– 10 –
Yağmur çisentiye döndüğünde, hava gerçekten kararmıştı.
Sehun bütün bu süre zarfında pencereden dışarıyı izlemişti; ayakları ağrıdığı
zaman da dikilmeyi bırakıp pencerenin önündeki koltuğa oturarak izlemeye devam
etmişti. Bir süre Sekyung’un ısrarıyla onun yanından ayrılmış olsa da Baekhee
onun sadık eşlikçisiydi; karşı koltuktan o da sessizce pencereden dışarıyı
izliyordu. Yüzünde hem endişeli hem de düşünceli bir ifade vardı. Aklından
neler geçiyor olabileceğini tahmin etmek imkansızdı; kutup ayılarının ne kadar
yalnız olduğunu veya kış bahçesinin camlarının patlayıp içeriye cam kırığı
yağma olasılığını düşünüyor olabilirdi. Kimilerine göre ikincisi daha
mantıklıydı.
“Ben gidiyorum.” Dedi birdenbire Sehun ve oturduğu koltuktan
kalktı. Saatlerdir ilk defa gözlerini camdan ayırıyordu, salondaki herkes ayağa
fırlamıştı.
“Nereye, bu havada?” dedi Baekhyun.
“Yağmur azaldı, kış bahçesine bakmam lazım.” Dedi Sehun, ona
yönelmiş bakışlara aldırmadan hole giderek. Kai ondan daha çevik davranıp daha Sehun ayakkabı
dolabının kapağını açmadan kulpu yakaladı.
“Hava hala yağıyor üstelik geç saat. Şimdi yol özellikle tehlikeli olacaktır. Bir öğün atladılar diye ölmezler, otur oturduğun yerde.” Dedi Kai, kapakları kapalı tutarak.
“Çıplak ayakla gitmemi istiyorsan söylemen yeterdi.” Dedi
Sehun, neredeyse meydan okuyarak Kai’ye bakıyordu. Kai cevap olarak başını
çevirdi ve neşesizce sırıttı.
“Orası kış bahçesi değil mi? Oraya giden bir patikanız,
yolunuz falan yok mu?” diye sordu Sekyung, Baekhee’nin aklındakileri dile
getirmişti.
“Hayır, yok.” Dedi Kris, “Gerçekten doğaya aitmiş, bir
sürprizmiş, ya da cam balonda saklı yaz mevsimiymiş gibi görünmesini
istiyorduk; bir çeşit hobi bahçesinden fazlası olsun istedik. Eğer bir patikası
olsa öyle gezmek için gidilen alelade bir bahçe olup kalacaktı. Eğer gitmek
için zahmete giriyorsan bulduğun şey daha kıymetli olur. Hem bazen orada
olduğunu unutup kışın ortasında çiçek açmış orkidelere rastlayınca çok hoş
oluyor.”
“Şimdi git ve defterini al, birazdan bir şiire daha
başlayacaksın, çünkü.” Diye kışkışladı onu Tao.
“Kris şiir mi yazıyor?” dedi Baekhee şaşkınlıkla. Tao
başıyla onayladı.
“Dillere takıntılı ve en iyi yolunun uçlarda oynamak olduğunu
düşünüyor. Şiir yazmak da oldukça uç bir noktaymış.” Diye omuz silkti
umursamazca sonra. “Sehun, sen de sakinleş biraz.”
“Ben sakinim, telaş yapan sizsiniz.” Dedi Sehun bıkkınlıkla.
“Ha evet, böyle koşullarda bahçeye gitmeye kalkan da benim
zaten.” diye iğneledi Kai.
“Gece hiç mi gitmedik biz oraya?” diyerek kollarını
kavuşturdu Sehun.
“Dolunay vardı, zemin kuru ve sağlamdı, yağmur yağmıyordu…”
diye parmaklarıyla saymaya başladı Kai. Sehun gözlerini devirdi.
“Çek şu elini dolaptan!”
“Ben de geliyorum.” Diyerek koltuğundan kalkınca herkesin
gözleri bir çeşit bakış savaşı vermekte olan ikiliden Baekhee’ye döndü.
Hepsinin yüzünde kızın açık açık kafayı yediğini düşündükleri yazıyordu.
“Baekhee bari sen saçmalama!” dedi Chanyeol, yalvarırcasına.
“Eğer Luhan’la Hanna’yı alıp dönebileceksek neden
gitmeyelim? Yağmur çok azaldı, rüzgar yok ve el feneri diye bir şey var.” Dedi
Baekhee.
“Yok işte. Gaz lambası var.” Dedi Baekhyun. Sekyung’la
Baekhee’nin çeneleri aynı anda karınlarına kadar düştü.
“E yok artık, bu kadar mı geriden geliyorsunuz?” dedi
Baekhee, inanamazlıkla kollarını iki yana açarak. “Yani tamam, teknoloji
düşmanı bir ev burası anladık da ampule ne gareziniz var? Hadi gareziniz var,
neden her odada hala lambalar duruyor? Bir mantıklı açıklama bulun Allah
aşkına!”
“Olduğunu sanıyorduk, bu yüzden gelirken almadık; ama
bozulmuş.” Diye kolayca açıkladı Baekhyun.
“Tamam, bu gerçekten basit ve mantıklıymış.” Dedi Baekhee,
kabullenerek. “Gaz lambasını nereden buldunuz peki?”
“Burada gerçekten her şey var, sevgili torunum ve bildiğin
üzere biz geceleri mum ışığında tüy kalemle mektup yazılıp mühürlenen bir
devirden geliyoruz.” Diye dalga geçti Baekhyun.
“Onları da güvercinlerin bacağına bağlayıp birbirinize
yolluyordunuz.” Dedi Baekhee, ayağa kalkıp Sehun’la Kai’nin pis pis bakıştığı
dolabın yanına giderken.
“Nereden bildin?” diye sırıttı Baekhyun.
“Çünkü ben bir kahinim ve geleceği görebiliyorum. Kai, izin
verir misin?” dedi Baekhee, Kai’nin tuttuğu kulpa uzanarak. Genç kıpırdamadı.
“Hayır, vermem.” Dedi sadece sakince. Baekhee gözlerini
devirdi.
“Gerçekten, çıplak ayakla çamurda daha iyiyim; ama ev rezil
olur.” Dedi kız, uzlaşmaya çalışır gibi. Sehun’un yüzünde sonunda birinin ona katıldığını görmekten
memnun bir ifade vardı.
“Ben de onu diyorum; üstelik zavallı kız yağmur altında kaldığı
için soğuk alıp yataklara düşerse kendini nasıl affedersin?” dedi Sehun abartarak.
“İşte bu yüzden evden de çıkmayacak zaten. Xiumin, zahmet
olmazsa kapıları da kilitler misin? Anlaşılan bu iki manyak öbür türlü yerinde
durmayacak.” Dedi Kai, yine aynı sakin tavırla. Xiumin gayet normal bir şey
yapıyormuş gibi kalktı, kapıları kilitleri ve anahtarlarla beraber salondan
çıktı.
“Beni eve mi kilitleyeceksin?!” dedi Baekhee, sinirle. Hayır,
dışarı çıkmayı ölümüne istemiyordu ve insanlar onu normal yollarla
sakinleştirmeye çalışsa ve aklına karpuz kabuğunu düşüren Sehun da vazgeçse
muhtemelen diretmezdi bile. Ama bu şekilde davranılmak sinirlerini bozmuştu ve
sinirleri bozulunca Baekhee mantıklı bir insan olmazdı.
“Bu seninle ilgili değil, Baekhee, üzgünüm.” Dedi Kai,
gerçekten özür diler gibi ona bakarak; sonra Sehun’a döndü. “Şimdi istersen
ayakkabılarınla şemsiyeni kucaklayıp uyuyabilirsin.”
Kai elini dolabın kapağından çekip odasına doğru giderken Sehun
durduğu yerde dişlerini gıcırdatıyordu. Baekhee sinirle burnundan bir nefes
verip kapağı hızla açtı, tesadüfen dolapta gördüğü naylon yağmurlukla gözüne en
küçük görünen spor ayakkabıyı kaptı ve üst kata fırtına gibi çıktı. Bunun delice
olduğunu biliyordu; ama birilerinin onu zorla bir yerde tuttuğunu bilmekten
nefret ediyordu. Sırf inattan, sadece pencereyi tıklatıp milleti delirtmek için
bile olsa, evden kaçacaktı. Bunun hiçbir mantıklı açıklaması yoktu ve Baekhee de
bunu biliyordu; ama sinir olduğu zamanlarda mantıklı açıklamalara ihtiyacı
olmazdı.
Odaları tek tek gezip – ki birinde fosur fosur uyuyan
insanlara, birinde de kucak kucağa uzanmış bir Lay’le Rian’a rastladığından iki
tanesini es geçmek zorunda kalmıştı – uygun bir yer aradı. Bir ara neden üst
kattan kaçtığını merak etti; ama alt kattaki odanın Kai’yle D.O.’ya ait
olduğunu hatırladığında bilinçsizce yaptığı seçimin aslında doğru olduğunu fark
edip içgüdülerini sorgulamayı bıraktı. İçinde dev bir oyuncak ayı, ondan biraz
daha küçük bir oyuncak köpek ve onlarca başka pelüş oyuncak bulunan bir odada
karar kıldı, kapıyı kapatıp pencereden aşağıyı tekrar kontrol etti.
Dışarısı gerçekten sabaha kıyasla çok daha sakindi; ama bir
o kadar da soğuktu. Baekhee odadaki gardırobu açıp üzerine giyebileceği ikinci
bir kazak aradı; ama odadaki her şey ona çuval gibi olacaktı. Sonunda diğerlerine
göre kısa – galiba teknik olarak bunun beli açıkta bırakan bir model olması
gerekiyordu – ama onun üzerine kollarını birkaç kat kıvırdığında yeterince uyan
bir siyah deri mont buldu ve örgü kazağının üzerine geçirdi. Sonra yanına
aldığı ayakkabıları, ona en az üç numara büyük olmalarına aldırmadan giydi. Naylon
yağmurluğa baktı; eğer onu da giyerse dört kat olacaktı ama eğer giymezse de
ıslanacaktı. Eğer deri montu çıkarıp naylon yağmurluğu giyerse de üşüme
olasılığı yüksekti. Bunun yerine, kalın ve suya dayanıklı bir kumaştan olmasına
rağmen sırılsıklam olduğunda saçlarını ıslatmaya başlayacağını bildiği, montun kapüşonuyla
yetinmeye karar verip yağmurluğu bıraktı ve pencereye gitti.
Şimdi, oradan aşağı tırmanmak üzere olduğunu bilerek bakınca
burası oldukça yüksek geliyordu. En uygun yer burasıydı; evin duvarına çakılmış
ahşap bir ızgara ve ızgaraya dolanmış kalın sarmaşıklar, pencerenin biraz
altında başlıyordu. Onlara ulaşmak için kendini aşağı sarkıtması gerekecekti;
ama ahşap ızgara onun ağırlığını taşırsa işi kolay olacaktı. Derin bir nefes
alıp pencereye tırmandı, ayaklarını camdan sarkıtırken odaya doğru döndü. Ağırlığını
pencere pervazına dayadığı elleriyle destekleyerek kendini biraz daha aşağı
indirdi, bir yandan da ızgaranın başladığı yer için ayağıyla duvarı yokluyordu.
Düşündüğünden daha aşağıdaydı, ayağı ızgaraya değdiğinde pencerenin pervazı Baekhee’nin
göğüs hizasına geliyordu.
Ağırlığını ahşap ızgaraya dikkatle ve yavaşça verdi Baekhee.
Izgara biraz eğildi; ama dayandı. Baekhee onu merdiven gibi kullanıp pervazdan
tutunarak biraz daha aşağı indi. Artık pervazdan tutunamayacak kadar aşağı
indiğinde dikkatle bir elini çekip ahşap ızgaraya uzandı; tutunabileceğini
anladığında öbür elini de çekti ve dikkatle tekrar aşağı inmeye başladı. Ahşap ızgaraya
düzgünce tutunabilecek bir açıya gelene kadar vücudunu sarmaşıklara ve duvara
yapıştırarak, yavaşça indi, sonrasını çabucak aştı ve son metrede aşağı atladı.
Ellerini birbirine vurarak çırptı ve az önce kaçtığı pencereye baktı, sonra
başını çevirip gideceği yolu bulmak için etrafa baktığında tam arkasında
dikilen, bir eli belinde, diğer elinde gaz lambası tutan Sehun’u fark edip
sıçradı.
“Ödümü kopardın!” dedi Baekhee, eli göğsünde. “Seni boz ayı
falan sandım!”
“Kalbimi kırıyorsun, üstelik daha az önce benim odama
izinsiz girdiğin, benim deri montumu giydiğin ve benim ektiğim sarmaşıkları
kullanarak kaçtığın halde.” Dedi Sehun, Baekhee’nin ağzını açık bırakarak.
“Ya sen ne ara geldin?” dedi kız, şaşkınca, belki de sadece
konuyu dağıtmak için.
“Senin odandan mutfak penceresinin gölgeliğine atlayınca
daha kolay ve hızlı bir kaçış oluyor.” Diye
cevapladı Sehun, sağa sola bakarak, sonra üzerindeki uzun, siyah yağmurluğun
kapüşonunu düzeltti.
“Kaçacağın o kadar barizdi ki benden başka kimse fark
etmemiş olamaz. Gerçi ben daha önce bunu hiç yapmadığım için beklemiyor
olabilirler; ama eğer gerçekten gitmek istiyorsak acele etmemiz gerek.”
“Kendimi bir hapishaneden kaçıyormuş gibi hissediyorum; beni
beklemek zorunda değildin.” Dedi Baekhee, evden uzaklaşırken. Sehun, gaz
lambasına su girmesini engelleyen küçük, pratik şemsiyeciği kontrol ederek
peşine takıldı.
“Evet, seni de bu karanlıkta bahçede yalnız bırakmalıydım;
çok zekice.”
“Yanına yiyecek bir şeyler aldın mı?” diye sordu Baekhee bu
kez.
“Hazırda hiçbir şey yok, bir şeyler hazırlamak da zaman
kaybı olurdu, üstelik herkes şüphelenirdi. Ben hiç yemek yapmam. Hem eğer iyi
durumdalarsa beraber döneriz, iyi değillerse yemek için endişelenecek fırsatımız
olmayacaktır.” Diye açıkladı Sehun umursamazca.
“Haklısın… peki bahçe ne tarafta?” dedi Baekhee. Bunun üzerine
Sehun hiçbir şey söylemeden öne geçti ve sabah kahvaltı ettikleri çimenliğin
uzak ucuna yürüyüp ağaçlığa daldı. Baekhee için onun temposuna ayak uydurmak
pek kolay olmuyordu. Şikayet edecek biri değildi, şikayet etmektense daha fazla
devam edemeyene kadar kendini zorlamayı tercih ederdi. Ama ağaçlığa gelince ellerindeki
tek ışık kaynağından uzaklaşıp gereksiz aksiyon yaratmak saçma olacaktı. Üstelik,
korku filmlerinde böyle yapan karakterler hep ilk ölenler olurdu.
“Sehun, bekle!” dedi sonunda, bir ağaca dayanıp nefeslenerek.
Sehun durup şaşkınca ona döndü.
“Üzgünüm, çok mu hızlıyım?” dedi, gerçekten bunu fark
etmemiş gibi.
“Leylek gibi bacağım olsa ben de hızlı olurum ama takdir
edersin ki bir bastıbacak olarak sen o pergelleri açınca ben sana
yetişemiyorum.” Dedi Baekhee. Sehun bir an ifadesiz kaldı, sonra gülmeye
başladı. “Ne? Ne var? Kısa olmam çok mu komik?”
“Hayır; ama tarzından hoşlandım.” Diye sırıttı sonunda Sehun.
“Sanırım bu bir iltifattı, teşekkürler.” Dedi Baekhee, şüpheyle
genci süzerek.
“Bana öyle bakma, ben ciddiyim! Tarzını sevdim ve bu bir
iltifat değil aslında.” Dedi Sehun. Baekhee’nin kaşları çatıldı.
“Kafamı karıştırmayı kes de gidelim hadi.” Dedi Baekhee,
bütün huysuzluğuyla. Sehun başını iki yana salladı ve yüzünde asılı kalmış bir
sırıtışla yeniden yola koyuldu.
“Peki, hırçın Jane, sen bilirsin.” Dedi giderken de.
“Jane mi? O nerden çıktı?” dedi Baekhee, Sehun’un peşine
takılırken. Neyse ki bu sefer onun takip edebileceği bir hızda ilerliyorlardı.
“Tarzan izlemedin mi hiç?” dedi Sehun, yargılar gibi.
“Yok deve. Ama bu harika bağlantıyı nasıl kurduğun benim
için bir merak konusu.” Dedi Baekhee.
“Sarmaşıklardan aşağı tırmanıyorsun, benimle ormanın içinde
korkusuzca yürüyorsun ve hiçbir sıkıntı çekmiyorsun, üstelik her taraf karanlık ve çamur. Bir
de şu vahşi tarzın; hem görünüşünde, hem davranışlarında. İşlenmemiş elmas
gibisin.” Dedi Sehun.
“Gerçekten sadece kafamı karıştırıyorsun, sarışın.” Dedi Baekhee,
monoton bir sesle.
“Pek çok kişi seninle aynı fikirde.” Demekle yetindi Sehun. Baekhee
gözlerini devirip iç çekti ve arkasından sessizce yürümeye devam etti. Baekhee’ye
çok da uzun gelmeyen bir süre boyunca yürüdükten sonra zaten uzaktan gaz lambasının kış
bahçesinin camından yansıyan ışıltılarını gördüler. Baekhee bunu görür görmez bir
vaşak gibi öne sıçrayarak bahçeye gidip camdan içeri baktı. Hiçbir şey göremiyordu;
cam duvarlar içeriden tamamen buğulanmıştı ve buzlu camla ayna arası bir iş
görüyorlardı.
“Buranın kapısı nerede?” dedi Baekhee, Sehun’a sönüp. Sehun başıyla
sağ tarafı işaret etti. Baekhee çabucak o tarafa sekti ve pek de gizli olmayan
kapıyı bulup içeri daldı. İçerideki manzara beklediğinden çok farklıydı. Baekhee
içeride Hanna’yı Luhan’dan güvenli bir mesafe uzaklıkta, dizlerine sarılmış
veya yerde kıvrılmış halde bulmayı bekliyordu; ama gördüğü bu değildi.
İçerisi nemli ve ılıktı. Bir kısmı çiçek açmış bitkiler,
fideler ve küçük alanlar vardı. Bahçenin ucundaki gül çalılarında renk renk
onlarca gül açmıştı ve hafif bir kokuyla varlıklarını fark ettiriyorlardı. Yerin
biraz üzerinde dolanan ateşböcekleri vardı ve patikanın ortasında Luhan ve Hanna,
tam anlamıyla sarmaş dolaş yatıyorlardı. Bütün uzuvları birbirlerine
dolanmıştı; Hanna’nın yüzü Luhan’ın kazağına – ya da belki göğsüne, hatta belki de boynuna – gömülmüş, görünmüyordu.
Luhan’ın yüzüyse Hanna’nın karamel rengi saçlarının içindeydi; sadece kapalı
gözleri görünüyordu. Luhan sessiz bir şarkı mırıldanıyor olmalıydı, içeride Hanna’nın
olmayan meleksi bir ses vardı, bir yandan da kızın saçlarıyla oynuyordu. Baekhee
daha önce arkadaşını herhangi bir insan evladıyla böylesi yakın bir tensel
temasta gördüğünü hatırlamıyordu. Hayır, Hanna insanlarla öpüşmeyi bile çok
sevmezdi!
“Ooo…” diye hafif bir ses geldi Baekhee’nin arkasından. Sehun
da sonunda içeri girip manzarayı görmüştü. “Kumrulara da bak, ne kadar
tatlılar.”
“Hm? Siz ne ara geldiniz ve neden geldiniz?” diye sordu Luhan,
başını kaldırıp ziyaretçileri olduğunu görünce. Hiç istifini bozmamıştı.
“Az önce geldik ve şey, bilmem, belki de siz fırtınanın
ortasında kalıp dönmeyince endişelendiğimiz için gelmişizdir.” Dedi Baekhee,
tehlikeli bir tatlılıkla gülümseyerek.
“Ah… Hanna uyuyor.” Dedi Luhan, yeniden kollarındaki kıza
bakarak – sanki hakkında herhangi bir şey bilmek için bakması gerekiyormuş
gibi. Şu anda pratik olarak aynı vücudu paylaşıyorlardı zaten.
“Hm, bir düşüneyim; gazozuna ilaç katmadıysan uyanma
kapasitesine sahip olmalı.” Diye iğneledi Baekhee, kollarını kavuşturarak. Sehun
arkasından sessizce kıkırdadı.
“Teknik olarak o kapasiteye sahip, evet.” Dedi Luhan, Baekhee’ye
ters ters bakarak.
“Eee, ne bekliyorsun o zaman?” dedi Baekhee huysuzca. Luhan iç
çekip Hanna’yı hafifçe dürttü.
“Hey, uyan bakalım küçük kış bahçesi kraliçesi,
misafirlerimiz var… onları kabul odasında ağırlamalısın…” dedi Luhan, en nazik
sesiyle. Hanna mızıldanıp gencin kollarında kıpırdandı, sonra gözlerini açıp Luhan’ın
yüzüne oldukça yakın mesafeden baktı.
Yanakları biraz kızardı, sonra başını çevirip “misafirlerine” baktı.
“Günaydın.” Dedi Baekhee fazla geniş bir gülümseme ve
kavuşturulmuş kollarıyla. Hanna gözlerini kırpıştırdı ve çabucak doğruldu. Luhan’ın
canı fazlasıyla sıkılmış gibi bir hali vardı. Onu somurturken görmek bir
sebepten Baekhee’yi memnun etmişti.
“Bizi almaya mı geldiniz?” dedi Hanna, uyanmaya çalışarak. Sadece
biraz kestiriyordu; ama Luhan ona şarkı söylemeye başladığı anda saçmalık
derecesinde huzurlu, derin bir uykuya dalmıştı.
“Evet. Yağmur azaldı bayağı, akşam yemeğini kaçırmamanız iyi
olur dedik, hem dışarısı da soğuk… gerçi buranın ısıtması olduğunu bilmiyordum.”
Dedi Baekhee.
“Yok zaten.” Dedi Sehun yarım bir sırıtışla, Hanna ayağa kalkıp
yanlarına gelirken. Baekhee önce buğulu camlara, sonra Hanna’ya ve en son Luhan’a
şüpheyle baktı.
“Burada tam olarak ne yaptınız siz?”
Nedense son cümle aklıma direk titanik'in gelmesine sebep oldu. nedense... Bu hanna kadar bitchi yok yemin ediyorum. kızın hayatını kurtarmasına rağmen yanında diye jongdae yi eşek sudan gelene kadar döven ben miydim pardon? yuvarlarsak 12 saattir tanıdığın bir adamla buğu yapıyorsunuz. buğu yerine istediğiniz kelimeyi koymayı hayal güzünüze bırakıyorum zaten. sen gördüğümü beğendim hı hı evet diye dolan baekhee büyükbabanın KARNINDA kollarında bile değil, karnında yatınca olay olsun. oh ne ala. zaten o zelo'nun telefonu olayından beri sevmiyorum bu hannayı. evet ya ben hannayı sevmiyorum. luhan da sapık zaten. Yazar-nim ben daha çok lay-rian chen-sekyung ve baekhee-? couple talep ediyorum. ( Sehundansa kaiyi tercih ediyorum bu konuda nedense yeri gelmişken belirteyim.)
YanıtlaSilBaekhee... Tatlısın kız seviyorum seni, en mantıklı sensin şurada. 3 salak yetmiyordu yavrum sana 12 tane daha eklendi, allah sabır versin. yolun açık olsun zavallı arkadaşım.
P.S : Hımmmm... Sarışın.... e he kafamda bir şeyler uyandırdı birden. Enflasyon falan işte... B-)
baekhee gerçekten tek mantıklı karakter kalması tasarlanmış insandı, o yüzden böyle. hanna'ya da kızma "siz yapıyonuz madem ben de yaparım ne var ki" modunda orz üstelik bak anlayacaksın neden niçin nasıl hele bir oraya kadar geleyim... of karıştırdım bıraktım işi valla biliyom da toplayacağım söz. baekhee için couple kim olacak o bile belli değil ki normal olan o aslında :D sehunla çok bi kanka potansiyelli gördüm, bakacağım duruma ;)
Silbekliyoruz efenim, saygılar... ( ceketini ilikler.)
Sil