-5-
Okulda ilk haftası, ilk günü tadında geçti. Hanna’yla okulu
dolaşıyor, beyin yakan dedikodular öğreniyor, not tutuyor ve Korecesini
geliştiriyordu. Bir haftada Çince aksanının ne kadar azaldığına sınıfındaki
herkes gibi o da şaşırıyordu.
Evet, sınıfındaki herkes onu gayet iyi biliyordu artık. Yeni
öğrenci ve ilgi çekici olması bir yana G.Dragon adını kullandığını öğrendiği
Kwon Jiyong’la ilk gün yaşadığı sürtüşmesi herkesin ilgisini çekmişti. Üstelik
bu sürtüşmenin üzerine Jiyong’dan ağır bir tepki, bir intikam bekleyen herkes
de hayal kırıklığına uğrayınca insanlar Baekhee’yi oldukça cazip bir arkadaş
olarak görür olmuştu. Tabii ki Baekhee popülerlikle gerçek arkadaşları ayıracak
kadar zeki bir kızdı. Herkesle konuşmasına rağmen bu akıma kapılıp Hanna’dan
bir an bile uzaklaşmadı.
Hafta sonu geldiğinde babası hala hiçbir olay olmadığı için
şaşkınlığını ve mutluluğunu düşünmeden dile getirdi. Baekhee içinden gözlerini
devirse de dışından hafifçe gülümseyip köftelerini çatallamakla yetindi.
Haerin’in pek iştahı yok gibiydi, patatesleriyle ketçapına bile dokunmamıştı.
Annesiyle babası neşeli bir sohbete dalarken Baekhee gözlerini kısıp kardeşini
izledi. Kızın bu kadar sessiz durması alışıldık bir şey değildi. Onun bildiği
Haerin, çokbilmiş, gürültücü, haylaz ve sinir bozucu bir yumurcaktı, bu sessiz,
çekingen küçük kız değil.
Yemekten sonra kapı çaldığında Haerin bunun arkadaşları
olması gerektiğini söyleyerek kalktı ve annesinden oyun oynamak için izin
isteyerek çıktı. Baekhee kapıdan bir süre şüpheyle baktı, sonra o da annesine
döndü.
“Anne, ben de çıkabilir miyim?”
“Sen nereye gideceksin?” dedi kadın, şüpheyle. Baekhee
ofladı.
“Seks kulüplerine gidip ot çekmeyeceğim anne, rahat olur
musun? Sadece ben de arkadaşımla buluşacağım! Neden bana bebek gibi davranmak
zorundasın ki?!” diye isyan etti Baekhee. Annesi ağzını açtı, ama
söyleyeceklerin yuttu; sonra yeniden konuştu.
“Biraz saygılı davranabilirsin, annenim ben senin. Nereye
gideceğini merak etmem gayet doğal bir şey.” Dedi kadın, sükunetini korumaya
çalışarak.
“Eğer nereye gideceğimi sorarken sürekli evden kaçan serseri
kaltak bir kızın varmış gibi bakmazsan ben de böyle konuşmam herhalde! Sen
sütten çıkmış ak kaşıksın da ben her şeyi kafamdan uydurup ona göre tepki
veriyorum sanki!” diye tısladı Baekhee. Babası karşı koltuktan kaşlarını
kaldırdı.
“Baekhee, lütfen.” Dedi adam, uyarırcasına. Baekhee iç
geçirip bakışlarını annesinden kaçırıp yere odakladı. Sonra ayağa kalkıp babasına baktı.
“O zaman o da bana uyuşturucu bağımlısı sorunlu evlat gibi
davranmaktan vazgeçsin! Bana hiç mi güvenmiyorsunuz, gerçekten? Hani merak
edersiniz anlarım; ama aptal değilim, bakışlarınızı okuyabiliyorum.” Dedi kız,
sakince. Babası başıyla onayladı.
“Sen arkadaşlarınla buluşmaya git, ben annenle konuşurum…
hava kararmadan da dönmüş ol, çok geç kalma.” Dedi babası. Baekhee uysalca
başıyla onayladı.
“Sonra görüşürüz o zaman.” Dedi ve montuyla ayakkabılarını
giydiği gibi evden çıktı. Üzerinde zaten sabah bakkala giderken giydiği
kıyafetler vardı ve Baekhee yeterince iyi görünmeden evden dışarı adımını
atmazdı.
Baekhee annesiyle ne kadar çok didişiyorsa babasını da o
kadar dinliyordu. Ebeveyn ayırmayı o da istemezdi; ama şimdi annesiyle
babasının tavırları arasında dağlar kadar fark vardı. Babası, kızının kendi
başının çaresine bakabileceğinin farkındaydı ve koyduğu kurallar da, istediği
veya kızdığı şeyler de mantıklıydı. Baekhee onunla bağıra çağıra kavga
edemezdi, o sakin ve otoriter bir adamdı; ama bunların da üstüne mantıklıydı.
Baekhee çok kızsa bile adam mantığını koruduğu ve asla bağırmadığı için
sakinleşmesi en fazla iki dakika sürerdi.
Annesi ise tam bir yellozdu. Babası duysa çok ayıp olduğunu,
böyle konuşmaması gerektiğini söylerdi; ama yalan değildi. Baekhee ne yaparsa
yapsın kadına bir türlü yaranamıyordu. Evden çıkarken sanki Haerin’e izin
verecekmiş gibi korumacı ve sanki Baekhee yanlış bir yere gidip kötü şeyler
yapacakmış gibi şüpheci davranıyordu. Nereye gittiğine, ne yaptığına, hatta
okulda hangi kulübe katıldığına kadar her şeyine karışıyordu. Her şeyi bilmek
istiyor, hepsinin de daha iyisini o bildiği için hep nasıl yapması gerektiğini
söylüyordu. Çok sinir bozucuydu.
Gerçi üç sene öncesine kadar çok daha kötüydü. Baekhee
boğuluyormuş gibi hissediyordu; o kadar rezil ve yetersiz hissediyordu ki
kendisinden tiksinir olmuştu. Sonra bir gün annesi ona kilo aldığını
söylediğinde, babası bunun boy atmak üzere olduğu için olduğunu söylese de,
aynaya her baktığında bir fil görmeye başlamıştı. Bundan sonra üç ay boyunca neredeyse
hiçbir şeyi yiyememişti, yediği her lokma düşman gibiydi; ama durup durup
semtin, okulun ve o an içinde bulunduğu herhangi bir binanın etrafında koşuya
çıkmak onu çok rahatlatıyordu. Yirmi kilo verip Haerin’in bile onun hakkında
endişelenmesine neden olan hastalıklı bir iskelete dönüştüğünde onu hastaneye
götürmüşlerdi. Sonra onu bir psikolog görmüştü. Onunla yarım saat konuştuktan
sonra annesiyle babasını ayrı görüşmelere çağırmıştı. Bundan daha bir hafta
sonra, babası kontrolü ele alıp annesinin boğucu tavrını dizginlemeye
başladığında Baekhee sonunda nefes almış ve üç aydan sonra ilk defa katı bir
şey yemişti: bir kaşık fasulye.
Bunun üzerine bir sene boyunca psikologa gitmesi gerekmişti;
ama oradaki zamanlarını dünyadan bir kaçış olarak görüyordu. Psikologunun
önerisiyle kendisinin öğrenmemesinin günah olduğunu düşündüğü; ama annesi hiç
sevmediği için asla yaklaşamadığı dövüş sanatlarına başlamış, otları her zaman
etlere tercih eden annesinin hiç istemediği bir protein ağırlıklı diyet
tutturmuş ve iki ay içerisinde kaybettiği bütün kiloları kas olarak geri almıştı.
Her gelişmeyle birlikte annesiyle bir kavgaya tutuşmuş; ama babası tarafından
bölünen kavgalar adamın Baekhee’nin annesiyle konuşacağını, onun keyfine
bakmasını söylemesiyle bitmişti.
Liseye başladığında Baekhee tam bir terminatördü, hem de
gizlisinden bile değil. Yeni başladığı lisede ilkokuldan tanıdığı kimse yoktu,
her şey yepyeniydi ve insanların tamamı bir garipti. Baekhee, daha hiç arkadaşı
olamadan koridorda zorbalık edilen bir kızı Süpermenlik yapıp kurtarınca hiç
arkadaş edinmeye fırsatı olmadı. Çıkarılan dedikodular da, Baekhee’nin
hırçınlığı da, ayda en az bir kere çağırılan aileler ve kaydına geçmeyen
disiplin cezaları da hep insanların ona sataşması yüzündendi. Tabii ki hiç
kimse Wushu tekmeleri de savurabildiği halde gerekirse kızların saçını başını
yolabilen bir manyağa karşı duramazdı – burada manyak iyi anlamda
kullanılıyordu.
Baekhee aslında etrafında normal insanlar olsa normal bir
kız olacağını biliyordu. Sonuçta dersleri daima iyi olmuştu. Üç senedir bir
kere bile önceki gibi anoreksik bir hale bürünmemişti, hatta o zaman nasıl olup
da hiçbir şey yemediğini anlayamıyordu. İki senedir bir kere bile bir kavga
başlatmamıştı; hep kendini savunan taraf olmuştu ama bir şekilde, güçlü olan ve
kazanan hep o olduğu için ağlayan, sağı solu morarmış insanların karşısında hep
suçlu durumuna düşmüştü. O sadece motorlara ve spora aşık, oldukça zeki ve
belki biraz da çatlak bir ergendi, hepsi bu.
Apartmanın kapısından çıkınca etrafına baktı. Arkadaşıyla
falan buluşmayacaktı, yalan söylemişti; aslında Haerin’i takip etmek istiyordu.
Kızın yüzünü hiç beğenmemişti ve biliyordu ki onun kadar gururlu bir kız asla
kimseden yardım istemezdi. Baekhee biliyordu; çünkü sekiz yaşındayken eve
patlamış bir kaş ve kanayan bir dudakla gelene kadar okulda ona zorbalık eden
birinin olduğunu öğretmeni bile bilmiyordu. Kız hep kendisi halletmeye
çalışmıştı. O olaydan sonra Baekhee onu kendi okuluna aldırmıştı aldırmasına;
ama bundan sonra da hiçbir şey olmadığına şüpheliydi.
Baekhee apartmanın etrafında dolaştı, sonra evin yakınında
olduğunu hatırladığı basket sahasına gitti. İlk tahminde tutturmayı
beklemiyordu; ama Haerin oradaydı. Onunla beraber iki erkek çocuk da vardı ve
ellerinde bir topla maç yapıyorlardı. Baekhee çaktırmadan yaklaştı. Kenarda
oturmuş onları izleyen Haerin’in yüzünde hiç eğleniyormuş gibi bir ifade yoktu.
Baekhee kızın bundan hoşlanmayacağını adı gibi biliyordu; ama yine de sahanın
tel kapısından içeri adım attı.
“Hey, ne yapıyorsunuz beyler?” dedi, sahte bir gülümsemeyle
yaklaşarak. Onu fark ettiğinde Haerin ayağa fırladı. Başını hızla iki yana
sallıyordu. Baekhee umursamadı.
“Görmüyor musun? Basket oynuyoruz!” dedi daha gürbüz olanı.
Peruk takmış bir domuzcuğa benziyordu – bir de sarışın olsa Baekhee ona
rahatlıkla Dudley diye seslenebilirdi. Arkasında topu tutmuş sessizce bakan
oğlan da aksi gibi sivri bibere benziyordu. Müthiş ikili.
“Görüyorum, peki o ne yapıyor?” diye başıyla kardeşini
işaret etti Baekhee. Haerin bariz bir biçimde gerilmiş ve sinirlenmişti.
“O da bizi izliyor.” Dedi domuzcuk, müthiş bir zeka
patlamasıyla. Baekhee gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu.
“Neden sadece izliyor? Onun da sıkılacağını düşünmedin mi?”
dedi Baekhee, tatlı tatlı.
“Heh.” Dedi domuzcuk, “Ben bu veleti benzetince dağılan
ağzını toplamak için bekliyor.”
“Sen o veleti benzetecek misin?” diye kaşlarını kaldırdı
Baekhee. Domuzcuk gururla sırıttı. Arkasındaki sivri biber utangaçça bakıyordu.
Haerin’in gözleri yalvarır gibiydi.
“O başlattı. Maç yapmak istedi; eğer o kazanırsa onunla
uğraşamazmışım; ama ben kazanırsam kum torbam olacak.” Dedi domuzcuk. Baekhee
göz ucuyla Haerin’e baktı. Kız başını iki yana salladı. Baekhee kollarını
kavuşturdu.
“Pekala o zaman, görelim bakalım.” Diyerek tellere,
kardeşinin yanına yaslandı Baekhee. Haerin aşırı şaşırmış görünerek gözlerini
kocaman açtı ve ablasına baktı. Domuzcukla sivri biber maça dönerken kız durumu
anlamlandırmaya çalışır gibi gözlerini kırpıştırıyordu.
İki çocuğun maçları yarım saat kadar sürdü. Domuzcuk iri ve
güçlüydü; ama fena halde hantaldı. Baekhee’ye Harry Potter’ı hatırlatan siyah
dağınık saçlı çiroz çocuksa domuzcukla güç konusunda asla yarışamayacak
olmasına rağmen inanılmaz çevikti. Sıkı bir karşılaşmadan sonra sivri biber,
açık ara farkla kazanmıştı.
Haerin çığlık atarak arkadaşının üzerine atladı, çocuklar
birbirlerine sarılıp sevinçle hoplamaya başlarken Baekhee’nin gözü gittikçe
daha fazla moraran domuzcuktaydı.
“KESİN SESİNİZİ!” diye kükredi domuzcuk; tam yerinden
sıçrayan iki çocuğun üzerine yürüyordu ki Baekhee dağ gibi araya girdi.
Domuzcuk umursamadı. “Çekil şuradan, seni de dövmeyeyim!”
“Allah Allah, bacak kadar boyunla noona’ya ne diyorsun bakayım
sen?” diye haşladı Baekhee. Domuzcuğun suratı, eğer bu hala mümkünse, daha da
kızardı.
“Çekilsene be!” diyerek Baekhee’yi itmeye çalıştı domuzcuk;
ama Baekhee’nin karşılık vermesiyle bir adım geri savruldu, arkasından
kafasının tepesine sağlam bir karate darbesi yedi.
“Düzgün konuş!” diye parladı Baekhee. Domuzcuk hem sinirli,
hem de kafası karışmış görünüyordu; gözlerinin dolduğunu saklamaya çalışarak
kafasını ovuyordu. Baekhee sinirinin yüzünde görünmesine izin verdi. “Ne
yapacakmışsın çekilirsem? Kardeşimi mi dövecekmişsin?”
“Kardeşin demek! Aynı sana çekmiş, o da çok çirkin ve
pislik!” dedi domuzcuk.
“Bana desen bir şey değil de Haerin’e bir daha öyle bir şey
dediğini duymayayım, peruklu pastırma.” Diye tısladı Baekhee, gözlerini
kısarak. “Annene mi babana mı söylersin bilmem, ama seni doğduğuna pişman
ederim.”
“A-abime söylerim!” dedi domuzcuk
korkuyla. Baekhee kollarını kavuşturdu.
“O daha iyiymiş! Kardeşinin
sözünü tutacak kadar bile erkek olmadığını, kendinden zayıflara saldırıp kendi
boyundakilerden kaçan aptal bir ödlek şişko olduğunu söylediğimde ne diyecek
acaba? Sen kime ne kanıtlıyorsun, ufaklık? Annen sana hiç mi terbiye
öğretmedi?” dedi Baekhee, sonra sertçe domuzcuğa doğru bir adım atarak çocuğun
irkilip geri kaçmasına neden oldu.
“Ödlek!” diye bağırdı arkasından
Haerin. Domuzcuk sinirden şişmiş gibi duruyordu.
“Sensin ödlek! Ablan gitsin
gösteririm ben sana!” diye bağırdı domuzcuk.
“Eğer kardeşimin ya da
arkadaşının kılına dokunursan seni pestile çeviririm çocuk!” diye gürledi
Baekhee. Domuzcuğun bir an önce mosmor olan suratı yeşermeye başladı. Baekhee
bazen ne kadar korkunç olabildiğini unutuyordu… şey, ama bu özellik işe
yarıyordu. Çocuğun gözleri daha da dolmuştu dolmasına; ama Baekhee susmadı.
“Boyuna da güvenme abine de, seni parçalarım, duydun mu beni?! Erkek misin lan
sen?! Erkek adam kendinden güçsüzlere saldırır mı?! Annen sana hiç mi zayıfları
korumayı öğretmedi, lanet yumurcak?! Bana bak, bir daha böyle yaptığını
duyarsam burnundan getiririm senin, yıkıl lan karşımdan!”
Baekhee lafını bitirdiğinde hızla
çocuğun üstüne yürüyerek çocuğun kuyruğunu kıstırıp arkasına bile bakmadan
kaçmasına neden oldu. Eh, bu şımarık veletin bundan sonra ne yapacağı onu
ilgilendirmiyordu; bunu onu bu kadar şımartan annesi düşünebilirdi. Baekhee’nin
ilgilendiği tek şey kardeşinin iyi olmasıydı. Arkasını dönüp ona kocaman
gözlerle bakmakta olan iki çocuğa döndü.
“O-onun annesi babasından
boşandı, iki ay önce…” dedi sivri biber çekingence. Baekhee içinde bir vicdan
azabının yeşerdiğini hissetti; ama omuz silkti.
“Söylenen söz geri alınmaz, en
azından size zarar vermez artık.” Dedi, iki çocuğun önünde oturup bağdaş kurdu.
“Oturun bakalım şöyle.”
Haerin ve arkadaşı uysalca
oturdular. Haerin’in ne diyeceğini bilemez gibi bir hali vardı.
“Bana neden söylemedin?” diye
sordu Baekhee kardeşine. Haerin bakışlarını kaçırdı. “Biliyorum anneme söylemek
işine gelmiyor; ama geçen seferki gibi olmasını beklemeden bana söyleyeceğine
söz verdin, sanıyordum.”
“Söyleyecektim…” dedi Haerin,
“Yani, bu sefer kendim halledebilirim diye düşündüm! Baekhyun baskette Wooyun’u
yener, eğer iddiaya girerler ve Baekhyun kazanırsa o da bizi bir daha rahatsız
etmez dedim!”
“Hm, mantıklı bir düşünce; ama ne
yaptığını gördün.” Dedi Baekhee, kollarını kavuşturarak. Haerin yere bakınca
Baekhyun beklenmedik bir biçimde elini kızın omzuna koyarak destek oldu.
Baekhee nedense bu görüntüden hoşlanmıştı; biri ona arkadaşlığın resmini çek
dese bu anı çekebilirdi.
“Bir şey olmazdı; ben onu
oyalardım, Haerin kaçardı.” Dedi Baekhyun. Baekhee hayranlıkla çocuğa baktı ve
gülümsedi.
“Göründüğünden daha cesursun,
ufaklık.” Dedi ve çocuğun dağınık siyah saçlarını karıştırdı. “Ama yine de bana
söylemeliydi. Böyle zorbalar olunca abinize, ablanıza veya annenize, gerekirse
öğretmene söylemeniz gerek.”
“Onlar çok meşguller.” Diye omuz
silkti Baekhyun, “Onları endişelendirmek istemedim. Benim kardeşlerimi korumam
gerek. Hem Wooyun da hep böyle değildi. Annesi gidince böyle yaramaz oldu.
Bence geçer.”
“Onun da birisiyle konuşması
lazım o zaman, kötü bir zaman geçiriyormuş madem.” Dedi Baekhee, başını hafifçe
sallayarak. “Eğer isterse onunla arkadaş olursunuz; ama yine de size zarar
verecek olursa bana söyleyin. Biraz hırpalarım, kendine gelir.”
Baekhyun ve Haerin göz ucuyla
birbirlerine bakınca Baekhee pes ederek gözlerini devirdi.
“Peki, çok hırpalamam! Sadece
gerekirse, gerektiği kadar hırpalarım. Yoksa ona sadece kızarım. Tamam mı,
şimdi anlaştık mı?” dedi kız. Çocuklar yine bakışıp bu anlaşmadan daha memnun
bir biçimde başlarıyla onayladılar. Baekhee sırıttı.
“Hadi şimdi ne haliniz varsa
görün! Haerin, sen de eve geç kalma vallahi annemin garezinden kurtarmam.”
Baekhee çocukların yanından
ayrılırken ikisi onun gidişini umursamayarak bir oyuna dalmışlardı bile.
Baekhee ne oynadıklarını tahmin edemiyordu; ama Haerin’in fazlasıyla enerjik ve
neşeli kişiliğini düşününce bir çeşit kovalamaca olabileceğine inandı. Kendinden
memnun bir biçimde basket sahasından uzaklaşırken farkına vardı: bütün bir gün
özgürdü ve yapacak hiçbir şeyi yoktu. Etrafa baktı, sonra gözlerini mavi
gökyüzüne dikti. Hanna’nın evinin nerede olduğunu bilmiyordu, ondan başka
okuldan yakın arkadaşı yoktu. Jongwoon’la belki görüşebilirdi; ama onun da
anlaşılan bir ödevi olduğu için bir haftadır görüşemiyorlardı.
Baekhee biraz amaçsızca gezmeye
karar verip apartmana geri döndü. Anahtarlığından bisikletinin kilidini açanı
buldu ve çabucak parktan çıkararak üzerine atladı. Aldığından beri bu bebekle
gezme fırsatı olmamıştı; ilk defa gerçekten kullanacaktı. Parmaklarını taze
gidonun üzerinde gezdirdi. Dudaklarına yerleşen aptal gülümsemeyi silmeye bile
çalışmadan pedala asıldı ve sürmeye başladı.
Trek harika bir şeydi. Sert dağ
yollarına uygun yapılmış bisiklet asfaltta yağ gibi akıp giderken içinde
biriken fazla enerjiyi nereye atacağını bilemez gibiydi. Baekhee’nin en ufak
dokunuşuna yanıt veriyordu. Nereye gittiğine dikkat etmeden sürerken Baekhee
kendini büyükçe bir evin önünde, trafik ışığının yanmasını beklerken buldu.
Evin boyutları, bahçesi ve bunun gibi ufak detaylar önemli olmazdı; eğer
pencereden dışarıyı izlemekte olan gencin Jongwoon olduğuna adı gibi emin
olmasaydı. Yanlışlıkla bebek tosbağasının evini bulmuştu!
Genç dalgınca gökyüzüne bakmakta
olduğundan Baekhee’yi henüz görmemişti. Kız çabucak yoldan ayrılıp bisikletini
bahçe kapısının önüne, Jongwoon’un görebileceği bir yere çekti, arkasından
gidonun ortalarına doğru takılmış olan bisiklet zilini durmadan çalmaya
başladı. Dalgınca gökyüzüne bakan tosbağanın onu fark etmesi biraz sürdü. Fark
ettiğindeyse gözleri ardına kadar açıldı, o kadar şaşırdı ki neredeyse camdan
düşecekti. Jongwoon sendeleyerek içeri koşmaya başladığında Baekhee gülerek zile
basmayı bıraktı ve bahçe duvarının arkasına saklandı. Bir saniye sonra Jongwoon
koşarak dışarı çıkmış telaşla onu arıyordu. Bahçe kapısından dışarı koşup
telaşla sağa sola baktığında kızı gördü ve rahatlayarak bir nefes verdi.
“Küçük sürprizler demek ha? Çakal,
bir an kafayı peynir ekmekle yedim, sandım!” dedi genç, tatlı bir sırıtışla.
Baekhee pis bir kahkaha attı.
“Bis insanları deli sannettirmek
için varıs kıymetlimisss.” Dedi Baekhee ve sırıttı. “Kader işte, n’aparsın.”
“Burada oturduğumu nereden biliyordun?”
diye sordu Jongwoon, heyecanla karışık bir şaşkınlıkla.
“Bilmiyordum.” Diye omuz silkti
Baekhee, “Gezerken pencereden seni gördüm. İnan en az senin kadar şaşırdım.”
“Benim kadar şaşırmış
görünmüyorsun.” Diyerek tek kaşını kaldırdı Jongwoon, “Bir an gerçekten kalbim
atmayı kesti sandım. İçeri gelmek ister misin?”
Baekhee kararsızlıkla biraz
etrafına bakındı.
“İstemiyorsan hayır diyebilirsin,
yemem tabii; ama-”
“Hava kararana kadar vaktim var,
sonra da eve beni en kestirme yoldan bırakacaksın.” Dedi Baekhee, kararını bir
anda vererek. Jongwoon’un yüzünün aydınlanması görülmeye değerdi. Genç güldü ve
bahçe kapısını açıp arkasına geçti, kollarını demirlere dayadı.
“Önden buyurun, Leydim.” Dedi,
sırıtarak. Baekhee gözlerini devirdi.
“Leydi mi? Bisiklet süren leydi
gördün mü sen hiç hayatında?” dedi, bisikletini kolayca bahçeye yönlendirirken.
Jongwoon arkasından gelip kapıyı kapattı.
“Her şeyin bir ilki vardır. Hangi
devirde yaşıyoruz, tahtırevanla mı dolaşacaktın?” dedi genç, Baekhee
bisikletinden inip uygun bir kenara çekerken.
“Öf o ne be!” diyerek yüzünü
buruşturdu kız, “İnsanın içi sıkılır, her yere oturuyorsun, hiçbir şeyi kendin
yapmıyorsun… iğrenç!”
Jongwoon’un ailesi evde değildi,
babası erkek kardeşi ve annesiyle görüşmeye gitmişti. Jongwoon ödevi olduğundan
evde kalmıştı, onlarla daha sonra görüşecekti. Gencin odasına çıktıklarında
odanın herhangi bir genç adamın odasının olması gerektiği gibi görünmediğini
fark etti ilk olarak Baekhee. Odada dağınık tek bir cisim yoktu. Her şey yerli
yerindeydi, çalışma masasının ışığı güneş hala parlıyor olmasına rağmen yanıyor
ve bir U şekli oluşturacak şekilde dizilmiş kitaplarla ortasındaki kağıt
yığınını aydınlatıyordu. Odada dağınık olan tek şey, masanın etrafına atılmış
bir iki tane buruşuk kağıttan ibaretti. Baekhee parmaklarını yavaşça gencin
odasının diğer köşesini oluşturan dev televizyon ve Playstation üzerinde
gezdirirken dalgınca konuştu.
“Bunca zamandır arkadaşız ve bana
annenle babanın ayrı olduğundan bile bahsetmedin demek, ha?” dedi, sesinin
isyan eder gibi çıkmamasına özen göstermişti. Jongwoon omuz silkti.
“Çok fark yaratmıyor.
Ayrıldıklarında kardeşim küçüktü, o yüzden annemle kaldı. Ben büyük olduğum
için babamla kaldım; ama annemle de kardeşimle de hep görüştük. Sadece evler
ayrılmış gibi bir şeydi. Annesiz büyümüş gibi olmadım yani, kardeşim de babasız
büyümedi. Sadece evdeki kavgalarda kardeşimin kulaklarını kapatıp dışarı
kaçırmak zorunda kalmaktan kurtulmuş oldum. Aslında iyi bile oldu.” Dedi genç.
Baekhee göz ucuyla ona baktığında gerçekten de arkadaşının durumdan hiç
rahatsız görünmediğini fark ederek gülümsedi.
“Kardeşin ne alemde? En son onun
da derslerden başını kaldıramadığını söylemiştin.” Dedi Baekhee, kendini
tasasızca Jongwoon’un yatağına bırakıp bağdaş kurarak sallanmaya başladı.
“O mu? Kendine bir sevgili buldu,
annemin dırdırlarına ve korunmanın önemine dair bitmeyen söylevlerine maruz
kalıyor.” Dedi Jongwoon. Baekhee burnunu kırıştırdı. Bunu ilk sevgilisini
annesi öğrendiği zaman o da yaşamıştı, hiç hoş olmuyordu.
“Kız güzel olsa bari.” Demekle
yetindi. Bu sefer Jongwon burnunu kırıştırdı.
“Hiç benim tipim değil; ama
Jongjin’i yargılamıyorum tabii, zevksiz bir kardeşi olabilir herkesin.” Dedi.
İki genç de gürültüyle güldüler. “Esas senin okul ne alemde, alışabildin mi?”
“Tabii ki! Alıştım, arkadaş
edindim, hayran edindim hatta düşman bile edinmiş olabilirim, hem de ilk
günden.” Diye pişkin pişkin sırıttı Baekhee. Jongwoon az önce kötü bir şey
olmuş gibi yüzünü buruşturdu.
“Düşman mı? Bundan hoşlanmadım.
Hani buraya geldiğinde en baştan başlıyordun? Gerçekten mi en baştan başladın,
Çin’deki gibi mi olacak?” dedi genç. Baekhee gözlerini devirdi.
“Sen de başlama şimdi,
evdekilerden bu söylevi yeterince dinliyorum!” dedi kız bıkkınca. Jongwoon bir
şey söyleyecek gibi oldu, sonra vazgeçerek ağzını kapattı ve zaten dağınık olan
saçlarını daha fazla dağıttı. Baekhee yataktan kalkıp odanın köşesindeki küçük
tosbağa evine yürüdü. İçinde tosbağanın olup olmayacağına emin değildi; ama
Ddangkoma’yı görmek istemişti. Evin içinde hiçbir şey bulamayınca hayal
kırıklığına uğradı.
“Bahçede, güneşleniyor.” Dedi Jongwoon,
Baekhee sormadan. Baekhee kıkırdadı.
“Herif tam keyif adamı,
güneşlenmeler falan… oh! Hayat ona güzel!” dedi kız, sırıtarak.
“Aaa neden öyle dediniz ama
leydim? İsterseniz sizinle de denize gideriz, orada güneşlenirsiniz!”
“Bu havada mı?” dedi Baekhee
Jongwoon cümlesini bitirir bitirmez, tek kaşını kaldırarak. Gencin omuzları
çöktü.
“Ne var yani biraz hayal
kursaydım?” diye çocuk gibi mızıldandı genç, Baekhee’nin gülmesine neden
olarak. Kız uzanıp arkadaşının saçlarını köpek sever gibi karıştırdı.
“Sana hayal kurma diyen mi var,
yavru tosbağa? Sen kur hayalini; ama gerçekçi olmazsa biraz ezebilirim hepsi
bu.” dedi pişkin pişkin, sonra gidip Jongwoon’un pek de geniş olmayan oyun
koleksiyonuna bakmaya başladı. Jongwoon Simcity gibi oyunları tercih ediyordu
genelde, Baekhee gibi roleplay, yarış veya Mortal Kombat gibi şeyleri değil.
“Aa bak geçen gün ne aldım!”
diyerek çekmecesini açtı Jongwoon, çekmecesinden bir oyun CD’si çıkardı.
Baekhee’nin bunu anında tanımamasına imkan yoktu; Need for Speed: Most Wanted,
yeni çıkan ve en denemek istediği oyunlardandı. Kız heyecanla ayağa fırladı.
“Hani sen yarış oyunu
sevmiyordun?” dedi arkadaşına hesap sorarcasına; ama çoktan Jongwoon’un yanına
uçmuş, hayranlıkla oyun kutusunu seyrediyordu. Jongwoon güldü.
“Tanıdığım bir leydi güzel
olduklarını ve denememi söylemişti.” Diye omuz silkti genç. Baekhee gözlerini
devirse de sırıtmaya devam ediyordu.
“Böyle demeyi kes, köpek gibi
hissediyorum! Hadi gel şunu deneyelim.”
Baekhee’nin orada bulunduğu
sürenin kalanını Jongwoon’un odasında oyun oynayarak geçirdiler. Hava kararmaya
yüz tuttuğunda evden çıktılar ve söz verdiği gibi Jongwoon onu eve kadar
bıraktı; ama kendi bisikleti tamirdeydi. Bu yüzden Baekhee’nin bisikletine
ikisi birden bindiler, Jongwoon eve otobüsle de dönebileceğini söylemişti.
Baekhee buna çok fazla dikkat etmedi. Gencin arkasına oturup kollarını beline
dolamışken en kısa yolun ne olduğunu görmek için yine dikkatle etrafı
izliyordu. Bir ara ellerinin altında Jongwoon’un kalp atışlarını fazlasıyla
hızlı hissettiğinde endişelendi – muhtemelen arkadaşı idmansızdı ve Baekhee
minyon bir kız değildi. Yorulup yorulmadığını sorardı, eğer o sırada eve varmış
olmasalardı.
Bisikletten inip parka bağlayana
kadar Jongwoon onu bekledi, arkasından apartmanın giriş kapısına kadar da
onunla yürüdü. Baekhee içeri girmeden önce Jongwoon önce biraz tereddüt etti,
sonra kızı kendine çekip sıkıca sarıldı. Baekhee bu sevimli jeste gülmeden
edemedi. Jongwoon geri çekilip el sallayarak uzaklaşırken yanaklarına yerleşmiş
pembelikle tam bir çocuk gibi görünüyordu. Baekhee başını iki yana sallayıp
gülerek içeri girdi.
Eve girdiğinde yemek sofrası
hazırdı, Baekhee’nin gelmesini bekliyorlardı ve koltukta oturmuş ayaklarını
sallayarak çizgi film izleyen Haerin’in keyfi oldukça yerinde gibi görünüyordu.
Yemeğe oturduklarında da tabağındaki her şeyi silip süpürerek ablasından
onaylayan bir bakış kazandı.
Baekhee " çorom " noona istemek ben... çok istemek...
YanıtlaSilDemek baekhyun baskette iyi ve jong,n korunmalı ha... hımmm bu terste bi işlik va sanki :D Ve zavallı küçük minnoş kaplumbağa. ben sana demiştim ormana gidince göreceksin diye. dinlemedin beni aha bak noldu *snif snif
hımmm üzücüdür ki bu bölüm mont yoktu. özledim kendisini. ilerki bölümlere artık nabalım be ya