-15-
Hanna konuşmasını bitirdikten, Baekhee de Hanna’yla
pembeleşen yanakları ve kıkırtıları üzerinden dalga geçmeyi sonunda bıraktıktan
sonra pastalarını bir kutuya koyup evden çıktılar. Hanna’nın söylediğine göre
buluşacakları park yakındı ve ellerinde bir tane çok hassas pasta olduğundan
yürüyerek gitmeleri daha mantıklıydı. Baekhee oradan direk eve geçmesinin
herkes için daha kolay olacağında ısrar ederek bisikletini de yanına aldı; ama
planı başkaydı. Nitekim parka varıp beş dakika bekledikten sonra uzaktan
Himchan’ın geldiğini görür görmez Hanna’nın tepki vermesine fırsat bırakmadan
bisikletine atlamıştı.
“Seni hain!” diye isyan etti Hanna, arkasından.
“Sonra bana teşekkür edeceksin!” Baekhee, uzaklaşırken.
Gidebileceği tek yol olduğu için Himchan’ın yanından geçerken gencin dev bir
soru işareti şeklini almış olan suratına gülmemek için kendini zor tuttu;
konuşmak için yavaşlamadı, sadece sırıtıp göz kırparak yoluna devam etti.
Eve giderken, yola oldukça dikkat etmiş olmasına rağmen, üç
kere kayboldu. Üçünde de tekrar yolunu bulması o kadar uzun sürdü ki eve
sonunda vardığında hava kararmıştı ve Haerin’in bisikleti parkta duruyordu.
Baekhee kendi bisikletini de bırakıp eve çıktığında annesi sofrayı hazırlıyor,
Haerin de ona yardım ediyordu.
“Hoş geldiniz, Baekhee Hazretleri. Biz de yemeğe oturabilmek
için teşrif buyurmanızı bekliyorduk.” Dedi annesi iğneli bir sesle, daha kız
içeri girer girmez. Baekhee az önceki neşeli havasının anında dibe vurduğunu
hissetti, gözlerini devirdi.
“Hoş buldum, Kraliçem; bakıyorum da her zamanki kadar
huysuzsunuz. Ne o, sonunda menopoza mı giriyorsunuz?” dedi Baekhee,
annesininkine eşdeğer bir iğnelemeyle. Annesinin keskin bakışlarını gördüğünde
zafer kazanmış gibi hissetti. Haerin annesini sessizce dürtünce kadın derin bir
nefes alıp boğazını temizledi.
“Neyse; yemek hazır. Hadi gel otur. Neredeydin?” dedi, sakin
tutmaya çalıştığı bir sesle. Baekhee ona laf sokmaya devam etmek istiyordu
aslında; ama çabasını takdir etmişti.
“Arkadaşımın evindeydim.” Dedi, sakince.
“Öyle mi? Şu bahsettiğin iyi yemek yapan kız mı?” dedi
annesi, yemekleri getirmek için mutfağa giderken. Baekhee cevap vermek için
onun dönmesini bekledi.
“Evet, beraber pasta yaptık.” Dedi sonra da, annesine tabağı
uzatırken. Bir saniye sonra babası, bu nadir görülen doğa olayını izlemek için
kendiliğinden televizyonun başından kalkıp yanlarına gelmişti – normalde birisi
çağırmazsa asla yerinden kalkmazdı.
“Öyle mi? Nasıl oldu?” diye sordu annesi, doldurduğu tabağı
Baekhee’ye geri verdi. Kız omuz silkip ona yeni bir tabak uzattı.
“Bilmem. Erkek arkadaşı için yaptık, tadına bakmadım.” Dedi
umursamazca. Göz ucuyla babasıyla kız kardeşinin şaşkınca bakıştıklarını gördü.
Eh, durum pek de şaşırılmayacak gibi değildi.
“Eminim güzel olmuştur.” Diyerek Baekhee’yi de şaşırttı
annesi. Normalde kendi yaptığınız pastayı
neden onun erkek arkadaşına verdiniz bu hiç adil değil sen de payını almalıydın
gibi bir saçmalıkla Baekhee’yi ustaca çileden çıkarıp kavga başlatması
gerekirdi.
Baekhee “sen kimsin ve anneme ne yaptın” deme isteğini
bastırıp sofraya oturunca oldukça sakin, hatta neredeyse eğlenceli sohbetlere
sahne olan bir akşam yemeği yediler. Baekhee’ye bir süredir birlikte vakit
geçiremedikleri gerekçesiyle odasına gitmemesini söylediklerinde Baekhee itiraz
etmedi. Babasının eğlenceli bulduğu ve son zamanlarda oldukça sardığı pazar
akşamı şovunu beraber izlediler, Baekhee itiraf etmeliydi ki şov gerçekten
komikti. Bittiği zaman neredeyse hayal kırıklığına uğramıştı. Ama izlemeye
karar verdikleri bir sonraki şey ilki kadar eğlenceli olmayınca Baekhee
kendisini yine odasına kapattı.
Üzerini değiştirdikten sonra telefonunu eline aldığında
Hanna’dan bir sitem mesajı olmadığını gördü ki bu iyiye işaretti; ama
başkasından mesaj vardı. Caretta
göndericili mesajı açtığında bunun yine klasik bir “nasılsın, özledim” mesajı
olduğunu görüp iç geçirdi. Bir süredir Jongwoon’u o kadar düşünmemişti ki
dünyadaki varlığını, duvarındaki resimlere rağmen, tamamen unuttuğunu
söyleyebilirdi. Şimdi mesajı gördüğündeyse sanki bir okul ödevi varmış gibi
bıkkın hissediyordu. Haerin, her zaman olduğu gibi, haklı çıkmıştı. Bu çocuğu
sevmiyordu, sadece oyalıyordu işte. Yine de, mesajla ayrılamazdı.
Sanki hiçbir şey yokmuş gibi, normal bir cevap verdi
Baekhee. Birkaç dakika sonra cevap geldi ve mesajlaşmaya başladılar. Anlaşılan
bu hafta teslim etmesi gereken bir proje daha vardı ve ardından pazartesi de
sınavı vardı; ondan sonra boşa çıkacaktı. O zamana kadar pek görüşemeyeceklerdi
zaten, o yüzden bu akşam buluşmak istemişti. Baekhee özür dileyerek bütün günü
ailesine ayırdığı için mesajını görmediğini; ama pazartesi akşamı veya salı
günü buluşabileceklerini söyledi. Jongwoon fazla bekletmek istemiyordu, bir
sonraki pazartesi gününe sözleştiler.
Baekhee kendini kötü hissetse de bunun en iyisi olduğuna
kendini ikna etmeye çalıştı. Jongwoon muhtemelen bundan sonra onunla bir süre
görüşmezdi, bu yüzden onu özleyecekti; ama sırf bu sebepten onu oyalamaya devam
etmek de bencilceydi, hatta rezil bir davranıştı. Tam şu anda da söyleyemezdi,
bu onun sınavını kötü etkileyebilirdi. Her ne kadar gencin boşuna umutlanarak
geleceğini bildiği için kendini suçlu hissetse de pazartesi günü söylemek en
doğrusu olacaktı.
Hafta Baekhee’nin beklediğinden çok daha hızlı geçti.
Matematik, fizik, kimya ve biyoloji hocaları hep birlikte öğrencilerin ne
durumda olduğunu görmek için küçük seviye ölçme testleri yapmaya karar verince bütün
hafta çalışmak ve her gün bir başka sınava girmekle geçmişti. Cuma günü fizik
testinin sonunu bildiren zil çaldığında Baekhee kalemini masaya bıraktı ve
sonunda bitmiş olmasının verdiği rehavetle gerindi. Hanna’ya baktığında kızın
da gevşeyerek sırasında kaykılmış olduğunu gördü. Sınav gözetmenleri olan
Minwoo Hoca kağıtlarını toplamak için yanlarından geçtiğinde Hanna’ya göz
kırparak kızın pespembe olmasına neden oldu ve hoca sınıftan çıktığı anda da
maymun gibi sırasının üzerine zıplayarak yumruklarını havaya kaldırdı.
“ÖZGÜRLÜK!” diye böğürdüğünde sınıfın tamamı şok ve
hayranlık karışımı bir ifadeyle ona baktı, ardından hepsi de yumruklarını
kaldırıp aynı şeyi bağırarak zıplamaya başladılar. Baekhee aptal bir dans
tutturmuş yanlarına gelmekte olan Yongguk’u görünce gencin üzerine atlayarak
neredeyse düşmesine neden oldu, Yongguk onu güvenle yakalayınca da gence
sarılıp tepinmeye başladı.
“Bitti be! Ne kadar gereksiz bir şeydi!” diye gülüyordu bir
yandan da. Yongguk şaşkınlıkla ne yapacağını bilemese de bu oldukça kısa sürdü,
genç de Baekhee’ye sarılıp onunla birlikte zıplamaya başladı. Bir saniye sonra
aralarına Hanna da katılınca üçlü bir sarılma-zıplama grubu oluşturdular ve
Himchan gelip aralarına dalana kadar da durmadılar.
“Beni niye aranıza almıyorsunuz?” diye isyan etti Himchan, o
geldiği anda zıplayan üçlü dağılınca.
“Senin sahibin var, olmaz. Git o zıplasın seninle.” Dedi
Baekhee, burnunu havaya dikerek. Yongguk da kollarını kavuşturup başıyla
onaylayınca Himchan balon gibi sönüp dudağını sarkıttı.
“Uğraşmayın kediciğimle!” dedi Hanna anında ve Himchan’ı
kanatlarının altına aldı. Saçlarını okşayan kızın kollarına sığınırken Himchan
hiç de şikayet ediyormuş gibi görünmüyordu.
“Valla tam kedicikmiş, baksana kendini nasıl sevdiriyor.”
Dedi Yongguk, pis pis sırıtarak. Hanna’nın göremeyeceği bir açıdan Himchan
onlara dil çıkardı.
“Bana sevdiriyor, başkası olsa cırmalar.” Dedi Hanna ve
gencin saçlarına bir öpücük kondurdu. Bu kadar çabuk bu hale gelmiş olmaları
Baekhee’nin içini ısıtıyordu; ama onlarla uğraşmak isteyen yanı kıl payıyla
daha ağır basıyordu.
“Ha deneyen oldu, yani… belki de sen görmezken
sevdiriyordur.” Dedi Baekhee pis pis sırıtarak.
“Siz niye hala buradasınız ki ya, gitsenize siz?!” dedi
Hanna ve kaşlarını çatıp yanaklarını şişirdi.
“Bizi istemiyorlar burada Baek, gel biz de gidip kendimize
bir kuytu bulalım. Kedi sen olabilirsin.” Dedi Yongguk ve kolunu kızın omzuna
atarak sınıftan çıkardı.
“Bakıyorum sen de öğrenmeye başlamışsın.” Dedi Baekhee,
çıktıklarında. Yongguk’un yüzünde kendinden memnun bir ifade vardı.
“Eh, ne diyeyim; öğretmenim iyiydi.” Dedi, yan gözle
Baekhee’ye baktı. Baekhee hafifçe gencin başının arkasına vurdu; ama yürümeye
devam ederlerken ikisi de kıkırdıyordu.
Öğlen arasında Baekhee açlıktan ölecekmiş gibi hissediyordu;
ama tam Yongguk lavaboya gitmişken Himchan hocaya götürmesi gereken bir şey
olduğunu söyleyerek yardım etmesi için Baekhee’yi de yanında sürükleyince yemek
beklemek zorunda kaldı. Taşımaları gereken şey süs dolu iki kutuydu ve yer
değiştiriyordu; hafif olsalar da Himchan ikisini birden taşısa önünü göremezdi.
Haklı bir bahanesinin olduğunu görünce Baekhee iç geçirip şikayet etmeden işe
koyuldu.
Beş dakikada kutuları olması gereken yere götürdüler, beş
dakika da kapıyı açması için hademenin gelmesini beklediler; kutuları içeri
bıraktıktan sonra özgürlerdi. Bu sefer Baekhee Himchan’ı arkasından
sürükleyerek çatıya kadar koşmak istiyordu; ama o kadar açtı ki başı dönüyordu.
Merdivenlere kadar hiçbir şeyi yokmuş gibi yaparak Himchan’ın hızına ayak
uydurup yürüdü; ama merdivenlerin başında lavabodan dönen Yongguk’la
karşılaştılar.
Himchan Baekhee’nin çok da iyi hissetmediğini hiç fark etmese
de kızın Yongguk’u kandırması imkansız gibi bir şeydi. İyi olduğunda ısrar edip
merdivenleri tırmanmaya başladı; ama her zamanki gibi ikişer ikişer çıkmıyorken
bile ayağı basamaklardan birine takılıp tökezlediğinde daha dengesini
toparlamaya bile fırsat bulamadan Yongguk onu yakaladığı gibi sorgusuzca
kucağına aldı, merdivenleri tırmanmaya başladı.
“Kendim çıkabilirim, dedim!” dedi Baekhee, zayıf bir
isyanla. Aslında bu onun ilk seferiydi, ilk defa biri onu prenses gibi
kucaklamış taşıyordu; bu yüzden kendini oldukça tuhaf hissediyordu. Kendi
kaslarını kullanmadan hareket etmek onun için hiç alışıldık değildi.
“Saçmalamayı bırakırsan daha kolay olacak.” Dedi Yongguk umursamazca,
sonra kucağındaki kıza bakıp gülümsedi, “Arada bir şımartılmak iyidir. İyi
hissetmediğinde benden yardım isteyebilirsin, seni üç kat çıkardım diye ölmem.”
“Eh, şey… madem öyle.” Dedi Baekhee ve omuz silkerek
gevşedi, Yongguk’un onu çatı katına kadar çıkarmasına izin verdi.
Çatıya geldiklerinde Baekhee Hanna’nın bütün yemek
kutularını açmış onları bekliyor olduğunu gördü; üstelik kutulardan hiçbiri
Baekhee’ye ait değildi. Yongguk onu nazikçe yere bırakırken Baekhee gözleriyle
sağı solu tarıyordu. Gerçekten kutusunun orada olmadığını fark ettiğinde
sorarcasına Hanna’ya baktı.
“Dün abimle Sehun’a da yapacağım, diye birazcık abartmışım.
Ben de biraz daha yapıp herkese bir ziyafet çekeyim, dedim.” Diyerek omuz
silkti Hanna. Baekhee kendi yemek kutusundan mutlulukla vazgeçip hemen
arkadaşının yanına oturdu.
Hanna’nın yemekleri her zamanki gibi efsaneydi. Baekhee en
az onun kadar güzel yapıyor olsa da onun bildiği tarif sayısı doğal olarak çok
daha azdı ve bu Hanna’nın hazırladıklarının her zaman daha özel olmasına neden
oluyordu. Bugün yemeklerde bir de yosun çorbası olduğu için her şey daha da
güzel geliyordu – Baekhee yosun çorbasını çok severdi, deniz tadında olduğunu
düşünüyordu.
Yemekten sonra Himchan kutuları çabucak topladı ve Yongguk
hiçbir şey söylemeden ortadan kayboldu. Baekhee sorduğunda Himchan omuz silkip
tuvalete gitmiş olabileceğini söyledi. Baekhee gencin bağırsaklarını bozmuş
olup olmadığını merak ediyordu ki Yongguk çatı kapısını ayağıyla açıp ellerinde
mumları yanmakta olan bir pastayla kapıdan çıktı, tam o anda üç arkadaşı birden
doğum günü şarkısı söylemeye başladılar. Yongguk pastayla beraber üçünün
ortasında diz çöktüğünde ve üç arkadaş şarkılarını bitirdiğinde Baekhee hala
şoktan kurtulamamıştı.
“Siz… nasıl…” diyebildi şaşkın şaşkın üç arkadaşına bakarak.
Üçünün de yüzünde aynı sevgi dolu gülümseme vardı. Hayatında belki de ilk defa
böyle bir doğum günü kutlaması yaşıyordu. İlkokulda ondan beklenmeyecek kadar
sessiz bir çocuktu ve okuldan hiç yakın arkadaşı yoktu. O sonunda açıldığı
zaman da insanlar ona gerçek bir serseri gibi davranmaya başlamışlardı. O
zamanlar gerçek arkadaşları bir tek Mei ve Tao’ydu; onları da evde yapılan
doğum günü partisine çağırıyordu. Tabi bir de o zamanlar doğum gününün
geldiğini hiçbir zaman unutmuyordu.
“Doğum gününü bana söyleme gafletinde bulunmuştun ya hani,
hatırladın mı?” dedi Yongguk. Baekhee dolmaya başladığını hissettiği gözlerini
kırpıştırarak arkadaşına baktı. Genç, başıyla Hanna’yı işaret etti. “Pastayı
Nana yaptı, Himchan-chan’ın görevi seni oyalamaktı, ben de yardım etmiş
bulundum. Doğum günün kutlu olsun Baek.”
“Mumları üflemeyecek misin?” dedi Himchan. Baekhee derin bir
nefes aldı, bu üçlüden asla kopmamak dileğini tuttu ve gerçek olması için
yukarıda ne kadar tanrı varsa her birine yalvararak mumları üfledi. Himchan ve
Hanna alkışlarken Yongguk pastayı yere, kenara kaldırılmış kutulardan birinin
üzerine bıraktı. Baekhee fırsattan istifade pastaya da zarar gelmeyeceğine emin
olduğu anda üçüne birden sarılmaya çalıştı. Başarılı olamasa da arkadaşları
onun ne yapmak istediğini anlayıp bir teletabi sarılma grubu oluşturmuşlardı
bile. Baekhee gözlerinden dökülen gereksiz birkaç damlanın görünmemesi için
başını öne eğerek saçlarıyla yüzünü sakladı.
“Aptallar! Hepinizi çok seviyorum, tamam mı? Pis zevzekler
sizi, iyi ki varsınız!”
Pastayı kesmeden çatalladıktan sonra – ki o kadar çabuk
bitti ki Hanna bir dahaki sefere büyük boy yapmaya karar verdi – Himchan ve
Yongguk Baekhee’ye hediyelerini verdiler. Hanna pasta yaptığı için onun alması
uygun bulunmamıştı. Himchan’ın hediyesi üzerinde küçük gümüş yıldızlar olan
ince bir gümüş zincirdi. Pek Baekhee’nin tarzı değilmiş gibi duruyordu; ama kız
aslında kolye olması gereken zinciri hızla bileğine üç tur dolayarak kendi
tarzına uydurdu. Yongguk’un hediyesi bir anahtarlıktı; koyu renk ahşaptan
oyulmuş, mat cilayla cilalanmış, uluyan bir kurt. Baekhee anahtarlarını kendi
eski mantar anahtarlığından çıkarıp ona taktıktan sonra ancak Yongguk onu
kendisinin oyduğunu söyledi. Anlaşılan genç daha önce söylese Baekhee’nin
anahtarlığı kullanmayıp saklayacağını bilecek kadar iyi tanıyordu kızı.
Himchan ve Yongguk hediyelerini verdikten sonra Hanna da
yanında getirdiği poşete uzandı. Himchan ve Yongguk’un itirazlarına rağmen onun
da bir hediyesi vardı; üstelik onun hediyesi oldukça büyüktü. Büyük bir merakla
paketi açtığında Baekhee bunun dev gibi bir tarif kitabının üzerine
yerleştirilmiş şekillendirilebilir şekerleme kutuları olduğunu gördü. Üzerinde
de akşam kargosunu mutlaka almasını söyleyen bir not vardı. Baekhee ne kadar
ısrar ederse etsin Hanna nedenini söylemeyi reddetti.
Günün geri kalan kısmında Baekhee’nin keyfini hiçbir şey
bozamadı, bütün öğleden sonra boyunca kızın yüzünde aptal bir sırıtış vardı.
Derste not tutmadığı her saniye masasının üstüne bıraktığı anahtarlarının
arasından sarkan kurtla oynuyor veya bileğindeki yıldızların tatlı parıltısını
izliyordu. Eve gidip bir an önce o şekerlemelerden üç arkadaşına bir şeyler
yapmak için sabırsızlanıyordu – bir de şu akşam kargosu meselesi vardı tabi.
Arkadaşlarına sımsıkı sarılıp ayrıldıktan sonra (Yongguk
Himchan’ın evine gideceğinden bugün yalnızdı) eve kadar kendi kendine şarkı
söyleyerek bisikletini sürdü. Vardığı zaman annesinin bugüne özel sushi
söylemiş olduğunu gördü – üstelik bir orduyu doyuracak kadar fazla. Haerin onun
için bütün yeteneğini ortaya dökerek bir hikaye yazmış, aralarında resim
yeteneği belirgin olan Sekyung’a da bunun resmini çizdirmişti. Babası akşam
beraber çıkmaları konusunda ısrar ediyordu.
Baekhee üzerini değiştirmek için oyalandı. Yemek için
sofraya geçmediler; güzel bir müzik açıp tabakları ortadaki küçük masaya
dizerek hep beraber koltuklarda yediler. Bir yandan birbirleriyle şakalaşıp
gülüyor, bir yandan da sushilerini mideye indiriyorlardı. Her şey tam
Baekhee’nin sevdiği gibiydi; rahattı, kuralsızdı, doğaldı ve kimse gereksiz
şeyler söyleyip birbirinin canını sıkmıyordu. Bir aile olarak böyle olmak için
sadece özel günleri beklemeleri çok acıydı.
Yemeklerini bitirmiş, masadaki boş tabakları kaldırmaya
üşenerek yeşil çaylarını içiyorlardı ki kapı çaldı. Kimse kalkmaya yeltenemeden
Baekhee anında yerinden fırladı ve kapıya koştu. Onun adına gelen kargo oldukça
büyük bir kutuydu ve Baekhee’nin kargo elemanından aldıktan sonra fark ettiği
üzere hatırı sayılır derecede ağırdı da.
“Kimmiş o?” dedi annesi, Baekhee elinde kutusuyla salona
girince.
“Doğum günü hediyem, Hanna göndermiş.” Dedi Baekhee, ağzı
kulaklarına varıyordu.
“O kadar büyük, neymiş öyle?” dedi babası merakla. Baekhee
omuz silkti, kargo paketini yırtarak açtı ve altındaki hediye paketini açığa
çıkardı. Paketin üzerindeki kartta el yazısıyla Hanna’nın notu vardı: kocacığıma, sevgilerle~ biliyorsun, otuzumda
sap olursam kapına dayanacağım, aşkım.
“Bu da ne böyle?” diye güldü Haerin, notu Baekhee’nin
omzunun üstünden okumuştu.
“Çatlak, bana kocacığım diyor.” Diye gülerek açıkladı
Baekhee ve özenle hediye paketini açmaya girişti. Üzerindeki kurdeleyi çözüp
iki bantı da açtığı zaman paket kağıdı kolayca yanlara düştü ve bütün aileyi
ağzı açık bıraktı.
“Baekhee..?” dedi annesi, o da gözlerini kutudan alamıyordu.
“Evet, bu bir hamur karıştırma makinesi… geçen pazar pasta
yaparken çok kullanışlı bir şey demiştim sadece…” dedi Baekhee. Bunu kabul edip
edemeyeceğinden emin değildi, bu çok fazlaydı; ama muhtemelen Hanna iade etmesi
gibi bir şeye asla izin vermezdi.
“Açsana?” diyerek onu sırtından dürttü Haerin. Baekhee
başını iki yana sallayıp çabucak karton kutuyu açtığında kutunun kenarında ve
köpüklere yerleştirilmiş olan makinenin metal kasesinin içinde Hanna’nın pasta
yapmak için kendine aldığı her şeyin düzgünce istiflenmiş olarak durduğunu
gördü.
“Yok artık!” dedi, kendini durduramadan. Haerin hemen
omzunun üzerinden yutkundu. Annesi de kutunun içine göz attığında gözleri
ardına kadar açıldı.
“Bununla pastane açılır be!” dedi kadın, şok içinde. Baekhee
başıyla onayladı.
“Bu kız… bu kız gerçekten deli, aklından zoru var bu kızın,
ben…” diye kendi kendine saçmalayarak elini saçlarından geçirdi Baekhee. Mutlu
olmadığını söyleyemezdi; ama tek bir doğum günü için bu kadar çok para
harcaması biraz rahatsız olmasına neden olmuştu. Baekhee hiçbir şeye mal
olmayan küçük hediyeleri tercih ederdi. Baekhee aslında işin “düşünme” ve
“uğruna emek harcama” kısmına daha çok önem verirdi; ama bunların hepsinin aynı
zamanda düşünülmüş olduğunu biliyordu. Hanna ona her zaman çok istediğini
söylediği şeyleri sunmuştu. Bunları hatırlaması, hepsini bir araya getirmesi,
okulda sadece tarif kitabını verip kalanları bu şekilde paketleyerek eve
göndermesi, üstelik tam zamanında gelmesi için bu kadar çaba göstermesi…
bunların hepsi iyi düşünülmüş küçük jestlerdi; ama bu kadar çok para…
“Merak etme, onlar için bu sakız almak gibi bir şey.” Dedi
Haerin sessizce, ablasının aklını okumuş gibi. Baekhee tuttuğunu fark etmediği
nefesini verip kardeşine gülümsedi. Küçük kız bir şekilde ablasının neye
ihtiyacı olduğunu her zaman anlamak gibi bir yeteneğe sahipti.
“Sen öyle diyorsan…”
Baekhee’nin yeni oyuncaklarını güvenle yerlerine
yerleştirdikten ve Baekhee’nin şekerlemelerden küçük deniz kaplumbağaları
yapmasına izin verdikten sonra babası baba kız dışarı çıkmaları gerektiği
konusunda ısrar etti. Baekhee üzerine rahat bir pantolon ve tişört geçirip
babasını bekledi, beş dakika sonra annesi ve Haerin onları kapıdan uğurluyordu.
“Nereye gidiyoruz?” dedi Baekhee, arabaya bindiklerinde.
“Doğum gününde kızımla biraz gezeyim, dedim.” Dedi babası. Baekhee
kaşlarını kaldırdı.
“E nereye gidiyoruz?” dedi sonra.
“Her zamanki gibi sabırsızsın.” Dedi babası ve cebinden
siyah bir bez çıkardı. “Uslu bir kız ol ve şunu gözlerine bağla. Nereye gittiğimizi
görmeni kesinlikle istemiyorum.”
“Ama baba!” diye isyan ediyordu ki Baekhee, babası sözünü
kesti.
“Baekhee, nadiren senden bir şey isterim. Sorgulamadan yapsan
olmaz mı?” dedi adam, yoldan gözlerini ayırmadan. Baekhee dudağını ısırdı; nereye
gittiklerini görmek istiyordu. Zaten başına ne gelse hep meraktan gelmişti. Sonunda
pes edip iç geçirdi ve kumaşı gözlerinin üzerine bağladı.
Bir süre sessizce sürdükten sonra babası kendi kendine bir
şarkı mırıldanmaya başladı. Baekhee kaç kere döndüklerini saymaya çalışsa da
adam onun kafasını karıştırmak ister gibi değişik hızlarda sürüyor ve gerekmese
de yolu uzatmak pahasına sürekli bir yere dönüyormuş gibi duruyordu. Baekhee bir
süre sessizce oturdu; ama bir yerden sonra oturduğu yerde mayışıp aşağı doğru
kaykılmaya başladı. Tam her an uyuyabileceğini düşünüyordu ki araba durdu.
“Uyudun mu, Baekhee?” dedi babası, nazikçe. Baekhee koltuğunda
doğruldu.
“Geldik mi?” dedi, sanki bir şey görebilecekmiş gibi sağa sola
bakarak. Tam bezi çıkarmaya yelteniyordu ki babası elini tutup onu durdurdu. Baekhee
çocuk gibi mızıldandı.
“Az kaldı, biraz daha bekle.” Dedi adam. Baekhee babasının
elinin ondan uzaklaştığını hissettikten bir an sonra araba kapısının açılıp
kapandığını duydu. Kısa süre sonra kendi kapısı da açıldı ve babasının eli yine
omuzlarındaydı. Baekhee adamın yardımıyla arabadan inince babası kapıyı kapattı
ve kızının arkasına geçerek ellerini omuzlarına koyup yürütmeye başladı. Bir süre
sonra durdular. “Hazır mısın?”
“Neye?” diye sordu Baekhee, kalp atışlarının hızlandığını
hissedebiliyordu.
“Sen de haklısın, tabi. O zaman…” dedi adam ve kızının
gözündeki bezi çıkardı.
Baekhee’nin gözlerinin ışığa alışması biraz zaman aldı,
alıştıktan sonra da gözlerinin önündeki şeye anlam vermesi için biraz daha
geçmesi gerekti. Önündeki şey gerçek bir Dakar’dı; koyu sarı ve siyah özel
boyası, siyah egzoz borularının arasında parlayan krom kaplı motoru, yumuşak
deri selesiyle sadece hayalini kurabileceğine inandığı o muhteşem alet şimdi
tek başına önünde duruyordu. Kalbinin durduğuna yemin edebilirdi. Gerçek olduğuna
emin olmak için yavaşça o tarafa yürüyüp elini uzattı, hafifçe parmaklarını
gidonun üzerinde gezdirdi. Ardından başını hızla çevirip soran gözlerini
sessizce babasına dikti.
“On altı yaşına girdiğinde sana alacağıma söz vermiştim.
Kore kanunlarına göre geç bile kaldım.” Dedi babası; ama daha adam sözünü
bitirmeden Baekhee yüzüne yerleşen dev sırıtışla viyaklayarak koşmaya
başlamıştı bile.
“Seni çok seviyorum; bir tanesin!” dedi Baekhee, mutlulukla
babasının boynuna atladığında. Adam gülerek kızını kucakladı ve saçlarından
öptü.
“Ben de seni seviyorum, küçük şeytan.” Dedi, gülerek. Baekhee
ortaokula başladığında sinir olduğu için söylememesini istediğinden beri adam
ilk defa ona bu şekilde sesleniyordu ve Baekhee şu anda hiç şikayet ettiğini
söyleyemezdi.
“Şimdi bu gerçekten benim mi?” diye sordu kız, dönüp yeniden
motora bakarak.
“Kesinlikle öyle. Hatta kask, ceket, koruyucular gibi şeyler
de sipariş ettim; ama hangisini beğenirsen onu almak sana kalmış.” Dedi babası.
Baekhee babasının yanaklarından öptü ve koşarak motorunun yanına gitti. Bir süre
muhteşem bedenini nazikçe okşadı, ardından dayanamayıp motora da bir öpücük
verdi.
“Hadi gel de kaskını seç.” Dedi babası gülerek. Baekhee bisikletlerini
aldıkları yerin önünde olduklarını ancak o zaman fark etti.
Babasının seçtiği şeyleri Baekhee de beğendi: mat siyah bir
yarım kask, uyumlu mat siyah dizlik ve yarım eldivenler, çam yeşili ve siyah
bir motor montu, rüzgarı kesmek için özel tasarlananlardan bir güneş gözlüğü,
siyah –çam yeşili geçişi olan deri motor ayakkabıları ve eğer yanında yolcu
taşımak isterse, diye sarı-siyah bir yedek kaskla daha hafif korumalar. Yeni aldığı
her şeyi tek tek denerken Baekhee hala bir rüyadaymış gibi hissediyordu. Sonunda
takımını tamamen giyip aynanın karşısına geçtiğinde karşısında gerçek bir motor
sürücüsü duruyordu.
“Birkaç bağlantımı kullanıp sana bir küçük hediye daha aldım…”
dedi babası. Baekhee daha ne olabileceğini merak ederek ona döndüğünde elinde
bir dosya gördü. Güneş gözlüğünü çıkarıp soran gözlerle baktı. Babası yanına
geldi. “Çin’de bolca kullandığın için – sakın inkar etme, kullandığını
biliyorum – nasıl sürüleceğini biliyor olmalısın. Daha sonra kurs da alacağına
söz verirsen sana bunu da vereceğim.”
“Ne, yani şimdi sen…” dedi Baekhee; ama cümlesini
tamamlayamadan gözleri babasının dosyanın üzerinde tuttuğu karta takıldı. Bu bir
küçücük ehliyetçikti… ama bu nasıl mümkündü?!
“Sorgulama, tatlım. Sonuçta sınava girsen de seni
geçirmemeleri gibi bir olasılık yoktu.” Dedi babası – Haerin’in kime çektiği
belli oluyordu.
“Baba… sen gerçekten efsanesin.” Dedi Baekhee, ağzı
kulaklarına vararak. Ardından hazır ola geçip sağ elini göğsüne koydu. “Sana
şerefim, onurum ve babaannemin ruhu üzerine yemin ediyorum ki o kursu
kesinlikle alacağım.”
“O zaman al bakalım.” Diyerek ehliyeti kızına uzattı adam. Baekhee
ehliyeti alırken yeni bir dünyaya adım atıyor gibi heyecanlıydı. Önce aynaya,
sonra motora, sonra elindeki küçük karta baktıktan sonra babasına döndü.
“Şey; ben… eve senden sonra gelsem sorun olur mu?” dedi
sonunda tereddütle. Adam hiç şaşırmayarak güldü.
“Böyle diyeceğini biliyordum. Depoda benzin var. Serbestsin,
vızılda bakalım.” Diyerek eliyle yolu gösterdi adam. Baekhee zıplayıp zaferle
havayı yumrukladı, gidip babasını bir daha öptü ve motorunun yanına koştu.
Çalıştırırken motorun çıkardığı kükreme müzik gibiydi;
dengesi, rahatlığı, Baekhee’ye tepkileri muhteşemdi. Yerden biraz yüksek olduğu
için hareket etmiyorken dengede durmak biraz güç istiyordu; ama Baekhee için bu
çok kolaydı. Motorun burnunu yola çevirip hafifçe gaz verdiğinde aleti sanki
kendi bacaklarıymış gibi rahat bir biçimde kontrol edebildiğini fark etti. Başını
çevirip babasına bir daha baktı, el salladı ve yola çıktı. Şu anda bunu
göstermeyi herkesten çok istediği bir kişi vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder