-20-
Baekhee kızı ilk defa o zaman gördü: meşhur mürekkepbalığı,
Kyuhyun’un sevgilisi olduğunu şu anda arabanın ön koltuğunda oturduğu gerçeğiyle
anladığı, Hanna’nın filtresiz nefretine maruz kalan çok zavallı dişi. Tabii ki
Baekhee bilemezdi, o dişi bu nefreti hak ediyor da olabilirdi. Kız koltukta
oturmuş dalgınca tırnaklarını incelerken yüzündeki bıkkınlık da doğaldı,
Kyuhyun’u gördüğü anda yüzüne yerleşen ani ışıltı da; ama bir şekilde kızın
gülümsemesinde, saçlarını savuruşunda ve en çok da koyu kahve gözlerine
yerleşmiş o bakışta yanlış bir şeyler vardı.
Kız aslında çirkin
değildi; güzel de sayılamayacak bile olsa bakımlı, uzun siyah saçları ve hafif
makyajıyla kendini hoş, en azından alımlı bir kız haline getirmeyi başarmıştı.
Belki de Baekhee Kyuhyun’un sevgilisi olduğu bildiği için kız hakkında hoş
duygular beslemiyordu, belki de sadece taraflı davranıyordu; ama bu kız
hakkında bir şeyler ona kıyafetlerinin içine kaçmış bir çalı dikeni parçası
gibi batıyordu.
“Kyeonnie, ben de tam sıkıntıdan patlayacaktım!” diye
bebeksi bir sesle vızıldayıp yanaklarını şişirerek gözlerini kocaman açtı ve
kirpiklerini kırpıştırmak suretiyle iğrenç bir sevimli olma çabasına girişti
arabanın ön koltuğunda oturan, sempatik olmaktan katrilyonlarca ışık yılı uzak
kız. Baekhee kızın iyi mi kötü mü olduğunu daha fazla tartışmaya gerek duymadı,
kızdan tiksinmek için şu az önceki birkaç saniyeden daha fazlasını görmeye
ihtiyacı yoktu.
“Yapma, Seohyun!” diyerek gözlerini devirdi Kyuhyun ve
avucunu kızın suratına bastırıp pencereden sarkıttığı başını geri arabanın
içine itti. “Bunu yapmandan nefret ettiğimi biliyorsun.”
“Seni kızdırmak hoşuma gidiyor.” Dedi kız, yüzünü gencin
avucundan kurtarabildiği anda, sırıtarak; ama Baekhee nedense bu sırıtışın
biraz zorlama olduğunu düşünmüştü.
“Neyse. Tanıştırayım; bu Song Baekhee, Hanna’nın okuldan
arkadaşı. Baekhee, bu da kız arkadaşım, Seohyun.” Dedi Kyuhyun. Genç adam
hiçbir şeyden habersiz iki kızı izlerken Baekhee Seohyun’un görünüşte
gülümseyen; ama içinden sadece ona özel, gizli yıldırımlar saçan bakışlarına
maruz kalarak neye uğradığını şaşırdı.
“Memnun oldum, Baekhee-ah! Sen de Hanna’yla aynı yaştasın,
değil mi? Kyuhyun bana senden hiç bahsetmemişti, sen de bizimle mi geliyorsun?”
dedi yelloz. Aşırı bir tonlamayla söylenmiş bu sözcükler duygusal zekası veya
sezgi yeteneği yeterince güçlenmemiş olan birine – mesela bir erkeğe – gayet
masum gelecek türden sözlerdi. Hatta art niyetle söylenmemiş olsa çok masum
sözler de olabilirlerdi; ama bir kadın, bunun gibi sözlerin altyazılarını
kolayca duyardı: Merhaba, tanıştığıma
memnun olduğumu söyledim; ama bunun yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz, sana
bakışlarımdan bunu anlamadıysan zaten geri zekalısın, demektir. Hatta şu anda sana
teklifsizce gayrı resmi bir biçimde sesleniyorum; çünkü sen benden aşağı bir
pozisyondasın. Mesela Kyuhyun’un kız kardeşiyle aynı yaştasın, yani bana
saygılı davranmak zorundasın ve sevgilimle aranızda yaş farkı olduğunu da
hatırlatmak isterim, hatta unutursan zevkle saçını başını yolarak
hatırlatabilirim. Zaten o bana senden hiç bahsetmedi; bana her şeyini anlattığı
ve senin hakkında tek kelime etme zahmetine bile girmediği için senin nasıl
önemsiz bir şahsiyet olduğunu anlıyor olmalısın. Bu yüzden, tam olarak neden
gereksiz varlığınla bu arabanın içindeki oksijeni tüketiyor, uzayda yer
kaplıyor ve etrafımda dolaşan havayı kirletiyorsun, acaba?
“Ah, evet. Kusura bakmayın, rahatsızlık veriyor olmalıyım;
ama Kyuhyun oppa çok ısrar etti,
yoksa ben de aslında kendi bisikletimle gelecektim.” Dedi Baekhee, dışarıdan en
az karşısındaki yellozunki kadar masum görünen ve arkasında en az o yellozunki
kadar, belki de daha fazla zehir taşıyan sevimli bir gülümsemeyle. Görüyorum ve artırıyorum. Sen benden
rahatsız oluyor olabilirsin; ama belli ki sevgilin olmuyor, çünkü ben defalarca
reddetmeme rağmen resmen bana yalvararak beni bu arabaya binmeye ikna etti. Ah,
evet, bir de yerimi biliyorum merak etme, en azından ona senin yanında, sadece
sen sinir ol diye oppa diye sesleneceğim ve bütün erkekler gibi o da buna
bayılacak.
Baekhee bir an Seohyun’un tatlı maskesinin düştüğüne ve
ardındaki tıslayan, sinsi yılanın sadece kısacık bir an için kendini
gösterdiğine yemin edebilirdi; ama kızın Kyuhyun durumu fark etmeden
yapabileceği daha fazla hiçbir şey yoktu. Yapacağı herhangi bir şey onu aşırı
nazlı, kaprisli, aşırı kıskanç ve çekilmez sevgili statüsüne koyardı ki
Baekhee’nin anladığı kadarıyla Cho Kyuhyun denen egoist herifte buna yeterince
uzun süre katlanacak sabır yoktu. Tanrı biliyor ya, Baekhee ilişki bozacak
birisi değildi, ne kadar severse sevsin gencin sevgilisiyle böyle bir gizli
savaşa girmeyi hiç düşünmezdi; ama kıza fena halde sinir olmuştu.
“Saçmalama, Baekhee, tabii ki hiçbir rahatsızlık
vermiyorsun!” dedi Kyuhyun, Seohyun kendini toparlayıp Baekhee’ye bir cevap veremeden.
Genç adam çabucak uzanıp Baekhee için Beetle’ın arka kapısını açtığında kız
resmen dört köşe olarak Seohyun’a bıyık altından sinsi bir gülümseme gönderdi,
ardından bütün masumiyetiyle Kyuhyun’a döndü. Genç adam ona tatlı tatlı
gülümsedi. “Geç hadi.”
“Teşekkürler.” Diye aynı tatlılıkta bir gülümseme ve hafif
bir kıkırtıyla karşılık verdi Baekhee ve kızardığına yemin edebileceği
yanaklarıyla arabanın arkasına kendini attı. Bir saniye sonra Hanna da
yanındaydı, Kyuhyun kapıyı kapatmıştı.
Genç adam arabanın etrafından dolaşıp şoför koltuğuna
geçerken Hanna da Seohyun’un koltuğunun dikiz aynasından veya yan aynasından
iki kızı göremiyor olmasından faydalanarak Baekhee’ye soran gözlerle baktı.
Baekhee de ne sorduğunu anlamamış gibi başını hızla iki yana salladı. Hanna bu
sefer başıyla Seohyun’un oturduğu koltuğun arkasını işaret etti ve başını neler
döndüğünü sorarcasına salladı. Baekhee bir an durakladı, sonra arkadaşına yarım
bir sırıtış yollayarak tek kaşını oynattı. Hanna’nın kaşları merakla havalandı;
ama Kyuhyun koltuğuna oturup kızları görecek bir açıya geldiğinde gayet normal
ifadeler takınarak arkada uslu uslu oturdular. Baekhee yalnız kaldıkları ilk
anda Hanna’nın onu bu konuda derin bir sorguya çekeceğine emindi.
Yolculuk oldukça kısa sürdü. Yol boyunca arabada gergin bir
sessizlik vardı; ama Cho Kyuhyun bunun farkında bile değilmiş gibi keyifle
sürüyordu. Bir ara Baekhee dikiz aynasından gencin yüzünü izlerken yakalandı.
Sadece kısa bir an için göz göze geldiler, Kyuhyun ona aynadan göz kırpıp yeniden
yola döndü. Bu onun için sıradan bir şeydi belli ki; ama elinde değildi,
Baekhee’nin kalbi durmak üzereydi ve herhangi bir tepki vermemek adına
yanağının içini neredeyse kanatacak kadar sert ısırması gerekmişti. Uyuz herif,
bunu kesinlikle bilerek yapıyordu!
Yolun geri kalanından Baekhee hiçbir şey anlamadı, araba
durduğunda da Kyuhyun’un inip de yine onlara kapıyı açmak gibi saçma bir şeye
kalkışmasını beklemeden kendini arabadan dışarı attı. Hanna yine hemen
arkasındaydı; ama Baekhee’nin adını anmak istemediği genç adamla daha fazla
aynı ortamda bulunmaya niyeti yoktu, zavallı tek taraflı aşk mağduru kalbi
bugünlük daha fazlasını kaldıramayıp patlayarak her tarafı kan ve et
parçalarına bulayabilirdi. İğrenç.
“Nereye, Baek?” diye seslendi Hanna, kız hızla kapıya
giderken. Baekhee ön kapıyı kendisinin açamayacağını fark ettiğinde içinden
sessiz bir küfür savurdu. Genç adamdan uzaklaşmaya öylesine odaklanmıştı ki
böyle küçük bir detayı unutuvermişti işte.
“Şeyy… acilen tuvalete gitmem gerekiyor da.” diye o anda
aklına gelen ilk mantıklı bahaneyi gelişine üfürüverdi Baekhee. Hanna elini
ağzına kapatıp hafifçe kıkırdadı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı; ama zaten
bacakları muhtemelen krema kıvamında olduğundan hızlı olması beklenemezdi.
“Ben açarım.” Dedi Kyuhyun çabucak ve ön kapıya doğru hafif
bir koşu tutturdu, Baekhee’nin yanından geçerken kolunu de kızın koluna takarak
kızı da yanında sürüklemeye başladı. Baekhee kalbinin kafatasının tam içine
fırlamış orada atmakta olduğuna yemin edebilirdi. Aptal, aptal, aptal;
yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu!
Genç adam parmağını parmak izi okutucuya taratıp sonra
anahtarını kilitte döndürürken Baekhee fırsattan istifade bir adım geriledi ve
düzgün nefes alabilmek için çabaladı. Neyse ki Seohyun, cici bir kız olarak,
bundan tiksiniyormuş gibi duran Hanna’ya yardım etmek için geride kalmıştı da
Baekhee’nin bu halini gören anlayabilecek kimse yoktu. Kyuhyun kapıyı açar
açmaz gençten önce içeri koştu Baekhee ve çantasını kenara bırakıp
ayakkabılarını arkasına basarak çıkardı.
“Salonda, sağdan ilk kapı!” diye seslendi arkasından
Kyuhyun. Baekhee gence bakmadan ağzında çabuk bir teşekkür geveledi ve kendi
ayaklarına dolanmamayı başararak salona koştu, kendini bir kurtuluş olarak
görmeye başladığı tuvalete attı. Ya da belki de banyo demeliydi, çünkü burası
kesinlikle normal bir tuvalet değildi.
Baekhee bu kadar arkasından alev püskürten azgın mamutlar
sürüsü kovalamış gibi nefes nefeseyken ve kalbi hala ağzında atarken bile
buranın ne kadar saçma bir biçimde lüks döşendiğini anında fark edebiliyordu.
Kilitleyip sırtını dayadığı kapının hemen karşısında büyük, metal işleme
çerçeveli bir ayna, önünde de iki ayrı lavabo vardı – neden iki taneydiler ki?
– ve lavaboların hemen yanında kırmızımsı bir ahşaptan yapılma, ben pahalıyım
diye bağıran bir havlu dolabı vardı. Cam kapılı, yanları ve arkası gri mermer
olan lüks küvet norma evlerdeki gibi duvarı dibine değil, tam bir yer israfı
olarak iki duvar arasına çapraz biçimde yerleştirilmişti. Baekhee’nin solundaki
duvarda üç farklı el havlusu asılıydı, sağ tarafındaysa ikisi de tam tepesinden
spot ışığı gibi aydınlatan bir lambanın olduğu bir klozetle bir pisuar
duruyordu – ve yine, neden aynı yerde iki taneydiler?
Baekhee zaten bulanmış beyniyle bu evdeki zenginlik göstergelerini
sorgulamayı bırakarak (bok gibi paranız varsa o an canınız ne isterse onu o
şekilde yapma hakkına sahiptiniz) derin bir nefes aldı ve gidip sağdaki
lavabonun önüne geçti. Aynadan ona bakan yüz tamamen allak bullak olmuş,
kıpkırmızı ve darmadağın bir ergen suratıydı. Neyse ki sivilcesiz ve bebek
poposu kadar düzgün bir cildi vardı. Yine de kız bu şekilde asla içeri
gidemezdi. Eteğinin altındaki yapışan, siyah taytın cebinden küçük bir lastik
toka çıkarıp saçlarını yüzünden çekerek topladı, soğuk suyu açarak önce
ellerini ıslattı, ardından eğilip suyu yüzüne çarpmaya başladı. Yüzünün
yeterince serinlediğine ve beyninin kendine gelmeye başladığına kanaat
getirince suyu kapatıp ellerini lavabonun soğuk, siyah mermerine dayayarak
aynada ıslak yüzüne baktı. Dikkatle topladığı için saçları ıslanmamıştı, yüzü
artık kırmızı değil ten rengine yakındı ve gözleri çok daha kararlı ve her
zamanki gibi keskin bakıyordu.
Baekhee tatmin olarak havlulara yürüdü, misafir havlusunun
hangisi olduğunu bilemediğinden birbirinin aynı olan havlulardan herhangi
birini seçerek yüzünü iyice kuruladı ve saçlarını açıp aynanın önünde
düzelttikten, çok özenilmiş gibi görünmemesi için biraz da dağıttıktan sonra
derin bir nefes alarak tuvaletten, güvenli mağarasından, küçük sığınağından
dışarı adımını attı.
Kyuhyun ve Seohyun salondaki koltukta oturmuş
gülüşüyorlardı, Hanna ise görünürde yoktu. Baekhee sevgililerin tabii ki yalnız
kaldıklarında sohbet edip gülüşeceklerini kendine hatırlatarak fazla
takılmamaya çalıştı. Onu ilk fark eden bir saniye sonra kafasını kaldırıp
bakınca Kyuhyun oldu. Genç anında kıza gülümsedi, Baekhee kalbi hiç teklememiş
gibi yaptı.
“Çıktın mı? Hanna mutfakta, size atıştırmalık bir şeyler
hazırlayacağını söyledi.” Dedi Kyuhyun. Genç adam konuşunca Seohyun da dönüp
davetsiz misafirlerine sevgilisi görmeden ters bir bakış attı; ama Baekhee bunu
daha az umursayamazdı.
“Orada tek başına uğraşıyor mu? Hem de bu halde!” dedi
şaşkınlıkla sadece, ardından dudaklarını birbirine bastırıp korumacı geçinen
abi bozuntusuna onaylamaz bir bakış atarak mutfağa koştu. Mutfak kapısı
kapalıydı, Baekhee Hanna’nın bunu özellikle yaptığına inandığı için o da içeri
girer girmez kapıyı arkasından kapattı.
“Duydum ki birileri hasta haliyle işlere kalkışıyormuş.”
Dedi sonra, başını çevirip bakmayan arkadaşının dikkatini çekmiş gibi. Hanna
kızın sesini duyar duymaz dönüp baktı.
“Sen miydin? Ben de mürekkepbalığı geldi sandım!” dedi,
bariz bir rahatlamayla. Baekhee arkadaşının yanına giderken elinde olmadan
kızın tepkisine güldü.
“O zaman neden kendini buraya kapattın ki? Odana geçsen seni
rahatsız edemezdi.” Dedi kız. Hanna gerçekten de küçük sandviçler, kanepeler ve
meyve tabakları hazırlamakla meşguldü, Baekhee çabucak kollarını sıvayıp
arkadaşına yardıma koyuldu.
“Deli misin, sonra abimle küsüm diye bana “yardım etmeye”
çalışacak o kaltakla merdivenler boyunca uğraşmak zorunda kalırdım. Kesin beni yanlışlıkla düşürüverirdi o abuk
yaratık!” dedi Hanna, gözlerini kocaman açıp arkadaşına dikerek.
“O zaman beyaz atlı prensin olarak önce seni odana kadar
taşıyıp sonra da bütün bu atıştırmalıkları salonun ortasından, gözlerinin
önünden uçurmalı ve bir tane bile yar etmeden odamıza çıkarmalıyım.” Dedi
Baekhee, kaşlarını yukarı aşağı oynatıp sırıttı. Hanna bir an arkadaşına baktı,
sonra kıkır kıkır gülmeye başladı.
“Valla eğer o tepsiyi oradan bu ifadeyle geçirirsen ikisinin
de suratlarını görmek isterim!” dedi Hanna, başını inanamazlıkla iki yana
salladı, sonra Baekhee’ye yaklaşarak sessizce sordu. “O değil de, arabadaki de
neydi öyle? Bilmesem mürekkepbalığıyla abim için kapışıyorsun, sanırdım!”
Baekhee bir an düşündü. Gerçekten abisine aşık olduğunu
anlatmalı mıydı? Hanna’nın kötü bir tepki vereceğini düşünmese de ne de olsa
onun abisiydi ve Baekhee her karşılaştıklarında kızın diken üstünde olmasını
istemiyordu. Üstelik Hanna gibi korumacı bir insanın bunu duyarsa Baekhee’yi
abisinden ne kadar sakınacağını da kestiremiyordu, mürekkepbalığına olan
nefretiyle Baekhee’yi olmadık yere ne kadar gazlayacağını da. Hem istedikleri
kadar nefret etsinler, o şıllık, Cho Kyuhyun’un sevgilisiydi ve mürekkep
beyinli genç adam aksine karar vermediği sürece de öyle kalacaktı.
“Öyle bir niyetim kesinlikle yoktu; ama bana nasıl
baktığını, nasıl konuştuğunu gördün mü? Bildiğin sanki bariz bir biçimde rakibiymişim
gibi direk savaş açtı. Öyle aşağılayıcı konuştu ki sinir oldum! Hani sen nefret
ediyorsun etmesine; ama benim bunun dışında özel bir garezim yoktu, abinle de
aram iyi sayılmaz hani umurumda olmazdı kızın ne yaptığı. O başlattı, önce o
bana bulaştı.” Diye açıkladı Baekhee, açıklarken de sesi sanki o anı yeniden
yaşar gibi gittikçe hararetlendi.
“Ya cevabın çok iyiydi, ama!” diye güldü, Hanna. “Senin
abime oppa diye sesleneceğine ölsem inanmazdım! Sonsuza dek düşman kalacaksın
gibi geliyordu bana, sonra birdenbire… çok komikti! Tabii ki benim geri zekalı
abim anlamadı durumu, klasik, erkek mallığı işte, ne yaparsın.”
“Yerden yere vurdun çocuğu sen de.” Dedi Baekhee; ama o da
gülüyordu.
“Vururum, o da mürekkepbalığıyla çıkmasın o zaman!” dedi Hanna,
inatla, sonra göz ucuyla arkadaşına baktı. “Sen ciddi çakalsın ama ha! Daha ilk
görüşmende çaktın bir şeylerin yanlış olduğunu, üstüne bir de gittin kıza ayar
çektin iki dakikada ağzına tıktın lafını.”
“Yaparım arada öyle şeyler.” Dedi Baekhee, saçını savurarak,
sonra sırıttı, “Hemen ardından Kyuhyun’un hiç de rahatsızlık vermediğimi
söyleme inceliğinde bulunması esas darbeydi, gerçi.”
“Yüzünü gördün mü?” diye neredeyse keyifle miyavladı Hanna,
zevkten dört köşe olduğu belliydi. “O yelloz suratındaki ifade muhteşemdi!
Baek, canım benim, seni sevdiğimi söylemiş miydim?”
“Eh, birkaç yüz kerecik!” dedi Baekhee. İki kız
kıkırdaşırken mutfağın kapısı açıldı.
“Ne yapıyorsunuz?” dedi Kyuhyun’un sesi kapıdan. Baekhee
gencin neden bunu sorduğunu merak ederek başını çevirip baktı; ama Hanna sadece
burnunu huysuzca havaya dikerek hazırladığı kanepesine sertçe bir kürdan
sapladı.
“Sana ne? Niye soruyorsun ki?” dedi kız, iğneli bir sesle.
Baekhee bile alınmış olabilirdi, Kyuhyun’a özür diler bir gülümseme yolladı. Ne
de olsa ikisinin bu halde olması biraz da onun suçuydu.
“Yani, belki film izleriz diye düşünüyordum. The Bodyguard
var…” dedi Kyuhyun, neredeyse cilveli bir ses tonuyla. Hanna’nın saplamak üzere
olduğu kürdan bir an havada dondu, sonra kız işine aynen devam etti.
“Ne olmuş yani? Siz izleyin onu sevgilinle, beni neden
çağırıyorsun?” dedi kız huysuzca. Kyuhyun tehlikeyi çabuk sezerek mutfağa girdi
ve kapıyı arkasından kapattı.
“Sen o filmi çok seviyorsun diye senin için kiraladım onu
ben…” dedi genç adam. Hanna oflayıp elindeki kürdanları bıraktı ve saçını
savurarak abisine döndü, kollarını kavuşturdu.
“Ya tabi, benim için kiraladın çünkü ben seni hemen
affederim, değil mi? Madem benim için kiraladın o sekiz kollu deniz canlısının
içeride ne işi var, ondan nefret ettiğimi bilmiyor musun? Üstelik bugün bana dokundu, iğrenç! Üzerimde kalmış
olabilecek kaltaklık parçalarını atmak için bir saat çamaşır sulu küvette
yatmam gerekecek!” dedi Hanna, bir yandan da tiksinmiş bir ifadeyle okul
üniformasının üzerini silkelemeye başladı. Kyuhyun bıkkın bir biçimde iç
geçirip söylemek istediği belli olan bir sürü şeyi yutarken Baekhee gülse mi
ağlasa mı bilemeyerek sessizce meyvelerini doğramaya döndü.
“Hanna, yapma ama!” dedi Kyuhyun, yalvarırcasına, “Onu ben
çağırmadım. Yani, şehir merkezinde karşılaştım, tesadüfen oldu.”
“Ay sanki sen gel demesen buraya gelebilecekti!” dedi Hanna,
aşağılar bir sesle.
“Ne yapayım, kardeşim seni istemiyormuş diye göndereyim mi
kızı?” dedi Kyuhyun bu sefer.
“A bak ne iyi fikir! Neden hemen gidip bunu uygulamaya
koymuyorsun?” dedi Hanna, Baekhee yan gözle baktığında kızın ellerini beline
dayamış olduğunu gördü.
“Bunu yapamayacağımı biliyorsun.” Dedi Kyuhyun, sakince. “Bu
çok kaba bir hareket Hanna. Bunu sadece Seohyun için söylemiyorum, bunu ne
kadar nefret etsen de kimseye yapamazsın.”
“Biliyor musun, bence nefret ettiğin insanın yüzüne
gülmektense yüzüne nefretini ifade etmek daha onurlu bir davranış.” Diye araya
daldı Baekhee, bunu neden yaptığını bile bilmeden, tam Hanna sivri bir cevap
vermek için hazırlanırken. İki kardeşin bakışlarını da üzerinde hissettiğinde
oluşan sessizliğe şaşırarak gözlerini kırpıştırdı ve elinde portakalı ve
bıçağıyla iki kardeşe döndü. İkisinin de gözlerinde açıklama bekleyen bir ışık
vardı. Baekhee spot ışıkları altına konmuş bir ceylan gibi gerilerek yutkundu.
“Eee yani demek istediğim, öyle dostun olsa düşmana ihtiyacın olmaz; ama en
azından nefretini kustuktan sonra karşındaki insana senden uzak durma, nasıl
davranacağına karar verme ve bunun gibi bir seçim hakkı sunmuş oluyorsun. Bu
çok daha adil ve onurlu bir davranış, bence. Tabi son zamanlarda etrafımdaki
herkes dostunu yakınında, düşmanını daha yakınında tut felsefesiyle…”
“Baek.” Diyerek kızın sözünü kesti Hanna.
“Efendim?” diyerek arkadaşına döndü kız, Hanna’nın
söyleyeceği şeyden korktuğunu itiraf etmeliydi. Hanna Baekhee’nin yüzüne
bakarak kızın ellerini işaret etti.
“O bıçağı biraz daha sallarsan kendi parmağını
koparacaksın.” Dedi kız, elinde elektrikli testere olan bir deliye yaklaşır gibi
dikkatli konuşuyordu. Baekhee şaşkınca ellerinde tuttuğunu unuttuğu bıçakla
portakala baktı. Portakalın üzerinde daha önce olmayan kesikler vardı ve suyu
yere damlıyordu. Kız irkilerek çabucak portakalı da, bıçağı da tezgaha bıraktı.
Portakalın suyunu silmek için etrafta peçete aranıp bulamayınca da en azından
daha fazla damlamaması için parmaklarındaki fazla meyve suyunu refleks olarak
yaladı, bunun yerine elini yıkayabileceğinin farkına vardığı zamansa yine
irkilip elini hızla ağzından çekti, lavaboya gidip ellerini akan suyun altına
soktu. Yine kendini rezil etmeyi başarmıştı. Muhteşem!
“Baekhee’ye katılıyorum, abi. Filmi izlemeyeceğim, Seohyun’a
olan nefretimi gizlemek mecburiyetinde değilim, sen de gidebilirsin, bence.”
Dedi Hanna, iç geçirerek, Baekhee muhtemelen YİNE kızarmış olan yanaklarını
mümkün olduğunca saklamaya çalışarak göz ucuyla bakarken abisine arkasını
döndü.
“Madem öyle…” diye iç geçirdi Kyuhyun ve mutfak kapısını
açtı. “Size iyi çalışmalar.”
Mutfak kapısının tekrar kapandığını duyduğu anda Hanna rahat
bir nefes aldı. “İyi çalışmalarmış. Pabucumun iyi çalışması! Sen hem o kaltağı
yollama, hem gel beni filme çağır, hem sonra azarla – üstelik ben ona küsken!
Kendini ne sanıyor bu?”
“Nana… affetsen olmaz mı?” dedi Baekhee, şirin şirin.
“Mümkün değil! Hayatta olmaz!” dedi Hanna, bir kürdanı daha
hırsla saplayarak. Baekhee portakalını doğramaya başladı.
“Neden ki ama ki? Bak aslında uğraşıyor da! Hani onun senin
hastalığını abarttığı gibi sen de onun sevgilisi hakkında pek de hoşgörülü davranmıyorsun.
Aslında birbirinize çok benziyorsunuz. İkiniz de birbirinizi korumak için
birbirinizi incitiyorsunuz. Hadi, büyüklük sende kalsın.” Dedi Baekhee.
“Of… çok ikna edicisin; ama bu sefer olmaz. Bu sefer
kararlıyım. Ya mürekkepbalığından ayrılmak gibi büyük bir şey yapacak, ya da
bana senin hakkında yanıldığını kabullendiğini hatta bana da daha normal
davranacağını kanıtlaması lazım. Yoksa olmaz. Böyle ufak rüşvetlerle
affedeceğimi sanıyorsa fena halde yanılıyor.” Dedi Hanna. Baekhee iç çekerek pes
etti.
Yiyeceklerini hazırladıktan sonra Baekhee arkadaşını yukarı
giden merdivenlerden çıkarıp odasına bıraktı. Hanna’nın odasının tam Hanna gibi
olduğunu düşündü Baekhee kapıdan girerlerken. Tabii ki bu evdeki her şey gibi
abartılı bir biçimde büyüktü ve lüks döşenmişti; ama her tarafında Hanna’dan
bir iz vardı. Oda kesinlikle fazlasıyla düzenliydi bir kere. Merdivenden en
uzak odalardan biri olmasının faydası olarak kendine ait bir verandası vardı.
Hemen giriş kapısının karşısında odanın kendi banyosuna açılan bir kapı, sola
dönünce de Hanna’nın çalışma masası vardı. Masa açık renk ahşaptandı, hemen
önünde de yüksek arkalıklı, rengarenk bir koltuk vardı. Yerde ortası krem
rengi, kenarları sandalyeyle aynı renklerde iki halı duruyordu. Hanna’nın en büyük
boy dört direkli yatağı verandaya bakan cam kapının yanında duruyordu. Yatağın
yanındaki komodinler ve karşısındaki duvara dayalı çekmece çalışma masasıyla
takımdı, yatağın çarşafları ve perdeleri de koltukla aynı desene sahipti. Tam
bir prenses odası, diye düşündü Baekhee.
Hanna’nın masasının yanında ikinci bir sandalye yoktu,
Baekhee yerde veya yatakta çalışmayı önerdi. Hanna yatakta olursa anında
uyuyacağı gerekçesiyle müsvedde kağıtlarıyla renkli kalemlerini yere, halının
üzerine yığmaya başladı. Baekhee bir koşu aşağı inip ikisinin de çantalarını
çıkardı, ardından atıştırmalıklarını bir tepsiye dizip onları da çıkardı. Üst
kata çıkan döner merdivenler odaların kapılarının açıldığı geniş, salonla hol
arası alanın ortasında bitiyordu; ama Baekhee her seferinde bir şeylerle meşgul
olduğundan buraları incelemeye pek fırsat bulamadı. Gözüne çarpan tek şey
Hanna’nın odasına giderken her seferinde yanından geçtiği gerçek boyutlu, eski
olduğu her halinden belli, ağır bir mermer lahitti.
“Nana, bir şey soracağım.” Dedi Baekhee, elinde tepsilerle
odaya girdiğinde. Merak içini kemiriyordu.
“Sor?” dedi Hanna. Baekhee atıştırmalıkları getirirken o da
ikisinin çantalarından da Çince defterleriyle kitaplarını çıkarmış, yerlerini
hazırlamıştı. Baekhee elindekileri çalışma masasının üzerine bırakıp
arkadaşının yanına rahatça kuruldu.
“O dışarıdaki lahit neyin nesi?” diye sordu kız merakla.
“Ha o mu?” dedi Hanna, bir an durakladı, ardından omuz
silkti. “Kendimi bildim bileli orada. Ailemize yadigar kaldığını söylüyorlar.
Babam ne olursa olsun ona çok iyi bakmamızı ve saygı göstermemizi tembihler her
zaman. Bir de asla açmamamızı. Herhalde içinden iğrenç bir mumya ve bok
böcekleri sürüsü çıkmasından korkuyor. Artık sadece bir dekorasyon gibi, aslına
bakarsan.”
“Hıı… anlıyorum.” Dedi Baekhee; ürperdiğini arkadaşına
itiraf etmedi. Hanna’ya normal geliyor olabilirdi; ama bu hikaye onun için
neredeyse fantastik bilimkurgu bir romanın başlangıcına eşdeğerdi ve kesinlikle
ilgisini çekmişti. Yine de bütün aile lahde dokunmuyorsa Baekhee’nin içinde ne
varmış diye açıp bakacak hali yoktu. Zaten kısa süre sonra Hanna’ya Çince
öğretmeye çalışmaktan lahit ve içindeki olası fantastik hikaye tamamen aklından
uçuverdi.
Hanna, havaalanında Baekhee’yle neredeyse aksansız bir
Çinceyle konuşabilmiş olan abisinin aksine, Çincede rezaletti, o kadar ki Baekhee
ailedeki bütün yabancı dil genlerinin en büyük çocuğa yığılıp diğerlerine
hiçbir şey kalmamış olup olamayacağını merak etti. Baekhee için komedi, Hanna için
işkence gibi geçen bir buçuk saatin ardından Hanna elindeki kalemi umutsuzlukla
yere fırlatıp ofladı.
“Anlamıyorum! Wo hen’le woh hen arasında tam olarak ne fark var ki? Kulağa tamamen aynı
geliyorlar!” dedi kız, neredeyse haykırarak. Çince’nin yarı yarıya tonlamaya
dayalı doğası, herkese olduğu gibi, Hanna’ya da zor geliyordu. Zaten yazıdan
bahsetmek bile istemiyordu Baekhee. Hanna temelleri biliyordu; ama iş şekilleri
birleştirip bambaşka şeyler yaratmaya geldi mi tamamen kayboluyordu.
“Biraz alışınca o kadar da kötü değil.” Dedi Baekhee,
arkadaşının haline gülmemeye çalışarak. Biri karşısına geçip Rusça şakımaya
başlasa Baekhee de muhtemelen Hanna’nın şu an olduğu gibi darmadağın olur ya da
uygun bir anda çaktırmadan ortamdan sıvışıverirdi.
“Neden Çince olmak zorundaydı ki?” diye inledi Hanna. Baekhee
iç geçirdi.
“Hadi bir mola verelim. Zaten çok uzun zamandır çalışıyoruz,
saate bak!” dedi Baekhee ve arkadaşının cevap vermesini beklemeden ayaklanarak
üniformasını düzeltti. Hanna iç geçirdi ve itiraz etmeden o da kalktı.
“Biraz daha burada durursam ölebilirim.” Diye homurdandı
kız.
“Aşağı inelim mi?” dedi Baekhee.
“Orada da mürekkepbalığı var.” Dedi Hanna, oflayarak. “Ya
filmi rezil ediyordur, ya durdurmuş abimi zehirliyordur, ya da buzdolabındaki
balık yemi rezervlerini tüketmekle meşguldür.”
“Hazırladığımız her şeyi de bitirmişiz, verandaya çıksak
bile kendimize gelmek için yiyecek de içecek de bir şeyimiz yok.” Diye
hatırlattı Baekhee.
“Aman neyse, en kötü onları kovar, mutfağa kapatırız
kendimizi.” Dedi Hanna sonunda, ellerini saçlarından geçirip yana topladığı
saçlarını dağıttı, biraz tazelenmek için burnundan derin bir nefes aldı ve
odasının kapısına yöneldi. “Hadi bakalım, şansımıza ne çıkacak!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder