23 Temmuz 2014 Çarşamba

Başlangıç - 5

– 5 –

Esnedi, gerindi ve gözlerini kırpıştırıp açtı Hanna. Biraz kabuslu ve huzursuz da olsa beklediğinden daha iyi bir uyku çekmişti, kendini oldukça iyi hissediyordu. Pencereden vuran tatlı sabah güneşi ve kuş cıvıltıları eşliğinde biraz daha gerindi, yatağında debelendi, döndü, esnedi, uykuyla uyanıklık arasındaki o harika yerde gezindi. Arada bir gözlerini biraz aralayıp açık yeşil ve yaprak desenli tül perdelerin arasından süzülen tatlı sabah güneşinin gözlerine vurup onu uyandırmasına izin veriyordu, ta ki yan tarafında Rian’ın yatağında olması gerekenin iki katı bir kabarıklık ve yabancı bir kafa görene kadar.

“Rian?” diye seslendi Hanna doğrularak. Yataktaki kabarıklık kıpırdandı, sonra yabancı kafanın arkasından darmadağın ve uykulu bir Rian çıktı.

“Efendim… sabah ne zaman oldu yahu?” dedi kız, uyku mahmurluğundan zor anlaşılan bir sesle, sonra yabancıyı dürtmeye başladı. “Lay… Lay kalk hadi, sabah olmuş.”


“Gece onunla mı yattın?” dedi Hanna, ufak çaplı bir şok geçirerek. O uyuduğunda çocuğun ruhu bile yoktu burada! Hanna kolay uyanan bir insandı üstelik. Ne ara buraya gelmişti bu çocuk? Lay homurdanıp Rian’ın beline kolunu attı ve kızı yeniden aşağı çekti.

“Beş dakika daha anne… çok güzel bir rüya görüyordum, yanımda çok güzel bir kız vardı…” diye mırıltıyla iç çekme arası bir ses çıkardı Lay, Rian’a bir peluşmuş veya yastıkmış gibi sokularak. Kızın gözlerinin fal taşı gibi açılıp sonra yanaklarının kızardığını ve telaşla etrafa bakındığını gören Hanna, gök gürültüsüne yakın bir sesle öksürüp boğazını temizledi.

“Lay, ben senin annen de yastığın da değilim; ama sen birazdan oldukça ölü bir adam olabilirsin.” Dedi Rian uyarırcasına. Lay başını kaldırıp gözlerini açtı. Birkaç santim ötesinde Rian’ın pembeleşmiş yüzü ve karşı yatakta onlara öldürecekmiş gibi bakan bir Hanna vardı. Yerinden sıçrayıp Rian’dan uzaklaşarak doğruldu. Hanna çocuğun telaşına gözlerini devirdi.

“Yakalanmaktan bu kadar korkacaksanız böyle şeyler yapmayın, demedi mi anneniz size?” diye azarladı ona korkuyla bakmakta olan ikiliyi.

“Vallahi benim bir suçum yok! Gece seni uyandırmamak için itiraz edemedim, yani ondan!” dedi Rian.

“Sadece gece bir şeye ihtiyacı olursa diye, seni uyandırmak istemiyor, diye.” Diye manyak gibi başını yukarı aşağı salladı Lay.

“Birincisi, bir şeye ihtiyacın olursa diye benimle uyuyorsun zaten Rian. İkincisi; bu iş için beraber yatmanız gerekmiyordu!” diye haşladı Hanna, sonra karşısındaki ikilinin birbirinin aynı olan telaşlı ifadelerine bakıp iç çekti ve parmaklarını dramatik bir biçimde alnına bastırdı. “Of, başımı ağrıtıyorsunuz, üstelik bu kadar güzel bir sabahta! Lay, hoşt canım.”

Hanna elini bir diva gibi sallarken Lay ışık hızıyla yataktan çıkıp arkasında bir toz bulutu bile bırakmadan odadan tüyüverdi. Rian bunun üzerine endişeyle yataktan çıkıp Hanna’ya doğru ustaca sekti.

“Ne yapıyorsun sen? Bu kadar kaba olmak zorunda mısın?” dedi Rian.

“Asıl sen ne yapıyorsun? Hayatımızı kurtarmış da olsalar onları sadece bir gündür tanıyorsun! Nasıl seninle uyumasına izin verirsin?!” diye haşladı arkadaşını Hanna. Rian sanki bu gerçeği unutmuş gibi irkildi.

“Lay iyi biri, Hanna!” diye savundu kız, “Bana hiçbir şey yapmadı, tamam mı?”

“Ödü kopmuş gibi tüymesinden yeterince edepli olduğunu anlayabiliyorum, sağ ol.” Diye gözlerini devirdi Hanna, “Benim kızdığım senin bu kadar savunmasız olman. İyi biri olmayabilirdi. Beni uyandırmalıydın!”

“Üzgünüm, ama ne kadar yorgun göründüğün hakkında bir fikrin var mı?” dedi Rian, parmağını neredeyse kızın gözüne sokarak, “Gözlerin mosmor. Senin gözlerin. Senin gözlerin asla morarmaz.”

“Saçmalama, tabii ki morarır!” diye geçiştirdi Hanna, geri çekilerek.

“Hayır, morarmaz. Senin için endişeleniyorum, ne var bunda yani? Üstelik bunlar iyi insanlar Hanna, sakinleş biraz.” Dedi Rian, ellerini arkadaşının omuzlarına koyarak. Bunu çok beceriksizce gösteriyor olabilirdi; ama Hanna’nın bu şekilde davranmasının tek nedeni, arkadaşlarını önemsemesiydi. Zaten bunu fark edip değerini bildikleri için diğer üçü Hanna’yla bu kadar yakınlardı. Hanna iç çekti.

“Tamam, peki, sen kazandın. Baekhee’yi de uyandırıp kahvaltı hazırlayalım.” Dedi Hanna ve arkasından seken arkadaşına, çok yardıma ihtiyacı olmasa da, yardım ederek kapıya gitti. Koridorun ucunda dönelemekte olan Lay onu görünce sindi; Hanna da ona kötü bir bakış göndermeyi ihmal etmese de Rian’ın ona doğru sekmeye başlamasına izin verip Baekhee’nin odasına yöneldi.

“Hey, uzaylı, kalkma vak-…” kapıyı açıp içeri dalmıştı ki gördüğü sahneyle tekrar donakaldı Hanna. Baekhee’in yatağında tamamen yabancı biri vardı. Çocuk bir kolunu yerinden kaymış olan yastığın altına sokmuştu, diğer eliyse Baekhee’den biraz yukarıda, yataktaydı. Çocuk yarı yan yatıyordu ve Baekhee onun karnını yastık niyetine kullanmaktaydı. Hanna’nın cinleri yine tepesine çıkmıştı. Kapıyı hızla kapatıp onlara doğru ilerledi.

BYUN BAEKHEE, DERHAL UYAN VE ORADAN KALK!” diye bağırdı Hanna; ama bu korkunç sesin tek etkisi, yataktaki yabancının uyanıp sırtüstü dönmesinden ibaret olmuştu. Çocuk homurdanıp Baekhee’yi omzundan dürttü.

“Hey, sanırım sana bir çığırtkan var.” Dedi çocuk. Baekhee uyanıp daha açamadığı şiş gözlerle sersem sersem sağa sola bakmaya çalıştı.

“Çığırtkan mı? Hogwarts’tan mı? Derse geç kalmak istememiştim, lütfen beni Şamarcı Söğüt’e yollamayın!” dedi kız, çocuğun durumun saçmalığına yavşak yavşak gülmesine neden olarak. Bu kadar kızgın olmasa ve kızgın kalması gerekmese Hanna da aynı şekilde gülerdi.

“Hayır, salak, bir arkadaşın sinir krizi geçiriyor.” Dedi yabancı.

“Bu nasıl bir pişkinlik ya?!” diye isyan etti Hanna, Baekhee sonunda odadaki gürültünün kaynağını algılamayı başarırken.

“Aaa, Hanna, sen miydin…” dedi kız bariz bir hayal kırıklığıyla, sonra olduğu yerde rahatını hiç bozmadan tek eliyle gözünü ovuşturmaya başladı. Diğer eliyle de yabancıyı işaret etti. “Tanıştırayım, Baekhyun, yeni büyükbabam. Harabeoji, hayatımın aşkı Hanna’ya merhaba de.”

“Merhaba sevgili gelinim.” Diye sırıtıp el salladı Baekhyun.

“Gördün mü, Hanna, seni gerçekten aldatmıyorum.” Dedi Baekhee ve Hanna’dan hatırı sayılır bir tekme yiyerek yataktan yuvarlandı.

“Dalga geçiyor gibi mi görünüyorum sana?!” dedi Hanna, çileden çıkmış bir biçimde. Ayağı hala yatağın üzerinde havada duruyordu.

“Dünyadaki bütün kutsal kitaplar ve domuz pastırmaları üzerine yemin ederim ki hiçbir şey görmüyorum!” diyen Baekhyun’un sesiyle ona döndü Hanna. Çocuk yatakta, ayağının hemen altında sinmiş, iki eliyle de gözlerini sıkıca kapatmıştı. Hanna tam o anda üzerindeki uzun elbiseyle bu pozisyona girebilmesi için eteğini yırtmış veya kalçasına kadar toplamış olması gerektiğini fark etti – ki o sinirle sırf Baekhee’ye bir tekme indirmek için eteğini toplamış olması, onun kulvarındaki biri için hiç şaşırtıcı değildi. Çabucak ayağını indirmekle çocuğa da bir tekme geçirmek arasında kalmıştı, uslu bir kız olmayı seçip ilkini yaptı.

“Sen kimsin ve burada ne arıyorsun?” dedi toparlanınca.

“Söyledi ya, benim adım Baekhyun; onun yeni dedesiyim!” dedi çocuk.

“Dalga geçmeyi keser misin?” dedi Hanna ve çocuğun kafasının altındaki yastığı hızla çekip kafasına vurdu.

“Ya! Tamam, ciddiyim, benim adım gerçekten Baekhyun, ben de burada kalanlardan biriyim, hatta ev benim ailemi ve cidden kötü hiçbir şey düşünmüyorum!” dedi Baekhyun telaşla, sonra daha zayıf bir sesle sordu, “Şimdi, gözlerimi açabilir miyim?”

“Açabilirsin, harabeoji.” Dedi Baekhee, Hanna çocuğun haliyle eğlenirken. Düştüğü yerde oturmuş, kollarını yatağın üzerine koymuştu.

“Sağ ol.” Diye gevşeyip ellerini gözlerinden çekti çocuk.

“Baekhee, en azından senin mantıklı biri olduğunu sanıyordum. Bu insanı dün görmedin bile!” dedi Hanna.

“Gece tanıştık işte, yetmez mi?” dedi Baekhee esneyerek. Baekhyun parmağını şaklatıp kıza doğrulttu.

“Ben de onu diyorum işte!” dedi çocuk. Hanna homurdanıp elini sertçe alnına vurdu ve bastırarak yüzünden aşağı çekti.

“Tanrım, lütfen bir söyler misin, benim günahım neydi?” dedi tavana bakarak, gerçekten biriyle konuşur gibi, sonra dönüp ikiliye baktı. “Bu neyin kafası, bilmiyorum ki!” diye homurdandı ve ayaklarını yere vura vura odadan çıktı. Rian muhtemelen banyolardan birindeydi; Hanna da kendini diğer banyoya kilitleyip yüzünü yıkadı. Yeterince sakinleştiğine kanaat getirdikten sonra sabah ritüelini hızlıca halletti ve banyodan onun için rekor sayılabilecek bir sürede çıktı. Biraz su almak için mutfağa yöneldi. Ne yazık ki merdiven salona açılıyordu ve orada gördüğü manzarayla kan yeniden beynine sıçramıştı Hanna’nın. Dün Sekyung onu bırakmadı diye onun başucunda oturan Chen, şimdi zavallı bilinçsiz kızla kucak kucağa yatıyordu! Hızla yanına gidip omzuna sertçe vurdu çocuğun.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen ha?! Bırak kızı çabuk! Seni pis- adi- herif- dün anlamalıydım! Dün o ilacı verdiğinde anlamalıydım!” diye bağırarak pataklıyordu Hanna, neye uğradığını anlamadan kendini savunmaya çalışan Chen’i.

“Y-ya- dur- neden bahse- AH! Ya, bu acıttı!!” dedi Chen, kafasını kollarıyla korumaya çalışırken.

“Ne olu… ne? Hanna, dur!” diye olaya müdahale etti Sekyung, olayı kavradığı anda. Onun uyandığını görünce Hanna Chen’le ilgili öfkesini anında unutmuştu, arkadaşının yüzünü ellerinin arasına aldı.

“Sekyung! Uyanmışsın, Tanrım, çok mutluyum! İyi misin? Kim olduğunu biliyor musun? Benim kim olduğumu biliyor musun? Bu kaç?” dedi Hanna, telaşla iki parmağını göstererek. Sekyung onu iterek uzaklaştırdı.

“Roma rakamıyla beş ve sen beyin sarsıntısı yaşatmadan önce gayet iyiydim!” dedi Sekyung gülerek.

“Ödümü kopardın, beyinsiz!” dedi Hanna, rahatlamış bir biçimde derin bir nefes vererek. “Gerçekten çok korktum!”

“Dün gece uyandım.” Diye itiraf etti Sekyung. Hanna’nın gözleri irileşti.

“Ve bana haber vermedin mi?!” diye suçlayıcı gözlerle Chen’e döndü Hanna.

“Dinlenmeniz gerekir, diye…” dedi Chen sessizce. Hanna inanamazlıkla kollarını iki yana açtı.

“Ne kıymetli uykuymuş bu ya! Tanrım, şaka değil mi bu? Şaka, değil mi?” dedi yine tavanda olmayan biriyle konuşarak, sonra salona döndü, “Neden kimse önemli şeyleri gelip bana anlatma zahmetine katlanmıyor?!” diye isyan etti kız, sonra pes ederek iç çekti, kimse cevap veremeden yeniden Sekyung’a döndü. “Olanların ne kadarını biliyorsun?”

“Dün hepsini anlattı…” dedi Sekyung, gözlerini kaçırıp başıyla Chen’i işaret ederek. Çocuk başıyla onayladı. Sekyung’un yüzündeki ifade, Hanna’nın sabah onları bulduğu pozisyonu da açıklıyordu; muhtemelen Chen’in onu uyuyana kadar omzunda ağlatması gerekmişti. Yani aslında arkadaşına destek olduğu için Chen’e bir teşekkür borçlu sayılırdı. Bunun hatırına sabah yaşattıkları neredeyse gerçek kalp krizini affederek kendini koltuğa bıraktı ve ofladı.

“Ne oluyor burada?” diye merdivenlerden Chanyeol indi; arkasında Luhan, Xiumin, Lay’in kucağında Rian, Baekhyun… evet, galiba bütün ev ahalisi vardı.

“Sekyung!” diye ışıdı Baekhee ve mutlulukla hepsinden önce aşağı koşarak arkadaşıyla ilgilenmeye başladı. Lay de çabucak Rian’ı getirip yanlarına bıraktı. Baekhyun’sa gidip Hanna’nın karşısına dikildi.

“Arkadaşın uyanmış, sen niye somurtuyorsun?” diye sordu çocuk, pat diye. Hanna burnundan bir nefes verip ona baktı.

“Kimse zahmet edip bir şey söylemiyor da! Üvey evlatmışım çünkü ben.” Diye söylendi Hanna somurtarak.

“Ben de!” diye mızıldanarak kendini kızın yanındaki koltuğa attı Luhan.

“Bir uyanıyorum, üçünün yanında da birisi! Üçü de almış yanına birer prens, oh! Mis gibi hayat!” diye söylenmeye devam etti Hanna. Tabii ki artık hiç ciddi değildi; ama eğleniyordu böyle.

“Niye şikayet ediyorsun ki? Onların prensi bir tane, senin içinden seçeceğin bir haremin var.” Diye sırıtarak kollarını iki yana açtı Baekhyun, bariz bir biçimde Hanna’nın oyununa eşlik ediyordu.

“İstediğimi seçebilir miyim?” diye abartılı bir şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı Hanna. Baekhyun daha da geniş bir sırıtışla başını salladı. “Haha, kimi seçsem acaba…”

“Beni seç, beni seç, ben olurum!” diye atladı Luhan, iki elini birden havada sallayarak.

“Tamam, sen ol.” Diye güldü Hanna, Luhan’ın bir zafer nidasıyla üzerine atlamasına izin vererek. Sekyung ve çevresindeki insanlar şaşkınlıkla onları izliyorlardı. Onunla göz göze geldiğinde Rian Hanna’ya tek kaşını kaldırdı. Hanna gülmeyi kesmeden omuz silkti. “Ne var? Siz yaparsınız da ben yapamaz mıyım?”

“Kahvaltı hazır, gençler.” Diye mutfaktan gelen sesle hepsi birden o tarafa döndü. Mutfak kapısından küçük bir havluya ellerini kurulamakta olan D.O. göründü. “Bahçeye hazırladım, hava çok güzel. Hadi, yüzünü yıkayan dışarı.”

“Peki, anne.” Diye gözlerini devirip bahçeye çıkan kapıya yöneldi Baekhyun.

“Her zamanki gibi, tam zamanında.” Dedi tanımadıkları yüzlerden biri.

“Sen kimsin?” diye pat diye soran, tabii ki Baekhee olmuştu.

“Suho, adım bu.” Diye gülümsedi genç, kapıdan çıkmadan önce.

“Ya da, babacık. D.O. da annecik. Ama Kai’yle D.O. bir çift. Bu evde inanılmaz entrikalar dönüyor.” Diye sırıttı Chen ayağa kalkarken. D.O. ona dönüp yüzünü ekşitti.

“Sahi, Kai yok. Kris’le Tao da yok.” Dedi Luhan, yeni fark etmiş gibi.

“Rian’ı masaya götüreceğim.” Dedi Lay anında.

“Ben de Sekyung’a eşlik etmeliyim, malum, kafa travması…” dedi Chen, hemen ardından.  Daha Luhan o tarafa dönemeden Sehun’la Xiumin kapıdan sıvışmıştı bile.

“Ben de D.O.’ya yardım etmeliyim.” Diye mutfağa sıvıştı Chanyeol. Luhan’ın onu takip eden bakışları D.O.’ya döndü; ama o başını çevirmekle yetindi.

“Hiç bana bakma, aşçı benim.”

“Hadi ama çocuklar, Tao’yla Kris’i ben alırım!” dedi Luhan umutsuzca. Hanna’yla Baekhee göz göze geldiler, sonunda Baekhee omuz silkti.

“Kai’nin odası nerede?” dedi Baekhee, Luhan’ın ona bir melekmiş gibi bakmasına neden olarak.

“Sağdan üçüncü kapı, bu katta.” Dedi D.O., mutfağa dönmeden önce. Luhan onaylayarak başını salladı, Baekhee de oturduğu yerden kalkıp tarif edilen kapıya doğru gitmeye başladı. Bu kadar korkunç olan ne olabilirdi ki? Hepi topu birini uyandırması gerekiyordu; ama herkes kaçıyordu. Herhalde bu çocuk uyurken bir canavara falan dönüşmüyordu ya! Kapıyı açıp içeri girince darmadağın bir odayla veya çıplak yatan bir figürle karşılaşacağını falan düşünmüştü; ama gayet normal bir odaya girdi ve gayet normal bir biçimde pijamasıyla uyuyan bir Kai’yle karşılaştı. Uyurken yastığını kucaklamış, bir bacağını da yorganın üzerine atmıştı. Pijamasının üstü sıyrılmış, karnı görünüyordu. Saçları darmadağın biçimde yastığa yayılmış ve yüzü uykudan şişmişti.

“Kai?” diye seslendi Baekhee önce. Tepki alamayınca muhtemelen bu yüzden herkesin bu işten kaçtığını düşünerek gencin yanına gitti. Omzuna dokunup hafifçe sarstı. “Kaaiiii, uyan ve parla, sevgilin kahvaltı hazırlamış!”

Sooyeon…” diye sayıklayıp Baekhee’yi kolundan yakalayarak yatağa çekti Kai ve ona sarılıp uyumaya aynen devam etti. Baekhee gözlerini kırpıştırıp az önce olanı anlamlandırmak için birkaç saniye harcadı, sonra ellerini Kai’nin göğsüne koyup sertçe iterek kendini kurtardı.

“Kai, hadi, uyan!” diye sarstı yeniden Kai’yi. Kai bu sefer inleyip kafasını yastığın altına gömdü.

“Beş dakikacık daha…”

“E hadi kalk ama, kahvaltı hazır!” dedi Baekhee, bir daha sarsarak. Kai onu yeniden yakalayıp aşağı çekti ve bu sefer ona doğru sokuldu.

“Aşkım, lütfen…” dedi Kai uykusunda yeniden, bu sefer derin ve baştan çıkarıcı bir sesle sayıklayarak. Ama Baekhee tepki bile veremeden Kai’nin onu tutan kolları ondan ayrılmış, başka biri onu tutup doğrultmuş ve Kai’yi tekmeleyerek yataktan düşürmüştü. Baekhee bu sahneyi daha önce de yaşadığı hissine kapıldı bir an.

“Dokunaçlarını kızın üzerinden çek, lanet sapık!” dedi Sehun’un sesi Baekhee’nin tepesinden. Kai yere çarptığı anda korkuyla sıçrayıp sağa sola bakındı.

“N-ne? Ne oluyor?” dedi telaşla.

“Ne olacak, yine uykunda millete sarkıyorsun!” dedi Sehun bıkkınca. Baekhee başını kaldırdığında Sehun’un ona döndüğünü gördü, yüzünde yine o maske gibi ifade ve biraz da bıkkınlık vardı. “Seni bunu uyandırmaya göndermek hangi sivri zekalının fikriydi, gerçekten?”

“Benim fikrimdi.” Dedi Baekhee dürüstçe.

“Kimse seni durdurmadı mı?” dedi Kai şaşkınca. Baekhee başını iki yana salladı, Kai’nin yüzünde alaycı bir yarım sırıtış belirdi. “Vay be.”

“Düşünme bile.” Dedi Sehun, yataktan aldığı yastığı Kai’nin kafasına fırlattı, Kai gülerek siper aldı. O saklanırken Sehun da Baekhee’yi kolayca yataktan alıp yere bıraktı. “Sen de git hadi, bir daha da uyuyan ejderhayı uyandırmaya kalkma.”

“Uyuyan ejderha…” dedi Kai ve küçük çaplı bir gülme krizine girdi. Bunun üzerine Sehun’dan bir yastık daha yedi.

“Sana düşünme bile, dedim!” dedi Sehun, Kai’yi daha da çok güldürerek. Sonra gözlerini devirip Baekhee’ye döndü.

“Bak, bu çocuk manyak, tamam mı? Sen canını kurtar ve kahvaltıya git, hadi.”

“Burası oldukça eğlenceli duruyor, halbuki.” Dedi Baekhee sırıtarak; bu ortamda gülmeden durmak imkansızdı.

“Bak, tatlım, anlayamadın galiba. Çocuk manyak, diyorum sana.” Dedi Sehun. Kai yattığı yerden sırıtarak başıyla onayladı.

“Belli. Her sabah böyle uğraşır mısınız?” dedi Baekhee.

“Hem de her sabah. Onu uyandıran herkese sarkıyor. Bir keresinde D.O.’yu öpmeye kalktı, gözlerimle gördüm. Yanına yaklaşırsan, dokunaçlarını sana bir doladı mı, işin biter. En güvenli yolu tekmeleyip düşürerek uyandırmak.” Dedi Sehun.

“Bir de sen her sabah düşerek uyanmayı dene!” diye çıkıştı Kai, sonra iç çekip hayıflandı, “Bir sabah da öperek uyandırın be!”


İğrenç!” dedi Sehun; karnını tutarak gülmekte olan Baekhee’yi dışarı doğru itti, “Sana daha fazla maruz kalamayacağım, çakma ahtapot bozuntusu. Gidelim, tatlım!” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder