"Mutlu yıllar sana! Mutlu yıllar sana! Mutlu yıllar tatlı Yoojin, mutlu yıllar sana! Şimdi bir dilek tut?"
"Dileğim şu, babam bizimle daha çok kalsın!"
"Haha, balım, dileğini sesli söyleme yoksa gerçek olmaz!"
"O zaman... ben söyledim diye babam bizimle daha çok kalamayacak mı?"
"Hayır, bebeğim, sadece başka bir dilek tut."
"Taamaaaaam..." ufacık ellerini yüzünün önünde birleştirdi ve gözlerini ciddi bir biçimde kapattı. Sonra gözlerini açtı ve yanaklarını şişirip dudaklarını büzerek çilekli pastasının üzerindeki dört mumu tek seferde söndürdü. Çılgın gibi alkışladık, o da dönüp bize en tatlı gülüşünü gösterdi. Yanaklarını sıkıp onu kucakladım.
"Nice yıllara, benim küçük japon balığım!" diye kıkırdadım ve Donghae kamerayla işini bitirene kadar onu kollarımda sıkıştırdım. Sonra onu kollarımdan çalıp ciyaklayıp gülmesine neden olarak havada döndürmeye başladı. Her zamanki gibi, bu görüntü gülümsememe yol açmıştı. Donghae sevgi dolu bir babaydı.
"Çocuklar, şimdi annecik bıçağı getirecek." dedim ve çabucak mutfağa gittim. Tabii ki dört yaşında bir çocuğun olduğu salona dev bir bıçak getirmemiştim! Bu gerçekten sorumsuz bir hareket olurdu. Döndüğümde Donghae Yoojin'i kucağına oturtmuş, ne olduğunu benim anlamadığım ama belli ki Yoojin'in anladığı bir oyun oynuyordu.
"Pastayı kesme zamanı!" diye cıvıldadım, ikisinin de kafası bana döndü. Ayy, küçük kızım gülüşünü babasından almıştı! İkisi birlikte o kadar sevimlilerdi ki neredeyse canımı yakıyordu. Çabucak yanlarına gittim, Yoojin hevesle ellerini uzattı. Bıçağı dikkatle ona verdim, bir tarafına batırmaması için de dev şeyi kontrol edebilmek adına elinin üzerinden ben kavradım.
"Donghae, kamerayı getir." dedim. Kızı sandalyenin üzerine ayakta duracak şekilde bıraktı ve resim çekebilmek için ayağa kalktı. Donghae her tuhaf saniyenin resmini çekerken Yoojin'le birlikte pastayı kestik. Sonra yer değiştik ve pastanın kremasıyla birbirlerinin burnunu dürterken ve birbirlerine çilek yedirirken resimlerini çektim. Sonra bakıştılar ve üçe kadar saydılar, üçte aynı anda bana dönüp şakımaya başladılar.
"Mutlu yıllar saaanaaa! Mutlu yıllar saaaanaaaa!! Mutlu yıllar anneciiğiiiiim, mutlu yıllar saanaaaaa!!"
"Aish- aigoo çocuklar, çok tatlısınız!" dedim, mutlulukla kızardığımı hissederek. Bana muzır muzır sırıttılar, o anın da fotoğrafını çektim. Bu kesinlikle yakında masamda olacaktı.
"Sana bir hediye verecektim; ama öğretmenim benden aldı." diye somurttu Yoojin.
"Öğretmen mi? Neden?" diye somurttu Donghae de. Kıkırdamamak için kendimi zor tuttum.
"İyi olduğu için! Öğretmenim dedi ki duvara asacakmış!" Yoojin ışıdı, sonra yeniden somurttu. "Ama o annemin hediyesiydi..."
"Canııım, üzülme bak." diyerek ona sarıldım, "Öğretmen sana geri verdiğinde sen de bana verebilirsin."
"Evet, neden şimdilik annene hazırladığın şarkıyı söylemiyorsun?" dedi Donghae. Şaşkınca önce ona, sonra Yoojin'e baktım.
"Benim için bir şarkı mı hazırladın, bebeğim?" dedim Mutlulukla başını salladı.
"Ben yazdım! İyi dinle, anne!" dedi, sonra sırtını dikleştirdi ve başını kaldırıp ciddi bir ifade takındı. Bu kız, gerçekten...
"Benim annem bir tane
Tutar beni düşünce
Hem bana çilek verir
Uyuyana kadar da sarılır!
Ağlayınca güldürür
O da hep öyle gülsün
Ayıcığım bile öyle dedi
Benim annem bir tane!"
Uydurduğu şarkıyı çok enerjik ve tiz bir bağırtıyla bitirdi. Şarkının melodisi bile dört yaşına göre ve sevimliydi, gözlerim dolmuştu. Donghae alkışlayıp ıslık çalarken Yoojin'e sımsıkı sarıldım.
"Tatlım, bu çok güzel, çok teşekkürler!" dedim. Neşeyle güldü.
"Ben büyüyünce Hyorin gibi olucam!" diye cıvıldadı.
"Çok çok daha iyi olacaksın." diye güldü Donghae.
"Evet! Ama anne..." diye meraklı bir yüzle bana döndü. İşte geliyor. "Doğum günlerimiz neden aynı?"
Biliyordum.
"Çünkü öyle olsun istedin, balım." diye gülümsedim, "Doğum günümde doğmaya karar verdin."
"Öyle mi?" dedi kafası karışmış gibi, "Ama hiç hatırlamıyorum."
"O zaman çok küçüktün." dedim. Gerçekten o kadar küçüktü ki bunun normal olmadığını düşünmüştüm. karnım o kadar çok şişmişti ki ondan üç kat büyük olması gerekiyormuş gibi gelmişti. Doktor bana aksini söyleyene kadar delireceğim sanmıştım.
"Ben nasıl doğdum, anne?" dedi. Kıçımı yırtıp bir sürü kan akıtarak dışarı geldin ve bunu yapmak için de doğum günümü seçtin. Tatlı tatlı gülümsedim.
"Annenin karnından çıktın, hayatım." dedim.
"Oraya nasıl girdim ki?" dedi, karnıma şüpheyle bakarak.
"Seni oraya baban koydu!" diye gururla ışıdı Donghae, kıkırdamama sebep olarak.
"Babam mı? Nasıl?" dedi Yoojin, şüpheli bakışlarını Donghae'ye çevirerek.
"Sevgiyle." diye göz kırptı Donghae, "Ama hediyeni unutuyorsun!" dedi birden, kızmış taklidi yaparak; dikkatini başarıyla dağıtmıştı. Hediyesini açmak için kızımın paket kağıdıyla boğuşmasını izlerken düşüncelerim tam olarak dört yıl öncesine sürüklendi.
"Aman tanrım, Donghae, bu çok güzel!"
"Değil mi? Kızıma çok çok yakışacak." diyerek karnımı öptü; hamileliğimin beşinci ayında aldığım rahat koltukta yanımda oturuyordu.
"Ama bu benim için bir hediye değil ki? Bu- ahh..." gelen ağrıyla kaşlarım çatıldı. Bugün üçüncü oluyordu.
"Haera, iyi misin?" diyerek yanımda diz çöktü ve ellerini endişeyle dizlerime dayadı.
"Evet, her zamanki şeyler." diye iç çektim, "Bu kız tam bir şımarık, cidden."
"Yaa, Yoojin hakkında böyle konuşma!" diye somurttu ve dev gibi karnımı sevmeye başladı, "Endişelenme, bebeğim, öyle demek istemedi."
"Ahhhh..." diye yine bir krampla inledim, dönüp bana şüpheyle baktı.
"Haera, iyi olduğuna emin misin?"
"Tabii ki iyiyim! Doğuma daha iki haftamız var, hatırladın mı?" diye gülümsedim ve yüzüne dokundum. "Kızımız sadece- ahh!"
"Haera, ben gerçekten bunun her zamanki gibi bir şey olmadığını düşünmeye başlıyorum." dedi, gerilmişti.
"Biliyor musun, ben de şüphelenmiyor değilim." dedim ellerimi karnıma koyarak, "Ama hala zaman var, o yüzden emin değilim. Uzman değilim sonuçta."
"Sana anneni göndermeyelim, demiştim." diye iç çekti.
"Ben de sana demiştim ki bugün benim doğum günüm ve bunu ev-anne-koca üçgeniyle geçirmek istemiyorum." dedim ve daha hafif bir krampla bir kere daha inledim, "Seninle biraz baş başa vakit geçirmek istiyorum."
"Benim için önemli değildi, o senin annen ve doğuma oldukça yakınız." dedi.
"Donghae, bunu daha önce konuşmuştuk." dedim uyarırcasına. Ofladı, ama konuyu kapattı.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu.
"Yine belim ağrıyor ve- ahh, bu kramplar..."
"Bu kadar, gidiyoruz." dedi bir anda ayağa fırlayıp hızla odadan çıkarak. Üzerinde montu ve kollarında benim montumla geri dönene kadar ne işler çevirdiğini düşünecek anca birkaç saniyem olmuştu.
"Donghae-"
"Hişt! Yanlış alarmsa bile kontrol olur. Gel, kalk bakalım." diyerek beni ayağa kaldırdı ve montumu giymeme yardım etti. Tam o sırada o kadar şiddetli bir ağrı geldi ki kendimi tutamayıp acıyla bağırdım. Eğer beni tutan Donghae olmasa ayakta duramaz, düşerdim.
"Nedense birden yanlış alarm olmadığına daha bir inandım." diye mırıldandı ve aceleyle kapıya gitti. Ayakkabılarımı giymeme de yardım etti, sonra asansörle otoparka inip arabaya gittik. Tüm bu süre zarfında beni yarı taşıması gerekmişti ve minnettar olduğumu söyleyebilirdim, çünkü o olmasa binlerce kez düşerdim. Arabaya binince bana endişeli bir bakış attı ve hastaneye doğru tam gaz sürmeye başladı.
"BİZİ ÖLDÜRMEDEN YAVAŞLAR MISIN?!" diye çığlık attım trafiğe girdiğimizde; ama yüzü tamamen kararlı ve konsantreydi.
"Sadece güven bana." dedi.
"O KADAR DA ACİL DEĞİL APTAL, KRAMPLAR DAHA YENİ BAŞLADI!!" diye daha da tiz bir çığlık attım; ama beni dinliyor gibi görünmüyordu.
"Neredeyse geldik." dedi basitçe. Bıyık altından ona lanetler ve küfürler yağdırdım; gerçekten de bunu olduğundan daha korkunç gibi göstermek zorundaydı. Paniklemek zorundaydı, değil mi?
Hastaneye vardığımızda beni içeri sedyeyle aldılar. Kısa süre sonra doktor bana bakmaya geldi; ama muayene ederken yüz ifadesi ciddi miktarda değişti.
"Serviks açıklığı yeterli, doğumhaneye alıyoruz." dedi ve aceleyle çıktı. Şok içinde Donghae'ye baktım, aynı ifadenin yansımasını da onda gördüm. Saatlerce ağrı çekeceğimi sanıyordum; bu nasıl mümkündü?! Yeşil önlüklü insanlar etrafıma toplandı ve sedyemi doğumhaneye ittiler. Eşin dışarıda bekleyebileceğini ya da içeri de gelebileceğini söyleyen birilerini duydum. Rezil bir kramp daha başlarken derin bir nefes aldım ve becerebildiğim en yüksek sesle bağırdım: "LEE DONGHAE EĞER BEN CEHENNEMDEYKEN SEN MUTLU MESUT DIŞARIDA BEKLERSEN YEMİN EDİYORUM SENİ UYKUNDA BOĞARAK ÖLDÜRÜRÜM, BENİ DUYDUN MU?!"
"Buradayım aşkım, merak etme." diye diğer yeşillilerle beraber koşarak geldi. Şimdi o da yeşiller içindeydi gerçi. Ona ve yüzündeki paniğe gözlerimi devirdim. Yeşilliler beni doktorun beklediği doğum odasına götürdüler. Donghae gelip elimi tutarken doktor bir daha muayene etti. Bir kramp daha gelince çığlık atmamak için elini sıktım. Viyaklamaya benzer bir ses çıkardı.
"Tamam, sana itmeni söylediğimde derin bir nefes alıp iteceksin." dedi doktor, "Şimdi nefes al."
Derslerde öğrendiğimiz teknikle nefes almaya çabaladım. Kramp yeniden başladığında gerçi inleyip yeniden Donghae'nin elini sıktım. Diğer elini de benimkinin üzerine koydu.
"Nefes al. Aşkım nefes al." dedi, o da nefes nefeseydi ve ödü kopmuş gibi görünüyordu. Sinirime dokunmuştu.
"ONU SEN KENDİ KIÇIN İKİYE AYRILIRKEN YAP, O ZAMAN BEN DE NEFES ALIRIM!" diye bağırdım, doktorun hafifçe kıkırdadığını duydum. Harika, şimdi bütün hastanenin alay konusu olmuştuk. Ama başka bir kramp beni gerçekten ortadan ikiye bölecekmiş gibi gelirken bu hiç umurumda olamamıştı.
"AHH BU ADİL DEĞİL! BU ŞEYİ İÇİME SEN KOYDUN DEĞİL Mİ?!" diye bağırdım. Donghae bir cevap vermedi; ama sessizce mırıldandığını duydum.
"Koyarken hiç şikayet etmiyordun ama..."
"LEE DONGHAAEEE!! Sana şu anda UMRUMDAYMIŞ GİBİ GELİYOR MU?!" diye bağırdım yine.
"Şimdi it." dediğini duydum doktorun. Nefesimi tutup ittim; ama gerçekten ikiye bölünüyormuşum gibi hissettiğimde çatlak bir çığlığa dönüştü. Sonunda nefes nefese kalmıştım.
"Tanrım- tanrım sana geliyorum- sana geliyorum-" diye soludum gerçek dünyaya konsantre olmaya çalışırken; ama bir sonraki acı dalgası işimi bitirmişti. Nefesimin kontrolünü yitirdim, kontrolsüzce inlemeye başladım.
"Nefes al aşkım, nefes al." dedi Donghae, nefes almam gereken şekli gösterirken. Onun gösterdiği gibi yapmaya çalışırken, hiçbir şeye odaklanamadan yarı bağırıp yarı hırladım.
"Sen eve gidene kadar bekle hele. Plastik bir yeni doğanla kıçını ikiye ayıracağım, kovalarca kanadıktan sonra bakalım nefes alabilecek misin- "nefes al"mış- seni iki yüzlü- bir daha bir tarafım ağrıyor dersen- ben de ilgilenirsem- kahretsin-"
"Şimdi tekrar it." dedi doktor bir süre sonra. Derin bir nefes daha alıp tekrar ittim; sonunda da bir daha bağırdım: "AAAAHH DONGHAE SENİ ÖLDÜRECEĞİİMM!!"
"Evet aşkım evet, beni öldüreceksin, sen sadece nefes al." dedi Donghae, ona dik dik bakmama neden olarak. Gerçekten ödü kopmuş görünüyordu. Bundan sonra onun elinin de tıbbi bakıma ihtiyacı olacağına emindim. Müstahaktı.
"Neredeyse çıktı, bir daha it." dedi doktor. Derin bir nefes daha aldım ve yakında öleceğime inanarak tekrar ittim, kısılmış sesimle tekrar bağırırken bir daha ışığı görüp göremeyeceğimi merak ediyordum...
"Anne, çok teşekkürler!!"
Denizkızı oyuncağını kucaklayıp bana ışıl ışıl bir gülümsemeyle baka Yoojin'e baktım. Gerçek dünyaya dönüp ben de ona gülümsedim.
"Beğendiğine sevindim. Ona iyi bak, tamam mı?" dedim.
"Tamam anne, ona çok iyi bakarım!" diye ışıdı.
"Ama ona ne isim vereceksin?" diye sordu Donghae, ilgisini dikkatle benden çalarak.
"Ona Sunny diyeceğim!" diye gülümsedi.
"Haha kızım tam bir hayran!" Donghae onu kollarına alıp yukarı kaldırdı, sonra yüzünün seviyesine indirip tombul bebek yanaklarından öptü. Onları birlikte izlemek içimi ısıtıyordu. Donghae Yoojin'i koluna oturttu ve burnunu dürttü. "Biraz oynayalım mı? Sonra da pastamızı yeriz."
"Tamam." diye onayladı Yoojin. Pasta yemek istediğini biliyordum; ama babasına asla hayır diyemezdi, aynı babasının ona hayır diyemediği gibi. Donghae elini elime kaydırıp bana sevgiyle gülümsedi.
"Hadi kovalamaca oynayalım." diyerek bana göz kırptı. Beni salona doğru çekerken iç çekip başımı iki yana salladım. İyi ki önceden kırılabilecek her şeyi kaldırmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder