20 Temmuz 2014 Pazar

Başlangıç - 1

– 1 –


Okul kamplarından nefret ediyordu, her zaman etmişti ve hep edecekti. Böceklerin olduğu hiçbir şeyi asla, hiçbir koşulda sevmeyecekti. Bunu o kadar şiddetle reddediyordu ki böcek kıyameti kopsa ve dünyada bir tanesi bile kalmasa, Yoon Sekyung sadece katıla katıla gülerdi. Ama okul kampları özel izin dışında zorunluydu, okul kamplarına devamsızlık normal devamsızlıktan sayılıyordu ve okul kamplarındaki aptal biyoloji projelerinden sözlü puanı alınıyordu. Tabii ki bu gerçekler bile Sekyung’un kamptan nefret etmesini engelleyemiyordu.

Arkadaşlarının hevesle pencereden dışarı bakmasını izledi. En azından içlerinden birileri eğleniyordu. Aslında, onun dışındaki pek çok kişi eğleniyordu. Eğer bu gezi iki gün bir gece olmasa ve bu bahsi geçen gece boyunca onlara tahsis edilmiş odaya adımlarını attıklarından beri on beş dakika içinde iki hamam böceği, bir uzun bacaklı örümcek ve dev bir güve öldürmüş olmas
alar Sekyung da eğlenebilirdi. Odalarının doğal böceksavarı Byun Baekhee güvencesine rağmen bu uykusuz bir gece olacaktı.

“Hanna, burnunu banyodan çıkar ve şu manzaraya bir bak!” dedi Baekhee, bastıramadığı bir heyecanla.

“Eminim çıplak çıkmam olası-bu-tarafa-bakanlar için hiç sorun olmazdı!” diye kapalı kapının ardından kolayca savuşturdu Baekhee’nin heyecanını Hanna. Odaya geldiklerinden beri banyoyu işgal ediyordu – henüz on beş dakika olmuştu gerçi – ve duş alma inadından dolayı hamamböceği facialarından birine maruz kalan oydu. Ama ne olursa olsun, uzun bir yolculuktan sonra arkadaşlarının karşısına duş almadan çıkamazdı; çünkü o Lee Hanna’ydı. Böylesi popüler ve örnek alınan biri olmanın zor yanları da vardı.

“Pabucumun… böceklerin hepsi ölmeden buradan çıkmam, dese ya!” dedi odalarının geçici misafiri, Han Rian. Odalar üç kişilik olduğundan hepsi beraber kalamıyorlardı, her seferinde birisi dışarıda kalıyordu. Bu sefer kısa çöpü Rian çekmişti. Mutfaktaki ikinci hamamböceği faciasının ona denk gelmesiyse tamamen şanssızlıktı.

“Onu ben desem daha mantıklı olur.” Dedi Sekyung, arkadaşının özür diler bir ifade takınmasına neden olarak.

“En azından sana kelebek denk geldi.” Dedi Rian yumuşakça.

“O bir güveydi, Rian.” Diye düzeltti Baekhee. Başka bir dünyadaymış gibi görünürken her şeyi duyabilme yeteneği Sekyung’u hep ürkütmüştü.

“Önemli olan örümcek olmaması burada!” dedi Rian. Sekyung oturduğu yerde biraz daha büzüştü.

“Düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyor. Baekbaek, başka böcek olmadığına emin misin?” diye sordu tekrar. O lanet yaratıklar asla bu kadar kolay pes etmezdi.

“Asla emin olamam, Sky’cığım; ama yaramazlık yapan olursa suyunu çıkarırım, sana söz.” Dedi Baekhee. Sekyung’a Sky diye sesleniyordu; aslında bu, onun isim ve soy isminin baş harfleriyle yapılmış küçük bir oyundu. Sekyung yazılarının ve çizimlerinin altını da Sky diye imzalardı.

“Onlar bana ulaşmadan yaparsan sevinirim.” Dedi Sekyung ve daha fazla büzüşüp kalamayacağını fark ederek tünediği sandalyeden indi. Akşam yemeği yarım saat sonra, demişti hoca. Bu ona üzerindeki tozlu kumaş parçalarından kurtulmak için on dakika veriyordu.

“Yaşasın, kıyafet partisi!” dedi onun çantasına yöneldiğini fark eden Baekhee. Manzarayı izlemekte olduğu pencerenin kalın perdelerini çekti ve arkadaşına katıldı.

“Ben de boynumu büküp gideyim o halde.” Diye burnunu çekti Rian, diğer iki kızın kahkahaları eşliğinde odadan çıkarken.

On dakika sonra, mucizevi bir biçimde, dördü de kaldıkları küçük otelin alt katında yemek salonunda hazırdılar. Halbuki Sekyung bir an Hanna’nın hayatının geri kalanını banyoda geçirmeye karar verdiğini düşünmüştü. Ama günün keşfi zaten buydu: Lee Hanna, saçını ıslak bırakıp makyajına vakit harcamadığında toplamda beş dakikada hazır olabiliyordu. Üstelik, yine de muhteşem görünmeyi başarıyordu.

“Senden nefret ediyorum.” Diye homurdandı Baekhee, Hanna’ya yönelen bakışlara kıskançlıkla bakarken.

“Senin çok daha kendine özgü bir caziben var, tatlım.” Dedi Hanna gülerek.

“Çirkinsin, demenin on bin kibar yolu.” Diye mırıldandı kendi kendine Baekhee. Sekyung’dan okkalı bir cimcik yemesi bir saniye aldı.

“Bir daha o kelimeyi kullananı boğarım demedim mi ben?” diye haşladı Sekyung.

“Tamam, anladık!” diye söylendi Baekhee. Uzun kirpikli, büyük, çekik gözlerine, biçimli burnuna ve çizilmiş gibi duran dudaklarına rağmen kendine hakaret etmeyi alışkanlık haline getirmiş olan Rian’dı gerçi. Baekhee de lafın ondan çok Rian’a gittiğini biliyordu.

Tabldot yemeklerini alıp her zamanki arkadaşlarının yanına oturdular. Sekyung, daha etrafa bakmadan, ızgara bifteğin dayanılmaz lezzetinde kendini kaybetmişti bile.

“Çift porsiyon mu aldınız, yuh!” dedi Baekhee, fal taşı gibi açık gözlerle. O kadar pilavı o yese kesin kusardı.

“Biftekten de verselerdi iyiydi.” Dedi Zelo, üzüntüsünü ağzına doldurduğu pilava gömerek. Gerçek adı Choi Junhong’du ama kullanmıyordu.

“Etin kilosu kaç para haberin var mı senin?” diye azarladı Rian.

“Bilmem, hiç bakmadım. Alışverişi annem yapıyor.” Dedi Zelo tüm pişkinliğiyle, lokmasını ışık hızında yuttuktan sonra.

“Aman, iyi yapıyorsun.” Diye burun kıvırdı Rian, bifteğine hak ettiği ilgiyi gösterme zamanının geldiğine karar vermiş gibiydi.

“Ben diyorum da dinlemiyor, söyle Rian!” diye destekledi onu hemen karşısında oturan Choi Minki, nam-ı diğer Ren. O da kendi adını çok tercih etmiyordu.

“Sen de, annem misin babam mı belli değil zaten!” diye hızla söylendi Zelo iki lokmasının arasında.

“Artık sesimden anlayabiliyorsun, sanıyordum!” dedi Ren, abartılı bir alınganlıkla. Baekhee az daha boğuluyordu. Ren’in kendisinden daha güzel bir yüze sahip olmasını hep komik bulmuştu.

“Şu kız su içerken yapmasana şöyle!” dedi Jongwoon, yanında öksürmekte olan kızın sırtına vururken. O da kendine Yesung denmesini seviyordu. Ama o, diğerlerinin aksine, bu isimleri ilkokulda ajancılık oynarken bulduklarını ve fazla alıştıkları için kopamadıklarını itiraf ederdi.

“Onun suyunun çetelesini de ben mi tutacağım, git işine Yeye!” dedi Ren, bifteğinden bir dilim daha keserken.

“Seni lanet karı kılıklı cani!” diyebildi Baekhee öksürüklerinin arasından. Bu sefer Zelo ufak çaplı bir burnundan-kola-fışkırtma sendromuna kapıldı.

“Bak, bana katılanlar var!” dedi sırıtarak. Ren yüzünü ekşitip Zelo’yu taklit etti, sonra yanına döndü.

“Joon, şunlara bir şey söyle sen de!” dedi arkadaşına. Onun da adı Changsun’du ve mantıklı olması için güvenilecek son insanlardan biriydi.

“Bir şey.” Dedi, o tarafa bakmadan. Daha çok Rian’la ve onun kızgınken daha da çekici olan tavırlarıyla ilgileniyordu.

“Ay, çok yardımcı oldun!” diye burun kıvırdı Ren, arkadaşına kısılmış gözlerinin arasından bakarak. Joon’un Rian’a olan karşılıksız hisleri öyle barizdi ki anlamamak için odun olmak gerekiyordu. Ama Ren’in Hanna’dan aldığı duyumlara göre Rian eksik bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Bu yüzden ne bu duygular dillendirilmiş, ne de bir cevap alınmıştı.

Mümkün olduğunca olaysız geçen akşam yemeğinin ardından odalarına dağıldılar. Gün yoğun geçmişti ve kim ne derse desin, Sekyung bugün uyuyacaktı. Odaya gider gitmez kendini duşa attı ve Hanna’nın yapacağının aksine erken çıkarak Baekhee’ye de duş fırsatı verdi. Ama Baekhee banyodan çıkmadan o saçlarını örüp yatağına devrilmişti bile. Sonuçta uyuması hepsinden daha uzun zaman alacaktı.

Ertesi sabah kalktıklarında daha hava yeni ağarıyordu. Hanna sessizce banyoyu işgal ederken Baekhee yatağında tepinip inliyordu.

“Ama neden bu kadar erken kalkıyoruz?” diye mızıldandı kız.

“İnan bana kalsa kalkmazdık.” Diye homurdandı Sekyung, doğrulup yüzünü ve gözlerini parçalarcasına ovuştururken. Eşyalarını toplamış kahvaltı salonuna yürürken de aynı harekete devam ediyordu. Kahvesini içmeden de kendine gelemedi.

“Sonraki durak neresi?” diye sordu Rian’a, otobüste giderken.

“Yarım saat kadar sonra varırız.” Dedi Rian. Sabah yedide kendiliğinden uyanmak ve her daim canlı olmak gibi saçma bir özelliği vardı.

“Eve döndüğümüzde bu proje bitmiş olmazsa seninkinden kopya çekeceğim.” Dedi Sekyung, oflayarak.

“E şimdi çekince ne oluyor?” diye tek kaşını kaldırdı Rian.

“Yolda mı çekeyim, tabi canım!” diye güldü Sekyung, pencereden dışarısı gözüne çarpmadan hemen önce. Arkadaşını dürtüp dışarıyı işaret etti. “Şu dağ az önce hareket mi etti?”

“Haa evet, Sekyung, dağ gezintiye çıkmış, bir Jeju’ya kadar gidip gelecek. Ne çektin sen?” dedi Rian umursamazca, dışarı sadece bir göz atarak; ama Sekyung’un kaşları daha da çatılmıştı.

“Hayır, Rian, ben ciddiyim, kayıyor… Rian, kayıyor!” diye ayağa fırlayıp bağırdı Sekyung, otobüsteki herkesin ona dönmesine neden olarak. Telaşla otobüsün içinde öne doğru yürümeye başladı. Sorumlu öğretmenleri oturduğu yerden kalkıp telaşın kaynağını aramaya başlamıştı bile.

“Ne oldu, Sekyung?” dedi Minwoo Sungsaengnim. Sekyung hızla onun yanına gitti.

“Hocam sağdaki toprak kayıyor- yemin ederim ki kayıyor, biraz daha hızlı gitmeliyiz!” dedi Sekyung telaşla.

“Ciddi misin?” dedi Minwoo Sungsaengnim; ama çoktan eğilmiş pencereden dışarı bakıyordu, öğrencilerin çoğu da öyle.

“Gördüm, orada!” diye parmağıyla dışarıyı işaret etti Sekyung’un adından çok emin olmadığı çocuklardan birisi. Şöför de fark etmişti, heyelan alanından çıkabilmek umuduyla gazladı.

“Herkes yerine otursun!” diye bağırdı Minwoo Sungsaengnim, sağ yana yığılmış öğrencilere. Zeminin titremeye başladığını hissedebiliyorlardı. Rian korku dolu gözlerle öne, arkadaşlarının yanına koştu; Baekhee ve Hanna zaten en öndeydiler, Baekhee’yi yol tutardı.

“Şimdi ne olacak?” dedi Rian hocasına. Minwoo Sungsaengnim dişlerini sıkıp hareketlenmeye başlayan toprağa baktı. Coğrafya uzmanı olmayabilirdi; ama kayan bir toprak parçası görünce tanırdı. Toprak bir sıvı gibi akmaya başladığında iki yanındaki koltukların başlarını kavradı.

“Sıkı tutunun!” diye gürledi Minwoo Sungsaengnim otobüsün arkasına doğru. Panik içindeki öğrencileri aynen dediğini yaptılar. Kurtulmak umuduyla daha da hızlanmış otobüs heyelan sahasından çıkmasına metreler kala yakalandı kayan toprak kitlesine ve çığlıklar eşliğinde savruldu. Bilincini kaybetmeden önce Sekyung’un patlayan camları ve içeri dolan toprağı bir anlığına görecek kadar zamanı olmuştu; sonra yokuş aşağı taklalar atan otobüste başı tavana vurdu ve her şey karardı.

Son dakika! Elimize geçen bilgilere göre son yılların en büyük heyelanı şimdiden üç ailenin hayatına mal oldu. Felaketin yaşandığı alanda on ev toprak altında kaldı, üç kilometre uzunluğunda dağ yolu kullanılamaz hale geldi. Heyelanı son anda fark eden bir otomobil sahibi yolun boş olmasının büyük şans olduğunu ifade ederken bu güzergâhı takip etmesi gereken okul otobüsünden henüz haber alınamıyor. Arama kurtarma çalışmaları sürüyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder