-8-
“Senin burada ne işin var?!” diye küçük bir çığlık attı
Baekhee, arkadaşlarının yerinden sıçramasına neden olarak. Kapının hemen
yanında bekleyen aptal tosbağa duyduğu sesle dönüp kıza baktı ve tatlı bir
gülümsemeyle el salladı.
“Baekhee, bu kim?” diye sordu Yongguk, şüpheyle. Baekhee
irkilerek Hanna’nın soran gözlerle ona baktığını, Himchan’la Yongguk’unsa
korumacı bir tavırla onun önüne doğru hafifçe seğirtmiş, yabancıya düşmanca bakışlar atmakta olduğunu gördü. Aslında bu
korumacı tavrın fena halde hoşuna gittiğini inkar edemezdi; ama Kim Jongwoon’un
arkadaşları tarafından pestile çevrilmesi şu anda istediği son şeydi.
“Benim bir arkadaşım, şimdi üniversitede de burada görünce
şaşırdım!” dedi Baekhee çabucak. Yongguk’la Himchan’ın gevşediğini gördüğü anda
rahat bir nefes alarak Jongwoon’un yanına koştu. Aslında koşup koşup sarılmak
gibi bir niyeti yoktu; ama onun yanına vardığı anda genç onu kollarına alıp
havada birkaç tur döndürüvermişti.
“Kes şunu!” demeye çalıştı Baekhee; ama kıkırdamakta
olduğundan kendisi bile kendi sözlerini ciddiye almakta zorlanmıştı. Sonunda
Jongwoon onu yere indirdiğinde bu Baekhee istediği için değil, kendi öyle istediği
içindi.
“Birileri beni hiç özlememiş, galiba.” Dedi Jongwoon
sitemle, Baekhee’yi yere bırakır bırakmaz. Baekhee somurtmaya çalışsa da
başaramadı, sonunda yanaklarını şişirdi.
“Ne alakası var şimdi, şapşal tosbağa!” diyerek gencin
kafasına vurdu Baekhee, ardından kollarını kavuşturdu. “Buraya geleceğini hiç söylemedin, okul
sonrası beni almaya geleceğinden haberim bile yoktu, bir hafta hiç
konuşmadıktan sonra pat diye çıkıp geldiğinde boynuna atlamamı falan beklemiyorsun
herhalde!”
“Daha sıcak bir karşılama beklemiş olabilirim aslında, en
azından fırça yemeyi beklememiştim.” Dedi Jongwoon, o da kollarını kavuşturdu. Baekhee
biraz inat etti, sonra pes ederek kollarını indirdi.
“Tamam, abartmış olabilirim, özür dilerim.” Dedi uysalca.
Bunun üzerine Jongwoon’un da yumuşayıp gülümsemesi sadece bir saniye aldı.
“Dua et ölümcül tatlısın, yoksa fena küserdim.” Dedi genç,
sonra Baekhee’nin arkasına doğru baktı. “Bunlar arkadaşların mı?”
“Ne?” dedi Baekhee ve hızla arkasını döndü. Arkasında şimdi
merakla onları izlemekte olan Hanna, Yongguk ve Himchan vardı; Yongguk’un
yüzünde de bilmiş bir ifade yerleşmişti. “Ha evet, yeni arkadaşlarım.”
Kısa bir tanışma faslından sonra – ki Baekhee Yongguk’un
Jongwoon’un elini gereğinden daha uzun ve sert sıktığını düşünmüştü; ama belki
de sadece uyduruyordu – şapşal tosbağa sırıtışını takınarak Baekhee’yi kolundan
yakaladı Jongwoon.
“Bugünlük arkadaşınızı çalıyorum, gençler. Sorun olur mu?”
Dedi sonunda. Baekhee Yongguk’a baktı, sonuçta bir haftadır eve hep beraber
gidiyorlardı. Yongguk omuz silkip başını çevirdi; bu onun önemli olmadığını
söyleme şekliydi.
“Hanna, abin seni almaya gelecek mi?” diye sordu Baekhee bu
sefer.
“Hayır, bugün vermesi gereken bir ödevi varmış.” Dedi Hanna.
“O zaman sen-” diyordu ki Baekhee, Himchan sözünü kesti.
“Seni istersen yine ben bırakabilirim, yolumun üstündesin.”
Dedi genç, direk Hanna’ya bakarak. Baekhee dudaklarına yerleşmek için savaş
veren sırıtışı yuttu.
“Şey… peki, madem.” Dedi Hanna omuz silkerek. Baekhee bu
sefer içindeki havayı yumruklama isteğini bastırmak zorunda kaldı.
“O zaman sorun olmayacak, değil mi?” diye sordu Jongwoon,
Baekhee’yi biraz daha kendine doğru çekerek. Kızın üç arkadaşı da sorun
olmayacağını söyledikten sonra vedalaştılar ve bisikletlerini alıp Jongwoon’un
güzel olduğunu söylediği bir yere doğru yola koyuldular. Gittikleri yer uzak
değildi, yol boyunca konforlu bir sessizlik oldu. Jongwoon’un güzel olduğunu
söylediği küçük, ortaçağ havası taşıyan kafeye geldiklerinde köşede bir masa
bulup birer karamelli kahve söylediler.
“Değişik yerler biliyorsun.” Diye yorum yaptı Baekhee,
kafeden etkilendiğini belli etmekte bir sakınca görmeyerek. Jongwoon kıkırdadı.
“Burası Yüzüklerin Efendisi’nden fırlamış gibi değil mi?”
dedi Jongwoon. Baekhee başıyla onayladı.
“Şuradan içeri Frodo girse şaşırmam.”
“Okulun altını üstüne getirip kendine bir çete kurman çok
çabuk olmuş.” Dedi Jongwoon, konuyu birden değiştirdiği için Baekhee bir an
afallasa da kendini çabuk toparladı.
“Çete diye adlandırmak biraz kaba olur ve okulun altını
üstüne getirmedim… henüz.” Diyerek pişkin pişkin sırıttı Baekhee. Jongwoon
kıkırdadı.
“Ha planların arasında var yani… bu dörtlüyle mi yapacaksın
bu işi?” dedi genç.
“Uygun değiller mi sence?” diye sırıttı Baekhee, başıyla
onayladıktan sonra.
“Orasını sen bileceksin. Hanna’yla beraber giden… o ikisinin
arasında ne var?” diye sordu Jongwoon.
“Dışarıdan fark ediliyor mu?” diye kıkırdadı Baekhee,
“Himchan Hanna’dan hoşlanıyor. Aralarını yapmaya çalışıyorum.”
“Şimdi de çöpçatanlığa mı soyundun?” diyerek güldü Jongwoon,
sonra hafifçe Baekhee’ye doğru eğilip daha sessizce sordu. “Peki… ehem, seninle
şu… Yongguk arasına ne var?”
“Benimle- ney? Hayır, nasıl ne var, ne diyorsun sen?” dedi
Baekhee. Jongwoon kekeledi.
“Yani… işte, bildiğin gibi, soruyorum sadece; yani, ne var…
aranızda?”
“Düşündüğün gibi olmadığı kesin.” Dedi Baekhee kıkırdayarak.
Arkadaşının kekelemesinden sormaya çalıştığı şeyin ne olduğunu sonunda
anlamıştı. Jongwoon rahat bir nefes alınca kız bir daha kıkırdadı.
“Ne oldu, çok mu endişelendin?”
“Evet, çok endişelendim.” Dedi Jongwoon, direk kızın
gözlerine bakarak. Gencin yüzündeki ciddi ifade Baekhee’yi de ciddileşmeye
zorluyordu.
“Neden ki?” diye sormaya karar verdi kız sonunda. Jongwoon
iç geçirdi ve uzanıp ellerini Baekhee’nin ellerinin üzerine koydu. Baekhee
ellerini çekmedi; ama sonunun iyi mi kötü mü olacağından emin değildi. Bu
filmin sonunu görebiliyordu; ama Jongwoon’dan bunu beklemediği için inanmakta
zorlanıyordu.
“Baekhee… biliyorum, farkında bile değilsin; ama ben artık
senin fark etmeni beklemeye dayanamadığımı anladım.” Diye başladı Jongwoon.
“Neyi?” diye sordu Baekhee yavaşça, alacağı cevaptan adı
gibi emin olsa da.
“Senden çok hoşlanıyorum… Baekhee ben senden uzun zamandır
hoşlanıyorum ve hayatımda kimseye bu kadar güçlü duygular beslemedim.” Dedi
Jongwoon, Baekhee’nin ellerini sıkıca kavradı.
“Woonie… ben seni hep arkadaşım olarak gördüm.” Dedi
Baekhee, uzamasına izin vermeden. “Sana hiç o gözle bakmadım ben-”
“Biliyorum, zaten bu yüzden söylemek zorundaydım.” Dedi
Jongwoon. Baekhee gözlerini kırpıştırdı. “Sen bana hiç o gözle bakmadın, kendin
de söylüyorsun; ama biliyorum… senin de beni sevebileceğini biliyorum. Sadece
beni arkadaş olarak gördüğün için bu kadar kolay pes etmek istemiyorum.
Baekhee, ben senin yavru tosbağan olmak istemiyorum. Bana bir erkek olarak
bakmanı istiyorum. Ben seni seviyorum.”
Baekhee ne diyeceğini bilemeden bir süre masaya bakarak
sessiz kaldı. Bu itiraftan sonra ne olursa olsun araları eskisi kadar iyi
olmayacaktı, biliyordu. Jongwoon’un kalbi kırılmış olacaktı ve onu reddederek
kalbini kırmış kişi olarak Baekhee’nin ona eskisi kadar yakın olmayı beklemesi
zaten haksızlık olurdu. Ama Baekhee aynı zamanda Jongwoon’a bu şekilde bir ilgi
beslemediğini de biliyordu. Çin’de ilk tanıştıkları zaman Baekhee’nin bir
sevgilisi vardı ve kısa süre sonra ayrılmasına rağmen Baekhee Jongwoon’u yavru
tosbağa olarak kabullenmişti bir kere. Bunun üzerine de ona hiç başka gözle
bakmamıştı. Böyle olunca onun haklı olup olmadığını merak etmekten kendini alamıyordu.
Jongwoon onun çok iyi bir arkadaşıydı, onu kaybetmek istemiyordu. En azından
denemeden vazgeçmek asla onun yapısına uygun bir hareket olmamıştı; ama
insanların duygularıyla oynamaktan da nefret ederdi.
“Woonie… Jongwoon.” Diyerek gencin yüzüne baktı bir süre
sonra. Orada gördüğü beklenti ve umut içini sızlattı. “Ben… gerçekten sana şu
anda böyle hisler beslemiyorum, hem de hiç. Bunu bilmek zorundasın, eğer beni
kabul edeceksen böyle kabul etmek zorundasın. Ben seni hep yavru tosbağam
olarak gördüm, bu doğru; ama başka türlü olsaydı seni sever miydim? İşte bunu
bilmiyorum. Bunu öğrenmek istiyorsan, benimle iki arkadaştan fazlası olmak
istiyorsan bunu şu anda sana hiçbir romantik his beslemediğimi bilerek yapmak
zorundasın. Seni kandıramam.”
“Biliyorum.” Dedi Jongwoon, buruk bir gülümsemeyle.
Baekhee’nin içi yine sızladı; ama yalanlar söyleyerek onun gülümsemesini
sağlamaktansa tosbağasının ondan nefret edip hayatına onsuz devam etmesini
tercih ederdi.
“Ve?” dedi Baekhee, kısa bir sessizlik olunca.
“Biliyorum, zaten bildiğim için sana itiraf ettim. Ben
sadece bana bir şans vermeni istedim; bana aşık olmadığını biliyorum. Bunu
bilerek yine de bu şansı istedim, pişman olmamak için. Beni kandırmadığını,
bunları zaten bildiğimi söylersem sana, bana bu şansı verecek misin?” dedi
Jongwoon, yalvarırcasına. Baekhee hafifçe gülümsedi.
“Sonumuzun iyi biteceği konusunda söz vermiyorum. Hiçbir şey
için söz vermiyorum. Sadece sana bir şans veriyorum, tamam mı?” dedi.
Jongwoon’un yüzünün aydınlanması görülmeye değerdi. Baekhee ellerini tutan
ellerin altında gencin nabzını hissedebilmeye başladığını fark etti ve
kesinlikle bu bir kalp için normal bir hız değildi.
“Bu bana yeter. İyi olacak, göreceksin.” Dedi Jongwoon,
büyük bir inançla. Baekhee onun kadar emin değildi; ama bunu kendine saklamayı
tercih etti.
Günün geri kalanında kafede oturup sohbet ettiler. Jongwoon
bu sefer Baekhee’nin karşısında değil yanında oturuyordu ve Baekhee her zamanki
kadar rahat, umursamaz hissedemiyordu. Yanındaki kişinin yavru tosbağası değil
de bir erkek olduğunu düşünmeye çalıştığı zaman kendini elinde olmadan biraz
gergin buluyordu. Özellikle de eski zamanlardan konuştuklarında ve Jongwoon o
aralar gerçekte neler hissettiğini anlattığında özellikle tuhaf hissediyordu.
Baekhee bu tuhaflığın nereden kaynaklandığını çözemiyordu. Daha önce hoşlandığı
insanlar olmuştu olmasına; ama hiçbiriyle ilgili aynı hissi beslememişti. Bir
tanesinde duyguları daha ateş gibiyken diğer tamamen saf bir heyecandı, bir
diğerinde mutluluk, bazen bir çok duygunun karışımı. Bilemezdi; belki de bu
gerçekten Jongwoon’a besleyebileceği gizli duyguların başlangıcıydı.
Ayrılırken Jongwoon onu eve kadar bırakmayı teklif ettiğinde
Baekhee reddetmemek için kendini zor tuttu. Eve kendim gidebilirim, demek
istemişti; ama bu çok sert olurdu. Apartmanın önüne geldiklerinde Jongwoon
geçen sefer yaptığı gibi Baekhee’nin bisikletini parka koyup kilitlemesini
bekledi, onunla apartman kapısına kadar yürüdü ve bu sefer Baekhee içeri
girmeden hemen önce eğilip kızın dudaklarına masum bir öpücük kondurdu.
Beklenmedik bu hareketle eli ayağına dolanınca Baekhee çabucak veda edip içeri
kaçtı; girerken de Jongwoon’un arkasından çok tatlı olduğunu söyleyip güldüğünü
duydu.
Eve girdiğinde yemek hazırdı; Baekhee aç olmadığını söyleyerek
odasına kaçtı. Odasında bile nereye saklanacağını bilemeyip üniformasıyla
yorganının altına saklandı ve cenin pozisyonuna gelerek başını da ellerinin
arasına aldı. Yanaklarının kızardığını hissetmese neredeyse strese girdiğini
düşünürdü; ama belli ki hepsi bu değildi. Tuhaftı, doğru; ama kötü
hissettirmiyordu. Alışması zaman alabilirdi; ama Jongwoon haklı olabilirdi.
Belki de sonları iyi olurdu.
Kendi kendine kıkırdayarak yorganının altından çıkıp sonunda
telefonuna baktığında bir cevapsız aramalar ve mesajlar yığını görmeyi
bekliyordu; ama gördüğü tek şey Hanna’dan gelen bir tek mesajdı: “Eve dönünce
beni aramazsan seni uykunda boğarım kadın.”
Baekhee kahkahasını bastırmak için suratını yastığa gömdü, sakinleşmeyi
başarır başarmaz da hemen Hanna’yı aradı. Arkadaşı, telefonun başında nöbet
tutuyormuşçasına yine daha ilk çalışında açtı.
“Dökül.” Dedi, daha alo demeden önce.
“Destur, daha bir dur, bir merhaba diyeydin!” dedi Baekhee.
“Diyemem çatladım meraktan; kimdi o çocuk? Söyle çabuk!”
dedi Hanna.
“Tanıştırdım ya, Jongwoon.” dedi Baekhee.
“Öf, sinir etme beni, vallahi telefonun içinden kolumu sokar
boğazlarım seni! Bir sevgilin olduğunu söylememiştin.” Diye tısladı Hanna.
“Yoktu da ondan!” diye savunmaya geçti Baekhee.
“Hmm, geçmiş zaman kipi. Eğer bugün olanları detayıyla
anlatırsan seni affedebilirim.” Dedi Hanna. Baekhee olası telefon faturasını
düşündü, arkasından Hanna’nın ona küsmesi olasılığını düşündü ve derin bir
nefes alıp anlatmaya başladı. Hanna şaşırtıcı bir biçimde yorum yapmadan
dinledi, sonunda da sessiz kaldı.
“Eee… uyudun mu?” diye sordu sonunda Baekhee. Hattın diğer ucundan
yavaş bir iç çekme sesi geldi.
“Uyumadım da… Baekhee senin bu çocukta gerçekten gönlün var
mı ya?” diye sordu Hanna. Baekhee kızın içgüdülerine hayran kalmakla patisi
kurabiye kavanozunda yakalanmış kedi gibi yutkunmak arasında gidip geldi.
“Ya dedim ya, hiç o gözle bakmadım ki!” dedi Baekhee.
“Sen bu çocuğa acıdığın için falan mı kabul ettin yoksa?”
dedi Hanna bu sefer. Baekhee homurdandı ve kafasını sertçe kaşıdı.
“Acıdığım için kimseyi kabul etmem ki ben! Yani, bir şans
vermek istedim, söyledim ya. Ne olacağını görmek istedim. Şimdi hayır desem
baştan bitmiş olacaktı, zaten bundan sonra da eskisi gibi görüşemeyecektik. Ben
de denemekten bir şey çıkmaz, dedim.” Dedi Baekhee. Hanna durumdan rahatsızmış
gibi iç çekti.
“Bilmiyorum Baekhee, benim bu işi pek aklım almıyor; ama
daha önce hiç sevgilim olmadığından sen daha iyi bilirsin tabii, diyeceğim.” Dedi
Hanna. Baekhee kıkırdadı.
“Ne olacağı hiç belli olmaz, şekerim. Baksana, bir hafta
önce nefret ettiğin adamla konuşup gülüşeceğin hiç aklına gelir miydi?” dedi Baekhee;
beynindeki ses anında haykırdı: Vurdu ve
gol oldu!
“Kapa çeneni, şapşal!” dedi Hanna; ama gülüyordu. “Şaka
maka, gerçekten aklıma bile gelmezdi, biliyor musun? Himchan’ı ödev yapmak için
evime alacağımı söyleseler-”
“Orada dur bakalım. NE DEDİN SEN?!” diye ufak bir çığlık
attı Baekhee.
“Kulağımı patlattın, hayvan!” diye haşladı Hanna anında.
“Çabuk anlat!” dedi Baekhee, bunu umursamadan.
“Ya ne diye bu kadar abarttın ki? Biyoloji ödevinin kağıdını
kaybetmiş, kağıdı benden istedi. Bir güne bitiremez diye bir seferlik benden
kopya çekmesine izin verdim; cevapları anlasın diye de anlatmak için eve
çağırdım. Hepi topu iki saat beraber ders çalıştık.” Dedi Hanna, arkasından tam
Baekhee bir cevap verecekken çabucak ekledi, “Hem evde abim, sevgilisi, Heechul
ve bir arkadaşı daha vardı; yani fesat beynine abuk fikirler getirme hemen!”
“Günahımı alıyorsun ama! Hiç abuk bir şey söylemeyecektim.” Dedi
Baekhee en masum sesiyle, “Sadece diyecektim ki şaşırtıcı bir biçimde çabuk kaynaştınız,
sevindim diyecektim.”
“Yaa tabi, eminim!”
Baekhee kısa süre sonra telefonu kapattı ve odasında
kendisiyle baş başa kaldı. Bir süre yatağında boş boş oturduktan sonra kendini sebepsiz
yere dolabının kapağını açmış, yabancının montuna bakarken buldu. Bunu neden
yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu; ama şu anda kendini monta karşı sorumlu
hissediyordu… hatta neredeyse suçlu hissettiğini söyleyebilirdi. Bir insanın
cansız bir nesneye bu kadar bağlanması normal olmamalıydı. Derin bir nefes
aldı, baktıkça kendini kötü hissetmesine neden olan gizemli montu askıdan
çıkarıp katlayarak dolabının üst rafında gözden uzak bir yere kaldırdı;
arkasından kapağı kapatıp kendini yatağına attı.
Yatağının hemen yanındaki komodinin üstünde okumayı
düşündüğü yeni kitap serisinin (Ed Greenwood, Dört Serüvenci) ilk kitabı
duruyordu. Bunu ona Çin’de bıraktığı, ilkokuldan beri mektup arkadaşı ve en az
onun kadar çatlak bir kız olan Xiao Mei önermişti. Kitap zevkleri tuttuğu için Baekhee
bu kitabı oldukça beğeneceğinden adı gibi emindi. Haksız da çıkmadı; odanın lambasını
kapatıp başucu lambasını yaktıktan ve pijamalarıyla yatağına kurulup okumaya
başladıktan sonra bambaşka bir dünyada buldu kendini. Saat gece on ikiyi bulana
kadar yerinden tuvalete gitmek için bile kalkmadı, sonunda uykudan gözlerini
açık tutamaz hale geldiğindeyse kitabın yarısı bitmişti.
ben demiştim ama di mi ye ye yapma demiştim. ayhan demişti daha doğru... uleyn ayhan bi sefer de haklı çıkma be adam bi sefer de yanıl di mi? ama yooook
YanıtlaSilYa mont? monta ne olacak? neden kimse onun duygularını düşünmüyor o benim favori karakterim!!!!!
MOOOONT-CHAAAAAAAN!!!!!!!!!!!