– 3 –
Duştan çıkıp kurulandıktan sonra Kai’nin onun için bulduğu,
babaannesinin bile artık giymediği, tuhaf fırfırlı uzun mavi elbiseyi üzerine
geçirdi Hanna. Fazla seçeneği olmadığı düşünülürse elindeki en iyi şey buydu.
En azından çamura bulanmış yırtık kıyafetlerinin yanında cennetten çıkma
kalıyordu.
Üç kurtarıcılarının onları getirdiği ev, cehennemin ortasına
sıkışmış, cennet bahçesinden ufak, izole bir köşeydi. Geniş, duvarlarla
çevrili, yeşil bir bahçenin ortasındaki açık sarı, dubleks bir evdeydiler. Ev
bir orduyu ağırlayabilecek kadar genişti; ama aynı şekilde bir ordu için tedarikliydi; onlara olacak
kıyafetler bulmaları bayağı sürmüştü. Kurtarıcıları Sekyung’u salondaki koltuğa
yatırıp Rian’ın ayağına baktıktan sonra Baekhee’yle Hanna’nın duş alması için
ısrar etmişlerdi.
Baekhee şimdi Rian’ın temizlenmesine yardım ediyor
olmalıydı. Duştan önce Sekyung’u becerebildikleri kadar silerek
temizlemişlerdi, sonra Baekhee Hanna’nın gelip iyi, sıcak bir banyo yapması
için onu tehdit etmişti. Hanna da arkadaşını sonunda ona emanet edip kendini
sıcak suyun kollarına bırakmıştı. Duşta herkesten gizli rahat rahat
ağlayabiliyordu, ama ağlamasının sebebi arkadaşları değildi. Onların öldüğü,
artık olmadıkları ve bir daha hiç uyanmayacakları gerçeğini beyni o kadar güçlü
bir biçimde inkar ediyordu ki sanki yol açılıp buradan döndüklerinde evde bütün
arkadaşları onları gülerek karşılayacaktı. Bir kısmını tekerlekli sandalyede
hayal ediyordu beyni, birkaçının kolunda bacağında alçı vardı, bir kısmınınsa
başında sargı… ama öldükleri düşüncesi beynini uyuşturuyordu. Bunu
düşünemiyordu. Hayır, ağladığı şey bu değildi. Sekyung’un haline, bir daha
uyanmama ihtimaline ağlıyordu şu anda. Ama dışarı çıkınca böyle olmayacaktı.
Yine kendini saklayacak, eve gidene kadar sadece mantıklı olacaktı. Bu sürenin
kısa olmasını umuyordu.
Saçındaki havluyu çıkarıp saçlarını düzelttikten sonra banyodan sonunda çıktığında alt kattan gelen tanımadığı sesler duydu.
“O zaman Kris’in grubu da gelsin, beraber geri gidelim.”
Diyordu seslerden biri.
“Evet, yakında gelirler zaten.” Diyordu bir başkası, “Ama
sen kalmalısın, ilkyardım ve benzeri şeyleri daha iyi biliyorsun.”
“Tamam, benimle D.O. da kalsın o zaman. Misafirler yakında
acıkır, ben yemek yaparsam zehirlenebilirler.” Dedi Lay’in sesi. Hanna bir
sapık gibi dinlemenin kabalık olduğunu hatırlayıp hareketlendi.
“Merhaba.” Diye seslenip varlığını belli etti merdivenlerden
inerken. Sekyung’un yattığının etrafındaki koltuklarda oturan tanımadığı
yüzlerin hepsi birden ona döndü. Tanıdığı tek yüz olan Lay ayaklandı.
“Hanna, gel otur.” Dedi bir centilmenlik patlamasıyla. Hanna
minnetle gidip otururken arkadaşlarına döndü. “Hanna iki sağlıklı
misafirimizden biri. Bunlar da evin sakinlerinin bir kısmı.”
“Merhaba.” Diye selam verdi koltukta oturan gençler kıza.
Tanışma faslı kısa sürdü. Üçlü koltukta oturanlar D.O., Chen ve Xiumin’di,
tekli koltuğuysa Luhan isgal ediyordu. Dördü de Hanna’nın başından geçenler
için üzgündü ve yardımcı olabilmeyi umuyorlardı.
“Yiyecek bir şeyler hazırlasam fena olmaz.” Diye kalkıp
salondan çıktı D.O., ondan boşalan yere Lay oturdu.
“Adı gerçekten bu mu?” diye sordu Hanna, o çıktıktan sonra,
kalanları güldürerek. Açıklayan Chen oldu.
“Aslında adı Do Kyungsoo; ama takma adı bu. Mesela benim
adım da Jongdae.” Diye omuz silkti Chen.
“Niye bunları kullanıyorsunuz?” diye sordu Hanna. Chen bir
an düşünceli bir hal aldı.
“Yani, takma isim, alıştık; nedenini hiç düşünmedim. Sahi,
bana ne zaman Chen demeye başlamıştık?” diye Xiumin’e döndü Chen.
“Çin’e geldiğinde, insanlar adını anlamakla uğraşmasın
diye.” Dedi Xiumin.
“Ah, hatırladım!” diye hafifçe güldü Chen. Normal bir
konuşmanın ortasında olmak sanki her şey normalmiş gibi hissettiriyordu; ama
Hanna kendini bu ortama alabildiğine uzak hissediyordu.
“Lay, Kai, Sehun, yardım!” diye yukarıdan Baekhee’nin
kontrolsüz bir biçimde gür sesi çınladı. Lay ve Hanna oturdukları yerden aynı
anda fırlayıp üst kata koştular. Hanna, Kai’yle Sehun’un evin içinde olduğuna
bile şüpheliydi. Baekhee’nin Rian’ı yıkadığı banyoya gelince kapıda dikilmiş
Baekhee onları karşıladı. Yüzü hala kirliydi.
“Rian’ı aşağıya götürür müsünüz? Bir de giyecek bir şeylere
ihtiyacım olacak.” Dedi Baekhee.
“Kai bırakmamış mı bir şeyler?” ded, Lay şaşkınca, içeri
girerken.
“Hayır, sadece bir elbise bıraktı.” Diye omuz silkti
Baekhee, ki o elbise de şu anda Rian’ın üzerindeydi. Lay onu kucağına alırken
Rian Hanna’ya tuhaf bir bakış attı ve Lay’e sıkıca tutundu.
“Birini yollarım şimdi.” Dedi Lay ve kollarında Rian’la
aşağı inmeye başladı, Hanna da arkadaşının artık beyaz bandajlarla sarılı davul
gibi ayağı için endişelenerek onlarla indi. Beş dakika sonra merdivenlerden
yukarı, elinde krem rengi bir kıyafet yığınıyla Chen çıkıyordu.
“Tam Kai’nin yapacağı iş, üç kişiye iki elbise vermek.” Diye
söylendi, kıyafetleri Baekhee’ye uzatırken. Kızın kaşları havalandı.
“Ve sen tam olarak kim oluyorsun?” dedi, kıyafetleri alarak.
“Ben mi? Chen oluyorum, senin de Baekhee denen misafirimiz
olduğunu varsayıyorum, memnun oldum.” Dedi Chen. Baekhee onaylar bir mırıltı
çıkardı, kıyafetlere bakmakla meşguldü.
“Hani bunların bize olanı yoktu?” dedi şaşkınca. Chen de en
az onun kadar şaşırmış görünüyordu.
“Yok muymuş? Kai mi söyledi?” dedi Chen, sonra gözlerini
devirdi. “Bu salak çocuk… bizim kıyafetlerimizin boyu bile size olur, boyuma
baksana!”
Baekhee elinde olmadan kıkırdadı. Çocuk gerçekten ondan en
fazla on santim daha uzun olabilirdi. Baekhee gülünce Chen de gülümsedi,
“Aşağıda görüşürüz.” Deyip Baekhee’yi banyosuyla yalnız bırakarak
merdivenlerden indi. Aşağıda bir dram dönüyordu.
“İğne mi, saçmalama!” diyordu Rian. Chen anlamaya çalışarak
bakındı.
“İğne olmayan seçeneğimiz zaten!” dedi Hanna cevaben. Lay
elinde bir kutu ilaç ve bir şişe suyla iki kıza bakıyordu.
“Şu anda bir seçeneğimiz bile olmayabilir!” diye ofladı
Rian, oturduğu yerde sakat ayağına yüklenmeden tepinmeyi başararak.
“Kıyafetlerini çıkarıp onu serinletebilirsiniz, üzerini
örtüp alnına buz torbası koyabiliriz, uyandırmaya çalışabiliriz…” diye
seçenekler sıralamaya başladı Lay. Xiumin ve Luhan, araba arkası oyuncakları
gibi kafa sallıyorlardı.
“Pek de uyanacakmış gibi bir hali yok. Ne oldu, ateşi mi
var?” diye sordu Chen sonunda yanlarına gelerek.
“Evet, ve hala titriyor, yani artacak.” Dedi Hanna.
“Ve elinizde sadece ateş düşürücü bir hapla baygın bir kız
kombinasyonu var.” Diye tamamladı Chen. Neler döndüğünü anlıyordu şimdi. Hanna
onaylayarak başını sallayınca Chen Lay’in elindeki kutuyu alıp içinden bir hap
çıkardı.
“Bilmeniz gerekiyor ki üstünü örtmek de, serinletmeye
çalışmak da işe yaramayacak.” Dedi Chen, hapı çıkarıp Sekyung’un yanına
otururken. “Ama gerçek şu ki, baygın bir insanın bile refleksleri hala çalışır.
Yutma refleksi dahil.”
“Ne demeye çalışıyorsun?” dedi Hanna; ama bir an sonra, Chen
hapı da suyu da kendi ağzına attığında cevabını çoktan almıştı.
“Hey, ne yapıyorsun sen?!” dedi Hanna, Chen’e ulaşmaya
çalışarak; ama Lay onu rahatça durdurdu.
“Bırak yapsın, başka türlü o hapı içiremeyiz.” Dedi Lay,
Chen Sekyung’un titreyen vücudunu nazikçe doğrulturken. Kızın teni gerçekten de
ateş gibiydi ve yüzü bir kabusla boğuşur gibi kasılmıştı. Chen kızın başını bir
eliyle destekledi, dudaklarını kızın dudaklarına bastırdı ve suyla birlikte
hapı ağzına akıtarak boğulmadan yutmasını sağladı, sonra geri çekilip bir sorun
olmadığına emin olmak için kızın yüzüne baktı. Her şey yolunda gibi
görünüyordu; hatta Sekyung’un yüzündeki kabus görüyormuş ifadesi bile
yumuşamıştı.
“Kıyamet kopmadı.” Dedi Chen, başını kaldırıp nefesini
tutmuş izleyicilerine tatlı tatlı gülümseyerek. Hanna ve Rian nefeslerini
rahatlamayla bırakırken Luhan ve Xiumin etkilenmiş bir biçimde alkışlamaya
başladılar.
“Şimdi uyuyan güzel gibi uyansa esas o zaman görürdün sen.”
Dedi Lay, arkadaşına sırıtarak.
“Kıyametle kastım oydu zaten, tatlım.” Dedi Chen, pişkin bir
sırıtışla. Sonra hala kollarında tuttuğu Sekyung’u yeniden koltuğa bıraktı; ama
yanından istediği gibi kalkmayı başaramadı. Hala şiddetle titreyen kızın eli,
Chen’in gömleğinin ucunu sıkıca kavramıştı.
“Yakalandın, dahi çocuk.” Diye Chen’inkini aratmayan
pişkinlikte bir sırıtışla baktı Lay ona. Chen, Sekyung’a bakıyordu. Sonra
gülümseyerek iç çekti ve Sekyung’u hafifçe doğrulttu, koltuğa oturup kızın
başını kucağına yerleştirdi.
“En azından artık iş yapmam gerekmiyor. Ona ben bakarım.” Dedi,
Sekyung’un saçlarını nazikçe okşarken. Kız gözlerinin önünde sakinleşip
gevşiyordu ve Hanna bile bunu inkar edemezdi.
“Haklıymışsın zeka küpü, neredeyse aynı boydayız.” Dedi
Baekhee, her şeyden habersiz salona inerken. Sahneyi görünce adımının ortasında
donakaldı. Bıkkınca iç çekti. “Yine bir şey kaçırdım, değil mi?”
“Çok hoş bir romantik komedi sahnesi kaçırdın.” Dedi Rian,
her aşk filmi izlediğinde yüzüne yapışan ifadeyle Baekhee’ye dönerken. Ama daha
onu görür görmez ifadesi donmuştu. “Onları nereden buldun sen?”
“Chen verdi.” Dedi Baekhee. Sırıtarak yanlarına giderken
eski filmlerden fırlama fırfırlı elbiseler içindeki arkadaşlarına, giydiği krem
rengi kumaş pantolon, yeşil kolları kıvrılmış gömlek ve pantolonla aynı renk
örgü hırkayla catwalk şov yapıyordu.
“Aslında tam olarak D.O. verdi denebilir, onlar D.O.’nun;
ama sana daha çok yakışmışlar.” Diye belirtti Chen, şakayla karışık.
“Ne biçim bir isim o, insan mı bu kişi?” dedi Baekhee,
kaşlarını çatarak. Tam arkasında birisi boğazını oldukça sesli bir biçimde
temizlediğinde korkuyla sıçrayıp arkasını döndü. Karşısında hiç de mutlu
görünmeyen, ondan ancak birazcık daha uzun bir genç vardı ve Baekhee arkasından
gelen kıs kıs gülme seslerini duyabiliyordu.
“Merhaba, ben Do Kyungsoo; bana D.O. da derler. İnsan gibi
göründüğüme bakma, uzaydan geldim ben.” Dedi karşısındaki genç iğneli bir
biçimde. Şu anda yer yarılsa Baekhee içine atlayabilirdi.
“Şey, ben de Baekhee.” Dedi kız, az öncekinin hayaleti bile
olmayan kısık bir sesle.
“Memnun oldum.” Diye bunu hiç kastetmeden homurdandı D.O. ve
ondan ileride bir yere bakarak devam etti, “Yiyecek bir şeyler isterseniz
hazır, haber vereyim dedim.”
“Tamam, sen de bir baksana sevgilin seni aldatıyor mu?” dedi
Chen oturduğu yerden.
“Biri şuna benim yerime bir tane patlatsın.” Dedi D.O.
oflayarak, bahçe kapısına doğru giderken. Chen’e en yakın koltukta oturan
Luhan, oldukça uzun menzilinin içinde kalan çocuğun kafasına patlatma görevini
zevkle üstlendi.
“Sevgilisi mi..?” diye sordu Baekhee arkadaşlarının yanına doğru
giderken, “Burada hiç kız yaşamıyor dediniz sanıyordum.”
“Sen buna bakma, Kai’yle Sehun’a bakmaya gönderdi D.O.’yu,
tercümesi o.” Dedi Luhan. Chen güldü.
“Buradaki çift D.O.’yla Kai oluyor.” Diye açıkladı.
“Of kes şunu, inanacaklar!” diye haşladı Luhan. Kızların üçü
de pinpon maçı izler gibi bir ona, bir öbürüne bakıyordu.
“Durum şu ki,” diye olayı kontrol altına aldı Lay, “Kai ve
D.O. iyi arkadaşlar; ama arada bir kavga ediyorlar, bir saat sonra da
barışıyorlar. Chen de onların bu halini taze sevgililere benzettiğinden onlarla
sürekli dalga geçiyor.”
“Sehun’la Luhan’ı unutmayalım lütfen.” Diye ekledi Chen. Lay
ve Luhan aynı anda gözlerini devirdiler.
“Evet; bir de o ikisine öyle diyor, çok yakın
olduklarından.” Diye açıkladı Lay onu da. Baekhee, Hanna ve Rian’la göz göze
geldiğinde, onların da gözlerinde onun aklından geçen sorunun yazdığını
görebiliyordu: nasıl bir yere düştük biz?
“Luhan!” diye dışarıdan sesledi Sehun. Luhan yerinden kalkıp
kapıya koştu, biraz sonra geri içeri geldi. “Kris ve tayfası geri dönmüşler;
ama Chanyeol sincaptan korkup düşmüş, onsuz gideceğiz.”
“Yine mi… neyse, böylesi daha iyi.” Dedi Xiumin ve o da
ayaklandı. Kapıya vardığında saftirik yüzlü, kabarık turuncu saçlı bir dev
içeri giriyordu. Xiumin onun yanında ufacık kalsa da dönüp onu haşlamayı ihmal
etmedi. “Bir kere de bir tarafını incitmeden dön şu eve!”
“Yarama Lay bakacak, sen değil!” dedi bay deve somurtarak,
sonra içerideki yabancıları fark edip toparlandı. “Misafirlerimiz mi var?”
“Evet; yollar açılıncaya kadar buradalar.” Dedi Chen. Bir
tanışma faslı da orada yaşandı. Boş koltuklardan birine kendini atmadan önce
Hanna’yla Baekhee’nin oturması için fazlasıyla ısrarcı olan bu sevimli devin
adı Chanyeol’dü. Lay olanları koyu bir sessizliğin eşliğinde kısaca özet geçtikten
sonra onları neşelendirmek için ne mümkünse yapabilirmiş gibi bir havaya
bürünmüştü.
“Bu kıyafetleri birinin üstünde görmeyeli yüzyıllar oldu,
çürüdüler sanıyordum!” dedi sevimli dev, üzgün sessizliği dağıtmak için.
“Kai’nin marifeti. Yakışmış, değil mi?” dedi Chen, havayı
biraz da olsa dağıtmak için. Ama başarılı olduğu söylenemezdi. Üç kızın da yok
saymaya çalıştığı gerçekler genç ruhları için fazlasıyla ağırdı. Sonunda Lay
önce bir şeyler yemeleri, sonra dinlenmeleri için ısrar etti. İtiraf etmek
istemese de, D.O.’nun yemekleri öyle güzeldi ki, Baekhee’nin morali rezaletten
kötüye doğru bir artış göstermişti. Sonra Lay onlara ikinci kattaki odalardan
iki tanesini verdi; her odada iki yatak vardı, birini kendine gelince Sekyung alacaktı.
Yalnız kalmaması için Rian’ı Hanna’nın yanına verdiler. Baekhee kendi yatağına
yattığı zaman ancak her yanının ne kadar ağrıdığını keşfetti. Sıkıntıyla rahat
bir pozisyon bulmaya çalıştı; bir tane yakaladığındaysa gözlerini kapatıp en
azından biraz dinlenmek için kalbinin yerini almış gibi gelen kara delikle
savaş vermeye başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder