22 Mart 2015 Pazar

Aşk Tesadüfleri Sevmez - 8

-8-

“Senin burada ne işin var?!” diye küçük bir çığlık attı Baekhee, arkadaşlarının yerinden sıçramasına neden olarak. Kapının hemen yanında bekleyen aptal tosbağa duyduğu sesle dönüp kıza baktı ve tatlı bir gülümsemeyle el salladı.

“Baekhee, bu kim?” diye sordu Yongguk, şüpheyle. Baekhee irkilerek Hanna’nın soran gözlerle ona baktığını, Himchan’la Yongguk’unsa korumacı bir tavırla onun önüne doğru hafifçe seğirtmiş, yabancıya düşmanca bakışlar atmakta olduğunu gördü. Aslında bu korumacı tavrın fena halde hoşuna gittiğini inkar edemezdi; ama Kim Jongwoon’un arkadaşları tarafından pestile çevrilmesi şu anda istediği son şeydi.

“Benim bir arkadaşım, şimdi üniversitede de burada görünce şaşırdım!” dedi Baekhee çabucak. Yongguk’la Himchan’ın gevşediğini gördüğü anda rahat bir nefes alarak Jongwoon’un yanına koştu. Aslında koşup koşup sarılmak gibi bir niyeti yoktu; ama onun yanına vardığı anda genç onu kollarına alıp havada birkaç tur döndürüvermişti.

“Kes şunu!” demeye çalıştı Baekhee; ama kıkırdamakta olduğundan kendisi bile kendi sözlerini ciddiye almakta zorlanmıştı. Sonunda Jongwoon onu yere indirdiğinde bu Baekhee istediği için değil, kendi öyle istediği içindi.

“Birileri beni hiç özlememiş, galiba.” Dedi Jongwoon sitemle, Baekhee’yi yere bırakır bırakmaz. Baekhee somurtmaya çalışsa da başaramadı, sonunda yanaklarını şişirdi.

“Ne alakası var şimdi, şapşal tosbağa!” diyerek gencin kafasına vurdu Baekhee, ardından kollarını kavuşturdu.  “Buraya geleceğini hiç söylemedin, okul sonrası beni almaya geleceğinden haberim bile yoktu, bir hafta hiç konuşmadıktan sonra pat diye çıkıp geldiğinde boynuna atlamamı falan beklemiyorsun herhalde!”

“Daha sıcak bir karşılama beklemiş olabilirim aslında, en azından fırça yemeyi beklememiştim.” Dedi Jongwoon, o da kollarını kavuşturdu. Baekhee biraz inat etti, sonra pes ederek kollarını indirdi.

“Tamam, abartmış olabilirim, özür dilerim.” Dedi uysalca. Bunun üzerine Jongwoon’un da yumuşayıp gülümsemesi sadece bir saniye aldı. 

“Dua et ölümcül tatlısın, yoksa fena küserdim.” Dedi genç, sonra Baekhee’nin arkasına doğru baktı. “Bunlar arkadaşların mı?”

“Ne?” dedi Baekhee ve hızla arkasını döndü. Arkasında şimdi merakla onları izlemekte olan Hanna, Yongguk ve Himchan vardı; Yongguk’un yüzünde de bilmiş bir ifade yerleşmişti. “Ha evet, yeni arkadaşlarım.”

Kısa bir tanışma faslından sonra – ki Baekhee Yongguk’un Jongwoon’un elini gereğinden daha uzun ve sert sıktığını düşünmüştü; ama belki de sadece uyduruyordu – şapşal tosbağa sırıtışını takınarak Baekhee’yi kolundan yakaladı Jongwoon.

“Bugünlük arkadaşınızı çalıyorum, gençler. Sorun olur mu?” Dedi sonunda. Baekhee Yongguk’a baktı, sonuçta bir haftadır eve hep beraber gidiyorlardı. Yongguk omuz silkip başını çevirdi; bu onun önemli olmadığını söyleme şekliydi.

“Hanna, abin seni almaya gelecek mi?” diye sordu Baekhee bu sefer.

“Hayır, bugün vermesi gereken bir ödevi varmış.” Dedi Hanna.

“O zaman sen-” diyordu ki Baekhee, Himchan sözünü kesti.

“Seni istersen yine ben bırakabilirim, yolumun üstündesin.” Dedi genç, direk Hanna’ya bakarak. Baekhee dudaklarına yerleşmek için savaş veren sırıtışı yuttu.

“Şey… peki, madem.” Dedi Hanna omuz silkerek. Baekhee bu sefer içindeki havayı yumruklama isteğini bastırmak zorunda kaldı.

“O zaman sorun olmayacak, değil mi?” diye sordu Jongwoon, Baekhee’yi biraz daha kendine doğru çekerek. Kızın üç arkadaşı da sorun olmayacağını söyledikten sonra vedalaştılar ve bisikletlerini alıp Jongwoon’un güzel olduğunu söylediği bir yere doğru yola koyuldular. Gittikleri yer uzak değildi, yol boyunca konforlu bir sessizlik oldu. Jongwoon’un güzel olduğunu söylediği küçük, ortaçağ havası taşıyan kafeye geldiklerinde köşede bir masa bulup birer karamelli kahve söylediler.

“Değişik yerler biliyorsun.” Diye yorum yaptı Baekhee, kafeden etkilendiğini belli etmekte bir sakınca görmeyerek. Jongwoon kıkırdadı.

“Burası Yüzüklerin Efendisi’nden fırlamış gibi değil mi?” dedi Jongwoon. Baekhee başıyla onayladı.

“Şuradan içeri Frodo girse şaşırmam.”

“Okulun altını üstüne getirip kendine bir çete kurman çok çabuk olmuş.” Dedi Jongwoon, konuyu birden değiştirdiği için Baekhee bir an afallasa da kendini çabuk toparladı.

“Çete diye adlandırmak biraz kaba olur ve okulun altını üstüne getirmedim… henüz.” Diyerek pişkin pişkin sırıttı Baekhee. Jongwoon kıkırdadı.

“Ha planların arasında var yani… bu dörtlüyle mi yapacaksın bu işi?” dedi genç.

“Uygun değiller mi sence?” diye sırıttı Baekhee, başıyla onayladıktan sonra.

“Orasını sen bileceksin. Hanna’yla beraber giden… o ikisinin arasında ne var?” diye sordu Jongwoon.

“Dışarıdan fark ediliyor mu?” diye kıkırdadı Baekhee, “Himchan Hanna’dan hoşlanıyor. Aralarını yapmaya çalışıyorum.”

“Şimdi de çöpçatanlığa mı soyundun?” diyerek güldü Jongwoon, sonra hafifçe Baekhee’ye doğru eğilip daha sessizce sordu. “Peki… ehem, seninle şu… Yongguk arasına ne var?”

“Benimle- ney? Hayır, nasıl ne var, ne diyorsun sen?” dedi Baekhee. Jongwoon kekeledi.

“Yani… işte, bildiğin gibi, soruyorum sadece; yani, ne var… aranızda?”

“Düşündüğün gibi olmadığı kesin.” Dedi Baekhee kıkırdayarak. Arkadaşının kekelemesinden sormaya çalıştığı şeyin ne olduğunu sonunda anlamıştı. Jongwoon rahat bir nefes alınca kız bir daha kıkırdadı.

“Ne oldu, çok mu endişelendin?”

“Evet, çok endişelendim.” Dedi Jongwoon, direk kızın gözlerine bakarak. Gencin yüzündeki ciddi ifade Baekhee’yi de ciddileşmeye zorluyordu.

“Neden ki?” diye sormaya karar verdi kız sonunda. Jongwoon iç geçirdi ve uzanıp ellerini Baekhee’nin ellerinin üzerine koydu. Baekhee ellerini çekmedi; ama sonunun iyi mi kötü mü olacağından emin değildi. Bu filmin sonunu görebiliyordu; ama Jongwoon’dan bunu beklemediği için inanmakta zorlanıyordu.

“Baekhee… biliyorum, farkında bile değilsin; ama ben artık senin fark etmeni beklemeye dayanamadığımı anladım.” Diye başladı Jongwoon.

“Neyi?” diye sordu Baekhee yavaşça, alacağı cevaptan adı gibi emin olsa da.

“Senden çok hoşlanıyorum… Baekhee ben senden uzun zamandır hoşlanıyorum ve hayatımda kimseye bu kadar güçlü duygular beslemedim.” Dedi Jongwoon, Baekhee’nin ellerini sıkıca kavradı.

“Woonie… ben seni hep arkadaşım olarak gördüm.” Dedi Baekhee, uzamasına izin vermeden. “Sana hiç o gözle bakmadım ben-”

“Biliyorum, zaten bu yüzden söylemek zorundaydım.” Dedi Jongwoon. Baekhee gözlerini kırpıştırdı. “Sen bana hiç o gözle bakmadın, kendin de söylüyorsun; ama biliyorum… senin de beni sevebileceğini biliyorum. Sadece beni arkadaş olarak gördüğün için bu kadar kolay pes etmek istemiyorum. Baekhee, ben senin yavru tosbağan olmak istemiyorum. Bana bir erkek olarak bakmanı istiyorum. Ben seni seviyorum.”

Baekhee ne diyeceğini bilemeden bir süre masaya bakarak sessiz kaldı. Bu itiraftan sonra ne olursa olsun araları eskisi kadar iyi olmayacaktı, biliyordu. Jongwoon’un kalbi kırılmış olacaktı ve onu reddederek kalbini kırmış kişi olarak Baekhee’nin ona eskisi kadar yakın olmayı beklemesi zaten haksızlık olurdu. Ama Baekhee aynı zamanda Jongwoon’a bu şekilde bir ilgi beslemediğini de biliyordu. Çin’de ilk tanıştıkları zaman Baekhee’nin bir sevgilisi vardı ve kısa süre sonra ayrılmasına rağmen Baekhee Jongwoon’u yavru tosbağa olarak kabullenmişti bir kere. Bunun üzerine de ona hiç başka gözle bakmamıştı. Böyle olunca onun haklı olup olmadığını merak etmekten kendini alamıyordu. Jongwoon onun çok iyi bir arkadaşıydı, onu kaybetmek istemiyordu. En azından denemeden vazgeçmek asla onun yapısına uygun bir hareket olmamıştı; ama insanların duygularıyla oynamaktan da nefret ederdi.

“Woonie… Jongwoon.” Diyerek gencin yüzüne baktı bir süre sonra. Orada gördüğü beklenti ve umut içini sızlattı. “Ben… gerçekten sana şu anda böyle hisler beslemiyorum, hem de hiç. Bunu bilmek zorundasın, eğer beni kabul edeceksen böyle kabul etmek zorundasın. Ben seni hep yavru tosbağam olarak gördüm, bu doğru; ama başka türlü olsaydı seni sever miydim? İşte bunu bilmiyorum. Bunu öğrenmek istiyorsan, benimle iki arkadaştan fazlası olmak istiyorsan bunu şu anda sana hiçbir romantik his beslemediğimi bilerek yapmak zorundasın. Seni kandıramam.”

“Biliyorum.” Dedi Jongwoon, buruk bir gülümsemeyle. Baekhee’nin içi yine sızladı; ama yalanlar söyleyerek onun gülümsemesini sağlamaktansa tosbağasının ondan nefret edip hayatına onsuz devam etmesini tercih ederdi.

“Ve?” dedi Baekhee, kısa bir sessizlik olunca.

“Biliyorum, zaten bildiğim için sana itiraf ettim. Ben sadece bana bir şans vermeni istedim; bana aşık olmadığını biliyorum. Bunu bilerek yine de bu şansı istedim, pişman olmamak için. Beni kandırmadığını, bunları zaten bildiğimi söylersem sana, bana bu şansı verecek misin?” dedi Jongwoon, yalvarırcasına. Baekhee hafifçe gülümsedi.

“Sonumuzun iyi biteceği konusunda söz vermiyorum. Hiçbir şey için söz vermiyorum. Sadece sana bir şans veriyorum, tamam mı?” dedi. Jongwoon’un yüzünün aydınlanması görülmeye değerdi. Baekhee ellerini tutan ellerin altında gencin nabzını hissedebilmeye başladığını fark etti ve kesinlikle bu bir kalp için normal bir hız değildi.

“Bu bana yeter. İyi olacak, göreceksin.” Dedi Jongwoon, büyük bir inançla. Baekhee onun kadar emin değildi; ama bunu kendine saklamayı tercih etti.

Günün geri kalanında kafede oturup sohbet ettiler. Jongwoon bu sefer Baekhee’nin karşısında değil yanında oturuyordu ve Baekhee her zamanki kadar rahat, umursamaz hissedemiyordu. Yanındaki kişinin yavru tosbağası değil de bir erkek olduğunu düşünmeye çalıştığı zaman kendini elinde olmadan biraz gergin buluyordu. Özellikle de eski zamanlardan konuştuklarında ve Jongwoon o aralar gerçekte neler hissettiğini anlattığında özellikle tuhaf hissediyordu. Baekhee bu tuhaflığın nereden kaynaklandığını çözemiyordu. Daha önce hoşlandığı insanlar olmuştu olmasına; ama hiçbiriyle ilgili aynı hissi beslememişti. Bir tanesinde duyguları daha ateş gibiyken diğer tamamen saf bir heyecandı, bir diğerinde mutluluk, bazen bir çok duygunun karışımı. Bilemezdi; belki de bu gerçekten Jongwoon’a besleyebileceği gizli duyguların başlangıcıydı.

Ayrılırken Jongwoon onu eve kadar bırakmayı teklif ettiğinde Baekhee reddetmemek için kendini zor tuttu. Eve kendim gidebilirim, demek istemişti; ama bu çok sert olurdu. Apartmanın önüne geldiklerinde Jongwoon geçen sefer yaptığı gibi Baekhee’nin bisikletini parka koyup kilitlemesini bekledi, onunla apartman kapısına kadar yürüdü ve bu sefer Baekhee içeri girmeden hemen önce eğilip kızın dudaklarına masum bir öpücük kondurdu. Beklenmedik bu hareketle eli ayağına dolanınca Baekhee çabucak veda edip içeri kaçtı; girerken de Jongwoon’un arkasından çok tatlı olduğunu söyleyip güldüğünü duydu.

Eve girdiğinde yemek hazırdı; Baekhee aç olmadığını söyleyerek odasına kaçtı. Odasında bile nereye saklanacağını bilemeyip üniformasıyla yorganının altına saklandı ve cenin pozisyonuna gelerek başını da ellerinin arasına aldı. Yanaklarının kızardığını hissetmese neredeyse strese girdiğini düşünürdü; ama belli ki hepsi bu değildi. Tuhaftı, doğru; ama kötü hissettirmiyordu. Alışması zaman alabilirdi; ama Jongwoon haklı olabilirdi. Belki de sonları iyi olurdu.

Kendi kendine kıkırdayarak yorganının altından çıkıp sonunda telefonuna baktığında bir cevapsız aramalar ve mesajlar yığını görmeyi bekliyordu; ama gördüğü tek şey Hanna’dan gelen bir tek mesajdı: “Eve dönünce beni aramazsan seni uykunda boğarım kadın.”

Baekhee kahkahasını bastırmak için suratını yastığa gömdü, sakinleşmeyi başarır başarmaz da hemen Hanna’yı aradı. Arkadaşı, telefonun başında nöbet tutuyormuşçasına yine daha ilk çalışında açtı.

“Dökül.” Dedi, daha alo demeden önce.

“Destur, daha bir dur, bir merhaba diyeydin!” dedi Baekhee.

“Diyemem çatladım meraktan; kimdi o çocuk? Söyle çabuk!” dedi Hanna.

“Tanıştırdım ya, Jongwoon.” dedi Baekhee.

“Öf, sinir etme beni, vallahi telefonun içinden kolumu sokar boğazlarım seni! Bir sevgilin olduğunu söylememiştin.” Diye tısladı Hanna.

“Yoktu da ondan!” diye savunmaya geçti Baekhee.

“Hmm, geçmiş zaman kipi. Eğer bugün olanları detayıyla anlatırsan seni affedebilirim.” Dedi Hanna. Baekhee olası telefon faturasını düşündü, arkasından Hanna’nın ona küsmesi olasılığını düşündü ve derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. Hanna şaşırtıcı bir biçimde yorum yapmadan dinledi, sonunda da sessiz kaldı.

“Eee… uyudun mu?” diye sordu sonunda Baekhee. Hattın diğer ucundan yavaş bir iç çekme sesi geldi.

“Uyumadım da… Baekhee senin bu çocukta gerçekten gönlün var mı ya?” diye sordu Hanna. Baekhee kızın içgüdülerine hayran kalmakla patisi kurabiye kavanozunda yakalanmış kedi gibi yutkunmak arasında gidip geldi.

“Ya dedim ya, hiç o gözle bakmadım ki!” dedi Baekhee.

“Sen bu çocuğa acıdığın için falan mı kabul ettin yoksa?” dedi Hanna bu sefer. Baekhee homurdandı ve kafasını sertçe kaşıdı.

“Acıdığım için kimseyi kabul etmem ki ben! Yani, bir şans vermek istedim, söyledim ya. Ne olacağını görmek istedim. Şimdi hayır desem baştan bitmiş olacaktı, zaten bundan sonra da eskisi gibi görüşemeyecektik. Ben de denemekten bir şey çıkmaz, dedim.” Dedi Baekhee. Hanna durumdan rahatsızmış gibi iç çekti.

“Bilmiyorum Baekhee, benim bu işi pek aklım almıyor; ama daha önce hiç sevgilim olmadığından sen daha iyi bilirsin tabii, diyeceğim.” Dedi Hanna. Baekhee kıkırdadı.

“Ne olacağı hiç belli olmaz, şekerim. Baksana, bir hafta önce nefret ettiğin adamla konuşup gülüşeceğin hiç aklına gelir miydi?” dedi Baekhee; beynindeki ses anında haykırdı: Vurdu ve gol oldu!

“Kapa çeneni, şapşal!” dedi Hanna; ama gülüyordu. “Şaka maka, gerçekten aklıma bile gelmezdi, biliyor musun? Himchan’ı ödev yapmak için evime alacağımı söyleseler-”

“Orada dur bakalım. NE DEDİN SEN?!” diye ufak bir çığlık attı Baekhee.

“Kulağımı patlattın, hayvan!” diye haşladı Hanna anında.

“Çabuk anlat!” dedi Baekhee, bunu umursamadan.

“Ya ne diye bu kadar abarttın ki? Biyoloji ödevinin kağıdını kaybetmiş, kağıdı benden istedi. Bir güne bitiremez diye bir seferlik benden kopya çekmesine izin verdim; cevapları anlasın diye de anlatmak için eve çağırdım. Hepi topu iki saat beraber ders çalıştık.” Dedi Hanna, arkasından tam Baekhee bir cevap verecekken çabucak ekledi, “Hem evde abim, sevgilisi, Heechul ve bir arkadaşı daha vardı; yani fesat beynine abuk fikirler getirme hemen!”

“Günahımı alıyorsun ama! Hiç abuk bir şey söylemeyecektim.” Dedi Baekhee en masum sesiyle, “Sadece diyecektim ki şaşırtıcı bir biçimde çabuk kaynaştınız, sevindim diyecektim.”

“Yaa tabi, eminim!”

Baekhee kısa süre sonra telefonu kapattı ve odasında kendisiyle baş başa kaldı. Bir süre yatağında boş boş oturduktan sonra kendini sebepsiz yere dolabının kapağını açmış, yabancının montuna bakarken buldu. Bunu neden yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu; ama şu anda kendini monta karşı sorumlu hissediyordu… hatta neredeyse suçlu hissettiğini söyleyebilirdi. Bir insanın cansız bir nesneye bu kadar bağlanması normal olmamalıydı. Derin bir nefes aldı, baktıkça kendini kötü hissetmesine neden olan gizemli montu askıdan çıkarıp katlayarak dolabının üst rafında gözden uzak bir yere kaldırdı; arkasından kapağı kapatıp kendini yatağına attı.

Yatağının hemen yanındaki komodinin üstünde okumayı düşündüğü yeni kitap serisinin (Ed Greenwood, Dört Serüvenci) ilk kitabı duruyordu. Bunu ona Çin’de bıraktığı, ilkokuldan beri mektup arkadaşı ve en az onun kadar çatlak bir kız olan Xiao Mei önermişti. Kitap zevkleri tuttuğu için Baekhee bu kitabı oldukça beğeneceğinden adı gibi emindi. Haksız da çıkmadı; odanın lambasını kapatıp başucu lambasını yaktıktan ve pijamalarıyla yatağına kurulup okumaya başladıktan sonra bambaşka bir dünyada buldu kendini. Saat gece on ikiyi bulana kadar yerinden tuvalete gitmek için bile kalkmadı, sonunda uykudan gözlerini açık tutamaz hale geldiğindeyse kitabın yarısı bitmişti.


1 yorum:

  1. ben demiştim ama di mi ye ye yapma demiştim. ayhan demişti daha doğru... uleyn ayhan bi sefer de haklı çıkma be adam bi sefer de yanıl di mi? ama yooook

    Ya mont? monta ne olacak? neden kimse onun duygularını düşünmüyor o benim favori karakterim!!!!!

    MOOOONT-CHAAAAAAAN!!!!!!!!!!!

    YanıtlaSil