21 Ağustos 2014 Perşembe

Başlangıç - 14

– 14 –

“Saçmalama, bu tarafta olamaz.” Dedi Sekyung, ellerini beline koyarak.

“Güven bana, gerçekten o tarafta.” Dedi Chen, neredeyse yalvarır gibi. Sekyung ofladı.

“Biz buraya gelirken güneş sağ tarafımızdaydı ve saat on ikiydi. Şimdi solumuzda kalmalı, sağımızda değil.” Dedi Sekyung ve gözlerini devirdi. “İtiraf et artık, Chen; kaybolduk.”

“Hayır kaybolmadık!” diye tepindi Chen, belki de birkaç milyonuncu defa. “Kaybolduğumuzu kabullenmek ne işe yarayacak ki? Bak ben eminim; bu tarafta işte!”

“Değil işte, bana mantıklı bir tek sebep bile gösteremiyorsun daha, neden orada olması gerektiğine dair!” dedi Sekyung. Chen ofladı.

“Bana güvensen olmuyor mu, cidden?” dedi Chen, bıkkınlıkla.

“Aa, bilmem? Düşüneyim… mantıklı olsan güvenebilirdim!” dedi Sekyung, tepesi atmak üzereydi.

“Ben sana neden aşık oldum ki?” diye söylendi Chen, kendi kendine. Sekyung’un kaşları tehlikeli bir biçimde havalandı.

“Yok canım, bu kadar çabuk mu pişman oldun?” dedi, gözlerini kısıp. Chen ellerini teslim olurcasına kaldırıp salladı.

“Tabii ki hayır; neden bahsediyorsun sen? Tabii ki pişman olmadım! Ama ilk kavgamızı bu kadar çabuk edeceğimizi de düşünmemiştim hani.” Dedi Chen, dürüstlükle.

“Biz sabahtan beri zaten kavga etmekten başka bir şey yapmadık ki, aptal!” dedi Sekyung.

“Kötü şeylere vesile olmadı hani…” diye mırıldandı Chen, ardından kafasına bir darbe yiyerek sendeledi. 
“Ya! Bir şey demedim ki ben!”

“Demedin; ama düşündün!” dedi Sekyung.

“Düşün- ben, hayır! Yani, aslında şey evet düşündüm tabi; ama…” dedi Chen, sesi gittikçe azalıp kaybolurken. Sekyung başını bilmiş bilmiş salladı.

“Çok konuşma da düş önüme.” Dedi huysuzca. Chen yola koyulmak yerine kızın önüne dikilip yolunu kesti. “Yine ne var?”

“Ya sen beni seviyor musun, nefret mi ediyorsun?” dedi Chen.

“Bunun sırası mı, Chen? Şu anda sadece kızgınım!” diye haşladı Sekyung onu. Chen başını iki yana salladı ve kıza bir adım yaklaştı.

“Bir saattir ormanda yalnızız, yürüyoruz; seni öptüğümden beri bununla ilgili tek kelime etmedin ve artık kendimi bir çeşit sapık gibi hissetmeye başlıyorum. Eve gidelim de insanlar burnunu soksun, konuşmaya fırsat olmasın diye bekleyecek değilim; sen odana gitsen ve ben yanına gelsem de Baekhee beni yolar. Başka şansım olmayacak, yaratmama da izin vermeyeceksin, biliyorum; bu yüzden şu anda tam sırası. Beni seviyor musun, nefret mi ediyorsun?” diye bastırdı Chen. Sekyung kendini köşeye kıstırılmış bir çeşit kurban gibi hissediyordu; Chen de onu avlamak üzere olan bir kaplan gibi görünüyordu gözüne.

“Niye üçüncü bir şansım yok?!” diye isyan etti sonunda.

“Ne olacaktı? Ah, üzgünüm, ben seni sevmiyorum; ama yine de öptüm çünkü canım öyle istedi mi diyeceksin?” dedi Chen.

“Ben seni öpmedim ki!” diye tepindi Sekyung.

“Külahıma anlat onu sen! Öpen bendim ama sonrasını hayal etmediğimi bilecek kadar aklım yerinde, teşekkürler.” Dedi Chen, gözlerini kısıp kıza bir adım daha yaklaşarak.

“Beni delirtiyorsun!” diye ellerini saçlarından geçirdi Sekyung. “Şu anda bunun hiç sırası değil!”

“Hayır, tam sırası! Ama cevap veremiyorsan yardımcı olabilirim.” Dedi Chen, meydan okurcasına.

“Nasıl?” diye sordu Sekyung, esas tuzağın farkına çok geç varmıştı. Chen aralarındaki artık oldukça kısa olan mesafeyi tek adımda kapatıp kızın yüzünü avuçlarına aldı ve onu bir daha öptü.

Bu sefer, ilk seferden daha hazırlıklı olacağını sanırdı Sekyung; ama sanki Chen onu ilk kez öpüyormuş gibi tepki verdi yine. Bütün vücudu elektrik verilmiş gibi kasılmıştı; yine genci ne itebiliyor, ne de karşılık verebiliyordu. Chen onu sırtı bir ağaç kütüğüne denk gelene kadar geri geri gitmeye zorladı; şimdi Sekyung’un kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı. Arkasında az önce geçtikleri yaşlı çam, iki yanında Chen’in göründüğünden çok daha güçlü kolları vardı ve kaçmak isteyeceği şey zaten tam önünde duruyordu. Aslında Sekyung şu anda kaçmak istediğinden o kadar da emin değildi artık.

Chen’in dudakları yeniden başını döndürüp bütün mantığını yutmakla tehdit ederken Sekyung’un dudakları onunkilere uyum sağladı. Öpüşüne karşılık verdiğinde gencin dudaklarının köşelerinin yukarı doğru hafifçe kıvrıldığını fark etti. Kaybetmekten nefret ederdi. Chen’in gömleğinin yakasını iki eliyle kavrayıp dudaklarını onunkilere daha sert bastırdı Sekyung. Bu hareket genci biraz hazırlıksız yakalamış gibi görünse de Chen’in hoşuna gitmişti; genç kolayca uyum sağladı. Chen’in dili dudaklarını bir an için aralayınca Sekyung kalbinin olduğu yerde birkaç takla attığını hissetti. Az önce rahatça hızlı tempo yürüdüğü orman fazla sıcak olmaya başlamıştı ve Chen ona fazlaca yakın olmasına rağmen sanki hala çok uzaktaymış gibi hissediyordu Sekyung.

“Sanırım benden nefret etmiyorsun.” Diye dudaklarını Sekyung’un dudaklarından ayırmadan fısıldadı Chen. Sekyung biraz geri çekildi.

“Hayır…” dedi, boğuk bir sesle. Chen, Sekyung’un açtığı mesafeyi çabucak yeniden kapattı ve kızı bir daha öptü. Az önce Sekyung’un rahatsızlığını hissetmiş gibi vücudunu onunkine yasladığında Sekyung kollarını otomatik olarak gencin boynuna doladı. Dudakları yavaşça dudaklarının üzerinden çene çizgisine ve kulağına doğru kayarken de nefes almanın ne demek olduğunu hatırlamaya çalışarak ağaca doğru yaslandı. Chen’in sıcaklığı ve eşsiz, baş döndürücü kokusu bu kadar yakındayken başka hiçbir şey düşünmesi mümkün değildi.

“Peki beni seviyor musun?” diye sordu Chen, derinden gelen bir sesle; dudakları ve nefesi Sekyung’un boynunu gıdıklıyordu. Dudağını ısırıp herhangi bir ses çıkarmamak için savaşarak yutkundu.

“Ya sen?” diyebildi sonunda, mucizevi bir biçimde kekelememişti.

“Sana  daha önce de söyledim; ama tekrar duymak istiyorsan seni seviyorum. Seni gerçekten, saçma desen de, çok seviyorum.” Dedi Chen, kızın boynuna yumuşak öpücükler kondurmaya başlayarak. Sırtından aşağı inen tatlı ürpertilere engel olamıyordu Sekyung. Parmaklarını gencin yumuşak saçlarının arasından geçirip olduğu yerde kıpırdandı; ama bu sadece gencin onunkine bastırılmış bedenine boylu boyunca sürtünmesine neden olmuştu. Chen’in hafifçe iç çektiğini göğsünde hissetti. “Şimdi sıra sende, değil mi?”

“Neden?” dedi Sekyung. Chen dudaklarını kızın boynundan yeniden dudaklarına doğru neredeyse acı verecek kadar yavaşça kaydırdı. Dudaklarının tarçınlı sıcak çikolata tadını yeniden hissettiğinde durmak istemedi Sekyung; ama Chen çok çabuk geri çekilmişti.

“Beni sevdiğini duymak istiyorum.” Dedi Chen boğuk bir sesle, kızın gözlerinin içine bakarak.

“Seni seviyorum.” Dedi Sekyung, hiç düşünmeden. Hemen arkasından Chen’in dudaklarının mükemmel tadı yeniden dudaklarındaydı. İç çekip kendini Chen’e doğru biraz daha bastırdı Sekyung, sanki yeterince yakın değillermiş gibi. Şu anda sadece o dudakları sonsuza dek öpmek ve sonsuza kadar bu kadar yakın kalmak istiyordu. İnkar etmenin anlamı yoktu; daha bu evde gözlerini ilk açtığından beri Chen’e yok saymaya çalıştığı duygular besliyordu. Şu andaysa artık ne yok saymak için bir nedeni, ne de kendini tutacak gücü vardı.
Chen’in ellerinin yavaşça vücudunun kıvrımlarını takip ederek belinden aşağı, kalçasına doğru kaydığını hissettiğinde nefesi kesildi. Tamam, durmak istemese de fazla ileri gitmeyecekti. Sonuçta daha bugün başlamışken – ki başlama şekilleri de biraz uç olmuştu – daha fazlasına izin vermek doğru bir şey de, ona göre bir şey de değildi.

Sekyung dudağını ısırıp Chen’in saçlarına dolanmış parmaklarını biraz daha sıkıp hafifçe çekti. “Dur, bekle… bekle.” Dedi, nefes nefese. Genç geri çekilip yakın mesafeden buğulu gözler ve öpüşmekten kızarmış aralık dudaklarla yüzüne bakarken ona durmasını söylemek gerçekten çok zor olsa da karar vermişti bir kere. Chen’in dudaklarına kısa, masum birkaç öpücükler kondurdu. “Fazla ileri gidemem… durmamız gerek.”

“Bunu istiyormuş gibi durmuyorsun.” Dedi Chen, sessizce; ama ellerini kızın beline yeniden kaydırmıştı.

“İstediğim her şeyi yapamam, değil mi?” diye hafifçe gülümsemeyi başardı Sekyung. Chen iç çekip kızdan biraz uzaklaştı ve ellerini sırtına kaydırdı. Az önceki mükemmel yakınlıktan sonra şu anda kendini neredeyse eksik hissediyordu Sekyung.

“Üzülerek kabul etmeliyim ki haklısın.” Dedi Chen, kızın dudaklarına bir öpücük daha kondurarak. Sonra dudaklarına kendini beğenmiş bir gülümseme yerleşti. “Ama en azından amacıma ulaştım, değil mi?”

“Ağaca karşı öpüşmeyi mi amaçlıyordun?” dedi Sekyung, tek kaşını kaldırarak.

“İtiraf ediyorum, hiç fena bir fikir değil; ama hayır. Beni sevdiğini duymayı amaçlıyordum.” Diye sırıttı Chen. Sekyung başını yavaşça yukarı aşağı salladı.

“Anlıyorum… eh, bir daha zor duyarsın.” Dedi Sekyung umursamazca. Chen içten bir kahkaha attı.

“Duymak istediğimde ne yapacağımı biliyoruz.”

Evde Hanna’nın, Chen kadar neşeli olduğu söylenemezdi. Yatağına oturmuş somurtuyordu. Cesur davranırken onunla dalga geçilmesini hiç sevmezdi. Bir de o kadar güvence vermişti çocuğa! Arkadaşına karşı Luhan’ı korumaya almışken çocuk kalkıp ona gülmüştü. Tamam, sadece tatlı olduğunu söylemiş olabilirdi; ama yine de gülmüştü sonuçta ve bu utanç vericiydi. Hanna, utanç verici durumlarla karşılaştığında genelde onlarla baş etmekle uğraşmaz, tavır yapıp kaçardı.

Kapı tıklandığında yastığına uzanmış, kucağına almak için oturduğu yerden onu yakalamaya çalışıyordu. “Kim o?” diye seslendi Hanna, huysuzca.

“Bay Ayı geldi, kapıyı açmayacak mısın?” dedi kapıdan Luhan’ın mümkün olan en aşırı biçimde kalınlaştırdığı sesi. Sanki Hanna tanımayacakmış gibi.

“Gider misin!” dedi Hanna, sinirle.

“Hadi ama! Sadece özür dileyeceğim!” dedi Luhan, dışarıdan. “Hadi Hanna, hadi kapıyı aç!”

“Açmam işte!” diye çocuk gibi omuz silkti Hanna. Dışarıdan Luhan’ın mızıldanan sesi geldi.

“Lütfen desem, üzerine de çilek kondursam?” dedi Luhan, biraz sonra.

“Açmam.” Dedi Hanna, inatla.

“Bay Ayı da çok istiyor ama! Ona senden çok bahsettim! Değil mi Bay Ayı?” dedi Luhan, sonra sesini değiştirip devam etti, “Evet, çok merak ediyorum ben o güzeller güzeli küçük meleği; ama senin yüzünden göremiyorum. Nasıl küstürdün sen onu? Vallahi döveceğim seni!”

Dışarıdan takırtılar gelmeye başlayınca Hanna dönüp merakla kapıya baktı. “Ah- Bay Ayı, yapma! Çok üzgünüm! Ahh, bu acıttı ama!” dedi Luhan. Sonra sesini kalınlaştırdı yeniden. “Sen misin bu kızı küstüren? Onu göremezsem seni döverim demedim mi ben? Al sana, al, öldürürüm seni!” dedi, sonra biraz daha gürültü patırtıdan sonra kendi sesine döndü, “Ahh dur- dur- Bay Ayı- bir dakika- bir dur- yah! Bir dur ya!”

Hanna’nın elinde değildi, kıkırdamaya başladı. Kalkıp kapıya gitti, dışarıdan gelen abuk sabuk patırtılarla sesleri biraz daha dinledikten sonra kapıyı yavaşça açtı. Dışarıda, kapının önünde Luhan yerde yatmış tepinerek üzerindeki dev bir peluş ayıyla boğuşuyordu. Onun dışarı çıktığını gördüğünde durdu ve yüzünü ayının arkasına saklayarak ayının kafasını Hanna’ya çevirdi.

“Gerçekten de çok güzelmiş!” dedi, ayının sesiyle; sonra başını kenardan uzatıp ayının yüzüne bakarak kendi sesiyle konuştu. “Sana söylemiştim!”

“Aptal.” Diye güldü Hanna. Luhan olduğu yere bağdaş kurup ayıyı da yanına oturttu ve Hanna’ya parlak bir gülümsemeyle baktı.

“Sana güldüğüm için üzgünüm, küçük melek. Seni şimdi rahatsız ettiğim için de. Ama Bay Ayı seninle tanışmayı çok istedi. Değil mi Bay Ayı?” dedi Luhan tatlı tatlı, sonra ayıya kafasını yukarı aşağı sallattı. “Bak, o da öyle diyor.”

“Memnun oldum, Bay Ayı. Yoksa siz de bu şapşalı affetmemi mi isteyeceksiniz?” dedi Hanna, ayıya bakarak; Luhan orada hiç yokmuş gibi.

“Hayır; daha çok ben bu şapşalla kalmaktan çok sıkıldım; artık sizinle yaşasam olmaz mı?” dedi Luhan, ayının sesiyle. Hanna kahkaha atmak isteğini sessiz bir kıkırtıya indirgemeyi başardı.

“Olur tabii, kim bu şapşalla yaşamak ister ki?” dedi Hanna, oyunu sürdürerek.

“Kalbimi kırıyorsun ama.” Diye somurttu Luhan.

“Bay Ayı da aynı şeyi söylüyor!” diye omuz silkti Hanna. Luhan alt dudağını sarkıttı.

“Madem öyle evlenin siz Bay Ayı’yla!” diye ayıyı Hanna’ya doğru itti somurtarak. “Ben de burada yalnız başıma kalayım; tek başıma… artık ne kadar mutlu olduğunuzu anlatır, nispet yaparsınız!”

“Kıskandın mı sen?” diye sırıttı Hanna. Luhan ona bakmayı reddederek omuz silkince kıkırdayıp dev ayıcığı bir duvara yasladı gidip gence sarıldı. “Dev bir oyuncak ayıyı mı kıskanmışsın sen?”

“Onun adı Bay Ayı.” Diye mızıldandı Luhan. Hanna kıkırdadı.

“Bay Ayı dün gece kendi odasında yattı; benimle kalan başka bir ayıcıktı.” Dedi Hanna.

“Onun adı da Kıyma.” Dedi Luhan. Hanna şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

“Hepsinin birer adı mı var?” dedi Hanna. Luhan onaylayarak başını sallarken gözlerinin içi ışıyordu. Bu oyuncaklara karşı büyük bir zaafı vardı anlaşılan – gerçi dünden belliydi o; ama bugün daha net görebiliyordu bunu Hanna.

“Tabii ki var! Mesela o pembe tavşanın adı Dondurma, tosbağanın adı da Jimmy. Bay Ayı da çocukluğumdan beri benimle; evden kaçmadan önce annem vermişti. Hep yanımda olduğunu bilmem içinmiş. Onunla yatıyordum hep.” Dedi Luhan hevesle; sonra parlak bir gülümsemeyle Hanna’ya baktı. “Ama hiçbirini sana değişmezdim.”

“Ne demek şimdi bu?” dedi Hanna, yanakları kızarıyordu ve kalbi normalin üç katı hızlanmıştı. Bu rahatsız edici bir duyguydu aslında onun için; ama şu anda daha çok midesindeki kelebekleri havalandıracak bir etki yapıyordu.

“Aynı söylediğim şey, demek. Eğer bütün peluşlarımla senin aranda bir seçim yapmam gerekse seni seçerdim.” Dedi Luhan, aynı parlak gülümseme ve özgüvenle. Hanna, daha da pembeleşen yanaklarıyla hafifçe kıkırdadı. “Beni affedecek misin?”

“Bir de soruyor musun?” dedi Hanna; söylemesine gerek yoktu, gülümsemesi zaten çoktan affettiğini anlatıyordu Luhan’a. Genç neşeyle Hanna’ya sarıldı.

“Bir tanesin!” dedi Luhan, bir çocuğun mutluluğuyla. Hanna da kollarını onun etrafına dolayıp yüzünü gencin omzuna dayadı. İnsanlara saçma sebeplerden küsebilirdi, hatta bunu bir süre uzatabilirdi de; ama genelde insanlar biraz bile çabalarsa, birkaç dakika içinde yelkenleri suya indirirdi. Kaldı ki burada konu Luhan’dı; gencin Hanna’nın nezdinde çeşitli imtiyazları vardı.

“Her zaman böyle misindir?” dedi Hanna, sevgiyle; yüzünde uğraşsa da silemeyeceği geniş bir gülümseme vardı. Luhan omuz silkti ve umursamazca konuştu.

“Hayır; ama senden gerçekten hoşlanıyorum.”

1 yorum:

  1. Oh my God sonunda vakit bulup bölümün kalan yarısını okudum. (evet aferin bana alkışşş!!!) Hem de okumadığım yarının Hanna ve Luhan olduğunu biliyordum yani anla işte cidden fırsat bulamamıştım bunları okuyacak. o ikisinin sahnesi olduğunu biliyordum da bu kadar sevimli, tatlı ve beni gecenin ikisinde ciyaklatacak kadar minnoş bir sahne olacağını düşünmemiştim. orada ki Hanna değil ben olsam ilk cümlede açardım kapıyı o sevimliliğe dayanılabilir mi? ama Luhan da az manyak değil baya kavga etti Bay Ayı'yla yani çok güldüm. Yine de iyi taktik tabi kızların zayıf noktası peluş hayvanlardır en nihayetin de e Lulu da peluş sayılır kendisi en kocamanından. aman bir de kıskanırmış yanaklarını ısırırım ben senin ya. ama yani öyle bir yerde kesiyorsun ki şu itiraf bölümlerini yakında üçümüzden birinin elinde kalacaksın kesin haberin olsun. Son olarak Chen ve Sekyung a dair bir şey yazmadım çünkü onu sen daha yazarken okumuş ve yorumumu canlı yapmıştım.


    Luhan <3 Hanna diyeo yorumumu bitiriyorum XD

    YanıtlaSil