum.” Dedi Kyuhyun sırıtarak
iki gence yaklaşırken. Hanna elini yüzüne yapıştırıp hızla kaydırmamak için
kendini zor tuttu.
“Sen neden yürüyerek geldin oppa?” dedi konuyu dağıtmak
istercesine.
“Yürüyerek gelmedim; sabah Minho geçerken bırakmıştı, şimdi
de Heechul getirdi.” Dedi omzunu silkerek. Sonra eve bakarak ekledi “Ay neyse
ben vedanızı bölmeyeyim, zaten acayip açım, hadi ben kaçtım.”
Kyuhyun içeriye girerken Himchan bakınca Hanna’nın suratının
değiştiğini fark etti, bunu abisine yakalanmış olmalarının utancına verdi. Kıza
bir kez daha veda edip kendi evine doğru uzaklaşmaya başladı. Yürürken dönüp
arkasına bakma ihtiyacı hissetmemişti; eğer baksa Hanna’nın o köşeyi dönmek
üzere olduğu halde eve girmemiş, bıraktığı yerde ve yüzünde şaşkınlık benzeri
bir ifade ile hala dikilmekte olduğunu görebilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder