23 Ağustos 2014 Cumartesi

Shojo Gibi Sevmek - 05

Bu ne lan bu ne lan bu ne lan bu ne lan!!

Kıpırdayamıyordum, nefes alamıyordum, gözlerimi bile açamıyordum ve aklım sadece üç kelimeyle doluydu: bu. ne. lan. Tamamen donmuştum. Bunun anlamı neydi? Neler oluyordu? Neden oluyordu? Ne düşünmem gerekiyordu? Bilmiyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Tamamen şok içindeydim ve bunun sebebi olan kişi geri çekilmiyordu. Aslında, o yumuşak, sıcak dudakların benimkilerin üzerinde kıpırdadığını hissettiğimde gözlerimi daha da sıkı kapatıp düşünmek için bir yol bulmaya çalıştım. Ama uzun süre uğraşmam gerekmedi.

“Ne yaptığını sanıyorsun?” gözlerimi açtığımda Jonghyun’u Joon’un bileğini sıkarken gördüm. Joon’u üzerimden almıştı ve yüzünde arkadaş olduğumuz tüm bu yıllar boyunca bir kere bile görmediğim düşmanca bir bakış vardı. Neredeyse korkunç olduğunu düşünecektim. Ama Joon daha korkunçtu, gerçi; birdenbire bir kızı yakalayıp öpmek- üstelik o benim ilk öpücüğümdü!

“Ne yapıyormuşuz gibi görünüyor?” dedi, çarpık bir gülüşle.

“Bana oldukça tek taraflı geldi, bu yüzden sen ne yapıyorsun diye sordum.” Diye tekrarladı Jonghyun, Joon’u benden daha uzağa çekerek. Tamam, bu ikisi ne yapacaksa ben burada kalmak istemiyordum – gerçi kavga etmeye hazır görünüyorlardı. Olanlar zaten beni aşıyordu, fazlasını kaldıramayacaktım. Çabucak kenardan sıyrıldım ve koşarak kaçmaya başladım. Bu çok fazlaydı! Anlayamıyordum, beynim bunu işlemeyi reddediyordu. Bir kavganın ortasında kalmak istemiyordum… ama bu kavga benim yüzümden çıkmış olacaktı, ne kadar şokta olursam olayım, insanların benim yüzümden kavga etmelerine izin veremezdim, değil mi? Ayaklarımı durmaya zorladım ve bir şekilde olay yerine geri dönmeyi başardım. Gerçi kendimi göstermeyi götüm yemediğinden köşede saklanıp izlemeye başladım. Jonghyun Joon’u duvara yapıştırmıştı ve gerçekten, gerçekten hayatımda onu bu kadar korkunç hiç görmemiştim.

“Sana daha önce de söylemiştim.” Diye hırladı Jonghyun, bütün tüylerimi diken diken ederek.

“Hatırlatmak ister misin?” dedi Joon, dalga geçer gibi.

“Onunla oynama. Onu incitecek tek bir şey yaparsan karşında beni bulursun.” Dedi Jonghyun. Biliyorum, böyle olmamalıydı; ama içim kıpır kıpır olmuştu.

“Ah, peki ya oynamıyorsam?” dedi Joon. Kalbim birkaç atım atladı. Oynamıyor muydu?

“Oynamıyormuş, kıçıma anlat sen onu.” Dedi Jonghyun tükürür gibi, “Onun hakkında ciddi değilsin.”

“Tabii ki değilim; kim ciddi ki? Lisedeyiz, tanrı aşkına! O benden hoşlanıyor, ben ondan hoşlanıyorum; büyütecek ne var?” diye gözlerini devirdi Joon. Jonghyun onu duvara daha sert bastırdı. Bu gittikçe daha tuhaf oluyordu. Joon benden hoşlanıyordu, Jonghyun tam tersini düşünüyordu ve benim kime inanacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu… ya da kime inanmak istediğim hakkında, ki problem de buradaydı zaten.

“Ondan hoşlanmıyorsun, sorun bu, büyük dahi. Sadece onunla biraz eğlenmek istiyorsun ve yakında biteceğini düşünüyorsun. Bak ne diyeceğim; birinden hoşlandığında biteceğini düşünmezsin. Biterse biter; ama sürdüğü sürece “ebediyen”dir ve o böyle düşünür. Onu inciteceksin.” Dedi Jonghyun. Bunun üzerinde hiç ciddi ciddi düşünmemiştim, aslında. Birinden hoşlanırsam hoşlanırdım, eğer çıkarsak da mutlu olurdum; ama muhtemelen geleceği veya sonunda ne olacağını düşünmezdim. Sadece o anın tadını çıkarırdım.

“Ahh, öyle mi, aşık çocuk?” dedi Joon alay ederek, sinsi bir gülüşle, “Yani sonunu bildiğim için ben kötü adamım, sen de sütten çıkmış ak kaşıksın, öyle mi? Söylesene, şu anda aşkının yolunu kapatmıyor musun? Bu onu incitmez mi?”

Jonghyun neredeyse köşeye kıstırılmış gibi duruyordu. Dudağımı ısırdığımı fark ettim; Joon’a iyi bir cevap vermesini istiyordum. İyi bir sebebinin olmasını istiyordum.

“Bu öyle bir şey değil.” Dedi Jonghyun, “Sizi tesadüfen gördüm ve eğer sen onu öperken onda ufacık bir duygu kırıntısı bile görsem, müdahale etmezdim. Ama sadece şok içindeydi. Hoşlanıyor gibi durmuyordu. Aksine, durmasını istiyor gibi duruyordu, ben de bunu durdurdum.”

“Yani zihin okuyabiliyorsun.” Diye başını salladı Joon. “O zaman söylesene, neden bana ondan uzak durmamı söylüyorsun?”

“Sana sadece onunla oynamamanı söylüyorum, mankafa. Eğlenecek birini arıyorsan, başkasını bul. Eğer onda gözün varsa, ciddi ol. Eğer olmayacaksan, buna izin vermeyeceğim.” Dedi Jonghyun. İç çekip gülümsedim. Çok tatlı bir küçük şeydi, benim Jonghyun’um… bir dakika, ne? Ne zamandan beri onun bu yanını sevimli buluyordum – dahası, ne zamandan beri ona benim sıfatını yakıştırıyordum? Bunu şimdilik beynimin bir köşesine itip dinlemeye devam ettim.

“Sadece onu kendine istemediğine emin misin?” dedi Joon. Yine donakaldım. Bu çocuk ne halttan bahsediyordu? Jonghyun benim çocukluk arkadaşımdı!

“Benim hislerimi buna karıştırma, onun mutlu olması bana yeter.” Dedi Jonghyun. Bir dakika, ne diyordu bu, ne demek istiyordu?

“İnkar etmiyorsun.” Dedi Joon, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak. Jonghyun’un dudaklarına yarım bir gülümseme yerleşti.

“Asla etmedim.” Dedi ve Joon’u bıraktı. “Unutma, yine söylüyorum, ondan gerçekten hoşlanmadığın sürece ona yaklaşma. Onunla oynamana izin vermeyeceğim.”

“Senden korkmuyorum.” Dedi Joon, gururla dikilerek. Jonghyun iç çekip arkasını döndü.

“O zaman bekleyip kararlı bir “aşık çocuğun” nelere kadir olduğunu görmen gerekecek, bir zahmet… ha unutmadan, bir şey daha. Sana izin vermediği sürece onu öylece öpmeye kalkışayım deme sakın.” Dedi Jonghyun. Joon’dan uzaklaşmaya başladığında içgüdüsel olarak olduğum yerde sindim.

“O niye? Neden benden hoşlanan bir kızı öpmeyecekmişim?” dedi Joon.

“Çünkü bunu bilmiyorsun.” Dedi Jonghyun, adımlarını yavaşlatmadan. Durmayacağını anladığımda çabucak gidip bir koltuğun arkasına saklandım. Kısa süre sonra Joon da uzaklaştı ve koşarak gidip kendimi tuvalet kabinlerinden birine kilitledim.

Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum. Jonghyun bana hisler besliyordu. Çocukluk arkadaşım, tatlı minik büyükbabam, tam zamanlı kurtarıcım ve destekçim Jonghyun benden hoşlanıyordu. Hiçbir fikrim yoktu… her zaman arkamdan beni kolluyor muydu? Onun hakkında bilmediğim başka ne vardı? Başka ne gizliyordu? Bilmek istiyordum… ve burada önemli olan bu değildi! Şimdi ne olacaktı? Duygularım tam bir çorbaydı. Jonghyun haklıydı, o öpücükte hiçbir şey hissetmemiştim; sadece şok ve rahatsızlık vardı. Eğer hala Joon’dan hoşlanıyor olsaydım mutlu olmam, başımın dönmesi, dalıp gitmem falan gerekmiyor muydu? Ama tek hissettiğim kaçma isteği olmuştu. Kaçıp saklanmak ve durmasını sağlamak istemiştim. Şimdi ne düşünmem gerekiyordu?

Tuvalette saklanmak bir işe yaramayacaktı; çıkıp yüzümü yıkadım ve nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım. Öyle allak bullaktım ki, birdenbire ayağımın altında beliren merdivenlerde tökezleyene kadar bahçeye geldiğimi fark etmemiştim.

“Yavaş- dikkatli ol!” dedi tanıdık bir ses, birisi dengemi sağlamak için kolumdan tutarken. Başımı sallayıp kurtarıcıma baktım.

“M-Minhyuk? Burada ne yapıyorsun?” dedim, saçmalık derecesinde tatlı duran çocuğa şaşkınlıkla bakarak.

“Sadece temiz hava alıyordum. Bahçe çok güzel. Peki ya sen? Hayalet görmüş gibi duruyorsun.” Dedi. Hafifçe kıkırdadım.

“Belki de görmüşümdür.” Dedim. Biraz güldü ve merdivenlere oturdu, sonra elini yanındaki boşluğa hafifçe vurdu.

“Oturmak ister misin? Burası oldukça huzurlu.” Dedi. Gülümseyerek yanına oturdum. Kısa, rahatlatıcı bir sessizlik oldu, ikimiz de manzarayı izliyorduk. Aklım hala karmakarışıktı; ama haklıydı, burası oldukça huzurluydu.

“Peki bu gördüğün hayalet kimdi?” diye sordu Minhyuk bir süre sonra. Sıkılgan bir biçimde güldüm. Ne yapsam bilemiyordum, aslında. Birine anlatıp üzerimden atmak için dayanılmaz bir istek duyuyordum; ama Minhyuk’a anlatabilir miydim? Anneme söyleyemezdim, bu mümkün değildi. Şimdi arkadaşlarıma da anlatamazdım, kafamı daha beter karıştırırlardı. Jonghyun’la da konuşamazdım tabii ki; ne zaman derdim olsa onunla konuşurdum ama bu sefer derdim zaten onunla ilgiliydi. Yani konuşacağım kimsem yoktu ve Minhyuk Jonghyun’un yakın bir arkadaşıydı da… derin bir nefes aldım.

“Az önce uzuuuuuun bir konuşma yaptığım bir arkadaşımdı ve ona nasıl yardım edeceğim hakkında hiçbir fikrim yok.” Diye mırıldandım. Bu muhtemelen kitaptaki en eski ve en iyi bilinen yalandı; ama yine de bunu kullandım. Ona gerçek isimleriyle her şeyi anlatmamın imkanı yoktu; ama bu şekilde en azından ikimiz de benden bahsetmiyormuşuz gibi davranabilirdik. Belki de böyle olunca açılmam daha kolay olurdu, diye düşünmüştüm.

“Hadi bana da anlat, belki ona yardımcı olacak bir şey söyleyebilirim.” Dedi, oyunuma eşlik ederek. Minnettarlıkla gülümsedim.

“Şey aslında… o kadar da karmaşık değil ama oldukça karmaşık.” Diye başladım.

“Nasıl olduğunu açıklaman bile yeterince karmaşık.” Diye güldü Minhyuk, sevimli kıkırtısına ben de güldüm.

“Öyle, değil mi?” dedim ve derin bir nefes daha aldım. “Tamam, ben onu bildim bileli arkadaş olduğu bir çocukluk arkadaşı var. Bildiğim kadarıyla neredeyse her şeyi beraber yapıyorlar ve ona her şeyi anlatıyor; sorunlarını, olan komik şeyleri, hayallerini, aşklarını…”

“Ah, kardeşler gibi.” Diye başını salladı Minhyuk. Ellerimi kucağımda birleştirip parmaklarımı birbirine kenetledim, başparmaklarımla oynamaya başladım.

“Değil mi? Neyse, bir süredir hoşlandığı biri vardı ama üç hafta önce çocuk onu reddetmiş.” Diye devam ettim.

“Acı.” Diye yorum yaptı Minhyuk.

“Eh, olmuş işte; ama unutmaya başlıyormuş. D-dün, görünüşe göre hoşlandığı o çocuk birdenbire onu öpmüş.” Diye itiraf ettim sonunda. Minhyuk’un kaşları havalandı; ama sessiz kaldı, ben de devam ettim. “Öpücük hakkında hiçbir şey hissetmediğini söyledi; ama çocukluk arkadaşı onu kurtarmaya gelmiş. Sonuçta kaçmış; ama sonra geri gelip konuştuklarını dinlemeye başlamış ve çocukluk arkadaşının ondan hoşlandığını duymuş. Tüm bu zaman boyunca ona aşıkmış ve hiç fark etmemiş.”

“…vay canına.” Diye mırıldandı. Birbirine kenetli ellerimi sıktım.

“Şimdi arkadaşı onun bildiğini bilmiyor ve o da ne yapacağını bilmiyor. Beni tavsiye istemek için aradı; ama yardımcı olacak hiçbir şey söyleyemedim.” Dedim. Minhyuk tatlı tatlı gülümsedi.

“Yani, bu senin yorum yapabileceğin bir şey değil. Karar vermesi gereken o.” Dedi. Sözleri içime evlat acısı gibi oturdu. Demek o da bana yardım edemeyecekti, ha?

“E-evet…” diye mırıldandım, ellerime bakarak.

“Bunu söylesem de, o öpüşken çocuktan hiç gerçekten hoşlandığını zannetmiyorum.” Dediğini duydum. Anında yüzüne baktım; ama o bana bakmıyordu. Konuşurken sadece manzarayı izliyordu.

“Cidden mi?” dedim. Başını onaylayarak salladı.

“Tabii. Eğer gerçekten sevse, sana öpücük hakkında hiçbir şey hissetmediğini söylemezdi. Aşk üç hafta içinde kaybolmaz. İlkokuldayken ben de birine böyle aşık olmuştum; defalarca reddedilmeme rağmen onu sevmekten bir türlü vazgeçemiyordum ve ne zaman benimle konuşsa ümitlenirdim, midemde kelebekler uçuşurdu.” Dedi. Ciyaklamak istiyordum; bu çok sevimliydi! Kıkırdadım ve o da konuşmaya devam etti. “Yani evet, kolayca kaybolacak bir hayranlık olduğunu düşünüyorum. Bence senin tabii ki çocukluk arkadaşına gitmelisin, demeni istiyordu. Bence sadece onunla ilişkilerinin kötüye gitmeyeceği konusunda kendine güvenmiyordu.”

“Vay, oldukça iyi bir analiz yeteneğin var…” dedim. Utangaçça kıkırdadı.

“O kadar da değil.” Diyerek gülümsedi, “Bu sadece oldukça bariz. Böyle bir şeyi hiç beklemediğinden kafası karışmış olmalı. Muhtemelen tuhaf hissetmiş, çocukluk arkadaşı hakkında ne düşünse, ne yapsa bilememiştir. İki seçeneği var; bunlar hiç olmamış gibi hayatına devam etmek veya itiraf etmek. Neyi seçeceği nasıl hissettiğine bağlı; ama bir şeyden eminim. O öpüşken çocuktan hoşlanmıyor. Ona onu unutmasını söyle.”

“Anlıyorum… şey, bu kesinlikle yardımcı oldu, teşekkürler.” Dedim, gülümseyerek. Bana baktı ve saçmalık derecesinde sevimli gülümsemelerinden birini takındı.

“Her zaman. Tabii ki bu bir sırdı, değil mi?”

“Evet, bildiğin gibi.” Dedim ve ayağa kalmadan önce çabucak ona sarıldım. O kıpırdamadı.

“Arkadaşına benim için de şans dile.” Dedi, oturduğu yerden bana bakarak.


“Tabi, söylerim. Ben dönüyorum şimdi; sen de burada üşüme, içeri çabuk gel.” Dedim, el sallayıp içeri gittim. Bu kısa konuşma sayesinde, en azından sorunlarımdan biri çözülmüştü. Hislerim de doğrulanmıştı, öpücük hakkında kafam hiç karışık değildi artık; ama Jonghyun konusunu bilemiyordum. Her halükarda Minhyuk’a oyunuma katıldığı, beni dinlediği ve bana yardım ettiği için borçluydum. Güvenebileceğim veya bana bu kadar sabırla yaklaşacak fazla insan yoktu. Gerçekten minnettar hissediyordum. Minhyuk kesinlikle hayatımda tanıştığım en iyi insanlardan biriydi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder