"O çok tatlı, bazen sakar; ama çok zeki. Çok şefkatli, yumuşacık ve bir gülüşüyle her şey iyi oluyor. Ama bazen fazla saf olduğunu düşünüyorum."
"Ah... kulağa iyi bir kız gibi geliyor."
"Karşısında durup ona her şeyi anlatsam bile anlamıyor. Ona sarılmak istiyorum; ama bunu yapamam."
"Neden ki?"
"Bilmem... sadece yapamam işte. Zaten hoşlandığı birinin olduğunu duydum."
"Zavalı şey..." dedim ve saçlarını karıştırdım. Hayır, bahsettiği kişinin ben olduğumu anlamayacak kadar aptal - ya da, nazikçe söylediği şekilde saf - değildim. Sadece, öyle olduğumu düşünmesinden hoşlanıyordum. Aslında saf olan oydu, hatta kendi iyiliği için fazla saf. Ama böyle aşıkken fazlasıyla şirin oluyordu. Sadece var olduğu için bile minnettardım. Fazla uzatmayı düşünmüyordum.
"Biliyor musun, dün elimi yaktım." dedim ve endişelenmesini izledim.
"Ne? Nasıl? Nerede?" dedi panikle ve elimi yakaladı. Parmağımın kenarındaki yanığı gösterdim.
"İşte, burada. Kaşığı tencereye düşürünce çikolata sıçradı." dedim.
"Çikolata mı yaptın?" dedi şaşkınlıkla. Gülümseyip onaylayarak başımı salladım sonra tuhaf bir biçimde güldüm.
"O kadar da iyi değillerdi gerçi. Ablam benden daha iyi yapar." dedim, sonra elimi çektim, "Önemli değil, gerçi, artık acımıyor."
"Ah... iyi o zaman." diye gülümsedi; ama bir an hayal kırıklığına uğramış gibi görünmüştü. "Yine de sen iyi bak ona, iltihaplanmasın."
"Oradan bakınca şapşal gibi mi duruyorum?" dedim, dalga geçerek.
"Haha, üzgünüm." diye kıkırdadı. Sonra oldukça rahat bir sessizlik oldu. Birbirimizi aramızdaki sessizliklerden rahatsız olmayacak kadar uzun süredir tanıyorduk. Saatime baktım. 23:57... sadece üç dakika daha... ellerime baktım ve pencereden dışarıyı izledim; bir süre sonra Donghae yanımda duvara yaslandığı yerden kalkıp pencerenin pervazına dayandı. Dışarısı karanlık değildi; bir dizi çekimi vardı ve bütün o ışıklarla ortalık gündüz gibi aydınlatılmıştı. Arkasından gelen ışıkla parlıyormuş ya da kanat çıkarıyormuş gibi görünüyordu. Saatime tekrar baktım ve gülümsedim.
"Donghae, gözlerini biraz kapatır mısın?" dedim.
"Hm? Neden?" dedi şaşkınca.
"Sadece kapat!" diye ısrar ettim. Pes edip başıyla onayladı ve gözlerini kapattı. Çantamı açtım ve el yapımı yuvarlak kırmızı kutumu çıkardım. Kutunun etrafına gümüş bir kurdele bağlıydı, içinde de dekore etmek için saatler harcadığım ve gurur duyduğum çikolata toplarım vardı. Kutuyu bir an kucakladım, sonra kutuyu sıkıca kavrayarak ellerimi uzattım.
"Sevgliler günün kutlu olsun!" diye ışıdım, şu anda saat tam olarak 00.00'dı. Donghae gözlerini açtı ve şok içinde kutuya baktı. Dokunmaya tereddüt etti. Gözlerinden mutlu olduğunu görebiliyordum.
"Bu benim için mi?" diye sordu. Onaylayarak başımı salladım. Ellerimden nazikçe aldı, yüzünde büyük, sevimli bir sırıtış belirdi. "Ama sevgililer günü yarın değil mi?"
Kıkırdadım. Biraz abartılı olduğunu biliyordum; ama kendimi tutamamıştım. Sadece tepkisini görmek için en azından bir kere yapmam gerekiyordu. "Şey, gece yarısını geçti, yani teknik olarak on dört şubattayız." diye açıkladım ve yaramazca gülümsedim, "Hayranlarının sana göndereceği kamyon dolusu çikolatayı aldıktan sonra versem ne anlamı olurdu ki?"
"Yahh! Çikolata komasına girdikten sonra versen bile anlamlı olurdu!" dedi. Hafifçe güldüm.
"Yemeyecek misin? Yapmak için o kadar da uğraştım." dedim. Hevesle başını salladı ve gümüş kurdeleyi çözüp eline doladı ve kutunun kapağını açtı. Kutunun içindekileri gördüğü zamanki yüz ifadesini izledim. Kutuda birbirinden farklı on beş çikolata topu vardı; bir tane de büyük, kalp şeklinde çikolata. Kalp şeklinde olanın üzerinde mavi zemine gümüşle "aşk" kelimesinin kanjisi yazıyordu.
"Bunları nasıl yiyeceğim ben?" diye güldü heyecanla, toplardan birini alıp göz hizasına getirdi. "Omo, gerçekten her üye için bir tane yapmışsın, haha!" Elinde beyaz çikolatalı ve ahududulu çikolata vardı, üzerine bitter çikolatayla bir maymun çizilmişti. Evet, gidip bunu yapmıştım ve yaparken o kadar eğlenmiş, o kadar çok gülmüştüm ki hiç pişman değildim.
"İşte, orada bir kart da var." diye kırmızı bir kartı işaret ettim. Nazikçe çekip çıkardı, kart ellerinde ufacık duruyordu. Sanki söylemek istediği bir şey varmış gibi bir süre bana baktı, sonra fikrini değiştirip kartı açtı ve okumaya başladı. Okurken yüzünün değişmesini izledim. Orada yazan sözcükleri o kadar özenle seçmiştim ki içindeki her şeyi ezbere okuyabilirdim: benim mütevazı... kimi kandırıyorum, oldukça pişkin itirafım. Okurken biraz güldü, sonra bitirdiğinde başını kaldırıp sonunu duymak için bana baktı; bu kısmını karta yazmamıştım.
"Ve sevdiğim kişi de sen oluyorsun, Lee Donghae." diye gülümsedim. Dudaklarında bir gülümsemenin hayaletinin dolaştığını gördüm. Kartla kurdeleyi kutuya koyup kapağını kapattı, kutuyu da pencerenin pervazına bıraktı. Aramızdaki mesafeyi tek adımda kapatıp beni sıkıca kucakladı. Buna hazır değildim, kollarım iki yanıma yapışmıştı bu yüzden; sadece dirseklerimden oynatıp ellerimi hafifçe sırtına koyabiliyordum, ben de onu yaptım.
"Çok kötüsün!" diye mızıldandı Donghae, "Çok uzun süre duygularımın karşılıksız olduğunu sanmışım! Hiç insafın yok mu senin?"
"Üzgünüm... çok mu canını yaktım?" dedim, becerebildiğim kadar sırtına hafifçe vurarak.
"Tabii ki! Özellikle de sen ne zaman-" ansızın durup bana daha da sıkı sarıldı. Biraz kıkırdadım ve geri çekildim. Daha bırakmak istemiyormuş gibi bir havası vardı; ama kollarını rahat hareket edebileceğim kadar gevşetti. Uzanıp gözlerini sildim. Bir yandan ağlıyor, bir yandan gülüyordu. Tüm bu zaman onunla uğraşmak çok eğlenceli olmuştu; ama şimdi inanılmaz suçlu hissediyordum.
"Çok üzgünüm, gerçekten. Bir şekilde telafi edebilir miyim?" dedim tatlı tatlı.
"Biraz çabayla, evet." dedi, ve sonra eğilip beni öptü. Gözlerim kendiliğinden kapandı, kollarımı boynuna doladım. Öpüşüne aynı onun kadar yumuşak karşılık verdim; beni dikkatli olmazsa kırılabilecek kristal bir çiçekmişim gibi öpüyordu. Gülümsedim; geri çekildi ama dudakları hala benimkilerin hemen üstündeydi.
"Seni seviyorum. Gerçi zaten biliyorsun da." diye fısıldadı. Uzanıp onu bir daha öptüm. Hayatımın hiçbir yılında bu kadar güzel bir sevgililer günü daha geçireceğimi sanmıyordum, hem de ilk saniyelerinden başlayarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder