– 1 –
Okul kamplarından nefret ediyordu, her zaman etmişti ve hep
edecekti. Böceklerin olduğu hiçbir şeyi asla, hiçbir koşulda sevmeyecekti. Bunu
o kadar şiddetle reddediyordu ki böcek kıyameti kopsa ve dünyada bir tanesi
bile kalmasa, Yoon Sekyung sadece katıla katıla gülerdi. Ama okul kampları özel
izin dışında zorunluydu, okul kamplarına devamsızlık normal devamsızlıktan
sayılıyordu ve okul kamplarındaki aptal biyoloji projelerinden sözlü puanı
alınıyordu. Tabii ki bu gerçekler bile Sekyung’un kamptan nefret etmesini engelleyemiyordu.
Arkadaşlarının hevesle pencereden dışarı bakmasını izledi. En
azından içlerinden birileri eğleniyordu. Aslında, onun dışındaki pek çok kişi
eğleniyordu. Eğer bu gezi iki gün bir gece olmasa ve bu bahsi geçen gece
boyunca onlara tahsis edilmiş odaya adımlarını attıklarından beri on beş dakika
içinde iki hamam böceği, bir uzun bacaklı örümcek ve dev bir güve öldürmüş
olmas
alar Sekyung da eğlenebilirdi. Odalarının doğal böceksavarı Byun Baekhee güvencesine rağmen bu uykusuz bir gece olacaktı.
alar Sekyung da eğlenebilirdi. Odalarının doğal böceksavarı Byun Baekhee güvencesine rağmen bu uykusuz bir gece olacaktı.
“Hanna, burnunu banyodan çıkar ve şu manzaraya bir bak!”
dedi Baekhee, bastıramadığı bir heyecanla.
“Eminim çıplak çıkmam olası-bu-tarafa-bakanlar için hiç
sorun olmazdı!” diye kapalı kapının ardından kolayca savuşturdu Baekhee’nin
heyecanını Hanna. Odaya geldiklerinden beri banyoyu işgal ediyordu – henüz on beş
dakika olmuştu gerçi – ve duş alma inadından dolayı hamamböceği facialarından
birine maruz kalan oydu. Ama ne olursa olsun, uzun bir yolculuktan sonra
arkadaşlarının karşısına duş almadan çıkamazdı; çünkü o Lee Hanna’ydı. Böylesi popüler
ve örnek alınan biri olmanın zor yanları da vardı.
“Pabucumun… böceklerin hepsi ölmeden buradan çıkmam, dese
ya!” dedi odalarının geçici misafiri, Han Rian. Odalar üç kişilik olduğundan
hepsi beraber kalamıyorlardı, her seferinde birisi dışarıda kalıyordu. Bu sefer
kısa çöpü Rian çekmişti. Mutfaktaki ikinci hamamböceği faciasının ona denk
gelmesiyse tamamen şanssızlıktı.
“Onu ben desem daha mantıklı olur.” Dedi Sekyung, arkadaşının
özür diler bir ifade takınmasına neden olarak.
“En azından sana kelebek denk geldi.” Dedi Rian yumuşakça.
“O bir güveydi, Rian.” Diye düzeltti Baekhee. Başka bir
dünyadaymış gibi görünürken her şeyi duyabilme yeteneği Sekyung’u hep
ürkütmüştü.
“Önemli olan örümcek olmaması burada!” dedi Rian. Sekyung oturduğu
yerde biraz daha büzüştü.
“Düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyor. Baekbaek,
başka böcek olmadığına emin misin?” diye sordu tekrar. O lanet yaratıklar asla
bu kadar kolay pes etmezdi.
“Asla emin olamam, Sky’cığım; ama yaramazlık yapan olursa
suyunu çıkarırım, sana söz.” Dedi Baekhee. Sekyung’a Sky diye sesleniyordu; aslında bu, onun isim ve soy isminin baş
harfleriyle yapılmış küçük bir oyundu. Sekyung yazılarının ve çizimlerinin
altını da Sky diye imzalardı.
“Onlar bana ulaşmadan yaparsan sevinirim.” Dedi Sekyung ve
daha fazla büzüşüp kalamayacağını fark ederek tünediği sandalyeden indi. Akşam yemeği
yarım saat sonra, demişti hoca. Bu ona üzerindeki tozlu kumaş parçalarından
kurtulmak için on dakika veriyordu.
“Yaşasın, kıyafet partisi!” dedi onun çantasına yöneldiğini
fark eden Baekhee. Manzarayı izlemekte olduğu pencerenin kalın perdelerini
çekti ve arkadaşına katıldı.
“Ben de boynumu büküp gideyim o halde.” Diye burnunu çekti
Rian, diğer iki kızın kahkahaları eşliğinde odadan çıkarken.
On dakika sonra, mucizevi bir biçimde, dördü de kaldıkları
küçük otelin alt katında yemek salonunda hazırdılar. Halbuki Sekyung bir an
Hanna’nın hayatının geri kalanını banyoda geçirmeye karar verdiğini düşünmüştü.
Ama günün keşfi zaten buydu: Lee Hanna, saçını ıslak bırakıp makyajına vakit
harcamadığında toplamda beş dakikada hazır olabiliyordu. Üstelik, yine de
muhteşem görünmeyi başarıyordu.
“Senden nefret ediyorum.” Diye homurdandı Baekhee, Hanna’ya
yönelen bakışlara kıskançlıkla bakarken.
“Senin çok daha kendine özgü bir caziben var, tatlım.” Dedi Hanna
gülerek.
“Çirkinsin, demenin on bin kibar yolu.” Diye mırıldandı
kendi kendine Baekhee. Sekyung’dan okkalı bir cimcik yemesi bir saniye aldı.
“Bir daha o kelimeyi kullananı boğarım demedim mi ben?” diye
haşladı Sekyung.
“Tamam, anladık!” diye söylendi Baekhee. Uzun kirpikli,
büyük, çekik gözlerine, biçimli burnuna ve çizilmiş gibi duran dudaklarına
rağmen kendine hakaret etmeyi alışkanlık haline getirmiş olan Rian’dı gerçi. Baekhee
de lafın ondan çok Rian’a gittiğini biliyordu.
Tabldot yemeklerini alıp her zamanki arkadaşlarının yanına
oturdular. Sekyung, daha etrafa bakmadan, ızgara bifteğin dayanılmaz lezzetinde
kendini kaybetmişti bile.
“Çift porsiyon mu aldınız, yuh!” dedi Baekhee, fal taşı gibi
açık gözlerle. O kadar pilavı o yese kesin kusardı.
“Biftekten de verselerdi iyiydi.” Dedi Zelo, üzüntüsünü
ağzına doldurduğu pilava gömerek. Gerçek adı Choi Junhong’du ama kullanmıyordu.
“Etin kilosu kaç para haberin var mı senin?” diye azarladı Rian.
“Bilmem, hiç bakmadım. Alışverişi annem yapıyor.” Dedi Zelo
tüm pişkinliğiyle, lokmasını ışık hızında yuttuktan sonra.
“Aman, iyi yapıyorsun.” Diye burun kıvırdı Rian, bifteğine
hak ettiği ilgiyi gösterme zamanının geldiğine karar vermiş gibiydi.
“Ben diyorum da dinlemiyor, söyle Rian!” diye destekledi onu
hemen karşısında oturan Choi Minki, nam-ı diğer Ren. O da kendi adını çok tercih
etmiyordu.
“Sen de, annem misin babam mı belli değil zaten!” diye hızla
söylendi Zelo iki lokmasının arasında.
“Artık sesimden anlayabiliyorsun, sanıyordum!” dedi Ren,
abartılı bir alınganlıkla. Baekhee az daha boğuluyordu. Ren’in kendisinden daha
güzel bir yüze sahip olmasını hep
komik bulmuştu.
“Şu kız su içerken yapmasana şöyle!” dedi Jongwoon, yanında
öksürmekte olan kızın sırtına vururken. O da kendine Yesung denmesini
seviyordu. Ama o, diğerlerinin aksine, bu isimleri ilkokulda ajancılık oynarken
bulduklarını ve fazla alıştıkları için kopamadıklarını itiraf ederdi.
“Onun suyunun çetelesini de ben mi tutacağım, git işine
Yeye!” dedi Ren, bifteğinden bir dilim daha keserken.
“Seni lanet karı kılıklı cani!” diyebildi Baekhee öksürüklerinin
arasından. Bu sefer Zelo ufak çaplı bir burnundan-kola-fışkırtma sendromuna
kapıldı.
“Bak, bana katılanlar var!” dedi sırıtarak. Ren yüzünü
ekşitip Zelo’yu taklit etti, sonra yanına döndü.
“Joon, şunlara bir şey söyle sen de!” dedi arkadaşına. Onun da
adı Changsun’du ve mantıklı olması için güvenilecek son insanlardan biriydi.
“Bir şey.” Dedi, o tarafa bakmadan. Daha çok Rian’la ve onun
kızgınken daha da çekici olan tavırlarıyla ilgileniyordu.
“Ay, çok yardımcı oldun!” diye burun kıvırdı Ren, arkadaşına
kısılmış gözlerinin arasından bakarak. Joon’un Rian’a olan karşılıksız hisleri
öyle barizdi ki anlamamak için odun olmak gerekiyordu. Ama Ren’in Hanna’dan
aldığı duyumlara göre Rian eksik bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Bu yüzden
ne bu duygular dillendirilmiş, ne de bir cevap alınmıştı.
Mümkün olduğunca olaysız geçen akşam yemeğinin ardından
odalarına dağıldılar. Gün yoğun geçmişti ve kim ne derse desin, Sekyung bugün
uyuyacaktı. Odaya gider gitmez kendini duşa attı ve Hanna’nın yapacağının
aksine erken çıkarak Baekhee’ye de duş fırsatı verdi. Ama Baekhee banyodan
çıkmadan o saçlarını örüp yatağına devrilmişti bile. Sonuçta uyuması hepsinden
daha uzun zaman alacaktı.
Ertesi sabah kalktıklarında daha hava yeni ağarıyordu. Hanna
sessizce banyoyu işgal ederken Baekhee yatağında tepinip inliyordu.
“Ama neden bu kadar erken kalkıyoruz?” diye mızıldandı kız.
“İnan bana kalsa kalkmazdık.” Diye homurdandı Sekyung,
doğrulup yüzünü ve gözlerini parçalarcasına ovuştururken. Eşyalarını toplamış
kahvaltı salonuna yürürken de aynı harekete devam ediyordu. Kahvesini içmeden
de kendine gelemedi.
“Sonraki durak neresi?” diye sordu Rian’a, otobüste
giderken.
“Yarım saat kadar sonra varırız.” Dedi Rian. Sabah yedide
kendiliğinden uyanmak ve her daim canlı olmak gibi saçma bir özelliği vardı.
“Eve döndüğümüzde bu proje bitmiş olmazsa seninkinden kopya
çekeceğim.” Dedi Sekyung, oflayarak.
“E şimdi çekince ne oluyor?” diye tek kaşını kaldırdı Rian.
“Yolda mı çekeyim, tabi canım!” diye güldü Sekyung,
pencereden dışarısı gözüne çarpmadan hemen önce. Arkadaşını dürtüp dışarıyı
işaret etti. “Şu dağ az önce hareket mi etti?”
“Haa evet, Sekyung, dağ gezintiye çıkmış, bir Jeju’ya kadar
gidip gelecek. Ne çektin sen?” dedi Rian umursamazca, dışarı sadece bir göz
atarak; ama Sekyung’un kaşları daha da çatılmıştı.
“Hayır, Rian, ben ciddiyim, kayıyor… Rian, kayıyor!” diye
ayağa fırlayıp bağırdı Sekyung, otobüsteki herkesin ona dönmesine neden olarak.
Telaşla otobüsün içinde öne doğru yürümeye başladı. Sorumlu öğretmenleri
oturduğu yerden kalkıp telaşın kaynağını aramaya başlamıştı bile.
“Ne oldu, Sekyung?” dedi Minwoo Sungsaengnim. Sekyung hızla
onun yanına gitti.
“Hocam sağdaki toprak kayıyor- yemin ederim ki kayıyor,
biraz daha hızlı gitmeliyiz!” dedi Sekyung telaşla.
“Ciddi misin?” dedi Minwoo Sungsaengnim; ama çoktan eğilmiş
pencereden dışarı bakıyordu, öğrencilerin çoğu da öyle.
“Gördüm, orada!” diye parmağıyla dışarıyı işaret etti Sekyung’un
adından çok emin olmadığı çocuklardan birisi. Şöför de fark etmişti, heyelan
alanından çıkabilmek umuduyla gazladı.
“Herkes yerine otursun!” diye bağırdı Minwoo Sungsaengnim,
sağ yana yığılmış öğrencilere. Zeminin titremeye başladığını
hissedebiliyorlardı. Rian korku dolu gözlerle öne, arkadaşlarının yanına koştu;
Baekhee ve Hanna zaten en öndeydiler, Baekhee’yi yol tutardı.
“Şimdi ne olacak?” dedi Rian hocasına. Minwoo Sungsaengnim
dişlerini sıkıp hareketlenmeye başlayan toprağa baktı. Coğrafya uzmanı
olmayabilirdi; ama kayan bir toprak parçası görünce tanırdı. Toprak bir sıvı
gibi akmaya başladığında iki yanındaki koltukların başlarını kavradı.
“Sıkı tutunun!” diye gürledi Minwoo Sungsaengnim otobüsün
arkasına doğru. Panik içindeki öğrencileri aynen dediğini yaptılar. Kurtulmak umuduyla
daha da hızlanmış otobüs heyelan sahasından çıkmasına metreler kala yakalandı
kayan toprak kitlesine ve çığlıklar eşliğinde savruldu. Bilincini kaybetmeden
önce Sekyung’un patlayan camları ve içeri dolan toprağı bir anlığına görecek
kadar zamanı olmuştu; sonra yokuş aşağı taklalar atan otobüste başı tavana
vurdu ve her şey karardı.
Son dakika! Elimize
geçen bilgilere göre son yılların en büyük heyelanı şimdiden üç ailenin
hayatına mal oldu. Felaketin yaşandığı alanda on ev toprak altında kaldı, üç
kilometre uzunluğunda dağ yolu kullanılamaz hale geldi. Heyelanı son anda fark
eden bir otomobil sahibi yolun boş olmasının büyük şans olduğunu ifade ederken
bu güzergâhı takip etmesi gereken okul otobüsünden henüz haber alınamıyor. Arama
kurtarma çalışmaları sürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder