18 Nisan 2015 Cumartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 20

-20-

Baekhee kızı ilk defa o zaman gördü: meşhur mürekkepbalığı, Kyuhyun’un sevgilisi olduğunu şu anda arabanın ön koltuğunda oturduğu gerçeğiyle anladığı, Hanna’nın filtresiz nefretine maruz kalan çok zavallı dişi. Tabii ki Baekhee bilemezdi, o dişi bu nefreti hak ediyor da olabilirdi. Kız koltukta oturmuş dalgınca tırnaklarını incelerken yüzündeki bıkkınlık da doğaldı, Kyuhyun’u gördüğü anda yüzüne yerleşen ani ışıltı da; ama bir şekilde kızın gülümsemesinde, saçlarını savuruşunda ve en çok da koyu kahve gözlerine yerleşmiş o bakışta yanlış bir şeyler vardı.

 Kız aslında çirkin değildi; güzel de sayılamayacak bile olsa bakımlı, uzun siyah saçları ve hafif makyajıyla kendini hoş, en azından alımlı bir kız haline getirmeyi başarmıştı. Belki de Baekhee Kyuhyun’un sevgilisi olduğu bildiği için kız hakkında hoş duygular beslemiyordu, belki de sadece taraflı davranıyordu; ama bu kız hakkında bir şeyler ona kıyafetlerinin içine kaçmış bir çalı dikeni parçası gibi batıyordu.


“Kyeonnie, ben de tam sıkıntıdan patlayacaktım!” diye bebeksi bir sesle vızıldayıp yanaklarını şişirerek gözlerini kocaman açtı ve kirpiklerini kırpıştırmak suretiyle iğrenç bir sevimli olma çabasına girişti arabanın ön koltuğunda oturan, sempatik olmaktan katrilyonlarca ışık yılı uzak kız. Baekhee kızın iyi mi kötü mü olduğunu daha fazla tartışmaya gerek duymadı, kızdan tiksinmek için şu az önceki birkaç saniyeden daha fazlasını görmeye ihtiyacı yoktu.

“Yapma, Seohyun!” diyerek gözlerini devirdi Kyuhyun ve avucunu kızın suratına bastırıp pencereden sarkıttığı başını geri arabanın içine itti. “Bunu yapmandan nefret ettiğimi biliyorsun.”

“Seni kızdırmak hoşuma gidiyor.” Dedi kız, yüzünü gencin avucundan kurtarabildiği anda, sırıtarak; ama Baekhee nedense bu sırıtışın biraz zorlama olduğunu düşünmüştü.

“Neyse. Tanıştırayım; bu Song Baekhee, Hanna’nın okuldan arkadaşı. Baekhee, bu da kız arkadaşım, Seohyun.” Dedi Kyuhyun. Genç adam hiçbir şeyden habersiz iki kızı izlerken Baekhee Seohyun’un görünüşte gülümseyen; ama içinden sadece ona özel, gizli yıldırımlar saçan bakışlarına maruz kalarak neye uğradığını şaşırdı.

“Memnun oldum, Baekhee-ah! Sen de Hanna’yla aynı yaştasın, değil mi? Kyuhyun bana senden hiç bahsetmemişti, sen de bizimle mi geliyorsun?” dedi yelloz. Aşırı bir tonlamayla söylenmiş bu sözcükler duygusal zekası veya sezgi yeteneği yeterince güçlenmemiş olan birine – mesela bir erkeğe – gayet masum gelecek türden sözlerdi. Hatta art niyetle söylenmemiş olsa çok masum sözler de olabilirlerdi; ama bir kadın, bunun gibi sözlerin altyazılarını kolayca duyardı: Merhaba, tanıştığıma memnun olduğumu söyledim; ama bunun yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz, sana bakışlarımdan bunu anlamadıysan zaten geri zekalısın, demektir. Hatta şu anda sana teklifsizce gayrı resmi bir biçimde sesleniyorum; çünkü sen benden aşağı bir pozisyondasın. Mesela Kyuhyun’un kız kardeşiyle aynı yaştasın, yani bana saygılı davranmak zorundasın ve sevgilimle aranızda yaş farkı olduğunu da hatırlatmak isterim, hatta unutursan zevkle saçını başını yolarak hatırlatabilirim. Zaten o bana senden hiç bahsetmedi; bana her şeyini anlattığı ve senin hakkında tek kelime etme zahmetine bile girmediği için senin nasıl önemsiz bir şahsiyet olduğunu anlıyor olmalısın. Bu yüzden, tam olarak neden gereksiz varlığınla bu arabanın içindeki oksijeni tüketiyor, uzayda yer kaplıyor ve etrafımda dolaşan havayı kirletiyorsun, acaba?

“Ah, evet. Kusura bakmayın, rahatsızlık veriyor olmalıyım; ama Kyuhyun oppa çok ısrar etti, yoksa ben de aslında kendi bisikletimle gelecektim.” Dedi Baekhee, dışarıdan en az karşısındaki yellozunki kadar masum görünen ve arkasında en az o yellozunki kadar, belki de daha fazla zehir taşıyan sevimli bir gülümsemeyle. Görüyorum ve artırıyorum. Sen benden rahatsız oluyor olabilirsin; ama belli ki sevgilin olmuyor, çünkü ben defalarca reddetmeme rağmen resmen bana yalvararak beni bu arabaya binmeye ikna etti. Ah, evet, bir de yerimi biliyorum merak etme, en azından ona senin yanında, sadece sen sinir ol diye oppa diye sesleneceğim ve bütün erkekler gibi o da buna bayılacak.

Baekhee bir an Seohyun’un tatlı maskesinin düştüğüne ve ardındaki tıslayan, sinsi yılanın sadece kısacık bir an için kendini gösterdiğine yemin edebilirdi; ama kızın Kyuhyun durumu fark etmeden yapabileceği daha fazla hiçbir şey yoktu. Yapacağı herhangi bir şey onu aşırı nazlı, kaprisli, aşırı kıskanç ve çekilmez sevgili statüsüne koyardı ki Baekhee’nin anladığı kadarıyla Cho Kyuhyun denen egoist herifte buna yeterince uzun süre katlanacak sabır yoktu. Tanrı biliyor ya, Baekhee ilişki bozacak birisi değildi, ne kadar severse sevsin gencin sevgilisiyle böyle bir gizli savaşa girmeyi hiç düşünmezdi; ama kıza fena halde sinir olmuştu.

“Saçmalama, Baekhee, tabii ki hiçbir rahatsızlık vermiyorsun!” dedi Kyuhyun, Seohyun kendini toparlayıp Baekhee’ye bir cevap veremeden. Genç adam çabucak uzanıp Baekhee için Beetle’ın arka kapısını açtığında kız resmen dört köşe olarak Seohyun’a bıyık altından sinsi bir gülümseme gönderdi, ardından bütün masumiyetiyle Kyuhyun’a döndü. Genç adam ona tatlı tatlı gülümsedi. “Geç hadi.”

“Teşekkürler.” Diye aynı tatlılıkta bir gülümseme ve hafif bir kıkırtıyla karşılık verdi Baekhee ve kızardığına yemin edebileceği yanaklarıyla arabanın arkasına kendini attı. Bir saniye sonra Hanna da yanındaydı, Kyuhyun kapıyı kapatmıştı.

Genç adam arabanın etrafından dolaşıp şoför koltuğuna geçerken Hanna da Seohyun’un koltuğunun dikiz aynasından veya yan aynasından iki kızı göremiyor olmasından faydalanarak Baekhee’ye soran gözlerle baktı. Baekhee de ne sorduğunu anlamamış gibi başını hızla iki yana salladı. Hanna bu sefer başıyla Seohyun’un oturduğu koltuğun arkasını işaret etti ve başını neler döndüğünü sorarcasına salladı. Baekhee bir an durakladı, sonra arkadaşına yarım bir sırıtış yollayarak tek kaşını oynattı. Hanna’nın kaşları merakla havalandı; ama Kyuhyun koltuğuna oturup kızları görecek bir açıya geldiğinde gayet normal ifadeler takınarak arkada uslu uslu oturdular. Baekhee yalnız kaldıkları ilk anda Hanna’nın onu bu konuda derin bir sorguya çekeceğine emindi.

Yolculuk oldukça kısa sürdü. Yol boyunca arabada gergin bir sessizlik vardı; ama Cho Kyuhyun bunun farkında bile değilmiş gibi keyifle sürüyordu. Bir ara Baekhee dikiz aynasından gencin yüzünü izlerken yakalandı. Sadece kısa bir an için göz göze geldiler, Kyuhyun ona aynadan göz kırpıp yeniden yola döndü. Bu onun için sıradan bir şeydi belli ki; ama elinde değildi, Baekhee’nin kalbi durmak üzereydi ve herhangi bir tepki vermemek adına yanağının içini neredeyse kanatacak kadar sert ısırması gerekmişti. Uyuz herif, bunu kesinlikle bilerek yapıyordu!

Yolun geri kalanından Baekhee hiçbir şey anlamadı, araba durduğunda da Kyuhyun’un inip de yine onlara kapıyı açmak gibi saçma bir şeye kalkışmasını beklemeden kendini arabadan dışarı attı. Hanna yine hemen arkasındaydı; ama Baekhee’nin adını anmak istemediği genç adamla daha fazla aynı ortamda bulunmaya niyeti yoktu, zavallı tek taraflı aşk mağduru kalbi bugünlük daha fazlasını kaldıramayıp patlayarak her tarafı kan ve et parçalarına bulayabilirdi. İğrenç.

“Nereye, Baek?” diye seslendi Hanna, kız hızla kapıya giderken. Baekhee ön kapıyı kendisinin açamayacağını fark ettiğinde içinden sessiz bir küfür savurdu. Genç adamdan uzaklaşmaya öylesine odaklanmıştı ki böyle küçük bir detayı unutuvermişti işte.

“Şeyy… acilen tuvalete gitmem gerekiyor da.” diye o anda aklına gelen ilk mantıklı bahaneyi gelişine üfürüverdi Baekhee. Hanna elini ağzına kapatıp hafifçe kıkırdadı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı; ama zaten bacakları muhtemelen krema kıvamında olduğundan hızlı olması beklenemezdi.

“Ben açarım.” Dedi Kyuhyun çabucak ve ön kapıya doğru hafif bir koşu tutturdu, Baekhee’nin yanından geçerken kolunu de kızın koluna takarak kızı da yanında sürüklemeye başladı. Baekhee kalbinin kafatasının tam içine fırlamış orada atmakta olduğuna yemin edebilirdi. Aptal, aptal, aptal; yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu!

Genç adam parmağını parmak izi okutucuya taratıp sonra anahtarını kilitte döndürürken Baekhee fırsattan istifade bir adım geriledi ve düzgün nefes alabilmek için çabaladı. Neyse ki Seohyun, cici bir kız olarak, bundan tiksiniyormuş gibi duran Hanna’ya yardım etmek için geride kalmıştı da Baekhee’nin bu halini gören anlayabilecek kimse yoktu. Kyuhyun kapıyı açar açmaz gençten önce içeri koştu Baekhee ve çantasını kenara bırakıp ayakkabılarını arkasına basarak çıkardı.

“Salonda, sağdan ilk kapı!” diye seslendi arkasından Kyuhyun. Baekhee gence bakmadan ağzında çabuk bir teşekkür geveledi ve kendi ayaklarına dolanmamayı başararak salona koştu, kendini bir kurtuluş olarak görmeye başladığı tuvalete attı. Ya da belki de banyo demeliydi, çünkü burası kesinlikle normal bir tuvalet değildi.

Baekhee bu kadar arkasından alev püskürten azgın mamutlar sürüsü kovalamış gibi nefes nefeseyken ve kalbi hala ağzında atarken bile buranın ne kadar saçma bir biçimde lüks döşendiğini anında fark edebiliyordu. Kilitleyip sırtını dayadığı kapının hemen karşısında büyük, metal işleme çerçeveli bir ayna, önünde de iki ayrı lavabo vardı – neden iki taneydiler ki? – ve lavaboların hemen yanında kırmızımsı bir ahşaptan yapılma, ben pahalıyım diye bağıran bir havlu dolabı vardı. Cam kapılı, yanları ve arkası gri mermer olan lüks küvet norma evlerdeki gibi duvarı dibine değil, tam bir yer israfı olarak iki duvar arasına çapraz biçimde yerleştirilmişti. Baekhee’nin solundaki duvarda üç farklı el havlusu asılıydı, sağ tarafındaysa ikisi de tam tepesinden spot ışığı gibi aydınlatan bir lambanın olduğu bir klozetle bir pisuar duruyordu – ve yine, neden aynı yerde iki taneydiler?

Baekhee zaten bulanmış beyniyle bu evdeki zenginlik göstergelerini sorgulamayı bırakarak (bok gibi paranız varsa o an canınız ne isterse onu o şekilde yapma hakkına sahiptiniz) derin bir nefes aldı ve gidip sağdaki lavabonun önüne geçti. Aynadan ona bakan yüz tamamen allak bullak olmuş, kıpkırmızı ve darmadağın bir ergen suratıydı. Neyse ki sivilcesiz ve bebek poposu kadar düzgün bir cildi vardı. Yine de kız bu şekilde asla içeri gidemezdi. Eteğinin altındaki yapışan, siyah taytın cebinden küçük bir lastik toka çıkarıp saçlarını yüzünden çekerek topladı, soğuk suyu açarak önce ellerini ıslattı, ardından eğilip suyu yüzüne çarpmaya başladı. Yüzünün yeterince serinlediğine ve beyninin kendine gelmeye başladığına kanaat getirince suyu kapatıp ellerini lavabonun soğuk, siyah mermerine dayayarak aynada ıslak yüzüne baktı. Dikkatle topladığı için saçları ıslanmamıştı, yüzü artık kırmızı değil ten rengine yakındı ve gözleri çok daha kararlı ve her zamanki gibi keskin bakıyordu.

Baekhee tatmin olarak havlulara yürüdü, misafir havlusunun hangisi olduğunu bilemediğinden birbirinin aynı olan havlulardan herhangi birini seçerek yüzünü iyice kuruladı ve saçlarını açıp aynanın önünde düzelttikten, çok özenilmiş gibi görünmemesi için biraz da dağıttıktan sonra derin bir nefes alarak tuvaletten, güvenli mağarasından, küçük sığınağından dışarı adımını attı.

Kyuhyun ve Seohyun salondaki koltukta oturmuş gülüşüyorlardı, Hanna ise görünürde yoktu. Baekhee sevgililerin tabii ki yalnız kaldıklarında sohbet edip gülüşeceklerini kendine hatırlatarak fazla takılmamaya çalıştı. Onu ilk fark eden bir saniye sonra kafasını kaldırıp bakınca Kyuhyun oldu. Genç anında kıza gülümsedi, Baekhee kalbi hiç teklememiş gibi yaptı.

“Çıktın mı? Hanna mutfakta, size atıştırmalık bir şeyler hazırlayacağını söyledi.” Dedi Kyuhyun. Genç adam konuşunca Seohyun da dönüp davetsiz misafirlerine sevgilisi görmeden ters bir bakış attı; ama Baekhee bunu daha az umursayamazdı.

“Orada tek başına uğraşıyor mu? Hem de bu halde!” dedi şaşkınlıkla sadece, ardından dudaklarını birbirine bastırıp korumacı geçinen abi bozuntusuna onaylamaz bir bakış atarak mutfağa koştu. Mutfak kapısı kapalıydı, Baekhee Hanna’nın bunu özellikle yaptığına inandığı için o da içeri girer girmez kapıyı arkasından kapattı.

“Duydum ki birileri hasta haliyle işlere kalkışıyormuş.” Dedi sonra, başını çevirip bakmayan arkadaşının dikkatini çekmiş gibi. Hanna kızın sesini duyar duymaz dönüp baktı.

“Sen miydin? Ben de mürekkepbalığı geldi sandım!” dedi, bariz bir rahatlamayla. Baekhee arkadaşının yanına giderken elinde olmadan kızın tepkisine güldü.

“O zaman neden kendini buraya kapattın ki? Odana geçsen seni rahatsız edemezdi.” Dedi kız. Hanna gerçekten de küçük sandviçler, kanepeler ve meyve tabakları hazırlamakla meşguldü, Baekhee çabucak kollarını sıvayıp arkadaşına yardıma koyuldu.

“Deli misin, sonra abimle küsüm diye bana “yardım etmeye” çalışacak o kaltakla merdivenler boyunca uğraşmak zorunda kalırdım. Kesin beni yanlışlıkla düşürüverirdi o abuk yaratık!” dedi Hanna, gözlerini kocaman açıp arkadaşına dikerek.

“O zaman beyaz atlı prensin olarak önce seni odana kadar taşıyıp sonra da bütün bu atıştırmalıkları salonun ortasından, gözlerinin önünden uçurmalı ve bir tane bile yar etmeden odamıza çıkarmalıyım.” Dedi Baekhee, kaşlarını yukarı aşağı oynatıp sırıttı. Hanna bir an arkadaşına baktı, sonra kıkır kıkır gülmeye başladı.

“Valla eğer o tepsiyi oradan bu ifadeyle geçirirsen ikisinin de suratlarını görmek isterim!” dedi Hanna, başını inanamazlıkla iki yana salladı, sonra Baekhee’ye yaklaşarak sessizce sordu. “O değil de, arabadaki de neydi öyle? Bilmesem mürekkepbalığıyla abim için kapışıyorsun, sanırdım!”

Baekhee bir an düşündü. Gerçekten abisine aşık olduğunu anlatmalı mıydı? Hanna’nın kötü bir tepki vereceğini düşünmese de ne de olsa onun abisiydi ve Baekhee her karşılaştıklarında kızın diken üstünde olmasını istemiyordu. Üstelik Hanna gibi korumacı bir insanın bunu duyarsa Baekhee’yi abisinden ne kadar sakınacağını da kestiremiyordu, mürekkepbalığına olan nefretiyle Baekhee’yi olmadık yere ne kadar gazlayacağını da. Hem istedikleri kadar nefret etsinler, o şıllık, Cho Kyuhyun’un sevgilisiydi ve mürekkep beyinli genç adam aksine karar vermediği sürece de öyle kalacaktı.

“Öyle bir niyetim kesinlikle yoktu; ama bana nasıl baktığını, nasıl konuştuğunu gördün mü? Bildiğin sanki bariz bir biçimde rakibiymişim gibi direk savaş açtı. Öyle aşağılayıcı konuştu ki sinir oldum! Hani sen nefret ediyorsun etmesine; ama benim bunun dışında özel bir garezim yoktu, abinle de aram iyi sayılmaz hani umurumda olmazdı kızın ne yaptığı. O başlattı, önce o bana bulaştı.” Diye açıkladı Baekhee, açıklarken de sesi sanki o anı yeniden yaşar gibi gittikçe hararetlendi.

“Ya cevabın çok iyiydi, ama!” diye güldü, Hanna. “Senin abime oppa diye sesleneceğine ölsem inanmazdım! Sonsuza dek düşman kalacaksın gibi geliyordu bana, sonra birdenbire… çok komikti! Tabii ki benim geri zekalı abim anlamadı durumu, klasik, erkek mallığı işte, ne yaparsın.”

“Yerden yere vurdun çocuğu sen de.” Dedi Baekhee; ama o da gülüyordu.

“Vururum, o da mürekkepbalığıyla çıkmasın o zaman!” dedi Hanna, inatla, sonra göz ucuyla arkadaşına baktı. “Sen ciddi çakalsın ama ha! Daha ilk görüşmende çaktın bir şeylerin yanlış olduğunu, üstüne bir de gittin kıza ayar çektin iki dakikada ağzına tıktın lafını.”

“Yaparım arada öyle şeyler.” Dedi Baekhee, saçını savurarak, sonra sırıttı, “Hemen ardından Kyuhyun’un hiç de rahatsızlık vermediğimi söyleme inceliğinde bulunması esas darbeydi, gerçi.”

“Yüzünü gördün mü?” diye neredeyse keyifle miyavladı Hanna, zevkten dört köşe olduğu belliydi. “O yelloz suratındaki ifade muhteşemdi! Baek, canım benim, seni sevdiğimi söylemiş miydim?”

“Eh, birkaç yüz kerecik!” dedi Baekhee. İki kız kıkırdaşırken mutfağın kapısı açıldı.

“Ne yapıyorsunuz?” dedi Kyuhyun’un sesi kapıdan. Baekhee gencin neden bunu sorduğunu merak ederek başını çevirip baktı; ama Hanna sadece burnunu huysuzca havaya dikerek hazırladığı kanepesine sertçe bir kürdan sapladı.

“Sana ne? Niye soruyorsun ki?” dedi kız, iğneli bir sesle. Baekhee bile alınmış olabilirdi, Kyuhyun’a özür diler bir gülümseme yolladı. Ne de olsa ikisinin bu halde olması biraz da onun suçuydu.

“Yani, belki film izleriz diye düşünüyordum. The Bodyguard var…” dedi Kyuhyun, neredeyse cilveli bir ses tonuyla. Hanna’nın saplamak üzere olduğu kürdan bir an havada dondu, sonra kız işine aynen devam etti.

“Ne olmuş yani? Siz izleyin onu sevgilinle, beni neden çağırıyorsun?” dedi kız huysuzca. Kyuhyun tehlikeyi çabuk sezerek mutfağa girdi ve kapıyı arkasından kapattı.

“Sen o filmi çok seviyorsun diye senin için kiraladım onu ben…” dedi genç adam. Hanna oflayıp elindeki kürdanları bıraktı ve saçını savurarak abisine döndü, kollarını kavuşturdu.

“Ya tabi, benim için kiraladın çünkü ben seni hemen affederim, değil mi? Madem benim için kiraladın o sekiz kollu deniz canlısının içeride ne işi var, ondan nefret ettiğimi bilmiyor musun? Üstelik bugün bana dokundu, iğrenç! Üzerimde kalmış olabilecek kaltaklık parçalarını atmak için bir saat çamaşır sulu küvette yatmam gerekecek!” dedi Hanna, bir yandan da tiksinmiş bir ifadeyle okul üniformasının üzerini silkelemeye başladı. Kyuhyun bıkkın bir biçimde iç geçirip söylemek istediği belli olan bir sürü şeyi yutarken Baekhee gülse mi ağlasa mı bilemeyerek sessizce meyvelerini doğramaya döndü.

“Hanna, yapma ama!” dedi Kyuhyun, yalvarırcasına, “Onu ben çağırmadım. Yani, şehir merkezinde karşılaştım, tesadüfen oldu.”

“Ay sanki sen gel demesen buraya gelebilecekti!” dedi Hanna, aşağılar bir sesle.

“Ne yapayım, kardeşim seni istemiyormuş diye göndereyim mi kızı?” dedi Kyuhyun bu sefer.

“A bak ne iyi fikir! Neden hemen gidip bunu uygulamaya koymuyorsun?” dedi Hanna, Baekhee yan gözle baktığında kızın ellerini beline dayamış olduğunu gördü.

“Bunu yapamayacağımı biliyorsun.” Dedi Kyuhyun, sakince. “Bu çok kaba bir hareket Hanna. Bunu sadece Seohyun için söylemiyorum, bunu ne kadar nefret etsen de kimseye yapamazsın.”

“Biliyor musun, bence nefret ettiğin insanın yüzüne gülmektense yüzüne nefretini ifade etmek daha onurlu bir davranış.” Diye araya daldı Baekhee, bunu neden yaptığını bile bilmeden, tam Hanna sivri bir cevap vermek için hazırlanırken. İki kardeşin bakışlarını da üzerinde hissettiğinde oluşan sessizliğe şaşırarak gözlerini kırpıştırdı ve elinde portakalı ve bıçağıyla iki kardeşe döndü. İkisinin de gözlerinde açıklama bekleyen bir ışık vardı. Baekhee spot ışıkları altına konmuş bir ceylan gibi gerilerek yutkundu. “Eee yani demek istediğim, öyle dostun olsa düşmana ihtiyacın olmaz; ama en azından nefretini kustuktan sonra karşındaki insana senden uzak durma, nasıl davranacağına karar verme ve bunun gibi bir seçim hakkı sunmuş oluyorsun. Bu çok daha adil ve onurlu bir davranış, bence. Tabi son zamanlarda etrafımdaki herkes dostunu yakınında, düşmanını daha yakınında tut felsefesiyle…”

“Baek.” Diyerek kızın sözünü kesti Hanna.

“Efendim?” diyerek arkadaşına döndü kız, Hanna’nın söyleyeceği şeyden korktuğunu itiraf etmeliydi. Hanna Baekhee’nin yüzüne bakarak kızın ellerini işaret etti.

“O bıçağı biraz daha sallarsan kendi parmağını koparacaksın.” Dedi kız, elinde elektrikli testere olan bir deliye yaklaşır gibi dikkatli konuşuyordu. Baekhee şaşkınca ellerinde tuttuğunu unuttuğu bıçakla portakala baktı. Portakalın üzerinde daha önce olmayan kesikler vardı ve suyu yere damlıyordu. Kız irkilerek çabucak portakalı da, bıçağı da tezgaha bıraktı. Portakalın suyunu silmek için etrafta peçete aranıp bulamayınca da en azından daha fazla damlamaması için parmaklarındaki fazla meyve suyunu refleks olarak yaladı, bunun yerine elini yıkayabileceğinin farkına vardığı zamansa yine irkilip elini hızla ağzından çekti, lavaboya gidip ellerini akan suyun altına soktu. Yine kendini rezil etmeyi başarmıştı. Muhteşem!

“Baekhee’ye katılıyorum, abi. Filmi izlemeyeceğim, Seohyun’a olan nefretimi gizlemek mecburiyetinde değilim, sen de gidebilirsin, bence.” Dedi Hanna, iç geçirerek, Baekhee muhtemelen YİNE kızarmış olan yanaklarını mümkün olduğunca saklamaya çalışarak göz ucuyla bakarken abisine arkasını döndü.

“Madem öyle…” diye iç geçirdi Kyuhyun ve mutfak kapısını açtı. “Size iyi çalışmalar.”
Mutfak kapısının tekrar kapandığını duyduğu anda Hanna rahat bir nefes aldı. “İyi çalışmalarmış. Pabucumun iyi çalışması! Sen hem o kaltağı yollama, hem gel beni filme çağır, hem sonra azarla – üstelik ben ona küsken! Kendini ne sanıyor bu?”

“Nana… affetsen olmaz mı?” dedi Baekhee, şirin şirin.

“Mümkün değil! Hayatta olmaz!” dedi Hanna, bir kürdanı daha hırsla saplayarak. Baekhee portakalını doğramaya başladı.

“Neden ki ama ki? Bak aslında uğraşıyor da! Hani onun senin hastalığını abarttığı gibi sen de onun sevgilisi hakkında pek de hoşgörülü davranmıyorsun. Aslında birbirinize çok benziyorsunuz. İkiniz de birbirinizi korumak için birbirinizi incitiyorsunuz. Hadi, büyüklük sende kalsın.” Dedi Baekhee.

“Of… çok ikna edicisin; ama bu sefer olmaz. Bu sefer kararlıyım. Ya mürekkepbalığından ayrılmak gibi büyük bir şey yapacak, ya da bana senin hakkında yanıldığını kabullendiğini hatta bana da daha normal davranacağını kanıtlaması lazım. Yoksa olmaz. Böyle ufak rüşvetlerle affedeceğimi sanıyorsa fena halde yanılıyor.” Dedi Hanna. Baekhee iç çekerek pes etti.

Yiyeceklerini hazırladıktan sonra Baekhee arkadaşını yukarı giden merdivenlerden çıkarıp odasına bıraktı. Hanna’nın odasının tam Hanna gibi olduğunu düşündü Baekhee kapıdan girerlerken. Tabii ki bu evdeki her şey gibi abartılı bir biçimde büyüktü ve lüks döşenmişti; ama her tarafında Hanna’dan bir iz vardı. Oda kesinlikle fazlasıyla düzenliydi bir kere. Merdivenden en uzak odalardan biri olmasının faydası olarak kendine ait bir verandası vardı. Hemen giriş kapısının karşısında odanın kendi banyosuna açılan bir kapı, sola dönünce de Hanna’nın çalışma masası vardı. Masa açık renk ahşaptandı, hemen önünde de yüksek arkalıklı, rengarenk bir koltuk vardı. Yerde ortası krem rengi, kenarları sandalyeyle aynı renklerde iki halı duruyordu. Hanna’nın en büyük boy dört direkli yatağı verandaya bakan cam kapının yanında duruyordu. Yatağın yanındaki komodinler ve karşısındaki duvara dayalı çekmece çalışma masasıyla takımdı, yatağın çarşafları ve perdeleri de koltukla aynı desene sahipti. Tam bir prenses odası, diye düşündü Baekhee.

Hanna’nın masasının yanında ikinci bir sandalye yoktu, Baekhee yerde veya yatakta çalışmayı önerdi. Hanna yatakta olursa anında uyuyacağı gerekçesiyle müsvedde kağıtlarıyla renkli kalemlerini yere, halının üzerine yığmaya başladı. Baekhee bir koşu aşağı inip ikisinin de çantalarını çıkardı, ardından atıştırmalıklarını bir tepsiye dizip onları da çıkardı. Üst kata çıkan döner merdivenler odaların kapılarının açıldığı geniş, salonla hol arası alanın ortasında bitiyordu; ama Baekhee her seferinde bir şeylerle meşgul olduğundan buraları incelemeye pek fırsat bulamadı. Gözüne çarpan tek şey Hanna’nın odasına giderken her seferinde yanından geçtiği gerçek boyutlu, eski olduğu her halinden belli, ağır bir mermer lahitti.

“Nana, bir şey soracağım.” Dedi Baekhee, elinde tepsilerle odaya girdiğinde. Merak içini kemiriyordu.

“Sor?” dedi Hanna. Baekhee atıştırmalıkları getirirken o da ikisinin çantalarından da Çince defterleriyle kitaplarını çıkarmış, yerlerini hazırlamıştı. Baekhee elindekileri çalışma masasının üzerine bırakıp arkadaşının yanına rahatça kuruldu.

“O dışarıdaki lahit neyin nesi?” diye sordu kız merakla.

“Ha o mu?” dedi Hanna, bir an durakladı, ardından omuz silkti. “Kendimi bildim bileli orada. Ailemize yadigar kaldığını söylüyorlar. Babam ne olursa olsun ona çok iyi bakmamızı ve saygı göstermemizi tembihler her zaman. Bir de asla açmamamızı. Herhalde içinden iğrenç bir mumya ve bok böcekleri sürüsü çıkmasından korkuyor. Artık sadece bir dekorasyon gibi, aslına bakarsan.”

“Hıı… anlıyorum.” Dedi Baekhee; ürperdiğini arkadaşına itiraf etmedi. Hanna’ya normal geliyor olabilirdi; ama bu hikaye onun için neredeyse fantastik bilimkurgu bir romanın başlangıcına eşdeğerdi ve kesinlikle ilgisini çekmişti. Yine de bütün aile lahde dokunmuyorsa Baekhee’nin içinde ne varmış diye açıp bakacak hali yoktu. Zaten kısa süre sonra Hanna’ya Çince öğretmeye çalışmaktan lahit ve içindeki olası fantastik hikaye tamamen aklından uçuverdi.

Hanna, havaalanında Baekhee’yle neredeyse aksansız bir Çinceyle konuşabilmiş olan abisinin aksine, Çincede rezaletti, o kadar ki Baekhee ailedeki bütün yabancı dil genlerinin en büyük çocuğa yığılıp diğerlerine hiçbir şey kalmamış olup olamayacağını merak etti. Baekhee için komedi, Hanna için işkence gibi geçen bir buçuk saatin ardından Hanna elindeki kalemi umutsuzlukla yere fırlatıp ofladı.

“Anlamıyorum! Wo hen’le woh hen arasında tam olarak ne fark var ki? Kulağa tamamen aynı geliyorlar!” dedi kız, neredeyse haykırarak. Çince’nin yarı yarıya tonlamaya dayalı doğası, herkese olduğu gibi, Hanna’ya da zor geliyordu. Zaten yazıdan bahsetmek bile istemiyordu Baekhee. Hanna temelleri biliyordu; ama iş şekilleri birleştirip bambaşka şeyler yaratmaya geldi mi tamamen kayboluyordu.

“Biraz alışınca o kadar da kötü değil.” Dedi Baekhee, arkadaşının haline gülmemeye çalışarak. Biri karşısına geçip Rusça şakımaya başlasa Baekhee de muhtemelen Hanna’nın şu an olduğu gibi darmadağın olur ya da uygun bir anda çaktırmadan ortamdan sıvışıverirdi.

“Neden Çince olmak zorundaydı ki?” diye inledi Hanna. Baekhee iç geçirdi.

“Hadi bir mola verelim. Zaten çok uzun zamandır çalışıyoruz, saate bak!” dedi Baekhee ve arkadaşının cevap vermesini beklemeden ayaklanarak üniformasını düzeltti. Hanna iç geçirdi ve itiraz etmeden o da kalktı.

“Biraz daha burada durursam ölebilirim.” Diye homurdandı kız.

“Aşağı inelim mi?” dedi Baekhee.

“Orada da mürekkepbalığı var.” Dedi Hanna, oflayarak. “Ya filmi rezil ediyordur, ya durdurmuş abimi zehirliyordur, ya da buzdolabındaki balık yemi rezervlerini tüketmekle meşguldür.”

“Hazırladığımız her şeyi de bitirmişiz, verandaya çıksak bile kendimize gelmek için yiyecek de içecek de bir şeyimiz yok.” Diye hatırlattı Baekhee.


“Aman neyse, en kötü onları kovar, mutfağa kapatırız kendimizi.” Dedi Hanna sonunda, ellerini saçlarından geçirip yana topladığı saçlarını dağıttı, biraz tazelenmek için burnundan derin bir nefes aldı ve odasının kapısına yöneldi. “Hadi bakalım, şansımıza ne çıkacak!” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder