23 Ağustos 2014 Cumartesi

Shojo Gibi Sevmek - 06

“Off çok yoruldum!” diye mızıldandım odamda ve kafamı önümde açık duran kitaba gömdüm. Matematik hiçbir zaman iyi olduğum bir alan olmamıştı ve sınav sadece iki gün sonra olacaktı. Korkunç stresliydim ve işin kötü yanı, her zamanki kurtarıcımdan yardım da isteyemiyordum.

İç çekip kafamı kollarımın altına gömdüm. Minhyuk’la konuştuktan sonra balo salonuna geri dönüp hiçbir şey duymamış gibi davranmıştım; ama bu hiç tuhaf hissetmediğim anlamına gelmiyordu. Çooook değişik bir duyguydu. Daha önce Jonghyun hakkında farkına bile varmadığım şeyler kendilerini bana göstermek için çığlık atıp tepinmeye başlamıştı adeta. Mesela; benimle konuştuğu zamanlarda hafifçe bana doğru eğiliyordu, kitap okurken saçları gözlerine düşüyordu ve onları çekmeye zahmet etmiyordu, benimle uğraştığı zamanlarda gözlerinde muzip bir ışık oluyordu… yakın olduğu zamanlarda yumuşak parfümü burnumu gıdıklıyordu… son zamanlarda bu bana fazla geliyordu. Aklım ve duygularım öyle karışıyordu ki onun fazla yanında kalmaya gelemiyordum... ki bu ders çalışmayı fazlasıyla zor hale getiriyordu çünkü kötü olduğum konularda beni çalıştıran oydu. Eğer sınavlardan çakarsam bu sadece ve sadece onun suçu olacaktı!

“Destuuur…”

Kapımın açılma sesiyle yerimden zıplayıp o tarafa döndüm.

“İçeri girmeden kapıyı çalman gerektiğini ben mi öğreteceğim sana? Ya üstümü değişiyor falan olsaydım?!” diye haşladım, hızlanmaya başlayan kalp atışlarımı saklamak için.

“Şey, battaniyenin altına dalabilirdin, ya da daha iyisi, gözlerimi oyabilirdin, sana güvenim tam; ama öyle bir şey yok, yani sorun da yok.” Dedi, pişmiş kelle gibi sırıtarak içeri girerken.

“Gözlerini oyma kısmı kulağa hoş geliyor.” Diye mırıldandım ve Jonghyun yanıma otururken gözlerimi kaçırdım.

“Tahmin etmiştim. Ama şimdi, daha önemlisi…” sesi ciddileşince ona baktım, gözleri de artık daha ciddi bakıyordu. “Yakında sınavlar var ve çalışmak için beni çağırmıyorsun; böyle geçebileceğine emin misin?”

Bilmiş ağzının üzerine şöyle okkalı bir Osmanlı tokadı patlatasım geldi. Adım gibi emindim ki eğer bu bir anime olsaydı şu anda alnımda seğiren bir damar olurdu.

“Tabii ki geçebilirim seni- seni- OF geçebilirim, tamam mı?!” diye tepindim. Ama sadece onu güldürmüştüm.

“Üzgünüm, üzgünüm, haklısın, geçebilirsin.” Diye kıkırdayıp bana gülümsedi, “Neyse, hazır buradayken beraber çalışmaya ne dersin?”

Kahretsin, o böyle sormuşken nasıl reddedebilirdim?  Sonunda homurdanıp başımla onayladım.

“Tamam, madem öyle…”

Bir saat sonra gerçekten çalışıyorduk ve elimde koca bir hiç vardı. Sürekli aklım dağılıyordu ve beni dünyaya döndürmek için durup durup kafama tıklatması veya önümde parmaklarını şaklatması gerekiyordu. Ama aklımdan geçen binlerce tilkiyle nasıl konsantre olabilirdim ki?! Öğrenmeye ve odaklanmaya çalışıyordum; ama yanımdaki varlığı sürekli aklımı dağıtıyordu. Benden gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını düşünürken buluyordum kendimi, ya da o kadar duyguyu içinde nasıl bu kadar iyi sakladığını, ya da nasıl her konuda bu kadar mükemmel olabildiğini ve…

“Hey, bir zahmet odaklanabilir misin artık?” parmaklarının şıklamasıyla yeniden kendime geldim.

“O-odaklanıyorum, tamam mı?” diye kekeledim. Yüzünde çok sinir olmuş bir ifade vardı.

“Öff, senin sorunun ne?” diye haşladı, abartılı bir oflamayla, “Burada sana yardım etmeye çalışıyorum ve senin tek yaptığın dalıp dalıp gitmek!”

“Sen gelmeden önce daha iyi çalışıyordum zaten!” diye atarlandım, kendimi durduramadan. Kısa bir an gözlerinden bir gölgenin geçtiğini gördüm; ama bunu hayal etmiş de olabilirdim.

“Ha ben kötü etkiledim yani.” Dedi, hayal kırıklığına uğramış gibi. Göğsümü bir şeyin buldozer gibi ezdiğini hissettim – muhtemelen vicdan azabı.

“Ondan değil!” dedim, sonra dudağımı ısırdım. Ne diyebilirdim ki?

“Ya neden peki?” dedi. Eğer her şeyi duyduğumu söylemeyeceksem veya itiraf etmeyeceksem ne diyebilirdim?

“Sadece…” diye mırıldandım, ne diyeceğimi bilemeden. Tam bir aptal gibi hissediyordum. Bana yaklaştığını hissettiğimde başını kaldırdım. Parıldayan güzel gözlerinde gerçek bir ilgi vardı; bunun benim için sıradan bir tartışma olmadığını, gerçekten bir derdim olduğunu kolayca fark etmişti.

“Biliyorsun, bana her şeyi anlatabilirsin. Her şeyi.” Dedi, güvence verircesine. Ama ben başımdan aşağı kovayla boşaltılmış gibi üzerime endişe yağdığını hissedebiliyordum. Ya bunu kaybedersem? Ya bir gün benim yanımda olmayı bırakıp başka birini severse? Ya artık benim sevgili Jonghyun’um olmazsa? Sadece düşüncesi bile beni delirtebilirdi; bunu düşünmemeye çalıştım.

“Sensiz ne yapardım ben…” diye mırıldandığımı duydum, fark etmeden. Utangaçça kıkırdadı ve gülümsedi.

“Eminim hayatta kalmak için bir yol bulurdun. Ya da belki seni kurtaracak kimsen olmadan gidip bir yerde kendini öldürtürdün, kim bilir?” diye sırıttı, sonunu bir şakaya çevirerek. Bu sefer ona eşlik edemiyordum.

“Muhtemelen ikincisi olurdu. Baksana, ne olursa olsun yanımda olmaya söz verir misin? Sonsuza kadar.” Diye sordum.

“Senin neyin var?” diye sordu endişeyle, ellerini kollarıma koyarak. O bunu yapmadan ona sıkıca tutunmakta olduğumun farkına bile varmamıştım.

“Hiçbir şey, sadece söz vermeni istiyorum.” Dedim. İç çekip pes etti; galiba sınav stresinin beni biraz fazla etkilediğini düşünüyordu.

“Tabii ki, söz veriyorum. Sonsuza kadar. Rahmetli herhangi bir akrabanın ruhu üzerine de yemin edebilirim istersen.” Dedi, sonunda muzipçe gülümseyerek.

“Ya bir gün hoşlandığın biri çıkarsa?” deyiverdim. E battı balık yan giderdi. Hem daha fazla neyi düşünüyordum ki? Neyin kafa karışıklığıydı bu? Bütün hayatım boyunca herkesten çok Jonghyun’a güvenmiştim. Herkesten çok onunla eğlenmiştim. Hoşlandığım insanlar olmuştu; ama biri sorsa, o başkasından hoşlandığım zamanlarda bile Jonghyun’u hoşlandığım insanlardan ayrı tutardım. Şimdi Joon’la aralarında geçen konuşmayı duyduğumdan beri onunla her yakın olduğumda kalbim kulaklarımda atıyordu, kokusu başımı döndürüyordu ve onu kaybetme olasılığını sadece düşünmek bile beni deli ediyordu. Her şey oldukça açık değil miydi?

“Ya çıkarsa, cidden…” dedi, yumuşak gülümsemesi hala dudaklarındaydı.

“Tabii ki o zaman onunla daha fazla ilgilenirsin.” Dedim, kendi cevabımı kendim verip gözlerimi kaçırarak. Bu kadar bariz olan cevabı yüksek sesle söyleyince sanki kalbim camdan yapılma bir bibloymuş da parçalanıp yere dökülmesinin ses efektini her an duyabilirmişim gibi hissetmiştim. Belki de ben yanlış anlamıştım, belki de Joon’a söylediklerini sadece onun benimle oynamayacağından emin olmak için söylemişti. Doğru ya, daha iki hafta öncesine kadar ona harabeoji diyen de, bir sevgili bulsan da kafamı dinlesem diye söylenen de bendim.

“Git bir manita bul da düş artık yakamdan, diyen kıza ne oldu?” dedi, aklımı okumuş gibi.

“Şeyy, yani, şimdi…” diye kıvırmaya çalışırken gözlerimi kaçırdım yine. Yüzüme dokunduğunda irkildim; nazikçe yüzümü yeniden kendine çevirdi. Tanrım, fazlasıyla mükemmeldi…

“Endişelenmeyi bırakabilirsin artık, fazla düşünmene gerek yok. Sonsuza dek yanında olacağıma söz verdim, sözümü sonuna kadar tutacağım. Bu korku da nereden çıktıysa oraya geri sokabilirsin artık, ben hep buradayım, tamam mı? Her zaman.”

Ah, şimdi beni bir öpseydi… acaba ben mi öpseydim? Tabii ki, senelerdir benden hoşlanıp hiç atağa kalkmamış birinden tam şu anda beni öpüvermesini bekleyemezdim, değil mi? İyi de ben de harekete geçemezdim ki!! Derin bir nefes alıp kendimi şimdilik normal davranmaya zorladım.

“Nereden çıktıysa oraya geri sokayım, demek…” diye mırıldandım, kaşlarımı kaldırıp yere bakarak. Sonra ona kaçamak bir bakış attım, bir an sonra ikimiz de gülüyorduk.

“Hayır, kıçından uydurduğunu sanmıyorum, manyak karı.” Dedi Jonghyun, kahkahalarının arasından.

“Dinime küfreden Müslüman olsa, sensin manyak be!” dedim Çingene gibi ve yakaladığım bir yastığı kafasına geçirmeye başladım. Buna alışıktı; kendini anında korumaya almak onun için bir refleks olmuştu artık.

“Aaa, lütfen, senin eline kimse su dökemez!” dedi, geniş bir sırıtışla.

“Ben seni benzediğin şeye çevirmeden önce defol odamdan, pişmiş kelle!” diye cırladım, yastık saldırılarıma ara vermeden; ama ben de gülüyordum. Yerde emekleyerek kapıya gitti ve kendini çabucak dışarı çekip kapı arkasından kapattı. Kapının yanında duvarda siper aldığına adım gibi emindim.

“Bana bak, ben gittim diye dersi boşlamaya kalkma ha! Tek başıma iyi çalışıyorum dedin diye gidiyorum, 80’in altında alırsan anandan emdiğin sütü burnundan getiririm, haberin olsun.” Diye tehdit etti kapalı kapının ardından. Yastığı yere bırakıp kapıyı çabucak açtım ve kafamı dışarı uzattım. Tahmin ettiğim gibi kapının yanında siper almıştı.

“90’ın üstünde alırsam da sana bir şey söyleyeceğim; ama hayır, diyemezsin.” Dedim. Kaşları havalandı.

“Fare zehri içirmeye çalışmayacağını varsayabilir miyim?” dedi, temkinle. Pis pis sırıttım. Yutkunup bir adım geri çekildi. “Tamam, bundan emin değilim.”

“Seçme şansın yok ki.” Dedim, sırıtmaya devam ederek. Derin bir nefes alıp düşündü.

“Önümüzdeki tek sınav matematik ve sen ondan benim yardımım olmadan doksan alırsan bana hayır diyemeyeceğim bir şey söyleyeceksin… olasılık çok düşük be güzelim. Kabul, madem.” Dedi sonunda. Kapıyı açıp tehditkar bir adım attığımda pis pis gülerek Jack Sparrow gibi tabanları yağladı – pardon, Kaptan Jack Sparrow.


O gidince ben de gülerek odama geri girip kapıyı kapattım ve kollarımı sıvadım. Dağılmış olan her şeyi yerine kaldırdıktan sonra savaş için silahlarımı (bir defter ve kitaplar) kuşandım, Ninja bandımı (Pass or Die bandanası) alnıma bağladım ve insanlığın en ölümcül silahıyla (bir uçlu kalem) çalışmaya başladım. Önümde doksan almam gereken bir sınav vardı ve bu sefer allahı gelse beni tutamazdı. 

3 yorum:

  1. ABİ NEDEN YA?BEN YGS LYS YE HAZIRLANIRKEN NEREDEYDİ BU JONGHYUN YA? HAYIR YAAAĞĞ OLMAZZZZZ!!! allahım!Siwon's god yarebbim yav sen bu herifi tövbe tübe özene bözene miyarattın yaaaaağreppim ya?


    tamam öhöm. ciddileşiyorum,cıvıklığı bir kenara bırakalım. kızın duyguları çok hoşuma gitti cidden. pat diye çocuğun üstüne atlamadı ama yokcanımolmaz öyle şey moduna da geçmedi. arada bir yerde ve bence çok güzel vermişsin o arada kalmayı noonim. sky bunu beğendi :D

    yağmurdan kaçarken doluya tutulmak böyle bir şey olsa gerek. ki hiç itirazım olmazdı benim....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. merak ettiğim bir şey var yalnız bebem... o "nerenden çıkardıysan orana sok" kısmı ve sonrası hakkında ne düşünüyorsun?? :D

      Sil
    2. Bence gayet belli nereden çıktığı da nereye gireceği de. "hiç sanmıyorum" falan demesin kimse bana arkideş

      Sil