28 Temmuz 2014 Pazartesi

Başlangıç - 12

– 12 –

Sekyung kuş cıvıltıları, yüzüne vuran güneş ışığı ve hafif bir sarsıntıyla uyandığında sanki sadece birkaç dakikadır uyuyormuş gibi hissediyordu kendini.  Gözlerini kapatıp açmıştı ve sabah olmuştu bile. Bıraksalar daha saatlerce uyurdu. Aslında bıraksalar günlerce uyuma kapasitesine sahip bir insan olduğundan bu çok da ekstrem bir durum değildi.

“Hadi ama bak her şey hazır olana kadar sana kimseyi dokundurtmadım.” Dedi tepesindeki, sonunda anlayabildiği ses. Dönüp yarı açık gözlerle karşısındaki yüzü anlamlandırmaya çalıştı.

“Aferin, iyi etmişsin de sen kimsin?” dedi, mahmurlukla.

“Aşk olsun, tanımadın mı?” dedi karşısındaki, alınganlıkla. Sekyung gözlerini tekrar kırpıştırarak görüntüyü netleştirmeye çabaladı, gözlerini kıstı. Karşısında somurtanın Chen olduğunu anladığındaysa yastığını yüzüne kapattı.


Başlangıç - 11

– 11 –

“Otur yerine Kai, dönelemek onları geri getirmeyecek.” Dedi D.O. belki de milyonuncu kez. Kai salonun ortasında volta atıyor ve tırnağını kemiriyordu, onu durdurabilen de olmamıştı.

“Kurt var, tamam mı, hemoroid var bende oturamıyorum.” Dedi Kai gergince. Eğer bir şey içiyor olsa, D.O.  onunla bütün duvarı yıkamış olurdu. Salondaki kimse ondan farklı değildi.

“Sende hemoroid mi var?!” dedi Chen, kahkahalarının arasından. “Altta olanın D.O. olduğunu sanıyordum!”

“Kapa çeneni velet!” diyerek ayağındaki terliği çıkarıp Chen’e fırlattı Kai. Bu sadece Chen’in daha çok gülmesine neden olmuştu. Sekyung son zamanlarda Chen’in pataklanmaktan hoşlandığını ve gıcıklığı sadece bunu elde etmek için bir araç olarak kullandığını düşünmeye başlıyordu.


26 Temmuz 2014 Cumartesi

Başlangıç - 10

– 10 –

Yağmur çisentiye döndüğünde, hava gerçekten kararmıştı. Sehun bütün bu süre zarfında pencereden dışarıyı izlemişti; ayakları ağrıdığı zaman da dikilmeyi bırakıp pencerenin önündeki koltuğa oturarak izlemeye devam etmişti. Bir süre Sekyung’un ısrarıyla onun yanından ayrılmış olsa da Baekhee onun sadık eşlikçisiydi; karşı koltuktan o da sessizce pencereden dışarıyı izliyordu. Yüzünde hem endişeli hem de düşünceli bir ifade vardı. Aklından neler geçiyor olabileceğini tahmin etmek imkansızdı; kutup ayılarının ne kadar yalnız olduğunu veya kış bahçesinin camlarının patlayıp içeriye cam kırığı yağma olasılığını düşünüyor olabilirdi. Kimilerine göre ikincisi daha mantıklıydı.

“Ben gidiyorum.” Dedi birdenbire Sehun ve oturduğu koltuktan kalktı. Saatlerdir ilk defa gözlerini camdan ayırıyordu, salondaki herkes ayağa fırlamıştı.

“Nereye, bu havada?” dedi Baekhyun.

“Yağmur azaldı, kış bahçesine bakmam lazım.” Dedi Sehun, ona yönelmiş bakışlara aldırmadan hole giderek. Kai ondan daha çevik davranıp daha Sehun ayakkabı dolabının kapağını açmadan kulpu yakaladı.


Başlangıç - 9

– 9 –

Lay elindeki alkolle ıslatılmış pamuğu Rian’ın ayağındaki yaraya nazikçe sürüyordu. Lay’in odasındaki masanın üzerine oturmuş olan kız hafifçe tısladı. Lay’in daha önce kullandığı fısfıs yakmıyordu; ama o bitince alkol kullanmak zorunda kalmışlardı, yaranın üzeri kapanana kadar da Lay pansuman yapmaya devam etmek zorundaydı. Rian ellerini masanın kenarına kenetleyip sıkarak mümkün olduğunca kıpırtısız durmaya çalıştı; bir an sonra Lay yarasına hafif hafif üflemeye başladığındaysa hatırı sayılır derecede rahatlayarak gevşedi. Lay alkollü pamuğu yarasına nazikçe dokundururken üflemeye devam etti, bitirdikten sonra da bir süre üflemeyi bırakmadı, sonra yaranın üzerini yeniden kapattı.

“Hala çok mu kötü?” diye sordu Rian. Lay gülümseyerek yukarı baktı.

“Hayır, iyileşiyor yavaş yavaş, belli. Endişelenmeyi bırakabilirsin.” Dedi, sonra geçen gece de kullandığı kremi yerden alıp Rian’ın şişliği az da olsa azalmış bileğine sürmeye başladı.


25 Temmuz 2014 Cuma

Başlangıç - 8

– 8 –

Chen’i kahve yaparken izlemek, televizyonda Biscolata reklamı izlemekten daha eğlenceliydi, en azından Sekyung için. Bir süredir mutfakta gerçek bir baristanın pratikliğiyle çeşit çeşit kahve hazırlamakla meşguldü Chen; çünkü onun mutfağa gittiğini gören Suho ondan kahve istemişti. Sonra diğer herkes de sipariş listesine eklenmişti. Chen’in kahve yapması sık görülen bir şey değildi; ama değerli bir şeydi anlaşılan. Diğer herkesin siparişinden önce Sekyung’unkini yaptığı için şu anda yarısına kadar içtiği ve hala tadını çıkarmak için yavaş yavaş yudumladığı macchiato da neden böyle olduğunu gayet iyi açıklıyordu.

Chen kahveyi üzerinde gösterişli bir kanatlı kalp, tarçından ışıltılar ve kremadan bir ok süslemesiyle sunmuştu ve Sekyung’un sadece bu süslemeyi bozabilmesi için bile kendini bunun sadece macchiato köpüğü olduğuna ikna etmesi gerekmişti. Bardaktan yayılan koku ve içindeki kahve demeye bin şahit isteyen cennetten çıkma sıvının tadıysa gerçekten anlatılmaz, yaşanırdı. Macchiatonun kokusu tek başına Sekyung’u gülümsetmeye yetiyordu, tadıysa damağına mükemmel bir biçimde yayılıp harika bir his bırakıyordu. Her yudumu sıvı ipek gibi akıp gidiyordu ve Sekyung hayatında böyle bir kahve içtiğini hiç hatırlamıyordu, üstelik kahve dükkanları uğrak mekanlarıydı.


Başlangıç - 7

– 7 –

“İçeri geç, çabuk ol.” Diyerek yanındaki sırılsıklam olmuş kızı cam kapıdan içeri doğru ittirdi Luhan. Sonra arkalarından kapıyı kapatarak üzerinden sular süzülen saçlarını salladı. Hanna da içeride yüzünü silerek en azından gözlerini açabilecek kadar kurumasını sağlamaya çalışıyordu. Kahvaltıdan sonra Sekyung’un, gözlerini yaktığı gerekçesiyle, zorla üzerlerindeki elbiseleri modifiye ettirmesine minnettardı şimdi. Kıyafetlerdeki bütün fazlalıkları mutfak makasıyla kesmişti Sekyung; fırfırlar da, yerlere kadar uzanan etek de artık yoktu. Neyse ki yoktu; olsa Hanna ayağına dolanan ıslak kumaş parçalarıyla hayatta yürüyemezdi. Şimdi bile dizlerinden biraz yukarıda biten yırtık kumaş bacaklarına dolanıp sıkıntı yaratıyordu.

“Böyle bir yeriniz mi vardı?” dedi Hanna şaşkınca etrafa bakarken.

“Evet; bahçenin ortalarına denk geliyor, eve yetişemeyeceğimizi anladığımda buraya gelmenin daha mantıklı olacağını düşündüm.” Diye açıkladı Luhan, iç çekip çiçeklerin arasındaki taş döşenmiş dar patikaya oturarak. Hanna şaşkınca çocuğu izledi. Luhan ona tek kaşını kaldırdı. “Ne? Yağmur bitene kadar buradayız, rahatla.”


23 Temmuz 2014 Çarşamba

Başlangıç - 6

– 6 –

D.O. elini neye değdirse lezzetli oluyordu, anlaşılan. Kahvaltı boyunca herkes yumulup kalmıştı; ama Baekhee bir şekilde başını kaldırıp merak ettiği şeyleri soracak fırsat bulabilmişti. Anlaşılan bu evde ne televizyon, ne telefon, ne de teknolojik herhangi bir şey vardı. Bu on iki genç burayı her şeyden ve herkesten uzaklaşacak bir sığınak olarak kullanıyorlardı. Evdeki teknoloji sadece elektrik, sıcak su ve bir ocaktan ibaretti. Yemeklerden sonra bulaşıkları bile sırayla yıkıyorlardı. Evin altında, toprak içine gömülü derin bir kiler vardı ve tam kapasiteyle dolu olduğunda herhangi bir zamanda onlara bütün yıl yetecek yiyeceği kolayca depolayabilirdi. Orada ocak için tüpler de vardı; ama evin dışında, bahçede taş bir ateş ocağı vardı. Hava iyiyse bir yerlerden kuru dal ve ölü ağaç toplayıp yemeklerini orada yapıyorlardı. Hatta bazen Kris gidip tavşan ve kuş avlıyordu. Yani gerçekten doğal, hatta neredeyse ilkel yaşıyorlardı.

Kahvaltıdan sonra Baekhee bulaşıkları yıkamak için Sehun’un yerine gönüllü oldu. Teoride sadece sabah için teşekkür maiyetinde yapıyordu bunu; ama esas amacı Kai’yle biraz yalnız kalmaktı. Merak ettiği ve hassas konular olduğunu düşündüğü şeyler vardı. Tabakları köpükleyip Kai’ye verirken, rahatlatıcı sessizliğin ortasında pat diye sordu.


Nice Yıllara

"Mutlu yıllar sana! Mutlu yıllar sana! Mutlu yıllar tatlı Yoojin, mutlu yıllar sana! Şimdi bir dilek tut?"

"Dileğim şu, babam bizimle daha çok kalsın!"

"Haha, balım, dileğini sesli söyleme yoksa gerçek olmaz!"

"O zaman... ben söyledim diye babam bizimle daha çok kalamayacak mı?"

"Hayır, bebeğim, sadece başka bir dilek tut."

"Taamaaaaam..." ufacık ellerini yüzünün önünde birleştirdi ve gözlerini ciddi bir biçimde kapattı. Sonra gözlerini açtı ve yanaklarını şişirip dudaklarını büzerek çilekli pastasının üzerindeki dört mumu tek seferde söndürdü. Çılgın gibi alkışladık, o da dönüp bize en tatlı gülüşünü gösterdi. Yanaklarını sıkıp onu kucakladım.


Başlangıç - 5

– 5 –

Esnedi, gerindi ve gözlerini kırpıştırıp açtı Hanna. Biraz kabuslu ve huzursuz da olsa beklediğinden daha iyi bir uyku çekmişti, kendini oldukça iyi hissediyordu. Pencereden vuran tatlı sabah güneşi ve kuş cıvıltıları eşliğinde biraz daha gerindi, yatağında debelendi, döndü, esnedi, uykuyla uyanıklık arasındaki o harika yerde gezindi. Arada bir gözlerini biraz aralayıp açık yeşil ve yaprak desenli tül perdelerin arasından süzülen tatlı sabah güneşinin gözlerine vurup onu uyandırmasına izin veriyordu, ta ki yan tarafında Rian’ın yatağında olması gerekenin iki katı bir kabarıklık ve yabancı bir kafa görene kadar.

“Rian?” diye seslendi Hanna doğrularak. Yataktaki kabarıklık kıpırdandı, sonra yabancı kafanın arkasından darmadağın ve uykulu bir Rian çıktı.

“Efendim… sabah ne zaman oldu yahu?” dedi kız, uyku mahmurluğundan zor anlaşılan bir sesle, sonra yabancıyı dürtmeye başladı. “Lay… Lay kalk hadi, sabah olmuş.”


22 Temmuz 2014 Salı

Çikolata Topları

"O çok tatlı, bazen sakar; ama çok zeki. Çok şefkatli, yumuşacık ve bir gülüşüyle her şey iyi oluyor. Ama bazen fazla saf olduğunu düşünüyorum."

"Ah... kulağa iyi bir kız gibi geliyor."

"Karşısında durup ona her şeyi anlatsam bile anlamıyor. Ona sarılmak istiyorum; ama bunu yapamam."

"Neden ki?"

"Bilmem... sadece yapamam işte. Zaten hoşlandığı birinin olduğunu duydum."

"Zavalı şey..." dedim ve saçlarını karıştırdım. Hayır, bahsettiği kişinin ben olduğumu anlamayacak kadar aptal - ya da, nazikçe söylediği şekilde saf - değildim. Sadece, öyle olduğumu düşünmesinden hoşlanıyordum. Aslında saf olan oydu, hatta kendi iyiliği için fazla saf. Ama böyle aşıkken fazlasıyla şirin oluyordu. Sadece var olduğu için bile minnettardım. Fazla uzatmayı düşünmüyordum.


21 Temmuz 2014 Pazartesi

Başlangıç - 4

– 4 –

Üzerine ağırlık bağlanmış gibi hissettiren gözlerini açılmaya zorladı Sekyung. Başında zonklayan bir ağrı vardı ve görüşü bulanıktı, zaten etraf da karanlıktı. Gözlerini kırpıştırdı, görüntü netleşmeye başladığında tam olarak ne durumda olduğunu sonunda algıladı. Daha önce hiç görmediği birinin kucağında yatıyordu. Gencin başı önüne düşmüş uyukluyordu; arkasındaki pencereden üzerine vuran ay ışığı, saçlarının bir çeşit siyah-gümüş metal gibi parlamasına neden oluyordu. Yabancı sıcak tarçınlı çikolata gibi kokuyordu; uykusu hafifleyip başı kalktıkça Sekyung’un saçlarına dolanmış parmakları dalgınca kıpırdıyordu, sonra yeniden duruyordu ve başı yeniden yavaşça önüne düşüyordu. Sonra döngü tekrarlanıyordu. Yabancının diğer eli Sekyung’unkine dolanmıştı ve Sekyung’un göğsünde duruyordu, duruşuna bakılırsa da onu bilinçsiz olduğu süre boyunca orada tutan Sekyung’du. İşin tuhafı, şu anda bundan hiç rahatsız olmuyordu.

Kurumuş boğazı acıyarak zorla yutkundu, sonra bunun yarattığı baş ağrısıyla gözlerini sıkıca kapattı. Ağrı normale döndüğünde gözlerini yeniden açıp yabancıyı dalgınca izlemeye devam etti. Şu anda neredeydi? Nasıl kurtulmuştu, diğerleri nasıldı? Bunlar hakkında hiçbir fikri yoktu; ama Sekyung’un şu halinde bile saçma olduğunu anlayabildiği bir şekilde beynindeki en baskın soru, bu yabancının kim olduğuydu. Düşünmeden, dalgınca uzanıp yabancının saçlarına dokundu. O dokunduğu anda da yabancının uyku-uyanıklık döngüsü kırıldı ve hızlı bir nefes eşliğinde başı yükseldi, gözleri açıldı.

Sekyung yabancının uyanıp neler olduğunu hatırlamaya çalışarak kırpıştırdığı, ay ışığında büyülü bir biçimde parlayan gözlerine bakakalmıştı. Yabancı kucağındaki kızı ve kızın uyandığını sonunda fark ettiğinde, Sekyung’un ölmüş olması gerektiğini düşünmesine neden olarak gülümsedi.

Doğaçlama

"Seni seviyorum," dedi Kyuhyun, Sungmin'in ellerini nazikçe tutup gözlerinin içine bakarak. Sözleri içtendi, sesi kadife gibiydi. "Artık kadere inanmıyordum, senin yüzünü görene kadar. İşte o an zaman durdu. seni ilk gördüğümden beri hiçbir şeyin artık aynı olmayacağını biliyorum. Kalbim çoktan sana ait. Seni seviyorum."

Sungmin'in yanaklarına yumuşak bir pembelik yayıldı ve tatlı dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu. Ama bunu anında sildi.

"Sana nasıl inanabilirim?" dedi Sungmin.

"Ney?" dedi Kyuhyun, şaşkınlıkla dikilerek, tamamen donmuş bir halde.

"Dediğim gibi, sana nasıl inanabilirim?" diye tekrarladı Sungmin. Kyuhyun Sungmin'in ellerini aceleyle bıraktı.

"Aish, bunu söylememen gerekiyordu! Söylevim mükemmeldi!" diye haşladı daha kısa genci, ellerini kalçasına dayayarak.

"Karşındakinin nasıl tepki vereceğini asla bilemezsin. Bunu bekliyor olmalıydın." dedi Sungmin. Oldukça ciddi ama yine de takılır gibi duruyordu.

"Ah, hyung!!" dedi Kyuhyun haşladı yine, Sungmin'in alışık olduğu "benimle uğraşma" ses tonuyla.

"Ne deseydim, o zaman?" dedi Sungmin, kollarını kavuşturarak.

"Belki daha cesaret verici bir şeyler?" diye önerdi Kyuhyun, "Fazla gay hissedip durmadan öyle ilan-ı aşk etmek ne kadar zor, haberin var mı senin?"


20 Temmuz 2014 Pazar

Başlangıç - 3

– 3 –

Duştan çıkıp kurulandıktan sonra Kai’nin onun için bulduğu, babaannesinin bile artık giymediği, tuhaf fırfırlı uzun mavi elbiseyi üzerine geçirdi Hanna. Fazla seçeneği olmadığı düşünülürse elindeki en iyi şey buydu. En azından çamura bulanmış yırtık kıyafetlerinin yanında cennetten çıkma kalıyordu.

Üç kurtarıcılarının onları getirdiği ev, cehennemin ortasına sıkışmış, cennet bahçesinden ufak, izole bir köşeydi. Geniş, duvarlarla çevrili, yeşil bir bahçenin ortasındaki açık sarı, dubleks bir evdeydiler. Ev bir orduyu ağırlayabilecek kadar genişti; ama aynı şekilde bir ordu için tedarikliydi; onlara olacak kıyafetler bulmaları bayağı sürmüştü. Kurtarıcıları Sekyung’u salondaki koltuğa yatırıp Rian’ın ayağına baktıktan sonra Baekhee’yle Hanna’nın duş alması için ısrar etmişlerdi.

Baekhee şimdi Rian’ın temizlenmesine yardım ediyor olmalıydı. Duştan önce Sekyung’u becerebildikleri kadar silerek temizlemişlerdi, sonra Baekhee Hanna’nın gelip iyi, sıcak bir banyo yapması için onu tehdit etmişti. Hanna da arkadaşını sonunda ona emanet edip kendini sıcak suyun kollarına bırakmıştı. Duşta herkesten gizli rahat rahat ağlayabiliyordu, ama ağlamasının sebebi arkadaşları değildi. Onların öldüğü, artık olmadıkları ve bir daha hiç uyanmayacakları gerçeğini beyni o kadar güçlü bir biçimde inkar ediyordu ki sanki yol açılıp buradan döndüklerinde evde bütün arkadaşları onları gülerek karşılayacaktı. Bir kısmını tekerlekli sandalyede hayal ediyordu beyni, birkaçının kolunda bacağında alçı vardı, bir kısmınınsa başında sargı… ama öldükleri düşüncesi beynini uyuşturuyordu. Bunu düşünemiyordu. Hayır, ağladığı şey bu değildi. Sekyung’un haline, bir daha uyanmama ihtimaline ağlıyordu şu anda. Ama dışarı çıkınca böyle olmayacaktı. Yine kendini saklayacak, eve gidene kadar sadece mantıklı olacaktı. Bu sürenin kısa olmasını umuyordu.


Başlangıç - 2

– 2 –

Nefes almak işkence gibiydi. Göğsünün üzerinde korkunç bir ağırlık vardı ve etrafını saran ıslak toprak ve duman kokusu nefes almasını zorlaştırıyordu. Zorlanarak gözlerini açtı Baekhee. Gördüğü ilk şey, birkaç metre ilerisinde yatan, tuhaf bir açıyla bükülmüş bedenin dimdik ona bakıyormuş gibi duran ışıksız, ölü gözleriydi. Önündeki sahne anlamlandığında dehşetle açılan ağzından anlamsız bir ses yükseldi. Bir zamanlar hocası olan cesetten uzaklaşmak için çırpınmaya başladığındaysa vücudunun çoğunun toprak altında gömülü olduğunu keşfetti. Tek bir kolu, başı ve omuzları dışında hiçbir yerini oynatamıyordu.

Hafifçe hıçkırıp görüşünü temizlemek için boştaki eliyle yüzünü sildi; ama bu yanlış bir karardı, bütün yüzü çamur olmuştu. Becerebildiği kadarını temizleyip etrafa baktı. Heyelan alanının en ucundaydılar. Toprak dolu otobüsün bir köşesi görünüyordu, kayan kitleyle felaketten etkilenmemiş yeşil alan keskin bir sınırla ayrılıyordu. Baekhee kıvrılıp bükülerek toprağın altından çıkmaya çalıştı, gömülü kolunu kurtarınca da kazmaya başladı. Bir yandan da sessizce ağlıyordu. Yardım istemek için bağıramazdı; dışarıda duyabilecek ne çeşit hayvanlar olduğunu bilmiyordu.

Bir şekilde kendini kurtarmaya çalışırken biraz ilerisinde bir inilti duydu, hemen o tarafa döndü. Otobüsün görünen köşesinin arkasından darmadağın ve çamurlu olmasına rağmen rengini her yerde tanıyabileceği karamel rengi saçlı bir kafa yükseldi.

Başlangıç - 1

– 1 –


Okul kamplarından nefret ediyordu, her zaman etmişti ve hep edecekti. Böceklerin olduğu hiçbir şeyi asla, hiçbir koşulda sevmeyecekti. Bunu o kadar şiddetle reddediyordu ki böcek kıyameti kopsa ve dünyada bir tanesi bile kalmasa, Yoon Sekyung sadece katıla katıla gülerdi. Ama okul kampları özel izin dışında zorunluydu, okul kamplarına devamsızlık normal devamsızlıktan sayılıyordu ve okul kamplarındaki aptal biyoloji projelerinden sözlü puanı alınıyordu. Tabii ki bu gerçekler bile Sekyung’un kamptan nefret etmesini engelleyemiyordu.

Arkadaşlarının hevesle pencereden dışarı bakmasını izledi. En azından içlerinden birileri eğleniyordu. Aslında, onun dışındaki pek çok kişi eğleniyordu. Eğer bu gezi iki gün bir gece olmasa ve bu bahsi geçen gece boyunca onlara tahsis edilmiş odaya adımlarını attıklarından beri on beş dakika içinde iki hamam böceği, bir uzun bacaklı örümcek ve dev bir güve öldürmüş olmas
alar Sekyung da eğlenebilirdi. Odalarının doğal böceksavarı Byun Baekhee güvencesine rağmen bu uykusuz bir gece olacaktı.