6 Nisan 2015 Pazartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 16

-16-

Hava kararmak üzereydi, tam trafik olması gereken saatlerdi; ama yollar beklenmedik bir biçimde boştu. Daha önce bir kere kaybolduğundan çevreyi gayet iyi biliyordu Baekhee, aradığı sarayı bulması çok zaman almadı. Bisikletle yarım saat kadar süren yol Dakar’ın kanatlarıyla sadece on dakika sürdü. Motoru evin önünde çalışır halde bıraktıktan sonra telefonunu kaskını çıkarıp telefonunu eline aldı, Hanna’nın numarasını tuşladı.

“Kargonu mu aldın, güzellik?” dedi Hanna, telefonu açar açmaz.

“Evet, hatta hesap sormaya geldim, in aşağı.” Dedi Baekhee, sert tutmaya çalıştığı bir sesle.

“Neden, rengini mi beğenmedin? İstersen yeşili, turuncusu falan da vardı; hemen değiştirebilirim!” dedi Hanna çabucak. Baekhee gözlerini devirdi.

“Bunu sen aşağı inince konuşacağız, dışarıda bekliyorum.” Dedi Baekhee ve Hanna cevap veremeden telefonu kapattı. Çok yüksek sesle gülmemek için elini ağzına kapattı ve telefonunu cebine soktu. Gözlüğünü çıkarıp gözüne taktı, kaskını da kafasına geçirdi ve beklemeye başladı. İki dakika sonra Hanna bahçenin dev kapısını açıyordu.


“Ne oldu, neden-” diyordu ki kız, karşısındaki görüntüyü anlamlandırmayı başardığı anda çenesi karnına düştü. Baekhee sırıttı ve tek parmağıyla güneş gözlüğünü burnundan aşağı iterek üzerinden arkadaşına baktı.

“Yeni nesil artık prenslerini beyaz atlı değil, siyah motorlu yetiştiriyor, diyorlar.” Dedi Baekhee, cilveli bir sesle. Hanna iki elini de ağzına kapatarak Baekhee’ye baktı.

“Bu senin mi?!” dedi kız, tiz bir sesle. Baekhee gülerek başını yukarı aşağı salladı.

“Muhteşem değil mi? Babam on altıncı doğum günümde alacağına söz vermişti; ama unuttuğunu sanıyordum.” Dedi heyecanla. Hanna koşarak yanına geldi ve motora yavaşça dokundu.

“Vay… çok havalı görünüyor!” dedi sonra ve olduğu yerde hafifçe zıpladı.

“Demir at diye buna diyorlar; bak prensliğim tamamlandı işte.” Diye güldü Baekhee. Hanna koşarak motorun çevresinde bir tur attı, ardından yanında durup umutla parıldayan gözlerini arkadaşına dikti.

“Bir tur atmak ister misin?” diye sordu Baekhee, çabucak. Hanna sevinçle zıplayıp ellerini çırptı.

“Gerçekten yapabilir miyim?” dedi, heyecanla. Baekhee Dakar’ın çantasından yolcular için aldıkları korumaları çıkarmıştı bile.

“Şunların hepsini takman gerekiyor, prensip meselesi. Üzerindeki kot kalınsa sorun olmaz; ama git kalın bir ceket giy, tercihen deri olsun.” Dedi Baekhee. Bir an sonra Hanna arkasında bir toz bulutu bile bırakmadan eve doğru gözden kaybolmuştu.

Kızın tercih ettiği ceket, içi polar kürklü kahverengi bir deri ceketti. Baekhee nasıl yapacağını bir türlü çözemiyormuş gibi görünen Hanna’ya korumaları takmasında yardım etti, kaskını da düzgünce başına yerleştirip bağladı ve kendisi oturduktan sonra nasıl motorun arkasına oturacağını anlattı. Hanna motora tırmanırken motorun hafifçe bir tarafa eğildiğini hissetse de kız o kadar hafifti ki sanki motorda hiçbir fazlalık yokmuş gibi hissetti Baekhee. İkisi de güvenle yerlerine yerleştikten ve Hanna da sıkıca tutunduktan sonra Baekhee motorun ayağını topuğuyla vurarak kaldırdı, gidonu sıkıca kavrayıp motoru nazikçe kaldırdı.

Bu sefer gitmek istediği özel bir yer olmadığından Baekhee Seul’un ışıklı sokaklarında yavaşça gezdikten sonra Han nehrinin kıyısına sürdü. Güneş batmış, şehrin iki ucunu birbirine bağlayan köprü ışıklandırılmıştı; ama gökyüzü hala pembe, mor ve turuncunun muhteşem tonlarındaydı. Nehrin kenarında aheste aheste sürerken Baekhee Hanna’nın kollarının belinden ayrıldığını hissetti, ardından kızın çınlayan kahkahasını duydu – muhtemelen kollarını açmış rüzgarı hissediyordu.

 Baekhee gülümseyerek motoru hafifçe yatırdı ve bir virajı yumuşakça döndü, dönerken Hanna’nın kahkahalarının daha da arttığını duydu. Işıklandırılmış köprüye girdi, ortasına geldiğinde kenara çekerek motorun dörtlülerini yaktı. Baekhee mutlulukla manzarayı izleyip nehir havasını içine çekerken Hanna ellerini kızın omuzlarına koydu.

“Biliyor musun, bu hayatımdaki en harika doğum günü olabilir.” Dedi Baekhee, gülümsemesine engel olamayarak – olmayı istediğini de sanmıyordu.

“Gerçekten mi?” dedi Hanna sadece.

“Gerçekten.” Diye kıkırdadı Baekhee, “Ve hediyemin rengini de çok sevdim; bordosu harikaydı. Ama bu kadar çok para harcamak zorunda değildin, hepi topu bir doğum günü işte. Resmen servet harcamışsın, kendimi kötü hissettim.”

“Arkadaşlarıma sık sık böyle şeyler yapmam. Aslında benim şimdiye kadar Heechul’dan sonra en yakın arkadaşım sensin, Heechul bile seni kıskanıyor; bu yüzden babama seni anlatıp bir de yavru köpek bakışı çektiğim zaman hiç ikiletmedi.” Dedi Hanna.

“Yine de... yani, sadece tarif kitabı yeterliydi, biliyorsun.” Dedi Baekhee. Hanna kızın omzuna vurdu.

“Madem öyle; bana el yapımı bir pasta borçlusun, diyelim. Hediyelerinle yaptığın ilk pastayı ben yiyeceğim.” Dedi Hanna, hemen ardından ekledi, “Ha ben sana böyle yaptım diye sen de aynısını yapmak zorunda değilsin! Sakın kendini sen de bana büyük bir şey almak zorundaymış gibi hissetme, tamam mı? Çok kızarım. Ben sen çok beğendin ve ben de alabiliyorum diye sana bunu aldım. Sen de benim beğendiğimi düşündüğün ve alabileceğin bir şeyi alırsın; bu yoldan kopardığın bir papatya da olabilir, ne fark eder ki? Ben onu kurutup sakladığım zaman senin hediyelerden daha bile çok dayanacağı kesin hem.”

“O zaman doğum gününde başından aşağı bir kamyon papatya yağdıracağım.” Diye güldü Baekhee. “Dönelim mi?”

“Olabilir, abim eve dönmeden beni bırakman ikimizin de hayrına olabilir.”

Gülüştüler, Baekhee Dakar’ın burnunu Hanna’nın evine çevirip yine aynı rehavetle sürmeye başladı. Sadece Hanna’nın abisi eve gelecek diye şu anı rezil etmeyecekti, böyle bir anın bir daha ne zaman geleceğini kimse tahmin edemezdi sonuçta. Gerçi Baekhee bunun oldukça sık olmasını istediğini söyleyebilirdi, Hanna da bu küçük geziyi en az onun kadar çok sevmiş gibi görünüyordu. Baekhee biliyordu çünkü kız yol boyu arkasında kıkırdamakla meşguldü.

Hanna’nın evine yaklaştıklarında kız kollarını yeniden Baekhee’nin etrafına sardı ve arkadaşının omzunun üzerinden dikkatle bakmaya başladı. Baekhee dikiz aynasından onun gözlerini kısmış dikkatle yolu inceliyor olduğunu görebiliyordu.

“Ne oldu?” diye seslendi, yavaşlayarak.

“Abimin arabasına bakıyorum!” dedi Hanna cevaben. Bir saniye sonra Hanna’nın evinin dev bahçe kapısından biri diğerinden daha iri ve daha koyu renk saçlı iki siluet ok gibi fırlamıştı. Baekhee Hanna’nın arkasında kasıldığını hissettiğinde kaşlarını çattı; ama bir yorum yapmadan yola odaklandı. Sonunda evin önünde durduklarında kapıdan fırlayan iki şekil derhal motorun yanına koştular.

“HANNA!! Ne yapıyorsun sen? İn çabuk!” dedi uzun boylu olanı. Baekhee’ye arkası dönük olduğundan kız koyu renk saçlarının ardına saklanmış yüzünü göremiyordu; ama Hanna inerken kollarından tutarak onu neredeyse ayaklarına ağırlık vermesini gerektirmeyecek kadar çok destekleyen, yüzü endişeyle kızgınlık karışımı bir ifadeyle kasılmış olan açık saçlı kişinin önceki pazar veli toplantısında gördüğü Bay Kedi Surat olduğuna emindi.

“Bir şey yaptığım yok, oppa! Chul tamam- kendim ayakta durabilirim Heechul kolumu morartacaksın!” diyerek silkinip Bay Kedi Surat’tan kurtuldu Hanna. Baekhee kendisi de motorundan sessizce inerken demek meşhur Heechul buymuş, diye düşündü.

“Nasıl bir şey yaptığın yok?!” dedi uzun boylu olanı kızgınca; ellerini beline koyup Hanna’nın karşısına geçtiğinde Baekhee sonunda gencin yüzünü gördü.

Aslında gördüğünün bir hayalden ibaret olup olmadığına emin değildi; ama hiçbir rüyasında gencin yüzünü hava alanında gördüğü o hafif gülümsemesinin dışında bir ifadeyle hayal etmemişti. Dolayısıyla bu öfkeyle kaşları çatılmış ifade şu anda gerçek olmalıydı. Hayat ona zalim bir oyun oynuyordu, evet hepsi bundan ibaretti. En olmayacak zamanda, en olmayacak şekilde sadece varlığıyla başını döndüren, kalbi duruverecekmiş gibi hissettiren o yaratık tam şu anda karşısında olmak zorundaydı, Hanna ona oppa diye seslenmek zorundaydı ve Baekhee, sudan çıkmış balık gibi, hiç ses çıkaramadan ağzını öylece açıp kapamak zorundaydı.

“Basbayağı, bir şey yapmıyorum, oppa! Hele senin dönüp bana bağırmanı gerektirecek hiçbir şey yapmıyorum!” diye bağıran Hanna’nın sesiyle kendine geldi Baekhee. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu ve sanki maraton koşmuş da aldığı nefesler yetmiyormuş gibiydi; ama zaman donmuş gibi hissetmiyordu en azından.

“Bir motosikletin üzerinde ne işin var senin?!” diye bağırdı bu sefer Hanna’nın abisi; Heechul denen zevzek de kızgın bakışlarını Hanna’ya dikmiş, kaçacak yer bırakmıyordu.

“Ağır olun, beyler!” diye seslendi Baekhee, kendini tutamadan. İki genç de belli ki onun orada olduğunu unutmuştu; ama konuşur konuşmaz ikisinin de gözleri onun üzerine dikildi. “Kafayı peynir ekmekle mi yediniz siz? Eve motorla geldi diye kızın üzerine bu kadar gidilir mi?”

“Sen kimsin be?” dedi Heechul denen meymenetsiz uyuz yaratık. Baekhee gözlerini kıstı. Benim adım Song Baekhee, kedi surat; ama tanıştığıma pek memnun olmadım, demek isterdi; ama bunun pek mantıklı bir hareket olmayacağını düşündüğü için derin bir nefes alarak sözlerini yuttu.

“Baekhee, yapma.” Dedi Hanna anında, arkadaşının sinirlenmeye başladığını fark ederek.

“Ah, demek çok anlattığın Baekhee bu bir de, öyle mi?” dedi Hanna’nın abisi, tıslar gibi.

“OPPA!” dedi Hanna, uyarır gibi.

“Bir de arkadaşı mı olacaksın? Sen kendini ne sanıyorsun, öldürmek mi istiyorsun Hanna’yı?!” dedi genç öfkeyle, ardından Hanna’nın bileğini kavradığı gibi içeri yürümeye başladı. “Gidiyoruz.”

“Oppa- oppa durur musun lütfen?” dedi Hanna; ama açık kapılardan yanlarında Heechul’le içeri girerlerken abisinden kurtulması imkansızdı. Baekhee kaskını çıkarıp Dakar’ın üzerine bıraktı ve peşlerinden içeri koştu. Abisinin Hanna’yı tutan kolunu yakalayıp sertçe silkerek kızı bırakmasını sağladığında eve giden yolu yarılamışlardı. Baekhee Hanna’yı çabucak arkasına çekti ve abisinin öldürücü bakışlarına aynen karşılık verdi. Genç önce Baekhee’nin kolunu hala bırakmamış eline, ardından yeniden kızın yüzüne baktı; Baekhee kıpırdamayınca dudakları ince bir çizgi halini aldı.

“Kim olduğunu sanıyorsun sen? Dokunma bana.” Dedi genç, ipeksi bir sesle.

“Benim adım Song Baekhee; Çin’den bu sene gelen transfer lise öğrencisi olduğumu sanıyorum.” Diyerek tek kaşını kaldırdı Baekhee. “Seninle tanıştığımı sanmıyorum.”

“Cho Kyuhyun, Hanna’nın abisiyim. Şimdi çek elini.” Dedi genç, gittikçe daha çok sinirlendiği belli oluyordu. Sorun değildi, çileden çıkıp çimlerin üzerinde yuvarlanıp tepinmesi Baekhee’yi bayağı eğlendirebilirdi. Baekhee dudağının bir köşesinin yukarı kıvrıldığını hissetti.

“Az önce aynısını Hanna senden isterken böyle dertlerin yoktu. Abi olmak zorbalık hakkını da beraberinde mi getiriyor, acaba? Hani abim yok da, sorayım dedim.” Dedi kız, havadan sudan konuşur gibi; ama yüzündeki yarım sırıtış ve meydan okuyan ölümcül bakış tam tersini söylüyordu.

“Pek de sivri dilliymiş.” Diye tısladı Kyuhyun, ardından kolunu silkerek kızdan kurtuldu. Baekhee olduğu yerde dikleşip başparmaklarını pantolonunun ceplerine taktı, meydan okuyarak gence bakmaya devam etti.

“Baekhee, yapma…” dediğini duydu Hanna’nın sessizce, yalvarır gibi. Kızın sesindeki bir şey Baekhee’nin içinin acımasına neden oldu. Şu anda durmayacaktı.

“Görüyor musun? Kendi kardeşin bile senin ne yapacağından korkuyor olmalı ki bana durmamı söylüyor. Nazi kampı mı burası?” dedi Baekhee, gözlerini kısarak.

“Baek…” dedi Hanna zayıf bir sesle; ama artık sesinde daha çok endişenin yanında şaşkınlık vardı.

“Sen ne biliyorsun ki?!”  diye bağırdı Kyuhyun birdenbire; o kadar ani ve o kadar vahşi bir sesti ki bu sadece Baekhee ve Hanna değil, Heechul da yerinden sıçradı. Bir an sonra Kyuhyun aralarında on santimetre kalıncaya kadar Baekhee’nin üzerine yürümüştü. Eğer bu bir anime olsaydı gözleri gölgede kalacak şekilde çizilmiş, nefesi duman gibi tütüyor olurdu – tam şu anda Baekhee’nin bunu düşünüyor olması hiç mantıklı değildi tabi.

“Kyu sakin ol…” diyerek arkadaşının arkasından yaklaşan Heechul’u göz ucuyla gördü Baekhee; ama bakışlarını gencin içinde yıldırımlar çakan gözlerinden ayıramıyordu.

“Sanki onun hakkında en iyisini sen bilirmişsin gibi, sanki onu en çok sen düşünürmüşsün gibi konuşma karşımda sakın. Hiçbir şey bildiğin yok. Bir de kendine onun arkadaşı mı diyorsun? Sen hangi hayal dünyasında yaşıyorsun? Sen kim oluyorsun, kiminle konuştuğunu sanıyorsun? Sadece üç haftadır tanıdığın bir kızın abisiyle bu şekilde konuşamazsın, ufaklık.” Diye resmen hırladı Kyuhyun, Heechul’un omzuna koyduğu elini de silkerek tek hamlede uzaklaştırdı.

“Belli ki onun hakkında senden çok şey bilmeye ihtiyacım yok; hala onun hislerini senden çok ben önemsiyorum.” Dedi Baekhee, ipeksi bir sesle. Gencin sözlerinin tam olarak ne kadar on ikiden vurduğunu, ne kadar canını yaktığını belli etmeye hiç niyeti yoktu.

“Evet, çünkü ölü bir kızın hisleri hayatta olmasından daha önemli!” dedi Kyuhyun, iğneleyerek. Baekhee bu sefer sarsıldığını saklayamadı. Ölü bir kız mı? Hanna’nın hasta veya uzakta olmasının düşüncesi bile yeterince korkunçken ne saçmalıyordu bu adam? Kyuhyun neşesizce gülerek bir adım geri çekildi, yüzünde zafer kazanmış birinin ifadesi vardı. “Sana söylemedi, değil mi?”

“Oppa!” dedi Hanna yalvarırcasına. Baekhee dönüp bir saniye arkadaşına baktı. Göz göze geldiklerinde Hanna’nın yüzünde af dileyen bir bakış vardı. Baekhee duyacaklarından korkarak yeniden Kyuhyun’a döndü.

“Kendini arkadaşı sanıyorsun; ama sana kendisi hakkında en önemli şeyi söyleme zahmetine bile girmedi, tahmin etmiştim.” Dedi Kyuhyun, ardından kollarını kavuşturdu. “Sen kendini bir şey sanırken biz burada onun için en iyisini düşünüyoruz. Bilmediğin üzere, Hanna’nın küçük hastalığı yüzünden eğer ufacık bir kaza olsa onu kanamadan öldürebilirdin. Sen yürüyüp giderdin; olan ona olurdu. Arkadaşım dediğin kişinin katili sen olurdun.”

“Oppa sus!” dedi Hanna, ardından arkadaşına döndü, “Baekhee, bana kızma, sana söyleyecektim- onun dediği gibi bir şey değil, sadece yaralandığım zaman kanamam biraz geç duruyor, tedavisini biliyorlar, bir şey olmazdı, büyük bir şey değil bu-”

“Onu pabucuma anlat!” diye kükredi Kyuhyun, kardeşinin sözünü keserek.

“Yine de böyle yapamazsın!” diye neredeyse haykırdı Baekhee içgüdüsel olarak, Kyuhyun’un Hanna’nın bir adım geri kaçmasına neden olacak kadar güçlü tepkisine karşılık. “Onu öldürecek miydim? Sana katil gibi mi görünüyorum? Ölelim diye mi bindim ben o motora? Sen abartıyor olabilirsin; ama Hanna pek öyle düşünüyor gibi görünmüyor, kendi hastalığını hiçe sayacak kadar aptal mı senin kardeşin?! Onu cam fanusta yetiştiremezsin! Herkes bir gün ölecek; sen de öleceksin, ben de öleceğim, Hanna da bir gün ölecek; belki de sen onu burada güvende tutmak isterken üzerine bir yıldırım düşüverecek! Sen ona prensesler gibi davrandığını sanırken onu nelerden mahrum bıraktığının farkında mısın?! Işığı görmeyen karanlığı da bilmezmiş; onun neyi kaçırdığını bilmediğine gayet memnunsun, değil mi? Yarım bir hayatı yaşamaktansa ölmeyi tercih etmediğine sevinmen gerekirken sen-”

Baekhee sinirden ağlamakta olduğunu da, zangır zangır titremekte olduğunu da gözyaşları görüşünü bulanıklaştırıp gözlerinden sorgusuzca döküldüğü zaman fark etti. Çabuk bir hareketle yüzünü sildi. İnsanların önünde ağlamaktan nefret ederdi, hele Hanna’ya bu şekilde davranan iki hayvan bile denemeyecek yaratığın önünde böylesi bir zayıflık göstermekten daha da çok nefret etmişti.

“O kadar bencilsin ki gözünün önündekini göremiyorsun. Abisi olduğunu iddia ediyorsun, onu koruduğunu sanıyorsun; ama tek yaptığın bir çeşit süs bitkisi gibi saksıya ekip onu evin bir köşesine koyuvermek çünkü hiçbir yere gitmesini istemiyorsun, değil mi? O hayatını yaşarken ona yardım etmek, sıkıntıya düşerse onu kollamak ve kurtarmak aklına bile gelmiyor, sen de kendine abi mi diyorsun?! Biliyor musun, senin gibisine abi değil hapishane gardiyanı denir!” dedi Baekhee tükürürcesine. Hemen yanından ona dikilmiş şaşkın bir çift gözün hayal meyal farkındaydı; ama dökülen gözyaşları gibi içindeki zehrin tamamını dökmezse bir hafta uyuyamazdı. Karşısındaki artık öfkeden çok daha karmaşık duygularla dolu olan dipsiz siyah gözlere hiddetle baktı.

“Belki de onu sadece üç haftadır tanıyorum, belki de senin onun hayatı için en önemli olduğunu düşündüğün şeyi bilmiyorum; ama bunu neden insanlara söylemek istemiyor olabileceğini hiç düşündün mü? Hiç kardeşinin kendini boğuluyor gibi hissedebileceği olasılığı aklına gelmedi, değil mi? Sen onu seviyorsun ve o seni seviyor diye, elinizin altında her şeyi alacak paranız var diye, aileniz de ah, çok harika diye onun her şeye sahip ve mutlu olduğunu mu düşündün gerçekten? Hangi çocuk düşmesin diye koşmasına izin verilmeden, yaralanmasın diye bisiklete binmeden, kanatları bağlanmış kuş gibi büyüyebilir ve gerçek anlamda mutlu olabilir? Bencil… sadece bencilsiniz ve bencilliğinizden gözünüz en sevdiğinizi söylediğiniz kişinin aslında ne hissettiğini görmekten aciz.” Dedi Baekhee, başını çevirip ayağının yanına tükürdü, ardından yeniden Kyuhyun’a baktı. “İşte bu kadar değer veriyorsunuz ona. Sadece üç haftadır tanıyan bir kız bunları anlayabiliyorsa abisi sıfatını taşıyarak geçirip kendinden utanmadığın her an insanlıktan çıktığını biraz daha kanıtlıyorsun, demektir.”

Söyleyeceklerinin bittiğini fark ettiğinde Baekhee orada daha fazla kalırsa hiç hoş olmayacağını da bir anda anlayarak arkasını döndü. Ağzı açık ona bakmakta olan Hanna’ya özür dileyerek hafifçe gülümsedi ve gözlerini sertçe silip hızla evin dışına, yolun kenarında bıraktığı Dakar’ına doğru yürümeye başladı. Tam kaskını kafasına takıp motoruna bindiği an, Hanna’nın sesini tekrar duydu.

“SANA BIRAK DEDİM!” diye bağırıyordu kız, Baekhee’nin daha önce hiç duymadığı kadar öfkeli bir sesle. Baekhee başını kaldırıp şaşkınlıkla bahçe kapısından içeri baktığında Hanna’nın silkinerek abisinden kurtulduğunu gördü. Aslında basıp gitmek istiyordu; ama bir şey buna engel oluyormuş gibi burnunu çekip gözlerini silerek izlemeye başladı.

“Hanna sakin ol!” dedi Heechul, kıza dikkatle yaklaşmaya çalışarak.

“Olmamak için haklı sebeplerim var, sen de bunu biliyorsun!” dedi Hanna, Heechul’a dönüp; sonra kollarını açıp sallayarak haykırmaya başladı. “Ya siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ya?! Bunca zaman sonra ilk defa bu kadar iyi bir arkadaşım oldu, abi senin söylediğin şeylere bak! Yaptığınız şeyin saçmalığına bir bakın ya! Motora bindim diye beni haşlıyorsunuz, eve tek bir morluğum bile olmadan döndüğüm halde! Sadece sizin saçma davranışınıza en doğal tepkiyi veren arkadaşıma bel altı saldırıyorsunuz, üstelik kız yerden göğe haklı! O kız üç haftadır benim kayıp ikizim gibi, her gün onunla tekrar konuşmayı iple çekiyorum, sen aramızı bozmaya çalışır gibi sözler söylüyorsun, onu beni öldürmeye çalışmakla suçluyorsun ve kendi doğum gününde bir kızın böyle ağlamasına neden oluyorsun! İnanmazsın ama ben artık bebek değilim ve bu sen bile olsan Baekhee’ye bunu yaptığın için seni affetmeyeceğim!”

Hanna yüzü sinirden kıpkırmızı bir halde yanına doğru koşarken Baekhee sadece şok içinde izleyebiliyordu. O kadar şaşkındı ki arkadaşı gelip Dakar’ın arkasından sarı siyah kaskı alırken de, kafasına geçirip Baekhee’nin arkasına otururken de kız hiçbir şey söyleyemedi.

“Gidelim, Baek, nereye olursa.” Dedi Hanna sonunda kızın beline tutunduğunda, sesinde bastırılmış bir öfkeyle. Baekhee şaşkınlığını üzerinden atarak burnunu çekti, artık gözyaşlarının süzülmediği yanaklarını çabucak sildi ve Dakar’ın gidonunu kavrayıp motoru çalıştırdı.

“Nasıl istersen.”

*

Hızla koşup siyah kaskını başına geçirmiş arkadaşının arkasında motora binen küçük kardeşini ağzı açık bir biçimde, neredeyse çaresizce izledi genç. Kısa bir süre sonra Hanna’nın en sevdiği yeni arkadaşı motorun üzerinde doğrulmuş, ikisinin de saçlarının yarım kasklarının altından savrulmasına neden olarak hızla evin kapısından uzaklaşmıştı. Kyuhyun dişlerini sıktı, ellerini saçlarından geçirdi ve okkalı bir küfür savurdu.

“Kyuhyun, gel içeri geçelim, sen de bir su iç. Ne dersin?” dedi Heechul dikkatle. Kyuhyun derin bir nefes aldı ve tek kelime etmeden fırtına gibi evin içine girdi. Annesiyle babası neyse ki sinema odasındaydılar, Aşk ve Gurur izlemekle meşgullerdi ve dışarıda kopan fırtınayı ruhları bile duymamıştı, Kyuhyun bir de onlarla uğraşmak zorunda değildi.

Genç çabucak mutfağa gitti, dolaplardan birinden bir bardak kapıp buzdolabından soğuk su doldurdu, tek seferde kafasına dikti. O kadar hızlı içmişti ki beyni dondu, bardağı bırakıp burun kökünü ovarken bir küfür daha savurdu. Heechul’un onu sahibinin nesi olduğunu merak eden endişeli, aptal bir kedi gibi kuyruğunda dolanması da hiç yardımcı olmuyordu.

“Ne var?” diye parladı, arkadaşına.

“Hey, ben senin tarafındayım.” Diye uyardı Heechul sert bir sesle. Kyuhyun saçmaladığını fark ederek sakinleşmek için derin bir nefes daha aldı ve kendini yemek masasının etrafına dizili sandalyelerden birine öylesine bıraktı. Normal bir zamanda asla bu şekilde konuşmaz, hatta düşünmezdi bile; ama sinirlendiği zaman gözü hiçbir şey görmüyordu, bu herhalde onun tek kötü özelliğiydi. Ellerini yeniden saçlarından geçirdi, bu sefer her bir teli başka yöne bakana kadar karıştırdı ve avuçlarını yüzünden aşağı bastırarak çekti.

“Hayata döndün mü?” dediğini duydu Heechul’un. Başını kaldırıp baktığında arkadaşının hemen yanındaki sandalyeyi ters çevirip oturmuş, kollarını da sandalyenin arkalığına dayadığını gördü. Gencin yüzündeki acıyan ifadeden rezil göründüğünü anlayabiliyordu.

“Sayılır.” Dedi ve derin bir nefes alıp ofladı, gözlerini kaçırdı. Hanna’nın arkadaşının – ona adıyla seslenmeyi nedense istemiyordu – söylediği sözler beyninde yankılanıp duruyordu. Belki bu kadar kafasına takmayabilirdi; ama üzerine Hanna’nın da hiç yapmadığı gibi patlaması onu düşündüğünden daha fazla sarsmıştı, anlaşılan.

“Baekhee esaslı kızmış…” dedi Heechul kendi kendine bir süre sonra. Kyuhyun dönüp ona sert bir bakış atınca da masum olduğunu gösterircesine ellerini kaldırdı. “Sadece söylüyorum! Sana bu şekilde kafa tutacak, üstelik üste çıkıp bütün cevaplarını aynen ağzına tıkacak fazla insan yok.”

“Sağ ol, muhteşemsin, çok yardımcı oldun.” Dedi Kyuhyun, bariz bir biçimde tam tersini kastederek. Heechul pes ederek iç çekti ve sandalyeden kalktı.

“Ben gidip üzerimi değiştiriyorum, anlaşılan bu gece burada kalmayacak gibiyiz. Sen de bir sakinleş.” Dedi, mutfaktan çıkmak için yürüyerek.

“O niye?” dedi Kyuhyun şüpheyle.

“Adam gibi sakinleşmeden Hanna’yla bir daha konuşmayacaksın. İkinizin de sakinleşmesi lazım, yoksa yine aptalca bir kavga çıkar. Bize gidiyoruz.” Diye açıkladı Heechul ve Kyuhyun’a itiraz etmesi için zaman vermeden mutfaktan çıktı. Gerçi zaman verse de Kyuhyun itiraz etmeyecekti, arkadaşının nadiren haklı olduğu zamanlardan birine denk gelmişlerdi.

Heechul’un yokluğunu fırsat bilerek gözlerini kapattı ve meditasyon yapar gibi sakinleşmeye çalıştı Kyuhyun. Bu oldukça zordu, çünkü ne zaman beynini boşaltmaya çalışsa yaratabildiği ilk boşlukta Hanna’nın arkadaşının sesi çınlıyordu. Kız sanki bir parazit gibi beynini tamamen işgal etmişti. Daha önce hiç düşünmediği şeyleri, hiç düşünmediği şekillerde yüzüne tokat gibi çarpmakla kalmamış, Hanna’nın da onu savunmasıyla bir şekilde, hiçbir şey yapmadan haklı olduğunu kanıtlamıştı da.

Kızın karanlıkta parlayan gözleri, vahşi olduğu kadar kırılgan duran bakışları, yüzünü ıslatan gözyaşları ve ayaklarının dibine tükürmek için başını çevirdiğinde savrulan siyah, dalgalı saçları gözlerinin önüne geldi, gereksiz yere. Kyuhyun dişlerini sıktı ve başını hızla sallayarak görüntüyü uzaklaştırmaya çalıştı; ama başarılı olmaya yaklaşamadı bile. Gözlerini açtığı zaman kızın sesi kulaklarında çınlıyordu; kapattığında gözkapaklarının arkasına damgalanmış gibi duran görüntüsü, hırçın ve incinmiş bakışlarını aynı meydan okur tavırla gözlerine dikerek ona bakıyordu.

Kyuhyun bu kızı ilk görüşünün bu olmadığını biliyordu. Bu senenin başındaki çılgınlığıydı bu kız; atmak istediği eski, liseden kalma montunu verdiği, hava alanında donmak üzere gibi görünüp Çince küfürler saydıran kızdı. Soğuk rüzgarda savrulup yüzünü okşayan saçlarına bakıp kendi kendine gülerken onu bir daha göreceğini hiç düşünmemişti. Hava alanından ayrıldıktan sonra defalarca onu gördüğünü düşünmüştü; Heechul ve Seohyun’la lunaparka gittiğinde yanında ıslak saçlı bir gençle önünden koşarak geçtiğini sanmıştı, ardından birkaç gün sonra arabayla neredeyse çarpacağı bisikletlinin o olduğunu sanmıştı. Belki de gerçekten oydu, kim bilebilirdi ki? Kyuhyun sadece bu kızın tatlı dudaklarından böyle kelimeler dökülebileceğini hayal bile etmediğini biliyordu… tabii ki daha önce herhangi bir şey hayal ettiğinden değil.

Oflayarak hızla başını salladı ve sandalyesinden kalktı, dudağını ısırıp mutfakta volta atmaya başladı. Konuyu dağıtmamalıydı, şu anda önemli olan Hanna’nın ona ne kadar kırıldığıydı. Baekhee denen kızın onun sinirini fazlasıyla bozduğu doğruydu, söylediklerinin yarısının bile normal karşılanabileceğini düşünmüyordu Kyuhyun; aynen Hanna’nın bağırarak söylediği gibi neredeyse aralarını bozmaya çabalar gibi konuşmuştu. Eğer yeterince iyi arkadaş olmasalar Kyuhyun emindi ki araları bozulurdu da. Ama aksine Hanna iki gence çatıp arkadaşıyla birlikte evden çekip gitmişti – bir kere daha, motorla.

Kyuhyun kardeşi için endişeleniyordu. Başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Gelmese bile, onu incitmiş olmak gencin gerçekten canını sıkıyordu. Acaba hatasını kabul edip özür dilese affeder miydi? Abi kardeş olarak tabii ki daha önce de kavga etmişlerdi; ama bu kavga, şimdiye kadarkilerin en büyüğü ve en ciddisi sayılabilirdi. En azından Hanna’nın ciddi bir biçimde isyan ettiği ilk kavgalarıydı. Kyuhyun bile kızın sesinin bu kadar yüksek ve öfkeli çıkabileceğini bilmiyordu.

“Kendine geldin mi, gidelim mi?” dedi Heechul, mutfak kapısından.

“Hadi gidelim, hatta yolda biraz içebiliriz bile.” Dedi Kyuhyun.

“Annem bizi parçalar, eve alkollü gelmemden nefret ediyor. Neden her içtiğimde size kaçıyorum, sanıyorsun?” dedi Heechul yarım bir sırıtışla. Kyuhyun keyifsizce güldü ve ceketini alıp Heechul’un arabasına doğru yürümeye başladı.

Belki Heechul’un annesi eve alkollü gelmelerini sevmiyordu; ama o yattıktan sonra Heechul’un odasında içerlerse ruhu da duymazdı. Giderken bir marketten birkaç şişe soju ve bolca abur cubur aldılar, soju şişelerini cips poşetlerinin arasında eve soktular. Heechul’un odasına kapanıp kapıyı kilitledikten, üzerlerine var olan en sefil ve en rahat pijamaları giyip bir şişe de soju açtıktan sonra yanlarına birer paket cips alıp Heechul’un yatağının yanındaki tüylü halının üzerine kuruldular. Kendilerine birer bardak doldurup tokuşturarak içtiler, ikisi de düşünceliydi. Üçüncü bardaktan sonra Heechul derin bir nefes aldı, iç geçirdi.


“Baekhee harbiden esaslı kızmış… o değil de, biz Hanna’nın gönlünü nasıl alacağız?” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder