“Kalemleri bırakıp arkanıza yaslanın, çocuklar.” Dedi hoca,
derin bir nefes alarak kalemi yerine bıraktım ve ellerimi birleştirip esnettim.
Sonra gerindim ve rahatlamayla arkama yaslandım. Hoca kağıdı önümden alırken
yüzümde görmeye alışık olmadığı kendinden memnun gülümsemeye ters bir bakış
attı; ama umurumda olduğunu söyleyemeyecektim.
Son on dakikadır çözdüğüm sorularda hata yapıp yapmadığımı
kontrol etmekle meşguldüm. Sınavda yirmi soru vardı, bir tanesini sadece mantık
yürüterek yapmıştım; ama diğerlerinden emin gibiydim ve daha önce hiç kendi
başıma çalışarak bu kadar harika bir sınav geçirdiğim olmamıştı. Aşk nelere
kadirdi! Ne zaman hevesimi kaybetsem veya umutsuzluğa kapılsam, birkaç dakika
kendime Jonghyun’u düşünmek için izin veriyordum ve sanki gün boyu hiç
çalışmamışım gibi taptaze bir hevesle çalışmaya devam edebiliyordum.
“Yüzündeki ifadeye bakılırsa ya sıfır alacaksın, ya da
harika bir sınav geçirdin.” Dedi Jonghyun, hoca kağıtları toplamayı bitirip
çıktığı anda.
“Ha ha ha.” Dedi Jonghyun, inanmazca. Ben yüzüne aynı
sırıtışla bakmaya devam edince yüzü karardı. “Bir dakika, ciddi misin sen?
N-nasıl yani, sıfır mı alacaksın?”
“Sıfır alacağım, hiçbir şey yapamadım.” Dedim, yüzsüzce.
“Seni doğduğuna pişman etme işini sonucunu öğrendikten
sonraya bırakıyorum.” Dedi, gözlerini kısarak. Kıs kıs gülüyordum ki yan
sınıftan koşarak Minhyuk geldi.
“Jonghyun! Jonghyun Jonghyun Jonghyun kurtar beni!” dedi
çocuk, telaş içinde. Olduğum yerde gerilip nefesimi tuttum; o kadar telaşlı
duruyordu ki peşinde bir silahlı katil ordusu olduğunu düşünebilirdi gören. Ben
gergince izlerken Jonghyun rahatça olduğu yerde kaykıldı.
“Kalmayacaksın, Minhyuk, merak etme.” Dedi, büyük bir
rahatlıkla. Onu haşlamak üzereydim ki Minhyuk olduğu yerde tepindi.
“Nereden bilebilirsin?!” diye inledi çocuk, ayağını yere
vururken. Gözlerimi devirdim.
“Savaş çıktı falan sandım; bu ne telaş?!” diye isyan ettim.
“Senin tuzun kuru tabi, surata baksana!” dedi Minhyuk,
ağlamaklı bir biçimde, “En az doksan alacak birinin rahatlığı var üstünde!”
“Öyle mi diyorsun?” dedim, elimde olmadan sırıtışım yüzüme
yeniden yerleşmişti.
“Jonghyun şuna bir şey söyle yaa!” dedi Minhyuk
yalvarırcasına. Jonghyun ayağa kalktı ve çocuğu omuzlarından tutup kendi
sırasına oturttu.
“Bak, canım; on soruyu zaten yaptın, diğerlerinden emin
değilsin; ama onların puanının da en az yarısını alacaksın, bu da yetmiş beş
eder. Bana sorarsan sekseni rahat geçersin. Tamam mı?” dedi Jonghyun. Ağzım açık
ona bakıyordum.
“Nereden bilebilirsin?” dedi Minhyuk, aklımdakileri söze
dökerek.
“Neleri yapabildiğini biliyorum, sorular da her sınıf için aynıydı.
On tanesinden bile emin olmadığını söyleyebilir misin?” dedi Jonghyun.
“Aslında on bir tanesinden emindim…” diye mırıldandı
Minhyuk. Gözlerimi devirdim.
“O zaman panik yapmana bile gerek yok ki!” dedim. Minhyuk
ofladı. Ben devam ettim. “Yani Jonghyun gerçekten haklı, kesinlikle geçersin,
geçmeyi bırak iyi bir not da alırsın.”
“Jonghyun, Minhyuk burada mı?” diye seslendi kapıdan Yonghwa’nın
sesi. Üçümüzün de kafaları kapıya döndü. “Evet buradaymış, hatta hayattaymış.”
“Kendimi pencereden atmadım, sorduğun buysa.” Dedi Minhyuk, “Ne
oldu?”
“Kulüp gösterisi için düzenlemelere yardım edecek vaktin var
mı, diyecektim; varsa bu akşam sahneyi hazırlamamız gerekecek. Jonghyun akşam
Busan’a gidecekmiş.” Dedi Yonghwa. Şaşkınlıkla Jonghyun’a döndüm. Sorar gibi baktığımı
fark edince özür dilercesine bana dönüp başını onaylayarak salladı.
“Büyük annemi ziyarete gidiyoruz; yarın orada kalacağız,
ertesi sabah döneceğiz. Yani çok uzun değil zaten.” Dedi Jonghyun.
“Hiç haberim yoktu.” Dedim, gizli bir sitemle. Daha önce hiç
bana bir şeyi söylemediği olmamıştı.
“Fırsatım olmadı; aklın dağılmasın dedim. Sınavdan sonra
söylerim diye düşünmüştüm.” Dedi Jonghyun.
“Amacım bir krize neden olmak değildi; neyse, Minhyuk, sen
gelebilecek misin?” dedi Yonghwa, ortalığı toparlamak amacıyla.
“Ben gelirim ya, dert değil.” Dedi Minhyuk.
“O zaman gel de, şimdi başlayacağız gerekli olan şeyleri
hazırlamaya.” Dedi Yonghwa; tam o sırada üzerine atlayan bir devle sarsıldı. Kapıya
tutunmasa düşecekti.
“Herkes burada toplanmış! Galiba ben kalıyorum; neden
matematik diye bir şey dünyada var ki?” dedi Joon’un kalma olasılığı olan
birine göre fazlasıyla neşeli gelen sesi, Yonghwa’nın arkasından.
“Hani belimi kırmasan sana katılacağım, neredeyse.” Dedi Yonghwa,
Joon’u üzerinden atmaya çalışarak. Mümkün olduğunca sessiz kalmaya çalıştım. O balodaki
olaydan sonra bu onu ilk görüşümdü. Sınavlar bahanesiyle kulüp odasına bir kere
bile gitmemiştim, Joon’un olması olası yerlerden fellik fellik kaçıyordum. Tabii
ki bu biraz abartılı bir tepki olabilirdi; ama kimse beni suçlayamazdı, bir
zahmet.
“Aaa, Rian; bayağı olmuştu seni görmeyeli.” Dedi Joon,
oturduğum yerde görünmez olduğum yönündeki umutlarımı yerle bir ederek. Dönüp
ona gülümsedim. Kolunu Yonghwa’nın omzuna atmış bana eskiden olsa erimeme neden
olacak gülüşüyle bakıyordu.
“Evet, sınavlar falan, kulübe hiç gelemedim.” Diye hazır
bahanemi gümüş tepside sundum.
“Merak etme, yokluğunda her şeyle ben ilgilendim; ama
imzalaman gereken şeyler var, kulübün geleceği açısından biraz kritik, tahmin
edersin ki.” Dedi Joon. Başımla çabucak onayladım.
“Okul çıkışı hallederim hepsini, merak etme.” Dedim. Mezuniyet
balosundan sonra bizim sınavlarımızın olması oldukça ironikti; ama ne son
sınıflara verilen diplomalar gerçekti, ne de okul gerçekten kapanmıştı aslında.
Okul tam olarak bir hafta sonra kapanacaktı ve kapanmadan önce kulüple ilgili
işleri halletmem gerekeceğini tamamen unutmuştum – başkan yardımcısı olmanın kötü
yanları işte.
“Tamam, çıkışta görüşürüz.” Dedi Joon ve sekerek uzaklaştı.
Yonghwa Minhyuk’u da kanatlarının altına alıp giderken Jonghyun’un iç geçirip
yanağını eline yasladığını gördüm.
“Çıkışta hemen yola çıkmıyor olsak senin onunla asla yalnız
bırakmazdım.” Diye homurdandı Jonghyun, şu anda yakınında kimsenin olmadığı
kapıya ters ters bakarak. Sonra dönüp bana baktı. “Bana bak, yanlış bir şey
yaparsa haberim olsun, tamam mı? Derisini ters giydirmek gibi planlarım mevcut
da, bence çok yakışırdı, denemek istiyorum.”
“Merak etme, insanları etkisiz hale getirmenin birkaç yolunu
biliyorum.” Dedim, gülerek. Kaşları havalandı.
“Ha yani baloda seni kurtarmama ihtiyacın yoktu; yoluma
yürüyüp gitseydim ben o zaman, neyse bugün telafi edersiniz artık, kulüp
odasında baş başa, kilitlersiniz kapıyı...” dedi, iğneleyerek.
“Öyle değil be! Bilmiyorsun sanki!” diye koluna sertçe
vurdum. Kaç zamandır bu çocuktan resmen kaçtığımı biliyordu. Balodan sonra
hiçbir şey duymamış gibi davranmıştım davranmasına; ama öpücükle ilgili
kendisiyle dertleşmiştim tabii ki. Anlatacak başka kimim vardı ki? Dolayısıyla durumun
böyle olmadığını oldukça iyi biliyordu; benim için hassas bir konu olduğunu da
biliyordu.
“Biliyorum da uyuz oluyorum hani.” Diye mırın kırın etti.
“Boşver sen onu.” Diye elimi salladım, “Bir şey yapamaz, bu
sefer öyle donup kalmak gibi bir planım yok hiç. Vallahi dağıtırım suratını.”
“İşte benim kızım.” Diye sırıtıp saçlarımı birbirine
karıştırdı. Ufak bir çığlık atıp geri çekildim ve dağınık saçlarımı düzeltmeye
çabaladım.
“Çok gıcıksın!” dedim, sinirle.
“Biliyorum.” Diye sırıttı.
Günün sonunda Jonghyun’la okulun kapısında vedalaştım – tam iki
gün göremeyecektim, benim için uzun bir zamandı – ve kulüp odasına gittim. Gittiğimde
oda boştu ve mükemmel kahve kokuyordu. Teknik olarak başkan masası olması
gereken yere gittim. Tam bir cehennem görmeyi bekliyordum; ama gerçekten çok
düzenli kağıtlar ve kulüp malzemeleriyle karşılaştım. Ya Joon gerçekten
söylediği gibi işini yapıyordu, ya da hayranlarından biri üstlenmişti.
“Erkencisin?” dedi kapıdan Joon’un sesi. Arkamı döndüğümde
elinde iki tane üzeri krema dolu kahve bardağı vardı. Ayağıyla kapıyı iterek
kapattı ve yanıma gelip bardakları masaya bıraktı. “Karamel macchiato; kimse
hayır diyemez.”
“Sabahlamayı mı düşünüyoruz?” diye sordum, şüpheyle. Omuz silkti.
“Son günün gecesinde konser olacak ya? Esas gruplardan önce
bir Vocaloid ufak gösterisi yapmak istiyorum aslında. Küçük sınıflarla bunun
üzerine uğraşıyorduk; bilgisayardan anlayan birilerini bulduk, direk bilgisayar
kulübüne gittik falan, bir şekilde bir yolunu bulduk. Okulun bize ayıracağı
bütçe için ama tek benim imzam yetmiyor, imzalaman gereken bolca şey var.” Diye
bir profesyonel gibi açıkladı Joon. Şaşkınlıkla dinliyordum.
“Dudağım uçuklayacak şimdi, sen kimsin ve Joon’a ne
yaptın?” dedim, gülmesine neden olarak.
“Şimdi kahvenin neden olduğunu anlamış olabilirsin.” Dedi ve
masaya oturdu. “Ama bir tek o yok tabii.”
“Dahası da mı var?” diye sordum saf saf, kahve bardağımı
elime alarak.
“Baloda birdenbire öyle üzerine geldiğim için özür dilerim.”
Dedi. Vücudumdaki tüm kasların aynı anda gerildiğini hissettim. İşte başlıyorduk.
“Genelde kızlar kendini üzerime fırlattığı için gerçek bir ilişkinin nasıl
gideceği hakkında pek bir fikrim yok. Ama arkadaşın bu konuda bana biraz
yardımcı oldu. Öyle yapmamam gerekiyormuş. Çok kaba davrandım.”
Hani konuşmayı kendim duymamış olsam inanacaktım gerçekten
öyle olduğuna. Öyle inandırıcı bir ifadesi vardı; utanarak konuşuyordu, göz
ucuyla bana bakıyordu, saf saf gözlerini kırpıştırıyordu, falan… ama nedense şu
anda hiç yemiyordum bunu. Bilmiyormuş, üzgünmüş, kaba darvanmış... zaten
o yüzden “e biteceğini biliyorum ne var bunda” demişti, değil mi? Tabii.
“Arkadaşım mı?” dedim, hiç bilmiyormuş gibi.
“O önemli değil.” Dedi, elini sallayarak, “Önemli olan
anlamış olmam. Senin söylediğin gibi, istediğim kadarını ben de vermeliyim. Gerçi
kaç zamandır yanına gelmedim; ama ne diyeceğimi bilemedim. Sonra da sınavların
geçmesini bekledim işte.”
“Anlıyorum…” demekle yetindim. Eğer kahveden içince
dudağımın üstünde kremadan bir bıyık kalmayacak olsa kahvemi içerdim; ama “kremadan
bıyığı öperek temizleme” şeklinde ilerleyen dizi, film ve roman sahnelerinden nasibimi
yeterince almıştım.
“Yani… yaptığım şey için özür dilerim; ama her şeyden sonra, seni görmediğim zaman boyunca da bende değişen hiçbir şey olmadı. Bunca insanın arasında hala en eğlenceli,
en tatlı, en çekici olanın sen olduğunu düşünüyorum. Neden biliyor musun? Çünkü
seni ilk gördüğümden beri olmasa da, kulübe katıldığımdan beri, yani seni
tanıdığımdan beri senden hoşlanıyorum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder