20 Mart 2015 Cuma

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 6

-6-

Ertesi günün tamamını ödevleriyle uğraşarak geçirdi Baekhee, akşam da çizim defterini kucağına alıp balkona oturdu ve klasik müzik eşliğinde saçma sapan bir çizim yapmaya başladı. Saçma sapan çizimleri severdi; insanlar bakınca bir şey anlamasa da, o çizerken rahatlıyordu. Onun gibi bir ergenin klasik müzik dinlemesini de beklemiyordu insanlar mesela. Hep insanların beklediği ve anlayacağı şeyleri yapacak olsa hayat fazlasıyla sıkıcı olurdu.

Pazartesi günü okula geldiğinde Hanna’yla kapıda karşılaştı. Kızı neşeli bir kahkaha ve sıcak bir kucaklamayla karşılayarak birçok kişinin şaşkın bakışlarına hedef oldu. Sınıfa doğru giderlerken arkadaşına doğru eğildi.

“Burada insanlar hep mesafeli midir?” diye sordu sessizce. Hanna başını salladı.

“Ondan değil, beni seninle daha önce hiç görmediler ya.” Diye kısa bir açıklama sundu kız.

“Hm, popüleriz demek.” Dedi Baekhee, kaşlarını kaldırarak. Hanna saçlarını savurdu.

“Lütfen! Bir haftada fark edemedim, deme. Tüm dünyayla arkadaş olmayabilirim; ama kendi lisemde idollerden sayılacak kadar güzelim! Hayran kulübüm bile olabilir.” Dedi kız sırıtarak. Abarttığı belliydi; ama haksız değildi. Gerçekten güzel ve çekici bir kızdı; dişildi, hassastı ve kırılgan bir güzelliği vardı. Aynı şu hediyelik eşya dükkanlarında satılan kristal çiçekler gibi.

İtiraf etmek zorundaydı ki böyle insanları hep kıskanmıştı Baekhee. Bu hiç ona göre bir şey olmasa da doğuştan böyle olup bunu üzerinde bu kadar güzel taşıyan insanlara imreniyordu. Baekhee de güzeldi, çirkin olduğunu söylese kendine haksızlık ederdi; ama onunki daha vahşi, neredeyse ilkel bir güzellikti ve kesinlikle ne Hanna’nın güzelliği kadar asildi, ne de herhangi bir biçimde kırılgan. Aslında kendini güzelden çok yakışıklı diye bile niteleyebilirdi.

“Hayran kulübü kayıtların bitti mi, ben de yazılsam?” diyerek kaşlarını oynattı Baekhee, Hanna’nın gülmesine neden olarak. Arkasından kızdan kafasına küçük bir şaplak yedi.

“Şapşal!” dedi kız gülerek ve okula doğru sekmeye başladı. Başının arkasını ovuştururken Baekhee bu hareketi bir yakınlık işareti olarak algılamaya karar vererek hafifçe güldü. İronikti, çünkü bunu kötü bir hareket olarak düşünmeye çalışsa bile Hanna’ya kızmak mümkün değilmiş gibi hissediyordu.

Hanna’nın arkasından sınıfa girdiğinde herkesin çantasından bir şeyler alıp sınıftan çıktığını fark etti. Hanna da aynı şekilde içeri girer girmez çantasını açtı. Baekhee kendi sırasına çantasını bırakıp şaşkınlıkla Hanna’ya döndü.

“Herkes nereye gidiyor?” diye sordu, şaşkınlıkla. Hanna çantasından başını kaldırıp arkadaşına baktı.

“Sana söylemedim mi? Bugün mutfak dersimiz var işte.” Dedi kız, saf saf.

“Eee, önlük…”

“Bende fazla var.”

Baekhee arkasını dönüp konuşanın kim olduğuna baktı. Hemen arkasında durmuş sakince ona bakan gencin boğuk, kalın sesi görüntüsüne oldukça uyuyordu. Sıradan ve dağınık bir okul üniforması, hafif yanık bir teni ve uçları kirli sarıya boyalı dalgalı koyu kestane saçları vardı. Fazlasıyla çekik gözleri neredeyse birer yarık gibiydi ve yüzüne düşen dağınık, uzun, dalgalı saç tutamlarının altında saklanıyorlardı. Gencin burnu düzgün, dudakları neredeyse yüzüyle uyumsuz denebilecek kadar tombul ve tatlıydı; ama üzerine ceket giymediği okul gömleğinin kumaşı, gencin omuzlarının ve kollarının etrafında gerilerek dudaklarının yarattığı tatlı imajı aynen yerle bir ediyordu.

“Eee, emin misin?” diye sordu Baekhee gence, içgüdüsel olarak yarım adım geri atarken. Genç sessizce başıyla onayladı ve ona bir tane sade, beyaz önlük uzattı. Kız önlüğü alıp gülümsedi; karşısındaki genç korkunç da görünse içi iyi gibi duruyordu. “Teşekkür ederim, hayatımı kurtardın! Benim adım Baekhee.”

“Bang Yongguk.” Dedi genç, boğuk sesiyle. Baekhee’nin candan tepkisine şaşırmış gibi bir hali vardı.

“Çok arkadaşın yok, sanırım; seni hep kendi başına otururken görüyorum. Geçen hafta hiç sesini bile duymadım, sanırım.” Diye neşeyle şakıdı Baekhee, genci daha da şaşırtarak.

“E-evet, ben, eh, biraz yalnız takılıyorum…” dedi Yongguk, gözlerini kaçırarak. Baekhee bu hareketi oldukça tatlı bulmuştu. Bu tarz karakterlerin sadece animelerde olacağını sanırdı: dev, korkunç görünüşlü ama aslında bir peluş ayıcık kadar yumuşak genç adamlar. Animelerdeki favori karakterlerinden bir tanesiyle yüz yüze gelmiş gibi heyecanlı hissediyordu şimdi.

“O zaman mutfakta kiminle olacağın hakkında bir fikrin var mı?” diye sordu Hanna, Baekhee’nin arkasından. Baekhee arkadaşının hızlı adapte olmasına sevinmişti; kıza çabucak bir teşekkür gülümsemesi gönderip gözlerini yeniden Yongguk’a çevirdi. Genç utangaçça başını kaşıdı.

“Hayır, yok. Geçen seneki grubum bu sene başka sınıfta.” Dedi kısaca. Baekhee ellerini çırptı.

“O zaman bizim masamızda olsana?” diye sordu. Hanna’nın anlattıklarından masaların üçer kişilik olduğunu biliyordu, Hanna’nın itiraz edeceğini düşünmedi.

“Şey, aslında…” dedi genç, bir bahanesi var gibiden çok kararsız gibiydi.

“Çekinme, gelebilirsin; benim için de sorun olmaz.” Diye arkadan onayladı Hanna. Yongguk bunun üzerine hafifçe gülümsedi.

“Peki, o zaman.”

Mutfağa gittiklerinde var olan tek boş masanın en önde, hocaya en yakın yerdeki masa olduğunu gördüler. Baekhee bu duruma çok aldırmıyordu; ama Yongguk ve Hanna pek hoşnut değillerdi. Söylediklerine göre bu dersin hocası oldukça uyuz bir kadındı ve her şeye karışmasıyla bilinirdi. Hanna, kendi işine karışılmasından nefret ederdi. Sınıftaki bütün konuşma bir anda kesilip anlaşılmaz fısıltılara dönüştüğünde Hanna söylenmekle meşguldü.

“…yüzden nefret ediyorum işte!”

“Öhöm, öğretmenleriniz hakkında bu şekilde mi konuşursunuz hep?”

Baekhee olduğu yerde hafifçe sinerek eğer böyle bir şey mümkünse yüzü bir anda daha da beyazlayan Hanna’ya baktı. Kapıya arkası dönük olmasa içeri birinin geldiğini görür ve anında susardı; böyle rezilliklerden nefret ederdi o. Genç kız yutkunarak arkasını döndü ve içeri giren Bay Efsane’ye korkarak baktı.

Baekhee “hani hoca uyuz bir kadındı?!” diye çığlık atmak istiyordu; çünkü içeri giren kişi bir adamdı ve kesinlikle uyuz değildi. Otuz yaşlarında olduğunu belli eden bir duruşu olmasına rağmen yüzündeki muzip gülümseme, alnına düşen koyu kahverengi saçları ve siyah kotunun üzerine geçirdiği tüylü kiremit rengi kazak bambaşka bir hikaye anlatıyordu.

“Ben, şey, eee…” diye kekeliyordu ki Hanna, Bay Efsane hafifçe gülerek – ve muhtemelen sınıftaki birkaç kızın kendi çapında köpürmesine neden olarak – kızı kurtardı.

“Önemli değil, Bayan Park’ın oldukça sinir bozucu olduğu dedikodusunu ben bile duymuştum. Şansınıza bu sene okul değiştirmek gibi bir isteği olmuş. Yeni hocanız benim. Adım Lee Minwoo, gençler, umarım tanıştığımıza benim kadar memnun olmuşsunuzdur.”

Adam konuşurken kendi masasının arkasına geçmişti ve Baekhee, Hanna’nın az önce kağıt kadar beyaz olan suratının şimdi çilek kadar kırmızı olduğuna yemin edebilirdi. Sınıftaki kızların hepsinin kalp krizi geçiriyor olmalarının yanı sıra erkekler bile etkilenmiş görünüyordu. Yani, Baekhee bile etkilenmişti adamdan, ki o hoca statüsüne sahip herhangi bir canlıdan nadiren etkilenirdi.

“Şimdi, herkes önlüklerini taksın!” diyerek sınıfı soktuğu hipnozdan geri çıkardı adam. Herkes gibi Baekhee de önlüğünü çabucak takarken Hanna’yla bir an göz göze geldiler. Nedense artık en ön masanın onlara ait olmasından pek de şikayet ediyormuş gibi görünmüyordu.

Lee Minwoo oldukça matrak bir adamdı. Öğrenecekleri tarifi tahtaya yazdıktan sonra herkesle birer birer dalga geçmeyi kendine amaç edinmişti; ama kimse alınmıyordu. Aksine, adamın dalga geçtiği kişiler bile onunla birlikte gülüyorlardı. Ders böyle matrak geçmeye başlayınca Hanna da kendini evinde hissettiğini söyleyerek kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya ve bir yandan yemeğini hazırlarken diğer yandan da Baekhee gibi onun çırağı olma talebinde bulunan Yongguk’a bir biberi nasıl düzgün doğrayacağını öğretmeye başladı.

“Erkekler! Kimse size yemek yapmayı öğretmiyor, vallahi biz kadınlar olmasak hepiniz ölür gidersiniz.” Diye kendi kendine söylendi bir ara. Baekhee gereğinden daha gürültülü bir kahkaha atınca sınıftaki insanlar onlara tuhaf bir bakış attı. Baekhee uslu bir kız gibi özür dilercesine gülümsedi ve önüne döndü. İnsanların işlerine döndüğünü belirten tıkırtılar ve uğultu yeniden başladığında Hanna, Yongguk ve Baekhee fazla ses çıkarmamak için önlüklerini ağızlarına bastırarak oldukça uzun süren bir gülme krizine yakalandılar.

Dersin sonunda yemeği başarıyla yapabilen bir tek onların masası vardı, üstelik o kadar başarılıydı ki yeme zamanı gelip de Baekhee yemeğin tadına baktığında elinde olmadan miyavlama gibi bir ses çıkararak yere oturuvermişti. Yongguk onun için oldukça endişelenmiş görünerek hemen yanına çöktü, Hanna sadece arkadaşına bakarak kıkırdıyordu. Baekhee’nin abartılı tepkilerine alışması için bir tek hafta yetmişti.

“Şundan bir lokma ye, sen de anlayacaksın!” diye ciyaklayarak ayağa fırladı Baekhee, çatalını yemeğe daldırdı ve Yongguk’un ağzına uzattı. Gencin yanakları kızarana kadar da bunun nasıl göründüğünün farkına varmadı. Gerçi farkına vardıktan sonra da bunu umursamadığından bunun pek bir anlamı yoktu. Genç çataldaki lokmayı ağzına alıncaya kadar Baekhee ısrarla bekledi; genç çiğnemeye başladığında da dikkatle yüzüne odaklandı. Birkaç saniye sonra gencin gözleri şaşkınlıkla açıldı ve Hanna’ya çevrildi.

“Bu gerçekten harika olmuş!” dedi Yongguk mutlulukla ve bir çatal da o kapıp tencereden yemeye devam etti, Minwoo Hoca gelip de eline vurana kadar.

“Kız o kadar uğraşıp güzel bir şeyler hazırlamış, barbarca tencereden yenir mi?! Koy bakalım hocana da bir tabak!” diye azarladı Minwoo Hoca şakacı bir tonda. Yongguk yine de utançla tekrar kızararak çabucak bir tabak koydu ve hocaya uzattı. Adam küçük bir çatalla küçük bir lokma aldıktan sonra yavaşça çiğnedi, ardından hiçbir tepki vermeden dönüp tahtanın önüne gitti. Baekhee, Hanna ve Yongguk birbirlerine soran bakışlar attılar ve merakla adamı izlemeye başladılar. Tahtanın tam önünde, sınıftaki herkesin net görebileceği bir yerde olduğuna emin olduktan sonra Minwoo Hoca sınıfa döndü ve bacağını kaldırıp topuğuyla tahtaya üç kere sertçe vurdu. Baekhee bir kahkaha daha patlatmamak için yumruğunu ısırmak zorunda kalsa da çıkan ses etkili bir biçimde sınıfta kendi arasında muhabbete dalmış olan herkesin hocaya dönmesini sağlamıştı.

“Pekala millet, zaman geldi!” diye gürledi adam, “Kimse tartışmaya girmesin, bu sene resmi olarak favorim olan masa iki numaralı masadır! Baş aşçımız… adınız neydi, yetenekli bayan?”
Minwoo Hoca masalarına doğru yürüyüp Hanna’nın direk gözlerine bakarak flörtöz bir tonda konuşunca kızın ürperdiğini kolayca fark etti Baekhee.

“H-Hanna…” dedi kız, neredeyse duyulmayacak bir sesle. Minwoo hoca masalarına geldiğinde masanın karşısından uzanıp elini Hanna’nın omzuna koydu ve onun göz hizasına eğilip gülümseyerek konuştu.

“Çok başarılı, Hanna. Böyle devam et.” Dedi adam normal bir sesle, sonra geri çekilip tabağını ilk evladı gibi kucaklayarak sınıftan çıkarken bir daha gürledi: “Serbestsiniz, hadi dağılın millet! Naş!”

Minwoo Hoca sınıftan çıktıktan sonra Baekhee hala hayatta olduğunu kontrol etmek ister gibi arkadaşına baktı. Hanna az önce hocanın olduğu yere hala boş boş bakmakla meşguldü. Baekhee başını kaldırıp Yongguk’a baktı, Yongguk ne olduğunu bilmediğini söyler gibi omuz silkti. Baekhee elini yavaşça kızın gözlerinin önünden geçirdi.

“Dünya’dan Hanna’ya, Dünya’dan Hanna’ya; orada her şey yolunda mı?” dedi kız sessizce. Hanna gözlerini kırpıştırdı; ama kıpırdamadı.

“Seni duydum Houston; ama galiba çok büyük bir meteor çarptı, yörüngeden çıktık, düşüyoruz.” Dedi sakince, arkasından hızla dönüp Baekhee’yi yakasından iki eliyle kavrayarak sarsmaya başladı. “Çarpıldık Houston, anlasana! Çarpıldım resmen çarpıldım o neydi öyle?! Ne çarptı bana?!”

Yongguk kaba olmamak için ağzını kapatarak kıkırdarken Baekhee kendini Hanna’ya bırakmış gevşekçe istediği gibi sarsmasına izin vererek kahkahalarla gülüyordu. Sonunda kız Baekhee’yi bırakıp kendine gelmek için başını hızla sallamaya başladığında Baekhee de nefes alacak fırsatı bularak gözlerinde birikmiş yaşları sildi.

“İyi misin?” diye sordu Yongguk Hanna’ya gülerek.

“Değilim… ya da iyiyim, iyiyim! Çok iyiyim hem de.” Dedi Hanna, sabahkinden daha da enerjik bir biçimde olduğu yerde zıpladı. “Çok harika bir ders değil mi? Yemek yapmak çok güzel bir şey bence! Keşke her ders mutfakta olsak!”

Kız önlüğünü bile çıkarmadan sekerek sınıftan çıkarken Baekhee ve Yongguk arkasından baktılar. Takip etmek isterlerdi, eğer birbirlerine bakıp da yeni bir kahkaha krizine girmemiş olsalardı. Bu, herhalde bütün lisenin Bang Yongguk’un kahkahasını ilk duyuşuydu.

Sonraki dersler boyunca Hanna’nın enerjisi bir an bile azalmadı. Kızın yüzünde her daim bitmeyen bir gülümseme vardı ve ders aralarında dalıp dalıp not tutmayı unutuyordu. Akşam Baekhee’nin ders notlarını tamamlayabilmesi için onu beklemesi gerekmişti. Aslında kız defterlerini direk Hanna’ya vermeyi önermişti; ama Hanna çok ağır olacağı gerekçesiyle bunu reddetti. Abisini arayıp geç kalacağını, onu almaya gelmemesini söyledikten sonra Baekhee’nin defterlerini alıp eksik kalan yerleri tamamlamaya başladı. Yongguk’un da onları bekleyeceğini söylemesi, esas şaşırtıcı olan gelişmeydi.

“Gerçekten beklemek zorunda değilsin!” dedi Baekhee ellerini sallayarak telaşla, “Yani tamam kalman benim de işime gelir; ama sen eve geç gideceksin, burada sıkılacaksın, falan…”

“Önemi yok.” Diyerek omuz silkti Yongguk, “Hem sizi evinize de bırakabilirim, hava karardıktan sonra sizi yalnız bırakmayayım.”

“Bir şey olmaz ki!” diye güldü Baekhee, bu düşünceyi oldukça sevimli bulmuştu. Uzanıp yeni arkadaşının saçlarını karıştırarak kızarmasına neden oldu. Yongguk geri çekilerek saçlarını düzeltme bahanesiyle kendini topladı.

“İki kızı sokakta kendi başlarına mı bırakayım? Yani bunun kulağa biraz saçma biçimde aşırı korumacı geldiğini farkındayım; ama hadi ama!” dedi Yongguk isyanla; Hanna’nın yüzündeki şok ifadesinden Baekhee gencin bunu okul hayatı boyunca ilk defa yaptığını anlayabiliyordu. Kız gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırırken Yongguk devam etti, “Yani ben dururken siz yalnız mı gideceksiniz? Hani kaçırıp dağa kaldıracaklar da demiyorum; ama rahatsız eden olacaktır elbet. Mümkün değil yalnız bırakmam.”

“Hanna…” dedi Baekhee sakince, sonra viyaklayarak Yongguk’un üzerine bir koala gibi atladı. “Çok tatlı değil mi?! Şuna bakar mısın, resmen gurur yaptı, ay çok şeker!”

“Baekhee, iner misin çocuğun tepesinden?!” diye haşladı Hanna anında; ama Baekhee pek umursamamıştı; oturduğu yerden düşmemeye çalışan arkadaşının sırtında çocuk gibi tepinmekle meşguldü. İşin ilginç yanı Yongguk’un da kendi kendine kıkırdıyor olmasıydı.

“Bak sen, kendine harem mi kurdun?” dedi kapıdan Baekhee’nin tanımadığı bir ses. Baekhee tepinmeyi bıraktı, olduğu yerden kıpırdamadan gelene baktı. Gelen kişiyi tanımıyordu; ama yüzünden ve o yüze yerleşmiş ifadeden adı gibi emindi ki bu çocuk egosu zeplin gibi şiş bir playboydu.

“Kapa çeneni, Himchan.” dedi Yongguk, gözlerini devirerek. Demek bu çocuk Yongguk’un arkadaşıydı. Baekhee kıpırdamaya yeltenmeden pis pis sırıttı.

“Birilerinin kıskanmış gibi bir hali var.” Dedi, gözlerini yeni gelen gence dikerek. Sınıfın kapısından salına salına içeri yürüyen genç burnundan güldü.

“Hah! Sadece iki kızı mı kıskanmışım? Ben Yongguk’u donumda sallarım!” dedi Himchan. Hanna gözlerini defterinden kaldırıp yeni gence dikti.

“Hmm, birileri haftada bir sevgili değiştiren beş ortam kızını aynı anda götürebilmeyi marifet sayıyor, galiba…” diye mırıldandı kendi kendine konuşur gibi, sonra çarpık bir sırıtışla başını kaldırdı. “Kim Himchan, senin gibi bir playboy Yongguk gibi bir centilmen beyefendiyi donunda sallayacak, ha? Hangi boyutta yaşıyorsun sen?”

“Biraz şizofren galiba.” Dedi Baekhee, Yongguk’un sırtında oturduğu yerden kollarını gencin omuzlarına dolayıp sıkıca sarılarak. Gencin kulaklarının kızardığının farkındaydı; ama onu Himchan’a karşı koruma içgüdüsü harekete geçmişti bir kere. Hem Yongguk’un oturduğu yerde dikleşmesinden bunun onun da hoşuna gittiği belli oluyordu.

“Yok harem değilmiş; koruyucu melekler ordusuymuş.” diye güldü Himchan sonunda ve gelip önlerindeki sıranın masasına oturdu, ayaklarını sallandırdı. “Tamam, teslim oluyorum, beni öldürmeyin. Tanışıyor muyuz?”

“Bilmiyorum, bence hayır.” Diye tek kaşını kaldırdı Baekhee, Himchan’ın çekici olması için özellikle uğraştığı belli olan gülümsemesine karşılık. Biraz Yongguk’un arkasına doğru sinmiş olduğunu sonradan fark etti.

“Sırtımdaki melek Baekhee, masadaki de Hanna.” Diye tanıttı Yongguk. Himchan gözlerini devirdi.

“Hanna’yı bilmeyen mi var!” dedi, oflayarak, sonra Hanna’ya dönüp gülümsedi. Baekhee gençten hızla soğuyordu. Bu kadar kendini beğenmiş insanlardan hazzetmezdi. O daha utangaç, sessiz, olgun veya çatlak tipleri severdi. Aslında o herkesi severdi, narsist olmadıkları sürece.

“O kadar popüler olmayabilirim.” Diye omuz silkti Hanna ve defterlerine döndü.

“Himchan, gördüğün her dişiye yazmayı keser misin?” dedi Yongguk, neredeyse bıkkınca. Baekhee bunun Himchan’ın doğal hali olabileceğini düşündü. “Hem sen niye buradasın?”

“Asıl sana sormalı, sen neden buradasın? Yarım saattir dışarıda seni bekliyorum!” diye isyan etti Himchan. Yongguk saatine baktı.

“Zil çalalı on iki dakika olmuş.” Dedi sakince. Baekhee gülmemek için dilini ısırdı.

“Lafın gelişi.” Dedi Himchan, gözlerini tekrar devirerek. “Hani kırk yılda bir ekmeyeyim dedim, bu sefer de sen ektin!”

“E bir şey olmaz dedim.” Diye omuz silkti Yongguk umursamazca. Hanna kafasını defterden bir daha kaldırdı.

“Sizin yüzünüzden bunu o kadar yavaş geçiriyorum ki burada sabahlamam gerekecek! Bir gezmeye falan çıksanıza?” dedi kız, sinirli bir sesle. Baekhee onun göründüğü kadar sinirlenmediğini biliyordu; ama Himchan’ın bunu bilmesi gerekmiyordu.

“Buyurdu majesteleri. Emir büyük yerden!” Diyerek Yongguk’un sırtından indi Baekhee, sonra Himchan’ı gömleğinin kolundan tuttuğu gibi kapıya sürüklemeye başladı. Genç oturduğu masadan düşmekten son anda kurtulup Baekhee’nin peşinden sendeledi. Yongguk da onların peşinden ayağa kalktı, arkadaşına yardım etmek için hiçbir şey yapmadan yürümeye başladı.

“Hey, bıraksana!” dedi Himchan, neredeyse dehşetle.

“Tamam, bırakırım. Bir gün. Canım isterse.” Dedi Baekhee pişkin pişkin. Sınıftan çıkarlarken Yongguk’un sessizce kıkırdadığını duyabiliyordu. Kendi kendine homurdanan Himchan’ı çekiştirerek okulun çatı katına çıkardıktan sonra kolunu bıraktı, arkadan gelen Yongguk çatıya çıkan kapıyı kapattı.

“Neden buraya geldik?” diye sordu Himchan şüpheyle. Köşeye kıstırılmış bir tavşan gibi duruyordu. Baekhee biraz eğlenmenin bir zararı olmayacağını düşündü; ama sonra Yongguk’u korkutmamak adına vazgeçti.

“Çatı katlarında manzara da hava da her zaman güzeldir.” Diye omuz silkti Baekhee, sonra sekerek çatının kenarına örülmüş beton korkuluğa gitti, hoplayarak oturdu. Göz ucuyla çatıdaki iki gencin de bir an irkildiğini görmüştü; ama görmemiş gibi yaptı.

“Yongguk-ah, bu kız bildiğin çatlak.” Dedi Himchan sorarcasına. Saklama gereği bile duymamıştı. Baekhee kıkırdadı. Yongguk düşünceli bir biçimde baktı.

“Şimdiye kadar normal insanlarla konuştuk da ne oldu sanki? Baekhee’nin en azından dürüst olduğunu biliyorum.” Dedi sonunda omuz silkerek. Kız şaşkınlıkla kaşlarını kaldırsa da başka bir tepki vermeden dinlemeye devam etti, çünkü ikili o yanlarında yokmuş gibi konuşmaya başlamışlardı.

“Bu kadar kısa sürede mi öğrendin? En son sorduğumda adını bırak varlığını bile bilmiyordun.” Dedi Himchan. Yongguk, sanki tiki varmış gibi bir daha omuz silkti.

“Olsun. Aynen diğerlerinin yalan söylediğini bildiğim gibi onun dürüst olduğunu da biliyorum. Belki sadece biraz fazlaca dürüst olabilir; ama bunun nesi kötü ki?” dedi Yongguk, onlar da korkuluklara doğru yürürlerken.

“Yani ne bileyim… sadece biraz çatlak işte!” dedi Himchan.

“Tencere dibin kara…” diye mırıldandı Yongguk kendi kendine, Himchan’ın omzuna bir yumruk atmasına neden olarak. Baekhee elinde olmadan kıkırdadı, Himchan sanki onun yanlarında olduğunu gerçekten unutmuş gibi bir an irkildi.

“Demek çatlak kız, ha?” dedi Baekhee sırıtarak, ardından tek harekette bir karış genişlikteki korkuluğun üzerinde ayağa kalktı. İki genç de anında onu düşmeden tutmak için hareketlenip kollarını uzattı. Baekhee buna gerek olmadığını biliyordu, Wushu için çalıştığı denge egzersizlerinden biri denge tahtasındaydı ve o tahta da yaklaşık bu genişlikteydi. Baekhee şu anda burada çift salto bile atabilirdi ve yine de düşmezdi… tamam, bu biraz abartı olabilirdi; ama en azından düz yürürken düşmeyeceği kesindi.

“Sözümü geri aldım, sözümü geri aldım! Hadi in oradan, ha?” dedi Himchan yalvarırcasına. Baekhee hafifçe arkaya eğilerek gülünce iki genç de telaşla biraz daha öne atıldılar; ama kız doğrulunca buna gerek kalmadı.

“Niye? Burada manzara oldukça güzelmiş.” Diyerek tasasızca arkasına döndü Baekhee. Aslında manzara gerçekten hiç fena değildi. Güneş şehrin arkasında batıyordu ve camların arasından ışıyıp yansırken büyülü bir görüntü oluşturuyordu. Baekhee bir sevgilisi olsa burada buluşmak isteyebileceğini düşündü.

“Tamam, güzel olabilir; ama hadi sen in oradan da birlikte buradan bakalım.” Dedi Yongguk. Baekhee Himchan’ı biraz daha oynatabilirdi; ama Yongguk’a kıyamayacağını fark etti.

“O zaman tutun beni!” dedi kız, ünlü Titanic sahnesi gibi kollarını iki yana açtı ve kendini geriye, yeni arkadaşlarına doğru bıraktı. Hafif bir telaşın ardından gençler kızı kolayca yakalamış ve yere bırakmışlardı. Himchan saklamaya gerek duymadan alnını silerek rahat bir nefes aldı.

“O kadar mı korktun ya?” dedi Baekhee, sırıtarak. Himchan neredeyse tüylerini kabartıp hırlayacakmış gibi görünüyordu.

“Ölmeye meraklısın galiba? Oradan düşsen kaç parça olurdun sence?!” diye haşladı genç onu. Baekhee pes edercesine ellerini kaldırdı.

“Özür dilerim, oppahhh!” dedi dalga geçercesine sözcüğü uzatarak, “Düşmezdim, merak etme.”

“Düşmezmiş, külahıma anlat sen onu! Pestilini yerden kazırlarken de düşmezdim ama dersin artık!” dedi Himchan tekrar sinirle, neredeyse tepinerek. Baekhee pişkin bir sırıtış takındı ve kaşlarını kaldırdı.

“Bakıyorum da birdenbire bu çatlak kız için endişelenmeye başlamışsın.” Dedi, iğneleyerek. Himchan yarım adım geri attı ve gözlerini kaçırdı.

“Ne olmuş yani?” diye homurdandı genç, Baekhee dışında her yere bakarak. Baekhee ilk başta bu çocuktan hoşlanmamıştı; ama aslında içinde gösterdiğinden farklı bir kişilik vardı anlaşılan ve kesinlikle ilk bakışta göründüğü kadar narsist değildi. Eh, insanları dış görünüşüyle yargılamak sıklıkla tutmazdı zaten.

“Yongguk-ah, bu şey de oldukça şekermiş yahu!” diye kıkırdadı Baekhee, Yongguk’un da gülmesine ve Himchan’ın yanaklarını şişirip anlamsız bir şeyler homurdanmasına neden olarak.

2 yorum:

  1. YAAAAAA YONGGGUUUUUUKKKK vakasıyla karşı karşıyayız efenim. himchan asshole'u gitsin *** yesin. Herhangi bir zaman diliminde onu sevmiyorum bir yonghwa olma yolunda ilerliyor kendini sevdirebilmesi çok zor olacak.... hıh

    YanıtlaSil
  2. YAAAAAA YONGGGUUUUUUKKKK vakasıyla karşı karşıyayız efenim. himchan asshole'u gitsin *** yesin. Herhangi bir zaman diliminde onu sevmiyorum bir yonghwa olma yolunda ilerliyor kendini sevdirebilmesi çok zor olacak.... hıh

    YanıtlaSil