5 Nisan 2015 Pazar

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 15

-15-

Hanna konuşmasını bitirdikten, Baekhee de Hanna’yla pembeleşen yanakları ve kıkırtıları üzerinden dalga geçmeyi sonunda bıraktıktan sonra pastalarını bir kutuya koyup evden çıktılar. Hanna’nın söylediğine göre buluşacakları park yakındı ve ellerinde bir tane çok hassas pasta olduğundan yürüyerek gitmeleri daha mantıklıydı. Baekhee oradan direk eve geçmesinin herkes için daha kolay olacağında ısrar ederek bisikletini de yanına aldı; ama planı başkaydı. Nitekim parka varıp beş dakika bekledikten sonra uzaktan Himchan’ın geldiğini görür görmez Hanna’nın tepki vermesine fırsat bırakmadan bisikletine atlamıştı.

“Seni hain!” diye isyan etti Hanna, arkasından.

“Sonra bana teşekkür edeceksin!” Baekhee, uzaklaşırken. Gidebileceği tek yol olduğu için Himchan’ın yanından geçerken gencin dev bir soru işareti şeklini almış olan suratına gülmemek için kendini zor tuttu; konuşmak için yavaşlamadı, sadece sırıtıp göz kırparak yoluna devam etti.

Eve giderken, yola oldukça dikkat etmiş olmasına rağmen, üç kere kayboldu. Üçünde de tekrar yolunu bulması o kadar uzun sürdü ki eve sonunda vardığında hava kararmıştı ve Haerin’in bisikleti parkta duruyordu. Baekhee kendi bisikletini de bırakıp eve çıktığında annesi sofrayı hazırlıyor, Haerin de ona yardım ediyordu.


“Hoş geldiniz, Baekhee Hazretleri. Biz de yemeğe oturabilmek için teşrif buyurmanızı bekliyorduk.” Dedi annesi iğneli bir sesle, daha kız içeri girer girmez. Baekhee az önceki neşeli havasının anında dibe vurduğunu hissetti, gözlerini devirdi.

“Hoş buldum, Kraliçem; bakıyorum da her zamanki kadar huysuzsunuz. Ne o, sonunda menopoza mı giriyorsunuz?” dedi Baekhee, annesininkine eşdeğer bir iğnelemeyle. Annesinin keskin bakışlarını gördüğünde zafer kazanmış gibi hissetti. Haerin annesini sessizce dürtünce kadın derin bir nefes alıp boğazını temizledi.

“Neyse; yemek hazır. Hadi gel otur. Neredeydin?” dedi, sakin tutmaya çalıştığı bir sesle. Baekhee ona laf sokmaya devam etmek istiyordu aslında; ama çabasını takdir etmişti.

“Arkadaşımın evindeydim.” Dedi, sakince.

“Öyle mi? Şu bahsettiğin iyi yemek yapan kız mı?” dedi annesi, yemekleri getirmek için mutfağa giderken. Baekhee cevap vermek için onun dönmesini bekledi.

“Evet, beraber pasta yaptık.” Dedi sonra da, annesine tabağı uzatırken. Bir saniye sonra babası, bu nadir görülen doğa olayını izlemek için kendiliğinden televizyonun başından kalkıp yanlarına gelmişti – normalde birisi çağırmazsa asla yerinden kalkmazdı.

“Öyle mi? Nasıl oldu?” diye sordu annesi, doldurduğu tabağı Baekhee’ye geri verdi. Kız omuz silkip ona yeni bir tabak uzattı.

“Bilmem. Erkek arkadaşı için yaptık, tadına bakmadım.” Dedi umursamazca. Göz ucuyla babasıyla kız kardeşinin şaşkınca bakıştıklarını gördü. Eh, durum pek de şaşırılmayacak gibi değildi.

“Eminim güzel olmuştur.” Diyerek Baekhee’yi de şaşırttı annesi. Normalde kendi yaptığınız pastayı neden onun erkek arkadaşına verdiniz bu hiç adil değil sen de payını almalıydın gibi bir saçmalıkla Baekhee’yi ustaca çileden çıkarıp kavga başlatması gerekirdi.

Baekhee “sen kimsin ve anneme ne yaptın” deme isteğini bastırıp sofraya oturunca oldukça sakin, hatta neredeyse eğlenceli sohbetlere sahne olan bir akşam yemeği yediler. Baekhee’ye bir süredir birlikte vakit geçiremedikleri gerekçesiyle odasına gitmemesini söylediklerinde Baekhee itiraz etmedi. Babasının eğlenceli bulduğu ve son zamanlarda oldukça sardığı pazar akşamı şovunu beraber izlediler, Baekhee itiraf etmeliydi ki şov gerçekten komikti. Bittiği zaman neredeyse hayal kırıklığına uğramıştı. Ama izlemeye karar verdikleri bir sonraki şey ilki kadar eğlenceli olmayınca Baekhee kendisini yine odasına kapattı.

Üzerini değiştirdikten sonra telefonunu eline aldığında Hanna’dan bir sitem mesajı olmadığını gördü ki bu iyiye işaretti; ama başkasından mesaj vardı. Caretta göndericili mesajı açtığında bunun yine klasik bir “nasılsın, özledim” mesajı olduğunu görüp iç geçirdi. Bir süredir Jongwoon’u o kadar düşünmemişti ki dünyadaki varlığını, duvarındaki resimlere rağmen, tamamen unuttuğunu söyleyebilirdi. Şimdi mesajı gördüğündeyse sanki bir okul ödevi varmış gibi bıkkın hissediyordu. Haerin, her zaman olduğu gibi, haklı çıkmıştı. Bu çocuğu sevmiyordu, sadece oyalıyordu işte. Yine de, mesajla ayrılamazdı.

Sanki hiçbir şey yokmuş gibi, normal bir cevap verdi Baekhee. Birkaç dakika sonra cevap geldi ve mesajlaşmaya başladılar. Anlaşılan bu hafta teslim etmesi gereken bir proje daha vardı ve ardından pazartesi de sınavı vardı; ondan sonra boşa çıkacaktı. O zamana kadar pek görüşemeyeceklerdi zaten, o yüzden bu akşam buluşmak istemişti. Baekhee özür dileyerek bütün günü ailesine ayırdığı için mesajını görmediğini; ama pazartesi akşamı veya salı günü buluşabileceklerini söyledi. Jongwoon fazla bekletmek istemiyordu, bir sonraki pazartesi gününe sözleştiler.

Baekhee kendini kötü hissetse de bunun en iyisi olduğuna kendini ikna etmeye çalıştı. Jongwoon muhtemelen bundan sonra onunla bir süre görüşmezdi, bu yüzden onu özleyecekti; ama sırf bu sebepten onu oyalamaya devam etmek de bencilceydi, hatta rezil bir davranıştı. Tam şu anda da söyleyemezdi, bu onun sınavını kötü etkileyebilirdi. Her ne kadar gencin boşuna umutlanarak geleceğini bildiği için kendini suçlu hissetse de pazartesi günü söylemek en doğrusu olacaktı.

Hafta Baekhee’nin beklediğinden çok daha hızlı geçti. Matematik, fizik, kimya ve biyoloji hocaları hep birlikte öğrencilerin ne durumda olduğunu görmek için küçük seviye ölçme testleri yapmaya karar verince bütün hafta çalışmak ve her gün bir başka sınava girmekle geçmişti. Cuma günü fizik testinin sonunu bildiren zil çaldığında Baekhee kalemini masaya bıraktı ve sonunda bitmiş olmasının verdiği rehavetle gerindi. Hanna’ya baktığında kızın da gevşeyerek sırasında kaykılmış olduğunu gördü. Sınav gözetmenleri olan Minwoo Hoca kağıtlarını toplamak için yanlarından geçtiğinde Hanna’ya göz kırparak kızın pespembe olmasına neden oldu ve hoca sınıftan çıktığı anda da maymun gibi sırasının üzerine zıplayarak yumruklarını havaya kaldırdı.

“ÖZGÜRLÜK!” diye böğürdüğünde sınıfın tamamı şok ve hayranlık karışımı bir ifadeyle ona baktı, ardından hepsi de yumruklarını kaldırıp aynı şeyi bağırarak zıplamaya başladılar. Baekhee aptal bir dans tutturmuş yanlarına gelmekte olan Yongguk’u görünce gencin üzerine atlayarak neredeyse düşmesine neden oldu, Yongguk onu güvenle yakalayınca da gence sarılıp tepinmeye başladı.

“Bitti be! Ne kadar gereksiz bir şeydi!” diye gülüyordu bir yandan da. Yongguk şaşkınlıkla ne yapacağını bilemese de bu oldukça kısa sürdü, genç de Baekhee’ye sarılıp onunla birlikte zıplamaya başladı. Bir saniye sonra aralarına Hanna da katılınca üçlü bir sarılma-zıplama grubu oluşturdular ve Himchan gelip aralarına dalana kadar da durmadılar.

“Beni niye aranıza almıyorsunuz?” diye isyan etti Himchan, o geldiği anda zıplayan üçlü dağılınca.

“Senin sahibin var, olmaz. Git o zıplasın seninle.” Dedi Baekhee, burnunu havaya dikerek. Yongguk da kollarını kavuşturup başıyla onaylayınca Himchan balon gibi sönüp dudağını sarkıttı.

“Uğraşmayın kediciğimle!” dedi Hanna anında ve Himchan’ı kanatlarının altına aldı. Saçlarını okşayan kızın kollarına sığınırken Himchan hiç de şikayet ediyormuş gibi görünmüyordu.

“Valla tam kedicikmiş, baksana kendini nasıl sevdiriyor.” Dedi Yongguk, pis pis sırıtarak. Hanna’nın göremeyeceği bir açıdan Himchan onlara dil çıkardı.

“Bana sevdiriyor, başkası olsa cırmalar.” Dedi Hanna ve gencin saçlarına bir öpücük kondurdu. Bu kadar çabuk bu hale gelmiş olmaları Baekhee’nin içini ısıtıyordu; ama onlarla uğraşmak isteyen yanı kıl payıyla daha ağır basıyordu.

“Ha deneyen oldu, yani… belki de sen görmezken sevdiriyordur.” Dedi Baekhee pis pis sırıtarak.

“Siz niye hala buradasınız ki ya, gitsenize siz?!” dedi Hanna ve kaşlarını çatıp yanaklarını şişirdi.

“Bizi istemiyorlar burada Baek, gel biz de gidip kendimize bir kuytu bulalım. Kedi sen olabilirsin.” Dedi Yongguk ve kolunu kızın omzuna atarak sınıftan çıkardı.

“Bakıyorum sen de öğrenmeye başlamışsın.” Dedi Baekhee, çıktıklarında. Yongguk’un yüzünde kendinden memnun bir ifade vardı.

“Eh, ne diyeyim; öğretmenim iyiydi.” Dedi, yan gözle Baekhee’ye baktı. Baekhee hafifçe gencin başının arkasına vurdu; ama yürümeye devam ederlerken ikisi de kıkırdıyordu.

Öğlen arasında Baekhee açlıktan ölecekmiş gibi hissediyordu; ama tam Yongguk lavaboya gitmişken Himchan hocaya götürmesi gereken bir şey olduğunu söyleyerek yardım etmesi için Baekhee’yi de yanında sürükleyince yemek beklemek zorunda kaldı. Taşımaları gereken şey süs dolu iki kutuydu ve yer değiştiriyordu; hafif olsalar da Himchan ikisini birden taşısa önünü göremezdi. Haklı bir bahanesinin olduğunu görünce Baekhee iç geçirip şikayet etmeden işe koyuldu.

Beş dakikada kutuları olması gereken yere götürdüler, beş dakika da kapıyı açması için hademenin gelmesini beklediler; kutuları içeri bıraktıktan sonra özgürlerdi. Bu sefer Baekhee Himchan’ı arkasından sürükleyerek çatıya kadar koşmak istiyordu; ama o kadar açtı ki başı dönüyordu. Merdivenlere kadar hiçbir şeyi yokmuş gibi yaparak Himchan’ın hızına ayak uydurup yürüdü; ama merdivenlerin başında lavabodan dönen Yongguk’la karşılaştılar.

Himchan Baekhee’nin çok da iyi hissetmediğini hiç fark etmese de kızın Yongguk’u kandırması imkansız gibi bir şeydi. İyi olduğunda ısrar edip merdivenleri tırmanmaya başladı; ama her zamanki gibi ikişer ikişer çıkmıyorken bile ayağı basamaklardan birine takılıp tökezlediğinde daha dengesini toparlamaya bile fırsat bulamadan Yongguk onu yakaladığı gibi sorgusuzca kucağına aldı, merdivenleri tırmanmaya başladı.

“Kendim çıkabilirim, dedim!” dedi Baekhee, zayıf bir isyanla. Aslında bu onun ilk seferiydi, ilk defa biri onu prenses gibi kucaklamış taşıyordu; bu yüzden kendini oldukça tuhaf hissediyordu. Kendi kaslarını kullanmadan hareket etmek onun için hiç alışıldık değildi.

“Saçmalamayı bırakırsan daha kolay olacak.” Dedi Yongguk umursamazca, sonra kucağındaki kıza bakıp gülümsedi, “Arada bir şımartılmak iyidir. İyi hissetmediğinde benden yardım isteyebilirsin, seni üç kat çıkardım diye ölmem.”

“Eh, şey… madem öyle.” Dedi Baekhee ve omuz silkerek gevşedi, Yongguk’un onu çatı katına kadar çıkarmasına izin verdi.

Çatıya geldiklerinde Baekhee Hanna’nın bütün yemek kutularını açmış onları bekliyor olduğunu gördü; üstelik kutulardan hiçbiri Baekhee’ye ait değildi. Yongguk onu nazikçe yere bırakırken Baekhee gözleriyle sağı solu tarıyordu. Gerçekten kutusunun orada olmadığını fark ettiğinde sorarcasına Hanna’ya baktı.

“Dün abimle Sehun’a da yapacağım, diye birazcık abartmışım. Ben de biraz daha yapıp herkese bir ziyafet çekeyim, dedim.” Diyerek omuz silkti Hanna. Baekhee kendi yemek kutusundan mutlulukla vazgeçip hemen arkadaşının yanına oturdu.

Hanna’nın yemekleri her zamanki gibi efsaneydi. Baekhee en az onun kadar güzel yapıyor olsa da onun bildiği tarif sayısı doğal olarak çok daha azdı ve bu Hanna’nın hazırladıklarının her zaman daha özel olmasına neden oluyordu. Bugün yemeklerde bir de yosun çorbası olduğu için her şey daha da güzel geliyordu – Baekhee yosun çorbasını çok severdi, deniz tadında olduğunu düşünüyordu.

Yemekten sonra Himchan kutuları çabucak topladı ve Yongguk hiçbir şey söylemeden ortadan kayboldu. Baekhee sorduğunda Himchan omuz silkip tuvalete gitmiş olabileceğini söyledi. Baekhee gencin bağırsaklarını bozmuş olup olmadığını merak ediyordu ki Yongguk çatı kapısını ayağıyla açıp ellerinde mumları yanmakta olan bir pastayla kapıdan çıktı, tam o anda üç arkadaşı birden doğum günü şarkısı söylemeye başladılar. Yongguk pastayla beraber üçünün ortasında diz çöktüğünde ve üç arkadaş şarkılarını bitirdiğinde Baekhee hala şoktan kurtulamamıştı.

“Siz… nasıl…” diyebildi şaşkın şaşkın üç arkadaşına bakarak. Üçünün de yüzünde aynı sevgi dolu gülümseme vardı. Hayatında belki de ilk defa böyle bir doğum günü kutlaması yaşıyordu. İlkokulda ondan beklenmeyecek kadar sessiz bir çocuktu ve okuldan hiç yakın arkadaşı yoktu. O sonunda açıldığı zaman da insanlar ona gerçek bir serseri gibi davranmaya başlamışlardı. O zamanlar gerçek arkadaşları bir tek Mei ve Tao’ydu; onları da evde yapılan doğum günü partisine çağırıyordu. Tabi bir de o zamanlar doğum gününün geldiğini hiçbir zaman unutmuyordu.

“Doğum gününü bana söyleme gafletinde bulunmuştun ya hani, hatırladın mı?” dedi Yongguk. Baekhee dolmaya başladığını hissettiği gözlerini kırpıştırarak arkadaşına baktı. Genç, başıyla Hanna’yı işaret etti. “Pastayı Nana yaptı, Himchan-chan’ın görevi seni oyalamaktı, ben de yardım etmiş bulundum. Doğum günün kutlu olsun Baek.”

“Mumları üflemeyecek misin?” dedi Himchan. Baekhee derin bir nefes aldı, bu üçlüden asla kopmamak dileğini tuttu ve gerçek olması için yukarıda ne kadar tanrı varsa her birine yalvararak mumları üfledi. Himchan ve Hanna alkışlarken Yongguk pastayı yere, kenara kaldırılmış kutulardan birinin üzerine bıraktı. Baekhee fırsattan istifade pastaya da zarar gelmeyeceğine emin olduğu anda üçüne birden sarılmaya çalıştı. Başarılı olamasa da arkadaşları onun ne yapmak istediğini anlayıp bir teletabi sarılma grubu oluşturmuşlardı bile. Baekhee gözlerinden dökülen gereksiz birkaç damlanın görünmemesi için başını öne eğerek saçlarıyla yüzünü sakladı.

“Aptallar! Hepinizi çok seviyorum, tamam mı? Pis zevzekler sizi, iyi ki varsınız!”

Pastayı kesmeden çatalladıktan sonra – ki o kadar çabuk bitti ki Hanna bir dahaki sefere büyük boy yapmaya karar verdi – Himchan ve Yongguk Baekhee’ye hediyelerini verdiler. Hanna pasta yaptığı için onun alması uygun bulunmamıştı. Himchan’ın hediyesi üzerinde küçük gümüş yıldızlar olan ince bir gümüş zincirdi. Pek Baekhee’nin tarzı değilmiş gibi duruyordu; ama kız aslında kolye olması gereken zinciri hızla bileğine üç tur dolayarak kendi tarzına uydurdu. Yongguk’un hediyesi bir anahtarlıktı; koyu renk ahşaptan oyulmuş, mat cilayla cilalanmış, uluyan bir kurt. Baekhee anahtarlarını kendi eski mantar anahtarlığından çıkarıp ona taktıktan sonra ancak Yongguk onu kendisinin oyduğunu söyledi. Anlaşılan genç daha önce söylese Baekhee’nin anahtarlığı kullanmayıp saklayacağını bilecek kadar iyi tanıyordu kızı.

Himchan ve Yongguk hediyelerini verdikten sonra Hanna da yanında getirdiği poşete uzandı. Himchan ve Yongguk’un itirazlarına rağmen onun da bir hediyesi vardı; üstelik onun hediyesi oldukça büyüktü. Büyük bir merakla paketi açtığında Baekhee bunun dev gibi bir tarif kitabının üzerine yerleştirilmiş şekillendirilebilir şekerleme kutuları olduğunu gördü. Üzerinde de akşam kargosunu mutlaka almasını söyleyen bir not vardı. Baekhee ne kadar ısrar ederse etsin Hanna nedenini söylemeyi reddetti.

Günün geri kalan kısmında Baekhee’nin keyfini hiçbir şey bozamadı, bütün öğleden sonra boyunca kızın yüzünde aptal bir sırıtış vardı. Derste not tutmadığı her saniye masasının üstüne bıraktığı anahtarlarının arasından sarkan kurtla oynuyor veya bileğindeki yıldızların tatlı parıltısını izliyordu. Eve gidip bir an önce o şekerlemelerden üç arkadaşına bir şeyler yapmak için sabırsızlanıyordu – bir de şu akşam kargosu meselesi vardı tabi.

Arkadaşlarına sımsıkı sarılıp ayrıldıktan sonra (Yongguk Himchan’ın evine gideceğinden bugün yalnızdı) eve kadar kendi kendine şarkı söyleyerek bisikletini sürdü. Vardığı zaman annesinin bugüne özel sushi söylemiş olduğunu gördü – üstelik bir orduyu doyuracak kadar fazla. Haerin onun için bütün yeteneğini ortaya dökerek bir hikaye yazmış, aralarında resim yeteneği belirgin olan Sekyung’a da bunun resmini çizdirmişti. Babası akşam beraber çıkmaları konusunda ısrar ediyordu.

Baekhee üzerini değiştirmek için oyalandı. Yemek için sofraya geçmediler; güzel bir müzik açıp tabakları ortadaki küçük masaya dizerek hep beraber koltuklarda yediler. Bir yandan birbirleriyle şakalaşıp gülüyor, bir yandan da sushilerini mideye indiriyorlardı. Her şey tam Baekhee’nin sevdiği gibiydi; rahattı, kuralsızdı, doğaldı ve kimse gereksiz şeyler söyleyip birbirinin canını sıkmıyordu. Bir aile olarak böyle olmak için sadece özel günleri beklemeleri çok acıydı.

Yemeklerini bitirmiş, masadaki boş tabakları kaldırmaya üşenerek yeşil çaylarını içiyorlardı ki kapı çaldı. Kimse kalkmaya yeltenemeden Baekhee anında yerinden fırladı ve kapıya koştu. Onun adına gelen kargo oldukça büyük bir kutuydu ve Baekhee’nin kargo elemanından aldıktan sonra fark ettiği üzere hatırı sayılır derecede ağırdı da.

“Kimmiş o?” dedi annesi, Baekhee elinde kutusuyla salona girince.

“Doğum günü hediyem, Hanna göndermiş.” Dedi Baekhee, ağzı kulaklarına varıyordu.

“O kadar büyük, neymiş öyle?” dedi babası merakla. Baekhee omuz silkti, kargo paketini yırtarak açtı ve altındaki hediye paketini açığa çıkardı. Paketin üzerindeki kartta el yazısıyla Hanna’nın notu vardı: kocacığıma, sevgilerle~ biliyorsun, otuzumda sap olursam kapına dayanacağım, aşkım.

“Bu da ne böyle?” diye güldü Haerin, notu Baekhee’nin omzunun üstünden okumuştu.

“Çatlak, bana kocacığım diyor.” Diye gülerek açıkladı Baekhee ve özenle hediye paketini açmaya girişti. Üzerindeki kurdeleyi çözüp iki bantı da açtığı zaman paket kağıdı kolayca yanlara düştü ve bütün aileyi ağzı açık bıraktı.

“Baekhee..?” dedi annesi, o da gözlerini kutudan alamıyordu.

“Evet, bu bir hamur karıştırma makinesi… geçen pazar pasta yaparken çok kullanışlı bir şey demiştim sadece…” dedi Baekhee. Bunu kabul edip edemeyeceğinden emin değildi, bu çok fazlaydı; ama muhtemelen Hanna iade etmesi gibi bir şeye asla izin vermezdi.

“Açsana?” diyerek onu sırtından dürttü Haerin. Baekhee başını iki yana sallayıp çabucak karton kutuyu açtığında kutunun kenarında ve köpüklere yerleştirilmiş olan makinenin metal kasesinin içinde Hanna’nın pasta yapmak için kendine aldığı her şeyin düzgünce istiflenmiş olarak durduğunu gördü.

“Yok artık!” dedi, kendini durduramadan. Haerin hemen omzunun üzerinden yutkundu. Annesi de kutunun içine göz attığında gözleri ardına kadar açıldı.

“Bununla pastane açılır be!” dedi kadın, şok içinde. Baekhee başıyla onayladı.

“Bu kız… bu kız gerçekten deli, aklından zoru var bu kızın, ben…” diye kendi kendine saçmalayarak elini saçlarından geçirdi Baekhee. Mutlu olmadığını söyleyemezdi; ama tek bir doğum günü için bu kadar çok para harcaması biraz rahatsız olmasına neden olmuştu. Baekhee hiçbir şeye mal olmayan küçük hediyeleri tercih ederdi. Baekhee aslında işin “düşünme” ve “uğruna emek harcama” kısmına daha çok önem verirdi; ama bunların hepsinin aynı zamanda düşünülmüş olduğunu biliyordu. Hanna ona her zaman çok istediğini söylediği şeyleri sunmuştu. Bunları hatırlaması, hepsini bir araya getirmesi, okulda sadece tarif kitabını verip kalanları bu şekilde paketleyerek eve göndermesi, üstelik tam zamanında gelmesi için bu kadar çaba göstermesi… bunların hepsi iyi düşünülmüş küçük jestlerdi; ama bu kadar çok para…

“Merak etme, onlar için bu sakız almak gibi bir şey.” Dedi Haerin sessizce, ablasının aklını okumuş gibi. Baekhee tuttuğunu fark etmediği nefesini verip kardeşine gülümsedi. Küçük kız bir şekilde ablasının neye ihtiyacı olduğunu her zaman anlamak gibi bir yeteneğe sahipti.

“Sen öyle diyorsan…”

Baekhee’nin yeni oyuncaklarını güvenle yerlerine yerleştirdikten ve Baekhee’nin şekerlemelerden küçük deniz kaplumbağaları yapmasına izin verdikten sonra babası baba kız dışarı çıkmaları gerektiği konusunda ısrar etti. Baekhee üzerine rahat bir pantolon ve tişört geçirip babasını bekledi, beş dakika sonra annesi ve Haerin onları kapıdan uğurluyordu.

“Nereye gidiyoruz?” dedi Baekhee, arabaya bindiklerinde.

“Doğum gününde kızımla biraz gezeyim, dedim.” Dedi babası. Baekhee kaşlarını kaldırdı.

“E nereye gidiyoruz?” dedi sonra.

“Her zamanki gibi sabırsızsın.” Dedi babası ve cebinden siyah bir bez çıkardı. “Uslu bir kız ol ve şunu gözlerine bağla. Nereye gittiğimizi görmeni kesinlikle istemiyorum.”

“Ama baba!” diye isyan ediyordu ki Baekhee, babası sözünü kesti.

“Baekhee, nadiren senden bir şey isterim. Sorgulamadan yapsan olmaz mı?” dedi adam, yoldan gözlerini ayırmadan. Baekhee dudağını ısırdı; nereye gittiklerini görmek istiyordu. Zaten başına ne gelse hep meraktan gelmişti. Sonunda pes edip iç geçirdi ve kumaşı gözlerinin üzerine bağladı.

Bir süre sessizce sürdükten sonra babası kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladı. Baekhee kaç kere döndüklerini saymaya çalışsa da adam onun kafasını karıştırmak ister gibi değişik hızlarda sürüyor ve gerekmese de yolu uzatmak pahasına sürekli bir yere dönüyormuş gibi duruyordu. Baekhee bir süre sessizce oturdu; ama bir yerden sonra oturduğu yerde mayışıp aşağı doğru kaykılmaya başladı. Tam her an uyuyabileceğini düşünüyordu ki araba durdu.

“Uyudun mu, Baekhee?” dedi babası, nazikçe. Baekhee koltuğunda doğruldu.

“Geldik mi?” dedi, sanki bir şey görebilecekmiş gibi sağa sola bakarak. Tam bezi çıkarmaya yelteniyordu ki babası elini tutup onu durdurdu. Baekhee çocuk gibi mızıldandı.

“Az kaldı, biraz daha bekle.” Dedi adam. Baekhee babasının elinin ondan uzaklaştığını hissettikten bir an sonra araba kapısının açılıp kapandığını duydu. Kısa süre sonra kendi kapısı da açıldı ve babasının eli yine omuzlarındaydı. Baekhee adamın yardımıyla arabadan inince babası kapıyı kapattı ve kızının arkasına geçerek ellerini omuzlarına koyup yürütmeye başladı. Bir süre sonra durdular. “Hazır mısın?”

“Neye?” diye sordu Baekhee, kalp atışlarının hızlandığını hissedebiliyordu.

“Sen de haklısın, tabi. O zaman…” dedi adam ve kızının gözündeki bezi çıkardı.

Baekhee’nin gözlerinin ışığa alışması biraz zaman aldı, alıştıktan sonra da gözlerinin önündeki şeye anlam vermesi için biraz daha geçmesi gerekti. Önündeki şey gerçek bir Dakar’dı; koyu sarı ve siyah özel boyası, siyah egzoz borularının arasında parlayan krom kaplı motoru, yumuşak deri selesiyle sadece hayalini kurabileceğine inandığı o muhteşem alet şimdi tek başına önünde duruyordu. Kalbinin durduğuna yemin edebilirdi. Gerçek olduğuna emin olmak için yavaşça o tarafa yürüyüp elini uzattı, hafifçe parmaklarını gidonun üzerinde gezdirdi. Ardından başını hızla çevirip soran gözlerini sessizce babasına dikti.

“On altı yaşına girdiğinde sana alacağıma söz vermiştim. Kore kanunlarına göre geç bile kaldım.” Dedi babası; ama daha adam sözünü bitirmeden Baekhee yüzüne yerleşen dev sırıtışla viyaklayarak koşmaya başlamıştı bile.

“Seni çok seviyorum; bir tanesin!” dedi Baekhee, mutlulukla babasının boynuna atladığında. Adam gülerek kızını kucakladı ve saçlarından öptü.

“Ben de seni seviyorum, küçük şeytan.” Dedi, gülerek. Baekhee ortaokula başladığında sinir olduğu için söylememesini istediğinden beri adam ilk defa ona bu şekilde sesleniyordu ve Baekhee şu anda hiç şikayet ettiğini söyleyemezdi.

“Şimdi bu gerçekten benim mi?” diye sordu kız, dönüp yeniden motora bakarak.

“Kesinlikle öyle. Hatta kask, ceket, koruyucular gibi şeyler de sipariş ettim; ama hangisini beğenirsen onu almak sana kalmış.” Dedi babası. Baekhee babasının yanaklarından öptü ve koşarak motorunun yanına gitti. Bir süre muhteşem bedenini nazikçe okşadı, ardından dayanamayıp motora da bir öpücük verdi.

“Hadi gel de kaskını seç.” Dedi babası gülerek. Baekhee bisikletlerini aldıkları yerin önünde olduklarını ancak o zaman fark etti.

Babasının seçtiği şeyleri Baekhee de beğendi: mat siyah bir yarım kask, uyumlu mat siyah dizlik ve yarım eldivenler, çam yeşili ve siyah bir motor montu, rüzgarı kesmek için özel tasarlananlardan bir güneş gözlüğü, siyah –çam yeşili geçişi olan deri motor ayakkabıları ve eğer yanında yolcu taşımak isterse, diye sarı-siyah bir yedek kaskla daha hafif korumalar. Yeni aldığı her şeyi tek tek denerken Baekhee hala bir rüyadaymış gibi hissediyordu. Sonunda takımını tamamen giyip aynanın karşısına geçtiğinde karşısında gerçek bir motor sürücüsü duruyordu.

“Birkaç bağlantımı kullanıp sana bir küçük hediye daha aldım…” dedi babası. Baekhee daha ne olabileceğini merak ederek ona döndüğünde elinde bir dosya gördü. Güneş gözlüğünü çıkarıp soran gözlerle baktı. Babası yanına geldi. “Çin’de bolca kullandığın için – sakın inkar etme, kullandığını biliyorum – nasıl sürüleceğini biliyor olmalısın. Daha sonra kurs da alacağına söz verirsen sana bunu da vereceğim.”

“Ne, yani şimdi sen…” dedi Baekhee; ama cümlesini tamamlayamadan gözleri babasının dosyanın üzerinde tuttuğu karta takıldı. Bu bir küçücük ehliyetçikti… ama bu nasıl mümkündü?!

“Sorgulama, tatlım. Sonuçta sınava girsen de seni geçirmemeleri gibi bir olasılık yoktu.” Dedi babası – Haerin’in kime çektiği belli oluyordu.

“Baba… sen gerçekten efsanesin.” Dedi Baekhee, ağzı kulaklarına vararak. Ardından hazır ola geçip sağ elini göğsüne koydu. “Sana şerefim, onurum ve babaannemin ruhu üzerine yemin ediyorum ki o kursu kesinlikle alacağım.”

“O zaman al bakalım.” Diyerek ehliyeti kızına uzattı adam. Baekhee ehliyeti alırken yeni bir dünyaya adım atıyor gibi heyecanlıydı. Önce aynaya, sonra motora, sonra elindeki küçük karta baktıktan sonra babasına döndü.

“Şey; ben… eve senden sonra gelsem sorun olur mu?” dedi sonunda tereddütle. Adam hiç şaşırmayarak güldü.

“Böyle diyeceğini biliyordum. Depoda benzin var. Serbestsin, vızılda bakalım.” Diyerek eliyle yolu gösterdi adam. Baekhee zıplayıp zaferle havayı yumrukladı, gidip babasını bir daha öptü ve motorunun yanına koştu.


Çalıştırırken motorun çıkardığı kükreme müzik gibiydi; dengesi, rahatlığı, Baekhee’ye tepkileri muhteşemdi. Yerden biraz yüksek olduğu için hareket etmiyorken dengede durmak biraz güç istiyordu; ama Baekhee için bu çok kolaydı. Motorun burnunu yola çevirip hafifçe gaz verdiğinde aleti sanki kendi bacaklarıymış gibi rahat bir biçimde kontrol edebildiğini fark etti. Başını çevirip babasına bir daha baktı, el salladı ve yola çıktı. Şu anda bunu göstermeyi herkesten çok istediği bir kişi vardı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder