-17-
Biraz sakinleşmesi için Baekhee’nin bir süre sadece şehirde
nereye gittiğinin farkında olmadan sürmesi gerekti. Bir gün içinde çok fazla
şeyi üst üste yaşamıştı, sanki bir gün değil bir yıl geçmiş gibi hissediyordu.
Fazlasıyla mutlu da olmuştu, uzun zamandır hiç olmadığı kadar sinirlenmişti de;
ama tepesine bomba yağsa şaşırmayacağı kadar çok da şaşırmıştı aynı gün içinde.
Demek Cho Kyuhyun ha, diye düşündü, şehir dışına doğru hızla
sürerken. Gizemli yabancıyı neredeyse tamamen unutmuşken bu şekilde karşısına
çıkacağını hiç düşünmemişti Baekhee, hele Hanna’nın abisi çıkacağını hiç
düşünmemişti. Sehun da Hanna’nın kardeşi çıkmıştı zaten. Acaba ev sahiplerinin
de Hanna’yla bir akrabalığı var mı, diye düşünmeden edemedi. Kyuhyun mevzusunu
düşünmekten özellikle kaçınıyordu, çünkü genç hiç hayal ettiği gibi biri
değildi. Baekhee onun yüzüne bir karakter oturtup onunla aynı kişilik
özelliklerine sahip olmasını bekleyecek kadar aptal bir kız değildi; ama en
azından ilk karşılaştığı yerde kanlı bıçaklı olmayı da beklemiyordu. Kim
beklerdi ki?
Yeterince sakinleştiğinde neredeyse şehirden çıkmışlardı.
Baekhee yolun soluna geçip en yakın yerden bir U dönüşü yaptı, yol üzerinde
şehir ışıklarını gören küçük bir KFC evinin önünde durdu. Henüz eve dönmek
istemiyordu, dönmeden önce Hanna’yla konuşmak ve bir şeyler yiyerek kendini
mutlu etmek istiyordu. Baekhee Dakar’ı uygun bir yere park edip motoru
kapattığında Hanna dikkatle indi ve kaskını çıkardı. Baekhee motordan inmeden
kaskını çıkarıp arkadaşına baktı.
“Tavuk seversin, değil mi?” dedi, kendini tuhaf hissetse de.
Hanna gülümseyip başıyla onayladı ve korumalarını çıkarmaya başladı, Baekhee de
inip arkadaşına katıldı. Beş dakika sonra önlerinde bir kemiksiz tavuk menüsü,
bir de acılı kanat menüsüyle şehrin ışıklarını güzel gören bir pencerenin önüne
oturmuş, her taraflarını bulaştırarak tavuklarını kemiriyorlardı. Baekhee
yedikçe kendini daha iyi hissediyordu; aynı zamanda az önce olanların ne kadar
trajikomik olduğu kafasına daha bir dank edip içinde bir vicdan azabının
yükselmesine neden oluyordu. Bir yerden sonra iç çekerek yarısı yenmiş tavuk
kanadını tepsisine bıraktı ve Hanna’ya baktı.
“Abarttım, değil mi?” diye sordu, acı bir ifadeyle. Hanna
başını kaldırıp gözlerini kırpıştırdı.
“Kim, sen mi onlar mı? Onlar başlattı bir kere.” Dedi kız,
kendinden emin bir biçimde.
“Benim yüzümden abinle ve en yakın arkadaşınla kavga ettin;
yani ben gerçekten-”
“Benim en yakın arkadaşım değil o!” diyerek burnundan soludu
Hanna, “Benim en yakın arkadaşım sensin artık. Resmi olarak bunu şu anda ilan
ediyorum.”
“Saçmalama!” dedi Baekhee; ama kıkırdıyordu. Hanna da
gülümsedi.
“Bak, sen de bunun saçma olmadığını biliyorsun. Onlar
başlattı, sen sadece beni korumaya çalışıyordun… aslında gerçekten hiç
beklemiyordum. Yani içimden geçen her şeyi bir çırpıda o kadar net döktün ki
karşılarına! Hem de abim burnundan solurken. Şimdiye kadar kimseyi ona bu
şekilde kafa tutarken görmemiştim, çok havalıydı.” Dedi Hanna, gözleri
parlıyordu.
“Öyle mi?” dedi Baekhee, yanaklarının kızarmaya başladığını
hissedebiliyordu. Hanna ona kızgın olmadığı için mutluydu; ama hala biraz
abarttığını düşünüyordu. “Yine de o kadar sert çıkmasam fena olmazdı bence. Ona
resmen kendine senin abin dediği için utanması gerektiğini ve insan olmadığını
söyledim, sonra ayağının dibine tükürdüm… hani, kabaydı sanki biraz.”
“Orası öyle; ama diyorum ya, onlar başlattı. Ben senin
yerinde olsam da o kadar şeyi abim bana söylese çeker giderdim, bir daha da ne
onların, ne de kendimin yüzüne bakardım. Sen yine iyi dayandın, hem abime
söyleyecek tek kelime bırakmadın. Diyorum ya, daha önce bunu başarabilen
kimseyi görmemiştim.” Dedi Hanna. Baekhee hafifçe güldü, sonra düşünceli bir
biçimde parmaklarının arasında çevirdiği tavuk kanadına baktı. Konuyu nasıl
açacağını bilmiyordu; ama sosyal ilişkilerde incelik konusunda başarılı
değildi, onun tarzı her şeyi doğrudan yapmaktı.
“Neden bana söylemedin?” dedi sonunda iç geçirip arkadaşına
bakarak. Hanna’nın gülümsemesi soldu, alt dudağını ısırdı.
“Ben… yani söyleyecektim aslında, özellikle sakladığım falan
yoktu; ama tanıştığım herkese “merhaba adım Hanna bende kanama bozukluğu var”
diye de kendimi tanıtamam. Hani böyle, durumla ilgili bir şey olsa söylerdim.
Ama öyle bir şey olmadı, konu da açılmadı, ben de açıp gereksiz dram yapmak
istemedim.” Dedi Hanna sonunda. Baekhee başını anladığını belirtircesine
salladı.
“Tek sebebinin bu olduğuna emin misin?” diye sordu yumuşakça
sonra.
“Aslında…” dedi Hanna, sonra hafifçe güldü, “Orada
haklıydın, abime de söylediğin gibi aslında arkadaşlarımdan hiçbirinin beni
daha fazla kollamasına ihtiyacım yok. Normal bir insan gibi yaşamak istiyorum;
ama etrafımdaki herkes hastalığımı öğrendiği anda beni özel bir korumaya
alıyor. Seninle diğerlerinin de böyle yapmanızdan korktum.”
“Biliyordum.” Diyerek hafifçe gülümsedi Baekhee ve uzanıp
arkadaşının elini tuttu; ikisinin de parmakları yağlı olmasına rağmen Hanna
elini çekmedi. “Söz veriyorum ben onlar gibi olmayacağım; tamam mı?”
“Tamam, sen söylersen buna inanabilirim.” Diye kıkırdadı
Hanna.
“Biliyor musun, bence söylersek Yongguk ve Himchan da öyle
olmayacaktır.” Dedi Baekhee, dikkatle. Hanna sıkıntıyla başını şehir
manzarasına çevirdi. Hanna düşünürken Baekhee elindeki yarım tavuk kanadını da
çabucak mideye indirdi.
“Onlara söylemeyelim.” Dedi Hanna sonunda. Baekhee cevap
vermeyince dönüp arkadaşına baktı. Kız sessizce Hanna’nın konuşmaya devam
etmesini bekliyordu, Hanna iç çekti. “Yani, bilmiyorum, ikisi de bayağı
kollayıcı insanlar. Kötü bir şey olduğundan demiyorum, beni yanlış anlama,
sadece eğer öğrenirlerse bana herkes gibi, her an kırılacak bir şeymişim gibi
davranmalarından korkuyorum.”
“Onların da benim gibi öğrenmeleri daha mı iyi olur?” dedi
Baekhee yavaşça. Hanna dudağını ısırıp ellerine baktı, Baekhee uzanıp kızın
eline dokundu. “Bak onlar biz nasıl anlatırsak öyle anlar bu hastalığı. Basit
bir şey, diyerek anlatırsak onlar da önemsememeleri gerektiğini anlayacaktır.
Ya da eğer sana öyle davranmamalarını söylersek davranmazlar.”
“Emin misin?” dedi Hanna korkarak. Baekhee başıyla onayladı.
“Tabii ki eminim! Bence onlardan saklamamalıyız. Onlar da en
az benim kadar çok seviyor seni.” Diyerek gülümsedi Baekhee. Hanna da
gülümsedi.
“Madem öyle… ama hani laf arasında denk gelince söyleyelim;
öyle yuvarlak masa toplantısı falan istemem!” dedi Hanna. Baekhee güldü.
“Tabii ki! Öbür türlü çok saçma olurdu.” Dedi kız, sonra
arkadaşının gözlerine baktı. “Bu arada, ciddi olmadığına eminsin değil mi?
Nasıl bir hastalık bu?”
“Ciddi değil…” dedi Hanna ve ofladı, “Yani aslında ciddi de
olabilirdi de artık değil, diyelim. Ben küçükken bu hastalığımın olduğunu fark
etmeleri çok büyük bir olayla olmuş. Tanısı konduktan sonra o kadar sorun
değil. Kanımda yaralarımdaki kanın pıhtılaşmasını sağlayan bir şey eksikmiş,
bir yaralandığım zaman kanaması çok zor duruyor. Durduğu zaman aynen normal
birisi gibi iyileşiyorum, tekrar kanamıyorum; ama mesela bir kaza falan olsa
benim kanamam o kadar zor durur ki kan kaybından ölebilirim. Onlar da bunu
kafaya takıyor, sanki kaza olunca sadece kanamadan ölünür! Yani tedavisini
biliyorlar, tedavi ederler geçer. Gerçekten önemli bir durum değil.”
“Aslında biraz korkutucu geliyor tabi; ama sonunda kanaması
duruyorsa sorun ne ki? Sadece biraz uğraştırır, hepsi bu.” dedi Baekhee.
Hanna’nın gözleri parladı.
“Ben de onu diyorum ya işte!” diyerek oturduğu yerde
tepindi. “Abarttıkları kadar gerçekten yok. Ama dedim ya, küçükken öğrenmemiz
çok acılı bir süreç oldu.”
“Nasıl oldu?” dedi Baekhee merakla, kolasından bir yudum
aldı.
“Ya ben dört yaşında falandım, bir ağaç evimiz vardı. Abimle
orada oynardık.” Dedi Hanna, o da içeceğinden bir yudum aldı, “Bir gün ben
oradan bir şekilde düşmüşüm; ben hatırlamıyorum bile. Bir dala çarpmışım,
fırlayıp yere çarpmışım, sonra sırtüstü düşüp bir de başımı çarpmışım. Yer
yumuşak toprakmış gerçi; ama kötü düşmüşüm. Dala da tam karnımı çarptığımdan
darbe karaciğerimi zedelemiş. Hastaneye götürmüşler, bacağımda da kırık varmış;
karaciğerim için ameliyata aldıklarında bacağım morarmaya başlayınca onun için
de ameliyat etmişler. Kanamam bir türlü durmamış, ameliyat çok uzamış, çok kan
kaybetmişim, çok fazla kan ve serum vermişler. İki gün yoğun bakımda yatmışım,
uyanmamışım. Sonradan o kadar uyanmamamın çok fazla soğuk serum verdikleri için
olduğunu söylediler; ama takdir edersin ki bizimkilerin ödü koptu. En çok da
abim korkmuştu, ondan böyle. Çok kızma ona da.”
“Hmm…” dedi Baekhee, pipetinin ucunu çiğnedi, iç geçirdi,
“Şimdi böyle bakınca da üzüldüm, aslında… yani, bildiğin çocukluk travması gibi
bir şey. Onunla oynarken düştün, diye de kendini suçlamıştır o yaşta.”
“Evet, evet.” Diyerek onayladı Hanna başıyla. Vicdanı
kafasına balyozla vururken dudağını kemirdi Baekhee.
“Ya ben gerçekten çok ağır konuştum.” Dedi sonunda, Hanna’ya
özür diler gibi bakarak.
“Eh, biraz sert konuşmuş olabilirsin; ama yerden göğe
haklıydın, hala da haklısın.” Dedi Hanna. Tam Baekhee karşılık vermek için
ağzını açarken de devam etti, “Üstelik seni buna o zorladı. Sana söylediklerini
yakın zamanda unutacağımı zannetmiyorum, buna hakkı yoktu. Kendi kaşındı, bir
de şikayet mi edecek?”
“Benim yüzümden ona bu kadar kızamazsın, o senin abin,
Nana.” Dedi Baekhee, yumuşakça. Hanna burnundan soluyup yanaklarını şişirdi.
Baekhee iç geçirdi. “O da haksızdı belki; ama ben de haklı sayılmam, bunu kabul
etmek gerek. Onun sana kızdığını görünce kendimi durduramadım, ben de burnumu
pek ait olmadığı yerlere sokmuş olabilirim.”
“Sen benim hiç beklemediğim kadar Süpermenvari bir davranış
sergiledin, bebeğim.” Dedi Hanna, Baekhee’ye kenarları tavuk çıtırı kırıntılı
dudaklarıyla bir öpücük attı. Baekhee kıkırdadı.
“Yine de ona meydan okurken bayağı üzerine gittim, onu
kızdırdım. İnsanlar kızdıkları zaman normalde yapmayacakları şeyleri
yapabilirler, söylemeyecekleri şeyleri de söylerler.” Dedi Baekhee. Biliyordu,
ondan iyi kimse bilemezdi; bu onun rutin olarak yaşadığı bir şeydi.
“Sen bildiğin onu koruyorsun şu anda.” Dedi Hanna,
şaşkınlıkla. Baekhee ne diyeceğini bilemeyerek bir an sessiz kaldı, temiz tek
parmağı olan küçük parmağıyla alnını kaşıdı.
“Yani, anlamaya çalış, diyorum, çok bir şey değil.” Dedi
sonunda tereddütle.
“Abim falan, tamam; ama o sana doğum gününde böyle bir şey
yaşattı, hatta ağlattı!” diye hatırlattı Hanna, gözleri ardına kadar açık.
“Biliyorum, biraz sarsılmış ve çokça sinirlenmiş olabilirim;
ama sakin kafayla düşününce ve onun sebeplerini de anlayınca kızgın kalmak çok
anlamsız geliyor. Kin tutmak ve küsmek yorucu bir iş, gurur yapmak daha da
yorucu. Mesela eğer bir gün onu tekrar görürsem abarttığım için özür
dileyeceğim.” Dedi Baekhee. Hanna bir süre arkadaşına boş boş baktı, ardından
inanamazlıkla başını salladı.
“Şaka gibisin, Baek… kendi iyiliğin için fazla iyisin.” Dedi
kız, bir tane daha tavuk kanadı alarak.
“Ben mi?” diyerek güldü Baekhee, “Sana dedim ya, ben
Şeytan’ın Gelini’yim!”
“Bugünden sonra kendine böyle seslenmek istediğine emin
değilim.” Dedi Hanna, imalı bir sesle, sonra göz ucuyla Baekhee’ye bakıp
sırıttı. Baekhee bir süre arkadaşının ne dediğini düşündü, sonra ne demek
istediğini anladığında elindeki peçeteyi buruşturup gülerek kızın kafasına fırlattı.
“Zevzek!”
Yemeklerini bitirip dönmeye hazırlanırlarken Baekhee
Hanna’yı evine bırakma konusunda tereddüt ediyordu. Bu akşam onu misafir etmek
isterdi, zaten ertesi gün okul yoktu ve Baekhee’nin kıyafetleri biraz bol da
olsa Hanna’ya olurdu. Hanna ise bu kadar endişelenmenin gerekli olmadığını
düşünüyordu. Eve dönmezse annesiyle babası bir şeylerin yolunda olmadığını
anlayabilirdi; üstelik adı gibi emindi ki Kyuhyun ve Heechul şu anda evde
değillerdi. Baekhee onun haklı olup olmadığından da emin değildi; ama Hanna
eğer evdelerse onlara tavır yapıp odasına çıkacağını söyleyerek eve dönmek için
ısrar etti.
Baekhee arkadaşını evine bıraktıktan sonra kendisi de eve
döndü. Dakar’ını özenle park edip gümüş motor örtüsünü üzerine geçirdikten
sonra eve çıktı. Kapıda onu ailesinin tüm üyeleri merakla karşıladı. Baekhee
bunu beklemiyordu; en fazla kardeşi kapıyı açar, salonda oturanlar da motorunu
beğenip beğenmediğini sorar, diye düşünmüştü.
“Eee, küçük şeytan?” dedi babası, beklenti dolu bir yüzle.
“Babacığım, izninle şu anda Dakar’dan çok üçünüzün birden
beni kapıda karşıladığı gerçeğine şaşırmakla meşgulüm.” Diyerek sırıttı
Baekhee, ardından ayakkabılarını çıkarıp içeri geçti.
“Beni kesinlikle gezdireceksin, söz ver!” dedi Haerin,
Baekhee korumalarını çıkarırken.
“Şeref sözü, ufaklık.” Diyerek kardeşinin saçlarını
karıştırdı Baekhee. Haerin ablasının bunu yapmasından nefret ediyordu; ama
aldığı söze sevinci bu sefer daha ağır bastığından bir şey demedi.
“Bir gün belki ben de ehliyet alırım.” Dedi küçük kız,
salona geçerlerken.
“O zaman belki yeni bir motorum olur ve öğrenmen için
Dakar’ı sana veririm.” Diyerek göz kırptı Baekhee. Haerin neşeyle salonun
ortasında aptal bir dans tuttururken kendini koltuklardan birine attı.
Babasının beklenti dolu bakışlarını fazla uzun süre yok
saymayarak bütün sürüşünü ballandıra ballandıra anlatmaya koyuldu kısa süre
sonra. Tabii ki Hanna’nın abisiyle olan kavgası kısmını atlıyordu, bununla
onların canını sıkmak da, hatırlayıp kendi kendini sıkıntıya sokmak da istemiyordu.
Bunun yerine günün iyi kısımlarına, yani Dakar’ının muhteşemliğine odaklandı ki
bu oldukça kolaydı. On yaşından beri hayalini kurduğu bir şey gerçek olduğu
zaman diğer kötü olayları yok saymanın oldukça kolay olduğunu fark etti
Baekhee.
Sonunda herkesin uyku zamanı gelip de odalarına
çekildiklerinde Baekhee üzerini değiştirip rahatlamak için bütün uzuvlarını
ılık suyla yıkadı, biraz kedi gibi gerindi ve yatağına girdi; ama uyku uzak bir
gezegenin adıymış gibi göz kapakları karanlıkta kapanmak bilmiyordu. Yatağında
biraz sağa sola döndükten sonra pes edip iç geçirdi ve kalktı.
Beyni kazan gibiydi, patlayacakmış gibi hissediyordu.
Etrafında insanlar varken bu kadar değildi, Dakar’ın üzerindeyken de yeniden
doğmuş gibiydi; ama böyle gece tek başına kaldığında günün bütün ağırlığı
üzerine çullanıvermişti. İç geçirip dolabını açtı, katlayıp dolabın bir
köşesine koyduğu montu çıkarıp açtı. Montun üzerinden yayılan koku neredeyse
tamamen kaybolmuştu, sadece kumaşı biraz tüylenmiş ve deri kısımlarında çizikler
olan bir erkek montuydu artık. Baekhee ellerinden cansızca bakan montu bir süre
boş boş izledi, sonra iç geçirdi.
“Çok zavallısın, Song Baekhee…” dedi kendi kendine, gidip
montu yatağına bıraktı ve hemen yanına oturup yatağa koyduğu ellerinden destek
alarak arkaya kaykıldı. Tavandaki boya lekeleri sanki onunla konuşabilirmiş
gibi tavanı izlemeye başladı; ama orada tavanı görmüyordu.
“Gerçekten çok zavallısın.” Dedi Baekhee kendine, gözlerini
ayıramadan tavandan ona gülümseyen yüze bakarken. Bugünün sonunda bile “gizemli
yabancının” öfkeli yüzünü hatırlayamıyordu. Hala gözlerinin önüne gelen
görüntüsü hava alanındaki o yarım gülüşü ve gizemli bakışıydı.
Onunla bu şekilde karşılaşacağını hiç hayal etmemişti
Baekhee. En yakın arkadaşının abisi çıkmasını, böyle mantıksız bir kavgaya
bulaşarak tanışmalarını, gözlerinden akan öfkenin bu kadar yakıcı olmasını…
Baekhee yutkundu. O anda bunun kendisini etkilemesine izin vermemişti; ama
Kyuhyun’un yüzünü ilk görüşü çok sarsıcı bir andı onun için. Aslında mantıklı düşündüğü
zaman bu o kadar saçmaydı ki kendisi bile neden böyle olduğunu algılamakta
zorlanırdı, eğer şu anda beyniyle tamamen zıt düşen duyguları olmasaydı… sadece
o anı düşündüğünde bile kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi çarpmasaydı mesela.
Kendini sırt üstü yatağa bırakıp kolunu gözlerinin üzerine
kapattı ve dudağını ısırdı. Bu gerçekten berbat bir ilk karşılaşma olmuştu.
Baekhee asla aptal bir aşkı Hanna’dan üstün tutmazdı, bu yüzden yaptığı tek bir
şeyden bile pişman değildi. Belki en son söyledikleri için biraz vicdan azabı
çekiyor olabilirdi; ama yine olsa aynı şeyi yine yapardı. Ve tabii ki bu,
Kyuhyun’un muhtemelen şu anda ondan nefret ettiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Baekhee için kesinlikle hiç umut yoktu. Bundan sonra sadece
normal konuşabilseler bile büyük bir şey olurdu. Ayrıca böyle olmasaydı bile Hanna’nın
abisinin sevgilisi vardı. Baekhee’nin de sevgilisi vardı; ama o sevgiliden
sayılmazdı ve Baekhee ayrılmaya önceden karar vermiş olmasa şu andan sonra bir
dakika durmazdı. Kyuhyun’un sevgilisiyse en az bir yıldır onunlaydı, aralarında
belli ki bir bağ vardı. Yabancı, dış kapının dış mandalı bir kız geldi diye
Kyuhyun sevgilisinden mi ayrılacaktı? Baekhee bunun düşüncesini bile komiklik
derecesinde saçma buluyordu.
“Zaten hep en kötü zamanlarda at sen, en kötü zamanlarda…”
dedi Baekhee kalbine. Daha önce kimden hoşlandıysa durum umutsuz olmuştu. Daha
önce bir sürü sevgili değiştirmiş olabilirdi; ama bunlardan hangisi için
çabaladıysa hep zor elde etmişti. Ya utangaçlardı, ya onu tanımıyorlardı, ya
bir arkadaşları Baekhee’den hoşlanıyordu… bir şekilde arada hep bir engel
oluyordu, sanki Baekhee özellikle arayıp buluyordu! Ama bu sefer başkaydı.
Baekhee daha önce kimse için kalbinin bu denli çarptığını
hatırlamıyordu. Kimse zamanı bir anlığına donduracak kadar, günlerce rüyalarına
girip aklını kurcalayacak kadar özel olmamıştı. Kimse anlamsız bir şeyi, sadece
onun kokusunu taşıyor diye,
bahaneler uydurarak saklamasına neden olmamıştı. Tabii ki bu duygu
yoğunluğuyla paralel olarak aradaki engel de o kadar büyük olmak zorundaydı: dört
yaş, iki sevgili, bir ölümcül kavga… ha bir de Hanna’nın en yakın arkadaşı
olmanın getirdiği ufak “kardeşimin kankası” sendromu. Kesinlikle hiç umut
yoktu.
Kolunun ıslanmaya başladığını fark ettiğinde şaşkınca
gözlerinden çekip parmaklarıyla gözlerine dokundu Baekhee. Ağlıyor muydu? Gerçekten
umutsuz bir aşk için ağlıyor muydu? Yoksa bugün çok fazla şey yaşadığı için
miydi bu gözyaşları? Kalbi kendini kandırmasına izin vermeyerek sancıdığında Baekhee
emin oldu; gerçekten sadece Kyuhyun’un onu sevme ihtimali olmadığı için
ağlıyordu. Acı acı gülerek kolunu yeniden gözlerinin üzerine kapattı ve derin
bir nefes aldı. Baekhee daha önce kimse için, hele daha yeni tanışıp ölümcül
kavga ettiği biri için hiç ağlamamıştı. Baekhee daha önce asla aptal bir aşk
için ağlamamıştı. Baekhee daha önce hiç bu kadar kırılgan olmamıştı.
Olduğu yerde yan döndü, dizlerini karnına çekip kendini
yatağın üzerine doğru düşmeyecek kadar ittirdi ve kollarını başının üzerine
örttü. Bedeni hafifçe titremeye başlarken dudağını ısırarak ağzından
çıkabilecek her türlü sesi bastırmaya çalıştı; ama yüzünden süzülüp yatağı
ıslatan küçük damlalar hakkında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yapabileceği en
iyi şey bu gece içini döküp yarına en baştan başlamaktı. Yalnız olduğuna
şükrederek sessizce hemen yanında duran monta uzandı, destek almak ister gibi
sıkıca kavradı ve bitkin düşüp uyuyakalana kadar usulca ağladı.
Ertesi sabah telefonunun titremesiyle uyandığında saat on
ikiye geliyordu. Hala önceki gece yattığı pozisyondaydı, her tarafı ağrıyordu,
yüzü on kilo çekiyor gibi hissediyordu ve yanağında kurumuş salya vardı –
iğrenç. Kız bir süre uyku sersemi yatağında debelenerek telefonuna ulaşmaya
çalıştı, sonunda ulaşıp arayanın Hanna olduğunu gördüğünde, sanki arkadaşı
telefondan onu görebilecekmiş gibi yüzünü silip kendine gelmeye çalışarak
telefonu açtı.
“Bebeğim?” dedi telefonu kulağına dayadığında; ama o kadar
uğraşmasına rağmen sesindeki uyku çok bariz duyuluyordu.
“Yeni mi uyandın, bu saatte mi? Ben de bu kız beni niye
aramadı, diyorum!” diye hayıflandı Hanna.
“Üzgünüm, dün biraz geç uyuyabildim de.” Dedi Baekhee.
Nedense geceyi arkadaşına tam olarak anlatmak istememişti.
“Hm, anlıyorum. Eee, nasıl olduğumu sormayacak mısın?” dedi Hanna.
Baekhee’nin bir an kafası karıştı, sonra Hanna’nın şu anda Kyuhyun’la aynı evde
olması olasılığı aklına gelince hızla doğruldu.
“Ne oldu dün, evdeler miymiş?” dedi, artık içinde uykudan
eser olmayan bir sesle.
“Tabii ki hayır! Nasıl bir ruh haliyse evden çıkıp Heechul’e
gitmişler, bir de orada içmişler! Sabah sekizde kalkıp bir şeyler hazırlayayım
dedim, kahvaltıyı ben hazırlarım; süklüm püklüm geldiler içeri. Heechul’un
annesi evden kovmuş, oğlunun evde herhangi bir biçimde sarhoş veya akşamdan
kalma olmasından nefret ediyor.” Diye açıkladı Hanna. Baekhee ağzı açık
dinliyordu. İçmişler miydi? İyi de neden ki?
“Eee, sen ne yaptın?” dedi sonunda.
“Ne yapacağım, yüzlerine bile bakmadım! Bana günaydın demeye
falan çalıştılar, çok komikti; ama onları affetmemi istiyorlarsa daha kırk
fırın ekmek yemeleri lazım! Şanssızlar ki ben senin kadar iyi kalpli bir insan
değilim, seni üzdükleri için onları o kadar kolay affetmeyeceğim.” Dedi Hanna.
“Nedense bu durumdan pek bir keyif alıyormuşsun gibi
hissediyorum.” Dedi Baekhee yatakta bağdaş kurup oturarak, Hanna’nın
göremeyeceğini bilmesine rağmen tek kaşını kaldırdı.
“Tabii inkar edemem, yapacakları yalakalıkları merak
ediyorum; ama kızgınlığım geçene kadar küs kalacağım. Beni ilgilendirmez, seni
ağlatmadan önce düşünselerdi!” dedi Hanna. Baekhee kıkırdadı.
“Bir de bana Süpermen dersin! E anlat, sen selam vermeyince
ne yaptılar?” dedi Baekhee.
“Şimdilik sakinleşmemi bekliyor olmalılar. Abim bir şey
söyleyecekti galiba; ama Heechul onu tuttu. Akıllıca bir hareketti.” Dedi Hanna.
“Kahvaltıda?” dedi Baekhee.
“İnmediler ki! İkisi de akşamdan kalma, muhtemelen abimin
odasına gidip ömürlük fosurdamışlardır, pireleri bile uyumuştur!” dedi Hanna,
iğrenir gibi. Baekhee kıkırdadı.
“Tabi tuvaletle aşk yaşamıyorlarsa. Akşamdan kalmak kötü
şey, azizim; ama tabi onlara bakan şöyle güzel, becerikli, şefkatli bir
kardeşleri olsaydı böyle olmazdı…” dedi Baekhee.
“Hiç uğraşma, kanmayacağım! Müstahak onlara. İçmeselerdi,
ben mi dedim gidin kendinizi boydan şaraba bandırın diye? Kendi işlerini
kendileri halletsinler artık, ben bilmem.” Dedi Hanna, umursamazca. Baekhee kızın
saçlarını savurup burnunu havaya diktiğine emindi.
“Tamam, kızma bir şey demedim!” dedi, kıkırdayarak. “Bütün
gün evdeler mi?”
“Muhtemelen. Bu halde bir adım yürüyemez bunlar, mutfağa
inerlerse şanslılar.” Dedi Hanna.
“Gel seninle bir yere çıkalım o zaman, biraz gezeriz.” Dedi Baekhee.
Hanna keyifsizce kem küm etti.
“Çok isterdim Baek; ama bugün olmaz… cumartesileri kurs
alıyorum, okçuluk dersim var da ona gitmem lazım.” Dedi Hanna. Baekhee bir an şaşkınlıkla
kalakaldı.
“Ok mu? Okçuluk dedin sen az önce, değil mi?” dedi, sesinde
bariz bir şaşkınlıkla.
“Yani, bana izin verdikleri tek spor buydu…” dedi Hanna.
“Çok havalı! Ne zamandır yapıyorsun? Kafama bir elma koysam
vurabilir misin?” dedi Baekhee heyecanla. Hanna güldü.
“İstersen kafana bezelye koy, yine vururum! Yıllardır uğraşıyorum
bununla. Düşündüğün kadar çok eğlenceli, heyecanlı değil; ama kesinlikle
kendimi oldukça havalı hissettiriyor.” Dedi Hanna, ardından telaşla ekledi, “Benim
gitmem gerek, seni merak ettiğim için aramıştım ben de.”
“Bende bir şey yok ya, gece geç yatmış bulundum, o kadar.” Dedi
Baekhee. Yalan söylediği için kendini biraz kötü hissetmişti; ama şimdilik
içindeki ses bunun daha iyi olduğunu söylüyordu.
“Tamam, sonra görüşürüz o zaman.”
“Görüşürüz.”
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes alıp kendini
yeniden yatağa bıraktı Baekhee. Tutulmuş eklemlerini açıp kaslarını rahatlatmak
için çok tuhaf pozisyonlara girene kadar esnedi, esnerken de bir anda yakın
zamanda kendisinin de burada bir Wushu okuluna yazılmazsa paslanmaya
başlayacağını fark etti. İç geçirip bu işi bugün ya da yarın halletmeye karar
verdi ve yatağından kalktı.
Ailesi kahvaltılarını çoktan etmişlerdi ve hafta sonu olduğu
için Baekhee’ye dokunmamışlardı. Baekhee şikayet etmiyordu, erken kaldırılsa
bugün çok huysuz olabilirdi. Dolaptan atıştıracak bir şeyler alıp odasına
gitti, bir yandan yerken bir yandan bugün giyeceği kıyafetleri seçti. Kısa bir
duşun ardından üzerini giyinip evden çıktı.
Aslında Dakar’la gitmek daha çok hoşuna giderdi; ama Baekhee
bugün biraz bacaklarını açmak ve açık havayı hissetmek, üzerindeki kara
bulutları dağıtmak istiyordu. Trek’ini alıp acele etmeden pedal çevirerek
etrafı dolaştı, birkaç yere etraftaki dövüş sanatları salonlarının yerini
sordu, tarif edilen yerlere gidip konuştu ve sonunda evden çok da uzakta
olmayan, küçük, eski; ama samimi görünen beyaz saçlı bir adamın işlettiği bir
okulda karar kıldı.
Akşam eve dönerken Haerin’e, kendisine ve annesiyle babasına
birer kova dondurma aldı – diğerlerini bilmiyordu; ama kendisi dondurmasını
yakın zamanda bitireceğinden emindi. Eve vardığında Haerin daha dışarıda
arkadaşlarıyla oynuyordu. Baekhee dondurmalarını buzdolabına koyup çalışma
odasına geçti. Babasının bilgisayarını açıp yol sorduğu yerlerden birinden
aldığı bir filmi CD’sini bilgisayara taktı. Odanın kalın perdelerini ve
ışıklarını kapattı, kovasını kucağına aldı ve dondurmasını kaşıklayarak
izlemeye başladı. Tahmin ettiği üzere film bittiğinde dondurma kovası da
boşalmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder