-19-
Bu sabah Hanna’yı evden Himchan almamış gibiydi, eğer almış
olsa Baekhee emindi ki Hanna kesinlikle sınıfa yalnız girmezdi, özellikle de bu
halinde. Yongguk’u sonunda yanlarından kovalayabildiklerinde Baekhee arkadaşına
bunu sordu.
“Evet, bu sabah abim bıraktı.” Dedi Hanna, umursamazca.
Baekhee’nin kaşları havalandı.
“Hani küstünüz beyimizle?” dedi, yarım bir sırıtışla.
“Hala küsüm; ama takdir edersin ki şu haldeyken herhangi bir
şeye itiraz edecek durumum pek olmuyor. Yine de bu zayıflığımdan yararlanıp
benimle barışamayacağını belirttim, tabii.” Dedi Hanna, havalı bir tavırla
çantasından defterlerini çıkarırken. Baekhee kıkırdadı.
“Bayağı bildiğin süründüreceksin yani sen bunları?” dedi,
eğlenerek.
“Tabii ki!” dedi Hanna, “Başka türlü olması düşünülemez. Mümkün
değil.”
“Büyüklük sende kalsın be Nana, ne dersin?” dedi Baekhee, tatlı tatlı. Kızın abisi ve en yakın arkadaşıyla arasının Baekhee yüzünden bozulması olasılığı kızı çok rahatsız ediyordu.
“Saçmalama!” diye çıkıştı Hanna; ama sonra nefeslenmek için
biraz durması gerekti. Gerçekten çok hasta görünüyordu, aslında Baekhee biraz o
ikisinin neden bu kadar çok endişelenebileceğini anlıyor gibi hissediyordu
şimdi. “Bunu o gün senin üzerine o kadar gelmeden düşüneceklerdi, sana
söyledim. Sen affetmiş olabilirsin; ama ben gerçekten üzgün olduklarına
inanmalıyım, anca öyle affederim.”
“Senden korkulur.” Dedi Baekhee.
“Niye, yoksa seni de süründürebileceğimden mi korktun?” dedi
Hanna, yarım bir sırıtışla.
“Yok canım! Buna neden gerek olsun ki?” dedi Baekhee,
kendinden emin bir gülümsemeyle. Hanna tek kaşını kaldırıp sorarcasına baktı.
Hoca içeri girerken Baekhee gözlerini kırpıştırıp bütün masumiyetini takınarak
kendi sırasına geçti ve arkadaşına gülümsedi.
Teneffüste Himchan’ın sınıfa damlaması sadece beş saniye
aldı, o kadar hızlıydı ki bu sefer Baekhee gencin bir dünya rekoru kırdığını
düşünüyordu. Hanna sevgilisini oturduğu yerden kalkmadan, sakince karşıladı.
Muhtemelen bu şekilde bitkinliğinin daha az dikkat çekeceğini düşünüyordu; ama
Himchan daha içeri girer girmez kızın yüzündeki korkutucu beyazlığı fark
etmişti. Baekhee bunun durumu arkadaşlarına açıklamak için en iyi fırsat
olabileceğini düşündü; ama sınıfın ortasının en uygun yer olmadığı gibi on
dakika da böyle bir şeyi anlatmak için yeterli bir zaman değildi. Hanna kem küm
edince Baekhee araya girip öğlen arasında yemek yerken onlara
anlatabileceklerini söyledi.
Öğlen arasına kadar iki gencin de her seferinde sormak için
ağızlarını açıp sonra vazgeçmeleri ve boyunlarını büküp beklemeleri görülmeye
değerdi. Hanna onun kadar eğleniyor muydu, bilmiyordu; ama Baekhee
arkadaşlarının bu meraklı halleriyle çok eğlendiğini itiraf etmek zorundaydı.
Sonunda Himchan’ın Hanna’ın yürümesine izin vermemesi ve bütün merdivenleri
kucağında çıkarması suretiyle ("Bu
halde o kadar merdiveni çıkmana izin vereceğimi sanıyorsan fena halde
yanılıyorsun, küçük denizkızı, incecik bacaklarla nasıl tırmanacaksın o kadar
katı? Baek, yemekleri sen alsana.") çatıdaki her zamanki yerlerine kurulup
yemek kutularını açtıklarında Himchan da Yongguk da meraktan patlamak üzereydi.
“Artık daha fazla kaçamazsınız, öğlen arası da geldi.
Anlatır mısınız, artık?” dedi Yongguk, her zaman yaptığı gibi yemeğine gömülmek
yerine çubuklarını eline almış kızlara dik dik bakıyordu.
“Tamam tamam, anlatıyoruz.” Diye teslim olurcasına ellerini
kaldırdı Baekhee. Yongguk kızın sözünü tutacağından emin olmak için bir süre
daha dik dik baktı, sonra gözlerini kızdan ayırmadan çubuğuyla yemek kutusundan
rastgele bir şey yakalayıp ağzına attı ve sert bir ifadeyle çiğnemeye başladı.
Görüntü o kadar komikti ki Baekhee daha nereden başlayacağına karar vermeden
gülmeye başladı. Himchan gözlerini devirip arkadaşının omzuna vurunca Yongguk
çok şaşırmış gibi Himchan’a dönüp gözlerini ardına kadar açtı.
“Ne?”
“Düzgün dur da anlatsınlar bu sefer! Bakalım dertleri
neymiş.” Dedi Himchan, dalga geçerek; ama bunun sadece arkasındaki endişeyi
gizlemek için bir paravan olduğu belliydi.
“Tamam. Tamam, bu sefer anlatıyorum.” Dedi Baekhee gülmemeyi
başarabildiği ilk anda, sonra boğazını temizledi. “Şimdi, ikinizin de bildiğini
umduğum üzere bizim cinsimiz, yani kızlar, fizyolojik olarak her ay adet
olurlar.”
“Bu muydu!” diyerek gözlerini devirdi Yongguk, “Adet misin
yani, sancın var diye mi böyle bembeyazsın? Ben de bir şey sandım!”
“Keşke hepsi bu kadar olsa.” Diye hayıflandı Hanna. Yongguk
tek kaşını kaldırdı.
“Başka ne var?” dedi meraklı bir biçimde.
“Bir sussan anlatacaklar!” diye çıkıştı Himchan. İki kız da
Himchan’ın sözlerini onaylayarak başlarını yukarı aşağı sallayınca Yongguk
oturduğu yerde oflayarak çöküp ağzını kapatmak zorunda kaldı.
“Şöyle ki benim adetlerim herkesinkinden çok daha kötü
geçer.” Dedi Hanna, bunu söylerken bile başını kaldırıp yüzlerine bakamıyordu.
Baekhee kızın bu utancını çok tatlı buluyordu; kendisi hiç böyle dişil bir
utanç sergileyerek konuşamıyordu bu konularda. Aklına bile gelmiyordu ki!
“Bu da hani öylesine “daha kötü geçer” diye bir şey değil,
aslında.” Diyerek kızın daha çok utanmasını engelledi Baekhee, “Yine bildiğinizi
umduğum üzere adet dediğimiz şeyde kızlar kanar.”
“Sen de amma kör cahil yaptın bizi; biyoloji gördük,
biliyoruz!” diye isyan etti Himchan.
“Tamam, ben her ihtimale karşı söyleyeyim de!” diyerek
umursamazca omuz silkti Baekhee, sonra kaldığı yerden devam etti, “Her neyse;
adetlerinin kötü geçmesinin nedeni kanamasının durmasını engelleyen bir
hastalığının olması, aslında.”
“Nasıl?” dedi iki genç aynı anda, birden gelen bu haberin
şaşkınlığıyla.
“Sabır, beyler.” Dedi Baekhee, bir guru edasıyla.
“Nasıl yani, kanaması durmuyor, hastalığı var, falan;
bizimle oynuyor musun? Gayet sağlıklı görünüyor!” dedi Yongguk, suçlarcasına.
“Gayet sağlıklı da ondan! Açıklamama izin verirsen
anlatacağım.” Diye tısladı Baekhee, karşılık olarak.
“Pekala, tamam, bir şey demedim; anlat, kulaklarımı sekiz
açtım dinliyorum.” Dedi Yongguk. Baekhee derin bir nefes alıp devam etti.
“Normalde pek sıkıntısı olmuyor, sadece bir yerini kestiği
zaman normalden çok kanıyor; ama tabii ki adet olduğunda bu iş biraz sıkıntı
oluyor. Kansızlık falan yaşıyor.” Dedi Baekhee, durumu mümkün olduğunca basit
ve önemsiz göstermeye çalışarak.
“Ya bir yerini çarpıp morartırsa?” diye sordu Himchan.
“O zaman da hani çarpma hızımla orantısız dev gibi bir
morluk oluyor. Çok morarmasın diye uzunca bir süre çarptığım yere bastırmak
zorunda kalıyorum. Bir yerimi yaraladığım zaman da öyle, üzerine uzunca bir
süre bir peçeteyle falan bastırdığımda normal bir biçimde kanaması kesiliyor.
Sadece diğer insanlardan biraz daha fazla uğraşmam gerekiyor.” Diye açıkladı
Hanna, sevgilisine. Yongguk aydınlanmış gibi başını sallıyordu.
“Hastalığın adı ne, demiştin?” dedi genç, merakla. Yongguk
sorunca Baekhee de Hanna’nın hastalığını bilip adını hiç sormamış olduğunu fark
etti.
“Von Willebrand hastalığı.” Dedi Hanna, burnunu havaya dikip
saçını savurdu. “Tabii ki anca benim gibi bir tanrıçaya yakışabilecek havalı
bir isme sahip olmak zorundaydı.”
İlk önce Baekhee kıkırdamaya başladı, bir an sonra üç genç
de gülüyordu.
Öğlen arasının kalan kısmı iki gencin soruları ve iki kızın
mümkün olan en hafifletilmiş bir biçimde hastalığın nasıl bir şey olduğuna
ilişkin açıklamalarıyla geçti. Baekhee’nin söz verdiği gibi gençlerin fazla
abartmayacakları biçimde Hanna’nın hastalığını sadece ikisine anlatmayı ve sır
olduğu için kimseye anlatmamaları konusunda söz almayı kolayca başardılar.
Tabii ki bu durum Himchan’ın Hanna’ya günün geri kalanında da prensesler gibi
davranmasına ve kızın o kansız halinde bile kıpkırmızı olmasına neden olarak
her seferinde merdivenleri herkesin ortasında Hanna’yı kucağına alıp
çıkarmasına engel olmadı. Bütün zayıf itirazlarına ve utanıp yüzünü saklamaya
çalışmasına rağmen Hanna’nın da pek şikayet ediyormuş gibi bir hali yoktu.
Bütün dersler bittiğinde Baekhee yine her zamanki gibi
notlarını toparlayıp çantasına koymakla meşgulken Hanna arkadaşının kolunu
çekiştirdi.
“N’oldu, bebeğim?” diye sordu Baekhee işini yarım
bırakmadan, göz ucuyla arkadaşına bakarak.
“Baek… haftaya Çince sınavı yapacaklar.” Dedi Hanna,
çaresizce. Bunu Çince hocası bir önceki ders söylemişti. Baekhee anlamayarak
arkadaşına boş boş baktı.
“Eee?” dedi sonra, Hanna sadece ona yavru köpek gibi bakıp
bir şey söylemediğinde.
“Söz vermiştin!” dedi kız, mızmız bir bebek gibi.
“Ne- ah! Evet, sana ders çalıştıracaktım ben, değil mi?”
dedi Baekhee, kızın pamuk şeker gibi yanaklarını sıkıştırarak. Hanna
yanaklarını şişirip alt dudağını sarkıttı ve başıyla onayladı. Kızlar bebek
taklidi yaptığında Baekhee çok sinir olurdu aslında; ama Hanna böyle yaptığında
gerçekten bebek gibi göründüğünden sadece daha da sevimli oluyordu.
“Bu akşam çalıştırsan olur mu?” dedi kız sonunda, gözlerini
kırpıştırarak.
“Bu akşam mı? Olur, size beraber gideriz, abin de seni
almaya gelmek zorunda kalmaz.” Diye omuz silkti Baekhee, hiçbir sorun yokmuş
gibi. Aslında Kyuhyun’u tekrar görecek olduğu gerçeği bile midesinde dengesiz
kelebeklerin uçuşmasına neden olmuştu; bir kısmı o klasik, herkesin tarif
ettiği heyecan kelebekleri gibi uçuşurken kalanı sağa sola çarpıp içine bir
şeyler batıyormuş gibi hissetmesine neden oluyordu. Ne de olsa hala bir umut
yoktu. Baekhee belki de hayatında ilk defa tek taraflı bir aşk içindeydi ve
tabii ki bu hayatında yaşadığı en güçlü duygu olmak zorundaydı.
“Aa, iyi fikir aslında!” dedi Hanna, çabucak telefonunu
çıkarıp bir numara tuşladı, telefonu kulağına dayadı. Bir süre bekledi, sonra
kaşları çatıldı ve kulağından çektiği ekrana kafası karışmış gibi baktı. “Neden
meşgule attı ki?”
“Belki de yoldadır.” Diye tahmin yürüttü Baekhee. Hanna
başını iki yana salladı.
“Hayır, yolda olsa telefonu eline bile almaz, sadece açmaz.”
Dedi kız, çatık kaşlarıyla yeniden aradı. Bir saniye sonra okkalı bir küfür
savurup telefonu kulağından çekti ve sinirle çantasına attı. Baekhee neredeyse
konuşmaya bile korkacaktı.
“Eee… ne oldu, Nana?” dedi, dikkatle.
“Kesin o lanet mürekkepbalığıyla birlikte!” dedi Hanna
tükürürcesine, sonra sinirle tırnağını kemirmeye başladı. Bu sefer Baekhee’nin
kaşları çatıldı.
“Mürekkepbalığı da kim?” diye sordu kız, anlamayarak.
“Kim olacak, o uyuz sevgilisi! İçten pazarlıklı ikiyüzlü
cenabet, eğer arabadaysa o kapatıyordur telefonlarımı! Söveceğim, anasına
yazık! Göt, dönek, şerefsiz, otoyol fahişesi, plastik suratlı hilkat garibesi,
cehennemin yedinci katından fırlamış kaltak!” diye oturduğu yerde tepindi
Hanna. Baekhee sadece etkilenmiş bir biçimde izleyebiliyordu.
“Sen bu kızdan bildiğin nefret ediyorsun.” Dedi, şaşkınca.
Hanna gözlerini kocaman açarak Baekhee’ye baktı.
“Hadi ya? Gerçekten mi, dahi çocuk?” dedi, çok şaşırmış
gibi. Baekhee kıkırdadı ve masum olduğunu göstermek ister gibi ellerini
kaldırdı.
“Tamam, kızma, sadece senin bu şekilde konuşabiliyor olman
beni biraz şaşırttı, malum bir tanrıça prensessin ya hani…” dedi Baekhee. Hanna
saçını savurdu.
“Tabii ki, bir tanrıça olduğumdan ölümlülerin karşısında iyi
görünmem gerekse de böyle şeyleri de bilirim. Biz tanrıçalar her şeyi biliriz.”
Dedi, abartılı bir kendini beğenmişlikle. Baekhee kıkırdarken Yongguk yanlarına
geldi.
“Gitmiyor muyuz?” dedi, montu üzerindeydi, çantasını omzuna
atmıştı.
“Gukkie, biz Hanna’ya ders çalışmaya gideceğiz, sen istersen
önden git. Galiba abisini beklememiz gerekecek.” Dedi Baekhee. O son cümleyi söylerken yine içine saplanan
sızıyı Yongguk’tan da saklayabildiğini umuyordu; ama gencin bir anlığına
havalanan tek kaşı muhtemelen fark ettiğini kanıtlar nitelikteydi.
“Demek beni ekiyorsun ha, Baek? Öyle olsun.” Diyerek burnunu
çekip boynunu büktü genç.
“Ne yazık ki şartlar öyle gerektirdi, Gukkie.” dedi Baekhee,
gencin oyununa eşlik ederek.
“Vay be… ne kolay ekiliyorum, tanrım!” dedi Yongguk daha da
abartarak, elinin tersini alnına yaslayıp başını kaldırdı. “Bununla nasıl
yaşayacağım ben?”
“Yarın sana kahve ısmarlasam?” dedi Baekhee, tatlı tatlı.
Yongguk anında hiçbir şey olmamış gibi yeniden kızlara baktı.
“İyi çalışmalar size o zaman, ben kaçayım bir an önce sizi
de rahat bırakayım ki rahatsız olmayın, değil mi? Himchan’ı da kaçırırım ben
siz hiç zahmete girişmeyin – bu arada Baek?” dedi Yongguk.
“Söyle, canım.” Dedi Baekhee. Yongguk sırıttı.
“Büyük boy ice americano, double espresso, double brew
çekirdek, şekersiz… ha bir de vanilya aromalı olsun.” Dedi. Yongguk arkasına
bakmadan sınıftan çıkarken Baekhee çenesi karnına düşmüş arkasından sadece
izleyebiliyordu, Hanna ise kahkahalarla gülmekle meşguldü.
Yongguk sözünü tutmuş olacak ki Hanna toparlanırken de,
yavaş yavaş merdivenlerden inerlerken de Himchan ortalıkta görünmedi. Baekhee
hala gencin siparişini nasıl hatırlayacağını düşünüyordu kara kara; ama en kötü
arayıp sorabilirdi. Bahçeye geldiklerinde Hanna yeniden telefonunu açıp bir
numara tuşladı ve telefonu kulağına dayadı. Baekhee eğer telefon yeniden
kapanırsa kızın edebileceği yeni yaratıcı küfürleri merak ederek bekliyordu ki
Hanna’nın yüzü aydınlandı.
“Cho Kyuhyun! Sevgilin olacak o gulyabani yine telefonu
yüzüme kapattı!” dedi kız tatlı tatlı gülümseyerek, bir an sonra ise somurtmuş
yanaklarını şişiriyordu. “Of, bana ne? Duyarsa duysun, çok da umurumdaydı! Çok
önemsiyorsa madem açıp benimle konuşsaydı ne istediğimi öğrenmek için, belki
bir yerde düşüp başımı vurmuştum ve kanıyordu, ne biliyorsun? İyi niyetliymiş,
neremle inansam, acaba?... biliyor musun, bu şekilde davranarak kendini bana
asla affettiremezsin!... hayır, tabii ki affetmedim! Bir gün beni okula
getirdin diye ayaklarına mı kapanacaktım? Çok beklersin!... hayır, beni Baekhee
bırakacak eve, hatta beni ders çalıştıracak, senin mürekkepbalığı sebebiyle
vakit bulamadığın üzere… yok ya? Çok geç artık, avucunu yalarsın!... nasıl ya,
nasıl çoktan geldik?”
“Aynen böyle, çoktan geldik, bildiğin gibi.” Diye hemen
arkasından gelen sesle yerinden sıçradı Baekhee. Hızla arkasına döndüğünde
kulağında telefon onlara yaklaşmakta olan Kyuhyun’u gördü. Genç adam fark
edildiğinden emin olduğu anda telefonu kulağından çekti ve kapatarak yanlarına
yürüdü, sonra parmağıyla omzunun üzerinden arkasını işaret etti. “Araba kapıda
bekliyor.”
“Bak gördün mü? Demek ki eğer telefonlarıma çıkacak yüzü
olsaymış buraya kadar gelmeniz gerekmezmiş. O da biliyor ne mal olduğunu!” diye
tısladı Hanna.
“Hanna! O sadece senin onu sevmediğini biliyor, senden uzak
durduğu için onu suçlayamazsın!” dedi Kyuhyun, gözlerini kısarak.
“Nasıl beynini yıkamış senin ya! Abimi tanıyamıyorum,
resmen!” diye tepindi Hanna.
“Hani hastaydın sen? Çok bir enerjik gördüm seni.” Diyerek
tek kaşını kaldırdı Kyuhyun. Baekhee nedense müdahale etme ihtiyacı hissederek
öksürdü. İki kardeşin kafaları da ona döndüğünde nabzı biraz hızlansa da
kendinden emin bir tavır takınarak konuştu.
“Birincisi, insanlar sinirlendikleri zaman salgıladıkları adrenalin
nedeniyle normalde yapamayacakları şeyleri yapabilirler, sen bir de onu
sakinleştiği zaman gör. İkincisi, hani çok endişeleniyordun sen kardeşin
hakkında, sırf motora bindiği için kızı eve zorla götürüyordun; şimdi nerede bu
muhteşem endişe, bu efsanevi koruma duygusu? Kızdır sen kardeşini, kızdır. Üçüncüsü,
sana da merhaba!” Diyerek kollarını kavuşturdu Baekhee. Tamam, bir sonraki
karşılaşmalarında gençten özür dilemeye karar vermiş olabilirdi; ama bu gencin
yine onu kızdıracak bir şey yapmadığı varsayıldığında geçerliydi. Kyuhyun birkaç
saniye ona boş boş baktıktan sonra ofladı ve eğilerek abartılı bir reverans
yaptı.
“Size de merhabalar, koruyucu melek hazretleri!” dedi genç,
sonra gözlerini devirerek kalktı. Baekhee gencin bu tavrına sinirlenememişti
bile, zaten söyledikleriyle böyle bir tepkiye zemin hazırlamış olduğunu
biliyordu. Hanna gürültüyle boğazını temizledi.
“Demem o ki, biz Baekhee’nin bisikletiyle geliriz eve.” Dedi
kız, gayet kesin konuşarak.
“Saçmalamayın! Araba var işte, gelin götüreyim sizi. Hem bu
halinle bir de rüzgar yememiş olursun; böyle zamanlarda kolay hastalandığını
biliyorsun.” Dedi Kyuhyun. Haklı olmalıydı ki Hanna bir an durakladı; ama bu
tereddüt uzun sürmedi.
“Bir şey olmaz, eve varınca çay içerim.” Dedi kız, omuz
silkerek.
“Hiçbir işe yaramadığını sen de biliyorsun. İnat etme, Hanna…
tamam, seni kızdırmış olabilirim; ama hala senin için endişeleniyorum.” Dedi Kyuhyun.
Baekhee gencin bu şekilde bakabileceğini tahmin bile etmezdi; ama anlaşılan yavru
köpek bakışları bu ailede genetikti.
“Hmm… arabada sevgilin var ama!” dedi Hanna bu sefer.
“Ön koltukta oturacak, size bulaşmaz; olmaz mı?” dedi Kyuhyun.
Artık küçük kardeşini ikna etmeye çalışır gibi değil de yalvarır gibi
duruyordu. Baekhee’nin kaşları şaşkınlıkla havalandı. Demek Hanna bu yüzden
kendinden bu kadar emindi; kız süründürmek istiyordu ve abisi resmen
sürünüyordu; bu… bu tek kelimeyle muhteşemdi.
“Hmm, bilemiyorum. Sen ne dersin, Baek-Baek, hayatım?” dedi Hanna
ona dönerek. Baekhee bir an şaşırdı, sonra ciddi ciddi düşündü. Arabayla giderse
bisikletini ne yapacaktı?
“Üzgünüm, aslında benim bisikletle gitmem daha iyi olur,
istersen sen arabayla gel, Nana; ben sizi takip ederim, sorun olmaz.” Dedi Baekhee,
özür dilercesine gülümseyerek.
“Olmaz öyle şey! Bisikletle gidiyoruz.” Dedi Hanna. Kyuhyun anında
Baekhee’ye döndü. Bakışları o kadar yumuşaktı ki kız genç adamı ilk gördüğü
zamanı ve bakışlarındaki o açıklayamadığı yumuşaklığı hatırladı. Dünyadan kopmamak
için çabalaması gerekti; ama yine de yanaklarının kızarmaya başladığına emindi.
Kahretsin.
“Resmi olarak tanışmadık, değil mi? Ben Cho Kyuhyun.” Dedi genç,
saygılı bir biçimde. Bunu hiç beklemeyen Baekhee bir an kekeledi.
“Şey evet, ben de Song Baekhee.” dedi, tereddütle. Kyuhyun hiç
tereddüt etmeden gülümsedi.
“Biliyorum, Hanna senden çok bahsetti.” Diyordu ki genç, Hanna
hızla aralarına girip ters bakışlarını abisine dikti.
“Mürekkepbalığını aldatmana hiç itirazım yok; ama
arkadaşımla oynamaya kalkarsan seni pişman ederim, bilmiş ol!” diye tısladı
kız. Baekhee Hanna’nın onu korumasını şaşırtıcı bulsa da içinin ısındığını
itiraf etmeliydi. Kyuhyun kendini korumak istercesine ellerini kaldırdı.
“Kızma, prenses, öyle bir niyetim yoktu! Sadece tanışmadık
ya hani, eksik kaldı, tanışalım diye ben…” diye geveledi Kyuhyun. Baekhee’nin
tek kaşı elinde olmadan havalandı.
“Yemezler, efendim! Baek’i tavlayıp onun üzerinden de beni
yumuşatabileceğini düşünüyorsun değil mi? Çok çakalsın, değil mi? Baekhee’yi
kimselere yedirmem ben, hele de senin gibi mürekkep beyinli çakallara! Sen önce
o beyin yıkayıcı sekiz kollu yaratıktan ayrıl!” dedi Hanna. Baekhee ellerini
kızın omuzlarına koyup onu sakinleştirmeye çalıştı.
“Nana, tamam, yok bir şey. Sence ben kül yutar mıyım?” dedi
kız, arkadaşının kulağına. Hanna’nın bocaladığını hissedebiliyordu; ama sonunda
Hanna iç geçirip Baekhee’nin önünden yanına geçiş yaptı.
“Teşekkürler.” Dedi Kyuhyun, rahat bir nefes alarak. Baekhee
bunu onun için yapmadığını, sadece arkadaşının sinirlenmesini istemediğini
gencin suratına vururdu; ama tanımadığı ve hatta içten içe hoşlandığı bir
erkeğe karşı yeterince ileri gittiğini düşünüyordu… ayrıca bunu kimseye
söylemeyecek olsa da biraz da onun için yapmıştı, yüzünde o sıkıntılı ifadeyi
görmekten hoşlanmıyordu. Bir de Hanna’nın aralarındaki zaten umutsuz durumu
daha da umutsuz hale getirmesini istememişti tabii, gerçekten çok zavallıydı.
“Eee, gidelim mi biz, Baek?” dedi Hanna, sessizliğin iki
saniyeden daha uzun sürmesine izin vermeden.
“Durun, nereye- daha bir şey söylemedi ki!” dedi Kyuhyun telaşla.
“Söyledi, efendim; dedi ki bisikletle gitmek onun için daha
uygunmuş.” Dedi Hanna, iğneleyerek.
“Neden, bisikletini burada bırakmak mı istemiyorsun?” dedi Kyuhyun,
Baekhee’ye bakarak.
“Hayır; ama eğer onu burada bırakırsam akşam eve neyle
gideceğim?” diye omuz silkti Baekhee.
“Bizde kalırsın.” Dedi Kyuhyun, çok doğal bir şeymiş gibi. Baekhee
bir an şaşırdı sonra dehşet içinde ellerini hızla salladı.
“Mümkün değil, annem beni yolar!” dedi sonra.
“O zaman akşam seni evine de arabayla bırakırım.” Dedi Kyuhyun.
Baekhee bu öneriyle boğulacak gibi oldu, iyi ki o anda bir şey yiyip içmiyordu.
“D-diyelim öyle yaptın, sabah nasıl okula geleceğim? Otobüs
eve da okula da uzak kalıyor, yürürsem de çok uzun sürer.” Dedi Baekhee bu
sefer.
“Seni baban bırakamaz mı, mesela?” dedi Kyuhyun. Baekhee başını
sağa sola sallayınca da hemen devam etti. “Tamam, o zaman sabah seni okula da
bırakırım, sorun olmaz. Hadi ama!”
Genç o kadar yalvaran gözlerle bakıyordu ki Baekhee için
sadece bu zamana kadar reddetmek bile çok zor olmuştu. Üstelik şimdi bir
bahanesi de yoktu. Ne diyecekti, bisikletimden ayrılmam ben onsuz uyuyamam,
diye bebek gibi tepinecek miydi? Dudağını ısırıp sorarcasına Hanna’ya
baktığında arkadaşının yüzünde de bir kararsızlık gördü, Hanna omuz silkti. Baekhee
kararın kendine kaldığını anladığında bir süre düşündü. Hem kendisi bu fırsatı
kaçırmak istemiyordu, hem de Hanna’nın abisine gereğinden fazla çektirmesini
istememişti. Tabii ki gencin bir sevgilisi olduğunun farkındaydı ve buna rağmen
saçma bir hareket yapacak değildi! Ama bir kız hoşlandığı kişiyi daha fazla
görmek isteyebilirdi, değil mi? Bu Hanna’nın Minwoo Hoca’ya olan çılgın aşkı
gibi bir şeydi, sonuçta.
“Peki, madem öyle.” Diye iç çekerek pes etti kız sonunda.
Başını kaldırıp Kyuhyun’a baktığında gördüğü mutluluk ifadesi paha biçilemezdi.
“Tamam, hadi gidelim o zaman!” dedi genç adam, geriye doğru
birkaç adım atarak. Baekhee onay almak için yeniden Hanna’ya baktı, Hanna umursamazca
omuz silkip arkadaşının koluna girdi ve Baekhee’yi abisinin arkasından
sürükledi.
Okulun kapısına yaklaştıklarında Baekhee’nin gözüne önce o
çok hoşuna giden sarı Beetle’ın arka ucu çarptı. Yürümeye devam edip biraz daha
yaklaştıklarında arabanın gittikçe daha büyük kısmı görüş alanına girdi, sonunda
kapıdan çıktıklarında da araba, içinde oturan kızla beraber, Baekhee’nin gözlerini
baştan aşağı doldurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder