21 Temmuz 2014 Pazartesi

Başlangıç - 4

– 4 –

Üzerine ağırlık bağlanmış gibi hissettiren gözlerini açılmaya zorladı Sekyung. Başında zonklayan bir ağrı vardı ve görüşü bulanıktı, zaten etraf da karanlıktı. Gözlerini kırpıştırdı, görüntü netleşmeye başladığında tam olarak ne durumda olduğunu sonunda algıladı. Daha önce hiç görmediği birinin kucağında yatıyordu. Gencin başı önüne düşmüş uyukluyordu; arkasındaki pencereden üzerine vuran ay ışığı, saçlarının bir çeşit siyah-gümüş metal gibi parlamasına neden oluyordu. Yabancı sıcak tarçınlı çikolata gibi kokuyordu; uykusu hafifleyip başı kalktıkça Sekyung’un saçlarına dolanmış parmakları dalgınca kıpırdıyordu, sonra yeniden duruyordu ve başı yeniden yavaşça önüne düşüyordu. Sonra döngü tekrarlanıyordu. Yabancının diğer eli Sekyung’unkine dolanmıştı ve Sekyung’un göğsünde duruyordu, duruşuna bakılırsa da onu bilinçsiz olduğu süre boyunca orada tutan Sekyung’du. İşin tuhafı, şu anda bundan hiç rahatsız olmuyordu.

Kurumuş boğazı acıyarak zorla yutkundu, sonra bunun yarattığı baş ağrısıyla gözlerini sıkıca kapattı. Ağrı normale döndüğünde gözlerini yeniden açıp yabancıyı dalgınca izlemeye devam etti. Şu anda neredeydi? Nasıl kurtulmuştu, diğerleri nasıldı? Bunlar hakkında hiçbir fikri yoktu; ama Sekyung’un şu halinde bile saçma olduğunu anlayabildiği bir şekilde beynindeki en baskın soru, bu yabancının kim olduğuydu. Düşünmeden, dalgınca uzanıp yabancının saçlarına dokundu. O dokunduğu anda da yabancının uyku-uyanıklık döngüsü kırıldı ve hızlı bir nefes eşliğinde başı yükseldi, gözleri açıldı.

Sekyung yabancının uyanıp neler olduğunu hatırlamaya çalışarak kırpıştırdığı, ay ışığında büyülü bir biçimde parlayan gözlerine bakakalmıştı. Yabancı kucağındaki kızı ve kızın uyandığını sonunda fark ettiğinde, Sekyung’un ölmüş olması gerektiğini düşünmesine neden olarak gülümsedi.

“Günaydın, uyuyan güzel.” Dedi yabancı yumuşak bir sesle, Sekyung’un onunkine dolanmış elini hafifçe sıkarak. Saçlarındaki eliyse yeniden dalgınca kıpırdanmaya başlamıştı. “Nasıl hissediyorsun?”

Düşünmek zorunda kalınca Sekyung ay ışığındaki yabancının neden olduğu transından biraz da olsa çıkmayı başardı. “Başım ağrıyor ve boğazım kupkuru. Neredeyim?” dedi, haftalardır kullanılmıyormuş gibi çatlak çıkan bir sesle.

“Heyelan alanının yakınlarında bir dağ evindesin. Kazadan beri baygınsın. Üç arkadaşınla birlikte güvende olmanız için sizi buraya getirdik.” Dedi yabancı, Sekyung’un ağrıyan başının anlayabileceği kadar yavaş ve tane tane.

“Üç… diğerleri? Minwoo sungsaeng, otobüs… heyelandan kurtulamadık, otobüs devrildi, içeri toprak doluyordu.” Dedi Sekyung, doğrulmaya çalışarak. Olanları hatırlamak transından çıkmasına yardımcı olmuştu. Yabancı göğsündeki eliyle onu durdurup geri yatırdı.

“Dinlenmelisin, başını çok sert çarpmışsın. Biz sadece dört kişi bulduk kaza alanında, dördünüz de buradasınız. Kendine dikkat etmelisin, diğerleri için yapabileceğin hiçbir şey yok.” Dedi yabancı. Sözlerinde saklı anlamı duymak için Sekyung’un beyninin tam kapasite çalışması gerekmiyordu. İçinde oluşan boşluk da bunun bir kanıtıydı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve yavaşça verdi. Camların patladığını kendi gözleriyle görmüştü ve dışarıda olmayan herkes hala içeride demekti.

“Kim… kimlerle birlikte geldim?” diye sordu titrek bir sesle, alacağı cevaptan korkarak. Yabancının eli saçlarından ayrıldı ve nazikçe gözlerinin üzerine kapandı. Bir şekilde bu iyi hissettiriyordu.

“Hanna, Rian, Baekhee.” Diye saydı yabancı sessizce. Sekyung iki zıt duygunun aynı anda bu kadar yoğun hissedilebileceğini hiç düşünmemişti. Hala hayatta olanlar en yakın arkadaşları olduğu için o kadar rahatlamıştı ki gülmek istiyordu; öte yandan kurtulamamış olanların arasında onun için çok değerli olan bir çok insan vardı ve bu onun canını öyle çok yakıyordu ki hiç uyanmamış olmayı istedi bir an. Boğazından gülmeyle hıçkırma arası bir ses yükseldi, tutunacak bir şey ihtiyacıyla yabancının elini biraz daha sıktı ve dudağını ısırdı; ama şimdi bile gözyaşları yoktu. Sanki buhar olup uçmuştu hepsi. Sanki bir daha asla ağlayamayacaktı, böyle bir anda bile.

“Senin yapabileceğin hiçbir şey yoktu.” Dedi yabancı yumuşakça, Sekyung’un gözlerinin üzerindeki eli kızın ona bakmasına engel oluyordu. “Sen sadece burada olduğun için şanslısın. Derler ki hiçbir şey sonsuza kadar sürmez… onlardan sadece fazla erken ayrıldın. Ama ne kaybın, ne acın, ne de gözyaşların sonsuza dek sürecek. Güven bana, hepsi geçecek. Hepsini gözyaşlarında akıtacaksın ve bir gün hepsini unutacaksın.”

Teselli edici olması gereken sözlerle gözyaşları sonunda hala var olduğunu kanıtlasa da Sekyung bunun geçeceğini hiç sanmıyordu. Yabacıya güvenmeyi, onun haklı olmasını çok istiyordu. Bundan da çok, her şeyin bir kabus olmasını ve hastanede bir haftalık bir komadan arkadaşlarıyla dolu bir odada uyanmayı deli gibi istiyordu; ama mümkün olmayacağını biliyordu. Dudaklarından gerçek bir hıçkırık döküldü bu sefer. Yabancı, sanki bu bir işaretmiş gibi ellerini çekti, onu biraz doğrultup kollarına aldı. Sekyung yüzünü tarçınlı sıcak çikolata kokan yabancının tişörtüne sakladı, yabancı onu hafifçe sallayıp saçlarını okşayarak ağlamasına izin verirken ne kadar gözyaşı varsa akıttı. Sonunda ağlamaktan yorgun düştüğünde bile yabancı onu bırakmadı ve bir bebek gibi sallamaya devam etti, Sekyung’un gözleri bir kere dha kapanıp kız uykuya dalana kadar.

Bir üst katta Baekhee huzursuz tavşan uykusundan yüzüne düşmüş kıvırcıklarını çeken bir dokunuşla uyandı. Gelenin bir şekilde Yesung olmasını beklemişti; ne zaman kamp yapsalar veya bir okul gezisine gitseler ve eğlenceli bir şeyler olsa Yesung onun odasına sızmanın bir yolunu bulurdu. Karanlıkta Baekhee ona bakanın gerçekten Yesung olduğunu sandı; ama bu rüya bir an sonra uçup gitmiş, yerini gerçekliğe bırakmıştı. Başında Yesung’a biraz bile benzemeyen ve dün gördüğünü hatırlamadığı bir yüz vardı. Baekhee onun da muhtemelen bu evde yaşayanlardan biri olduğunu düşünebilecek kadar uyanıktı.

“Bir şey mi oldu?” dedi yorgun bir sesle.

“Hayır… uyuyamadım, iyi olduğuna emin olmak istedim.” Diye gülümsedi yatağın ucuna ilişmiş genç. Baekhee’nin kaşları havalandı; ama o aklındaki soruyu soramadan genç cevapladı. “Biliyorum, beni daha önce görmedin ve kulağa saçma bir bahane gibi geliyor; ama evimde kalan dört felaketzede yaralıyı önemserim. Ve evet, burası benim evim, aileden.”

“Baekhee.” Diye kendini tanıttı kız, soracağı başka soru bulamayınca. Genç hafifçe kıkırdadı. “Neye gülüyorsun, komik bir adım mı var?”

“Hayır, sadece, benim adım da Baekhyun.” Dedi genç. “Gecenin bir yarısı uyandırdığım için üzgünüm, bu arada. Oldukça huzursuz göründün, ateşine bakmak istemiştim.”

“Önemli değil.” Dedi Baekhee, yatağında tamamen doğrularak. “Tahmin edersin ki her şeyden sonra pek mükemmel hissetmiyorum. Kabus görüyordum.”

“Uyandırdığım iyi olmuş o zaman?” diye sordu Baekhyun.

“Öyle de denebilir.” Diye iç çekti Baekhee. “Uyumakta da fazlasıyla zorlanıyorum zaten.”

“İstersen yanında kalabilirim, belki biraz daha iyi hisseder, uyursun.” Dedi Baekhyun, fazla ileri gitmemeye dikkat eder bir şekilde. Baekhee omuz silkti.

“Hepsi aynı kapıya çıkar.” Dedi kız. Baekhyun başını iki yana salladı.

“Bir yabancı da olsa, yanında güvenebileceğin biri varsa daha kolay gevşer, daha huzurlu uyursun. Psikologlar en azından böyle diyor. Bende insomni var da. Bayağı doktora gitmiştim bu yüzden.” Diye açıkladı Baekhyun. Baekhee başını yavaşça salladı.

“Peki o zaman, eğer işe yarayacaksa.” Diye omuz silkti yeniden kız, “Büyünü yap ve uyut beni bakalım.”
Baekhyun kıkırdadı ve Baekhee’nin yanına rahatça yerleşti bu kez. Sonra hafifçe yanını patpatladı, Baekhee de yeniden uzandı. Baekhyun kızın saçından bir tutamı parmağına dolayıp oynamaya başladı. “Aslında yakın olunca daha çok işe yarıyor; ama daha yeni tanıştığımızı düşünürsek abartmamak lazım.”

“Sen de böyle biriyle mi uyuyorsun hep?” dedi Baekhee merakla.

“Ben kim benimle uyumayı kabul ederse onunla uyurum. Çoğu tek başına uyumak istiyor; ama Chanyeol genelde uyuyamadım, diye yanına gittiğimde bana kıyamıyor.” Diye güldü Baekhyun, “Yani arkadaşlarımla birlikte uyumaya alışkınım. Rahat olabilirsin.”

“Bana bak, beni yemiyorsun sen değil mi?” diye sordu Baekhee pat diye. Baekhyun bakakaldı.

“Tamam ya, bu kadar rahatsız olacaksan giderim, iyilik yapmak istemiştim.” Diye hareketlendi; Baekhee onu pijamasından yakalayıp durdurdu.

“Üzgünüm! Üzgünüm, özür dilerim; etrafımdaki insanlar patavatsızlıklarıma alışıktır, unutmuşum, saçmaladım, biliyorum, haklısın.” Dedi Baekhee hızlıca. Baekhyun yine bakakalmıştı, sonra gülüp yeniden yerine yerleşti.

“Galiba hayatı uçlarda yaşayan biriyle karşı karşıyayım.” Dedi, “Bak, tanımadığın bir yerde her şeye şüpheyle yaklaşmanı anlıyorum; ama kötü niyetli biri olsa bu evde, zaten belli etmişti. Sadece size yardımcı olmaya çalışıyoruz. Hatta şöyle yapalım, şu andan itibaren beni dedenmişim gibi düşün.”

“Dedem mi?” diye güldü Baekhee, inanamazlıkla Baekhyun’a bakarak. “İnanamıyorum, burada benden tuhaf biri varmış.”

“Kabul et, abiden daha rahatlatıcı bir düşünce.” Diye sırıttı Baekhyun.

“Eh…” dedi Baekhee sırıtarak, Baekhyun yeniden saçıyla oynamaya başlarken. Saçma bir fikir olsa da işe yaradığını kabul etmek zorundaydı. Özellikle genci kocaman beyaz bir sakal ve cam gibi parlayan bir kel kafayla hayal etmek oldukça eğlenceli olmuştu.

“Güneş açmadan biraz daha uyu, hadi.” Dedi Baekhyun, yerine iyice yerleşirken. Baekhee de onu taklit etti ve yerleşip gözlerini kapadı. Baekhyun haklıydı, biri yanında saçlarıyla oynarken uyumak daha kolay oluyordu.

Baekhee uyumaya çalışırken yan odada Rian, ayağının ağrısı yüzünden inleyerek uyandı. Her yanlış dönüşünde keskin bir acı yayıyordu, hatta dönmese bile durduğu yerde zonkluyordu meret. Yanındaki yatağa, ona dönük uyumakta olan Hanna’ya baktı. Böyle bir şey olursa diye onunla yatıyordu; ama şimdi kızın gözlerinin etrafındaki mor halkalara bakınca uyandırmaya kıyamamıştı Rian. Zaten ne yapacaktı ki, hokus pokus yapıp ağrısını geçirecek hali yoktu ya!

Bir süre tekrar uyumaya çalıştıktan sonra pes edip kalktı Rian. Ayağını yataktan sarkıttı ve çok dikkatle ayağa kalktı. Üzerine basamıyordu; ama sekerek ilerlemeyi biliyordu sonuçta. Deneme maiyetinde yatağa tutunarak birkaç kez sıçradı, tek ayakla yeterince dengeli olduğuna karar verince dizini büküp sakat ayağını yerden güvenli bir uzaklığa çekti, sonra kapıya doğru sıçramaya başladı. Hedefe varınca duvara tutunup nefeslendi, sonra sessizce kapıyı açıp dışarı sekti ve aynı dikkatle kapıyı geri kapattı.

Koridorun ışıkları kapalıydı ve odadan daha karanlıktı. Rian’ın tek istediği banyoya ulaşmaktı; orada bir ecza dolabı gördüğünü hatırlıyordu, orada bir ağrı kesici bulabilse muhtemelen daha rahat uyurdu. Duvara tutunarak koridorun banyonun olduğunu hatırladığı ucuna doğru sekti. Duvarda beklenmedik bir boşluğa denk gelince küçük bir ciyaklama eşliğinde kapı boşluğu olduğunu çok geç fark ettiği alana doğru gürültüyle devrildi. Kapıdan destek alarak düşmeden doğrulmaya çalışıyordu ki kapı hızla açıldı ve Rian dengesini tekrar kaybetti. Bu sefer kapıdan daha yumuşak bir şeye çarpıp tutundu; ama tutunduğu şey de pek sağlam sayılmazdı, yere düşmekten kurtulamadı. Bir an sonra odanın ışığı açıldığındaysa rezilliğin gerçek boyutları aydınlanmış oldu.

Işık düğmesine basan, yatağında şaşkınca olayı izlemekte olan yabancı bir yüzdü, Rian’ın çarptığı cisim bir insandı, tutunduğu şey bu insanın pijamasıydı ve şu anda Rian’la birlikte yerdeydi. Telaşla tutunduğu insandan uzaklaşıp başını çevirdi Rian.

“Özür dilerim, çok özür dilerim, çok çok çok üzgünüm, gerçekten!” dedi, kıpkırmızı bir yüzle. Şu anda bir domatesle yan yana konsa domates ondan daha açık bir kırmızı kalabilirdi.

“Önemli değil, sen iyi misin?” dedi Lay’in sesi telaşla. Harika, üstelik Lay’in üstüne düşmüştü! Gerçekten mükemmel. Yanakları hafif pembe olsa da endişeli yüzü görüş alanına girince Rian oturduğu yerde sıçrayıp gözlerini kaçırdı.

“İyiyim, evet, bir şeyim yok, ben, banyoya gidiyordum.” Demeyi başardı. Lay’in güldüğünü duyunca, eğer böyle bir şey mümkünse daha da kızardı.

“Kıpkırmızı oldun! Bana bakar mısın bir?” dedi Lay. Rian göz ucuyla ona dönüp bakmaya kendini zorladı.

“Efendim..?” dedi zayıf ve tiz bir sesle.

“Sorun yok, tamam mı?” dedi Lay tatlı bir gülümsemeyle, “Önemli değil, gerçekten. Sen banyoya gideceksen neden Hanna’ya haber vermedin?”

“Uyandırmayayım, dedim. O da çok yorgun ve ben sekebiliyorum.” Dedi Rian.

“Evet, kesinlikle. Eğer düştüğün kadar iyi sekebiliyorsan sana güvenirim.” Diye güldü Lay. Soğumaya başlayan yanaklarının yeniden ısındığını hissetti Rian.

“Hey, eğer o kadar karanlık olmasa düşmezdim!” diye itiraz etti. Lay iç çekip gülümseyerek ona baktı.

“İnatçı. Bir saniye gözümü üstünden ayırıyorum, hemen kendine bir şeyler yapıyorsun. Tamam, o zaman ben de bir saniye bile gözümü ayırmam.” Dedi Lay.

“Ne?” diyecek oldu Rian; ama Lay çoktan onu ufak bir ciyaklama eşliğinde belki de milyonuncu kez kucağına almıştı bile. Rian artık içgüdüsel bir hale gelmiş bir biçimde Lay’in boynuna kollarını dolayarak tutundu. “N-ne yapıyorsun?”

“Banyo, demiştin, değil mi?” dedi Lay odadan çıkarken.

“Aslında, ağrı kesici lazım. Ayağım için.” Dedi Rian. Lay durup yüzüne baktı – Rian için fazla yakın mesafeden.

“Neden söylemedin? Onlar mutfakta, dolabın içinde.” Dedi Lay, yön değiştirdi ve rahatça merdivenlerden aşağı inip kızı mutfaktaki yüksek bar taburelerinden birine oturttu. Dolabı açıp bir ilaç çıkardı, biraz su doldurdu ve Rian’a verdi.

“Teşekkürler.” Dedi Rian, hapı ve suyu alıp çabucak yutarken. Bu sırada Lay eğilip ayağındaki sargıları açmaya başlamıştı. Ayağı hala aynıydı; şiş, mor ve ağrılı. Rian kendisi dokununca bile ağrıyordu; ama bir şekilde Lay bir kremi üzerine sürüp hafifçe ovalayarak yedirirken Rian hiç acı hissetmemişti. Yaralara neden Lay’in baktığı belli oluyordu.

“Sence kırık mıdır?” diye sordu Rian korkuyla.

“Kırık mı? Bilmiyorum; ama bence değil.” Dedi Lay dalgınca. Rian biraz rahatlayarak iç çekti.

“Bunları nereden öğrendin?” dedi, “Böyle, yani…”

“Annemden. Annem doktordu.” Dedi Lay, biraz daha krem sürüp ovalarken.

“Şimdi?” diye sordu Rian.

“İşten ayrılıp beni takıntısı haline getirdi.” Diye gülümsedi Lay, “Zaten o yüzden bu kadar çok şey biliyorum. Eskiden okuldan çıkınca servis beni hastaneye bırakırdı, orada oynardım. Annem işi bırakınca da soru sormaya devam ettim. Gerçi sık yaralanan bir çocuktum, bunun da etkisi oldu. Tecrübeli sayılırım.”

“Sayılırım, değil, bayağı tecrübelisin.” Diye kıkırdadı Rian. Lay kremi bir kenara bırakıp ayağını sarmaya başladı.

“Teşekkür ederim.” Dedi, elastik bandajı dikkatle dolarken. İşini bitirince başını kaldırıp Rian’a kalbinin iki kat hızlanmasına neden olan bir gülümseme gönderdi. “Hadi seni yatıralım.”

“P-peki, tamam.” Diye kekeledi Rian, Lay onu yeniden kucağına alırken. Bu sefer Rian çok tuhaf hissediyordu gerçi. Kalbi çılgın gibi atmayı bir türlü bırakmıyordu ve yanaklarının gittikçe ısınmasına engel olamıyordu. Daha önce fark etmediği onlarca şey fark ediyordu; mesela yüzlerinin ne kadar yakın olduğu, Lay’in tişörtünden yayılan yumuşak, baş döndürücü koku ve sıcaklığının ne kadar rahatlatıcı olduğu gibi. Yine de sessizce Lay’e tutundu ve Rian’ın Hanna’yla paylaştığı odaya gidene kadar mümkün olduğu kadar bakışlarını Lay’in yüzünden uzak tutmaya çalıştı.

Lay ışığı açmadan sessizce odaya girdi; ama Rian’ı yatağına bırakmak yerine onunla birlikte uzandı.

“Hey, ne yapıyorsun?” diye fısıldadı Rian telaşla.

“Gözümü üstünden ayırmıyorum.” Diye fısıldadı Lay, Rian’ın ayağını düzgünce yerleştirip yorganı üzerlerine çekerken.

“Ya, saçmalama! Burada mı kalacaksın?” diye fısıldadı Rian. Eğer ışık açık olsa Lay onun ne kadar kızarmış olduğunu görebilirdi. Aslında Rian’ın yüzü o kadar ısınmıştı ki Lay bunu hissedebiliyor bile olabilirdi.

“Böylece her ihtiyacın olduğunda yanında olurum, üstelik benden habersiz sekmeye de kalkamazsın.” Diye mırıldandı Lay, oldukça eğleniyormuş gibi bir hali vardı. Rian yeniden itiraz etmeye hazırlanıyordu ki Lay parmağını dudaklarına bastırınca dut yemiş bülbüle dönüverdi.

“Şşş, şimdi uyu bakalım, yoksa Hanna uyanacak.” Dedi Lay, biraz daha yerleşerek. Kızı hala kollarında tutuyordu ve sakat ayağını yükseltmek için kendi bacaklarını destek olarak kullanıyordu. Bir kolu kızın başının altındaydı, onu kendine yakın tutarak saçlarını okşuyordu. Diğeriyse yorganın üzerindeydi, parmak uçları Rian’ın omzunu gıdıklıyordu. Rian’ın içinde her an ölebilirmiş gibi bir his vardı. Biraz da olsa sakinleşmek için derin bir nefes aldı.


“Hanna uyanmasın diye.” Diye söylendi fısıldayarak ve rahatlayıp gevşemeye çalıştı. Lay’in sıcak nefesi saçlarına vururken itiraf etmeliydi ki bu hiç kolay olmuyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder