-22-
“Hoş geldiniz!” dedi Haerin, anında açılan kapının
arkasından. Baekhee şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Annesi kılık değiştirmek
gibi yeni bir yetenek geliştirmiş olamazdı, değil mi?
“Eee, şey…” diye kekeledi, ne yapması gerektiğinden emin
olamayarak. O annesinin olası saldırılarına hazırlanmıştı, kardeşinin
karşılamasına değil. Haerin ablasının kararsızlığını fark etmiş olacak ki kızı kolundan
tutup çabucak içeri çekti, kulağına doğru uzandı.
“Annemi salonda zapt etmeyi başardık.” Diye fısıldadı küçük
kız, “Babam onu misafirlerimizin olduğu gerekçesiyle kontrol altında tutuyor,
kapıyı da ben tuttum. O arkandaki her kimse şu anda senin tek can simidin, iyi
biri çıksa iyi olur.”
“Umarım öyledir.” Diye fısıldadı Baekhee, kardeşi geri
çekilirken. Ablası ayakkabılarını çıkarmaya giriştiğinde Haerin de yüzünde
fazlasıyla geniş bir gülümsemeyle Kyuhyun’u karşılamaya girişti.
“İçeri gelin, lütfen; montunuzu alabilirim! Benim adım Haerin, Baekhee unni’nin kardeşiyim. Hadi ama öylece durmayın, lütfen!” dedi Haerin, fazlasıyla enerjik bir şekilde. Kyuhyun’un hareketleri ona fazlasıyla ağır gelmiş olacak ki bu sefer genç adamı da ceketinin kolundan tutarak içeri sürüklemeye başladı. Neyse ki Kyuhyun duruma Baekhee’nin beklediğinden daha kolay ayak uydurarak çabucak içeri geçti, ceketini küçük kıza verdi ve ayakkabılarını çıkarıp ona özür diler gibi bakmakta olan Baekhee’nin yanında yerini aldı. Haerin ikiliye bakıp bir an kaşlarını çatsa da hemen ardından yine o devasa gülümsemesini takındı.
“Annemler salonda mı?” diye sordu Baekhee, küçük kıza.
Haerin başını abartılı hareketlerle yukarı aşağı salladı.
“Aç mısınız? Gerçi bu saatte akşam yemeği olmaz, ne
saçmalıyorum ben? Çay alır mısınız? Hadi, salona gelin, lütfen!” dedi Haerin ve
bir enerji patlamasıyla önlerinden salona doğru gitti. Baekhee, dehşet içinde,
küçük kızın annesinin hep olmasını istediği biçimde misafir ağırlama çabasında
olduğunu fark etti. Kız resmen annesini sakinleştirmek için normal şartlar
altında asla yapmayacağı bir şeyi yapmaya girişmişti! Acaba Baekhee yokken annesinin
gözleri parlak kırmızıya dönüp ağzından ateş de fışkırmış mıydı?
“Hoş geldiniz, kızım.” Dedi babası salona girdiklerinde,
Baekhee’nin beynine uçuşan şeytana dönüşmüş anne görüntüsünü parçalarına
ayırarak. Baekhee dikkatle içeri yürüdü, saygılı bir biçimde koltukların hemen
yanında durdu.
“Hoş bulduk, baba.” Dedi kız, dikkatle annesinin yüzüne bakarak.
Kadının yüzünde oraya photoshopla monte edilmiş gibi duran bir gülümseme vardı,
Baekhee bunun arkasında yatan paha biçilemez öfkeyi görmekte hiç zorlanmıyordu
ki zaten bir aptal bile bu gülümsemenin sahte olduğunu fark edebilirdi. Kadının
gözlerinden yıldırımlar saçılıyordu, dudakları sahte gülümsemesinde birbirine bastırılmış,
ipince bir çizgi halini almıştı. Baekhee yutkundu ve kadının tek kelime
etmesine izin vermeden bir adım arkasında duran Kyuhyun’u gösterdi. “Bu Cho
Kyuhyun, Hanna’nın abisi. Geç olduğu için beni eve bırakmaya gelmişti, annemin
çağırdığını söyleyince buraya çıkmakta bir sakınca görmedi.”
“Ah, merhaba delikanlı.” Dedi babası, annesinin yüzünden
içinden attığı “bir de çıkmasaydı!”
çığlığı okunurken. Kesinlikle ne olursa olsun bu akşam annesiyle bir
konuşmaları gerekiyordu.
“Merhaba, efendim. Tanıştığıma memnun oldum, siz Baekhee’nin
babası olmalısınız.” Dedi Kyuhyun, saygıyla eğilerek. Baekhee kabul etmeliydi
ki bu genç adamda tek cümlede herhangi bir aileyi büyülemeye yetecek her şey
vardı. Kyuhyun’un sesindeki sükûnet ve yumuşak ton, yüzündeki hafif gülümseme
ve saygılı duruş birleştiği zaman herhangi bir annenin ya da babanın yüzünde
onaylayan bir ifade oluşabilirdi… ve tabii ki kendi annesi herhangi bir anne değildi.
“Evet, delikanlı. Ayakta kalmayın, kızım, hadi otursanıza.”
Ded, babası. Kyuhyun onay beklercesine soran gözlerle Baekhee’ye baktı. Baekhee
hafifçe gülümseyerek babasına en yakın koltuğa oturunca Kyuhyun da çıkışa en
yakın tek kişilik koltuğun kenarına ilişiverdi. Demek can güvenliğini ciddiye
alıyordu, bu iyiydi.
“Ben hemen yeşil çay getiriyorum!” diye cıvıldayarak büyük
bir enerjiyle mutfağa doğru koşturdu Haerin. Baekhee küçük kızın gözden
kaybolduğu anda yanaklarını ovuşturarak somurtup söylenmeye başladığına adı
gibi emindi.
“Kendimizi tanıtmadık, delikanlı, ben Hangeng, bu da eşim
Victoria.” Dedi babası, nazik bir şekilde gülümseyerek. Kyuhyun kendisine
şüpheli bakışlar atan kadına dönüp yine saygılı bir selam verdi.
“Memnun oldum, hanımefendi. Baekhee annesinin çağırdığını
söylediğinde kızınızın güzelliğine bakarak kesinlikle güzel bir anne
beklemiştim; ama bu kadar genç olmanızı beklememiştim. Şaşırdığımı itiraf
etmeliyim.” Dedi Kyuhyun, derin ve melodik bir sesle. Baekhee genç adam onunla böyle konuşuyor olsa beyninin
hata vererek konuşma, ayakta durma, anlama gibi temel sosyal işlevlere kadar
bütün yetilerini kapatacağına adı gibi emindi.
“Omo, ne kadar da nazik bir genç.” Dedi annesi, pek
etkilenmemiş gibi; ama Baekhee kadının eskisi kadar sert bakmadığını
görebiliyordu. Çakal, bir kadını nasıl parmağında oynatacağını iyi biliyordu.
Kyuhyun hafifçe güldü.
“Lütfen, sadece gerçekleri söylüyorum.” Dedi genç adam
oldukça inandırıcı bir biçimde ve sıcak bir gülümseme takındı. Bilmese Baekhee
bile annesinin Scarlett Johansson olduğunu düşünebilirdi. “Bu saatte beni
evinize kabul edip çay ikram etmeniz de büyük incelik. Kızınız size çekmiş
olmalı.”
“Bana mı?” dedi Victoria ve Baekhee’nin onu boğmak
istemesine neden olarak dalga geçer gibi güldü, “Aynı babasının gençliği,
birebir kopyası! Benden hiçbir şey almamış bu kız, tam bir pervasız, düşüncesiz,
korkusuz küçük şeytan!”
“Victoria, beni şımartıyorsun, hayatım.” Dedi Hangeng,
neredeyse utangaç bir gülüşle; ama gözlerinde parlayan muzip ışıklar
Baekhee’nin de Kyuhyun’un da bıyık altından gülmesine neden oldu.
“Hadi be, sen de! Seni adam edene kadar ne kadar uğraştım
ben!” dedi kadın, huysuzca.
“Tabi tabi…” dedi Hangeng ve bakışlarını salonun balkona
açılan cam kapılarına dikerek sesini tizleştirdi, kendi kendine konuşur gibi
sessizce konuştu. “Süpermenim benim, o
kadar cesursun ki… senin yanında kendimi her şeyi yapabilirmişim gibi özgür
hissediyorum! Kaçır beni buralardan!”
“Yah!” dedi Victoria ve en yakınında dura yastığı kocasına
fırlatarak salondaki herkesin gülmesine neden oldu. Baekhee bazen babasını
gerçekten çok seviyordu.
“Çaylar geldi!” dedi Haerin tam o sırada, elinde bir
tepsiyle kapıdan girerek.
“Dur ben alayım.” Dedi Baekhee, annesinin olmasını
isteyeceği gibi hemen ayaklanarak. Dört kocaman bardak çayın olduğu tepsiyi
taşırken küçük kızın kolları zaten titremeye başladığından Haerin hiç şikayet
etmedi.
“Şaka bir yana, gerçekten Baekhee gibi harika bir kız
yetiştirdiğiniz için sizi kutlarım.” Dedi Kyuhyun, hala hafiften kıkırdıyor da
olsa sesine eski karizmasını yükleyerek Victoria’nın ilgisini bir kere daha üzerine
çekti. “Onunla tanıştığından beri Hanna gerçekten Baekhee aşağı, Baekhee
yukarı, sayıklayıp duruyor. Kardeşimi hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Mesela bu
akşam sadece Hanna hasta olduğu ve yakındaki Çince sınavına tek başına
çalışmaya kalkarsa kötü bir not alacağı için bu saate kadar Hanna’yı ders
çalıştırmaya razı oldu. Üstelik eğer araba bende olmasaydı akşam eve kendi
gelmek zorunda kalabilirdi, bu saate kadar dışarıda kaldığı için ailesinden
fırça yiyebilirdi. Kim bir arkadaşı için böyle bir şey yapacak kadar iyi
yürekli, fedakar ve sevgi dolu olabilir ki?”
Victoria ve Hangeng bakıştılar. Baekhee bilmese kendisinin
tepesinde altın hare olan beyazlar içinde kutsal bir azize olduğunu
düşünebilirdi. Kyuhyun’un yüzündeki hafif, oturaklı gülümseme sözlerinin
ciddiyetiyle bir araya geldiğinde şu anda “kızınız aslında cennetten inmiş bir
melek, Hazreti Meryemin reenkarnasyonu, ben de aslında İsa’yım” dese herkesi
inandırabilecek bir kombinasyondu ve Baekhee annesinin bile kızının aslında ne
kadar temiz yürekli bir insan olduğuna şaşırmakta olduğunu açık seçik
görebiliyordu. Üstelik genç adam bütün bunları söylerken bir yandan da kadını
iltifat fırtınasına tutmayı başarmıştı. Bu gerçekten öğrenilenden öte doğuştan
gelen, yetenek isteyen bir incelikti.
“Şey, ben…” diye kekeledi Victoria, eve geldiklerinden beri
ilk defa gerçekten sarsılarak. Baekhee mütevazı bir gülümseme takınarak ilk
çayı Kyuhyun’a ikram etti. Baekhee önüne perde olduğunda genç adam cehennemden
fırlamış yarım bir sırıtışla kıza göz kırptı ve arkasına yaslandığı anda eski
karizmatik, olgun, meleksi haline geri döndü. Baekhee bir an bunun nasıl mümkün
olduğunu anlamayarak şaşkınlıkla bakakaldı, ardından nerede olduğunu hatırlayıp
çabucak kendini topladı ve annesiyle babasına da çaylarını ikram etti. Kyuhyun
çayından bir yudum aldı.
“Hmm, küçük kızınız da oldukça becerikli, anlaşılan.” Dedi,
sempatik bir gülümsemeyle Haerin’e bakarak. Baekhee küçük kızın içten içe
tiksinerek dev gibi bir sırıtış takınmasını beklemişti; ama bakıp kardeşinin
yanaklarını hiç olmadığı kadar pembe, dudaklarındaki gülümsemeyi de hiç
olmadığı kadar tatlı gördüğünde neredeyse kendi çayını halıya boydan boya
yayıyordu.
“Haerin mutfağa pek ilgilidir aslında; ama henüz çok
becerikli değil.” Dedi Victoria, kendi çayına bir şeker atıp karıştırarak –
yeşil çaya şeker mi atılırdı?! Annesi tam bir zevksizdi.
“Daha yaşı çok küçük, eminim büyüdüğünde herkese
parmaklarını yedirtir.” Dedi Kyuhyun ve küçük kıza göz kırparak neşeyle
kıkırdamasına neden oldu.
“Gördün mü, sonunda beni onaylayan biri çıktı!” dedi Haerin,
oturduğu koltukta dört köşe olarak.
“Ama hala mutfağa girdiğin zaman içerisi savaş alanına
dönüyor, küçük hanım!” dedi Victoria. Haerin oflayarak yanaklarını şişirdi.
“Sonrasında da ben temizliyorum, ne var bunda?” dedi küçük
kız isyanla. Kyuhyun kıkırdadı.
“Eminim annen o karmaşada kendini incitmenden korkuyordur,
küçük prenses. Biraz daha iyi olana kadar annenle veya ablanla birlikte
çalışmaya ne dersin?” dedi genç adam. Haerin alt dudağını sarkıtıp başını öbür
tarafa çevirdi; ama yanakları hala pembe pembeydi ve Baekhee bu yüz ifadesinin
pes etmiş ama yenilgiyi kabul etmek için fazla gururlu olduğu zamanlarda ortaya
çıktığını biliyordu. Kyuhyun iki dakika içinde hadi annesini tavlardı,
babasının zaten tavlanmaya ihtiyacı bile yoktu; Haerin’i nasıl tavlamıştı?!
Baekhee’nin hiçbir fikri yoktu.
“Ne iş yapıyorsun, delikanlı?” dedi Hangeng, çayını tabağına
bırakırken. Kyuhyun bu kez saygılı bir gülümsemeyle o tarafa döndü.
“Ben üniversitede öğrenciyim, yazılım mühendisliğinde
okuyorum, birinci sınıfım.” Dedi Kyuhyun. Hangeng’in kaşları bir anda
havalanınca Baekhee’nin bütün vücudu annesinin öfkesinin asla neden olamayacağı
kadar kaskatı kesildi. Babası bir şeyi onaylamadıysa işleri bitik demekti.
“Birinci sınıf mı?” dedi Hangeng, merakla, “On sekiz yaşında
mısın?”
“Şey hayır; liseden sonra askerliği hemen aradan çıkarmak
istedim. Üniversiteye her şekilde girebileceğim konusunda kendime güvenim
vardı, üniversiteden sonra iş hayatımın bölünmesini istemedim. Ben de o arada gidip
geldim.” Diye açıkladı Kyuhyun. Baekhee bunu daha önce duymamıştı; Kore’de iki
sene zorunlu askerlik olduğunu biliyordu, bunun mantıklı bir hareket olduğunu
düşünerek başını onaylarcasına salladı.
“Akıllıca.” Dedi Hangeng, o da kızı gibi onaylayarak başını
sallıyordu. Baekhee bunu gördüğünde rahatlayarak oturduğu yerde gevşedi ve
çayından bir yudum aldı. “Peki ya ailen?”
“Babam kendi aile şirketimizin başında, annem de çalışmıyor.
Kardeşlerimle benim yanımızda olmak için bana hamile kaldığında işini bırakmış.
O da gıda mühendisiymiş.” Dedi Kyuhyun. Hangeng’in kaşları yine havalandı.
“Cho Kyuhyun, bir aile şirketinin üniversitedeki varisi…
söyle bakalım, baban Cho Hwanhee olabilir mi genç adam?” dedi Hangeng,
Kyuhyun’un bir an şaşırmasına neden olarak.
“Babamı tanıyor musunuz?” diye sordu Kyuhyun bir an sonra
kendini toparlayıp.
“Oyun dünyasında oldukça ünlü bir adam; sadece küçük bir aile şirketinden beklenmeyecek kadar iyi tutundu,
yazılım dünyasında kendi köklerini sağlamlaştırdı ve bununla da kalmayıp sadece
birkaç sene içerisinde en büyük oyun şirketlerinin arasına adını yazdırmayı
başardı… evet, sanırım babanı tanıyorum, genç adam.” Diye gülümsedi Hangeng.
Kyuhyun başını mütevazı bir biçimde öne eğerek hafifçe güldü.
“Yaptıklarıyla övünmeyi sevmez, bizi de kendisiyle övünecek
şekilde yetiştirmedi. Oyun dünyası çok dalgalı bir yer, Hangeng-ssi; babam hep
geçmişte yaptıklarımızın bugün tükendiğini, bugünü belirleyeninse sadece
insanların bizden beklentileri olduğunu söyler. Yani aslında olduğumuz yerde
kalabilmemizin tek sebebi geleceği yakalamak için çalışmamız, geçmişle övünmek
bir şey ifade etmez.” Dedi Kyuhyun, gerçek bir iş adamının olgunluğuyla.
Hangeng içten bir kahkaha attı.
“Seni sevdim, genç adam! Babanla iş için bir görüşme yapmam
gerekiyor; ama onunla bunun dışında da sadece muhabbet etmek için görüşmek
isterim.” Dedi adam, Kyuhyun’a doğru eğilerek, candan bir gülüşle. Baekhee göz
ucuyla baktığında annesinin de onaylayan bir ifadeye bürünmüş olduğunu görerek
rahatladı. Kyuhyun gerçekten hayatını kurtarmıştı.
Muhabbetin kalan kısmını pek fazla dinleyemedi Baekhee,
annesi kısa süre sonra onlar konuşurken mutfağı biraz toplaması bahanesiyle onu
içeri gönderdi. Bir ara Haerin bir bardak su almak için mutfağa gelip durumun
kontrol altında, hatta muhteşem olduğunu bildirdi ve şüphe uyandırmamak adına
çabucak geri içeri gitti. Baekhee ortalığı toplamayı bitirdiğinde Kyuhyun da
eve dönmek için ayaklanmıştı.
“Gidiyor musun?” dedi Baekhee mutfaktan çıkarken, neredeyse
hayal kırıklığıyla. Kyuhyun genç kızın tepkisine bir an şaşırmış gibi göründü,
hemen ardından gülümsedi.
“Saat oldukça geç oldu.” Dedi, nazikçe. Baekhee çabucak genç
adamın yanına gidip Haerin’in koyduğu yerden ceketini alıp Kyuhyun’a uzattı.
Genç adam ceketini alırken özellikle eline dokundu, kızın avucunun içine çabucak
bir şey sıkıştırdı. Baekhee bunun bir kağıt veya peçete parçası gibi
hissettirdiğini düşündü; ama burada bakmanın pek akıllıca olmayacağını
düşünerek avucunu şüphe çekmeyecek bir açıda kapalı tuttu.
“Hanna’ya selam söyle, o zaman.” Diye gülümsedi, sonra. Kyuhyun
başıyla onayladı.
“Eminim seni çok özlemiştir, görüşmeyeli bayağı oldu.” Dedi,
dalga geçerek. Annesi yanında olmasa Baekhee genç adamı biraz pataklardı; ama
annesinin onaylamaması olasılığı olan hareketleri yapmak şu an için pek de akıllıca
değildi.
“Tabii ki! Uyumuş ve rüyasında beni görüyor bile olabilir.” Diye
kıkırdadı bunun yerine. Kyuhyun da onunla beraber güldü, ardından Victoria’yla
Hangeng’e döndü. “Sizinle de tanıştığıma çok memnun oldum. Merak etmeyin, ders
çalışırlarken geç kalacak olurlarsa onu ya ben ya babam arabayla bırakırız,
sorun olmaz. Hangeng-ssi, sizi de en uygun zamanda eve davet ederim, babama
ufak bir sürpriz yaparız.”
“Emin misin, genç adam, Hwanhee-ssi rahatsız olmasın?” dedi
Hangeng, babacan bir tavırla. Baekhee kimsenin ona bakmıyor olmasından
faydalanarak Kyuhyun’un verdiği şeyi çabucak cebine tıkıştırdı.
“İsterse olsun, benim arkadaşlarım hep bize yemeğe gelir.
Bence sizi de yeni bir arkadaşım diye yutturabiliriz.” Diye güldü Kyuhyun. Hangeng’in
gözleri bir an şaşkınlıkla açıldı, sonra adam candan bir kahkaha patlattı.
“Gerçekten tatlı dillisin, genç adam! Öyle olsun, bakalım.” Dedi,
hafifçe gülerken. Kyuhyun ayakkabılarını ayağına geçirince Baekhee dış kapıyı
açtı.
“Arabayı bulabilirsin, değil mi?” dedi, dalga geçerek.
“Ha ha, çok komik.” Diye gözlerini devirdi, Kyuhyun. Baekhee
kıkırdadı.
“Ben sadece emin olmak için bir sorayım dedim!” dedi,
masumca. Kyuhyun uzanıp onun saçlarını karıştırdığında kapıda onunla beraber
bekleyen herkesten daha çok şaşırdı; ama bu kadar şaşırması bile kalbinin bir
anda beş kat hızlanmaya karar verip yanaklarının ısınmasını engelleyemedi.
“Bulamazsam haber veririm.” Dedi Kyuhyun, Baekhee münasip
bir cevap bulmak zorunda kalmadığına sevinirken genç adam uzanıp Haerin’in
yanağından da bir makas aldı. “Görüşürüz, küçük prenses. Bir dahakine ben sana
çay yaparım, olur mu?”
“Bi… bir dahakine mi? Olur!” dedi Haerin, hevesle. Yüzündeki
devasa sırıtış bu sefer yapmacık değildi.
“Görüşürüz, o zaman.” Dedi Kyuhyun, ardından Hangeng’le
Victoria’ya dönüp hafifçe eğildi. “Kendinize iyi bakın, iyi akşamlar.”
“İyi akşamlar, delikanlı.” Dedi Hangeng.
“Dikkatli sür.” Dedi Victoria, gülümseyerek el salladı. Kyuhyun
onaylarcasına hafifçe kıkırdadı ve hala aynı katta olan asansöre binerek gözden
kayboldu.
Baekhee Kyuhyun kaybolur kaybolmaz kapıyı kapattı ve
arkasına döndü. Misafir bey gittiğine göre ortalığı biraz kızıştırmasında bir
sakınca yoktu ve annesi bu gece kesinlikle pişman olacaktı. Tamam, belki de
olmayacaktı; ama Baekhee en azından söylemek istediklerini kadının suratına
vuracaktı. Kararlılığı yüzüne de yansıyor olmalıydı ki bir saniye önceki sıcak
ortam bir anda yeniden buz fırtınalarının estiği bir yere dönüştü.
“Nasıl, bir katille aynı arabada mı gelmişim? Beğendin mi
yeni arkadaşımı, ailesini onayladın mı?” dedi Baekhee, soğuk bir sesle. Annesi anında
savunma duruşunu aldı.
“Ne olacağını bilemezsin, ayrıca bu saate kadar ortada
yoktun, küçük hanım.” Diye neredeyse tısladı kadın. Baekhee kız kardeşiyle
babasının eğer bir kavga çıkarsa birbirlerine zarar vermesinler diye yanlarında
kaldığının hayal meyal farkındaydı.
“Sana arkadaşımın evine gittiğimi haber verdim. Ders çalışacağımı
da söyledim, geç geleceğimi de söyledim. Senin tek yaptığınsa telefonunu
açtığım anda kulağıma haykırmak oldu. Ne düşündüğünü, ne diyeceğini bilmiyor
muyum? Bunları daha önce de yaşadık, anne ve inan bana ben çocuk değilim.” Dedi
Baekhee, sesinde soğuk bir öfkeyle.
“Geç sözcüğü gecenin on birini tanımlıyor mu, sence?” dedi
annesi, gözlerini kısarak.
“Ne bekliyordun, saat beşte oraya varıp altıda eve gelmemi
mi?” dedi Baekhee, sonunda sakinliğinin sınırlarına dayandığını hissediyordu.
“Bunu kastetmediğimi biliyorsun, çocuk!” dedi annesi.
“Bir daha bana asla böyle seslenme, benim bir adım var!”
diye hırladı Baekhee. “Ben hatalıysam sen çok mu iyisin? Sen sanki bana çok mu
güvendin? Adım gibi eminim ne başıma bir şey geldiğini düşündün, ne de yolda
kaza geçirdiğimi. Tek düşündüğün eve geliş saati kuralını ihlal ettiğimdi, ya
da senin tanımadığın birinin arabasına bindiğimdi. Bir bahanen bile yok; on
altı yaşındayım; iki sene sonra reşit olacağım, canım isterse buradan çıkıp
gidecek, bir iş bulup az buçuk kendimi geçindirecek seviyeye ulaşacağım. Hoşuna
gitsin ya da gitmesin beni bu dünyaya salıyorsun ve sen hala bana bebekmişim gibi davranıyorsun! Sen beni
ne sanıyorsun? Oyuncağın mı? Kuklan mı?”
“Baekhee.” dedi babası sadece. Yüzünde ona kızan veya onu
uyaran bir ifade yoktu, sadece daha sakin olmasını ister gibi bir hali vardı;
ama sadece bu bile Baekhee’nin sinirine dokunmak için yeterliydi, kız zaten
yeterince sinirliydi.
“Sen de hemen annemi koru, değil mi?! Bu benim buna ilk
maruz kalışım mı? Annemle ilk kez mi konuşuyorum ben? Sanki daha önce insan
gibi konuşmamıza hiç şahit olmamışsın gibi davranma bana!” dedi Baekhee, sesi
titremeye başlıyordu. Lanet olsun, birazdan sinirden ağlayacaktı! Dönüp annesine
baktı. “Sana defalarca söyledim; ben bu evde yaşayan bir bireyim. Defalarca söyledim
sana; endişelenmeni anlıyorum, dedim, tabii ki endişelenirsin sen annemsin, dedim.
Ama benim de kararlarıma, yargılarıma güvenmeni istedim, bunu sana insan gibi
söyledim. Şimdi kalkmış bana aynı şekilde davranıyorsun ve bunun bile suçlusu
ben oluyorum!”
“Senin söylediklerini dinledim, sana güveneceğimi söyledim;
ama-”
“Senin anladığını ben anlayamaz mıyım? Sence bu kadar aciz
bir insan mıyım, ben bu kadar salak mıyım?” diye sözünü kesti Baekhee kadının, “Ölene
kadar bütün arkadaşlarımın ailelerinin çetelesini mi tutacaksın? Hayatım
boyunca beni bir kafese mi kapatacaksın? Gerekirse dünyanın öbür ucuna gider
kaçarım senden, bunu biliyorsun! Ben sadece beraber, doğru dürüst yaşayalım
istiyorum; sen bana telefonun öbür ucundan haykırmak dışında bir şey
yapmıyorsun! Her gece dışarıda gezip içiyorum dağıtıyorum sanki! Nana’nın evine
uyuşturucu partisine gittim, sanırsın! Ders çalışıyorum be kadın! Ama sana
yaranmak mümkün mü? Bir kere bile senden onay alabilmek mümkün mü? Stephen
Hawking’le tanışsam ya sana tecavüz etseydi diye ortalığı yıkarsın anca sen!”
“Unni…” diyerek ablasının ceketinin ucunu tuttu Haerin; ama Baekhee
kolunu silkeleyerek küçük kızdan kurtuldu. Annesinin yüzünde dolaşan karmaşık
duyguları umursamıyordu; bir kere başladıktan sonra içindeki zehrin hepsini
boşaltmak durmaktan çok daha kolaydı. Üstelik bu tek seferlik bir durum
değildi, Baekhee annesinden korkmaktan yorulmuştu. Bu gece sadece bardağı
taşıran son damla olmuştu. Buna daha fazla katlanacağını sanan herkes fena
halde yanılıyordu.
“Ay, dünya, güneş, galaksi; hatta bütün evren senin
etrafında dönüyor! Sen beni paramparça edene kadar sana tek kelime etmedim,
saygıda kusur etmedim; şimdi babamın seni tutamadığı her an hala aynı haltı
yiyorsun! Şimdi bile yaptıklarının yarısını sineye çekiyorum, anlamaya
çalışıyorum; annesin, seversin, korumak istersin; ama ben senin için sadece
hiçbir şeyin doğrusunu bilmeyen serseri çocuğum, çünkü senin istediğin gibi
davranmıyorum! Senin evin, senin kuralların, senin sözün; çünkü ben senin
paranı yiyorum! Çünkü dışarıdaki dünya kötü; ama sana kalsa kendimi korumak
için dövüş sanatlarına gidemiyorum! Bir arkadaşım çağırsa hava kararmadan
dönmem gerek, herhalde arkadaş seçmesini bile bilmiyorum! Neyden korkuyorsun;
uçup gitmemden mi? Herkes bir gün uçup gidecek, anne; ama seninle hala yakın
olup olmayacağımız sana kalmış, bana değil. Bir kere daha bana aşağılık bir
ucubeymişim gibi davranırsan sadece babamın kızı olurum, senin değil.”
Baekhee önündeki herkesi itip fırtına gibi odasına giderken
arkasında bıraktığı enkazın farkında değildi; farkında olsa bile umursayacak
değildi. Daha önce kendisi bir enkaza dönüştüğünde neredeyse ölümün eşiğine
gelene kadar (biliyordu, çünkü bizzat doktorunun ağzından duymuştu) kimsenin
umurunda değildi. Daha önce defalarca sakin kafayla oturup konuşmayı denemişti,
kimse denemediğini söyleyemezdi. Her defasında annesinin tavırlarına sadece
yeni bir bahane eklenmişti, kimse annesinin çabaladığını da söyleyemezdi. Odasının
kapısını çarparken yüzünden damlayan gözyaşlarıyla tek üzülenin annesi olduğunu
da kimse iddia edemezdi. Baekhee pişman değildi; kim ne yaparsa yapsın bir daha
asla kanatlarından vazgeçmeyecekti.
Odasının sadece kapısını değil balkon ve pencerelerini de
kilitleyip kalın perdeleri çekerek kendisini odasının güveliğine aldığında
derin bir nefes alıp ellerini saçlarından geçirdi ve aklındaki bütün düşünceleri
uzaklaştırmaya çalıştı. Bütün vücudu titriyordu ve gözlerinden akan aptal
yaşlar bitmek bilmiyordu; ama içinden zehir gibi akıttığı bütün sözcüklerin
yerinde şimdi koca bir boşluk vardı.
Baekhee rahatlamak için bir duş alabilirdi; ama odasında
banyo yoktu. Bilgisayarda biraz oyun oynayabilirdi; ama bilgisayar da babasının
odasındaydı. Resim yapabilirdi; ama bu halde yaptığı bütün resimler sıklıkla
kalemi deftere bıçak gibi bastırıp tüm sayfalar yırtılana kadar vahşice
karalamasıyla sonuçlanıyordu, Baekhee bunu istediğine emin değildi. Bunun
yerine derin nefesler alarak önce titremesini durdurmayı başardı, ardından
gözyaşlarını. Beyninde dolanan korkunç düşünce yumakları ve içindeki kötü his
hakkında ise kendi başına hiçbir şey yapamazdı.
Kendini sırt üstü yatağına bıraktı ve tavanı izlemeye
başladı. Sakinleştikçe söylediği sözler beyninde yankılanıyordu. Baekhee pişman
değildi olmamasına; ama söylediklerinin ağırlığı altında yine de eziliyordu. Annesinin
ne yapacağını kestiremiyordu; aynen arabada gelirken Kyuhyun’a ne yapacağını
kestiremediği gibi. Sonuçta kadın artık bir titreyip kendine dönmeliydi! Hep babası
mı onun tasmasını tutacaktı? Babası olmadan annesi onunla hiç düzgün bir ilişki
kuramayacak mıydı? Bir de ergenlere sorunlu, diyorlardı. Babasıyla ne güzel
geçinip gidiyordu halbuki!
Kollarını amaçsızca yatakta sallarken tenine değen çarşaftan
farklı bir dokuyla irkildi Baekhee. Elini atıp yabancı cismi kavradığında bunun
buruşuk bir tuvalet kağıdı parçası olduğunu gördü. Kyuhyun’un eline
sıkıştırdığı kağıda benzer cismi hatırlayarak elini cebine attı. Cebi bomboştu.
Muhtemelen kendini yatağa atarken kağıt da cebinden düşmüştü. Aklının dağılmasından
memnun bir biçimde doğrulup oturdu Baekhee ve buruşuk kağıdı dikkatle açtı.
Numaralar… tuvalet kağıdını baştan sonra kaplayan,
muhtemelen bir rujla yazılmış (yüksek ihtimalle annesinin sürekli banyoda
unuttuğu çirkin kırmızı rujuydu) bir telefon numarasıydı bu, hemen altında da
köşede kalan tek boşluğa birbirine girmiş rujdan çizgilerle kyu harfleri karalanmıştı. Baekhee’nin beyni
algılamayı reddetti, kız bir süre kağıda boş boş baktı. Kyuhyun ona numarasını
mı vermişti? Gerçi sabah da onu evden alacaktı, haberleşmeleri gerekli
olacaktı. İyi de numarasını Hanna’dan alamaz mıydı? Belki de Nana’nın yatmış
olma ihtimalini düşünmüştü. Sebep her neyse Baekhee en azından genç adamda da
onun numarasının olması gerektiğine kanaat getirip telefonunu eline aldı, açıp
elindeki kağıtta yazan numarayı kaydetti, ardından mesaj göndermeyi seçip mesaj
kutucuğunu çabucak doldurdu ve gönder tuşuna bastı.
Alıcı: Cho the Devil
Mesaj: Baek.
Mesaj: Baek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder