25 Nisan 2015 Cumartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 21

-21-

Salona girdiklerinde boş koltuklar ve açık ekranda durdurulmuş bir film sahnesiyle karşılaştılar. Baekhee başını çevirdiğinde Hanna’nın ona sorarcasına bakmakta olduğunu görerek omuz silkti. Kyuhyun ve sevgilisinin nerede olabileceğine dair hiçbir fikri yoktu – sıkılıp evden çıkmış, film arası vermiş, ishal olmuş veya koltukların fazla halka açık olduğuna karar verip Kyuhyun’un odasına kapanmış olabilirlerdi. Hanna da aynı şeyi düşünüyor olmalıydı ki sinirle burnundan soluyup ayağıyla yerde ritim tutarak etrafa bakmaya başladı.

“Sakin ol, belki de dışarı çıkmışlardır.” Dedi Baekhee, arkadaşını sakinleştirmek için.

“Hıı tabi, filmi durdurup televizyonu kapatmadan, acilen… eminim dışarı çıkmışlardır, yukarı değil!” dedi Hanna ve tırnağını kemirmeye başladı, sonra Baekhee’nin çok dikkatli dinlemiyor olsa duyamayacağı bir sesle kendi kendine mırıldandı, “Gerekli önlemleri aldığımı sanıyordum…”

“Efendim?” dedi Baekhee, duyduklarından emin olmak isteyerek.


“Hiç, bir şey demedim.” Dedi Hanna dalgınca, ardından çenesini hafifçe sıvazlayarak çok ciddi bir ifadeyle konuştu. “Uzaylılar kaçırmış olmasın?”

“Uza…” Baekhee elinde olmadan bir kahkaha patlattı. Kendisini tutmasının imkanı yoktu; arkadaşının yüzündeki o ciddi ifadeyle bunu söylemesini beklememişti.

“Ne var be?” diye çemkirdi Hanna.

“Hayır,” dedi Baekhee, gülerek. “Uzaylılar olsa evrende böyle bir canlı türünün olabileceğini tahmin bile edemedikleri için deney amaçlı mürekkepbalığını götürürlerdi, Kyuhyun gitmiş olmazdı.”

“Hm… bilemiyorum, ben onun beyninin nasıl çalıştığını da incelemek isteyebilirdim.” Dedi Hanna yine düşünceli bir biçimde Baekhee yine kahkahalara boğuldu. Hanna onu bu çok mantıklı ve olasılığı yüksek fikrine güldüğü için azarlamakla meşguldü ki Kyuhyun salon kapısından içeri girdi. Hanna abisini gördüğü anda öfkesini hala kıkırdamakta olan arkadaşından kapıda ne olduğunu anlamaya çalışan genç adama yöneltti.

“Neredeydin sen?!” diye azarladı Hanna. Baekhee Kyuhyun’un bir anlığına bir adım geri kaçtığına yemin edebilirdi; ama genç adam çabuk toparlanıp içeri girdi.

“Seohyun’u evine bırakıp geldim, sen neden bu kadar sinirlisin?” dedi Kyuhyun, sakinliğini korumayı başararak gidip koltuğa otururken.

“Sana ne?” dedi Hanna basitçe sonra gözlerini kısarak tısladı. “Hayırdır, mürekkepbalığının derisi mi kuruyormuş, akvaryumuna dönmesi mi gerekti?”

“Hayır!” diye gözlerini devirdi Kyuhyun bıkkınlıkla. “Filmi pek beğenmedi, ben de film izlemeyecekse benim proje yapmam gerektiğini söyledim.”

“Ne projesi?” dedi Hanna, bariz bir şaşkınlıkla. “Sen projeni daha iki gün önce vermedin mi?”

“Evet?” diyerek kardeşine uğursuz bir gülümseme yolladı Kyuhyun, “Bunu ben biliyorum, sen biliyorsun; ama Seohyun bilmiyor.”

“Sen… vaaay abime bak! Çak be!” dedi Hanna, otuz iki diş sırıtarak abisinin çakması için elini kaldırdı; ama Kyuhyun daha kıpırdayamadan abisine küs olduğunu hatırlayarak elini geri indirdi. Boğazını temizledi, “Yani, iyi bari, en azından gelişme var!”

“Onayladığına sevindim, prenses.” Dedi Kyuhyun, dalga geçercesine gülerek. “Şimdi, izlemeyeceğinize emin misiniz?”

“Eminiz!” dedi Hanna ve Baekhee’yi kolundan yakaladığı gibi mutfağa sürükledi, arkalarından da kapıyı kapattı. Abisinin onu göremeyeceğine emin olduğu zaman kocaman açık gözleri ve ağzıyla Baekhee’ye baktı. “Kandırmış! Mürekkepbalığına yalan söylemiş! İnanmıyorum!”

“Hiç yapmaz mıydı?” dedi Baekhee, konuya biraz yabancı kalmıştı.

“Hayır! Mümkün değil, asla yalan söylemezdi. Yani sadece ona özel bir durum değil, sevdiği kimseye yalan söylemezdi, bunun yavru bir köpeği tekmeleyerek öldürmekle aynı kefeye konabileceğini söylerdi.” Dedi Hanna. Baekhee tek kaşını kaldırdı.

“Ne desem bilemedim; bu durumda ona bir yavru köpek katili olarak mı bakmalıyım?” dedi kız.

“Hayır, teknik olarak mürekkepbalığı bir insan olmadığı için ona yalan söylemek sayılmaz; bir hayvan ona yalan söylendiğini anlayamaz sonuçta.” Dedi Hanna, bilmiş bilmiş. Baekhee yine gülmeye başladı, yine arkadaşının dahiyane fikirlerine güldüğü için bir azar yiyerek sustu.

Kendilerine birer meyve tabağı ve bir de soğuk çay aldılar, odalarına çıkarken Hanna abisine de bir kıyak geçmeye karar verip gencin kafasına doğru bir elma attı. Kyuhyun meyveyi yakalamak için başını kaldırıp bakmadı bile; sadece elini kaldırıp avucunu açtı, gayretsizce yakaladı ve yine gözlerini ekranda oynamakta olan filmden ayırmadan bir ısırık alıp teşekkür edercesine bir mırıltı çıkardı. Hanna bunu umursamadan merdivenlere yöneldi; ama Baekhee bir süre ağzı açık öylece kalakaldı. O elmanın gencin kafasında parçalanması gerekiyordu, buna kesinlikle emindi. Arkadaşı kolundan tutup çekmese herhalde orada uzunca bir süre öylece dikilirdi.

Seohyun evden ayrıldıktan sonraki Çince seanslarının oldukça verimli geçtiğini fark etti Baekhee. Sanki Hanna içinden bir çeşit zehri atmış gibi hafiflemiş, her şeyi kolayca hatırlıyordu – en azından sözel olarak. Yazılı kısımda hala biraz sıkıntı vardı; ama Baekhee bunun büyük bir sorun olduğunu düşünmüyordu. Kimin dört saatte Kanji’yi söktüğü görülmüştü ki?

Sonunda Hanna beyninin kazana döndüğünü ve hiçbir şey algılayamadığını fark ettiğinde dersi bıraktılar. Saat oldukça geçti; ama Hanna Baekhee’nin henüz eve dönmesini istemiyordu. Baekhee geç geleceğini ailesine haber vermiş olsa da eğer çok geç bir saatte dönerse annesinin tanımadığı bir evde bu kadar uzun süre kaldığı için bir yaygara koparacağını biliyordu. Hanna’yla ne kadar uzun zamandır arkadaş oldukları önemli değildi; ya abisi, babası, kardeşi ve hatta belki annesi bir caniyse, katilse, onu öldürüveresi gelirse? Ya evlerine başka biri gelirse de kötü bir şey yaparsa? Kadın resmen paranoyaktı, Baekhee’nin ne düşündüğü umurunda bile değildi, eğer o bizzat aileyle tanışıp onaylamadıysa Baekhee’nin o evde hava karardıktan sonra çok uzun kalması yasaktı – sanki evin içinde gece veya gündüz olması ne fark yaratıyorsa!

Yine de Hanna oyun odasına geçip biraz oyun oynamayı teklif ettiğinde Baekhee arkadaşını kıramadı. Abisi onları duyup da maydanoz olmasın, diye sessizce merdivenlerden aşağı indiler ve kendilerini Hanna’nın çok önemsizleştirerek “sadece oyun odası işte” diye nitelediği yere kilitlediler. Baekhee buranın sadece bir oyun odası olmak için fazla donanımlı olduğunu düşünüyordu, eğer uğraşırsa buradan bir uzay istasyonunu bile hackleyebileceğine dair şüpheleri vardı.

Odanın içi tamamen siyah yalıtım malzemesiyle döşeliydi. İçeride geniş, üç kişilik ve Hanna oturduğu zaman bile içine çökebilen bir koltuk vardı, kenarlarına birkaç tane farklı renklerden armut atılmıştı. Kapının yanına doğru bir iki tane klasik oyun masalarından vardı; hani şu kocaman olup içinde Pinball türevi oyunlar oynananlardan. Büyük koltuğun önünde dünyanın bütün elektronik aletleri duruyordu: bir Playstation, bir Xbox, bir blu-ray oynatıcı – bunlar piyasaya girmiş miydi ki?! – ve yanında kendi oldukça minik film kütüphanesi, bir DVD oynatıcı, tepelerinin üzerine kocaman bir projektör, koltuğun arkasına yerleştirilmiş ve Baekhee’nin şimdiye kadar gördüğü en geniş ekrana sahip, kasasının özel tasarlandığı belli olan bir masaüstü bilgisayar… ha bir de, bunların bir işe yaraması adına karşı duvarı boydan boya kaplayan CD’ler ve DVD’lerle dolu bir kütüphane vardı. Odanın içine döşenen ses sistemi kaç artı kaçtı, Baekhee saymaya zahmet etmemişti; ama en azından odanın her köşesine yerleştirilmiş en az bir tane siyah hoparlör görebiliyordu kız. Eh, zenginlik bir başkaydı, tabi!

Baekhee aslında bütün bu oyun ve teknoloji zenginliğinin ortasında Hanna’nın gidip devasa oyun kütüphanesinden bir kutu seçmesini ve oyun konsollarından birine takmasını beklemişti; ama arkadaşının farklı planları vardı. Kız sekerek gidip bilgisayarı açtı, odanın köşesinde duran fazladan bir sandalyeyi sürükleyerek bilgisayarın yanına çekti ve Baekhee’nin mümkün olabileceğine inanmadığı bir hızda açılan bilgisayara zaten bilgisayar masasında duran bir CD’yi takıverdi.

“Ne oynuyoruz?” diye sordu Baekhee, merakla.

“Sims!” dedi Hanna, otuz iki diş sırıtarak. Baekhee öylece bakakaldı. Hayal kırıklığını gizlemeye çalışıyordu; ama ne kadar başarılı olduğu konusunda biraz şüpheliydi. Kız sessiz kalınca arkadaşı bu seçimin nedenini merak ettiğini o bir şey söylemeden anlayarak devam etti. “Sims 2 oynayacağız, çünkü ben ne zaman biriyle tanışsam onu burada da yaparım, sonrasında olanları izlemek çok eğlenceli oluyor! Ama daha önce hiç kendimi yapmadım ve bir de seni, Yongguk’u ve Himchan’ı da yapmadım. Nedense aklıma gelmedi. Onları şimdi sen buradayken yapalım istiyorum; çünkü burada dördümüz kendi evimizde yaşıyor olacağız!”

“Kendi evimizde mi?” diye sordu Baekhee, kendini elinde olmadan kızın hevesine gülerken bulmuştu. Hanna heyecanla başını salladı.

“Evet. Aslında bunun gerçek olması daha çok hoşuma giderdi; ama ne yazık ki en azından üniversiteye kadar beklememiz gerekir, o da sadece beraber eve çıkabilmek için. Gerçek müstakil bir evimiz bile olmaz, sadece bir apartman dairesi olur.” Dedi Hanna. Baekhee kıza kendisinin de bir apartman dairesinde oturduğunu, aslında bunun normal olan olduğunu, artık insanların müstakil evlerde oturmadığını, şehirden uzakta oturmak istemediklerini, herkesin o kadar zengin olmadığını hatırlatıp arkadaşının keyfini bozmak istemedi. Kızın niyetinin kötü olmadığını biliyordu ve sonuçta o burada büyümüştü, aynen bir prenses gibi. Onun için normal olan buydu. Baekhee böyle şeylere bozulmazdı.

Sonraki iki saati birlikte kendi karakterlerini ve evlerini tasarlayarak geçirdiler. Baekhee sıkılacağını düşünmüştü; ama saçma sapan şeyler yapıp gülerken zaman şaşırtıcı bir biçimde hızlı geçti. Saatine bakıp çoktan on bir olduğunu fark ettiğindeyse Baekhee yerinden öyle bir zıpladı ki sandalyesi büyük bir gürültüyle arkaya devrildi, Hanna küçük bir çığlık atarak kendi sandalyesiyle birlikte geri kaçtı.

“Ne oluyor, ödümü kopardın!” dedi kız, haklı bir isyanla; ama Baekhee’nin ona hesap verecek dahi vakti yoktu.

“Acilen gitmem gerek!” dedi, çabucak oyun odasının kilidini açarak dışarı fırladı. Hanna’nın odasına girmesi, her şeyini çantasına tıkıştırıp tamamen toparlanmış bir halde aşağı inmesi sadece bir dakika sürdü. Aşağıda, holün hemen yanında Hanna onu şaşkınca bekliyordu.

“Ne oldu? Saat sadece on bir!” Dedi kız, masumca.

Sadece mi? Sen deli misin?! Annem beni öldürecek!” diye neredeyse inledi Baekhee, ardından bisikletinin yanında olmadığını hatırlayarak daha da acıklı bir of çekti. “Kyuhyun nerede?”

“Salondadır?” dedi Hanna, bunu söylerken salona doğru ilerleyerek. Baekhee sabırsızlanarak bekledi; bir an sonra Hanna salonun kapısından ona döndü. “Burada değil. Odasında falan olabilir.”

“Odası nerede? Ben gider alırım.” Dedi Baekhee;  daha uzun süre hareketsiz kalmaya tahammülü yoktu, Hanna cevap veremeden merdivenlere doğru hareketlendi.

“Sağdan ilk kapı!” diye seslendi Hanna arkasından. Baekhee merdivenleri ikişer ikişer çıktı, arkadaşının tarif ettiği kapının önüne gitti ve kapalı olan kapıya pek nazik olmayan bir biçimde tıkladı – ya da biraz yumruklamış da olabilirdi, bilemiyordu; çünkü Kyuhyun kapıyı açıp karşısına çıktığında hiç dost canlısı görünmüyordu.

“Beni eve bırakacağına söz vermiştin!” dedi Baekhee, genç adamın söylemek için ağzını açtığı şey her neyse ağzına tıkarak. Kyuhyun bir an afallamış göründü; ama Baekhee’nin telaşı o kadar barizdi ki zaten kızmış olsa bile uzun süre kıza kızgın kalamazdı.

“Burada kalacağını düşünmeye başlamıştım.” Dedi genç, yeniden odasına girerken. Baekhee gencin kolunu tutup “çıkış bu tarafta!” diye bağırmak istiyordu; ama bunun mantıklı olmadığını fark ederek kendini tuttu.

“Evet, sonra yarın akşam kuantum teorisini baştan yazalım!” dedi kız, dudağını ısırarak.

“Ne alaka?” diyerek üzerinde az öncekinden çok da farklı olmayan siyah bir tişört ve yakın siyahlıkta bir ceketle odadan çıktı Kyuhyun – az önce kapıyı açık bırakıp üzerini mi değiştirmişti o? İyi ki oda karanlıktı da Baekhee bir halt görmemişti.

“Annem.” Demekle yetindi kız ve geldiğinden daha büyük bir hızla merdivenlerden aşağı koştu.

“Düşeceksin!” diye seslendi Kyuhyun arkasından. Baekhee homurdanıp gözlerini devirdi ve ayakkabılarına koştu.

“Parçacıklarıma ayrılma olasılığının yanında düşmek alınacak çok küçük bir risk.” Diye homurdandı, neden bu kadar uğraştırıcı bağcıklarının olduğunu bir anda merak etmeye başladığı ayakkabılarını bağlarken. Tepesinde Kyuhyun’un kıkırdadığını duydu, göz ucuyla baktığında gencin tamamen bağcıksız siyah deri ayakkabılarını giymiş, arabasının anahtarlarını elinde sallamakta olduğunu gördü. Nedense gencin gülüşü sinirine dokunmuştu. “Ne var?”

“Hiç, sadece annenden bu kadar korkman çok komik.” Dedi Kyuhyun.

“Öyle mi?” dedi Baekhee, ayakkabılarını bağlamayı bitirip ayağa dikildi ve keskin bakışlarını gencin şaşkın gözlerine dikti. “Bunu bir de onunla tanıştıktan sonra söyle, ne olur.”

“Peki, bir şey demedim.” Diye teslim olurcasına ellerini kaldırdı genç. Baekhee çabucak Hanna’nın iki yanağına da birer öpücük kondurdu, ceketini giydi, çantasını aldı kızın telaşından fazlasıyla zevk aldığı belli olan Kyuhyun’un açık tuttuğu kapıdan rüzgar gibi çıktı.

Baekhee arabaya yerleşip kemerini bağlayana ve sonunda hayatını kurtarma olasılığı olan metal yığını hareket etmeye başlayana kadar tedirginlikten hiçbir şey fark etmiyordu; ama şimdi araba yolda olanca hızıyla giderken ve onun yapabileceği beklemekten başka bir şey yokken farkına varmıştı ki Cho Kyuhyun’la, hayatında şimdiye kadar en çok hoşlandığı genç adamla, umutsuz aşkıyla aynı arabada baş başaydı. Neyse ki genç adam kızı evine çabuk götürmek için hızlı sürdüğünden yola odaklanmıştı da Baekhee’ye bakması mümkün bile değildi. Yine de Baekhee muhtemelen yeniden kızaran yanaklarını saklamak için başını pencereye doğru çevirip dudağını ısırdı, kendinde kalmaya çalıştı. Şimdi hormonlarına kapılıp da aklı beş karış havada gezmenin hiç sırası değildi. Tam o sırada kucağında titreyen telefonu oturduğu yerde sıçramasına neden oldu.

“Efendim?” diyerek hızla açtı telefonunu. Arayanın kim olduğuna bakmamıştı, belki de sırf bu yüzden ileride işitme kaybı yaşayacaktı.

“NEREDESİN SEN BU SAATE KADAR?!” diye haykırdı hattın öbür ucundan annesi. Baekhee telefonu hızla yüzünden uzaklaştırsa da korkunç sesin kulağının çınlatmasına engel olamamıştı. Annesi, telefon hoparlörde olmadığı halde arabayı inleten haykırışına devam etti. “NEDEN TELEFONLARIMA BAKMIYORSUN, HA?! BU SAATE KADAR DERS Mİ ÇALIŞILIR, EVİN YOLUNU MU UNUTTUN SEN?! NEYİ KANITLAMAYA ÇALIŞIYORSUN, ÇOCUK?! NE KADAR ENDİŞELENDİM HABERİN VAR MI SENİN?! DERHAL EVE GELİYORSUN, DERHAL!!”

“Anne- bir dur, geliyorum zaten!” dedi Baekhee, telefonu dikkatle ağzına yaklaştırarak; ama hiç kulağına götürme hatasında bulunmadı. Annesinin haykırmayı keseceğini hiç zannetmiyordu.

“GECENİN BU SAATİNDE YOLLARDA KİM BİLİR NELER OLACAK! BEN SANA BABANI ARA DA SENİ ALSIN, DEMEDİM Mİ HA? DEMEDİM Mİ?!” dedi annesi. Aslında öyle bir şey hiç söylememişti; ama Baekhee’nin bunu belirtmeye hiç niyeti yoktu, henüz canına susamamıştı.

“Anne yoldayım zaten…” dedi Baekhee, sakinleştirici olduğunu umduğu bir sesle.

“BİR DE BİSİKLETLE Mİ YOLA ÇIKTIN, CANINA MI SUSADIN SEN?!” diye haykırdı kadın. E ne istiyordu bu, hem orada kalmasın, hem yola çıkmasın, ne yapacaktı? Işınlanacak mıydı?! Tabii ki Baekhee şu anda bunu söylemenin de hayati tehlikesi olduğunun farkındaydı.

“Hayır, anne, saat çok geç olduğu için bir şey olmasın diye beni eve Hanna’nın abisi bırakıyor…” dedi, dikkatle. Annesi bir an durakladı, telefona vuran uzun hışırtı annesinin sonunda haykırmayı bırakmaya karar verdiğinde hep yaptığı gibi iç çektiğini gösteriyordu. Baekhee yine de tedbirli bir biçimde telefonu kulağına yaklaştırdı.

“Şimdi yanında mı?” dedi kadın; sesinde bariz bir sinir olsa da en azından artık haykırmıyordu.

“E-evet, arabayı kullanıyor.” Dedi Baekhee, göz ucuyla Kyuhyun’a bakarak. Genç adam oldukça ince bir biçimde sadece arabayı sürüyor, hiç duymamış gibi davranarak tamamen kendi işine bakıyordu.

“Ne dedim ben sana? Yabancıların arabasına binmekle ilgili?” diye tısladı annesi.

“Kyuhyun, Hanna’nın abisi.” Dedi Baekhee, hem annesine bir cevap vermek, hem Kyuhyun’un herhangi bir şeyden şüphelenmesini engellemek için. Duymuyormuş gibi davranması hiç duymadığı anlamına gelmezdi, sonuçta.

“Olabilir; sen Hanna’yı tanıyorsun, onu tanıyor musun?” dedi kadın. Baekhee sessiz kalmayı seçti. Birkaç saniye sonra kadın yine tısladı. “Bana cevap ver, çocuk.”

“Yoldayız, anne.” Dedi Baekhee sadece, duygusuz bir sesle. Annesi ona bu şekilde davrandığı zaman kendini lanet bir çöp parçası gibi hissediyordu. “Çocuk” mu? Onun bir adı vardı.

“Öyle mi? Demek öyle? Peki.” Dedi annesi, sinirle burnundan soluyarak, “O zaman seni eve elleriyle bırakacak – sadece apartmanın önünden bahsetmiyorum. Eve kadar çıkaracak. Ben de onu göreceğim. Anlaşıldı mı?”

“Anne sen ne-”

“Anlaşıldı mı?” diye tısladı annesi, Baekhee’nin sözünü keserek. Şu anda Hanna’yı da kapsayan bir rezalet çıkmayacak olsa Baekhee küfrü basar, bu arabadan da iner, en yakın gece kulübünde sabaha kadar içerdi; sadece annesine inat olsun diye, canı ne isterse yapabileceğini kanıtlamak için. Ama arkadaşının yüzü gözünün önüne gelince ağzına gelen bütün sözleri yuttu, sakinleşmek için derin bir nefes aldı.

“Senin kızın olabilirim; ama benimle bu şekilde konuşamazsın.” Dedi, sakin olduğunu umduğu bir sesle; ama sesinin sinirle titremesine engel olamamıştı. Annesinin bir anlık boşluğundan yararlanıp konuşmaya devam etti. “Tamam, Kyuhyun’a onu davet ettiğini söylerim; gelmek istemezse bu onun kararıdır. Seninle sonra konuşacağız.”

Baekhee annesinin cevabını duymak istemiyordu, kadın tek kelime daha edemeden telefonu yüzüne kapattı, ardından yüzünü eliyle örtüp kendine gelmek için nefes alıp verişlerine odaklandı. Bundan nefret ediyordu işte maruz kalmak istemediği, fellik fellik kaçtığı şey buydu. Annesinin gulyabani yüzü buydu. Bir gün gerçekten özgür olduğunda bu yüzü ne zaman görse kesinlikle alnının tam ortasına tükürecekti, bütün hayali buydu.

“İyi misin?” dedi Kyuhyun’un sesi; bir saniye sonra Baekhee omzunda sıcak bir ağırlık hissetti. Gözlerini açtığında genç adamın hala sürmekte olduğunu gördü; ama daha yavaş gidiyorlardı, genç direksiyonu tek eliyle kontrol ediyordu ve bir eli de Baekhee’nin omzundaydı. Kız şu anda sadece bu ufak hareket nedeniyle salya sümük ağlayabilirdi. Dudağını ısırdı, gülmeye çalıştı.

“Tanıştığına memnun oldun mu? İşte bu benim annem.” Diye alay etti; ama sesi kırgın çıkıyordu.

“En azından moleküllerine ayrılmanı bekliyordum, yine iyi dayandın.” Dedi Kyuhyun, Baekhee’ye uyarak. Kızın moralini düzeltmek ister gibi eli hala Baekhee’nin omzundaydı, vites değiştirmesi gerektiği zaman bunu direksiyonu kısa süreliğine bırakarak yaptı.

“Alışkınım. Yine az bağırdı, yanımda başkasının olduğunu bildiği için herhalde kendini tutmaya karar verdi, sağ olsun.” Dedi Baekhee, iğneleyerek, ardından iç çekti. “Esas rezil kısmını duymadın bile.”

“O kadar mı kötü?” dedi Kyuhyun, kıza acır gibi.

“Daha da kötü.” Dedi Baekhee, derin bir nefes aldı ve kendini toparlamaya çalıştı. Şu anda bu konudan uzaklaşmaya ihtiyacı vardı. “Baksana, ilk karşılaştığımızda sana söylediklerim için özür dilerim.”

“İlk… ha, ney?” dedi Kyuhyun, şaşkınlıkla kızın yüzüne bakarak. Bir an sonra hala araba kullanmakta olduğunu hatırlayarak yola döndü.

“Şu çok kısıtlayıcı olduğun hakkında, falan… Hanna durumu anlatınca biraz anladım aslında neden öyle davrandığını. Fazla korumacı olabilirsin; ama onları söylemek haddime değildi. Çok kırıcı olmuş olmalı… özür dilerim.” Dedi Baekhee. Kyuhyun bir süre sessiz kaldı, ardından hafifçe gülümsedi.

“İlk karşılaştığımızda, evet…” diye mırıldandı kendi kendine, sonra az önce Baekhee’nin omzunda duran eliyle uzanıp radyoyu açtı. Virgin Radio’dan kaydedilmiş hafif akşam müzikleri çalıyordu, Baekhee gencin bununla ne demek istemiş olabileceğini düşünürken Kyuhyun tasasızca yeniden konuştu. “Sanırım annen beni davet etti, değil mi? Muhtemelen nasıl bir insan olduğumu görmek istiyordur, hani yabancı bir insanın arabası falan, derken. Gidip ona öcü olmadığımı kanıtlayalım, seni de bu işkenceden kurtaralım, olur mu?”

“Sen ciddi misin?” dedi Baekhee, şaşkınlıkla, “Yani, mecbur değilsin, biliyorsun.”

“Önemli değil; yani, bilirsin, Hanna vahşice katledildiğini duyarsa çok üzülür.” Diye sırıttı Kyuhyun. Baekhee bir an kalakaldı, ardından içinde yükselen minnet duygusuyla gencin boynuna atlama isteğini bastırmaya çalıştı. Sessizce önüne döndü; ama elinde değildi, o da sırıtıyordu.

Baekhee özür dilerken Kyuhyun’un da aynı şeyi yapmasını beklememişti; ama o gün genç adam da ona oldukça incitici şeyler söylemişti. Baekhee genci çok az görmüş olsa da nedense bir yerden biliyordu; bu onun özür dileme şekliydi. Belki de hiç açık açık özür dilemeyecekti; ama normalde herhangi biri için yapmayacağı bir şeyi – Baekhee kimsenin çılgın gibi haykıran bir kadınla tanışmak için suratına küfretmiş, sadece kardeşinin arkadaşı olan birinin evine gideceğini sanmıyordu – teklifsizce yaparak kendince özür diliyordu o da.

Yolun geri kalanı boyunca Kyuhyun radyoda çalan melodiye sessizce mırıldanarak eşlik etti. Baekhee gencin sesinde denizkızı gibi köpükleşerek kaybolmak istiyordu; karamel macchiato gibiydi gencin sesi, biraz da uyuşturucu gibi, morfin gibi; Baekhee’nin ne kadar can sıkıntısı, üzüntüsü, siniri varsa birkaç dakikada silip süpürüverdi. Kyuhyun apartmanın önüne park ettiğinde Baekhee kendini kuş gibi hafif hissediyordu, ta ki genç adam müziği kapatıp mırıldanmayı da bırakıncaya kadar.

“Yolculuğumuzun sonuna gelmiş bulunmaktayız. Cho Turizmi tercih ettiğiniz için teşekkür eder, iyi günler dileriz.” Dedi Kyuhyun, otobüs anonsu havası takınarak. Baekhee gülerdi, eğer annesinin yapacaklarını düşünerek yay gibi gerilmiş olmasaydı. Baekhee yutkundu, genç adam elini yeniden kızın omzuna koyarak ona bakmasını sağladı. “Bir şey olmayacak, tamam mı? Ben gittikten sonra annenle ne kadar uğraşman gerekir, bilmem; ama merak etme, düşündüğün kadar kötü olmayacak. Şimdi, nefes al, morarıyorsun.”

Baekhee hipnotize olmuş gibi başıyla onaylayıp zorlukla nefes alırken aşkın ne kadar garip bir şey olduğunu düşündü. Önce annesiyle kavga edip ağlamaklı oluyor, sonra birden gülmeye başlıyordu. Ardından mutluluktan havalara uçuyor, dünyadan kopuyor, sonra dünyaya dönüp yine gerginlikten tırnaklarını yiyecek hale geliyordu ve bir an sonra bir bakıyordu ki yine beyni bomboş oluvermiş.

“Aynen böyle. Şimdi daha iyi misin?” dedi Kyuhyun, Baekhee’nin bulutların üstünde yüzüyormuş gibi hissetmesine neden olan gülümsemesiyle – acaba kıza tam olarak ne yaptığının farkında mıydı genç adam? Baekhee bilmiyordu, tek bildiği şuydu: buna kesinlikle alışabilirdi.

“Sanırım.” Diye mırıldandı Baekhee, başını hızla iki yana sallayıp kendine gelmek için uğraşmadan önce kısa bir süre daha bu anın tadını çıkarmak için kendine izin verdi. Uzun süre böyle kalamazdı, böyle aklı bir karış havada aptal gibi dolanırsa hiçbir şey halledemezdi. Özellikle şu anda, annesinin manyaklıklarıyla uğraşması gerekiyorken beynine kesinlikle ihtiyacı vardı. Gözlerini kapatıp ciğerlerini acıtacak kadar derin bir nefes aldı, hızla verip koltuğunda dikleşti. “Hadi gidelim!”

“İşte böyle!” dedi Kyuhyun, neredeyse gururlu bir bakışla. Baekhee sırıtıp emniyet kemerini çözdü, arabadan indi. Kyuhyun sarı tosbağanın kapısını kilitledikten sonra annesinden on bin taneyi aynı anda göğüslemeye hazır duran Baekhee’nin yanına geldi. Baekhee apartmanın girişine doğru giderken anahtarlarını çıkardı.

“Seni uyarıyorum; buradan iki şekilde çıkarsın: ya aynen girdiğin gibi, ya da sote doğranmış olarak.” Dedi Baekhee, dış kapıyı açarken. Kyuhyun güldü.

“Hadi ya? Ben kuşbaşı severim, halbuki.” Dedi dalga geçerek.

“Seversin tabi, onun parçaları büyük! Sen kıyma demediğime dua et.” Dedi Baekhee, yarım bir sırıtışla. Zaten zemin katta olan asansörün düğmesine bastı, asansör kapıları tanıdık bir “ding” sesiyle açıldılar.

“Kemik suyu, o zaman.” Dedi Kyuhyun, Baekhee’nin arkasından asansöre binerken.

“İşkembe!” dedi Baekhee, burnunu havaya dikerek. Asansörün düğmesine bastı, kapılar kapandı.

“Barsak.” Diye kollarını kavuşturdu Kyuhyun. Baekhee genç adam ona hakaret etmiş gibi elini hızla ağzına götürüp “hiii”ledi, ardından ellerini beline koydu.

“Koç yumurtası.” Dedi Baekhee ve yarım bir sırıtışla tek kaşını kaldırdı. Kyuhyun elini çenesine götürdü, düşünceli bir biçimde biraz ovuşturdu.

“Hmm… kurbağa derisi çeşnili tarantula çorbası, bence.” Dedi sonunda. Baekhee bu sefer gerçekten tüylerinin ürperdiğini hissetti – işin içinde örümcek varsa Baekhee yoktu.

“Iyyy!!” diye yüzünü buruşturdu genç kız ve Kyuhyun’un kolunu pataklamaya başladı. “İğrenç!”

“Ben kazandım!” diye güldü Kyuhyun, bir yandan kendini korumaya çalışır gibi yaparken. Baekhee sert vurmuyordu, amacı incitmek değil, sadece biraz eğlenmekti.

“Bu haksızlık, hile yaptın!” diye isyan edip somurttu Baekhee, “Böcekler sayılmaz!”

“Sen ne biçim Çinlisin? Hiç karıncalı pilav yemedin mi?!” dedi Kyuhyun, dehşete düşmüş numarasıyla ağzını kapatarak.

“Tarantula çorbasıyla karıncalı pilav bir mi?!” diye tepindi kız bu sefer.

“Niye, ne güzel işte tüylü tüylü…” diye sırıttı Kyuhyun. Baekhee yine sırtından aşağı iğrenç bir ürpertinin indiğini hissetti.

“Sen nasıl bir- ben seni var ya…” diyerek bir daha pataklamaya başladı kız, genç adamı. Kyuhyun gülerek o anda yeni bir “ding” sesiyle açılan asansör kapılarından dışarı kaçtı. Baekhee genç adamı yakalayıp bir yandan da pataklayarak doğru kapının önüne çekti. Kız sonunda durduğunda ikisi de kıkırdıyorlardı. Sonunda gülmeyi bırakabildiklerinde Baekhee derin bir nefes alıp kapı ziline uzandı.


“Sıkı dur, tarantula çorbası geliyor.” Dedi Baekhee, Kyuhyun yeniden kıkırdamaya başlarken de zile sonunda bastı. Kapının açılması bir saniye bile almamış olabilirdi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder