Bu ne lan bu ne lan bu
ne lan bu ne lan!!
Kıpırdayamıyordum, nefes alamıyordum, gözlerimi bile
açamıyordum ve aklım sadece üç kelimeyle doluydu: bu. ne. lan. Tamamen
donmuştum. Bunun anlamı neydi? Neler oluyordu? Neden oluyordu? Ne düşünmem
gerekiyordu? Bilmiyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Tamamen şok içindeydim ve bunun
sebebi olan kişi geri çekilmiyordu. Aslında, o yumuşak, sıcak dudakların
benimkilerin üzerinde kıpırdadığını hissettiğimde gözlerimi daha da sıkı
kapatıp düşünmek için bir yol bulmaya çalıştım. Ama uzun süre uğraşmam
gerekmedi.
“Ne yaptığını sanıyorsun?” gözlerimi açtığımda Jonghyun’u
Joon’un bileğini sıkarken gördüm. Joon’u üzerimden almıştı ve yüzünde arkadaş
olduğumuz tüm bu yıllar boyunca bir kere bile görmediğim düşmanca bir bakış
vardı. Neredeyse korkunç olduğunu düşünecektim. Ama Joon daha korkunçtu, gerçi;
birdenbire bir kızı yakalayıp öpmek- üstelik o benim ilk öpücüğümdü!
“Ne yapıyormuşuz gibi görünüyor?” dedi, çarpık bir gülüşle.
“Sana daha önce de söylemiştim.” Diye hırladı Jonghyun,
bütün tüylerimi diken diken ederek.
“Hatırlatmak ister misin?” dedi Joon, dalga geçer gibi.
“Onunla oynama. Onu incitecek tek bir şey yaparsan karşında
beni bulursun.” Dedi Jonghyun. Biliyorum, böyle olmamalıydı; ama içim kıpır
kıpır olmuştu.
“Ah, peki ya oynamıyorsam?” dedi Joon. Kalbim birkaç atım
atladı. Oynamıyor muydu?
“Oynamıyormuş, kıçıma anlat sen onu.” Dedi Jonghyun tükürür
gibi, “Onun hakkında ciddi değilsin.”
“Tabii ki değilim; kim ciddi ki? Lisedeyiz, tanrı aşkına! O benden
hoşlanıyor, ben ondan hoşlanıyorum; büyütecek ne var?” diye gözlerini devirdi
Joon. Jonghyun onu duvara daha sert bastırdı. Bu gittikçe daha tuhaf oluyordu. Joon
benden hoşlanıyordu, Jonghyun tam tersini düşünüyordu ve benim kime inanacağım
hakkında hiçbir fikrim yoktu… ya da kime inanmak istediğim hakkında, ki problem
de buradaydı zaten.
“Ondan hoşlanmıyorsun, sorun bu, büyük dahi. Sadece onunla
biraz eğlenmek istiyorsun ve yakında biteceğini düşünüyorsun. Bak ne diyeceğim;
birinden hoşlandığında biteceğini düşünmezsin. Biterse biter; ama sürdüğü
sürece “ebediyen”dir ve o böyle düşünür. Onu inciteceksin.” Dedi Jonghyun. Bunun
üzerinde hiç ciddi ciddi düşünmemiştim, aslında. Birinden hoşlanırsam
hoşlanırdım, eğer çıkarsak da mutlu olurdum; ama muhtemelen geleceği veya sonunda
ne olacağını düşünmezdim. Sadece o anın tadını çıkarırdım.
“Ahh, öyle mi, aşık çocuk?” dedi Joon alay ederek, sinsi bir
gülüşle, “Yani sonunu bildiğim için ben kötü adamım, sen de sütten çıkmış ak
kaşıksın, öyle mi? Söylesene, şu anda aşkının yolunu kapatmıyor musun? Bu onu
incitmez mi?”
Jonghyun neredeyse köşeye kıstırılmış gibi duruyordu. Dudağımı
ısırdığımı fark ettim; Joon’a iyi bir cevap vermesini istiyordum. İyi bir
sebebinin olmasını istiyordum.
“Bu öyle bir şey değil.” Dedi Jonghyun, “Sizi tesadüfen
gördüm ve eğer sen onu öperken onda ufacık bir duygu kırıntısı bile görsem,
müdahale etmezdim. Ama sadece şok içindeydi. Hoşlanıyor gibi durmuyordu. Aksine,
durmasını istiyor gibi duruyordu, ben de bunu durdurdum.”
“Yani zihin okuyabiliyorsun.” Diye başını salladı Joon. “O
zaman söylesene, neden bana ondan uzak durmamı söylüyorsun?”
“Sana sadece onunla oynamamanı söylüyorum, mankafa. Eğlenecek
birini arıyorsan, başkasını bul. Eğer onda gözün varsa, ciddi ol. Eğer olmayacaksan,
buna izin vermeyeceğim.” Dedi Jonghyun. İç çekip gülümsedim. Çok tatlı bir
küçük şeydi, benim Jonghyun’um… bir dakika, ne? Ne zamandan beri onun bu yanını
sevimli buluyordum – dahası, ne zamandan beri ona benim sıfatını yakıştırıyordum? Bunu şimdilik beynimin bir köşesine
itip dinlemeye devam ettim.
“Sadece onu kendine istemediğine emin misin?” dedi Joon. Yine
donakaldım. Bu çocuk ne halttan bahsediyordu? Jonghyun benim çocukluk
arkadaşımdı!
“Benim hislerimi buna karıştırma, onun mutlu olması bana
yeter.” Dedi Jonghyun. Bir dakika, ne diyordu bu, ne demek istiyordu?
“İnkar etmiyorsun.” Dedi Joon, şaşkınlıkla kaşlarını
kaldırarak. Jonghyun’un dudaklarına yarım bir gülümseme yerleşti.
“Asla etmedim.” Dedi ve Joon’u bıraktı. “Unutma, yine söylüyorum,
ondan gerçekten hoşlanmadığın sürece ona yaklaşma. Onunla oynamana izin
vermeyeceğim.”
“Senden korkmuyorum.” Dedi Joon, gururla dikilerek. Jonghyun
iç çekip arkasını döndü.
“O zaman bekleyip kararlı bir “aşık çocuğun” nelere kadir
olduğunu görmen gerekecek, bir zahmet… ha unutmadan, bir şey daha. Sana izin
vermediği sürece onu öylece öpmeye kalkışayım deme sakın.” Dedi Jonghyun. Joon’dan
uzaklaşmaya başladığında içgüdüsel olarak olduğum yerde sindim.
“O niye? Neden benden hoşlanan bir kızı öpmeyecekmişim?”
dedi Joon.
“Çünkü bunu bilmiyorsun.” Dedi Jonghyun, adımlarını
yavaşlatmadan. Durmayacağını anladığımda çabucak gidip bir koltuğun arkasına
saklandım. Kısa süre sonra Joon da uzaklaştı ve koşarak gidip kendimi tuvalet
kabinlerinden birine kilitledim.
Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum. Jonghyun bana
hisler besliyordu. Çocukluk arkadaşım, tatlı minik büyükbabam, tam zamanlı
kurtarıcım ve destekçim Jonghyun benden hoşlanıyordu. Hiçbir fikrim yoktu… her
zaman arkamdan beni kolluyor muydu? Onun hakkında bilmediğim başka ne vardı? Başka
ne gizliyordu? Bilmek istiyordum… ve burada önemli olan bu değildi! Şimdi ne
olacaktı? Duygularım tam bir çorbaydı. Jonghyun haklıydı, o öpücükte hiçbir şey
hissetmemiştim; sadece şok ve rahatsızlık vardı. Eğer hala Joon’dan hoşlanıyor
olsaydım mutlu olmam, başımın dönmesi, dalıp gitmem falan gerekmiyor muydu? Ama
tek hissettiğim kaçma isteği olmuştu. Kaçıp saklanmak ve durmasını sağlamak
istemiştim. Şimdi ne düşünmem gerekiyordu?
Tuvalette saklanmak bir işe yaramayacaktı; çıkıp yüzümü
yıkadım ve nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım. Öyle allak bullaktım
ki, birdenbire ayağımın altında beliren merdivenlerde tökezleyene kadar bahçeye
geldiğimi fark etmemiştim.
“Yavaş- dikkatli ol!” dedi tanıdık bir ses, birisi dengemi
sağlamak için kolumdan tutarken. Başımı sallayıp kurtarıcıma baktım.
“M-Minhyuk? Burada ne yapıyorsun?” dedim, saçmalık
derecesinde tatlı duran çocuğa şaşkınlıkla bakarak.
“Sadece temiz hava alıyordum. Bahçe çok güzel. Peki ya sen? Hayalet
görmüş gibi duruyorsun.” Dedi. Hafifçe kıkırdadım.
“Belki de görmüşümdür.” Dedim. Biraz güldü ve merdivenlere
oturdu, sonra elini yanındaki boşluğa hafifçe vurdu.
“Oturmak ister misin? Burası oldukça huzurlu.” Dedi. Gülümseyerek
yanına oturdum. Kısa, rahatlatıcı bir sessizlik oldu, ikimiz de manzarayı
izliyorduk. Aklım hala karmakarışıktı; ama haklıydı, burası oldukça huzurluydu.
“Peki bu gördüğün hayalet kimdi?” diye sordu Minhyuk bir
süre sonra. Sıkılgan bir biçimde güldüm. Ne yapsam bilemiyordum, aslında. Birine
anlatıp üzerimden atmak için dayanılmaz bir istek duyuyordum; ama Minhyuk’a
anlatabilir miydim? Anneme söyleyemezdim, bu mümkün değildi. Şimdi arkadaşlarıma
da anlatamazdım, kafamı daha beter karıştırırlardı. Jonghyun’la da konuşamazdım
tabii ki; ne zaman derdim olsa onunla konuşurdum ama bu sefer derdim zaten
onunla ilgiliydi. Yani konuşacağım kimsem yoktu ve Minhyuk Jonghyun’un yakın
bir arkadaşıydı da… derin bir nefes aldım.
“Az önce uzuuuuuun bir konuşma yaptığım bir arkadaşımdı ve
ona nasıl yardım edeceğim hakkında hiçbir fikrim yok.” Diye mırıldandım. Bu muhtemelen
kitaptaki en eski ve en iyi bilinen yalandı; ama yine de bunu kullandım. Ona gerçek
isimleriyle her şeyi anlatmamın imkanı yoktu; ama bu şekilde en azından ikimiz
de benden bahsetmiyormuşuz gibi davranabilirdik. Belki de böyle olunca açılmam
daha kolay olurdu, diye düşünmüştüm.
“Hadi bana da anlat, belki ona yardımcı olacak bir şey
söyleyebilirim.” Dedi, oyunuma eşlik ederek. Minnettarlıkla gülümsedim.
“Şey aslında… o kadar da karmaşık değil ama oldukça karmaşık.”
Diye başladım.
“Nasıl olduğunu açıklaman bile yeterince karmaşık.” Diye güldü
Minhyuk, sevimli kıkırtısına ben de güldüm.
“Öyle, değil mi?” dedim ve derin bir nefes daha aldım. “Tamam,
ben onu bildim bileli arkadaş olduğu bir çocukluk arkadaşı var. Bildiğim kadarıyla
neredeyse her şeyi beraber yapıyorlar ve ona her şeyi anlatıyor; sorunlarını,
olan komik şeyleri, hayallerini, aşklarını…”
“Ah, kardeşler gibi.” Diye başını salladı Minhyuk. Ellerimi kucağımda
birleştirip parmaklarımı birbirine kenetledim, başparmaklarımla oynamaya
başladım.
“Değil mi? Neyse, bir süredir hoşlandığı biri vardı ama üç
hafta önce çocuk onu reddetmiş.” Diye devam ettim.
“Acı.” Diye yorum yaptı Minhyuk.
“Eh, olmuş işte; ama unutmaya başlıyormuş. D-dün, görünüşe
göre hoşlandığı o çocuk birdenbire onu öpmüş.” Diye itiraf ettim sonunda. Minhyuk’un
kaşları havalandı; ama sessiz kaldı, ben de devam ettim. “Öpücük hakkında
hiçbir şey hissetmediğini söyledi; ama çocukluk arkadaşı onu kurtarmaya gelmiş.
Sonuçta kaçmış; ama sonra geri gelip konuştuklarını dinlemeye başlamış ve
çocukluk arkadaşının ondan hoşlandığını duymuş. Tüm bu zaman boyunca ona
aşıkmış ve hiç fark etmemiş.”
“…vay canına.” Diye mırıldandı. Birbirine kenetli ellerimi
sıktım.
“Şimdi arkadaşı onun bildiğini bilmiyor ve o da ne
yapacağını bilmiyor. Beni tavsiye istemek için aradı; ama yardımcı olacak
hiçbir şey söyleyemedim.” Dedim. Minhyuk tatlı tatlı gülümsedi.
“Yani, bu senin yorum yapabileceğin bir şey değil. Karar
vermesi gereken o.” Dedi. Sözleri içime evlat acısı gibi oturdu. Demek o da
bana yardım edemeyecekti, ha?
“E-evet…” diye mırıldandım, ellerime bakarak.
“Bunu söylesem de, o öpüşken çocuktan hiç gerçekten
hoşlandığını zannetmiyorum.” Dediğini duydum. Anında yüzüne baktım; ama o bana
bakmıyordu. Konuşurken sadece manzarayı izliyordu.
“Cidden mi?” dedim. Başını onaylayarak salladı.
“Tabii. Eğer gerçekten sevse, sana öpücük hakkında hiçbir
şey hissetmediğini söylemezdi. Aşk üç hafta içinde kaybolmaz. İlkokuldayken ben
de birine böyle aşık olmuştum; defalarca reddedilmeme rağmen onu sevmekten bir
türlü vazgeçemiyordum ve ne zaman benimle konuşsa ümitlenirdim, midemde
kelebekler uçuşurdu.” Dedi. Ciyaklamak istiyordum; bu çok sevimliydi! Kıkırdadım
ve o da konuşmaya devam etti. “Yani evet, kolayca kaybolacak bir hayranlık
olduğunu düşünüyorum. Bence senin tabii ki çocukluk arkadaşına gitmelisin,
demeni istiyordu. Bence sadece onunla ilişkilerinin kötüye gitmeyeceği
konusunda kendine güvenmiyordu.”
“Vay, oldukça iyi bir analiz yeteneğin var…” dedim. Utangaçça
kıkırdadı.
“O kadar da değil.” Diyerek gülümsedi, “Bu sadece oldukça
bariz. Böyle bir şeyi hiç beklemediğinden kafası karışmış olmalı. Muhtemelen tuhaf
hissetmiş, çocukluk arkadaşı hakkında ne düşünse, ne yapsa bilememiştir. İki seçeneği
var; bunlar hiç olmamış gibi hayatına devam etmek veya itiraf etmek. Neyi seçeceği
nasıl hissettiğine bağlı; ama bir şeyden eminim. O öpüşken çocuktan
hoşlanmıyor. Ona onu unutmasını söyle.”
“Anlıyorum… şey, bu kesinlikle yardımcı oldu, teşekkürler.” Dedim,
gülümseyerek. Bana baktı ve saçmalık derecesinde sevimli gülümsemelerinden
birini takındı.
“Her zaman. Tabii ki bu bir sırdı, değil mi?”
“Evet, bildiğin gibi.” Dedim ve ayağa kalmadan önce çabucak
ona sarıldım. O kıpırdamadı.
“Arkadaşına benim için de şans dile.” Dedi, oturduğu yerden
bana bakarak.
“Tabi, söylerim. Ben dönüyorum şimdi; sen de burada üşüme,
içeri çabuk gel.” Dedim, el sallayıp içeri gittim. Bu kısa konuşma sayesinde,
en azından sorunlarımdan biri çözülmüştü. Hislerim de doğrulanmıştı, öpücük
hakkında kafam hiç karışık değildi artık; ama Jonghyun konusunu bilemiyordum. Her
halükarda Minhyuk’a oyunuma katıldığı, beni dinlediği ve bana yardım ettiği
için borçluydum. Güvenebileceğim veya bana bu kadar sabırla yaklaşacak fazla
insan yoktu. Gerçekten minnettar hissediyordum. Minhyuk kesinlikle hayatımda tanıştığım
en iyi insanlardan biriydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder