12 Nisan 2015 Pazar

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 18

-18-

Ertesi gün Baekhee pazartesi için ödevlerini bitirdi ve günün kalanını Mei’nin gönderdiği kitabın okumadığı yarısını bitirmeye adadı. Son sayfayı da bitirip kitabı kapattığında içinde tuhaf bir tatmin vardı ve bir sonraki kitabı okumak için sabırsızlanıyordu. Akşam yemeğinden sonra bir süredir düşünmeyi ertelediği şeyi  (Jongwoon’dan nasıl ayrılacağı) düşünmeyi bir kere daha erteleyerek yatağına oturup Dolly Parton eşliğinde tatlı bir resim çizmeye başladı; ama daha yarılamışken uyku bastırınca defterini kenara bırakıp ışığı kapatarak kendini uykunun kollarına bıraktı.

Pazartesi korkutucu bir biçimde hızlı geçti, en azından Baekhee için. Sabah Jongwoon’la akşam buluşacakları yeri kararlaştırdıklarından beri her şey çok daha gerçekti ve kız içine öküz oturmuş gibi hissediyordu. Ne yapacaktı? Ayrılacağına karar vermek kolaydı da bunu genci en az inciterek nasıl yapacağını düşünme kısmı tam bir rezaletti. Zaten Jongwoon’un üzülmemesi gibi bir olasılık hiç yoktu; ama belki en azından onu arkadaş kalmaya ikna edebilirdi… yani en azından biraz acısı dindikten sonra, kendini biraz daha iyi hissettiğinde, yavaş yavaş…

Baekhee’nin içinde nedense bunun bile mümkün olmayacağına dair kötü bir his vardı.


Akşam Hanna ve Himchan’dan ayrılıp yola düştükten kısa bir süre sonra, okul görüş alanından çıktığı anda Yongguk çevik bir hareketle Baekhee’nin bisikletinin önünü kesti; Baekhee neredeyse çarpıyordu, son anda frenlere asılınca gence bir santim kala bisikletini durdurmayı başardı.

“Ne yapıyorsun sen?!” diye neredeyse bağırdı, güvenle ayağını yere bastığında.

“Neyin var?” diye sordu Yongguk sakince. Baekhee şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

“Nasıl, neyim var?” dedi kız, saçmalamamasını söyler gibi.

“Sabahtan beri rezil görünüyorsun, fark etmediğimi düşündün mü gerçekten?” dedi Yongguk, tek kaşını kaldırarak. Baekhee bir süre hiçbir şey söyleyemeden balık gibi ağzını açıp kapattı. Gerçekten sabahtan beri herkesi kandırdığını düşünmüştü; normalden farklı hiçbir şey yapmamıştı çünkü. Kimsenin neler döndüğünü anlamaması için özel bir çaba sarf etmişti ve o bunu yaptığında hiç kimse hiçbir şey anlamazdı.

“Yok bir şey.” Dedi sonunda, huysuzca.

“Var bir şey.” Dedi Yongguk, inatla. Baekhee iç çekti, elini saçlarından geçirdi.

“Yolumdan çekilmeyecek misin?” dedi kız, sesine bıkkınlık katmaya çalışarak. Yongguk bunu yemiş gibi görünmüyordu.

“Anlatmayacak mısın? Song Baekhee… senin için bundan daha fazlası olduğumu sanıyordum.” Dedi Yongguk, nazikçe. Tam on ikiden vurmuştu, Baekhee bütün savunmasının tek bir darbeyle darmadağın olduğunu hissetti.

“Ben… of, Yongguk!” dedi Baekhee ve pes ederek ellerini beline koydu ve gökyüzüne baktı. “Burada mı anlatayım, bir yere oturmak mı istersin? Biraz acelem var, aslında...”

“Burada da dinleyebilirim.” Dedi Yongguk, hafifçe gülümseyerek. Baekhee arkadaşının yüzüne baktı, ne demesi gerektiğini düşünerek dudağını ısırdı, sonunda doğruyu söylemesi gerektiğine karar verdi.

“Ben… yani, şimdi Jongwoon’la buluşmaya gidiyorum.” Dedi, sonra derin bir nefes aldı. “Bugün ondan ayrılacağım. Yani, yürümüyor.”

“Bu yüzden mi bu kadar canın sıkkın?” dedi Yongguk. Baekhee başıyla onayladı.

“Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Biz çıkmaya başlamadan önce benim çok yakın arkadaşımdı. Şimdi her şey rezil olacak ve içimden bir ses beni bir daha görmek istemeyeceğini söylüyor.” Diye ağzındaki baklayı sonunda çıkardı Baekhee.

“Nasıl desem, Baek… hakkı da var, aslında.” Dedi Yongguk. Baekhee gence keskin bir bakış fırlattı.

“Çok yardımcı oldun!” dedi iğneleyerek. Yongguk masum olduğunu belirtmek istercesine ellerini kaldırdı.

“Seni kızdırmak için söylemedim, sadece dinle!” dedi, sonra ellerini indirip devam etti, “Onunla yakın arkadaş olmanız aslında işleri kötüleştiren bir şey, çünkü bundan sonra asla eskisi gibi olmayacağını ikiniz de biliyorsunuz. Ama eğer ben bu kadar umutluyken ve kabul edilmişken terk edilsem ben de beni terk eden kişiyle tekrar görüşmek istemezdim. Bu çok gurur kırıcı bir şey, ne demek istediğimi anlıyor musun? O yüzden aslında onun da ne dese hakkı var. Eğer bana sorsan en başından onu kabul etmemeni söylerdim, o zaman en azından arkadaş kalmak için bir şansınız olurdu; ama bu senin seçimin. Sen ayrılık sözlerini nasıl söylersen söyle gelecek olan tepkiyi bir gramdan fazla yumuşatamazsın. Sadece bu tepkiden korktuğun için bir yanlışı devam ettirip onu seviyormuş gibi zaten yapamazsın. Geçmişi değiştiremeyeceğine göre kaçınılmazdan da kaçamazsın. Bunun seni bu kadar sarsmasına izin vermen sadece seni daha fazla incitir. Çünkü gerçekten yapabileceğin bundan fazla hiçbir şey yok, artık. Seçiminin sonucunu görüyorsun sadece. Doğru olanı yapmaya gidiyorsun, için rahat olsun.”

“Yonggukie…” dedi Baekhee, neredeyse sayıklar gibi. Bu çocuk söylemesi gereken bütün doğru sözcükleri nasıl bilebiliyordu?!

“İşte böyle… gülümse, böylesi çok daha iyi.” Dedi Yongguk, hafifçe gülümseyerek. Baekhee kendi dudaklarına da yumuşak bir gülümsemenin yayıldığını hissederken genç bisikletini çevirip sürmeye hazır hale getirdi. Baekhee de hazırlandı, gencin bir baş hareketiyle yeniden yola koyuldular.

“Kimseye anlatmak yok, ama.” Dedi Baekhee, kısa süre sonra.

“Neyi?” dedi Yongguk, başını çevirip gözlerini masumca kırpıştırarak. Baekhee kıkırdadı.

“Akıllı kuçu.”

Yolun kalanı boyunca ve Jongwoon’la buluşmaya giderken Baekhee’nin içinde yepyeni bir ferahlık vardı. Yongguk haklıydı, tecavüz kaçınılmazsa gerilmeye ne gerek vardı? Ya da onun gibi bir şey işte, Baekhee umursamıyordu. Jongwoon’dan ayrılmaya giderken bu kadar rahat hissetmesi bile tek başına rahatsız ediciydi aslında; ama Baekhee şu anda bunu gerçekten umursamıyordu. Üzülecekse bunu Jongwoon’un tepkisiyle ve sonrasında yapacaktı.

Jongwoon onu anlaştıkları gibi şehirdeki saat kulesinin altında bekliyordu. O muhtemelen buradan şehrin içindeki bir kafeye gideceklerini düşünüyordu; ama Baekhee’nin böyle bir düşüncesi yoktu. Eğer bir kafeye gidip oturursa her şey daha zor olurmuş gibi hissediyordu.

“Baekhee!” diye ona doğru koştu genç, kız bisikletinden inince. Sarılıp öpüverecekmiş gibi duruyordu; Baekhee bu olmadan onu durdurdu.

“Jongwoon, bekle… konuşmalıyız.” Dedi Baekhee. Gün boyu kurduğu onca senaryonun ardından bu kadar rezil, klişe bir repliği seçtiği için kendine sövmeyi ihmal etmedi.

“Tabi, konuşalım?” dedi Jongwoon, anlamamış gibi davranmayı seçerek. Baekhee iç geçirdi ve genci tutup çok daha az insanın gözünün önünde olan bir yere çekti. Durduklarında Jongwoon tekrar konuştu, kaşları çatılmıştı, “Baekhee, ne oldu?”

“Woonie… çok özür dilerim.” Dedi Baekhee, derin bir nefes alıp arkadaşının gözlerine bakarak. Jongwoon’un gözlerinde bariz bir korku vardı.

“Neden?” diye sordu genç tereddütle. Baekhee daha fazla uzatmanın anlamı olmadığını kendine hatırlatmak zorunda kaldı.

“Ben… daha fazla uzatamayacağım; bu yürümeyecek. Sana başlarken de söylemiştim; hiçbir şekilde bu şekilde hissetmiyordum. Sen o kadar ısrar ettin ki belki haklı olduğunu düşünmüştüm; ama olmadı Woonie, ben seni gerçekten sadece arkadaşım olarak görüyorum. Daha fazlası, sadece… olmadı işte.” Dedi Baekhee dürüstçe. Jongwoon’un yüzü bir süre bomboş kaldı, sonra dudakları bastırılmış bir öfkeyle ince bir çizgi halini aldı.

“Bütün suçu bana mı atacaksın, yani? Sadece bana acıdığını mı söyleyeceksin?” ded genç, Baekhee’nin şaşırmasına neden olan bir tonda. Baekhee’nin bir şey söyleyecek kadar toparlanmasına fırsat kalmadan acı bir gülümsemeyle devam etti. “Denemedin bile, değil mi?”

“Jongwoon-”

“Gerçekten beni sevmeyi denemedin bile. Aptal değilim, Baek; bu kadarını en azından anlayabiliyorum. Anlamam sanmıştın, değil mi? Çünkü beni böyle görüyorsun.” Dedi Jongwoon. Baekhee’nin cevap vermesine izin vermiyordu bile – ki kız zaten allak bullak olmuştu.

“Woonie yapma-”

“Bana böyle seslenmeyi kes artık!” dedi genç, Baekhee’nin sahip olduğunu bile bilmediği bir öfkeyle. Kız kendini farkına bile varmadan olduğu yerde sinmiş buldu. “Woonie aşağı, Woonie yukarı; oyuncak ayın mıyım ben senin? Ah, ama doğru, sen beni böyle görüyorsun, değil mi? Küçük, aptal bir oyuncak ayı. Nasıl hissettiğim senin için asla önemli olmadı.”

“Bu doğru değil!” diye isyan etti Baekhee sonunda; ama genç biraz bile etkilenmiş görünmüyordu.

“Külahıma anlat onu sen! Bir de ney, arkadaşın olarak mı görüyormuşsun?” dedi genç ve sinirle burnundan güldü. “Sen arkadaşın kelime anlamını bile bilmiyorsun. Bana biraz değer veriyor olsan şu anda burada olmazdık.”

“Beni vermediğim sözlerle mi itham edeceksin?” dedi Baekhee, o da sinirlenmeye başlıyordu, “Ben sana değer verdiğim için her şeyi en başından açıkça söyledim, sana değer verdiğim için şu anda karşında durmuş her şeyi dürüstçe söylüyorum. Sana iyi olacağını söylemedim, sana riskleri en başından söyledim; bunu sen istedin, şimdi de böyle olduğumuz için beni mi suçluyorsun? Üzgünüm, Jongwoon; ama ben bunun hiçbir yerinde adalet görmüyorum.”

“Senin adaletin kendinden başkasına hiç işlemedi ki.” Dedi Jongwoon, hafifçe gülerek. “Kendine adil, dürüst, içten demeye bayılıyorsun; bunun esas anlamını görmeyi reddediyorsun. Seni tanıdığımdan beri sen sadece kendinden çok kimseyi önemsemeyen, insanların nasıl hissedeceğini düşünmeden pat diye laf yapıştıran, adalet kavramının çift taraflı olduğundan bihaber kendini beğenmiş kızın tekisin. İşin kötü yanı, bunun farkında olmanın kıyısından bile geçmiyorsun.”

“Sen ne…” Baekhee kekeledi, ne diyeceğini bilemiyordu, aslında bu duyduklarının hiçbirini bir gün herhangi bir insanın ağzından duyacağını hayal bile etmemişti; ama aralarında kilometreler varken bile herkesten daha yakın olmuş bir arkadaşının bunları yüzüne tükürürcesine söylediğini duymak, bütün dünyasını alt üst etmişti.

“Sırf ben istediğim için, ısrar ettiğim için başladık, yani en başından beri sadece bana acıyordun. Buna ihtiyacım yok. Benden ayrılıyor musun? Buyur git, en başından başlamamamız lazımdı. Hatta en başından seni hiç görmemiş, hiç tanımamış olmam lazımdı. Aslında, biliyor musun, sanırım şu anda bu hatalarımın tamamını düzelteceğim. Senin için kolay olmalı, beni hiç tanımamış gibi yapabilirsin… ya da daha iyisi, yürüdüğüm yola gölgen düşmesin.” dedi Jongwoon, kısa süre neredeyse nefretle Baekhee’nin gözlerine baktı, ardından arkasını dönüp yürüyüp gitti.

Baekhee olduğu yerde çakılıp kalmıştı, ne yapması gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Sadece orada öylece dikilmiş duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu ki bu hiç kolay bir şey değildi. En yakın arkadaşı olduğunu sandığı insanın ağzından bu cümleleri duymak sarsıcı olmaktan çok daha fazlasıydı.

Haklı olduğunu biliyorsun.

Başını hızla iki yana sallayarak beyninde yankılanan fazlasıyla tanıdık sesten kurtulmaya çalıştı. Hayır, değildi! Baekhee hiçbir zaman insanları incitmekten hoşlanan biri olmamıştı.

Bunu sadece sen düşünüyorsun. Haklı olduğunu biliyorsun. Ne olduğunu görmeyi reddediyorsun.

Baekhee beyninde yankılanan sesin kaybolması için şu an her şeyini verebilirdi; ama ona sunacak mantıklı bir cevabı yoktu. Eğer ne olduğunu göremiyorsa olmadığını nasıl iddia edebilirdi ki? Tasarladığı her cevap, her cümle kendine bile karmaşık ve mantıksız geliyordu.

Sadece kendini korumaya çalışıyorsun. Korkmadığını söylesen de sadece karşındakini inciterek seni incitmesini engellemek istiyorsun, seni incittiği için intikam alıyorsun. Cho Kyuhyun’a neler söylediğini unuttun mu? Cho Hanna’yı nasıl üzüp korkuttuğunu? Kwon Jiyong’u nasıl aşağıladığını hatırlamıyor musun? Ya Haerin’in arkadaşının nasıl yarasına bastığını? Üstelik bunlar sadece son birkaç hafta içinde olanlar, bundan öncekiler hakkında ne söyleyeceksin?

Baekhee’nin kendine verecek bir cevabı yoktu; ama nedense verecek bir cevaba da ihtiyacı olmadığını hissediyordu. Doğru söze ne denirdi ki? Kendine laf söylendiği zaman dünyayı birbirine katan da oydu, insanları en hassas noktalarından vurup onları bariz bir biçimde yaralayan da. Bunun neresi adildi, neresi kendinden başka herhangi bir insanı önemsiyordu?

Anlıyorsun, değil mi? Haklı olduğunu biliyorsun. Onunla bir ilişki kurabilmek için hiç çabalamadın, bunu sen de biliyorsun. En başında bu ilişkiyi başlatma sebebin merak etmen değil miydi? Nasıl olacağını… onun senden hoşlanması gururunu okşamıştı. Onu düşünmedin bile. Eğer sonunda ondan hoşlanmazsan onun ne kadar üzüleceğini aklına getirmekten sonuna kadar kaçtın. Bir şeylerin yanlış olduğunun sen de farkındaydın; ama bunu umursamayacak kadar kendini beğenmiş bir insansın.

Baekhee olduğu yerde daha fazla kalamayacağını fark ederek bisikletine bindi ve yavaş yavaş pedal çevirmeye başladı. Beyninde yankılanan sesi bastırmaya çalışmaktan çoktan vazgeçmişti, zaten söyleyebileceği hiçbir şey de yoktu. Haklıydı. Baekhee bunu kabullenmek ve yoluna böyle devam etmek zorundaydı. Eğer bu bir süre acı çekmek anlamına gelecekse bunu da kucaklamak zorundaydı. Etrafındakileri incitip öylece hayatına devam edemezdi. Jongwoon’a böyle davranarak kayıp bir arkadaşı ve kızgınlıkla söylense de doğru olan sözlerini fazlasıyla hak etmişti… ama bunları hak ettiğini bilmesi, kendisinin rezil bir insan olduğunu düşünmesini de engellemiyordu.

Eve vardığında ailesi yemeklerinin yarısındaydılar. Baekhee aç olmadığını söyleyerek sessizce odasına sıvıştı, ışığı yakmadan kendini öylece yatağına bırakıp sadece aldığı nefeslere odaklanmaya çalıştı. On beş dakika sonra odasının kapısı tıklandı.

“Dünyadan Baekhee’ye…” dedi küçük kardeşinin sesi, kapının dışından. Baekhee kardeşinin onun uyuduğunu düşünmesini umarak sessiz kaldı; ama cevap gelmeyince küçük kız kapıyı sessizce açarak içeri süzülmeyi tercih etti. Baekhee yatağın bir kenarının üzerine binen ağırlıkla çöktüğünü hissettiğinde iç geçirdi.

“Beni rahat bırak, Houston.” Dedi sessizce.

“Güneşe doğru sür diye mi? Hayatta olmaz. Neyin var, unni?” dedi Haerin. Baekhee tekrar iç geçirdi.

“Yok bir şeyim.” Dedi bıkkınca.

“Hadi, bunun doğru olmadığını bir aptal bile anlar.” Dedi Haerin.

“Bir aptalın bile anlayacağı kadar bariz bir yalan söylüyorsam sadece konuşmak istemediğimi anlayarak buna saygı duyman gerekir.” Diye açıkladı Baekhee.

“Hm… mantıklı; ama ben senin kardeşinim, pek saygılı davranmasam da olur. Unni, anlat hadi. Ne oldu bugün?” dedi küçük kız, elini ablasının karnına koyarak. Baekhee gözlerini açıp kardeşine baktı. Kızın yüzünde merak ve endişe aynı anda vardı; merak kabul edilebilirdi de Baekhee o endişeyi hak ettiğinden pek emin değildi.

“Jongwoon’dan ayrıldım.” Dedi sonunda basitçe. Haerin’in yüzüne hafif bir şaşkınlık yerleşti.

“E ne güzel işte! Bunun için mi üzülüyorsun?” dedi kız. Baekhee homurdanarak kolunu gözlerinin üzerine kapattı.

“Pek de hoş bir deneyim değildi.” Dedi sonunda ve Haerin sessiz kalınca derin bir nefes alıp olan her şeyi, en küçük detayıyla anlatmaya başladı. Haerin sonuna kadar sessizce dinledi, Baekhee’nin bitirdiğine emin olduğu zaman sonunda konuştu.

“Bu geri zekalı nerede oturuyor demiştin?” dedi, sesinde bastırılmış bir öfkeyle. Baekhee kolunu yüzünden çekip kardeşine baktığında kızın parmaklarını kıtlatmakta olduğunu gördü.

“Haerin sakin ol.” Dedi, yatağında hızla doğrularak.

“Olamam, olmayacağım! Kendini ne sanıyor bu ya? Bu ne cüret?! Ne hakla sana böyle şeyler söyleyebilir? Bakalım ağzını söküp burnuna soktuğumda da böyle konuşabilecek mi?” dedi kız hırsla. Baekhee’nin Haerin’in onun kardeşi olduğunu çok net hatırladığı bazı zamanlar vardı ve şu an kesinlikle onlardan biriydi.

“Muhteşem bir hayal gücün var; ama Haerin, haksız da sayılmazdı hani,” diyordu ki Baekhee, suratına yediği sert bir tokatla öylece kalakaldı. Önce ona ne çarptığını anlayamadı, sonra küçük kız hırsla yakasına yapışınca dönüp şaşkınca ona baktı. Kızamamıştı bile.

“O uyuz piç içine mi kaçtı senin?! Ne cüretle böyle şeyler söylersin? Nasıl bütün o hakaretleri bu kadar kolay kabullenebilirsin, ablama ne yaptın sen?!Kendine gel!!” diye Baekhee’nin suratına neredeyse haykırdı Haerin. Kızın gözleri dolmaya başlamıştı, Baekhee’yi bırakıp hızlıca akmak üzere olan bir gözyaşını sildi.

“Haerin…” diyebildi Baekhee sadece şaşkınca. Kardeşini hiç bu kadar kızdırdığını hatırlamıyordu, üstelik bu sefer onu kızdırmak gibi bir amacı veya özel bir çabası bile yoktu.

“Gerçekten bencil, zalim ve adaletsiz bir insan olduğunu beyinsiz, kuyruk acısından ne diyeceğini şaşırmış bir yaratık söyledi diye kabullenemezsin!” diye isyan etti küçük kız, “Ben nasıl dürüst, güçlü, cesur, adil olunacağını öğrenmek için bunca senedir seni örnek alıyorum, bütün arkadaşlarım her zaman sana hayrandı, küçüklüğümden beri kahramanımsın sen benim! Şimdi biri sana böyle dedi diye yıkılıp gidemezsin! Bunun bir kelimesinin bile doğru olmadığını bilmiyor musun? Sen benim hayatım boyunca tanıdığım en cesur, en dürüst, en adil insansın; herkesten önce kendini suçlayan tanıdığım tek insansın sen! Bir daha benim ablama bu şekilde hakaret ettiğini duyarsam, görürsem veya sadece hissedersem seni buna pişman ederim!”

Haerin fırtına gibi odadan çıkarken Baekhee arkasından öylece bakakaldı. Küçük kardeşinden bir gün böyle şeyler duyacağını söyleseler nerede olduklarını bulmak için kameraları arardı; ama bu gerçekti. Baekhee içten içe hep Haerin’le ne kadar kavga ederse etsin kızın onunla gurur duyduğunu ve onu pek çok konuda kendine örnek aldığını biliyordu; ama aralarında bunu hiçbir koşulda dile getirmemek gibi sözsüz bir anlaşma vardı. Bugün Baekhee onu o kadar kızdırmıştı ki kız bu anlaşmayı bozmak zorunda kalmıştı.

Tek yaptığın insanların senin için endişelenmesini sağlamak… dedi içindeki ses; ama Baekhee bu sefer göğsünün tam ortasından alev gibi bir öfkenin yükseldiğini hissetti. Bu sesi yıllar öncesinden tanıyordu, gerçek bir sorunlu ergen olduğu o yıllardan, beyninin içinde dolaşıp ona kendini rezil hissettiren sesti bu. Şimdi yine onun tuzağına düşmüş olmak kabul edilemezdi. Kendinden başka kimsenin onu yargılayamayacağını söyleyip duran o değil miydi? O zaman niye Jongwoon’un onu bu kadar üzmesine izin verecekti?

Cevap basitti aslında: çünkü Jongwoon ona incitebilecek kadar yakındı. Baekhee dışarıdaki insanların onun hakkında ne düşündüğünü umursamazdı, hatta bazen yakın olmadığı arkadaşlarının sözlerini bile görmezden geldiği olurdu; ama ona gerçekten yakın olan insanlar, onu gerçek anlamda incitebilme kapasitesine sahip tek kişilerdi. Jongwoon ona o kadar yakındı. Baekhee ona güvenip kalbini açmıştı. Jongwoon sadece bir arkadaştan çok daha fazlası olmuştu onun için; bir kardeş bile değildi, kardeşlerle de kavga edilirdi. Jongwoon onun sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az “en yakın arkadaşları” sınıfından, dostlarından biriydi. Baekhee bu yüzden bu kadar incinmişti.

Şimdi Haerin’in çabalarıyla kendine gelip kendini suçlamayı bırakmışken gencin sözleri daha da can yakıcıydı. En yakın arkadaşı yerine koyduğu bir insanın onu bir anda bu şekilde silip atabilmesi, bütün bunları düşünebilmesi, söyleyebilmesi, bunu bu kadar zalimce yapabilmesi… bu çok inciticiydi. Gencin ona kızması ve bir süre görüşmek istemediğini söylemesi aslında beklenmedik şeyler değillerdi; ama Jongwoon’un onun sadece bir hata olduğuna bu şekilde karar vermesi, ondan kurtulacağını söylemesi… sadece gencin bunca zamandır Baekhee’yi kıza ettiği hakaretler gibi bir insan olarak tanımış olması bile yeterince can yakıcıydı.

Sorun değildi; Baekhee biliyordu, o boşluk orada bir süre daha kalacaktı ve bir süre daha bunu her düşündüğünde canı yanacaktı; ama sadece bunların onu yıkmasına izin veremezdi. Elbette arkadaşını kaybettiği için bir süre yas tutacaktı; ama bu karalar bağlayıp odasına kapanmasını ve gece gündüz ağlayarak hayatla bağlarını koparmasını gerektirmiyordu. Dünyanın her yanında insanlar ihanete uğruyordu, hastalanıyordu, terk ediliyordu ve ölüyordu. Buna rağmen hayat bir saniye bile durmuyordu. O da durmayacaktı.

Ertesi sabah okula her zamankinden biraz daha erken vardı; sabah canı hiçbir şey yemek istemediğinden kahvaltıyı atlayınca ona gereğinden fazla zaman kalmıştı. Sınıfa gittiğinde neredeyse boş olduğunu gördü; sadece Yongguk her zamanki gibi erkenden gelmiş, başını sırasına koymuş uyuyordu. Baekhee çantasını sandalyesine bırakıp arkadaşının yanına gitti ve genci kalçasıyla ittirerek sırada yer açıp yanına oturdu.

“Var ya tam da şöyle güzel bir küfür savuracaktım.” Dedi Yongguk, başını hırsla kaldırıp karşısındakinin Baekhee olduğunu görünce.

“Savur ya, içinde kalmasın, küfretmek güzeldir.” Diye sırıttı Baekhee. Yongguk gözlerini devirdi.

“Evet, tabii, sana küfretmek en büyük zevkim, bir çeşit sevgi gösterisi falan.” Dedi genç, sonra kızı baştan aşağı çabucak süzerek hafifçe sırıttı. “Bakıyorum da bugün keyfin yerinde gibi.”

“Neden olmayacaktı ki?” dedi Baekhee, hiçbir şey yokmuş gibi; ama sadece Yongguk’un dünü hatırlatması bile içindeki sızının dönmesi için yeterli olmuştu. Yongguk’un ifadesi anında yumuşadı.

“Hatırlattığım için üzgünüm… kolay olmadı, değil mi?” diye sordu genç, etraflarındakilerin duyamayacağı bir sesle. Baekhee başını eğip önüne baktı.

“Ne zaman kolaydır ki?” diye sordu sessizce. Yongguk hafifçe kızın çenesine dokunup yeniden ona bakmasını sağladığında Baekhee gencin yüzünde çok tatlı bir gülümseme gördü.

“Sen çok güçlü bir kızsın, Baek. Bilmesem dün öyle bir şey yaşadığını kesinlikle anlamazdım.” Dedi Yongguk, yumuşakça. Baekhee elinde olmadan yüzüne bir gülümsemenin yerleştiğini hissetti. “Tabii ki bir ara baştan sona neler olduğunu dinleyeceğim.”

“Elbet bir gün, unutmazsan, anlatırsam, belki…” dedi Baekhee, Yongguk cevap veremeden kıkırdayarak gencin yanından kalktı ve içeri daha yeni giren Hanna’nın yanına gitti. Kız Baekhee’yi dibine gelene kadar fark etmedi, fark ettiğindeyse yerinden bir metre sıçradı.

“Nana, bir sorun mu var?” diye sordu Baekhee endişeyle, arkadaşı sırasına güçsüzce yığılırken. Kızın yüzü, eğer böyle  bir şey mümkünse, her zamankinden daha beyazdı ve hayat enerjisinin tamamı ruh emicilerce sömürülmüş gibi bir hali vardı.

“Önemli bir şey değil.” Diyerek elini güçsüzce salladı Hanna, gülümsemeye çalıştı. “Sadece biraz… kansızım da bugün.”

“Ne? Ne oldu, dün bir şey mi oldu?” dedi Baekhee daha da endişelenerek. Hanna kızın haline hafifçe gülmekle yetindi, zaten daha fazla bir tepki verebilecekmiş gibi de durmuyordu.

“Baek. Sen de bir kızsın, unuttun mu?” diye sırıttı Hanna, becerebildiğince. Baekhee’nin jetonunun düşmesi birkaç saniye aldı, sonra yaşadığı aydınlanmayla açılan ağzından hafif bir mırıltı çıktı.

“Haaaa! Anladım… ay çok kötü geçiyor olmalı! Hiç düşünmemiştim!” dedi kız, bu sefer gerçek anlamda arkadaşına acıyordu. Baekhee’nin adetleri kısa ve sancısız geçerdi, buna rağmen kız adet olmaktan nefret ederdi. Hanna’nın adetlerinin nasıl olacağını hayal bile edemiyordu.

“İnan bana başıma gelene kadar ben de düşünmemiştim; ama beni böyle yıkabilen tek şey bu olsa gerek. Hani kaybettiğim kanı bağışlasak ay başına on kişinin hayatı kurtulabilir!” dedi kız bıkkınca ve başını sırasına gömdü.

“Eee, durdurmak için bir şey yapmıyor musun?” diye sordu Baekhee merakla,arkadaşının sırasının önündeki sıraya tüneyerek.

“Yapıyorum normalde, yani hap kullanıyorum; ama çok uzun süre düzenli olmayacak şekilde kullanamam. Olduğum zaman yardımcı oluyor aslında, başka ilaç da alıyorum; ama yine de bayağı zorlu geçiyor, işte.” Diye sınıfın ortasında becerebileceği kadar detaylı açıkladı Hanna. Baekhee anladığını belirtircesine başıyla onayladı.

“Yani aslında gerçek bir prenses muamelesine ihtiyacın olan tek zaman aralığı bu olabilir.” Dedi Baekhee, düşünceli bir biçimde.

“Bu zaman aralığını özel kılan şey neymiş, peki?” diye sordu Yongguk tam tepesinden, yanlarına daha yeni geldiği belliydi.

“Sen niye her şeye maydanoz oluyorsun ya? Kız kıza özel bir şey konuşuyorduk biz!” diye haşladı Baekhee, düşünmeden.

“Sorun değil, peruk takıp kalem çektiğimde yüzümün kıza çok benzediğini iddia edebilirim.” Diyerek Baekhee’nin sırasına oturdu Yongguk. Baekhee ve Hanna bir an bakıştılar ve kahkahalara boğuldular. Kendini ilk toparlayan Hanna oldu.


“İşte bunu görmeyi kesinlikle isterim!” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder