-14-
Baekhee zaman kaybetmeden tel kapıyı açıp basket sahasına
girdi. Hanna’nın dikkatini çekmesi tam olarak iki saniye aldı, zaten kız basket
maçıyla hiç ilgileniyormuş gibi görünmüyordu. Baekhee’yi görür görmez sıkılmış
ifadesi buharlaşıp uçtu ve yerine taptaze bir heves geldi. Hanna ayağa
kalkarken Baekhee de çantasını tel duvarın köşesine fırlatıp ona doğru ağır
çekimde, kollarını açıp kanat gibi sallayarak koşmaya başladı. Esas amacı
sarılmaktı; ama bir yerden sonra Hanna sahneden kopup gülmekten iki büklüm
olunca bu amaca ulaşamadı.
“Çatlaksın sen!” dedi kız, Baekhee yanına gittiğinde.
“Sen de bunu seviyorsun.” Dedi Baekhee pişkin pişkin.
“Bilemiyorum, duygularımı bir gözden geçirmem gerek.” Dedi
Hanna, pis pis sırıtarak, sonra kızı kolundan tutup çantaların üzerindeki
tahtına doğru çekti. “Nasıldı?”
“Ölümüne sıkıcı!” diyerek gözlerini devirdi Baekhee. Hanna
kendini tahtına rahatça bıraktı.
“Çok şaşırtıcı.” Dedi, eleştirel bir sanat yorumu yapar
gibi.
“Boşuna gelmişim resmen. Hiçbiri dişe dokunur tek kelime
etmedi. Hepsi de ruhu ölmüş, çürümüş ve kokmuş uyuz moruklar! Haerin bunlara
nasıl katlanıyor ki?” diye söylenmeye devam etti Baekhee.
“Herkes Bay Minwoo olamaz, değil mi?” diye kıkırdadı Hanna,
bariz bir biçimde pembeleşen yanaklarını Baekhee görebiliyordu.
“Sen de bu adamı amma sevdin.” Dedi, pis pis sırıtarak.
“Himchan bir bilse kıskançlığından ortadan ikiye yarılır.”
“Aman, gören de açık hamleler yapıyorum sanır! Hepi topu çok
yakışıklı, sempatik, zeki, arkadaş canlısı… yani, şeytan tüyü var, işte! Sen de
sevmemişsin gibi yapma, şimdi!” dedi Hanna, oturduğu yerde tepinerek. Baekhee
elinde olmadan bir kahkaha patlattı.
“Sevmedim, demedim ki! Sadece sen çok seviyorsun, dedim.”
Dedi, kahkahalarını bastırmaya çalışırken. Hanna kollarını kavuşturdu.
“Evet, demedin; ama ima ettin.” Dedi kız, gözlerini kapatıp
burnunu abartılı bir hareketle havaya dikerek. Baekhee bir an için sessizce
kıza baktı, ardından yumruğunu ağzına bastırarak bir gülme krizine girdi.
Sonunda gülmeyi bırakıp nefes alabildiğinde sadece Hanna’nın değil, bütün
ufaklıkların da tepesinde dikilmekte olduğunu gördü. Çocukların her biri ter
içindeydi; ama dünyanın bütün neşesiyle gülümseyen aralarında sadece üçü vardı:
Baekhyun, Sehun ve Haerin.
“İyi olduğuna emin misin?” diye sordu Rian Haerin’e,
sessizce.
“Tabii ki eminim; unni her zaman böyledir, henüz geberene
kadar güldüğü günü görecek kadar şanslı olamadım.” Dedi Haerin. Baekhee kıza
doğru bir tekme savurdu.
“Gel buraya, sıpa!” diye bağırdı, savururken de. Haerin
küçük bir viyaklama çıkararak kıl payıyla tekmeden kurtuldu ve Baekhee’nin
ulaşamayacağı bir yerde kıkır kıkır gülmeye başladı.
“Unni mi? Haerin senin kız kardeşin mi?” diye sordu Hanna,
şaşkınlıkla. Baekhee ayağı hala havada, tekme atmaya hazır bir şekilde arkadaşına
döndü.
“Tanıştınız mı siz? Gerçi niye soruyorsam, burada
oturuyorsan tanışmışsınız, demektir. Senin kardeşin de Sehun, değil mi?” diye
sordu çabucak.
“Biliyor muydun?” dedi Hanna, biraz daha şaşırarak. Baekhee
omuz silkti.
“Sadece tahmin ettim. Hiç sana çekmemiş, tam bir burnu
havada kendini beğenmiş velet.” Dedi Baekhee. Hanna anında gözlerini devirdi.
“Sorma! Daha geçen seneye kadar böyle değildi bu, gayet
sevimli bir çocuktu. Ergenliğe girdiğinden beri kendini dünyanın efendisi
sanıyor.” Dedi Hanna, elini bıkkınlıkla sallayarak.
“Noona!” diye isyan etti Sehun, yüzünden ve sıkılı
yumruklarından hayal kırıklığı akıyordu.
“Ne var? Yalan mı?” diye burun kıvırdı Hanna, kardeşinin
isyanına. Sehun o kadar üzgün görünüyordu ki Baekhee çocuğa kıyamadı. Ayağa
kalkıp çocuğa sarıldı ve başını okşamaya başladı.
“Tamam Nana, üzerine gitme. Ergen işte! O da öğrenecek,
sadece büyürken arada kafasına vuracak birilerine ihtiyacı var.” Dedi nazikçe.
Bu harekete ortamdaki herkes şaşırmış gibi görünüyordu; ama kimse şu anda
teşekkür mü etse, kavga mı çıkarsa yoksa çığlık atarak kaçsa mı bilemiyormuş
gibi duran Sehun kadar şaşkın olamazdı.
“Vallahi eti senin, hatta kemiği de senin; ne istersen
yapabilirsin!” dedi Hanna. Bir abla olarak korumacı olması gerekirdi; ama Baekhee’nin
davranışlarında da Sehun’u kendi kardeşiymiş gibi düşünen gerçek bir abla
görmüştü. Buna güvenebilirdi.
“Duydun mu, ufaklık? Artık iki ablan varmış, diyorlar.” Dedi
Baekhee, çocuğa bakıp sırıtarak. Sehun bir an şaşkın şaşkın baktı, sonra somurtup
yanaklarını şişirdi ve Baekhee’yi iterek arkasını dönüp uzaklaştı. Giderken de
kendi kendine anlaşılmaz şeyler mırıldanıyordu.
“Sehunie-yah…” diye cıvıldadı Hanna oturduğu yerden, oldukça
melodik bir biçimde. “Sen bana küstün mü yoksa?”
“Bunu evde konuşacağız.” Dedi Sehun ve ablasına ters bir
bakış atarak küçük çetesini toparladı, Hanna’yı tahtından etmek suretiyle
çantaları topladıktan sonra topunu da alıp basket sahasından çıktı. Hanna iç
geçirip başını iki yana salladı.
“Gönlünü almak için ne yapacaksın?” dedi Baekhee, kendi
çantasını yerden alırken.
“Hallederim ben, sen orasını merak etme.” Dedi Hanna,
umursamazca. Baekhee bu umursamazlığın altında kardeşiyle aralarındaki ilişkiye
güvenmesinin yattığını bilmese onu azarlama ihtiyacı duyardı; ama adını pek
duymadan küçük kardeşinin hikayelerini Hanna’dan o kadar çok duymuştu ki
aralarındaki bağın fazlasıyla güçlü olduğunu biliyordu.
Ufaklıklardan ayrılınca bir cumartesi boyu boş kaldıklarını
fark edip ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Lunapark fikrini Hanna canının
pek istemediğini söyleyerek (böyle bir şey gerçekten mümkün müydü?) reddetti.
Sahil çok uzaktaydı ve hava Hanna’nın esen rüzgarda üşütmesine neden olacak
kadar soğuktu, bunu da yapamazlardı. Sonunda Baekhee olduğu yere oturuverdi.
“E ne yapacağız? Çok fazla hareket edemezsin çünkü
yoruluyorsun, lunaparkı istemiyorsun, parkta daha dün yürüdün, sahil çok uzak
ve çok soğuk, kafe kapalı… bende fikir bitti, sen seç!” dedi Baekhee, bağdaş
kurup kollarını da kavuşturarak. Hanna durumdan pek memnun görünmüyordu, sanki
sakladığı bir şey var gibiydi; ama bir saniye sonra yüzü hevesle aydınlanıp
konuştuğu zaman Baekhee bunu unuttu.
“Hadi bize gidelim!” dedi kız. Baekhee şaşırsa da bunun tek
bir sebebi yoktu.
“Size mi? Evde kimse yok mu? Bunun kafeye gitmekten ne farkı
olacak?” diye Baekhee soruları peş peşe sıralarken Hanna yüksek sesle iç
geçirdi ve gözlerini devirdi.
“Yine başladın, taramalı tüfek gibi!” dedi kız huysuzca.
“Adetin mi yakın senin?” dedi Baekhee, tek kaşını
kaldırarak. Hanna ona ters bir bakış atınca Baekhee sorusunun cevabının evet
olduğunu anlayarak sustu.
“Evde bir tek abim olmalı; annemle babamın işi var, abimin
de işi öğlen bitecekti. Odasına çekilip kafasını oyununa gömer, bizi rahatsız
etmez.” Dedi Hanna, bir kraliçe edasıyla elini sallayarak.
“Ben onu rahatsız etmeyeyim?” dedi Baekhee, şüpheyle.
“Dalga mı geçiyorsun? Seni o kadar çok anlatıyorum ki en son
“gökten zembille mi indi bu kız birdenbire, getir de biz de tanışalım bakalım
şu yeni ruh öküzün kimmiş” dedi bana!” dedi Hanna hevesle. Baekhee tereddüt
ederek hafifçe gülümser gibi yaptı.
“Eee, şey… seviyor mu, sövüyor mu?” dedi Baekhee, dikkatle.
Hanna kıkırdadı.
“Öyle konuştuğuna bakma; aslında seninle bu kadar iyi
anlaşmama şaşırdığı için nasıl biri olduğunu merak ettiğini anlatmaya
çalışıyor.” Diye tercüme etti Hanna, sonunda da ekledi. “Bu iyi bir şey.”
“Hım… eh, iyi bakalım, madem öyle…” dedi Baekhee; ama hala
tereddüt ettiği yüzünden açıkça okunabiliyordu. Hanna kızı kolundan tutup
sahanın dışına doğru sürüklemeye başladı.
“Hadi ama! Yemez, korkma!” dedi, gülerek. Baekhee insanlarla
kolay arkadaş olabiliyor olabilirdi; ama arkadaşlarının aileleriyle
tanıştırılmak başka bir konuydu.
“Ondan değil, daha çok kendimi görücüye çıkarılıyor gibi
hissediyorum.” Dedi, kendi söylediklerinin saçmalığına gülerek.
“Eh, müstakbel kocacığım olarak bunun er ya da geç olması
gerekiyordu.” Dedi Hanna, çok normal bir şeyden bahseder gibi. Yüz ifadesi o
kadar gerçekçiydi ki Baekhee elinde olmadan gülmeye başladı.
Baekhee sonunda ikna olduğunda gidip bisikletini Haerin’in
nereye bıraktığını buldular – olması gerektiği gibi bisiklet parkındaydı, doğal
olarak. Baekhee bisikleti çıkarıp yerleşti, Hanna da onun arkasına yerleşip
kızın omuzlarına tutundu. Bu şans bir harikaydı, Baekhee bunu kesinlikle pas
geçemezdi. Pis pis sırıttı.
“Bakıyorum hiç öyle sarılmak falan yok. Hani kocacığındım
lan ben senin? Ha? Sattın mı hemen?” dedi kız, kızma taklidi yaparak.
“Ne oldu, kıskandın mı?” dedi Hanna, onun da sırıtmakta
olduğu sesinden anlaşılıyordu.
“Aldatılıyorum lan, sence kıskandım mı?” dedi Baekhee
isyanla. İki kız da kıkırdadılar, ardından Hanna kollarını Baekhee’nin beline
kaydırdı.
“Bu nasıl, sevdiceğim?” dedi kız sonra, tatlı bir sesle.
Baekhee başıyla onayladı.
“Bunu kabul edebilirim.” Dedi kız, sırıtarak. Pedal
çevirmeye başladığında Hanna içgüdüsel olarak kıza biraz daha sıkı tutundu – ki
bu tam olarak Baekhee’nin erkek doğmamış olduğuna milyonuncu kez küfrettiği ana
denk geliyordu. Erkek olsa Hanna kesinlikle şu anda Himchan’ın değil onundu.
Hanna bisikletinin arkasında neredeyse hiçbir ağırlık
yapmadığından Baekhee okuldan yola çıkan yokuşu kolayca aşarak bisikleti eve
doğru çevirdi. Hanna’nın evinin kendi evini geçtikten, hatta okulu da geçtikten
sonra olduğunu biliyordu, bu yüzden hiç sormadan bisikletin burnunu o tarafa
çevirdi. Yolda giderlerken üzerlerine tatlı sonbahar güneşi vuruyordu ve önceki
gece yağmur yağmış olacak ki havada yumuşak bir toprak kokusu vardı. Bir süre
sonra Hanna arkasında kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladığında Baekhee
kendini boş boş gülümserken buldu.
Okulun önünden geçtikten birkaç sokak sonra Hanna ona evin
yolunu tarif etmeye başladı. Baekhee aslında yakın bir yerde bir müstakil ev
bekliyordu; ama apartmanların gittikçe kısaldığı, bahçeli evlerin arttığı
sokakları da geçtiler ve şehrin daha uç bir yerine doğru gitmeye başladılar.
Baekhee sadece Hanna’nın yönergelerini izliyor ve evlerin bahçeleri gitgide
genişler, evlerin kat sayısı artar ve çitler daha afili hale gelirken daha ne
kadar gideceklerini merak ediyordu. Tam artık kızın kendine ait bir adası
olması gerektiğini düşünmeye başlıyordu ki Hanna Baekhee’ye durmasını söyledi.
“Bir an gerçekten sonsuza kadar süreceğiz, sandım.” Dedi
Baekhee, Hanna’nın peşinden bisikletinden inerken. Dönüp Hanna’nın yöneldiği
eve baktı. Kıvrıntılı pirinç çitlerin arkasında yaban gülü çalılarından bir
başka çit vardı ve cinsi muhtemelen yediveren olan çalının üzeri küçük, beyaz
güllerle kaplıydı. Güllerin arasında boşluk olan tek yer şu anda Hanna’nın
yaklaşmakta olduğu büyük, cennetin kapılarına benzeyen çift kanatlı kapıydı.
Baekhee içerisini göremiyordu; ama görebildiği kadarıyla içeride çift katlı, koyu
kahve ahşap duvarlı dev bir malikane ve bolca bahçe alanı vardı.
“Fakirhanemize hoş geldin, Baek.” Dedi Hanna, kıkırdayarak,
ardından Baekhee kapının önüne gelir gelmez metal kapının yanındaki küçük
ekrana bir kod girdi. Baekhee yanında bisikleti, çenesi karnına düşmüş bir
biçimde izlerken kocaman metal kapılar kendiliğinden, hiç ses çıkarmadan
açıldılar. Baekhee gözlerini arkadaşına çevirdi.
“Ha burası fakirhane, yani? Kendimi hamamböceği gibi
hissettim.” Dedi kız, sonra gözlerini yeniden eve çevirip içeri doğru yavaşça
yürümeye başladı.
“İstersen seni de kraliyet soyağacına yazdırabilirim.” Diye
kıkırdadı Hanna arkadaşının peşinden gelirken. Baekhee onaylar bir mırıltı
çıkardı; ama daha fazlasını söylemek için etrafı incelemekle fazlasıyla
meşguldü.
Bahçe kapısından evin ana kapısına kadar olan yolun tamamı
Arnavut kaldırımıydı, taş yolun yanında küçük, fıskiyeli bir havuz vardı; kalan
her yer baştan ayağa bahçeydi. Bazı yerlerinde çiçekler, bazı yerlerinde küçük
meyve ağaçları, bazı yerlerindeyse sadece yemyeşil çimler vardı; ama ustaca
düzenlendikleri ve rutin bakım gördükleri her hallerinden belliydi. Evin yanında
bir de büyükçe garaj vardı. İçinde ne olduğunu göremiyordu Baekhee; ama hemen
önünde park etmiş sarı Volkswagen Beetle’ın Hanna’nın abisine ait olduğunu
hatırlıyordu.
Evin ana kapısına üç basamakla çıkılıyordu. Hanna kıza bisikleti
yolun kenarına bırakmasını söyleyerek merdivenleri tırmandı, Baekhee de
dediğini yaptıktan sonra onu takip etti. Aslında Baekhee bu kapının da bir
şifreyle açılacağına inanmıştı; ama Hanna küçük bir kutunun tabanına parmağını
bastırdıktan sonra bir anahtar çıkarıp kapının kilidini bu şekilde açtı. Arkadaşı
içeri girerken Baekhee hala kapıda ağzı açık dikilmekle meşguldü.
“Sinek kaçacak, kapa şu ağzını!” diye haşladı onu Hanna,
kısa süre sonra. Baekhee başını hızla iki yana sallayıp arkadaşının peşinden
evin içine girdi. Kapılar arkalarından kapanırken kızlar ayakkabılarını
çıkardılar. Baekhee kendi ayakkabılarını nereye koysa bilememişti; ama Hanna
kendininkileri çıkardığı yerde bırakıp kızı kolundan içeri çekince bunu pek
fazla düşünmeye fırsatı olmamıştı.
Büyükçe bir holden geçip çok daha büyük bir salonun içine
girdiler. İçerisi gerçekten saraylara layık döşenmişti ve her şey son modeldi –
özellikle elektronik aletler. Salondaki büyük ekranlı siyah televizyon,
Baekhee’nin dikkatini ilk çeken şey olmuştu. Hanna üzerindeki ceketi çıkarıp
televizyonun önündeki deri koltuğun üzerine savurdu ve sekerek salonun ucuna
yürüyüp kapılardan birinde kayboldu. Eğer onu kaybederse bu evin içinde tamamen
kaybolacağından korkan Baekhee de etrafı incelemeyi bırakıp çabucak arkadaşının
peşinden koştu. Hanna’nın girdiği yer anlaşılan yine dev gibi olan bir
mutfaktı; kız havuz manzaralı pencerenin hemen önündeki mutfak masasına
dayanmış, Baekhee’ye sırıtıyordu.
“Eee, yardımcı şefim; mutfağımızı beğendin mi?” dedi Hanna.
Baekhee yutkundu.
“Beğenmek mi? Ya burası insanlar için mi yaratılmış, emin
misin sen?” dedi kız, sesindeki şoku saklayamamıştı. Hanna tatlı tatlı
kıkırdadı.
“Bizzat kefilim, burada insanlar yaşıyor. O kadar çok mu
şaşırdın? Çok da anlatmıştım, halbuki.” Dedi kız. Baekhee profesyonel mutfaklara
taş çıkaracak mutfağı incelemeye koyuldu.
“Hani tamam, büyük, falan; ama gözünle görmek de başka
oluyormuş.” Dedi kız, bir yandan dolapları karıştırmaya başlayarak. “Bakabilir
miyim, bu arada?”
“Zaten bakıyorsun.” Dedi Hanna, ardından o da gidip bir
dolabı açtı ve bir şeyler çıkarmaya koyuldu. Tencerelerin, kraliyet sofrasına
ait gibi duran yemek takımlarının ve boş saklama kaplarının durduğu dolapları
incelemeyi bitirdiğinde Hanna’dan gelen seslerin kesildiğini fark etti Baekhee
ve kafasını kaldırıp merakla baktı.
“Onlar ne?” diye sordu, Hanna’nın tezgaha yığdığı türlü
çeşit şeylere bakarak.
“Pasta malezemelerimiz.” Dedi Hanna, gururla. Baekhee
dolabının kapağını kapatarak doğrulurken Hanna da yığından bir şey çıkarıp
birincilik kupası gibi havaya kaldırdı. “Bak!”
“Peki o ne?” diye sordu Baekhee bu sefer. Hanna elindeki
gümüş şeyi – biri küçük biri büyük iki tabanı olan tabak gibi bir şeye
benziyordu – tezgaha küçük gümüş plak alta gelecek şekilde bıraktı ve büyük
olan plağa parmaklarıyla hafifçe dokunarak dönmesini sağladı.
“Bu, şekerim, bizim pasta tablamız. Annemi dün bunu alması
için ikna etmeyi başardım! Hatta bunun yanında krema sürmek için bıçağımız,
pandispanya kalıbımız, pansipanyayı kesmek için bir başka bıçağımız, kedi
dillerimiz, şekillendirilebilir şekerlemelerimiz, şekerleme kalıplarımız, gıda
boyalarımız, krema sıkacağımız, şekillendirmek için uçlarımız, pasta
altlığımız, kutumuz, hamur karıştırıcımız…”
“Yuh ama artık!” dedi Baekhee, Hanna yeni aldığı
oyuncaklarının her birini tek tek gösterirken çenesi yine karnına düşmüştü.
“Daha bitmedi.” Diye kıkırdadı kız. “Bak, şekillendirmek ve
pastaya koymak için iyi kalite çikolatamız, bir sürü meyvemiz, jölemiz, damla
çikolatalarımız ve şekerden incilerimiz bile var.”
“Düğün pastası mı yapıyoruz?” dedi Baekhee, neredeyse dehşet
içinde çıkan tiz bir sesle.
“Abartma, salak!” dedi Hanna, gülerek.
“Bak, kızım, senin için normal olabilir bu; ama benim için
değil, tamam mı? Pasta yapacağım, desem, e iyi yap işte mutfaktaki malzemelerle
der bizimkiler; sense bildiğin hamur karıştırma makinesi aldırmışsın! E bu kadarı da fazla.” Dedi Baekhee. Hanna
biraz daha güldü.
“Bir şey istediğin zaman bana söyle sen de. Zaten hep bir
kız kardeşim olmasını istemişimdir; seni de bizim aileden gibi beslerim ben.”
Dedi kız, sırıtarak. Baekhee bir an kalakaldı, sonra iç geçirdi.
“O ne öyle, parazit gibi? Senin olan sende kalsın, ben de
zengin kankam var, diye övünürüm artık.” Dedi kız sırıtarak. Derin bir nefes
aldı ve ellerini tezgaha koydu. Lükse alışmak kolaydı ve Baekhee Hanna’nın
zenginlik miktarına yeterince şaşırdığına kanaat getirmişti. “Eee, neli
yapıyoruz?”
“Bir dakika, abime bakayım. Arabası da evde; ama kendisi
buradaysa bizi rahatsız etmemesi adına kendisini odasına kilitlemek gibi hoş
planlarım var.” Dedi Hanna ve sekerek mutfaktan çıktı. Baekhee kafasını kapıdan
dışarı uzattığında Hanna salondan dışarı çıkıyordu.
“OPPA!” diye bağırdı kız salondan çıkar çıkmaz, Baekhee’nin
daha önce hiç duymadığı kadar yüksek sesle. Ardından kızın merdivenlerden çıktığını
işaret eden pat pat ayak sesleri geldi. Bir süre sessizlik oldu; ardından aynı
merdivene vuran ayak sesleri yeniden geldi. Bir saniye sonra Hanna yeniden
salon kapısında belirmişti; ama kafası karışmış gibi kaşlarını çatmıştı. Kız
koltuğa attığı ceketinin ceplerini karıştırmaya başladığında Baekhee mutfak
kapısından uzaklaşmadan sordu.
“Sorun ne?”
“Abim odasında değil. Alt katta da değil; sinema odasının
kapısı açık. Arabası da burada. Nereye gitti bu?” dedi Hanna, doğrulduğunda
elinde telefonu vardı. Baekhee izlerken Hanna telefonuna bir şeyler tuşladı,
sonra kulağına dayadı.
“Abini mi arıyorsun?” dedi Baekhee. Hanna başıyla onayladı.
Kısa süre sonra abisi telefonu açmış olacak ki Hanna’nın kasılmış yüzü biraz
gevşedi.
“Neredesin sen?” dedi kız direk, hesap sorar gibi. “Kim?..
Ney?.. Şunun sesini kıssanıza! Hah şimdi söyle… ha, Heechul o yüzden acele
ediyordu… e tabi mürekkepbalığı da orada, değil mi?... ne var, canım ne isterse
derim; senin sevgilin diye sevmek zorunda değilim o kızı ben!... öf, tamam,
kapatalım bence bu konuyu. Hiçbir zaman anlaşamayacağız. Evlenirsen düğünü
basmam, benden alabileceğin en büyük söz bu…. ha evet; Baekhee’yi eve çağırdım
da, yakın zamanda dönme, diyecektim… eve kız attım abi, Allah Allah! Sen miyim
ben?... Sehun’u da kendine benzeteceksin zaten… yok, on u ben korurum; yavrum
olmaz senin gibi… he, beğenmiyorum; o mürekkepbalığıyla çıktığın sürece de
beğenmeyeceğim… neyse, gelme sen!... pasta yapacağız… yok, şey, birine sözüm
vardı da… evet, Himchan’a… ne biçim abisin sen be?!... tamam, tamam… tamam,
hadi görüşürüz.”
Kız telefonu kapattığında yüzünde muhtemelen farkında
olmadığı bir gülümseme vardı. Baekhee hala mutfak kapısından kedi gibi
izlemekteydi. “Ne dedi?”
“Heechul’a gitmiş, orada oyun oynuyorlarmış. Ben de gelme,
dedim işte. Himchan’ı da eve çağırın bari, dedi; derdi ne bunun?” dedi Hanna,
yeniden mutfağa doğru giderken. Baekhee kızın yolundan çekildi, Hanna içeri
girdikten sonra da peşinden yürüdü.
“Ne güzel işte! Beraber yersiniz, benim de eve erken gitmem
gerekiverir…” dedi Baekhee, bütün masumiyetini takınarak; ama Hanna’nın keskin
bakışlarına hedef olmaktan kurtulamadı.
“Sonra abim gelsin bizi bassın, sonra Himchan’ın atomlarını
bile bulamasınlar. Ne dersin?” dedi kız, tek kaşını kaldırarak. Baekhee omuz
silkti.
“Abin gelince yatağın altına saklanmayı bilmiyorsa artık
başına ne gelirse hak etmiş, demektir.” Dedi, umursamazca. Hanna anlaşılmaz bir
şeyler söyleyerek Baekhee’yi pataklamaya başladı; ama bir yandan da gülüyordu. Baekhee
de kıkırdayarak kendini savunuyormuş gibi yaptı, sonunda Hanna sakinleştiğinde de
kız rahat bir tavırla mutfak masasına yaslandı.
“Pisliksin, biliyor musun?” dedi Hanna, karşısında kollarını
kavuşturarak.
“Her zaman, karıcığım.” Dedi Baekhee, pişkince; sonra devam
etti. “O mürekkepbalığı dediğin abinin sevgilisi mi?”
“Evet, adı Seohyun.” Dedi Hanna, bıkkınca gözlerini devirdi
ve tezgaha gidip malzemeleri düzenlemeye başladı. Baekhee de yanına gidip pasta
için sessizce hazırlıklara yardım etmeye başlayınca devam etti. “Kız dünyanın
en uyuz, ikiyüzlü, içten pazarlıklı, sahte insanı; ama bir şekilde benim aptal
abimi kandırmayı başardı. Bir sene oldu herhalde çıkmaya başlayalı; ama bana
bir ömür gibi geldi. Nasıl oluyorsa hala da ayrılmadılar! İlk başta iyi niyetli
olmaya çalıştım, arkadaş olmayı falan denedim; ama kişiliği tam bir rezalet. Sonra
bir süre de katlanmaya çalıştım, ayrılacağına inandım; ama olacak gibi değil! Annemle
babam yorum yapmıyor; ama onların da kızı sevmediğini biliyorum. Zaten Sehun elinde
olsa parçalarına ayıracak kızı. Lanet mürekkepbalığı, bir çıkmadı hayatımızdan!
Ama ben de kız kardeşi olarak onaylamıyorum bu ilişkiyi. Şimdi o düşünsün.”
“Sessiz ve derinden yıkarsın sen bu ilişkiyi, senden
korkulur.” Dedi Baekhee. Hanna başıyla onayladı.
“Şu ara biraz açıktan oynuyorum aslında, aralarını biraz
açmayı başardım gibi; ama biraz daha sürerse pençelerimi çıkarmam gerekecek. O zaman
görür onlar.” Diye gözlerini kısıp tısladı Hanna.
“Bana ihtiyacın olursa haber ver; gider o kızı insanlıktan
çıkarırım, sıkıntı yok.” Dedi Baekhee, yüzüne şeytani bir sırıtış
yerleştirerek. Hanna arkadaşının sesindeki tınıyı sezinleyerek baktığında önce
öylece bakakaldı, sonra kıkırdadı.
“Bir an abim konuşuyor, sandım! Kötülük konusunda onunla
yarışabilirsin.” Dedi kız, kıkırdayarak. Baekhee eliyle saçlarını savurdu.
“Yarışmak mı? Hah! Tırnağım olamaz. Ben şeytanın geliniyim.”
Dedi kız, abartılı bir kendini beğenmişlikle. Hanna göz ucuyla baktı.
“Ona da şeytanın ta kendisi, diyorlar; bilemedim…” Dedi,
imalı bir ses tonuyla, sonra dudaklarını büzüp tavana baktı.
“Eh, gidip onu baştan çıkaran o küçük fahişeyi öldürsem fena
olmaz, o zaman…” dedi Baekhee ve parmaklarını kıtlattı. Hanna’yla bakıştılar ve
kötücüllükte birbiriyle yarışan iki korkunç kahkaha attıktan sonra gülmeye
başladılar.
Kısa süre sonra kızlar ellerini yıkayıp önlüklerini takmış,
harıl harıl çalışıyorlardı. Baekhee kremayı yapmayı bitirdiği zaman Hanna’nın
burnuna sürmek suretiyle küçük bir krema savaşına neden olduğundan işleri (temizlik
ve kremayı yeniden yapmak gerektiğinden) biraz uzasa da iki saatin sonunda dönen
tablalarının üzerinde keki çikolatalı, kendisi muzlu kremalı ve meyveli,
etrafına kedidilleri dizilip şekerlemeyle tutturulmuş, üzeri de krema ve damla
çikolatalarla süslenmiş muhteşem bir pastaları vardı. Hanna tablayı hafifçe
döndürerek pastayı her açıdan görmelerini sağlarken Baekhee ellerini
yanaklarına bastırdı.
“Bunu Himchan’a vermek zorunda mıyız?” dedi kız,
yalvarırcasına.
“Aslında dürüst olmak gerekirse ben de tam şu anda kesip
yemek istiyorum; ama olmaz. Söz verdim.” Dedi Hanna; ama o da özlemle pastaya
bakmakla meşguldü.
“Hadi ama… lütfen!” dedi Baekhee, arkadaşını koluyla dürtüp
burnunu omzuna kedi gibi sürttü.
“Beni caydıramazsın!” dedi Hanna, gözlerini kapatarak
arkadaşından uzaklaştı. “Şimdi Himchan’ı arayacağım ve pastayı sahibine
vereceğiz!”
“Buraya mı çağıracaksın?” dedi Baekhee, gözleri parlamıştı. Bunu
da kabul edebilirdi.
“Tabii ki hayır!” diyerek kızın bütün umutlarını söndürdü Hanna,
“Yakında bir park var, orada buluşacağız. Hiç sulanma, pastanın hepsi Himchan’ın;
o kutuları boşuna almadım ben.”
“Ne var canım, ben Himchan’ı eve atacaksın diye
heyecanlanmıştım.” Dedi Baekhee, alt dudağını sarkıtıp omuz silkti.
“Kapa çeneni.” Dedi Hanna. Baekhee kıkırdadı ve eliyle
ağzının fermuarını çekiyormuş gibi yaptı. Bundan sonra Hanna yeniden telefonunu
alıp taze sevgilisini çağırmak için ararken de, konuşurken de uslu bir kız olup
sessizce dinlemekle yetindi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder