– 4 –
Üzerine ağırlık bağlanmış gibi hissettiren gözlerini
açılmaya zorladı Sekyung. Başında zonklayan bir ağrı vardı ve görüşü bulanıktı,
zaten etraf da karanlıktı. Gözlerini kırpıştırdı, görüntü netleşmeye
başladığında tam olarak ne durumda olduğunu sonunda algıladı. Daha önce hiç
görmediği birinin kucağında yatıyordu. Gencin başı önüne düşmüş uyukluyordu;
arkasındaki pencereden üzerine vuran ay ışığı, saçlarının bir çeşit siyah-gümüş
metal gibi parlamasına neden oluyordu. Yabancı sıcak tarçınlı çikolata gibi
kokuyordu; uykusu hafifleyip başı kalktıkça Sekyung’un saçlarına dolanmış
parmakları dalgınca kıpırdıyordu, sonra yeniden duruyordu ve başı yeniden
yavaşça önüne düşüyordu. Sonra döngü tekrarlanıyordu. Yabancının diğer eli
Sekyung’unkine dolanmıştı ve Sekyung’un göğsünde duruyordu, duruşuna bakılırsa
da onu bilinçsiz olduğu süre boyunca orada tutan Sekyung’du. İşin tuhafı, şu
anda bundan hiç rahatsız olmuyordu.
Kurumuş boğazı acıyarak zorla yutkundu, sonra bunun
yarattığı baş ağrısıyla gözlerini sıkıca kapattı. Ağrı normale döndüğünde
gözlerini yeniden açıp yabancıyı dalgınca izlemeye devam etti. Şu anda
neredeydi? Nasıl kurtulmuştu, diğerleri nasıldı? Bunlar hakkında hiçbir fikri
yoktu; ama Sekyung’un şu halinde bile saçma olduğunu anlayabildiği bir şekilde
beynindeki en baskın soru, bu yabancının kim olduğuydu. Düşünmeden, dalgınca
uzanıp yabancının saçlarına dokundu. O dokunduğu anda da yabancının
uyku-uyanıklık döngüsü kırıldı ve hızlı bir nefes eşliğinde başı yükseldi,
gözleri açıldı.
Sekyung yabancının uyanıp neler olduğunu hatırlamaya
çalışarak kırpıştırdığı, ay ışığında büyülü bir biçimde parlayan gözlerine
bakakalmıştı. Yabancı kucağındaki kızı ve kızın uyandığını sonunda fark
ettiğinde, Sekyung’un ölmüş olması gerektiğini düşünmesine neden olarak
gülümsedi.
“Günaydın, uyuyan güzel.” Dedi yabancı yumuşak bir sesle,
Sekyung’un onunkine dolanmış elini hafifçe sıkarak. Saçlarındaki eliyse yeniden
dalgınca kıpırdanmaya başlamıştı. “Nasıl hissediyorsun?”
Düşünmek zorunda kalınca Sekyung ay ışığındaki yabancının
neden olduğu transından biraz da olsa çıkmayı başardı. “Başım ağrıyor ve
boğazım kupkuru. Neredeyim?” dedi, haftalardır kullanılmıyormuş gibi çatlak
çıkan bir sesle.
“Heyelan alanının yakınlarında bir dağ evindesin. Kazadan
beri baygınsın. Üç arkadaşınla birlikte güvende olmanız için sizi buraya
getirdik.” Dedi yabancı, Sekyung’un ağrıyan başının anlayabileceği kadar yavaş
ve tane tane.
“Üç… diğerleri? Minwoo sungsaeng, otobüs… heyelandan
kurtulamadık, otobüs devrildi, içeri toprak doluyordu.” Dedi Sekyung,
doğrulmaya çalışarak. Olanları hatırlamak transından çıkmasına yardımcı
olmuştu. Yabancı göğsündeki eliyle onu durdurup geri yatırdı.
“Dinlenmelisin, başını çok sert çarpmışsın. Biz sadece dört
kişi bulduk kaza alanında, dördünüz de buradasınız. Kendine dikkat etmelisin,
diğerleri için yapabileceğin hiçbir şey yok.” Dedi yabancı. Sözlerinde saklı
anlamı duymak için Sekyung’un beyninin tam kapasite çalışması gerekmiyordu.
İçinde oluşan boşluk da bunun bir kanıtıydı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes
aldı ve yavaşça verdi. Camların patladığını kendi gözleriyle görmüştü ve
dışarıda olmayan herkes hala içeride demekti.
“Kim… kimlerle birlikte geldim?” diye sordu titrek bir
sesle, alacağı cevaptan korkarak. Yabancının eli saçlarından ayrıldı ve nazikçe
gözlerinin üzerine kapandı. Bir şekilde bu iyi hissettiriyordu.
“Hanna, Rian, Baekhee.” Diye saydı yabancı sessizce. Sekyung
iki zıt duygunun aynı anda bu kadar yoğun hissedilebileceğini hiç düşünmemişti.
Hala hayatta olanlar en yakın arkadaşları olduğu için o kadar rahatlamıştı ki
gülmek istiyordu; öte yandan kurtulamamış olanların arasında onun için çok
değerli olan bir çok insan vardı ve bu onun canını öyle çok yakıyordu ki hiç
uyanmamış olmayı istedi bir an. Boğazından gülmeyle hıçkırma arası bir ses
yükseldi, tutunacak bir şey ihtiyacıyla yabancının elini biraz daha sıktı ve
dudağını ısırdı; ama şimdi bile gözyaşları yoktu. Sanki buhar olup uçmuştu
hepsi. Sanki bir daha asla ağlayamayacaktı, böyle bir anda bile.
“Senin yapabileceğin hiçbir şey yoktu.” Dedi yabancı
yumuşakça, Sekyung’un gözlerinin üzerindeki eli kızın ona bakmasına engel
oluyordu. “Sen sadece burada olduğun için şanslısın. Derler ki hiçbir şey
sonsuza kadar sürmez… onlardan sadece fazla erken ayrıldın. Ama ne kaybın, ne
acın, ne de gözyaşların sonsuza dek sürecek. Güven bana, hepsi geçecek. Hepsini
gözyaşlarında akıtacaksın ve bir gün hepsini unutacaksın.”
Teselli edici olması gereken sözlerle gözyaşları sonunda
hala var olduğunu kanıtlasa da Sekyung bunun geçeceğini hiç sanmıyordu.
Yabacıya güvenmeyi, onun haklı olmasını çok istiyordu. Bundan da çok, her şeyin
bir kabus olmasını ve hastanede bir haftalık bir komadan arkadaşlarıyla dolu
bir odada uyanmayı deli gibi istiyordu; ama mümkün olmayacağını biliyordu.
Dudaklarından gerçek bir hıçkırık döküldü bu sefer. Yabancı, sanki bu bir
işaretmiş gibi ellerini çekti, onu biraz doğrultup kollarına aldı. Sekyung
yüzünü tarçınlı sıcak çikolata kokan yabancının tişörtüne sakladı, yabancı onu
hafifçe sallayıp saçlarını okşayarak ağlamasına izin verirken ne kadar gözyaşı
varsa akıttı. Sonunda ağlamaktan yorgun düştüğünde bile yabancı onu bırakmadı
ve bir bebek gibi sallamaya devam etti, Sekyung’un gözleri bir kere dha kapanıp
kız uykuya dalana kadar.
Bir üst katta Baekhee huzursuz tavşan uykusundan yüzüne
düşmüş kıvırcıklarını çeken bir dokunuşla uyandı. Gelenin bir şekilde Yesung
olmasını beklemişti; ne zaman kamp yapsalar veya bir okul gezisine gitseler ve
eğlenceli bir şeyler olsa Yesung onun odasına sızmanın bir yolunu bulurdu.
Karanlıkta Baekhee ona bakanın gerçekten Yesung olduğunu sandı; ama bu rüya bir
an sonra uçup gitmiş, yerini gerçekliğe bırakmıştı. Başında Yesung’a biraz bile
benzemeyen ve dün gördüğünü hatırlamadığı bir yüz vardı. Baekhee onun da
muhtemelen bu evde yaşayanlardan biri olduğunu düşünebilecek kadar uyanıktı.
“Bir şey mi oldu?” dedi yorgun bir sesle.
“Hayır… uyuyamadım, iyi olduğuna emin olmak istedim.” Diye
gülümsedi yatağın ucuna ilişmiş genç. Baekhee’nin kaşları havalandı; ama o
aklındaki soruyu soramadan genç cevapladı. “Biliyorum, beni daha önce görmedin
ve kulağa saçma bir bahane gibi geliyor; ama evimde kalan dört felaketzede
yaralıyı önemserim. Ve evet, burası benim evim, aileden.”
“Baekhee.” Diye kendini tanıttı kız, soracağı başka soru
bulamayınca. Genç hafifçe kıkırdadı. “Neye gülüyorsun, komik bir adım mı var?”
“Hayır, sadece, benim adım da Baekhyun.” Dedi genç. “Gecenin
bir yarısı uyandırdığım için üzgünüm, bu arada. Oldukça huzursuz göründün,
ateşine bakmak istemiştim.”
“Önemli değil.” Dedi Baekhee, yatağında tamamen doğrularak.
“Tahmin edersin ki her şeyden sonra pek mükemmel hissetmiyorum. Kabus
görüyordum.”
“Uyandırdığım iyi olmuş o zaman?” diye sordu Baekhyun.
“Öyle de denebilir.” Diye iç çekti Baekhee. “Uyumakta da
fazlasıyla zorlanıyorum zaten.”
“İstersen yanında kalabilirim, belki biraz daha iyi
hisseder, uyursun.” Dedi Baekhyun, fazla ileri gitmemeye dikkat eder bir
şekilde. Baekhee omuz silkti.
“Hepsi aynı kapıya çıkar.” Dedi kız. Baekhyun başını iki
yana salladı.
“Bir yabancı da olsa, yanında güvenebileceğin biri varsa
daha kolay gevşer, daha huzurlu uyursun. Psikologlar en azından böyle diyor.
Bende insomni var da. Bayağı doktora gitmiştim bu yüzden.” Diye açıkladı
Baekhyun. Baekhee başını yavaşça salladı.
“Peki o zaman, eğer işe yarayacaksa.” Diye omuz silkti
yeniden kız, “Büyünü yap ve uyut beni bakalım.”
Baekhyun kıkırdadı ve Baekhee’nin yanına rahatça yerleşti bu
kez. Sonra hafifçe yanını patpatladı, Baekhee de yeniden uzandı. Baekhyun kızın
saçından bir tutamı parmağına dolayıp oynamaya başladı. “Aslında yakın olunca
daha çok işe yarıyor; ama daha yeni tanıştığımızı düşünürsek abartmamak lazım.”
“Sen de böyle biriyle mi uyuyorsun hep?” dedi Baekhee
merakla.
“Ben kim benimle uyumayı kabul ederse onunla uyurum. Çoğu
tek başına uyumak istiyor; ama Chanyeol genelde uyuyamadım, diye yanına
gittiğimde bana kıyamıyor.” Diye güldü Baekhyun, “Yani arkadaşlarımla birlikte
uyumaya alışkınım. Rahat olabilirsin.”
“Bana bak, beni yemiyorsun sen değil mi?” diye sordu Baekhee
pat diye. Baekhyun bakakaldı.
“Tamam ya, bu kadar rahatsız olacaksan giderim, iyilik
yapmak istemiştim.” Diye hareketlendi; Baekhee onu pijamasından yakalayıp
durdurdu.
“Üzgünüm! Üzgünüm, özür dilerim; etrafımdaki insanlar
patavatsızlıklarıma alışıktır, unutmuşum, saçmaladım, biliyorum, haklısın.”
Dedi Baekhee hızlıca. Baekhyun yine bakakalmıştı, sonra gülüp yeniden yerine
yerleşti.
“Galiba hayatı uçlarda yaşayan biriyle karşı karşıyayım.”
Dedi, “Bak, tanımadığın bir yerde her şeye şüpheyle yaklaşmanı anlıyorum; ama
kötü niyetli biri olsa bu evde, zaten belli etmişti. Sadece size yardımcı
olmaya çalışıyoruz. Hatta şöyle yapalım, şu andan itibaren beni dedenmişim gibi
düşün.”
“Dedem mi?” diye güldü Baekhee, inanamazlıkla Baekhyun’a bakarak.
“İnanamıyorum, burada benden tuhaf biri varmış.”
“Kabul et, abiden daha rahatlatıcı bir düşünce.” Diye
sırıttı Baekhyun.
“Eh…” dedi Baekhee sırıtarak, Baekhyun yeniden saçıyla
oynamaya başlarken. Saçma bir fikir olsa da işe yaradığını kabul etmek zorundaydı.
Özellikle genci kocaman beyaz bir sakal ve cam gibi parlayan bir kel kafayla
hayal etmek oldukça eğlenceli olmuştu.
“Güneş açmadan biraz daha uyu, hadi.” Dedi Baekhyun, yerine
iyice yerleşirken. Baekhee de onu taklit etti ve yerleşip gözlerini kapadı.
Baekhyun haklıydı, biri yanında saçlarıyla oynarken uyumak daha kolay oluyordu.
Baekhee uyumaya çalışırken yan odada Rian, ayağının ağrısı
yüzünden inleyerek uyandı. Her yanlış dönüşünde keskin bir acı yayıyordu, hatta
dönmese bile durduğu yerde zonkluyordu meret. Yanındaki yatağa, ona dönük
uyumakta olan Hanna’ya baktı. Böyle bir şey olursa diye onunla yatıyordu; ama
şimdi kızın gözlerinin etrafındaki mor halkalara bakınca uyandırmaya
kıyamamıştı Rian. Zaten ne yapacaktı ki, hokus pokus yapıp ağrısını geçirecek
hali yoktu ya!
Bir süre tekrar uyumaya çalıştıktan sonra pes edip kalktı
Rian. Ayağını yataktan sarkıttı ve çok dikkatle ayağa kalktı. Üzerine
basamıyordu; ama sekerek ilerlemeyi biliyordu sonuçta. Deneme maiyetinde yatağa
tutunarak birkaç kez sıçradı, tek ayakla yeterince dengeli olduğuna karar
verince dizini büküp sakat ayağını yerden güvenli bir uzaklığa çekti, sonra
kapıya doğru sıçramaya başladı. Hedefe varınca duvara tutunup nefeslendi, sonra
sessizce kapıyı açıp dışarı sekti ve aynı dikkatle kapıyı geri kapattı.
Koridorun ışıkları kapalıydı ve odadan daha karanlıktı.
Rian’ın tek istediği banyoya ulaşmaktı; orada bir ecza dolabı gördüğünü
hatırlıyordu, orada bir ağrı kesici bulabilse muhtemelen daha rahat uyurdu.
Duvara tutunarak koridorun banyonun olduğunu hatırladığı ucuna doğru sekti.
Duvarda beklenmedik bir boşluğa denk gelince küçük bir ciyaklama eşliğinde kapı
boşluğu olduğunu çok geç fark ettiği alana doğru gürültüyle devrildi. Kapıdan
destek alarak düşmeden doğrulmaya çalışıyordu ki kapı hızla açıldı ve Rian
dengesini tekrar kaybetti. Bu sefer kapıdan daha yumuşak bir şeye çarpıp
tutundu; ama tutunduğu şey de pek sağlam sayılmazdı, yere düşmekten
kurtulamadı. Bir an sonra odanın ışığı açıldığındaysa rezilliğin gerçek
boyutları aydınlanmış oldu.
Işık düğmesine basan, yatağında şaşkınca olayı izlemekte
olan yabancı bir yüzdü, Rian’ın çarptığı cisim bir insandı, tutunduğu şey bu
insanın pijamasıydı ve şu anda Rian’la birlikte yerdeydi. Telaşla tutunduğu
insandan uzaklaşıp başını çevirdi Rian.
“Özür dilerim, çok özür dilerim, çok çok çok üzgünüm,
gerçekten!” dedi, kıpkırmızı bir yüzle. Şu anda bir domatesle yan yana konsa
domates ondan daha açık bir kırmızı kalabilirdi.
“Önemli değil, sen iyi misin?” dedi Lay’in sesi telaşla.
Harika, üstelik Lay’in üstüne düşmüştü! Gerçekten mükemmel. Yanakları hafif
pembe olsa da endişeli yüzü görüş alanına girince Rian oturduğu yerde sıçrayıp
gözlerini kaçırdı.
“İyiyim, evet, bir şeyim yok, ben, banyoya gidiyordum.”
Demeyi başardı. Lay’in güldüğünü duyunca, eğer böyle bir şey mümkünse daha da
kızardı.
“Kıpkırmızı oldun! Bana bakar mısın bir?” dedi Lay. Rian göz
ucuyla ona dönüp bakmaya kendini zorladı.
“Efendim..?” dedi zayıf ve tiz bir sesle.
“Sorun yok, tamam mı?” dedi Lay tatlı bir gülümsemeyle,
“Önemli değil, gerçekten. Sen banyoya gideceksen neden Hanna’ya haber
vermedin?”
“Uyandırmayayım, dedim. O da çok yorgun ve ben
sekebiliyorum.” Dedi Rian.
“Evet, kesinlikle. Eğer düştüğün kadar iyi sekebiliyorsan
sana güvenirim.” Diye güldü Lay. Soğumaya başlayan yanaklarının yeniden
ısındığını hissetti Rian.
“Hey, eğer o kadar karanlık olmasa düşmezdim!” diye itiraz
etti. Lay iç çekip gülümseyerek ona baktı.
“İnatçı. Bir saniye gözümü üstünden ayırıyorum, hemen
kendine bir şeyler yapıyorsun. Tamam, o zaman ben de bir saniye bile gözümü
ayırmam.” Dedi Lay.
“Ne?” diyecek oldu Rian; ama Lay çoktan onu ufak bir
ciyaklama eşliğinde belki de milyonuncu kez kucağına almıştı bile. Rian artık
içgüdüsel bir hale gelmiş bir biçimde Lay’in boynuna kollarını dolayarak
tutundu. “N-ne yapıyorsun?”
“Banyo, demiştin, değil mi?” dedi Lay odadan çıkarken.
“Aslında, ağrı kesici lazım. Ayağım için.” Dedi Rian. Lay
durup yüzüne baktı – Rian için fazla yakın mesafeden.
“Neden söylemedin? Onlar mutfakta, dolabın içinde.” Dedi
Lay, yön değiştirdi ve rahatça merdivenlerden aşağı inip kızı mutfaktaki yüksek
bar taburelerinden birine oturttu. Dolabı açıp bir ilaç çıkardı, biraz su
doldurdu ve Rian’a verdi.
“Teşekkürler.” Dedi Rian, hapı ve suyu alıp çabucak
yutarken. Bu sırada Lay eğilip ayağındaki sargıları açmaya başlamıştı. Ayağı
hala aynıydı; şiş, mor ve ağrılı. Rian kendisi dokununca bile ağrıyordu; ama
bir şekilde Lay bir kremi üzerine sürüp hafifçe ovalayarak yedirirken Rian hiç
acı hissetmemişti. Yaralara neden Lay’in baktığı belli oluyordu.
“Sence kırık mıdır?” diye sordu Rian korkuyla.
“Kırık mı? Bilmiyorum; ama bence değil.” Dedi Lay dalgınca.
Rian biraz rahatlayarak iç çekti.
“Bunları nereden öğrendin?” dedi, “Böyle, yani…”
“Annemden. Annem doktordu.” Dedi Lay, biraz daha krem sürüp
ovalarken.
“Şimdi?” diye sordu Rian.
“İşten ayrılıp beni takıntısı haline getirdi.” Diye
gülümsedi Lay, “Zaten o yüzden bu kadar çok şey biliyorum. Eskiden okuldan
çıkınca servis beni hastaneye bırakırdı, orada oynardım. Annem işi bırakınca da
soru sormaya devam ettim. Gerçi sık yaralanan bir çocuktum, bunun da etkisi
oldu. Tecrübeli sayılırım.”
“Sayılırım, değil, bayağı tecrübelisin.” Diye kıkırdadı
Rian. Lay kremi bir kenara bırakıp ayağını sarmaya başladı.
“Teşekkür ederim.” Dedi, elastik bandajı dikkatle dolarken.
İşini bitirince başını kaldırıp Rian’a kalbinin iki kat hızlanmasına neden olan
bir gülümseme gönderdi. “Hadi seni yatıralım.”
“P-peki, tamam.” Diye kekeledi Rian, Lay onu yeniden
kucağına alırken. Bu sefer Rian çok tuhaf hissediyordu gerçi. Kalbi çılgın gibi
atmayı bir türlü bırakmıyordu ve yanaklarının gittikçe ısınmasına engel
olamıyordu. Daha önce fark etmediği onlarca şey fark ediyordu; mesela
yüzlerinin ne kadar yakın olduğu, Lay’in tişörtünden yayılan yumuşak, baş
döndürücü koku ve sıcaklığının ne kadar rahatlatıcı olduğu gibi. Yine de
sessizce Lay’e tutundu ve Rian’ın Hanna’yla paylaştığı odaya gidene kadar
mümkün olduğu kadar bakışlarını Lay’in yüzünden uzak tutmaya çalıştı.
Lay ışığı açmadan sessizce odaya girdi; ama Rian’ı yatağına
bırakmak yerine onunla birlikte uzandı.
“Hey, ne yapıyorsun?” diye fısıldadı Rian telaşla.
“Gözümü üstünden ayırmıyorum.” Diye fısıldadı Lay, Rian’ın
ayağını düzgünce yerleştirip yorganı üzerlerine çekerken.
“Ya, saçmalama! Burada mı kalacaksın?” diye fısıldadı Rian. Eğer
ışık açık olsa Lay onun ne kadar kızarmış olduğunu görebilirdi. Aslında Rian’ın
yüzü o kadar ısınmıştı ki Lay bunu hissedebiliyor bile olabilirdi.
“Böylece her ihtiyacın olduğunda yanında olurum, üstelik
benden habersiz sekmeye de kalkamazsın.” Diye mırıldandı Lay, oldukça
eğleniyormuş gibi bir hali vardı. Rian yeniden itiraz etmeye hazırlanıyordu ki Lay
parmağını dudaklarına bastırınca dut yemiş bülbüle dönüverdi.
“Şşş, şimdi uyu bakalım, yoksa Hanna uyanacak.” Dedi Lay,
biraz daha yerleşerek. Kızı hala kollarında tutuyordu ve sakat ayağını
yükseltmek için kendi bacaklarını destek olarak kullanıyordu. Bir kolu kızın
başının altındaydı, onu kendine yakın tutarak saçlarını okşuyordu. Diğeriyse yorganın
üzerindeydi, parmak uçları Rian’ın omzunu gıdıklıyordu. Rian’ın içinde her an
ölebilirmiş gibi bir his vardı. Biraz da olsa sakinleşmek için derin bir nefes
aldı.
“Hanna uyanmasın diye.” Diye söylendi fısıldayarak ve
rahatlayıp gevşemeye çalıştı. Lay’in sıcak nefesi saçlarına vururken itiraf
etmeliydi ki bu hiç kolay olmuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder