23 Ağustos 2014 Cumartesi

Shojo Gibi Sevmek - 07

“Kalemleri bırakıp arkanıza yaslanın, çocuklar.” Dedi hoca, derin bir nefes alarak kalemi yerine bıraktım ve ellerimi birleştirip esnettim. Sonra gerindim ve rahatlamayla arkama yaslandım. Hoca kağıdı önümden alırken yüzümde görmeye alışık olmadığı kendinden memnun gülümsemeye ters bir bakış attı; ama umurumda olduğunu söyleyemeyecektim.

Son on dakikadır çözdüğüm sorularda hata yapıp yapmadığımı kontrol etmekle meşguldüm. Sınavda yirmi soru vardı, bir tanesini sadece mantık yürüterek yapmıştım; ama diğerlerinden emin gibiydim ve daha önce hiç kendi başıma çalışarak bu kadar harika bir sınav geçirdiğim olmamıştı. Aşk nelere kadirdi! Ne zaman hevesimi kaybetsem veya umutsuzluğa kapılsam, birkaç dakika kendime Jonghyun’u düşünmek için izin veriyordum ve sanki gün boyu hiç çalışmamışım gibi taptaze bir hevesle çalışmaya devam edebiliyordum.

“Yüzündeki ifadeye bakılırsa ya sıfır alacaksın, ya da harika bir sınav geçirdin.” Dedi Jonghyun, hoca kağıtları toplamayı bitirip çıktığı anda.

“Sıfır alacağım.” Dedim, memnuniyetle sırıtarak.

“Ha ha ha.” Dedi Jonghyun, inanmazca. Ben yüzüne aynı sırıtışla bakmaya devam edince yüzü karardı. “Bir dakika, ciddi misin sen? N-nasıl yani, sıfır mı alacaksın?”

“Sıfır alacağım, hiçbir şey yapamadım.” Dedim, yüzsüzce.

“Seni doğduğuna pişman etme işini sonucunu öğrendikten sonraya bırakıyorum.” Dedi, gözlerini kısarak. Kıs kıs gülüyordum ki yan sınıftan koşarak Minhyuk geldi.

“Jonghyun! Jonghyun Jonghyun Jonghyun kurtar beni!” dedi çocuk, telaş içinde. Olduğum yerde gerilip nefesimi tuttum; o kadar telaşlı duruyordu ki peşinde bir silahlı katil ordusu olduğunu düşünebilirdi gören. Ben gergince izlerken Jonghyun rahatça olduğu yerde kaykıldı.

“Kalmayacaksın, Minhyuk, merak etme.” Dedi, büyük bir rahatlıkla. Onu haşlamak üzereydim ki Minhyuk olduğu yerde tepindi.

“Nereden bilebilirsin?!” diye inledi çocuk, ayağını yere vururken. Gözlerimi devirdim.

“Savaş çıktı falan sandım; bu ne telaş?!” diye isyan ettim.

“Senin tuzun kuru tabi, surata baksana!” dedi Minhyuk, ağlamaklı bir biçimde, “En az doksan alacak birinin rahatlığı var üstünde!”

“Öyle mi diyorsun?” dedim, elimde olmadan sırıtışım yüzüme yeniden yerleşmişti.

“Jonghyun şuna bir şey söyle yaa!” dedi Minhyuk yalvarırcasına. Jonghyun ayağa kalktı ve çocuğu omuzlarından tutup kendi sırasına oturttu.

“Bak, canım; on soruyu zaten yaptın, diğerlerinden emin değilsin; ama onların puanının da en az yarısını alacaksın, bu da yetmiş beş eder. Bana sorarsan sekseni rahat geçersin. Tamam mı?” dedi Jonghyun. Ağzım açık ona bakıyordum.

“Nereden bilebilirsin?” dedi Minhyuk, aklımdakileri söze dökerek.

“Neleri yapabildiğini biliyorum, sorular da her sınıf için aynıydı. On tanesinden bile emin olmadığını söyleyebilir misin?” dedi Jonghyun.

“Aslında on bir tanesinden emindim…” diye mırıldandı Minhyuk. Gözlerimi devirdim.

“O zaman panik yapmana bile gerek yok ki!” dedim. Minhyuk ofladı. Ben devam ettim. “Yani Jonghyun gerçekten haklı, kesinlikle geçersin, geçmeyi bırak iyi bir not da alırsın.”

“Jonghyun, Minhyuk burada mı?” diye seslendi kapıdan Yonghwa’nın sesi. Üçümüzün de kafaları kapıya döndü. “Evet buradaymış, hatta hayattaymış.”

“Kendimi pencereden atmadım, sorduğun buysa.” Dedi Minhyuk, “Ne oldu?”

“Kulüp gösterisi için düzenlemelere yardım edecek vaktin var mı, diyecektim; varsa bu akşam sahneyi hazırlamamız gerekecek. Jonghyun akşam Busan’a gidecekmiş.” Dedi Yonghwa. Şaşkınlıkla Jonghyun’a döndüm. Sorar gibi baktığımı fark edince özür dilercesine bana dönüp başını onaylayarak salladı.

“Büyük annemi ziyarete gidiyoruz; yarın orada kalacağız, ertesi sabah döneceğiz. Yani çok uzun değil zaten.” Dedi Jonghyun.

“Hiç haberim yoktu.” Dedim, gizli bir sitemle. Daha önce hiç bana bir şeyi söylemediği olmamıştı.

“Fırsatım olmadı; aklın dağılmasın dedim. Sınavdan sonra söylerim diye düşünmüştüm.” Dedi Jonghyun.

“Amacım bir krize neden olmak değildi; neyse, Minhyuk, sen gelebilecek misin?” dedi Yonghwa, ortalığı toparlamak amacıyla.

“Ben gelirim ya, dert değil.” Dedi Minhyuk.

“O zaman gel de, şimdi başlayacağız gerekli olan şeyleri hazırlamaya.” Dedi Yonghwa; tam o sırada üzerine atlayan bir devle sarsıldı. Kapıya tutunmasa düşecekti.

“Herkes burada toplanmış! Galiba ben kalıyorum; neden matematik diye bir şey dünyada var ki?” dedi Joon’un kalma olasılığı olan birine göre fazlasıyla neşeli gelen sesi, Yonghwa’nın arkasından.

“Hani belimi kırmasan sana katılacağım, neredeyse.” Dedi Yonghwa, Joon’u üzerinden atmaya çalışarak. Mümkün olduğunca sessiz kalmaya çalıştım. O balodaki olaydan sonra bu onu ilk görüşümdü. Sınavlar bahanesiyle kulüp odasına bir kere bile gitmemiştim, Joon’un olması olası yerlerden fellik fellik kaçıyordum. Tabii ki bu biraz abartılı bir tepki olabilirdi; ama kimse beni suçlayamazdı, bir zahmet.

“Aaa, Rian; bayağı olmuştu seni görmeyeli.” Dedi Joon, oturduğum yerde görünmez olduğum yönündeki umutlarımı yerle bir ederek. Dönüp ona gülümsedim. Kolunu Yonghwa’nın omzuna atmış bana eskiden olsa erimeme neden olacak gülüşüyle bakıyordu.

“Evet, sınavlar falan, kulübe hiç gelemedim.” Diye hazır bahanemi gümüş tepside sundum.

“Merak etme, yokluğunda her şeyle ben ilgilendim; ama imzalaman gereken şeyler var, kulübün geleceği açısından biraz kritik, tahmin edersin ki.” Dedi Joon. Başımla çabucak onayladım.

“Okul çıkışı hallederim hepsini, merak etme.” Dedim. Mezuniyet balosundan sonra bizim sınavlarımızın olması oldukça ironikti; ama ne son sınıflara verilen diplomalar gerçekti, ne de okul gerçekten kapanmıştı aslında. Okul tam olarak bir hafta sonra kapanacaktı ve kapanmadan önce kulüple ilgili işleri halletmem gerekeceğini tamamen unutmuştum – başkan yardımcısı olmanın kötü yanları işte.

“Tamam, çıkışta görüşürüz.” Dedi Joon ve sekerek uzaklaştı. Yonghwa Minhyuk’u da kanatlarının altına alıp giderken Jonghyun’un iç geçirip yanağını eline yasladığını gördüm.

“Çıkışta hemen yola çıkmıyor olsak senin onunla asla yalnız bırakmazdım.” Diye homurdandı Jonghyun, şu anda yakınında kimsenin olmadığı kapıya ters ters bakarak. Sonra dönüp bana baktı. “Bana bak, yanlış bir şey yaparsa haberim olsun, tamam mı? Derisini ters giydirmek gibi planlarım mevcut da, bence çok yakışırdı, denemek istiyorum.”

“Merak etme, insanları etkisiz hale getirmenin birkaç yolunu biliyorum.” Dedim, gülerek. Kaşları havalandı.

“Ha yani baloda seni kurtarmama ihtiyacın yoktu; yoluma yürüyüp gitseydim ben o zaman, neyse bugün telafi edersiniz artık, kulüp odasında baş başa, kilitlersiniz kapıyı...” dedi, iğneleyerek.

“Öyle değil be! Bilmiyorsun sanki!” diye koluna sertçe vurdum. Kaç zamandır bu çocuktan resmen kaçtığımı biliyordu. Balodan sonra hiçbir şey duymamış gibi davranmıştım davranmasına; ama öpücükle ilgili kendisiyle dertleşmiştim tabii ki. Anlatacak başka kimim vardı ki? Dolayısıyla durumun böyle olmadığını oldukça iyi biliyordu; benim için hassas bir konu olduğunu da biliyordu.

“Biliyorum da uyuz oluyorum hani.” Diye mırın kırın etti.

“Boşver sen onu.” Diye elimi salladım, “Bir şey yapamaz, bu sefer öyle donup kalmak gibi bir planım yok hiç. Vallahi dağıtırım suratını.”

“İşte benim kızım.” Diye sırıtıp saçlarımı birbirine karıştırdı. Ufak bir çığlık atıp geri çekildim ve dağınık saçlarımı düzeltmeye çabaladım.

“Çok gıcıksın!” dedim, sinirle.

“Biliyorum.” Diye sırıttı.

Günün sonunda Jonghyun’la okulun kapısında vedalaştım – tam iki gün göremeyecektim, benim için uzun bir zamandı – ve kulüp odasına gittim. Gittiğimde oda boştu ve mükemmel kahve kokuyordu. Teknik olarak başkan masası olması gereken yere gittim. Tam bir cehennem görmeyi bekliyordum; ama gerçekten çok düzenli kağıtlar ve kulüp malzemeleriyle karşılaştım. Ya Joon gerçekten söylediği gibi işini yapıyordu, ya da hayranlarından biri üstlenmişti.

“Erkencisin?” dedi kapıdan Joon’un sesi. Arkamı döndüğümde elinde iki tane üzeri krema dolu kahve bardağı vardı. Ayağıyla kapıyı iterek kapattı ve yanıma gelip bardakları masaya bıraktı. “Karamel macchiato; kimse hayır diyemez.”

“Sabahlamayı mı düşünüyoruz?” diye sordum, şüpheyle. Omuz silkti.

“Son günün gecesinde konser olacak ya? Esas gruplardan önce bir Vocaloid ufak gösterisi yapmak istiyorum aslında. Küçük sınıflarla bunun üzerine uğraşıyorduk; bilgisayardan anlayan birilerini bulduk, direk bilgisayar kulübüne gittik falan, bir şekilde bir yolunu bulduk. Okulun bize ayıracağı bütçe için ama tek benim imzam yetmiyor, imzalaman gereken bolca şey var.” Diye bir profesyonel gibi açıkladı Joon. Şaşkınlıkla dinliyordum.

“Dudağım uçuklayacak şimdi, sen kimsin ve Joon’a ne yaptın?” dedim, gülmesine neden olarak.

“Şimdi kahvenin neden olduğunu anlamış olabilirsin.” Dedi ve masaya oturdu. “Ama bir tek o yok tabii.”

“Dahası da mı var?” diye sordum saf saf, kahve bardağımı elime alarak.

“Baloda birdenbire öyle üzerine geldiğim için özür dilerim.” Dedi. Vücudumdaki tüm kasların aynı anda gerildiğini hissettim. İşte başlıyorduk. “Genelde kızlar kendini üzerime fırlattığı için gerçek bir ilişkinin nasıl gideceği hakkında pek bir fikrim yok. Ama arkadaşın bu konuda bana biraz yardımcı oldu. Öyle yapmamam gerekiyormuş. Çok kaba davrandım.”

Hani konuşmayı kendim duymamış olsam inanacaktım gerçekten öyle olduğuna. Öyle inandırıcı bir ifadesi vardı; utanarak konuşuyordu, göz ucuyla bana bakıyordu, saf saf gözlerini kırpıştırıyordu, falan… ama nedense şu anda hiç yemiyordum bunu. Bilmiyormuş, üzgünmüş, kaba darvanmış... zaten o yüzden “e biteceğini biliyorum ne var bunda” demişti, değil mi? Tabii.

“Arkadaşım mı?” dedim, hiç bilmiyormuş gibi.

“O önemli değil.” Dedi, elini sallayarak, “Önemli olan anlamış olmam. Senin söylediğin gibi, istediğim kadarını ben de vermeliyim. Gerçi kaç zamandır yanına gelmedim; ama ne diyeceğimi bilemedim. Sonra da sınavların geçmesini bekledim işte.”

“Anlıyorum…” demekle yetindim. Eğer kahveden içince dudağımın üstünde kremadan bir bıyık kalmayacak olsa kahvemi içerdim; ama “kremadan bıyığı öperek temizleme” şeklinde ilerleyen dizi, film ve roman sahnelerinden nasibimi yeterince almıştım.


“Yani… yaptığım şey için özür dilerim; ama her şeyden sonra, seni görmediğim zaman boyunca da bende değişen hiçbir şey olmadı. Bunca insanın arasında hala en eğlenceli, en tatlı, en çekici olanın sen olduğunu düşünüyorum. Neden biliyor musun? Çünkü seni ilk gördüğümden beri olmasa da, kulübe katıldığımdan beri, yani seni tanıdığımdan beri senden hoşlanıyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder