-18-
Ertesi gün Baekhee pazartesi için ödevlerini bitirdi ve günün
kalanını Mei’nin gönderdiği kitabın okumadığı yarısını bitirmeye adadı. Son
sayfayı da bitirip kitabı kapattığında içinde tuhaf bir tatmin vardı ve bir
sonraki kitabı okumak için sabırsızlanıyordu. Akşam yemeğinden sonra bir
süredir düşünmeyi ertelediği şeyi
(Jongwoon’dan nasıl ayrılacağı) düşünmeyi bir kere daha erteleyerek
yatağına oturup Dolly Parton eşliğinde tatlı bir resim çizmeye başladı; ama
daha yarılamışken uyku bastırınca defterini kenara bırakıp ışığı kapatarak
kendini uykunun kollarına bıraktı.
Pazartesi korkutucu bir biçimde hızlı geçti, en azından
Baekhee için. Sabah Jongwoon’la akşam buluşacakları yeri kararlaştırdıklarından
beri her şey çok daha gerçekti ve kız içine öküz oturmuş gibi hissediyordu. Ne
yapacaktı? Ayrılacağına karar vermek kolaydı da bunu genci en az inciterek
nasıl yapacağını düşünme kısmı tam bir rezaletti. Zaten Jongwoon’un üzülmemesi
gibi bir olasılık hiç yoktu; ama belki en azından onu arkadaş kalmaya ikna
edebilirdi… yani en azından biraz acısı dindikten sonra, kendini biraz daha iyi
hissettiğinde, yavaş yavaş…
Baekhee’nin içinde nedense bunun bile mümkün olmayacağına
dair kötü bir his vardı.
Akşam Hanna ve Himchan’dan ayrılıp yola düştükten kısa bir
süre sonra, okul görüş alanından çıktığı anda Yongguk çevik bir hareketle
Baekhee’nin bisikletinin önünü kesti; Baekhee neredeyse çarpıyordu, son anda
frenlere asılınca gence bir santim kala bisikletini durdurmayı başardı.
“Ne yapıyorsun sen?!” diye neredeyse bağırdı, güvenle
ayağını yere bastığında.
“Neyin var?” diye sordu Yongguk sakince. Baekhee şaşkınlıkla
gözlerini kırpıştırdı.
“Nasıl, neyim var?” dedi kız, saçmalamamasını söyler gibi.
“Sabahtan beri rezil görünüyorsun, fark etmediğimi düşündün
mü gerçekten?” dedi Yongguk, tek kaşını kaldırarak. Baekhee bir süre hiçbir şey
söyleyemeden balık gibi ağzını açıp kapattı. Gerçekten sabahtan beri herkesi
kandırdığını düşünmüştü; normalden farklı hiçbir şey yapmamıştı çünkü. Kimsenin
neler döndüğünü anlamaması için özel bir çaba sarf etmişti ve o bunu yaptığında
hiç kimse hiçbir şey anlamazdı.
“Yok bir şey.” Dedi sonunda, huysuzca.
“Var bir şey.” Dedi Yongguk, inatla. Baekhee iç çekti, elini
saçlarından geçirdi.
“Yolumdan çekilmeyecek misin?” dedi kız, sesine bıkkınlık
katmaya çalışarak. Yongguk bunu yemiş gibi görünmüyordu.
“Anlatmayacak mısın? Song Baekhee… senin için bundan daha
fazlası olduğumu sanıyordum.” Dedi Yongguk, nazikçe. Tam on ikiden vurmuştu,
Baekhee bütün savunmasının tek bir darbeyle darmadağın olduğunu hissetti.
“Ben… of, Yongguk!” dedi Baekhee ve pes ederek ellerini beline
koydu ve gökyüzüne baktı. “Burada mı anlatayım, bir yere oturmak mı istersin?
Biraz acelem var, aslında...”
“Burada da dinleyebilirim.” Dedi Yongguk, hafifçe
gülümseyerek. Baekhee arkadaşının yüzüne baktı, ne demesi gerektiğini düşünerek
dudağını ısırdı, sonunda doğruyu söylemesi gerektiğine karar verdi.
“Ben… yani, şimdi Jongwoon’la buluşmaya gidiyorum.” Dedi,
sonra derin bir nefes aldı. “Bugün ondan ayrılacağım. Yani, yürümüyor.”
“Bu yüzden mi bu kadar canın sıkkın?” dedi Yongguk. Baekhee
başıyla onayladı.
“Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Biz çıkmaya başlamadan önce
benim çok yakın arkadaşımdı. Şimdi her şey rezil olacak ve içimden bir ses beni
bir daha görmek istemeyeceğini söylüyor.” Diye ağzındaki baklayı sonunda
çıkardı Baekhee.
“Nasıl desem, Baek… hakkı da var, aslında.” Dedi Yongguk.
Baekhee gence keskin bir bakış fırlattı.
“Çok yardımcı oldun!” dedi iğneleyerek. Yongguk masum
olduğunu belirtmek istercesine ellerini kaldırdı.
“Seni kızdırmak için söylemedim, sadece dinle!” dedi, sonra
ellerini indirip devam etti, “Onunla yakın arkadaş olmanız aslında işleri
kötüleştiren bir şey, çünkü bundan sonra asla eskisi gibi olmayacağını ikiniz
de biliyorsunuz. Ama eğer ben bu kadar umutluyken ve kabul edilmişken terk
edilsem ben de beni terk eden kişiyle tekrar görüşmek istemezdim. Bu çok gurur
kırıcı bir şey, ne demek istediğimi anlıyor musun? O yüzden aslında onun da ne
dese hakkı var. Eğer bana sorsan en başından onu kabul etmemeni söylerdim, o
zaman en azından arkadaş kalmak için bir şansınız olurdu; ama bu senin seçimin.
Sen ayrılık sözlerini nasıl söylersen söyle gelecek olan tepkiyi bir gramdan
fazla yumuşatamazsın. Sadece bu tepkiden korktuğun için bir yanlışı devam
ettirip onu seviyormuş gibi zaten yapamazsın. Geçmişi değiştiremeyeceğine göre kaçınılmazdan
da kaçamazsın. Bunun seni bu kadar sarsmasına izin vermen sadece seni daha
fazla incitir. Çünkü gerçekten yapabileceğin bundan fazla hiçbir şey yok,
artık. Seçiminin sonucunu görüyorsun sadece. Doğru olanı yapmaya gidiyorsun,
için rahat olsun.”
“Yonggukie…” dedi Baekhee, neredeyse sayıklar gibi. Bu çocuk
söylemesi gereken bütün doğru sözcükleri nasıl bilebiliyordu?!
“İşte böyle… gülümse, böylesi çok daha iyi.” Dedi Yongguk,
hafifçe gülümseyerek. Baekhee kendi dudaklarına da yumuşak bir gülümsemenin
yayıldığını hissederken genç bisikletini çevirip sürmeye hazır hale getirdi.
Baekhee de hazırlandı, gencin bir baş hareketiyle yeniden yola koyuldular.
“Kimseye anlatmak yok, ama.” Dedi Baekhee, kısa süre sonra.
“Neyi?” dedi Yongguk, başını çevirip gözlerini masumca
kırpıştırarak. Baekhee kıkırdadı.
“Akıllı kuçu.”
Yolun kalanı boyunca ve Jongwoon’la buluşmaya giderken
Baekhee’nin içinde yepyeni bir ferahlık vardı. Yongguk haklıydı, tecavüz
kaçınılmazsa gerilmeye ne gerek vardı? Ya da onun gibi bir şey işte, Baekhee
umursamıyordu. Jongwoon’dan ayrılmaya giderken bu kadar rahat hissetmesi bile
tek başına rahatsız ediciydi aslında; ama Baekhee şu anda bunu gerçekten
umursamıyordu. Üzülecekse bunu Jongwoon’un tepkisiyle ve sonrasında yapacaktı.
Jongwoon onu anlaştıkları gibi şehirdeki saat kulesinin
altında bekliyordu. O muhtemelen buradan şehrin içindeki bir kafeye
gideceklerini düşünüyordu; ama Baekhee’nin böyle bir düşüncesi yoktu. Eğer bir
kafeye gidip oturursa her şey daha zor olurmuş gibi hissediyordu.
“Baekhee!” diye ona doğru koştu genç, kız bisikletinden
inince. Sarılıp öpüverecekmiş gibi duruyordu; Baekhee bu olmadan onu durdurdu.
“Jongwoon, bekle… konuşmalıyız.” Dedi Baekhee. Gün boyu
kurduğu onca senaryonun ardından bu kadar rezil, klişe bir repliği seçtiği için
kendine sövmeyi ihmal etmedi.
“Tabi, konuşalım?” dedi Jongwoon, anlamamış gibi davranmayı
seçerek. Baekhee iç geçirdi ve genci tutup çok daha az insanın gözünün önünde
olan bir yere çekti. Durduklarında Jongwoon tekrar konuştu, kaşları çatılmıştı,
“Baekhee, ne oldu?”
“Woonie… çok özür dilerim.” Dedi Baekhee, derin bir nefes
alıp arkadaşının gözlerine bakarak. Jongwoon’un gözlerinde bariz bir korku vardı.
“Neden?” diye sordu genç tereddütle. Baekhee daha fazla
uzatmanın anlamı olmadığını kendine hatırlatmak zorunda kaldı.
“Ben… daha fazla uzatamayacağım; bu yürümeyecek. Sana
başlarken de söylemiştim; hiçbir şekilde bu şekilde hissetmiyordum. Sen o kadar
ısrar ettin ki belki haklı olduğunu düşünmüştüm; ama olmadı Woonie, ben seni
gerçekten sadece arkadaşım olarak görüyorum. Daha fazlası, sadece… olmadı
işte.” Dedi Baekhee dürüstçe. Jongwoon’un yüzü bir süre bomboş kaldı, sonra
dudakları bastırılmış bir öfkeyle ince bir çizgi halini aldı.
“Bütün suçu bana mı atacaksın, yani? Sadece bana acıdığını
mı söyleyeceksin?” ded genç, Baekhee’nin şaşırmasına neden olan bir tonda. Baekhee’nin
bir şey söyleyecek kadar toparlanmasına fırsat kalmadan acı bir gülümsemeyle
devam etti. “Denemedin bile, değil mi?”
“Jongwoon-”
“Gerçekten beni sevmeyi denemedin bile. Aptal değilim, Baek;
bu kadarını en azından anlayabiliyorum. Anlamam sanmıştın, değil mi? Çünkü beni
böyle görüyorsun.” Dedi Jongwoon. Baekhee’nin cevap vermesine izin vermiyordu
bile – ki kız zaten allak bullak olmuştu.
“Woonie yapma-”
“Bana böyle seslenmeyi kes artık!” dedi genç, Baekhee’nin
sahip olduğunu bile bilmediği bir öfkeyle. Kız kendini farkına bile varmadan
olduğu yerde sinmiş buldu. “Woonie aşağı, Woonie yukarı; oyuncak ayın mıyım ben
senin? Ah, ama doğru, sen beni böyle görüyorsun, değil mi? Küçük, aptal bir
oyuncak ayı. Nasıl hissettiğim senin için asla önemli olmadı.”
“Bu doğru değil!” diye isyan etti Baekhee sonunda; ama genç
biraz bile etkilenmiş görünmüyordu.
“Külahıma anlat onu sen! Bir de ney, arkadaşın olarak mı
görüyormuşsun?” dedi genç ve sinirle burnundan güldü. “Sen arkadaşın kelime
anlamını bile bilmiyorsun. Bana biraz değer veriyor olsan şu anda burada
olmazdık.”
“Beni vermediğim sözlerle mi itham edeceksin?” dedi Baekhee,
o da sinirlenmeye başlıyordu, “Ben sana değer verdiğim için her şeyi en
başından açıkça söyledim, sana değer verdiğim için şu anda karşında durmuş her
şeyi dürüstçe söylüyorum. Sana iyi olacağını söylemedim, sana riskleri en
başından söyledim; bunu sen istedin, şimdi de böyle olduğumuz için beni mi
suçluyorsun? Üzgünüm, Jongwoon; ama ben bunun hiçbir yerinde adalet görmüyorum.”
“Senin adaletin kendinden başkasına hiç işlemedi ki.” Dedi Jongwoon,
hafifçe gülerek. “Kendine adil, dürüst, içten demeye bayılıyorsun; bunun esas
anlamını görmeyi reddediyorsun. Seni tanıdığımdan beri sen sadece kendinden çok
kimseyi önemsemeyen, insanların nasıl hissedeceğini düşünmeden pat diye laf
yapıştıran, adalet kavramının çift taraflı olduğundan bihaber kendini beğenmiş
kızın tekisin. İşin kötü yanı, bunun farkında olmanın kıyısından bile
geçmiyorsun.”
“Sen ne…” Baekhee kekeledi, ne diyeceğini bilemiyordu,
aslında bu duyduklarının hiçbirini bir gün herhangi bir insanın ağzından
duyacağını hayal bile etmemişti; ama aralarında kilometreler varken bile
herkesten daha yakın olmuş bir arkadaşının bunları yüzüne tükürürcesine
söylediğini duymak, bütün dünyasını alt üst etmişti.
“Sırf ben istediğim için, ısrar ettiğim için başladık, yani
en başından beri sadece bana acıyordun. Buna ihtiyacım yok. Benden ayrılıyor
musun? Buyur git, en başından başlamamamız lazımdı. Hatta en başından seni hiç
görmemiş, hiç tanımamış olmam lazımdı. Aslında, biliyor musun, sanırım şu anda
bu hatalarımın tamamını düzelteceğim. Senin için kolay olmalı, beni hiç
tanımamış gibi yapabilirsin… ya da daha iyisi, yürüdüğüm yola gölgen düşmesin.”
dedi Jongwoon, kısa süre neredeyse nefretle Baekhee’nin gözlerine baktı,
ardından arkasını dönüp yürüyüp gitti.
Baekhee olduğu yerde çakılıp kalmıştı, ne yapması gerektiği
hakkında hiçbir fikri yoktu. Sadece orada öylece dikilmiş duyduklarını
hazmetmeye çalışıyordu ki bu hiç kolay bir şey değildi. En yakın arkadaşı
olduğunu sandığı insanın ağzından bu cümleleri duymak sarsıcı olmaktan çok daha
fazlasıydı.
Haklı olduğunu
biliyorsun.
Başını hızla iki yana sallayarak beyninde yankılanan
fazlasıyla tanıdık sesten kurtulmaya çalıştı. Hayır, değildi! Baekhee hiçbir
zaman insanları incitmekten hoşlanan biri olmamıştı.
Bunu sadece sen
düşünüyorsun. Haklı olduğunu biliyorsun. Ne olduğunu görmeyi reddediyorsun.
Baekhee beyninde yankılanan sesin kaybolması için şu an her
şeyini verebilirdi; ama ona sunacak mantıklı bir cevabı yoktu. Eğer ne olduğunu
göremiyorsa olmadığını nasıl iddia edebilirdi ki? Tasarladığı her cevap, her
cümle kendine bile karmaşık ve mantıksız geliyordu.
Sadece kendini
korumaya çalışıyorsun. Korkmadığını söylesen de sadece karşındakini inciterek
seni incitmesini engellemek istiyorsun, seni incittiği için intikam alıyorsun.
Cho Kyuhyun’a neler söylediğini unuttun mu? Cho Hanna’yı nasıl üzüp
korkuttuğunu? Kwon Jiyong’u nasıl aşağıladığını hatırlamıyor musun? Ya Haerin’in
arkadaşının nasıl yarasına bastığını? Üstelik bunlar sadece son birkaç hafta
içinde olanlar, bundan öncekiler hakkında ne söyleyeceksin?
Baekhee’nin kendine verecek bir cevabı yoktu; ama nedense
verecek bir cevaba da ihtiyacı olmadığını hissediyordu. Doğru söze ne denirdi
ki? Kendine laf söylendiği zaman dünyayı birbirine katan da oydu, insanları en
hassas noktalarından vurup onları bariz bir biçimde yaralayan da. Bunun neresi adildi,
neresi kendinden başka herhangi bir insanı önemsiyordu?
Anlıyorsun, değil mi? Haklı
olduğunu biliyorsun. Onunla bir ilişki kurabilmek için hiç çabalamadın, bunu
sen de biliyorsun. En başında bu ilişkiyi başlatma sebebin merak etmen değil
miydi? Nasıl olacağını… onun senden hoşlanması gururunu okşamıştı. Onu düşünmedin
bile. Eğer sonunda ondan hoşlanmazsan onun ne kadar üzüleceğini aklına
getirmekten sonuna kadar kaçtın. Bir şeylerin yanlış olduğunun sen de
farkındaydın; ama bunu umursamayacak kadar kendini beğenmiş bir insansın.
Baekhee olduğu yerde daha fazla kalamayacağını fark ederek
bisikletine bindi ve yavaş yavaş pedal çevirmeye başladı. Beyninde yankılanan
sesi bastırmaya çalışmaktan çoktan vazgeçmişti, zaten söyleyebileceği hiçbir
şey de yoktu. Haklıydı. Baekhee bunu kabullenmek ve yoluna böyle devam etmek
zorundaydı. Eğer bu bir süre acı çekmek anlamına gelecekse bunu da kucaklamak
zorundaydı. Etrafındakileri incitip öylece hayatına devam edemezdi. Jongwoon’a
böyle davranarak kayıp bir arkadaşı ve kızgınlıkla söylense de doğru olan
sözlerini fazlasıyla hak etmişti… ama bunları hak ettiğini bilmesi, kendisinin
rezil bir insan olduğunu düşünmesini de engellemiyordu.
Eve vardığında ailesi yemeklerinin yarısındaydılar. Baekhee aç
olmadığını söyleyerek sessizce odasına sıvıştı, ışığı yakmadan kendini öylece
yatağına bırakıp sadece aldığı nefeslere odaklanmaya çalıştı. On beş dakika
sonra odasının kapısı tıklandı.
“Dünyadan Baekhee’ye…” dedi küçük kardeşinin sesi, kapının
dışından. Baekhee kardeşinin onun uyuduğunu düşünmesini umarak sessiz kaldı;
ama cevap gelmeyince küçük kız kapıyı sessizce açarak içeri süzülmeyi tercih etti.
Baekhee yatağın bir kenarının üzerine binen ağırlıkla çöktüğünü hissettiğinde
iç geçirdi.
“Beni rahat bırak, Houston.” Dedi sessizce.
“Güneşe doğru sür diye mi? Hayatta olmaz. Neyin var, unni?”
dedi Haerin. Baekhee tekrar iç geçirdi.
“Yok bir şeyim.” Dedi bıkkınca.
“Hadi, bunun doğru olmadığını bir aptal bile anlar.” Dedi Haerin.
“Bir aptalın bile anlayacağı kadar bariz bir yalan
söylüyorsam sadece konuşmak istemediğimi anlayarak buna saygı duyman gerekir.” Diye
açıkladı Baekhee.
“Hm… mantıklı; ama ben senin kardeşinim, pek saygılı
davranmasam da olur. Unni, anlat hadi. Ne oldu bugün?” dedi küçük kız, elini
ablasının karnına koyarak. Baekhee gözlerini açıp kardeşine baktı. Kızın yüzünde
merak ve endişe aynı anda vardı; merak kabul edilebilirdi de Baekhee o endişeyi
hak ettiğinden pek emin değildi.
“Jongwoon’dan ayrıldım.” Dedi sonunda basitçe. Haerin’in
yüzüne hafif bir şaşkınlık yerleşti.
“E ne güzel işte! Bunun için mi üzülüyorsun?” dedi kız. Baekhee
homurdanarak kolunu gözlerinin üzerine kapattı.
“Pek de hoş bir deneyim değildi.” Dedi sonunda ve Haerin sessiz
kalınca derin bir nefes alıp olan her şeyi, en küçük detayıyla anlatmaya
başladı. Haerin sonuna kadar sessizce dinledi, Baekhee’nin bitirdiğine emin
olduğu zaman sonunda konuştu.
“Bu geri zekalı nerede oturuyor demiştin?” dedi, sesinde bastırılmış
bir öfkeyle. Baekhee kolunu yüzünden çekip kardeşine baktığında kızın
parmaklarını kıtlatmakta olduğunu gördü.
“Haerin sakin ol.” Dedi, yatağında hızla doğrularak.
“Olamam, olmayacağım! Kendini ne sanıyor bu ya? Bu ne
cüret?! Ne hakla sana böyle şeyler söyleyebilir? Bakalım ağzını söküp burnuna
soktuğumda da böyle konuşabilecek mi?” dedi kız hırsla. Baekhee’nin Haerin’in
onun kardeşi olduğunu çok net hatırladığı bazı zamanlar vardı ve şu an
kesinlikle onlardan biriydi.
“Muhteşem bir hayal gücün var; ama Haerin, haksız da
sayılmazdı hani,” diyordu ki Baekhee, suratına yediği sert bir tokatla öylece
kalakaldı. Önce ona ne çarptığını anlayamadı, sonra küçük kız hırsla yakasına
yapışınca dönüp şaşkınca ona baktı. Kızamamıştı bile.
“O uyuz piç içine mi kaçtı senin?! Ne cüretle böyle şeyler
söylersin? Nasıl bütün o hakaretleri bu kadar kolay kabullenebilirsin, ablama
ne yaptın sen?!Kendine gel!!” diye Baekhee’nin suratına neredeyse haykırdı Haerin.
Kızın gözleri dolmaya başlamıştı, Baekhee’yi bırakıp hızlıca akmak üzere olan
bir gözyaşını sildi.
“Haerin…” diyebildi Baekhee sadece şaşkınca. Kardeşini hiç
bu kadar kızdırdığını hatırlamıyordu, üstelik bu sefer onu kızdırmak gibi bir
amacı veya özel bir çabası bile yoktu.
“Gerçekten bencil, zalim ve adaletsiz bir insan olduğunu
beyinsiz, kuyruk acısından ne diyeceğini şaşırmış bir yaratık söyledi diye
kabullenemezsin!” diye isyan etti küçük kız, “Ben nasıl dürüst, güçlü, cesur,
adil olunacağını öğrenmek için bunca senedir seni örnek alıyorum, bütün
arkadaşlarım her zaman sana hayrandı, küçüklüğümden beri kahramanımsın sen
benim! Şimdi biri sana böyle dedi diye yıkılıp gidemezsin! Bunun bir
kelimesinin bile doğru olmadığını bilmiyor musun? Sen benim hayatım boyunca
tanıdığım en cesur, en dürüst, en adil insansın; herkesten önce kendini
suçlayan tanıdığım tek insansın sen! Bir daha benim ablama bu şekilde hakaret ettiğini duyarsam, görürsem veya sadece
hissedersem seni buna pişman ederim!”
Haerin fırtına gibi odadan çıkarken Baekhee arkasından öylece
bakakaldı. Küçük kardeşinden bir gün böyle şeyler duyacağını söyleseler nerede
olduklarını bulmak için kameraları arardı; ama bu gerçekti. Baekhee içten içe
hep Haerin’le ne kadar kavga ederse etsin kızın onunla gurur duyduğunu ve onu
pek çok konuda kendine örnek aldığını biliyordu; ama aralarında bunu hiçbir
koşulda dile getirmemek gibi sözsüz bir anlaşma vardı. Bugün Baekhee onu o
kadar kızdırmıştı ki kız bu anlaşmayı bozmak zorunda kalmıştı.
Tek yaptığın
insanların senin için endişelenmesini sağlamak… dedi içindeki ses; ama Baekhee
bu sefer göğsünün tam ortasından alev gibi bir öfkenin yükseldiğini hissetti. Bu
sesi yıllar öncesinden tanıyordu, gerçek bir sorunlu ergen olduğu o yıllardan,
beyninin içinde dolaşıp ona kendini rezil hissettiren sesti bu. Şimdi yine onun
tuzağına düşmüş olmak kabul edilemezdi. Kendinden başka kimsenin onu
yargılayamayacağını söyleyip duran o değil miydi? O zaman niye Jongwoon’un onu
bu kadar üzmesine izin verecekti?
Cevap basitti aslında: çünkü Jongwoon ona incitebilecek
kadar yakındı. Baekhee dışarıdaki insanların onun hakkında ne düşündüğünü
umursamazdı, hatta bazen yakın olmadığı arkadaşlarının sözlerini bile görmezden
geldiği olurdu; ama ona gerçekten yakın olan insanlar, onu gerçek anlamda
incitebilme kapasitesine sahip tek kişilerdi. Jongwoon ona o kadar yakındı. Baekhee
ona güvenip kalbini açmıştı. Jongwoon sadece bir arkadaştan çok daha fazlası
olmuştu onun için; bir kardeş bile değildi, kardeşlerle de kavga edilirdi. Jongwoon
onun sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az “en yakın arkadaşları”
sınıfından, dostlarından biriydi. Baekhee bu yüzden bu kadar incinmişti.
Şimdi Haerin’in çabalarıyla kendine gelip kendini suçlamayı
bırakmışken gencin sözleri daha da can yakıcıydı. En yakın arkadaşı yerine
koyduğu bir insanın onu bir anda bu şekilde silip atabilmesi, bütün bunları düşünebilmesi,
söyleyebilmesi, bunu bu kadar zalimce yapabilmesi… bu çok inciticiydi. Gencin ona
kızması ve bir süre görüşmek istemediğini söylemesi aslında beklenmedik şeyler
değillerdi; ama Jongwoon’un onun sadece bir hata
olduğuna bu şekilde karar vermesi, ondan kurtulacağını söylemesi… sadece gencin
bunca zamandır Baekhee’yi kıza ettiği hakaretler gibi bir insan olarak tanımış
olması bile yeterince can yakıcıydı.
Sorun değildi; Baekhee biliyordu, o boşluk orada bir süre
daha kalacaktı ve bir süre daha bunu her düşündüğünde canı yanacaktı; ama sadece
bunların onu yıkmasına izin veremezdi. Elbette arkadaşını kaybettiği için bir
süre yas tutacaktı; ama bu karalar bağlayıp odasına kapanmasını ve gece gündüz
ağlayarak hayatla bağlarını koparmasını gerektirmiyordu. Dünyanın her yanında
insanlar ihanete uğruyordu, hastalanıyordu, terk ediliyordu ve ölüyordu. Buna rağmen
hayat bir saniye bile durmuyordu. O da durmayacaktı.
Ertesi sabah okula her zamankinden biraz daha erken vardı;
sabah canı hiçbir şey yemek istemediğinden kahvaltıyı atlayınca ona gereğinden
fazla zaman kalmıştı. Sınıfa gittiğinde neredeyse boş olduğunu gördü; sadece Yongguk
her zamanki gibi erkenden gelmiş, başını sırasına koymuş uyuyordu. Baekhee çantasını
sandalyesine bırakıp arkadaşının yanına gitti ve genci kalçasıyla ittirerek
sırada yer açıp yanına oturdu.
“Var ya tam da şöyle güzel bir küfür savuracaktım.” Dedi Yongguk,
başını hırsla kaldırıp karşısındakinin Baekhee olduğunu görünce.
“Savur ya, içinde kalmasın, küfretmek güzeldir.” Diye
sırıttı Baekhee. Yongguk gözlerini devirdi.
“Evet, tabii, sana küfretmek en büyük zevkim, bir çeşit
sevgi gösterisi falan.” Dedi genç, sonra kızı baştan aşağı çabucak süzerek hafifçe
sırıttı. “Bakıyorum da bugün keyfin yerinde gibi.”
“Neden olmayacaktı ki?” dedi Baekhee, hiçbir şey yokmuş
gibi; ama sadece Yongguk’un dünü hatırlatması bile içindeki sızının dönmesi
için yeterli olmuştu. Yongguk’un ifadesi anında yumuşadı.
“Hatırlattığım için üzgünüm… kolay olmadı, değil mi?” diye
sordu genç, etraflarındakilerin duyamayacağı bir sesle. Baekhee başını eğip
önüne baktı.
“Ne zaman kolaydır ki?” diye sordu sessizce. Yongguk hafifçe
kızın çenesine dokunup yeniden ona bakmasını sağladığında Baekhee gencin
yüzünde çok tatlı bir gülümseme gördü.
“Sen çok güçlü bir kızsın, Baek. Bilmesem dün öyle bir şey
yaşadığını kesinlikle anlamazdım.” Dedi Yongguk, yumuşakça. Baekhee elinde
olmadan yüzüne bir gülümsemenin yerleştiğini hissetti. “Tabii ki bir ara baştan
sona neler olduğunu dinleyeceğim.”
“Elbet bir gün, unutmazsan, anlatırsam, belki…” dedi Baekhee,
Yongguk cevap veremeden kıkırdayarak gencin yanından kalktı ve içeri daha yeni
giren Hanna’nın yanına gitti. Kız Baekhee’yi dibine gelene kadar fark etmedi,
fark ettiğindeyse yerinden bir metre sıçradı.
“Nana, bir sorun mu var?” diye sordu Baekhee endişeyle,
arkadaşı sırasına güçsüzce yığılırken. Kızın yüzü, eğer böyle bir şey mümkünse, her zamankinden daha
beyazdı ve hayat enerjisinin tamamı ruh emicilerce sömürülmüş gibi bir hali
vardı.
“Önemli bir şey değil.” Diyerek elini güçsüzce salladı Hanna,
gülümsemeye çalıştı. “Sadece biraz… kansızım da bugün.”
“Ne? Ne oldu, dün bir şey mi oldu?” dedi Baekhee daha da
endişelenerek. Hanna kızın haline hafifçe gülmekle yetindi, zaten daha fazla
bir tepki verebilecekmiş gibi de durmuyordu.
“Baek. Sen de bir kızsın, unuttun mu?” diye sırıttı Hanna,
becerebildiğince. Baekhee’nin jetonunun düşmesi birkaç saniye aldı, sonra
yaşadığı aydınlanmayla açılan ağzından hafif bir mırıltı çıktı.
“Haaaa! Anladım… ay çok kötü geçiyor olmalı! Hiç düşünmemiştim!”
dedi kız, bu sefer gerçek anlamda arkadaşına acıyordu. Baekhee’nin adetleri kısa
ve sancısız geçerdi, buna rağmen kız adet olmaktan nefret ederdi. Hanna’nın adetlerinin
nasıl olacağını hayal bile edemiyordu.
“İnan bana başıma gelene kadar ben de düşünmemiştim; ama
beni böyle yıkabilen tek şey bu olsa gerek. Hani kaybettiğim kanı bağışlasak ay
başına on kişinin hayatı kurtulabilir!” dedi kız bıkkınca ve başını sırasına
gömdü.
“Eee, durdurmak için bir şey yapmıyor musun?” diye sordu Baekhee
merakla,arkadaşının sırasının önündeki sıraya tüneyerek.
“Yapıyorum normalde, yani hap kullanıyorum; ama çok uzun
süre düzenli olmayacak şekilde kullanamam. Olduğum zaman yardımcı oluyor
aslında, başka ilaç da alıyorum; ama yine de bayağı zorlu geçiyor, işte.” Diye sınıfın
ortasında becerebileceği kadar detaylı açıkladı Hanna. Baekhee anladığını
belirtircesine başıyla onayladı.
“Yani aslında gerçek bir prenses muamelesine ihtiyacın olan
tek zaman aralığı bu olabilir.” Dedi Baekhee, düşünceli bir biçimde.
“Bu zaman aralığını özel kılan şey neymiş, peki?” diye sordu
Yongguk tam tepesinden, yanlarına daha yeni geldiği belliydi.
“Sen niye her şeye maydanoz oluyorsun ya? Kız kıza özel bir
şey konuşuyorduk biz!” diye haşladı Baekhee, düşünmeden.
“Sorun değil, peruk takıp kalem çektiğimde yüzümün kıza çok
benzediğini iddia edebilirim.” Diyerek Baekhee’nin sırasına oturdu Yongguk. Baekhee
ve Hanna bir an bakıştılar ve kahkahalara boğuldular. Kendini ilk toparlayan Hanna
oldu.
“İşte bunu görmeyi kesinlikle isterim!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder