20 Temmuz 2014 Pazar

Başlangıç - 3

– 3 –

Duştan çıkıp kurulandıktan sonra Kai’nin onun için bulduğu, babaannesinin bile artık giymediği, tuhaf fırfırlı uzun mavi elbiseyi üzerine geçirdi Hanna. Fazla seçeneği olmadığı düşünülürse elindeki en iyi şey buydu. En azından çamura bulanmış yırtık kıyafetlerinin yanında cennetten çıkma kalıyordu.

Üç kurtarıcılarının onları getirdiği ev, cehennemin ortasına sıkışmış, cennet bahçesinden ufak, izole bir köşeydi. Geniş, duvarlarla çevrili, yeşil bir bahçenin ortasındaki açık sarı, dubleks bir evdeydiler. Ev bir orduyu ağırlayabilecek kadar genişti; ama aynı şekilde bir ordu için tedarikliydi; onlara olacak kıyafetler bulmaları bayağı sürmüştü. Kurtarıcıları Sekyung’u salondaki koltuğa yatırıp Rian’ın ayağına baktıktan sonra Baekhee’yle Hanna’nın duş alması için ısrar etmişlerdi.

Baekhee şimdi Rian’ın temizlenmesine yardım ediyor olmalıydı. Duştan önce Sekyung’u becerebildikleri kadar silerek temizlemişlerdi, sonra Baekhee Hanna’nın gelip iyi, sıcak bir banyo yapması için onu tehdit etmişti. Hanna da arkadaşını sonunda ona emanet edip kendini sıcak suyun kollarına bırakmıştı. Duşta herkesten gizli rahat rahat ağlayabiliyordu, ama ağlamasının sebebi arkadaşları değildi. Onların öldüğü, artık olmadıkları ve bir daha hiç uyanmayacakları gerçeğini beyni o kadar güçlü bir biçimde inkar ediyordu ki sanki yol açılıp buradan döndüklerinde evde bütün arkadaşları onları gülerek karşılayacaktı. Bir kısmını tekerlekli sandalyede hayal ediyordu beyni, birkaçının kolunda bacağında alçı vardı, bir kısmınınsa başında sargı… ama öldükleri düşüncesi beynini uyuşturuyordu. Bunu düşünemiyordu. Hayır, ağladığı şey bu değildi. Sekyung’un haline, bir daha uyanmama ihtimaline ağlıyordu şu anda. Ama dışarı çıkınca böyle olmayacaktı. Yine kendini saklayacak, eve gidene kadar sadece mantıklı olacaktı. Bu sürenin kısa olmasını umuyordu.


Saçındaki havluyu çıkarıp saçlarını düzelttikten sonra banyodan sonunda çıktığında alt kattan gelen tanımadığı sesler duydu.
“O zaman Kris’in grubu da gelsin, beraber geri gidelim.” Diyordu seslerden biri.

“Evet, yakında gelirler zaten.” Diyordu bir başkası, “Ama sen kalmalısın, ilkyardım ve benzeri şeyleri daha iyi biliyorsun.”

“Tamam, benimle D.O. da kalsın o zaman. Misafirler yakında acıkır, ben yemek yaparsam zehirlenebilirler.” Dedi Lay’in sesi. Hanna bir sapık gibi dinlemenin kabalık olduğunu hatırlayıp hareketlendi.

“Merhaba.” Diye seslenip varlığını belli etti merdivenlerden inerken. Sekyung’un yattığının etrafındaki koltuklarda oturan tanımadığı yüzlerin hepsi birden ona döndü. Tanıdığı tek yüz olan Lay ayaklandı.

“Hanna, gel otur.” Dedi bir centilmenlik patlamasıyla. Hanna minnetle gidip otururken arkadaşlarına döndü. “Hanna iki sağlıklı misafirimizden biri. Bunlar da evin sakinlerinin bir kısmı.”

“Merhaba.” Diye selam verdi koltukta oturan gençler kıza. Tanışma faslı kısa sürdü. Üçlü koltukta oturanlar D.O., Chen ve Xiumin’di, tekli koltuğuysa Luhan isgal ediyordu. Dördü de Hanna’nın başından geçenler için üzgündü ve yardımcı olabilmeyi umuyorlardı.

“Yiyecek bir şeyler hazırlasam fena olmaz.” Diye kalkıp salondan çıktı D.O., ondan boşalan yere Lay oturdu.

“Adı gerçekten bu mu?” diye sordu Hanna, o çıktıktan sonra, kalanları güldürerek. Açıklayan Chen oldu.

“Aslında adı Do Kyungsoo; ama takma adı bu. Mesela benim adım da Jongdae.” Diye omuz silkti Chen.

“Niye bunları kullanıyorsunuz?” diye sordu Hanna. Chen bir an düşünceli bir hal aldı.

“Yani, takma isim, alıştık; nedenini hiç düşünmedim. Sahi, bana ne zaman Chen demeye başlamıştık?” diye Xiumin’e döndü Chen.

“Çin’e geldiğinde, insanlar adını anlamakla uğraşmasın diye.” Dedi Xiumin.

“Ah, hatırladım!” diye hafifçe güldü Chen. Normal bir konuşmanın ortasında olmak sanki her şey normalmiş gibi hissettiriyordu; ama Hanna kendini bu ortama alabildiğine uzak hissediyordu.

“Lay, Kai, Sehun, yardım!” diye yukarıdan Baekhee’nin kontrolsüz bir biçimde gür sesi çınladı. Lay ve Hanna oturdukları yerden aynı anda fırlayıp üst kata koştular. Hanna, Kai’yle Sehun’un evin içinde olduğuna bile şüpheliydi. Baekhee’nin Rian’ı yıkadığı banyoya gelince kapıda dikilmiş Baekhee onları karşıladı. Yüzü hala kirliydi.

“Rian’ı aşağıya götürür müsünüz? Bir de giyecek bir şeylere ihtiyacım olacak.” Dedi Baekhee.

“Kai bırakmamış mı bir şeyler?” ded, Lay şaşkınca, içeri girerken.

“Hayır, sadece bir elbise bıraktı.” Diye omuz silkti Baekhee, ki o elbise de şu anda Rian’ın üzerindeydi. Lay onu kucağına alırken Rian Hanna’ya tuhaf bir bakış attı ve Lay’e sıkıca tutundu.

“Birini yollarım şimdi.” Dedi Lay ve kollarında Rian’la aşağı inmeye başladı, Hanna da arkadaşının artık beyaz bandajlarla sarılı davul gibi ayağı için endişelenerek onlarla indi. Beş dakika sonra merdivenlerden yukarı, elinde krem rengi bir kıyafet yığınıyla Chen çıkıyordu.

“Tam Kai’nin yapacağı iş, üç kişiye iki elbise vermek.” Diye söylendi, kıyafetleri Baekhee’ye uzatırken. Kızın kaşları havalandı.

“Ve sen tam olarak kim oluyorsun?” dedi, kıyafetleri alarak.

“Ben mi? Chen oluyorum, senin de Baekhee denen misafirimiz olduğunu varsayıyorum, memnun oldum.” Dedi Chen. Baekhee onaylar bir mırıltı çıkardı, kıyafetlere bakmakla meşguldü.

“Hani bunların bize olanı yoktu?” dedi şaşkınca. Chen de en az onun kadar şaşırmış görünüyordu.

“Yok muymuş? Kai mi söyledi?” dedi Chen, sonra gözlerini devirdi. “Bu salak çocuk… bizim kıyafetlerimizin boyu bile size olur, boyuma baksana!”

Baekhee elinde olmadan kıkırdadı. Çocuk gerçekten ondan en fazla on santim daha uzun olabilirdi. Baekhee gülünce Chen de gülümsedi, “Aşağıda görüşürüz.” Deyip Baekhee’yi banyosuyla yalnız bırakarak merdivenlerden indi. Aşağıda bir dram dönüyordu.

“İğne mi, saçmalama!” diyordu Rian. Chen anlamaya çalışarak bakındı.

“İğne olmayan seçeneğimiz zaten!” dedi Hanna cevaben. Lay elinde bir kutu ilaç ve bir şişe suyla iki kıza bakıyordu.

“Şu anda bir seçeneğimiz bile olmayabilir!” diye ofladı Rian, oturduğu yerde sakat ayağına yüklenmeden tepinmeyi başararak.

“Kıyafetlerini çıkarıp onu serinletebilirsiniz, üzerini örtüp alnına buz torbası koyabiliriz, uyandırmaya çalışabiliriz…” diye seçenekler sıralamaya başladı Lay. Xiumin ve Luhan, araba arkası oyuncakları gibi kafa sallıyorlardı.

“Pek de uyanacakmış gibi bir hali yok. Ne oldu, ateşi mi var?” diye sordu Chen sonunda yanlarına gelerek.

“Evet, ve hala titriyor, yani artacak.” Dedi Hanna.

“Ve elinizde sadece ateş düşürücü bir hapla baygın bir kız kombinasyonu var.” Diye tamamladı Chen. Neler döndüğünü anlıyordu şimdi. Hanna onaylayarak başını sallayınca Chen Lay’in elindeki kutuyu alıp içinden bir hap çıkardı.

“Bilmeniz gerekiyor ki üstünü örtmek de, serinletmeye çalışmak da işe yaramayacak.” Dedi Chen, hapı çıkarıp Sekyung’un yanına otururken. “Ama gerçek şu ki, baygın bir insanın bile refleksleri hala çalışır. Yutma refleksi dahil.”

“Ne demeye çalışıyorsun?” dedi Hanna; ama bir an sonra, Chen hapı da suyu da kendi ağzına attığında cevabını çoktan almıştı.

“Hey, ne yapıyorsun sen?!” dedi Hanna, Chen’e ulaşmaya çalışarak; ama Lay onu rahatça durdurdu.

“Bırak yapsın, başka türlü o hapı içiremeyiz.” Dedi Lay, Chen Sekyung’un titreyen vücudunu nazikçe doğrulturken. Kızın teni gerçekten de ateş gibiydi ve yüzü bir kabusla boğuşur gibi kasılmıştı. Chen kızın başını bir eliyle destekledi, dudaklarını kızın dudaklarına bastırdı ve suyla birlikte hapı ağzına akıtarak boğulmadan yutmasını sağladı, sonra geri çekilip bir sorun olmadığına emin olmak için kızın yüzüne baktı. Her şey yolunda gibi görünüyordu; hatta Sekyung’un yüzündeki kabus görüyormuş ifadesi bile yumuşamıştı.

“Kıyamet kopmadı.” Dedi Chen, başını kaldırıp nefesini tutmuş izleyicilerine tatlı tatlı gülümseyerek. Hanna ve Rian nefeslerini rahatlamayla bırakırken Luhan ve Xiumin etkilenmiş bir biçimde alkışlamaya başladılar.

“Şimdi uyuyan güzel gibi uyansa esas o zaman görürdün sen.” Dedi Lay, arkadaşına sırıtarak.

“Kıyametle kastım oydu zaten, tatlım.” Dedi Chen, pişkin bir sırıtışla. Sonra hala kollarında tuttuğu Sekyung’u yeniden koltuğa bıraktı; ama yanından istediği gibi kalkmayı başaramadı. Hala şiddetle titreyen kızın eli, Chen’in gömleğinin ucunu sıkıca kavramıştı.

“Yakalandın, dahi çocuk.” Diye Chen’inkini aratmayan pişkinlikte bir sırıtışla baktı Lay ona. Chen, Sekyung’a bakıyordu. Sonra gülümseyerek iç çekti ve Sekyung’u hafifçe doğrulttu, koltuğa oturup kızın başını kucağına yerleştirdi.

“En azından artık iş yapmam gerekmiyor. Ona ben bakarım.” Dedi, Sekyung’un saçlarını nazikçe okşarken. Kız gözlerinin önünde sakinleşip gevşiyordu ve Hanna bile bunu inkar edemezdi.

“Haklıymışsın zeka küpü, neredeyse aynı boydayız.” Dedi Baekhee, her şeyden habersiz salona inerken. Sahneyi görünce adımının ortasında donakaldı. Bıkkınca iç çekti. “Yine bir şey kaçırdım, değil mi?”

“Çok hoş bir romantik komedi sahnesi kaçırdın.” Dedi Rian, her aşk filmi izlediğinde yüzüne yapışan ifadeyle Baekhee’ye dönerken. Ama daha onu görür görmez ifadesi donmuştu. “Onları nereden buldun sen?”

“Chen verdi.” Dedi Baekhee. Sırıtarak yanlarına giderken eski filmlerden fırlama fırfırlı elbiseler içindeki arkadaşlarına, giydiği krem rengi kumaş pantolon, yeşil kolları kıvrılmış gömlek ve pantolonla aynı renk örgü hırkayla catwalk şov yapıyordu.

“Aslında tam olarak D.O. verdi denebilir, onlar D.O.’nun; ama sana daha çok yakışmışlar.” Diye belirtti Chen, şakayla karışık.

“Ne biçim bir isim o, insan mı bu kişi?” dedi Baekhee, kaşlarını çatarak. Tam arkasında birisi boğazını oldukça sesli bir biçimde temizlediğinde korkuyla sıçrayıp arkasını döndü. Karşısında hiç de mutlu görünmeyen, ondan ancak birazcık daha uzun bir genç vardı ve Baekhee arkasından gelen kıs kıs gülme seslerini duyabiliyordu.

“Merhaba, ben Do Kyungsoo; bana D.O. da derler. İnsan gibi göründüğüme bakma, uzaydan geldim ben.” Dedi karşısındaki genç iğneli bir biçimde. Şu anda yer yarılsa Baekhee içine atlayabilirdi.

“Şey, ben de Baekhee.” Dedi kız, az öncekinin hayaleti bile olmayan kısık bir sesle.

“Memnun oldum.” Diye bunu hiç kastetmeden homurdandı D.O. ve ondan ileride bir yere bakarak devam etti, “Yiyecek bir şeyler isterseniz hazır, haber vereyim dedim.”

“Tamam, sen de bir baksana sevgilin seni aldatıyor mu?” dedi Chen oturduğu yerden.

“Biri şuna benim yerime bir tane patlatsın.” Dedi D.O. oflayarak, bahçe kapısına doğru giderken. Chen’e en yakın koltukta oturan Luhan, oldukça uzun menzilinin içinde kalan çocuğun kafasına patlatma görevini zevkle üstlendi.

“Sevgilisi mi..?” diye sordu Baekhee arkadaşlarının yanına doğru giderken, “Burada hiç kız yaşamıyor dediniz sanıyordum.”

“Sen buna bakma, Kai’yle Sehun’a bakmaya gönderdi D.O.’yu, tercümesi o.” Dedi Luhan. Chen güldü.

“Buradaki çift D.O.’yla Kai oluyor.” Diye açıkladı.

“Of kes şunu, inanacaklar!” diye haşladı Luhan. Kızların üçü de pinpon maçı izler gibi bir ona, bir öbürüne bakıyordu.

“Durum şu ki,” diye olayı kontrol altına aldı Lay, “Kai ve D.O. iyi arkadaşlar; ama arada bir kavga ediyorlar, bir saat sonra da barışıyorlar. Chen de onların bu halini taze sevgililere benzettiğinden onlarla sürekli dalga geçiyor.”

“Sehun’la Luhan’ı unutmayalım lütfen.” Diye ekledi Chen. Lay ve Luhan aynı anda gözlerini devirdiler.

“Evet; bir de o ikisine öyle diyor, çok yakın olduklarından.” Diye açıkladı Lay onu da. Baekhee, Hanna ve Rian’la göz göze geldiğinde, onların da gözlerinde onun aklından geçen sorunun yazdığını görebiliyordu: nasıl bir yere düştük biz?

“Luhan!” diye dışarıdan sesledi Sehun. Luhan yerinden kalkıp kapıya koştu, biraz sonra geri içeri geldi. “Kris ve tayfası geri dönmüşler; ama Chanyeol sincaptan korkup düşmüş, onsuz gideceğiz.”

“Yine mi… neyse, böylesi daha iyi.” Dedi Xiumin ve o da ayaklandı. Kapıya vardığında saftirik yüzlü, kabarık turuncu saçlı bir dev içeri giriyordu. Xiumin onun yanında ufacık kalsa da dönüp onu haşlamayı ihmal etmedi. “Bir kere de bir tarafını incitmeden dön şu eve!”

“Yarama Lay bakacak, sen değil!” dedi bay deve somurtarak, sonra içerideki yabancıları fark edip toparlandı. “Misafirlerimiz mi var?”

“Evet; yollar açılıncaya kadar buradalar.” Dedi Chen. Bir tanışma faslı da orada yaşandı. Boş koltuklardan birine kendini atmadan önce Hanna’yla Baekhee’nin oturması için fazlasıyla ısrarcı olan bu sevimli devin adı Chanyeol’dü. Lay olanları koyu bir sessizliğin eşliğinde kısaca özet geçtikten sonra onları neşelendirmek için ne mümkünse yapabilirmiş gibi bir havaya bürünmüştü.

“Bu kıyafetleri birinin üstünde görmeyeli yüzyıllar oldu, çürüdüler sanıyordum!” dedi sevimli dev, üzgün sessizliği dağıtmak için.


“Kai’nin marifeti. Yakışmış, değil mi?” dedi Chen, havayı biraz da olsa dağıtmak için. Ama başarılı olduğu söylenemezdi. Üç kızın da yok saymaya çalıştığı gerçekler genç ruhları için fazlasıyla ağırdı. Sonunda Lay önce bir şeyler yemeleri, sonra dinlenmeleri için ısrar etti. İtiraf etmek istemese de, D.O.’nun yemekleri öyle güzeldi ki, Baekhee’nin morali rezaletten kötüye doğru bir artış göstermişti. Sonra Lay onlara ikinci kattaki odalardan iki tanesini verdi; her odada iki yatak vardı, birini kendine gelince Sekyung alacaktı. Yalnız kalmaması için Rian’ı Hanna’nın yanına verdiler. Baekhee kendi yatağına yattığı zaman ancak her yanının ne kadar ağrıdığını keşfetti. Sıkıntıyla rahat bir pozisyon bulmaya çalıştı; bir tane yakaladığındaysa gözlerini kapatıp en azından biraz dinlenmek için kalbinin yerini almış gibi gelen kara delikle savaş vermeye başladı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder