-21-
Salona girdiklerinde boş koltuklar ve açık ekranda
durdurulmuş bir film sahnesiyle karşılaştılar. Baekhee başını çevirdiğinde
Hanna’nın ona sorarcasına bakmakta olduğunu görerek omuz silkti. Kyuhyun ve
sevgilisinin nerede olabileceğine dair hiçbir fikri yoktu – sıkılıp evden
çıkmış, film arası vermiş, ishal olmuş veya koltukların fazla halka açık
olduğuna karar verip Kyuhyun’un odasına kapanmış olabilirlerdi. Hanna da aynı
şeyi düşünüyor olmalıydı ki sinirle burnundan soluyup ayağıyla yerde ritim tutarak
etrafa bakmaya başladı.
“Sakin ol, belki de dışarı çıkmışlardır.” Dedi Baekhee,
arkadaşını sakinleştirmek için.
“Hıı tabi, filmi durdurup televizyonu kapatmadan, acilen…
eminim dışarı çıkmışlardır, yukarı değil!” dedi Hanna ve tırnağını kemirmeye
başladı, sonra Baekhee’nin çok dikkatli dinlemiyor olsa duyamayacağı bir sesle
kendi kendine mırıldandı, “Gerekli önlemleri aldığımı sanıyordum…”
“Efendim?” dedi Baekhee, duyduklarından emin olmak
isteyerek.
“Hiç, bir şey demedim.” Dedi Hanna dalgınca, ardından
çenesini hafifçe sıvazlayarak çok ciddi bir ifadeyle konuştu. “Uzaylılar
kaçırmış olmasın?”
“Uza…” Baekhee elinde olmadan bir kahkaha patlattı.
Kendisini tutmasının imkanı yoktu; arkadaşının yüzündeki o ciddi ifadeyle bunu
söylemesini beklememişti.
“Ne var be?” diye çemkirdi Hanna.
“Hayır,” dedi Baekhee, gülerek. “Uzaylılar olsa evrende
böyle bir canlı türünün olabileceğini tahmin bile edemedikleri için deney
amaçlı mürekkepbalığını götürürlerdi, Kyuhyun gitmiş olmazdı.”
“Hm… bilemiyorum, ben onun beyninin nasıl çalıştığını da
incelemek isteyebilirdim.” Dedi Hanna yine düşünceli bir biçimde Baekhee yine
kahkahalara boğuldu. Hanna onu bu çok mantıklı ve olasılığı yüksek fikrine
güldüğü için azarlamakla meşguldü ki Kyuhyun salon kapısından içeri girdi.
Hanna abisini gördüğü anda öfkesini hala kıkırdamakta olan arkadaşından kapıda
ne olduğunu anlamaya çalışan genç adama yöneltti.
“Neredeydin sen?!” diye azarladı Hanna. Baekhee Kyuhyun’un
bir anlığına bir adım geri kaçtığına yemin edebilirdi; ama genç adam çabuk
toparlanıp içeri girdi.
“Seohyun’u evine bırakıp geldim, sen neden bu kadar
sinirlisin?” dedi Kyuhyun, sakinliğini korumayı başararak gidip koltuğa
otururken.
“Sana ne?” dedi Hanna basitçe sonra gözlerini kısarak
tısladı. “Hayırdır, mürekkepbalığının derisi mi kuruyormuş, akvaryumuna dönmesi
mi gerekti?”
“Hayır!” diye gözlerini devirdi Kyuhyun bıkkınlıkla. “Filmi
pek beğenmedi, ben de film izlemeyecekse benim proje yapmam gerektiğini
söyledim.”
“Ne projesi?” dedi Hanna, bariz bir şaşkınlıkla. “Sen
projeni daha iki gün önce vermedin mi?”
“Evet?” diyerek kardeşine uğursuz bir gülümseme yolladı
Kyuhyun, “Bunu ben biliyorum, sen biliyorsun; ama Seohyun bilmiyor.”
“Sen… vaaay abime bak! Çak be!” dedi Hanna, otuz iki diş
sırıtarak abisinin çakması için elini kaldırdı; ama Kyuhyun daha kıpırdayamadan
abisine küs olduğunu hatırlayarak elini geri indirdi. Boğazını temizledi,
“Yani, iyi bari, en azından gelişme var!”
“Onayladığına sevindim, prenses.” Dedi Kyuhyun, dalga
geçercesine gülerek. “Şimdi, izlemeyeceğinize emin misiniz?”
“Eminiz!” dedi Hanna ve Baekhee’yi kolundan yakaladığı gibi
mutfağa sürükledi, arkalarından da kapıyı kapattı. Abisinin onu göremeyeceğine
emin olduğu zaman kocaman açık gözleri ve ağzıyla Baekhee’ye baktı. “Kandırmış!
Mürekkepbalığına yalan söylemiş! İnanmıyorum!”
“Hiç yapmaz mıydı?” dedi Baekhee, konuya biraz yabancı
kalmıştı.
“Hayır! Mümkün değil, asla yalan söylemezdi. Yani sadece ona
özel bir durum değil, sevdiği kimseye yalan söylemezdi, bunun yavru bir köpeği
tekmeleyerek öldürmekle aynı kefeye konabileceğini söylerdi.” Dedi Hanna.
Baekhee tek kaşını kaldırdı.
“Ne desem bilemedim; bu durumda ona bir yavru köpek katili
olarak mı bakmalıyım?” dedi kız.
“Hayır, teknik olarak mürekkepbalığı bir insan olmadığı için
ona yalan söylemek sayılmaz; bir hayvan ona yalan söylendiğini anlayamaz
sonuçta.” Dedi Hanna, bilmiş bilmiş. Baekhee yine gülmeye başladı, yine
arkadaşının dahiyane fikirlerine güldüğü için bir azar yiyerek sustu.
Kendilerine birer meyve tabağı ve bir de soğuk çay aldılar,
odalarına çıkarken Hanna abisine de bir kıyak geçmeye karar verip gencin
kafasına doğru bir elma attı. Kyuhyun meyveyi yakalamak için başını kaldırıp
bakmadı bile; sadece elini kaldırıp avucunu açtı, gayretsizce yakaladı ve yine
gözlerini ekranda oynamakta olan filmden ayırmadan bir ısırık alıp teşekkür
edercesine bir mırıltı çıkardı. Hanna bunu umursamadan merdivenlere yöneldi;
ama Baekhee bir süre ağzı açık öylece kalakaldı. O elmanın gencin kafasında
parçalanması gerekiyordu, buna kesinlikle emindi. Arkadaşı kolundan tutup
çekmese herhalde orada uzunca bir süre öylece dikilirdi.
Seohyun evden ayrıldıktan sonraki Çince seanslarının oldukça
verimli geçtiğini fark etti Baekhee. Sanki Hanna içinden bir çeşit zehri atmış
gibi hafiflemiş, her şeyi kolayca hatırlıyordu – en azından sözel olarak.
Yazılı kısımda hala biraz sıkıntı vardı; ama Baekhee bunun büyük bir sorun
olduğunu düşünmüyordu. Kimin dört saatte Kanji’yi söktüğü görülmüştü ki?
Sonunda Hanna beyninin kazana döndüğünü ve hiçbir şey algılayamadığını
fark ettiğinde dersi bıraktılar. Saat oldukça geçti; ama Hanna Baekhee’nin
henüz eve dönmesini istemiyordu. Baekhee geç geleceğini ailesine haber vermiş
olsa da eğer çok geç bir saatte dönerse annesinin tanımadığı bir evde bu kadar
uzun süre kaldığı için bir yaygara koparacağını biliyordu. Hanna’yla ne kadar
uzun zamandır arkadaş oldukları önemli değildi; ya abisi, babası, kardeşi ve
hatta belki annesi bir caniyse, katilse, onu öldürüveresi gelirse? Ya evlerine
başka biri gelirse de kötü bir şey yaparsa? Kadın resmen paranoyaktı,
Baekhee’nin ne düşündüğü umurunda bile değildi, eğer o bizzat aileyle tanışıp
onaylamadıysa Baekhee’nin o evde hava karardıktan sonra çok uzun kalması
yasaktı – sanki evin içinde gece veya gündüz olması ne fark yaratıyorsa!
Yine de Hanna oyun odasına geçip biraz oyun oynamayı teklif
ettiğinde Baekhee arkadaşını kıramadı. Abisi onları duyup da maydanoz olmasın,
diye sessizce merdivenlerden aşağı indiler ve kendilerini Hanna’nın çok
önemsizleştirerek “sadece oyun odası işte” diye nitelediği yere kilitlediler.
Baekhee buranın sadece bir oyun odası
olmak için fazla donanımlı olduğunu düşünüyordu, eğer uğraşırsa buradan bir
uzay istasyonunu bile hackleyebileceğine dair şüpheleri vardı.
Odanın içi tamamen siyah yalıtım malzemesiyle döşeliydi.
İçeride geniş, üç kişilik ve Hanna oturduğu zaman bile içine çökebilen bir
koltuk vardı, kenarlarına birkaç tane farklı renklerden armut atılmıştı. Kapının
yanına doğru bir iki tane klasik oyun masalarından vardı; hani şu kocaman olup
içinde Pinball türevi oyunlar oynananlardan. Büyük koltuğun önünde dünyanın
bütün elektronik aletleri duruyordu: bir Playstation, bir Xbox, bir blu-ray
oynatıcı – bunlar piyasaya girmiş miydi ki?! – ve yanında kendi oldukça minik
film kütüphanesi, bir DVD oynatıcı, tepelerinin üzerine kocaman bir projektör, koltuğun
arkasına yerleştirilmiş ve Baekhee’nin şimdiye kadar gördüğü en geniş ekrana
sahip, kasasının özel tasarlandığı belli olan bir masaüstü bilgisayar… ha bir
de, bunların bir işe yaraması adına karşı duvarı boydan boya kaplayan CD’ler ve
DVD’lerle dolu bir kütüphane vardı. Odanın içine döşenen ses sistemi kaç artı
kaçtı, Baekhee saymaya zahmet etmemişti; ama en azından odanın her köşesine
yerleştirilmiş en az bir tane siyah hoparlör görebiliyordu kız. Eh, zenginlik
bir başkaydı, tabi!
Baekhee aslında bütün bu oyun ve teknoloji zenginliğinin
ortasında Hanna’nın gidip devasa oyun kütüphanesinden bir kutu seçmesini ve
oyun konsollarından birine takmasını beklemişti; ama arkadaşının farklı
planları vardı. Kız sekerek gidip bilgisayarı açtı, odanın köşesinde duran
fazladan bir sandalyeyi sürükleyerek bilgisayarın yanına çekti ve Baekhee’nin
mümkün olabileceğine inanmadığı bir hızda açılan bilgisayara zaten bilgisayar
masasında duran bir CD’yi takıverdi.
“Ne oynuyoruz?” diye sordu Baekhee, merakla.
“Sims!” dedi Hanna, otuz iki diş sırıtarak. Baekhee öylece
bakakaldı. Hayal kırıklığını gizlemeye çalışıyordu; ama ne kadar başarılı
olduğu konusunda biraz şüpheliydi. Kız sessiz kalınca arkadaşı bu seçimin
nedenini merak ettiğini o bir şey söylemeden anlayarak devam etti. “Sims 2
oynayacağız, çünkü ben ne zaman biriyle tanışsam onu burada da yaparım,
sonrasında olanları izlemek çok eğlenceli oluyor! Ama daha önce hiç kendimi
yapmadım ve bir de seni, Yongguk’u ve Himchan’ı da yapmadım. Nedense aklıma
gelmedi. Onları şimdi sen buradayken yapalım istiyorum; çünkü burada dördümüz
kendi evimizde yaşıyor olacağız!”
“Kendi evimizde mi?” diye sordu Baekhee, kendini elinde
olmadan kızın hevesine gülerken bulmuştu. Hanna heyecanla başını salladı.
“Evet. Aslında bunun gerçek olması daha çok hoşuma giderdi;
ama ne yazık ki en azından üniversiteye kadar beklememiz gerekir, o da sadece
beraber eve çıkabilmek için. Gerçek müstakil bir evimiz bile olmaz, sadece bir
apartman dairesi olur.” Dedi Hanna. Baekhee kıza kendisinin de bir apartman
dairesinde oturduğunu, aslında bunun normal olan olduğunu, artık insanların
müstakil evlerde oturmadığını, şehirden uzakta oturmak istemediklerini,
herkesin o kadar zengin olmadığını hatırlatıp arkadaşının keyfini bozmak
istemedi. Kızın niyetinin kötü olmadığını biliyordu ve sonuçta o burada
büyümüştü, aynen bir prenses gibi. Onun için normal olan buydu. Baekhee böyle
şeylere bozulmazdı.
Sonraki iki saati birlikte kendi karakterlerini ve evlerini
tasarlayarak geçirdiler. Baekhee sıkılacağını düşünmüştü; ama saçma sapan
şeyler yapıp gülerken zaman şaşırtıcı bir biçimde hızlı geçti. Saatine bakıp
çoktan on bir olduğunu fark ettiğindeyse Baekhee yerinden öyle bir zıpladı ki
sandalyesi büyük bir gürültüyle arkaya devrildi, Hanna küçük bir çığlık atarak
kendi sandalyesiyle birlikte geri kaçtı.
“Ne oluyor, ödümü kopardın!” dedi kız, haklı bir isyanla;
ama Baekhee’nin ona hesap verecek dahi vakti yoktu.
“Acilen gitmem gerek!” dedi, çabucak oyun odasının kilidini
açarak dışarı fırladı. Hanna’nın odasına girmesi, her şeyini çantasına
tıkıştırıp tamamen toparlanmış bir halde aşağı inmesi sadece bir dakika sürdü.
Aşağıda, holün hemen yanında Hanna onu şaşkınca bekliyordu.
“Ne oldu? Saat sadece on bir!” Dedi kız, masumca.
“Sadece mi? Sen
deli misin?! Annem beni öldürecek!” diye neredeyse inledi Baekhee, ardından
bisikletinin yanında olmadığını hatırlayarak daha da acıklı bir of çekti.
“Kyuhyun nerede?”
“Salondadır?” dedi Hanna, bunu söylerken salona doğru
ilerleyerek. Baekhee sabırsızlanarak bekledi; bir an sonra Hanna salonun
kapısından ona döndü. “Burada değil. Odasında falan olabilir.”
“Odası nerede? Ben gider alırım.” Dedi Baekhee; daha uzun süre hareketsiz kalmaya tahammülü
yoktu, Hanna cevap veremeden merdivenlere doğru hareketlendi.
“Sağdan ilk kapı!” diye seslendi Hanna arkasından. Baekhee
merdivenleri ikişer ikişer çıktı, arkadaşının tarif ettiği kapının önüne gitti
ve kapalı olan kapıya pek nazik olmayan bir biçimde tıkladı – ya da biraz
yumruklamış da olabilirdi, bilemiyordu; çünkü Kyuhyun kapıyı açıp karşısına
çıktığında hiç dost canlısı görünmüyordu.
“Beni eve bırakacağına söz vermiştin!” dedi Baekhee, genç
adamın söylemek için ağzını açtığı şey her neyse ağzına tıkarak. Kyuhyun bir an
afallamış göründü; ama Baekhee’nin telaşı o kadar barizdi ki zaten kızmış olsa
bile uzun süre kıza kızgın kalamazdı.
“Burada kalacağını düşünmeye başlamıştım.” Dedi genç,
yeniden odasına girerken. Baekhee gencin kolunu tutup “çıkış bu tarafta!” diye bağırmak istiyordu; ama bunun mantıklı
olmadığını fark ederek kendini tuttu.
“Evet, sonra yarın akşam kuantum teorisini baştan yazalım!”
dedi kız, dudağını ısırarak.
“Ne alaka?” diyerek üzerinde az öncekinden çok da farklı
olmayan siyah bir tişört ve yakın siyahlıkta bir ceketle odadan çıktı Kyuhyun –
az önce kapıyı açık bırakıp üzerini mi değiştirmişti o? İyi ki oda karanlıktı
da Baekhee bir halt görmemişti.
“Annem.” Demekle yetindi kız ve geldiğinden daha büyük bir
hızla merdivenlerden aşağı koştu.
“Düşeceksin!” diye seslendi Kyuhyun arkasından. Baekhee
homurdanıp gözlerini devirdi ve ayakkabılarına koştu.
“Parçacıklarıma ayrılma olasılığının yanında düşmek alınacak
çok küçük bir risk.” Diye homurdandı, neden bu kadar uğraştırıcı bağcıklarının
olduğunu bir anda merak etmeye başladığı ayakkabılarını bağlarken. Tepesinde
Kyuhyun’un kıkırdadığını duydu, göz ucuyla baktığında gencin tamamen bağcıksız
siyah deri ayakkabılarını giymiş, arabasının anahtarlarını elinde sallamakta
olduğunu gördü. Nedense gencin gülüşü sinirine dokunmuştu. “Ne var?”
“Hiç, sadece annenden bu kadar korkman çok komik.” Dedi
Kyuhyun.
“Öyle mi?” dedi Baekhee, ayakkabılarını bağlamayı bitirip
ayağa dikildi ve keskin bakışlarını gencin şaşkın gözlerine dikti. “Bunu bir de
onunla tanıştıktan sonra söyle, ne olur.”
“Peki, bir şey demedim.” Diye teslim olurcasına ellerini
kaldırdı genç. Baekhee çabucak Hanna’nın iki yanağına da birer öpücük kondurdu,
ceketini giydi, çantasını aldı kızın telaşından fazlasıyla zevk aldığı belli
olan Kyuhyun’un açık tuttuğu kapıdan rüzgar gibi çıktı.
Baekhee arabaya yerleşip kemerini bağlayana ve sonunda
hayatını kurtarma olasılığı olan metal yığını hareket etmeye başlayana kadar
tedirginlikten hiçbir şey fark etmiyordu; ama şimdi araba yolda olanca hızıyla
giderken ve onun yapabileceği beklemekten başka bir şey yokken farkına varmıştı
ki Cho Kyuhyun’la, hayatında şimdiye kadar en çok hoşlandığı genç adamla,
umutsuz aşkıyla aynı arabada baş başaydı. Neyse ki genç adam kızı evine çabuk
götürmek için hızlı sürdüğünden yola odaklanmıştı da Baekhee’ye bakması mümkün
bile değildi. Yine de Baekhee muhtemelen yeniden kızaran yanaklarını saklamak
için başını pencereye doğru çevirip dudağını ısırdı, kendinde kalmaya çalıştı.
Şimdi hormonlarına kapılıp da aklı beş karış havada gezmenin hiç sırası
değildi. Tam o sırada kucağında titreyen telefonu oturduğu yerde sıçramasına
neden oldu.
“Efendim?” diyerek hızla açtı telefonunu. Arayanın kim
olduğuna bakmamıştı, belki de sırf bu yüzden ileride işitme kaybı yaşayacaktı.
“NEREDESİN SEN BU SAATE KADAR?!” diye haykırdı hattın öbür
ucundan annesi. Baekhee telefonu hızla yüzünden uzaklaştırsa da korkunç sesin
kulağının çınlatmasına engel olamamıştı. Annesi, telefon hoparlörde olmadığı
halde arabayı inleten haykırışına devam etti. “NEDEN TELEFONLARIMA BAKMIYORSUN,
HA?! BU SAATE KADAR DERS Mİ ÇALIŞILIR, EVİN YOLUNU MU UNUTTUN SEN?! NEYİ
KANITLAMAYA ÇALIŞIYORSUN, ÇOCUK?! NE KADAR ENDİŞELENDİM HABERİN VAR MI SENİN?!
DERHAL EVE GELİYORSUN, DERHAL!!”
“Anne- bir dur, geliyorum zaten!” dedi Baekhee, telefonu
dikkatle ağzına yaklaştırarak; ama hiç kulağına götürme hatasında bulunmadı.
Annesinin haykırmayı keseceğini hiç zannetmiyordu.
“GECENİN BU SAATİNDE YOLLARDA KİM BİLİR NELER OLACAK! BEN
SANA BABANI ARA DA SENİ ALSIN, DEMEDİM Mİ HA? DEMEDİM Mİ?!” dedi annesi.
Aslında öyle bir şey hiç söylememişti; ama Baekhee’nin bunu belirtmeye hiç
niyeti yoktu, henüz canına susamamıştı.
“Anne yoldayım zaten…” dedi Baekhee, sakinleştirici olduğunu
umduğu bir sesle.
“BİR DE BİSİKLETLE Mİ YOLA ÇIKTIN, CANINA MI SUSADIN SEN?!”
diye haykırdı kadın. E ne istiyordu bu, hem orada kalmasın, hem yola çıkmasın,
ne yapacaktı? Işınlanacak mıydı?! Tabii ki Baekhee şu anda bunu söylemenin de
hayati tehlikesi olduğunun farkındaydı.
“Hayır, anne, saat çok geç olduğu için bir şey olmasın diye
beni eve Hanna’nın abisi bırakıyor…” dedi, dikkatle. Annesi bir an durakladı,
telefona vuran uzun hışırtı annesinin sonunda haykırmayı bırakmaya karar
verdiğinde hep yaptığı gibi iç çektiğini gösteriyordu. Baekhee yine de tedbirli
bir biçimde telefonu kulağına yaklaştırdı.
“Şimdi yanında mı?” dedi kadın; sesinde bariz bir sinir olsa
da en azından artık haykırmıyordu.
“E-evet, arabayı kullanıyor.” Dedi Baekhee, göz ucuyla
Kyuhyun’a bakarak. Genç adam oldukça ince bir biçimde sadece arabayı sürüyor,
hiç duymamış gibi davranarak tamamen kendi işine bakıyordu.
“Ne dedim ben sana? Yabancıların arabasına binmekle ilgili?”
diye tısladı annesi.
“Kyuhyun, Hanna’nın abisi.” Dedi Baekhee, hem annesine bir
cevap vermek, hem Kyuhyun’un herhangi bir şeyden şüphelenmesini engellemek
için. Duymuyormuş gibi davranması hiç duymadığı anlamına gelmezdi, sonuçta.
“Olabilir; sen Hanna’yı tanıyorsun, onu tanıyor musun?” dedi
kadın. Baekhee sessiz kalmayı seçti. Birkaç saniye sonra kadın yine tısladı.
“Bana cevap ver, çocuk.”
“Yoldayız, anne.” Dedi Baekhee sadece, duygusuz bir sesle.
Annesi ona bu şekilde davrandığı zaman kendini lanet bir çöp parçası gibi
hissediyordu. “Çocuk” mu? Onun bir adı vardı.
“Öyle mi? Demek öyle? Peki.” Dedi annesi, sinirle burnundan
soluyarak, “O zaman seni eve elleriyle bırakacak – sadece apartmanın önünden
bahsetmiyorum. Eve kadar çıkaracak. Ben de onu göreceğim. Anlaşıldı mı?”
“Anne sen ne-”
“Anlaşıldı mı?” diye tısladı annesi, Baekhee’nin sözünü
keserek. Şu anda Hanna’yı da kapsayan bir rezalet çıkmayacak olsa Baekhee küfrü
basar, bu arabadan da iner, en yakın gece kulübünde sabaha kadar içerdi; sadece
annesine inat olsun diye, canı ne isterse yapabileceğini kanıtlamak için. Ama
arkadaşının yüzü gözünün önüne gelince ağzına gelen bütün sözleri yuttu,
sakinleşmek için derin bir nefes aldı.
“Senin kızın olabilirim; ama benimle bu şekilde
konuşamazsın.” Dedi, sakin olduğunu umduğu bir sesle; ama sesinin sinirle
titremesine engel olamamıştı. Annesinin bir anlık boşluğundan yararlanıp
konuşmaya devam etti. “Tamam, Kyuhyun’a onu davet ettiğini söylerim; gelmek
istemezse bu onun kararıdır. Seninle sonra konuşacağız.”
Baekhee annesinin cevabını duymak istemiyordu, kadın tek
kelime daha edemeden telefonu yüzüne kapattı, ardından yüzünü eliyle örtüp
kendine gelmek için nefes alıp verişlerine odaklandı. Bundan nefret ediyordu
işte maruz kalmak istemediği, fellik fellik kaçtığı şey buydu. Annesinin
gulyabani yüzü buydu. Bir gün gerçekten özgür olduğunda bu yüzü ne zaman görse
kesinlikle alnının tam ortasına tükürecekti, bütün hayali buydu.
“İyi misin?” dedi Kyuhyun’un sesi; bir saniye sonra Baekhee
omzunda sıcak bir ağırlık hissetti. Gözlerini açtığında genç adamın hala
sürmekte olduğunu gördü; ama daha yavaş gidiyorlardı, genç direksiyonu tek
eliyle kontrol ediyordu ve bir eli de Baekhee’nin omzundaydı. Kız şu anda
sadece bu ufak hareket nedeniyle salya sümük ağlayabilirdi. Dudağını ısırdı,
gülmeye çalıştı.
“Tanıştığına memnun oldun mu? İşte bu benim annem.” Diye alay
etti; ama sesi kırgın çıkıyordu.
“En azından moleküllerine ayrılmanı bekliyordum, yine iyi
dayandın.” Dedi Kyuhyun, Baekhee’ye uyarak. Kızın moralini düzeltmek ister gibi
eli hala Baekhee’nin omzundaydı, vites değiştirmesi gerektiği zaman bunu
direksiyonu kısa süreliğine bırakarak yaptı.
“Alışkınım. Yine az bağırdı, yanımda başkasının olduğunu
bildiği için herhalde kendini tutmaya karar verdi, sağ olsun.” Dedi Baekhee,
iğneleyerek, ardından iç çekti. “Esas rezil kısmını duymadın bile.”
“O kadar mı kötü?” dedi Kyuhyun, kıza acır gibi.
“Daha da kötü.” Dedi Baekhee, derin bir nefes aldı ve
kendini toparlamaya çalıştı. Şu anda bu konudan uzaklaşmaya ihtiyacı vardı.
“Baksana, ilk karşılaştığımızda sana söylediklerim için özür dilerim.”
“İlk… ha, ney?” dedi Kyuhyun, şaşkınlıkla kızın yüzüne
bakarak. Bir an sonra hala araba kullanmakta olduğunu hatırlayarak yola döndü.
“Şu çok kısıtlayıcı olduğun hakkında, falan… Hanna durumu
anlatınca biraz anladım aslında neden öyle davrandığını. Fazla korumacı
olabilirsin; ama onları söylemek haddime değildi. Çok kırıcı olmuş olmalı… özür
dilerim.” Dedi Baekhee. Kyuhyun bir süre sessiz kaldı, ardından hafifçe
gülümsedi.
“İlk karşılaştığımızda, evet…” diye mırıldandı kendi
kendine, sonra az önce Baekhee’nin omzunda duran eliyle uzanıp radyoyu açtı.
Virgin Radio’dan kaydedilmiş hafif akşam müzikleri çalıyordu, Baekhee gencin
bununla ne demek istemiş olabileceğini düşünürken Kyuhyun tasasızca yeniden
konuştu. “Sanırım annen beni davet etti, değil mi? Muhtemelen nasıl bir insan
olduğumu görmek istiyordur, hani yabancı bir insanın arabası falan, derken. Gidip
ona öcü olmadığımı kanıtlayalım, seni de bu işkenceden kurtaralım, olur mu?”
“Sen ciddi misin?” dedi Baekhee, şaşkınlıkla, “Yani, mecbur
değilsin, biliyorsun.”
“Önemli değil; yani, bilirsin, Hanna vahşice katledildiğini
duyarsa çok üzülür.” Diye sırıttı Kyuhyun. Baekhee bir an kalakaldı, ardından
içinde yükselen minnet duygusuyla gencin boynuna atlama isteğini bastırmaya
çalıştı. Sessizce önüne döndü; ama elinde değildi, o da sırıtıyordu.
Baekhee özür dilerken Kyuhyun’un da aynı şeyi yapmasını beklememişti;
ama o gün genç adam da ona oldukça incitici şeyler söylemişti. Baekhee genci
çok az görmüş olsa da nedense bir yerden biliyordu; bu onun özür dileme
şekliydi. Belki de hiç açık açık özür dilemeyecekti; ama normalde herhangi biri
için yapmayacağı bir şeyi – Baekhee kimsenin çılgın gibi haykıran bir kadınla
tanışmak için suratına küfretmiş, sadece kardeşinin arkadaşı olan birinin evine
gideceğini sanmıyordu – teklifsizce yaparak kendince özür diliyordu o da.
Yolun geri kalanı boyunca Kyuhyun radyoda çalan melodiye sessizce
mırıldanarak eşlik etti. Baekhee gencin sesinde denizkızı gibi köpükleşerek
kaybolmak istiyordu; karamel macchiato gibiydi gencin sesi, biraz da uyuşturucu
gibi, morfin gibi; Baekhee’nin ne kadar can sıkıntısı, üzüntüsü, siniri varsa birkaç
dakikada silip süpürüverdi. Kyuhyun apartmanın önüne park ettiğinde Baekhee kendini
kuş gibi hafif hissediyordu, ta ki genç adam müziği kapatıp mırıldanmayı da
bırakıncaya kadar.
“Yolculuğumuzun sonuna gelmiş bulunmaktayız. Cho Turizmi tercih
ettiğiniz için teşekkür eder, iyi günler dileriz.” Dedi Kyuhyun, otobüs anonsu
havası takınarak. Baekhee gülerdi, eğer annesinin yapacaklarını düşünerek yay
gibi gerilmiş olmasaydı. Baekhee yutkundu, genç adam elini yeniden kızın omzuna
koyarak ona bakmasını sağladı. “Bir şey olmayacak, tamam mı? Ben gittikten
sonra annenle ne kadar uğraşman gerekir, bilmem; ama merak etme, düşündüğün
kadar kötü olmayacak. Şimdi, nefes al, morarıyorsun.”
Baekhee hipnotize olmuş gibi başıyla onaylayıp zorlukla
nefes alırken aşkın ne kadar garip bir şey olduğunu düşündü. Önce annesiyle
kavga edip ağlamaklı oluyor, sonra birden gülmeye başlıyordu. Ardından mutluluktan
havalara uçuyor, dünyadan kopuyor, sonra dünyaya dönüp yine gerginlikten
tırnaklarını yiyecek hale geliyordu ve bir an sonra bir bakıyordu ki yine beyni
bomboş oluvermiş.
“Aynen böyle. Şimdi daha iyi misin?” dedi Kyuhyun, Baekhee’nin
bulutların üstünde yüzüyormuş gibi hissetmesine neden olan gülümsemesiyle –
acaba kıza tam olarak ne yaptığının farkında mıydı genç adam? Baekhee bilmiyordu,
tek bildiği şuydu: buna kesinlikle alışabilirdi.
“Sanırım.” Diye mırıldandı Baekhee, başını hızla iki yana
sallayıp kendine gelmek için uğraşmadan önce kısa bir süre daha bu anın tadını
çıkarmak için kendine izin verdi. Uzun süre böyle kalamazdı, böyle aklı bir
karış havada aptal gibi dolanırsa hiçbir şey halledemezdi. Özellikle şu anda,
annesinin manyaklıklarıyla uğraşması gerekiyorken beynine kesinlikle ihtiyacı
vardı. Gözlerini kapatıp ciğerlerini acıtacak kadar derin bir nefes aldı, hızla
verip koltuğunda dikleşti. “Hadi gidelim!”
“İşte böyle!” dedi Kyuhyun, neredeyse gururlu bir bakışla. Baekhee
sırıtıp emniyet kemerini çözdü, arabadan indi. Kyuhyun sarı tosbağanın kapısını
kilitledikten sonra annesinden on bin taneyi aynı anda göğüslemeye hazır duran Baekhee’nin
yanına geldi. Baekhee apartmanın girişine doğru giderken anahtarlarını çıkardı.
“Seni uyarıyorum; buradan iki şekilde çıkarsın: ya aynen
girdiğin gibi, ya da sote doğranmış olarak.” Dedi Baekhee, dış kapıyı açarken. Kyuhyun
güldü.
“Hadi ya? Ben kuşbaşı severim, halbuki.” Dedi dalga geçerek.
“Seversin tabi, onun parçaları büyük! Sen kıyma demediğime
dua et.” Dedi Baekhee, yarım bir sırıtışla. Zaten zemin katta olan asansörün
düğmesine bastı, asansör kapıları tanıdık bir “ding” sesiyle açıldılar.
“Kemik suyu, o zaman.” Dedi Kyuhyun, Baekhee’nin arkasından
asansöre binerken.
“İşkembe!” dedi Baekhee, burnunu havaya dikerek. Asansörün düğmesine
bastı, kapılar kapandı.
“Barsak.” Diye kollarını kavuşturdu Kyuhyun. Baekhee genç
adam ona hakaret etmiş gibi elini hızla ağzına götürüp “hiii”ledi, ardından
ellerini beline koydu.
“Koç yumurtası.” Dedi Baekhee ve yarım bir sırıtışla tek
kaşını kaldırdı. Kyuhyun elini çenesine götürdü, düşünceli bir biçimde biraz
ovuşturdu.
“Hmm… kurbağa derisi çeşnili tarantula çorbası, bence.” Dedi
sonunda. Baekhee bu sefer gerçekten tüylerinin ürperdiğini hissetti – işin içinde
örümcek varsa Baekhee yoktu.
“Iyyy!!” diye yüzünü buruşturdu genç kız ve Kyuhyun’un
kolunu pataklamaya başladı. “İğrenç!”
“Ben kazandım!” diye güldü Kyuhyun, bir yandan kendini
korumaya çalışır gibi yaparken. Baekhee sert vurmuyordu, amacı incitmek değil,
sadece biraz eğlenmekti.
“Bu haksızlık, hile yaptın!” diye isyan edip somurttu Baekhee,
“Böcekler sayılmaz!”
“Sen ne biçim Çinlisin? Hiç karıncalı pilav yemedin mi?!”
dedi Kyuhyun, dehşete düşmüş numarasıyla ağzını kapatarak.
“Tarantula çorbasıyla karıncalı pilav bir mi?!” diye tepindi
kız bu sefer.
“Niye, ne güzel işte tüylü tüylü…” diye sırıttı Kyuhyun. Baekhee
yine sırtından aşağı iğrenç bir ürpertinin indiğini hissetti.
“Sen nasıl bir- ben seni var ya…” diyerek bir daha
pataklamaya başladı kız, genç adamı. Kyuhyun gülerek o anda yeni bir “ding”
sesiyle açılan asansör kapılarından dışarı kaçtı. Baekhee genç adamı yakalayıp bir
yandan da pataklayarak doğru kapının önüne çekti. Kız sonunda durduğunda ikisi
de kıkırdıyorlardı. Sonunda gülmeyi bırakabildiklerinde Baekhee derin bir nefes
alıp kapı ziline uzandı.
“Sıkı dur, tarantula çorbası geliyor.” Dedi Baekhee, Kyuhyun
yeniden kıkırdamaya başlarken de zile sonunda bastı. Kapının açılması bir
saniye bile almamış olabilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder