4 Nisan 2015 Cumartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 14

-14-

Baekhee zaman kaybetmeden tel kapıyı açıp basket sahasına girdi. Hanna’nın dikkatini çekmesi tam olarak iki saniye aldı, zaten kız basket maçıyla hiç ilgileniyormuş gibi görünmüyordu. Baekhee’yi görür görmez sıkılmış ifadesi buharlaşıp uçtu ve yerine taptaze bir heves geldi. Hanna ayağa kalkarken Baekhee de çantasını tel duvarın köşesine fırlatıp ona doğru ağır çekimde, kollarını açıp kanat gibi sallayarak koşmaya başladı. Esas amacı sarılmaktı; ama bir yerden sonra Hanna sahneden kopup gülmekten iki büklüm olunca bu amaca ulaşamadı.

“Çatlaksın sen!” dedi kız, Baekhee yanına gittiğinde.

“Sen de bunu seviyorsun.” Dedi Baekhee pişkin pişkin.

“Bilemiyorum, duygularımı bir gözden geçirmem gerek.” Dedi Hanna, pis pis sırıtarak, sonra kızı kolundan tutup çantaların üzerindeki tahtına doğru çekti. “Nasıldı?”

“Ölümüne sıkıcı!” diyerek gözlerini devirdi Baekhee. Hanna kendini tahtına rahatça bıraktı.

“Çok şaşırtıcı.” Dedi, eleştirel bir sanat yorumu yapar gibi.

“Boşuna gelmişim resmen. Hiçbiri dişe dokunur tek kelime etmedi. Hepsi de ruhu ölmüş, çürümüş ve kokmuş uyuz moruklar! Haerin bunlara nasıl katlanıyor ki?” diye söylenmeye devam etti Baekhee.

“Herkes Bay Minwoo olamaz, değil mi?” diye kıkırdadı Hanna, bariz bir biçimde pembeleşen yanaklarını Baekhee görebiliyordu.

“Sen de bu adamı amma sevdin.” Dedi, pis pis sırıtarak. “Himchan bir bilse kıskançlığından ortadan ikiye yarılır.”

“Aman, gören de açık hamleler yapıyorum sanır! Hepi topu çok yakışıklı, sempatik, zeki, arkadaş canlısı… yani, şeytan tüyü var, işte! Sen de sevmemişsin gibi yapma, şimdi!” dedi Hanna, oturduğu yerde tepinerek. Baekhee elinde olmadan bir kahkaha patlattı.

“Sevmedim, demedim ki! Sadece sen çok seviyorsun, dedim.” Dedi, kahkahalarını bastırmaya çalışırken. Hanna kollarını kavuşturdu.

“Evet, demedin; ama ima ettin.” Dedi kız, gözlerini kapatıp burnunu abartılı bir hareketle havaya dikerek. Baekhee bir an için sessizce kıza baktı, ardından yumruğunu ağzına bastırarak bir gülme krizine girdi. Sonunda gülmeyi bırakıp nefes alabildiğinde sadece Hanna’nın değil, bütün ufaklıkların da tepesinde dikilmekte olduğunu gördü. Çocukların her biri ter içindeydi; ama dünyanın bütün neşesiyle gülümseyen aralarında sadece üçü vardı: Baekhyun, Sehun ve Haerin.

“İyi olduğuna emin misin?” diye sordu Rian Haerin’e, sessizce.

“Tabii ki eminim; unni her zaman böyledir, henüz geberene kadar güldüğü günü görecek kadar şanslı olamadım.” Dedi Haerin. Baekhee kıza doğru bir tekme savurdu.

“Gel buraya, sıpa!” diye bağırdı, savururken de. Haerin küçük bir viyaklama çıkararak kıl payıyla tekmeden kurtuldu ve Baekhee’nin ulaşamayacağı bir yerde kıkır kıkır gülmeye başladı.

“Unni mi? Haerin senin kız kardeşin mi?” diye sordu Hanna, şaşkınlıkla. Baekhee ayağı hala havada, tekme atmaya hazır bir şekilde arkadaşına döndü.

“Tanıştınız mı siz? Gerçi niye soruyorsam, burada oturuyorsan tanışmışsınız, demektir. Senin kardeşin de Sehun, değil mi?” diye sordu çabucak.

“Biliyor muydun?” dedi Hanna, biraz daha şaşırarak. Baekhee omuz silkti.

“Sadece tahmin ettim. Hiç sana çekmemiş, tam bir burnu havada kendini beğenmiş velet.” Dedi Baekhee. Hanna anında gözlerini devirdi.

“Sorma! Daha geçen seneye kadar böyle değildi bu, gayet sevimli bir çocuktu. Ergenliğe girdiğinden beri kendini dünyanın efendisi sanıyor.” Dedi Hanna, elini bıkkınlıkla sallayarak.

“Noona!” diye isyan etti Sehun, yüzünden ve sıkılı yumruklarından hayal kırıklığı akıyordu.

“Ne var? Yalan mı?” diye burun kıvırdı Hanna, kardeşinin isyanına. Sehun o kadar üzgün görünüyordu ki Baekhee çocuğa kıyamadı. Ayağa kalkıp çocuğa sarıldı ve başını okşamaya başladı.

“Tamam Nana, üzerine gitme. Ergen işte! O da öğrenecek, sadece büyürken arada kafasına vuracak birilerine ihtiyacı var.” Dedi nazikçe. Bu harekete ortamdaki herkes şaşırmış gibi görünüyordu; ama kimse şu anda teşekkür mü etse, kavga mı çıkarsa yoksa çığlık atarak kaçsa mı bilemiyormuş gibi duran Sehun kadar şaşkın olamazdı.

“Vallahi eti senin, hatta kemiği de senin; ne istersen yapabilirsin!” dedi Hanna. Bir abla olarak korumacı olması gerekirdi; ama Baekhee’nin davranışlarında da Sehun’u kendi kardeşiymiş gibi düşünen gerçek bir abla görmüştü. Buna güvenebilirdi.

“Duydun mu, ufaklık? Artık iki ablan varmış, diyorlar.” Dedi Baekhee, çocuğa bakıp sırıtarak. Sehun bir an şaşkın şaşkın baktı, sonra somurtup yanaklarını şişirdi ve Baekhee’yi iterek arkasını dönüp uzaklaştı. Giderken de kendi kendine anlaşılmaz şeyler mırıldanıyordu.

“Sehunie-yah…” diye cıvıldadı Hanna oturduğu yerden, oldukça melodik bir biçimde. “Sen bana küstün mü yoksa?”

“Bunu evde konuşacağız.” Dedi Sehun ve ablasına ters bir bakış atarak küçük çetesini toparladı, Hanna’yı tahtından etmek suretiyle çantaları topladıktan sonra topunu da alıp basket sahasından çıktı. Hanna iç geçirip başını iki yana salladı.

“Gönlünü almak için ne yapacaksın?” dedi Baekhee, kendi çantasını yerden alırken.

“Hallederim ben, sen orasını merak etme.” Dedi Hanna, umursamazca. Baekhee bu umursamazlığın altında kardeşiyle aralarındaki ilişkiye güvenmesinin yattığını bilmese onu azarlama ihtiyacı duyardı; ama adını pek duymadan küçük kardeşinin hikayelerini Hanna’dan o kadar çok duymuştu ki aralarındaki bağın fazlasıyla güçlü olduğunu biliyordu.

Ufaklıklardan ayrılınca bir cumartesi boyu boş kaldıklarını fark edip ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Lunapark fikrini Hanna canının pek istemediğini söyleyerek (böyle bir şey gerçekten mümkün müydü?) reddetti. Sahil çok uzaktaydı ve hava Hanna’nın esen rüzgarda üşütmesine neden olacak kadar soğuktu, bunu da yapamazlardı. Sonunda Baekhee olduğu yere oturuverdi.

“E ne yapacağız? Çok fazla hareket edemezsin çünkü yoruluyorsun, lunaparkı istemiyorsun, parkta daha dün yürüdün, sahil çok uzak ve çok soğuk, kafe kapalı… bende fikir bitti, sen seç!” dedi Baekhee, bağdaş kurup kollarını da kavuşturarak. Hanna durumdan pek memnun görünmüyordu, sanki sakladığı bir şey var gibiydi; ama bir saniye sonra yüzü hevesle aydınlanıp konuştuğu zaman Baekhee bunu unuttu.

“Hadi bize gidelim!” dedi kız. Baekhee şaşırsa da bunun tek bir sebebi yoktu.

“Size mi? Evde kimse yok mu? Bunun kafeye gitmekten ne farkı olacak?” diye Baekhee soruları peş peşe sıralarken Hanna yüksek sesle iç geçirdi ve gözlerini devirdi.

“Yine başladın, taramalı tüfek gibi!” dedi kız huysuzca.

“Adetin mi yakın senin?” dedi Baekhee, tek kaşını kaldırarak. Hanna ona ters bir bakış atınca Baekhee sorusunun cevabının evet olduğunu anlayarak sustu.

“Evde bir tek abim olmalı; annemle babamın işi var, abimin de işi öğlen bitecekti. Odasına çekilip kafasını oyununa gömer, bizi rahatsız etmez.” Dedi Hanna, bir kraliçe edasıyla elini sallayarak.

“Ben onu rahatsız etmeyeyim?” dedi Baekhee, şüpheyle.

“Dalga mı geçiyorsun? Seni o kadar çok anlatıyorum ki en son “gökten zembille mi indi bu kız birdenbire, getir de biz de tanışalım bakalım şu yeni ruh öküzün kimmiş” dedi bana!” dedi Hanna hevesle. Baekhee tereddüt ederek hafifçe gülümser gibi yaptı.

“Eee, şey… seviyor mu, sövüyor mu?” dedi Baekhee, dikkatle. Hanna kıkırdadı.

“Öyle konuştuğuna bakma; aslında seninle bu kadar iyi anlaşmama şaşırdığı için nasıl biri olduğunu merak ettiğini anlatmaya çalışıyor.” Diye tercüme etti Hanna, sonunda da ekledi. “Bu iyi bir şey.”

“Hım… eh, iyi bakalım, madem öyle…” dedi Baekhee; ama hala tereddüt ettiği yüzünden açıkça okunabiliyordu. Hanna kızı kolundan tutup sahanın dışına doğru sürüklemeye başladı.

“Hadi ama! Yemez, korkma!” dedi, gülerek. Baekhee insanlarla kolay arkadaş olabiliyor olabilirdi; ama arkadaşlarının aileleriyle tanıştırılmak başka bir konuydu.

“Ondan değil, daha çok kendimi görücüye çıkarılıyor gibi hissediyorum.” Dedi, kendi söylediklerinin saçmalığına gülerek.

“Eh, müstakbel kocacığım olarak bunun er ya da geç olması gerekiyordu.” Dedi Hanna, çok normal bir şeyden bahseder gibi. Yüz ifadesi o kadar gerçekçiydi ki Baekhee elinde olmadan gülmeye başladı.

Baekhee sonunda ikna olduğunda gidip bisikletini Haerin’in nereye bıraktığını buldular – olması gerektiği gibi bisiklet parkındaydı, doğal olarak. Baekhee bisikleti çıkarıp yerleşti, Hanna da onun arkasına yerleşip kızın omuzlarına tutundu. Bu şans bir harikaydı, Baekhee bunu kesinlikle pas geçemezdi. Pis pis sırıttı.

“Bakıyorum hiç öyle sarılmak falan yok. Hani kocacığındım lan ben senin? Ha? Sattın mı hemen?” dedi kız, kızma taklidi yaparak.

“Ne oldu, kıskandın mı?” dedi Hanna, onun da sırıtmakta olduğu sesinden anlaşılıyordu.

“Aldatılıyorum lan, sence kıskandım mı?” dedi Baekhee isyanla. İki kız da kıkırdadılar, ardından Hanna kollarını Baekhee’nin beline kaydırdı.

“Bu nasıl, sevdiceğim?” dedi kız sonra, tatlı bir sesle. Baekhee başıyla onayladı.

“Bunu kabul edebilirim.” Dedi kız, sırıtarak. Pedal çevirmeye başladığında Hanna içgüdüsel olarak kıza biraz daha sıkı tutundu – ki bu tam olarak Baekhee’nin erkek doğmamış olduğuna milyonuncu kez küfrettiği ana denk geliyordu. Erkek olsa Hanna kesinlikle şu anda Himchan’ın değil onundu.

Hanna bisikletinin arkasında neredeyse hiçbir ağırlık yapmadığından Baekhee okuldan yola çıkan yokuşu kolayca aşarak bisikleti eve doğru çevirdi. Hanna’nın evinin kendi evini geçtikten, hatta okulu da geçtikten sonra olduğunu biliyordu, bu yüzden hiç sormadan bisikletin burnunu o tarafa çevirdi. Yolda giderlerken üzerlerine tatlı sonbahar güneşi vuruyordu ve önceki gece yağmur yağmış olacak ki havada yumuşak bir toprak kokusu vardı. Bir süre sonra Hanna arkasında kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladığında Baekhee kendini boş boş gülümserken buldu.

Okulun önünden geçtikten birkaç sokak sonra Hanna ona evin yolunu tarif etmeye başladı. Baekhee aslında yakın bir yerde bir müstakil ev bekliyordu; ama apartmanların gittikçe kısaldığı, bahçeli evlerin arttığı sokakları da geçtiler ve şehrin daha uç bir yerine doğru gitmeye başladılar. Baekhee sadece Hanna’nın yönergelerini izliyor ve evlerin bahçeleri gitgide genişler, evlerin kat sayısı artar ve çitler daha afili hale gelirken daha ne kadar gideceklerini merak ediyordu. Tam artık kızın kendine ait bir adası olması gerektiğini düşünmeye başlıyordu ki Hanna Baekhee’ye durmasını söyledi.

“Bir an gerçekten sonsuza kadar süreceğiz, sandım.” Dedi Baekhee, Hanna’nın peşinden bisikletinden inerken. Dönüp Hanna’nın yöneldiği eve baktı. Kıvrıntılı pirinç çitlerin arkasında yaban gülü çalılarından bir başka çit vardı ve cinsi muhtemelen yediveren olan çalının üzeri küçük, beyaz güllerle kaplıydı. Güllerin arasında boşluk olan tek yer şu anda Hanna’nın yaklaşmakta olduğu büyük, cennetin kapılarına benzeyen çift kanatlı kapıydı. Baekhee içerisini göremiyordu; ama görebildiği kadarıyla içeride çift katlı, koyu kahve ahşap duvarlı dev bir malikane ve bolca bahçe alanı vardı.

“Fakirhanemize hoş geldin, Baek.” Dedi Hanna, kıkırdayarak, ardından Baekhee kapının önüne gelir gelmez metal kapının yanındaki küçük ekrana bir kod girdi. Baekhee yanında bisikleti, çenesi karnına düşmüş bir biçimde izlerken kocaman metal kapılar kendiliğinden, hiç ses çıkarmadan açıldılar. Baekhee gözlerini arkadaşına çevirdi.

“Ha burası fakirhane, yani? Kendimi hamamböceği gibi hissettim.” Dedi kız, sonra gözlerini yeniden eve çevirip içeri doğru yavaşça yürümeye başladı.

“İstersen seni de kraliyet soyağacına yazdırabilirim.” Diye kıkırdadı Hanna arkadaşının peşinden gelirken. Baekhee onaylar bir mırıltı çıkardı; ama daha fazlasını söylemek için etrafı incelemekle fazlasıyla meşguldü.

Bahçe kapısından evin ana kapısına kadar olan yolun tamamı Arnavut kaldırımıydı, taş yolun yanında küçük, fıskiyeli bir havuz vardı; kalan her yer baştan ayağa bahçeydi. Bazı yerlerinde çiçekler, bazı yerlerinde küçük meyve ağaçları, bazı yerlerindeyse sadece yemyeşil çimler vardı; ama ustaca düzenlendikleri ve rutin bakım gördükleri her hallerinden belliydi. Evin yanında bir de büyükçe garaj vardı. İçinde ne olduğunu göremiyordu Baekhee; ama hemen önünde park etmiş sarı Volkswagen Beetle’ın Hanna’nın abisine ait olduğunu hatırlıyordu.

Evin ana kapısına üç basamakla çıkılıyordu. Hanna kıza bisikleti yolun kenarına bırakmasını söyleyerek merdivenleri tırmandı, Baekhee de dediğini yaptıktan sonra onu takip etti. Aslında Baekhee bu kapının da bir şifreyle açılacağına inanmıştı; ama Hanna küçük bir kutunun tabanına parmağını bastırdıktan sonra bir anahtar çıkarıp kapının kilidini bu şekilde açtı. Arkadaşı içeri girerken Baekhee hala kapıda ağzı açık dikilmekle meşguldü.

“Sinek kaçacak, kapa şu ağzını!” diye haşladı onu Hanna, kısa süre sonra. Baekhee başını hızla iki yana sallayıp arkadaşının peşinden evin içine girdi. Kapılar arkalarından kapanırken kızlar ayakkabılarını çıkardılar. Baekhee kendi ayakkabılarını nereye koysa bilememişti; ama Hanna kendininkileri çıkardığı yerde bırakıp kızı kolundan içeri çekince bunu pek fazla düşünmeye fırsatı olmamıştı.

Büyükçe bir holden geçip çok daha büyük bir salonun içine girdiler. İçerisi gerçekten saraylara layık döşenmişti ve her şey son modeldi – özellikle elektronik aletler. Salondaki büyük ekranlı siyah televizyon, Baekhee’nin dikkatini ilk çeken şey olmuştu. Hanna üzerindeki ceketi çıkarıp televizyonun önündeki deri koltuğun üzerine savurdu ve sekerek salonun ucuna yürüyüp kapılardan birinde kayboldu. Eğer onu kaybederse bu evin içinde tamamen kaybolacağından korkan Baekhee de etrafı incelemeyi bırakıp çabucak arkadaşının peşinden koştu. Hanna’nın girdiği yer anlaşılan yine dev gibi olan bir mutfaktı; kız havuz manzaralı pencerenin hemen önündeki mutfak masasına dayanmış, Baekhee’ye sırıtıyordu.

“Eee, yardımcı şefim; mutfağımızı beğendin mi?” dedi Hanna. Baekhee yutkundu.

“Beğenmek mi? Ya burası insanlar için mi yaratılmış, emin misin sen?” dedi kız, sesindeki şoku saklayamamıştı. Hanna tatlı tatlı kıkırdadı.

“Bizzat kefilim, burada insanlar yaşıyor. O kadar çok mu şaşırdın? Çok da anlatmıştım, halbuki.” Dedi kız. Baekhee profesyonel mutfaklara taş çıkaracak mutfağı incelemeye koyuldu.

“Hani tamam, büyük, falan; ama gözünle görmek de başka oluyormuş.” Dedi kız, bir yandan dolapları karıştırmaya başlayarak. “Bakabilir miyim, bu arada?”

“Zaten bakıyorsun.” Dedi Hanna, ardından o da gidip bir dolabı açtı ve bir şeyler çıkarmaya koyuldu. Tencerelerin, kraliyet sofrasına ait gibi duran yemek takımlarının ve boş saklama kaplarının durduğu dolapları incelemeyi bitirdiğinde Hanna’dan gelen seslerin kesildiğini fark etti Baekhee ve kafasını kaldırıp merakla baktı.

“Onlar ne?” diye sordu, Hanna’nın tezgaha yığdığı türlü çeşit şeylere bakarak.

“Pasta malezemelerimiz.” Dedi Hanna, gururla. Baekhee dolabının kapağını kapatarak doğrulurken Hanna da yığından bir şey çıkarıp birincilik kupası gibi havaya kaldırdı. “Bak!”

“Peki o ne?” diye sordu Baekhee bu sefer. Hanna elindeki gümüş şeyi – biri küçük biri büyük iki tabanı olan tabak gibi bir şeye benziyordu – tezgaha küçük gümüş plak alta gelecek şekilde bıraktı ve büyük olan plağa parmaklarıyla hafifçe dokunarak dönmesini sağladı.

“Bu, şekerim, bizim pasta tablamız. Annemi dün bunu alması için ikna etmeyi başardım! Hatta bunun yanında krema sürmek için bıçağımız, pandispanya kalıbımız, pansipanyayı kesmek için bir başka bıçağımız, kedi dillerimiz, şekillendirilebilir şekerlemelerimiz, şekerleme kalıplarımız, gıda boyalarımız, krema sıkacağımız, şekillendirmek için uçlarımız, pasta altlığımız, kutumuz, hamur karıştırıcımız…”

“Yuh ama artık!” dedi Baekhee, Hanna yeni aldığı oyuncaklarının her birini tek tek gösterirken çenesi yine karnına düşmüştü.

“Daha bitmedi.” Diye kıkırdadı kız. “Bak, şekillendirmek ve pastaya koymak için iyi kalite çikolatamız, bir sürü meyvemiz, jölemiz, damla çikolatalarımız ve şekerden incilerimiz bile var.”

“Düğün pastası mı yapıyoruz?” dedi Baekhee, neredeyse dehşet içinde çıkan tiz bir sesle.

“Abartma, salak!” dedi Hanna, gülerek.

“Bak, kızım, senin için normal olabilir bu; ama benim için değil, tamam mı? Pasta yapacağım, desem, e iyi yap işte mutfaktaki malzemelerle der bizimkiler; sense bildiğin hamur karıştırma makinesi aldırmışsın! E bu kadarı da fazla.” Dedi Baekhee. Hanna biraz daha güldü.

“Bir şey istediğin zaman bana söyle sen de. Zaten hep bir kız kardeşim olmasını istemişimdir; seni de bizim aileden gibi beslerim ben.” Dedi kız, sırıtarak. Baekhee bir an kalakaldı, sonra iç geçirdi.

“O ne öyle, parazit gibi? Senin olan sende kalsın, ben de zengin kankam var, diye övünürüm artık.” Dedi kız sırıtarak. Derin bir nefes aldı ve ellerini tezgaha koydu. Lükse alışmak kolaydı ve Baekhee Hanna’nın zenginlik miktarına yeterince şaşırdığına kanaat getirmişti. “Eee, neli yapıyoruz?”

“Bir dakika, abime bakayım. Arabası da evde; ama kendisi buradaysa bizi rahatsız etmemesi adına kendisini odasına kilitlemek gibi hoş planlarım var.” Dedi Hanna ve sekerek mutfaktan çıktı. Baekhee kafasını kapıdan dışarı uzattığında Hanna salondan dışarı çıkıyordu.

“OPPA!” diye bağırdı kız salondan çıkar çıkmaz, Baekhee’nin daha önce hiç duymadığı kadar yüksek sesle. Ardından kızın merdivenlerden çıktığını işaret eden pat pat ayak sesleri geldi. Bir süre sessizlik oldu; ardından aynı merdivene vuran ayak sesleri yeniden geldi. Bir saniye sonra Hanna yeniden salon kapısında belirmişti; ama kafası karışmış gibi kaşlarını çatmıştı. Kız koltuğa attığı ceketinin ceplerini karıştırmaya başladığında Baekhee mutfak kapısından uzaklaşmadan sordu.

“Sorun ne?”

“Abim odasında değil. Alt katta da değil; sinema odasının kapısı açık. Arabası da burada. Nereye gitti bu?” dedi Hanna, doğrulduğunda elinde telefonu vardı. Baekhee izlerken Hanna telefonuna bir şeyler tuşladı, sonra kulağına dayadı.

“Abini mi arıyorsun?” dedi Baekhee. Hanna başıyla onayladı. Kısa süre sonra abisi telefonu açmış olacak ki Hanna’nın kasılmış yüzü biraz gevşedi.

“Neredesin sen?” dedi kız direk, hesap sorar gibi. “Kim?.. Ney?.. Şunun sesini kıssanıza! Hah şimdi söyle… ha, Heechul o yüzden acele ediyordu… e tabi mürekkepbalığı da orada, değil mi?... ne var, canım ne isterse derim; senin sevgilin diye sevmek zorunda değilim o kızı ben!... öf, tamam, kapatalım bence bu konuyu. Hiçbir zaman anlaşamayacağız. Evlenirsen düğünü basmam, benden alabileceğin en büyük söz bu…. ha evet; Baekhee’yi eve çağırdım da, yakın zamanda dönme, diyecektim… eve kız attım abi, Allah Allah! Sen miyim ben?... Sehun’u da kendine benzeteceksin zaten… yok, on u ben korurum; yavrum olmaz senin gibi… he, beğenmiyorum; o mürekkepbalığıyla çıktığın sürece de beğenmeyeceğim… neyse, gelme sen!... pasta yapacağız… yok, şey, birine sözüm vardı da… evet, Himchan’a… ne biçim abisin sen be?!... tamam, tamam… tamam, hadi görüşürüz.”

Kız telefonu kapattığında yüzünde muhtemelen farkında olmadığı bir gülümseme vardı. Baekhee hala mutfak kapısından kedi gibi izlemekteydi. “Ne dedi?”

“Heechul’a gitmiş, orada oyun oynuyorlarmış. Ben de gelme, dedim işte. Himchan’ı da eve çağırın bari, dedi; derdi ne bunun?” dedi Hanna, yeniden mutfağa doğru giderken. Baekhee kızın yolundan çekildi, Hanna içeri girdikten sonra da peşinden yürüdü.

“Ne güzel işte! Beraber yersiniz, benim de eve erken gitmem gerekiverir…” dedi Baekhee, bütün masumiyetini takınarak; ama Hanna’nın keskin bakışlarına hedef olmaktan kurtulamadı.

“Sonra abim gelsin bizi bassın, sonra Himchan’ın atomlarını bile bulamasınlar. Ne dersin?” dedi kız, tek kaşını kaldırarak. Baekhee omuz silkti.

“Abin gelince yatağın altına saklanmayı bilmiyorsa artık başına ne gelirse hak etmiş, demektir.” Dedi, umursamazca. Hanna anlaşılmaz bir şeyler söyleyerek Baekhee’yi pataklamaya başladı; ama bir yandan da gülüyordu. Baekhee de kıkırdayarak kendini savunuyormuş gibi yaptı, sonunda Hanna sakinleştiğinde de kız rahat bir tavırla mutfak masasına yaslandı.

“Pisliksin, biliyor musun?” dedi Hanna, karşısında kollarını kavuşturarak.

“Her zaman, karıcığım.” Dedi Baekhee, pişkince; sonra devam etti. “O mürekkepbalığı dediğin abinin sevgilisi mi?”

“Evet, adı Seohyun.” Dedi Hanna, bıkkınca gözlerini devirdi ve tezgaha gidip malzemeleri düzenlemeye başladı. Baekhee de yanına gidip pasta için sessizce hazırlıklara yardım etmeye başlayınca devam etti. “Kız dünyanın en uyuz, ikiyüzlü, içten pazarlıklı, sahte insanı; ama bir şekilde benim aptal abimi kandırmayı başardı. Bir sene oldu herhalde çıkmaya başlayalı; ama bana bir ömür gibi geldi. Nasıl oluyorsa hala da ayrılmadılar! İlk başta iyi niyetli olmaya çalıştım, arkadaş olmayı falan denedim; ama kişiliği tam bir rezalet. Sonra bir süre de katlanmaya çalıştım, ayrılacağına inandım; ama olacak gibi değil! Annemle babam yorum yapmıyor; ama onların da kızı sevmediğini biliyorum. Zaten Sehun elinde olsa parçalarına ayıracak kızı. Lanet mürekkepbalığı, bir çıkmadı hayatımızdan! Ama ben de kız kardeşi olarak onaylamıyorum bu ilişkiyi. Şimdi o düşünsün.”

“Sessiz ve derinden yıkarsın sen bu ilişkiyi, senden korkulur.” Dedi Baekhee. Hanna başıyla onayladı.

“Şu ara biraz açıktan oynuyorum aslında, aralarını biraz açmayı başardım gibi; ama biraz daha sürerse pençelerimi çıkarmam gerekecek. O zaman görür onlar.” Diye gözlerini kısıp tısladı Hanna.

“Bana ihtiyacın olursa haber ver; gider o kızı insanlıktan çıkarırım, sıkıntı yok.” Dedi Baekhee, yüzüne şeytani bir sırıtış yerleştirerek. Hanna arkadaşının sesindeki tınıyı sezinleyerek baktığında önce öylece bakakaldı, sonra kıkırdadı.

“Bir an abim konuşuyor, sandım! Kötülük konusunda onunla yarışabilirsin.” Dedi kız, kıkırdayarak. Baekhee eliyle saçlarını savurdu.

“Yarışmak mı? Hah! Tırnağım olamaz. Ben şeytanın geliniyim.” Dedi kız, abartılı bir kendini beğenmişlikle. Hanna göz ucuyla baktı.

“Ona da şeytanın ta kendisi, diyorlar; bilemedim…” Dedi, imalı bir ses tonuyla, sonra dudaklarını büzüp tavana baktı.

“Eh, gidip onu baştan çıkaran o küçük fahişeyi öldürsem fena olmaz, o zaman…” dedi Baekhee ve parmaklarını kıtlattı. Hanna’yla bakıştılar ve kötücüllükte birbiriyle yarışan iki korkunç kahkaha attıktan sonra gülmeye başladılar.

Kısa süre sonra kızlar ellerini yıkayıp önlüklerini takmış, harıl harıl çalışıyorlardı. Baekhee kremayı yapmayı bitirdiği zaman Hanna’nın burnuna sürmek suretiyle küçük bir krema savaşına neden olduğundan işleri (temizlik ve kremayı yeniden yapmak gerektiğinden) biraz uzasa da iki saatin sonunda dönen tablalarının üzerinde keki çikolatalı, kendisi muzlu kremalı ve meyveli, etrafına kedidilleri dizilip şekerlemeyle tutturulmuş, üzeri de krema ve damla çikolatalarla süslenmiş muhteşem bir pastaları vardı. Hanna tablayı hafifçe döndürerek pastayı her açıdan görmelerini sağlarken Baekhee ellerini yanaklarına bastırdı.

“Bunu Himchan’a vermek zorunda mıyız?” dedi kız, yalvarırcasına.

“Aslında dürüst olmak gerekirse ben de tam şu anda kesip yemek istiyorum; ama olmaz. Söz verdim.” Dedi Hanna; ama o da özlemle pastaya bakmakla meşguldü.

“Hadi ama… lütfen!” dedi Baekhee, arkadaşını koluyla dürtüp burnunu omzuna kedi gibi sürttü.

“Beni caydıramazsın!” dedi Hanna, gözlerini kapatarak arkadaşından uzaklaştı. “Şimdi Himchan’ı arayacağım ve pastayı sahibine vereceğiz!”

“Buraya mı çağıracaksın?” dedi Baekhee, gözleri parlamıştı. Bunu da kabul edebilirdi.

“Tabii ki hayır!” diyerek kızın bütün umutlarını söndürdü Hanna, “Yakında bir park var, orada buluşacağız. Hiç sulanma, pastanın hepsi Himchan’ın; o kutuları boşuna almadım ben.”

“Ne var canım, ben Himchan’ı eve atacaksın diye heyecanlanmıştım.” Dedi Baekhee, alt dudağını sarkıtıp omuz silkti.


“Kapa çeneni.” Dedi Hanna. Baekhee kıkırdadı ve eliyle ağzının fermuarını çekiyormuş gibi yaptı. Bundan sonra Hanna yeniden telefonunu alıp taze sevgilisini çağırmak için ararken de, konuşurken de uslu bir kız olup sessizce dinlemekle yetindi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder