-16-
Hava kararmak üzereydi, tam trafik olması gereken saatlerdi;
ama yollar beklenmedik bir biçimde boştu. Daha önce bir kere kaybolduğundan
çevreyi gayet iyi biliyordu Baekhee, aradığı sarayı bulması çok zaman almadı.
Bisikletle yarım saat kadar süren yol Dakar’ın kanatlarıyla sadece on dakika
sürdü. Motoru evin önünde çalışır halde bıraktıktan sonra telefonunu kaskını
çıkarıp telefonunu eline aldı, Hanna’nın numarasını tuşladı.
“Kargonu mu aldın, güzellik?” dedi Hanna, telefonu açar
açmaz.
“Evet, hatta hesap sormaya geldim, in aşağı.” Dedi Baekhee,
sert tutmaya çalıştığı bir sesle.
“Neden, rengini mi beğenmedin? İstersen yeşili, turuncusu
falan da vardı; hemen değiştirebilirim!” dedi Hanna çabucak. Baekhee gözlerini
devirdi.
“Bunu sen aşağı inince konuşacağız, dışarıda bekliyorum.”
Dedi Baekhee ve Hanna cevap veremeden telefonu kapattı. Çok yüksek sesle
gülmemek için elini ağzına kapattı ve telefonunu cebine soktu. Gözlüğünü
çıkarıp gözüne taktı, kaskını da kafasına geçirdi ve beklemeye başladı. İki dakika
sonra Hanna bahçenin dev kapısını açıyordu.
“Ne oldu, neden-” diyordu ki kız, karşısındaki görüntüyü
anlamlandırmayı başardığı anda çenesi karnına düştü. Baekhee sırıttı ve tek
parmağıyla güneş gözlüğünü burnundan aşağı iterek üzerinden arkadaşına baktı.
“Yeni nesil artık prenslerini beyaz atlı değil, siyah
motorlu yetiştiriyor, diyorlar.” Dedi Baekhee, cilveli bir sesle. Hanna iki
elini de ağzına kapatarak Baekhee’ye baktı.
“Bu senin mi?!” dedi kız, tiz bir sesle. Baekhee gülerek
başını yukarı aşağı salladı.
“Muhteşem değil mi? Babam on altıncı doğum günümde alacağına
söz vermişti; ama unuttuğunu sanıyordum.” Dedi heyecanla. Hanna koşarak yanına
geldi ve motora yavaşça dokundu.
“Vay… çok havalı görünüyor!” dedi sonra ve olduğu yerde
hafifçe zıpladı.
“Demir at diye buna diyorlar; bak prensliğim tamamlandı
işte.” Diye güldü Baekhee. Hanna koşarak motorun çevresinde bir tur attı,
ardından yanında durup umutla parıldayan gözlerini arkadaşına dikti.
“Bir tur atmak ister misin?” diye sordu Baekhee, çabucak.
Hanna sevinçle zıplayıp ellerini çırptı.
“Gerçekten yapabilir miyim?” dedi, heyecanla. Baekhee
Dakar’ın çantasından yolcular için aldıkları korumaları çıkarmıştı bile.
“Şunların hepsini takman gerekiyor, prensip meselesi. Üzerindeki
kot kalınsa sorun olmaz; ama git kalın bir ceket giy, tercihen deri olsun.”
Dedi Baekhee. Bir an sonra Hanna arkasında bir toz bulutu bile bırakmadan eve
doğru gözden kaybolmuştu.
Kızın tercih ettiği ceket, içi polar kürklü kahverengi bir
deri ceketti. Baekhee nasıl yapacağını bir türlü çözemiyormuş gibi görünen
Hanna’ya korumaları takmasında yardım etti, kaskını da düzgünce başına
yerleştirip bağladı ve kendisi oturduktan sonra nasıl motorun arkasına
oturacağını anlattı. Hanna motora tırmanırken motorun hafifçe bir tarafa
eğildiğini hissetse de kız o kadar hafifti ki sanki motorda hiçbir fazlalık
yokmuş gibi hissetti Baekhee. İkisi de güvenle yerlerine yerleştikten ve Hanna
da sıkıca tutunduktan sonra Baekhee motorun ayağını topuğuyla vurarak kaldırdı,
gidonu sıkıca kavrayıp motoru nazikçe kaldırdı.
Bu sefer gitmek istediği özel bir yer olmadığından Baekhee
Seul’un ışıklı sokaklarında yavaşça gezdikten sonra Han nehrinin kıyısına
sürdü. Güneş batmış, şehrin iki ucunu birbirine bağlayan köprü
ışıklandırılmıştı; ama gökyüzü hala pembe, mor ve turuncunun muhteşem
tonlarındaydı. Nehrin kenarında aheste aheste sürerken Baekhee Hanna’nın
kollarının belinden ayrıldığını hissetti, ardından kızın çınlayan kahkahasını
duydu – muhtemelen kollarını açmış rüzgarı hissediyordu.
Baekhee gülümseyerek
motoru hafifçe yatırdı ve bir virajı yumuşakça döndü, dönerken Hanna’nın
kahkahalarının daha da arttığını duydu. Işıklandırılmış köprüye girdi, ortasına
geldiğinde kenara çekerek motorun dörtlülerini yaktı. Baekhee mutlulukla
manzarayı izleyip nehir havasını içine çekerken Hanna ellerini kızın omuzlarına
koydu.
“Biliyor musun, bu hayatımdaki en harika doğum günü
olabilir.” Dedi Baekhee, gülümsemesine engel olamayarak – olmayı istediğini de
sanmıyordu.
“Gerçekten mi?” dedi Hanna sadece.
“Gerçekten.” Diye kıkırdadı Baekhee, “Ve hediyemin rengini
de çok sevdim; bordosu harikaydı. Ama bu kadar çok para harcamak zorunda
değildin, hepi topu bir doğum günü işte. Resmen servet harcamışsın, kendimi
kötü hissettim.”
“Arkadaşlarıma sık sık böyle şeyler yapmam. Aslında benim
şimdiye kadar Heechul’dan sonra en yakın arkadaşım sensin, Heechul bile seni
kıskanıyor; bu yüzden babama seni anlatıp bir de yavru köpek bakışı çektiğim
zaman hiç ikiletmedi.” Dedi Hanna.
“Yine de... yani, sadece tarif kitabı yeterliydi,
biliyorsun.” Dedi Baekhee. Hanna kızın omzuna vurdu.
“Madem öyle; bana el yapımı bir pasta borçlusun, diyelim.
Hediyelerinle yaptığın ilk pastayı ben yiyeceğim.” Dedi Hanna, hemen ardından
ekledi, “Ha ben sana böyle yaptım diye sen de aynısını yapmak zorunda değilsin!
Sakın kendini sen de bana büyük bir şey almak zorundaymış gibi hissetme, tamam
mı? Çok kızarım. Ben sen çok beğendin ve ben de alabiliyorum diye sana bunu
aldım. Sen de benim beğendiğimi düşündüğün ve alabileceğin bir şeyi alırsın; bu
yoldan kopardığın bir papatya da olabilir, ne fark eder ki? Ben onu kurutup
sakladığım zaman senin hediyelerden daha bile çok dayanacağı kesin hem.”
“O zaman doğum gününde başından aşağı bir kamyon papatya
yağdıracağım.” Diye güldü Baekhee. “Dönelim mi?”
“Olabilir, abim eve dönmeden beni bırakman ikimizin de
hayrına olabilir.”
Gülüştüler, Baekhee Dakar’ın burnunu Hanna’nın evine çevirip
yine aynı rehavetle sürmeye başladı. Sadece Hanna’nın abisi eve gelecek diye şu
anı rezil etmeyecekti, böyle bir anın bir daha ne zaman geleceğini kimse tahmin
edemezdi sonuçta. Gerçi Baekhee bunun oldukça sık olmasını istediğini
söyleyebilirdi, Hanna da bu küçük geziyi en az onun kadar çok sevmiş gibi
görünüyordu. Baekhee biliyordu çünkü kız yol boyu arkasında kıkırdamakla
meşguldü.
Hanna’nın evine yaklaştıklarında kız kollarını yeniden
Baekhee’nin etrafına sardı ve arkadaşının omzunun üzerinden dikkatle bakmaya
başladı. Baekhee dikiz aynasından onun gözlerini kısmış dikkatle yolu inceliyor
olduğunu görebiliyordu.
“Ne oldu?” diye seslendi, yavaşlayarak.
“Abimin arabasına bakıyorum!” dedi Hanna cevaben. Bir saniye
sonra Hanna’nın evinin dev bahçe kapısından biri diğerinden daha iri ve daha
koyu renk saçlı iki siluet ok gibi fırlamıştı. Baekhee Hanna’nın arkasında
kasıldığını hissettiğinde kaşlarını çattı; ama bir yorum yapmadan yola
odaklandı. Sonunda evin önünde durduklarında kapıdan fırlayan iki şekil derhal
motorun yanına koştular.
“HANNA!! Ne yapıyorsun sen? İn çabuk!” dedi uzun boylu
olanı. Baekhee’ye arkası dönük olduğundan kız koyu renk saçlarının ardına
saklanmış yüzünü göremiyordu; ama Hanna inerken kollarından tutarak onu
neredeyse ayaklarına ağırlık vermesini gerektirmeyecek kadar çok destekleyen,
yüzü endişeyle kızgınlık karışımı bir ifadeyle kasılmış olan açık saçlı kişinin
önceki pazar veli toplantısında gördüğü Bay Kedi Surat olduğuna emindi.
“Bir şey yaptığım yok, oppa! Chul tamam- kendim ayakta
durabilirim Heechul kolumu morartacaksın!” diyerek silkinip Bay Kedi Surat’tan
kurtuldu Hanna. Baekhee kendisi de motorundan sessizce inerken demek meşhur
Heechul buymuş, diye düşündü.
“Nasıl bir şey yaptığın yok?!” dedi uzun boylu olanı
kızgınca; ellerini beline koyup Hanna’nın karşısına geçtiğinde Baekhee sonunda
gencin yüzünü gördü.
Aslında gördüğünün bir hayalden ibaret olup olmadığına emin
değildi; ama hiçbir rüyasında gencin yüzünü hava alanında gördüğü o hafif
gülümsemesinin dışında bir ifadeyle hayal etmemişti. Dolayısıyla bu öfkeyle
kaşları çatılmış ifade şu anda gerçek olmalıydı. Hayat ona zalim bir oyun
oynuyordu, evet hepsi bundan ibaretti. En olmayacak zamanda, en olmayacak
şekilde sadece varlığıyla başını döndüren, kalbi duruverecekmiş gibi
hissettiren o yaratık tam şu anda
karşısında olmak zorundaydı, Hanna ona oppa
diye seslenmek zorundaydı ve Baekhee, sudan çıkmış balık gibi, hiç ses
çıkaramadan ağzını öylece açıp kapamak zorundaydı.
“Basbayağı, bir şey yapmıyorum, oppa! Hele senin dönüp bana
bağırmanı gerektirecek hiçbir şey yapmıyorum!” diye bağıran Hanna’nın sesiyle
kendine geldi Baekhee. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu ve sanki
maraton koşmuş da aldığı nefesler yetmiyormuş gibiydi; ama zaman donmuş gibi
hissetmiyordu en azından.
“Bir motosikletin üzerinde ne işin var senin?!” diye bağırdı
bu sefer Hanna’nın abisi; Heechul denen zevzek de kızgın bakışlarını Hanna’ya
dikmiş, kaçacak yer bırakmıyordu.
“Ağır olun, beyler!” diye seslendi Baekhee, kendini
tutamadan. İki genç de belli ki onun orada olduğunu unutmuştu; ama konuşur
konuşmaz ikisinin de gözleri onun üzerine dikildi. “Kafayı peynir ekmekle mi
yediniz siz? Eve motorla geldi diye kızın üzerine bu kadar gidilir mi?”
“Sen kimsin be?” dedi Heechul denen meymenetsiz uyuz yaratık.
Baekhee gözlerini kıstı. Benim adım Song
Baekhee, kedi surat; ama tanıştığıma pek memnun olmadım, demek isterdi; ama
bunun pek mantıklı bir hareket olmayacağını düşündüğü için derin bir nefes
alarak sözlerini yuttu.
“Baekhee, yapma.” Dedi Hanna anında, arkadaşının
sinirlenmeye başladığını fark ederek.
“Ah, demek çok anlattığın Baekhee bu bir de, öyle mi?” dedi
Hanna’nın abisi, tıslar gibi.
“OPPA!” dedi Hanna, uyarır gibi.
“Bir de arkadaşı mı olacaksın? Sen kendini ne sanıyorsun,
öldürmek mi istiyorsun Hanna’yı?!” dedi genç öfkeyle, ardından Hanna’nın
bileğini kavradığı gibi içeri yürümeye başladı. “Gidiyoruz.”
“Oppa- oppa durur musun lütfen?” dedi Hanna; ama açık
kapılardan yanlarında Heechul’le içeri girerlerken abisinden kurtulması
imkansızdı. Baekhee kaskını çıkarıp Dakar’ın üzerine bıraktı ve peşlerinden
içeri koştu. Abisinin Hanna’yı tutan kolunu yakalayıp sertçe silkerek kızı
bırakmasını sağladığında eve giden yolu yarılamışlardı. Baekhee Hanna’yı
çabucak arkasına çekti ve abisinin öldürücü bakışlarına aynen karşılık verdi.
Genç önce Baekhee’nin kolunu hala bırakmamış eline, ardından yeniden kızın
yüzüne baktı; Baekhee kıpırdamayınca dudakları ince bir çizgi halini aldı.
“Kim olduğunu sanıyorsun sen? Dokunma bana.” Dedi genç,
ipeksi bir sesle.
“Benim adım Song Baekhee; Çin’den bu sene gelen transfer
lise öğrencisi olduğumu sanıyorum.” Diyerek tek kaşını kaldırdı Baekhee. “Seninle
tanıştığımı sanmıyorum.”
“Cho Kyuhyun, Hanna’nın abisiyim. Şimdi çek elini.” Dedi
genç, gittikçe daha çok sinirlendiği belli oluyordu. Sorun değildi, çileden
çıkıp çimlerin üzerinde yuvarlanıp tepinmesi Baekhee’yi bayağı
eğlendirebilirdi. Baekhee dudağının bir köşesinin yukarı kıvrıldığını hissetti.
“Az önce aynısını Hanna senden isterken böyle dertlerin
yoktu. Abi olmak zorbalık hakkını da beraberinde mi getiriyor, acaba? Hani abim
yok da, sorayım dedim.” Dedi kız, havadan sudan konuşur gibi; ama yüzündeki
yarım sırıtış ve meydan okuyan ölümcül bakış tam tersini söylüyordu.
“Pek de sivri dilliymiş.” Diye tısladı Kyuhyun, ardından
kolunu silkerek kızdan kurtuldu. Baekhee olduğu yerde dikleşip başparmaklarını pantolonunun
ceplerine taktı, meydan okuyarak gence bakmaya devam etti.
“Baekhee, yapma…” dediğini duydu Hanna’nın sessizce,
yalvarır gibi. Kızın sesindeki bir şey Baekhee’nin içinin acımasına neden oldu.
Şu anda durmayacaktı.
“Görüyor musun? Kendi kardeşin bile senin ne yapacağından
korkuyor olmalı ki bana durmamı söylüyor. Nazi kampı mı burası?” dedi Baekhee,
gözlerini kısarak.
“Baek…” dedi Hanna zayıf bir sesle; ama artık sesinde daha
çok endişenin yanında şaşkınlık vardı.
“Sen ne biliyorsun ki?!” diye bağırdı Kyuhyun birdenbire; o kadar ani
ve o kadar vahşi bir sesti ki bu sadece Baekhee ve Hanna değil, Heechul da
yerinden sıçradı. Bir an sonra Kyuhyun aralarında on santimetre kalıncaya kadar
Baekhee’nin üzerine yürümüştü. Eğer bu bir anime olsaydı gözleri gölgede
kalacak şekilde çizilmiş, nefesi duman gibi tütüyor olurdu – tam şu anda
Baekhee’nin bunu düşünüyor olması hiç mantıklı değildi tabi.
“Kyu sakin ol…” diyerek arkadaşının arkasından yaklaşan
Heechul’u göz ucuyla gördü Baekhee; ama bakışlarını gencin içinde yıldırımlar
çakan gözlerinden ayıramıyordu.
“Sanki onun hakkında en iyisini sen bilirmişsin gibi, sanki
onu en çok sen düşünürmüşsün gibi konuşma karşımda sakın. Hiçbir şey bildiğin
yok. Bir de kendine onun arkadaşı mı diyorsun? Sen hangi hayal dünyasında
yaşıyorsun? Sen kim oluyorsun, kiminle konuştuğunu sanıyorsun? Sadece üç
haftadır tanıdığın bir kızın abisiyle
bu şekilde konuşamazsın, ufaklık.” Diye resmen hırladı Kyuhyun, Heechul’un
omzuna koyduğu elini de silkerek tek hamlede uzaklaştırdı.
“Belli ki onun hakkında senden çok şey bilmeye ihtiyacım
yok; hala onun hislerini senden çok
ben önemsiyorum.” Dedi Baekhee, ipeksi bir sesle. Gencin sözlerinin tam olarak
ne kadar on ikiden vurduğunu, ne kadar canını yaktığını belli etmeye hiç niyeti
yoktu.
“Evet, çünkü ölü bir kızın hisleri hayatta olmasından daha önemli!” dedi Kyuhyun, iğneleyerek.
Baekhee bu sefer sarsıldığını saklayamadı. Ölü bir kız mı? Hanna’nın hasta veya
uzakta olmasının düşüncesi bile yeterince korkunçken ne saçmalıyordu bu adam?
Kyuhyun neşesizce gülerek bir adım geri çekildi, yüzünde zafer kazanmış birinin
ifadesi vardı. “Sana söylemedi, değil mi?”
“Oppa!” dedi Hanna yalvarırcasına. Baekhee dönüp bir saniye
arkadaşına baktı. Göz göze geldiklerinde Hanna’nın yüzünde af dileyen bir bakış
vardı. Baekhee duyacaklarından korkarak yeniden Kyuhyun’a döndü.
“Kendini arkadaşı sanıyorsun; ama sana kendisi hakkında en
önemli şeyi söyleme zahmetine bile girmedi, tahmin etmiştim.” Dedi Kyuhyun,
ardından kollarını kavuşturdu. “Sen kendini bir şey sanırken biz burada onun
için en iyisini düşünüyoruz. Bilmediğin üzere, Hanna’nın küçük hastalığı yüzünden eğer ufacık bir kaza olsa onu kanamadan
öldürebilirdin. Sen yürüyüp giderdin; olan ona olurdu. Arkadaşım dediğin
kişinin katili sen olurdun.”
“Oppa sus!” dedi Hanna, ardından arkadaşına döndü, “Baekhee,
bana kızma, sana söyleyecektim- onun dediği gibi bir şey değil, sadece
yaralandığım zaman kanamam biraz geç duruyor, tedavisini biliyorlar, bir şey
olmazdı, büyük bir şey değil bu-”
“Onu pabucuma anlat!” diye kükredi Kyuhyun, kardeşinin
sözünü keserek.
“Yine de böyle yapamazsın!” diye neredeyse haykırdı Baekhee
içgüdüsel olarak, Kyuhyun’un Hanna’nın bir adım geri kaçmasına neden olacak
kadar güçlü tepkisine karşılık. “Onu öldürecek miydim? Sana katil gibi mi
görünüyorum? Ölelim diye mi bindim ben o motora? Sen abartıyor olabilirsin; ama
Hanna pek öyle düşünüyor gibi görünmüyor, kendi hastalığını hiçe sayacak kadar
aptal mı senin kardeşin?! Onu cam fanusta yetiştiremezsin! Herkes bir gün
ölecek; sen de öleceksin, ben de öleceğim, Hanna da bir gün ölecek; belki de
sen onu burada güvende tutmak isterken üzerine bir yıldırım düşüverecek! Sen ona
prensesler gibi davrandığını sanırken onu nelerden mahrum bıraktığının farkında
mısın?! Işığı görmeyen karanlığı da bilmezmiş; onun neyi kaçırdığını
bilmediğine gayet memnunsun, değil mi? Yarım bir hayatı yaşamaktansa ölmeyi
tercih etmediğine sevinmen gerekirken sen-”
Baekhee sinirden ağlamakta olduğunu da, zangır zangır
titremekte olduğunu da gözyaşları görüşünü bulanıklaştırıp gözlerinden
sorgusuzca döküldüğü zaman fark etti. Çabuk bir hareketle yüzünü sildi. İnsanların
önünde ağlamaktan nefret ederdi, hele Hanna’ya bu şekilde davranan iki hayvan
bile denemeyecek yaratığın önünde
böylesi bir zayıflık göstermekten daha da çok nefret etmişti.
“O kadar bencilsin ki gözünün önündekini göremiyorsun. Abisi
olduğunu iddia ediyorsun, onu koruduğunu sanıyorsun; ama tek yaptığın bir çeşit
süs bitkisi gibi saksıya ekip onu evin bir köşesine koyuvermek çünkü hiçbir
yere gitmesini istemiyorsun, değil mi? O hayatını yaşarken ona yardım etmek,
sıkıntıya düşerse onu kollamak ve kurtarmak aklına bile gelmiyor, sen de
kendine abi mi diyorsun?! Biliyor musun, senin gibisine abi değil hapishane
gardiyanı denir!” dedi Baekhee tükürürcesine. Hemen yanından ona dikilmiş
şaşkın bir çift gözün hayal meyal farkındaydı; ama dökülen gözyaşları gibi
içindeki zehrin tamamını dökmezse bir hafta uyuyamazdı. Karşısındaki artık
öfkeden çok daha karmaşık duygularla dolu olan dipsiz siyah gözlere hiddetle
baktı.
“Belki de onu sadece üç haftadır tanıyorum, belki de senin
onun hayatı için en önemli olduğunu düşündüğün şeyi bilmiyorum; ama bunu neden
insanlara söylemek istemiyor olabileceğini hiç düşündün mü? Hiç kardeşinin
kendini boğuluyor gibi hissedebileceği olasılığı aklına gelmedi, değil mi? Sen onu
seviyorsun ve o seni seviyor diye, elinizin altında her şeyi alacak paranız var
diye, aileniz de ah, çok harika diye onun her şeye sahip ve mutlu olduğunu mu
düşündün gerçekten? Hangi çocuk düşmesin diye koşmasına izin verilmeden,
yaralanmasın diye bisiklete binmeden, kanatları bağlanmış kuş gibi büyüyebilir
ve gerçek anlamda mutlu olabilir? Bencil…
sadece bencilsiniz ve bencilliğinizden gözünüz en sevdiğinizi söylediğiniz
kişinin aslında ne hissettiğini görmekten aciz.” Dedi Baekhee, başını çevirip ayağının
yanına tükürdü, ardından yeniden Kyuhyun’a baktı. “İşte bu kadar değer
veriyorsunuz ona. Sadece üç haftadır
tanıyan bir kız bunları anlayabiliyorsa abisi sıfatını taşıyarak geçirip kendinden
utanmadığın her an insanlıktan çıktığını biraz daha kanıtlıyorsun, demektir.”
Söyleyeceklerinin bittiğini fark ettiğinde Baekhee orada
daha fazla kalırsa hiç hoş olmayacağını da bir anda anlayarak arkasını döndü. Ağzı
açık ona bakmakta olan Hanna’ya özür dileyerek hafifçe gülümsedi ve gözlerini
sertçe silip hızla evin dışına, yolun kenarında bıraktığı Dakar’ına doğru yürümeye
başladı. Tam kaskını kafasına takıp motoruna bindiği an, Hanna’nın sesini
tekrar duydu.
“SANA BIRAK DEDİM!” diye bağırıyordu kız, Baekhee’nin daha
önce hiç duymadığı kadar öfkeli bir sesle. Baekhee başını kaldırıp şaşkınlıkla
bahçe kapısından içeri baktığında Hanna’nın silkinerek abisinden kurtulduğunu
gördü. Aslında basıp gitmek istiyordu; ama bir şey buna engel oluyormuş gibi
burnunu çekip gözlerini silerek izlemeye başladı.
“Hanna sakin ol!” dedi Heechul, kıza dikkatle yaklaşmaya
çalışarak.
“Olmamak için haklı sebeplerim var, sen de bunu biliyorsun!”
dedi Hanna, Heechul’a dönüp; sonra kollarını açıp sallayarak haykırmaya
başladı. “Ya siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ya?! Bunca zaman sonra ilk defa bu
kadar iyi bir arkadaşım oldu, abi senin söylediğin şeylere bak! Yaptığınız şeyin
saçmalığına bir bakın ya! Motora bindim diye beni haşlıyorsunuz, eve tek bir
morluğum bile olmadan döndüğüm halde! Sadece sizin saçma davranışınıza en doğal
tepkiyi veren arkadaşıma bel altı saldırıyorsunuz, üstelik kız yerden göğe
haklı! O kız üç haftadır benim kayıp ikizim gibi, her gün onunla tekrar
konuşmayı iple çekiyorum, sen aramızı bozmaya çalışır gibi sözler söylüyorsun,
onu beni öldürmeye çalışmakla
suçluyorsun ve kendi doğum gününde bir kızın böyle ağlamasına neden oluyorsun! İnanmazsın
ama ben artık bebek değilim ve bu sen bile olsan Baekhee’ye bunu yaptığın için
seni affetmeyeceğim!”
Hanna yüzü sinirden kıpkırmızı bir halde yanına doğru koşarken
Baekhee sadece şok içinde izleyebiliyordu. O kadar şaşkındı ki arkadaşı gelip
Dakar’ın arkasından sarı siyah kaskı alırken de, kafasına geçirip Baekhee’nin
arkasına otururken de kız hiçbir şey söyleyemedi.
“Gidelim, Baek, nereye olursa.” Dedi Hanna sonunda kızın
beline tutunduğunda, sesinde bastırılmış bir öfkeyle. Baekhee şaşkınlığını
üzerinden atarak burnunu çekti, artık gözyaşlarının süzülmediği yanaklarını
çabucak sildi ve Dakar’ın gidonunu kavrayıp motoru çalıştırdı.
“Nasıl istersen.”
*
Hızla koşup siyah kaskını başına geçirmiş arkadaşının
arkasında motora binen küçük kardeşini ağzı açık bir biçimde, neredeyse
çaresizce izledi genç. Kısa bir süre sonra Hanna’nın en sevdiği yeni arkadaşı
motorun üzerinde doğrulmuş, ikisinin de saçlarının yarım kasklarının altından
savrulmasına neden olarak hızla evin kapısından uzaklaşmıştı. Kyuhyun dişlerini
sıktı, ellerini saçlarından geçirdi ve okkalı bir küfür savurdu.
“Kyuhyun, gel içeri geçelim, sen de bir su iç. Ne dersin?”
dedi Heechul dikkatle. Kyuhyun derin bir nefes aldı ve tek kelime etmeden fırtına
gibi evin içine girdi. Annesiyle babası neyse ki sinema odasındaydılar, Aşk ve
Gurur izlemekle meşgullerdi ve dışarıda kopan fırtınayı ruhları bile
duymamıştı, Kyuhyun bir de onlarla uğraşmak zorunda değildi.
Genç çabucak mutfağa gitti, dolaplardan birinden bir bardak
kapıp buzdolabından soğuk su doldurdu, tek seferde kafasına dikti. O kadar
hızlı içmişti ki beyni dondu, bardağı bırakıp burun kökünü ovarken bir küfür
daha savurdu. Heechul’un onu sahibinin nesi olduğunu merak eden endişeli, aptal
bir kedi gibi kuyruğunda dolanması da hiç yardımcı olmuyordu.
“Ne var?” diye parladı, arkadaşına.
“Hey, ben senin tarafındayım.” Diye uyardı Heechul sert bir
sesle. Kyuhyun saçmaladığını fark ederek sakinleşmek için derin bir nefes daha
aldı ve kendini yemek masasının etrafına dizili sandalyelerden birine öylesine
bıraktı. Normal bir zamanda asla bu şekilde konuşmaz, hatta düşünmezdi bile;
ama sinirlendiği zaman gözü hiçbir şey görmüyordu, bu herhalde onun tek kötü
özelliğiydi. Ellerini yeniden saçlarından geçirdi, bu sefer her bir teli başka
yöne bakana kadar karıştırdı ve avuçlarını yüzünden aşağı bastırarak çekti.
“Hayata döndün mü?” dediğini duydu Heechul’un. Başını kaldırıp
baktığında arkadaşının hemen yanındaki sandalyeyi ters çevirip oturmuş,
kollarını da sandalyenin arkalığına dayadığını gördü. Gencin yüzündeki acıyan
ifadeden rezil göründüğünü anlayabiliyordu.
“Sayılır.” Dedi ve derin bir nefes alıp ofladı, gözlerini
kaçırdı. Hanna’nın arkadaşının – ona adıyla seslenmeyi nedense istemiyordu –
söylediği sözler beyninde yankılanıp duruyordu. Belki bu kadar kafasına
takmayabilirdi; ama üzerine Hanna’nın da hiç yapmadığı gibi patlaması onu
düşündüğünden daha fazla sarsmıştı, anlaşılan.
“Baekhee esaslı kızmış…” dedi Heechul kendi kendine bir süre
sonra. Kyuhyun dönüp ona sert bir bakış atınca da masum olduğunu gösterircesine
ellerini kaldırdı. “Sadece söylüyorum! Sana bu şekilde kafa tutacak, üstelik
üste çıkıp bütün cevaplarını aynen ağzına tıkacak fazla insan yok.”
“Sağ ol, muhteşemsin, çok yardımcı oldun.” Dedi Kyuhyun,
bariz bir biçimde tam tersini kastederek. Heechul pes ederek iç çekti ve
sandalyeden kalktı.
“Ben gidip üzerimi değiştiriyorum, anlaşılan bu gece burada
kalmayacak gibiyiz. Sen de bir sakinleş.” Dedi, mutfaktan çıkmak için
yürüyerek.
“O niye?” dedi Kyuhyun şüpheyle.
“Adam gibi sakinleşmeden Hanna’yla bir daha konuşmayacaksın.
İkinizin de sakinleşmesi lazım, yoksa yine aptalca bir kavga çıkar. Bize gidiyoruz.”
Diye açıkladı Heechul ve Kyuhyun’a itiraz etmesi için zaman vermeden mutfaktan
çıktı. Gerçi zaman verse de Kyuhyun itiraz etmeyecekti, arkadaşının nadiren
haklı olduğu zamanlardan birine denk gelmişlerdi.
Heechul’un yokluğunu fırsat bilerek gözlerini kapattı ve
meditasyon yapar gibi sakinleşmeye çalıştı Kyuhyun. Bu oldukça zordu, çünkü ne
zaman beynini boşaltmaya çalışsa yaratabildiği ilk boşlukta Hanna’nın
arkadaşının sesi çınlıyordu. Kız sanki bir parazit gibi beynini tamamen işgal
etmişti. Daha önce hiç düşünmediği şeyleri, hiç düşünmediği şekillerde yüzüne
tokat gibi çarpmakla kalmamış, Hanna’nın da onu savunmasıyla bir şekilde,
hiçbir şey yapmadan haklı olduğunu kanıtlamıştı da.
Kızın karanlıkta parlayan gözleri, vahşi olduğu kadar
kırılgan duran bakışları, yüzünü ıslatan gözyaşları ve ayaklarının dibine
tükürmek için başını çevirdiğinde savrulan siyah, dalgalı saçları gözlerinin
önüne geldi, gereksiz yere. Kyuhyun dişlerini sıktı ve başını hızla sallayarak
görüntüyü uzaklaştırmaya çalıştı; ama başarılı olmaya yaklaşamadı bile. Gözlerini
açtığı zaman kızın sesi kulaklarında çınlıyordu; kapattığında gözkapaklarının
arkasına damgalanmış gibi duran görüntüsü, hırçın ve incinmiş bakışlarını aynı
meydan okur tavırla gözlerine dikerek ona bakıyordu.
Kyuhyun bu kızı ilk görüşünün bu olmadığını biliyordu. Bu senenin
başındaki çılgınlığıydı bu kız; atmak istediği eski, liseden kalma montunu
verdiği, hava alanında donmak üzere gibi görünüp Çince küfürler saydıran kızdı.
Soğuk rüzgarda savrulup yüzünü okşayan saçlarına bakıp kendi kendine gülerken
onu bir daha göreceğini hiç düşünmemişti. Hava alanından ayrıldıktan sonra
defalarca onu gördüğünü düşünmüştü; Heechul ve Seohyun’la lunaparka gittiğinde
yanında ıslak saçlı bir gençle önünden koşarak geçtiğini sanmıştı, ardından
birkaç gün sonra arabayla neredeyse çarpacağı bisikletlinin o olduğunu
sanmıştı. Belki de gerçekten oydu, kim bilebilirdi ki? Kyuhyun sadece bu kızın
tatlı dudaklarından böyle kelimeler dökülebileceğini hayal bile etmediğini
biliyordu… tabii ki daha önce herhangi bir şey hayal ettiğinden değil.
Oflayarak hızla başını salladı ve sandalyesinden kalktı,
dudağını ısırıp mutfakta volta atmaya başladı. Konuyu dağıtmamalıydı, şu anda
önemli olan Hanna’nın ona ne kadar kırıldığıydı. Baekhee denen kızın onun
sinirini fazlasıyla bozduğu doğruydu, söylediklerinin yarısının bile normal
karşılanabileceğini düşünmüyordu Kyuhyun; aynen Hanna’nın bağırarak söylediği
gibi neredeyse aralarını bozmaya çabalar gibi konuşmuştu. Eğer yeterince iyi
arkadaş olmasalar Kyuhyun emindi ki araları bozulurdu da. Ama aksine Hanna iki
gence çatıp arkadaşıyla birlikte evden çekip gitmişti – bir kere daha, motorla.
Kyuhyun kardeşi için endişeleniyordu. Başına bir şey
gelmesinden korkuyordu. Gelmese bile, onu incitmiş olmak gencin gerçekten
canını sıkıyordu. Acaba hatasını kabul edip özür dilese affeder miydi? Abi kardeş
olarak tabii ki daha önce de kavga etmişlerdi; ama bu kavga, şimdiye
kadarkilerin en büyüğü ve en ciddisi sayılabilirdi. En azından Hanna’nın ciddi
bir biçimde isyan ettiği ilk kavgalarıydı. Kyuhyun bile kızın sesinin bu kadar
yüksek ve öfkeli çıkabileceğini bilmiyordu.
“Kendine geldin mi, gidelim mi?” dedi Heechul, mutfak kapısından.
“Hadi gidelim, hatta yolda biraz içebiliriz bile.” Dedi Kyuhyun.
“Annem bizi parçalar, eve alkollü gelmemden nefret ediyor. Neden
her içtiğimde size kaçıyorum, sanıyorsun?” dedi Heechul yarım bir sırıtışla. Kyuhyun
keyifsizce güldü ve ceketini alıp Heechul’un arabasına doğru yürümeye başladı.
Belki Heechul’un annesi eve alkollü gelmelerini sevmiyordu;
ama o yattıktan sonra Heechul’un odasında içerlerse ruhu da duymazdı. Giderken bir
marketten birkaç şişe soju ve bolca abur cubur aldılar, soju şişelerini cips
poşetlerinin arasında eve soktular. Heechul’un odasına kapanıp kapıyı
kilitledikten, üzerlerine var olan en sefil ve en rahat pijamaları giyip bir
şişe de soju açtıktan sonra yanlarına birer paket cips alıp Heechul’un
yatağının yanındaki tüylü halının üzerine kuruldular. Kendilerine birer bardak
doldurup tokuşturarak içtiler, ikisi de düşünceliydi. Üçüncü bardaktan sonra Heechul
derin bir nefes aldı, iç geçirdi.
“Baekhee harbiden esaslı kızmış… o değil de, biz Hanna’nın
gönlünü nasıl alacağız?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder