20 Temmuz 2014 Pazar

Başlangıç - 2

– 2 –

Nefes almak işkence gibiydi. Göğsünün üzerinde korkunç bir ağırlık vardı ve etrafını saran ıslak toprak ve duman kokusu nefes almasını zorlaştırıyordu. Zorlanarak gözlerini açtı Baekhee. Gördüğü ilk şey, birkaç metre ilerisinde yatan, tuhaf bir açıyla bükülmüş bedenin dimdik ona bakıyormuş gibi duran ışıksız, ölü gözleriydi. Önündeki sahne anlamlandığında dehşetle açılan ağzından anlamsız bir ses yükseldi. Bir zamanlar hocası olan cesetten uzaklaşmak için çırpınmaya başladığındaysa vücudunun çoğunun toprak altında gömülü olduğunu keşfetti. Tek bir kolu, başı ve omuzları dışında hiçbir yerini oynatamıyordu.

Hafifçe hıçkırıp görüşünü temizlemek için boştaki eliyle yüzünü sildi; ama bu yanlış bir karardı, bütün yüzü çamur olmuştu. Becerebildiği kadarını temizleyip etrafa baktı. Heyelan alanının en ucundaydılar. Toprak dolu otobüsün bir köşesi görünüyordu, kayan kitleyle felaketten etkilenmemiş yeşil alan keskin bir sınırla ayrılıyordu. Baekhee kıvrılıp bükülerek toprağın altından çıkmaya çalıştı, gömülü kolunu kurtarınca da kazmaya başladı. Bir yandan da sessizce ağlıyordu. Yardım istemek için bağıramazdı; dışarıda duyabilecek ne çeşit hayvanlar olduğunu bilmiyordu.

Bir şekilde kendini kurtarmaya çalışırken biraz ilerisinde bir inilti duydu, hemen o tarafa döndü. Otobüsün görünen köşesinin arkasından darmadağın ve çamurlu olmasına rağmen rengini her yerde tanıyabileceği karamel rengi saçlı bir kafa yükseldi.

“Hanna! Hanna!” diye seslendi, sessiz olmaya çalışarak. Karamel saçlı kafa dönüp ona baktı.

“Baekhee… iyi misin?” dedi, hala kafası karışık olsa da endişeyle.

“Biraz gömülüyüm; ama hepsi bu. Sen?” dedi Baekhee.

“Galiba ben de… o- hiii!!” diye tiz bir ses çıkarıp ağzını kapattı Hanna, sonunda cesedi fark ettiğinde.

“Hanna bana bak. Sadece bu tarafa bak, Hanna!” diye seslendi arkadaşına Baekhee. Hanna dehşet dolu gözlerini zorla bedenden koparıp ona çevirdi. “İyi olacağız, tamam mı?”

“Bay Minwoo…” dedi Hanna, gözlerinden yaşlar süzülürken.

“Hanna, önemli olan sadece biziz. Birazdan buradan çıkıp seni de kurtaracağım.” Dedi Baekhee yeniden hararetle kazmaya başlayarak. “Sen de biraz kurtulmaya çalış. Ve sakın o tarafa bakma. Biz kurtulacağız ve bunu yaptığımızda yas tutup ağlamak için yeterince zamanımız olacak. Şimdi değil.”

“Tamam… tamam.” Dedi Hanna da burnunu çekip işe koyularak. Kısa bir süre ve ağır bir çalışma sonunda, ayakkabılarını feda ederek de olsa, Baekhee topraktan çıkmayı başarmıştı. Hanna’nn yanına koştu. Kız yarı yarıya kendini kazmayı başarmıştı.

“Hanna, iyisin değil mi?” dedi Baekhee, kızı gözleriyle tarayarak.

“Evet… evet, bir şeyim yok gibi.” Dedi Hanna.

“İyi, ben Rian’la Sekyung’a bakacağım.” Dedi Baekhee. Hanna başıyla onayladıktan sonra kalkıp etrafa bakınmaya başladı. Gerçekten birkaç yırtık kıyafet, çizik ve bolca çürük dışında durumu gayet iyiydi ikisinin de; ama Rian’la Sekyung’un nerede olduğu meçhuldü. Baekhee otobüsün üzerine doğru birkaç adım attı. Yumuşak çamurda ayakları kolayca batarak yavaşça yürüdü. Biraz sonra, az yukarıdaki devrilmiş ağacın arkasından Rian’ın yüzü belirdiğinde rahat bir nefes aldı.

“Baekhee!” diye seslendi kız ona, “Baekhee yardım et, Sekyung uyanmıyor! Başı kanıyor!”

Birkaç kelimenin bütün rahatlamasını böylece alıp götürmesi çok şaşırtıcıydı. Dönüp Hanna’ya baktı. Neredeyse dizlerine kadar çamurdan kurtulmuş olan kız ona eliyle ‘git’ işareti yapınca da becerebildiği en yüksek hızda devrilmiş ağacın arkasına koştu.

“Az yukarıda uyandım ben, şurada.” Diye çamurdaki bir düzensizliği işaret etti Rian, “Sonra Sekyung’u gördüm. Yani o zamandan beri kıpırdamadı. Yani başı kanıyor ve nefes alıyor ve uyanmıyor.”

“Başını vurmuş olmalı… baygın olması normal o zaman. Peki sen nasılsın?” dedi Baekhee, Rian’a dönüp. Sekyung için şu an bir şey yapamazdı.

“Sağ ayağımın üstüne basamıyorum; bilmiyorum.” Dedi Rian. Buna rağmen Sekyung’u çamurdan tamamen çıkarıp düzgün bir biçimde yatırmış olduğunu fark etti Baekhee ve arkadaşının azmine saygı duyarak onun ayağıyla ilgilenmeye başladı. Şişti, kızarmıştı ve kanla kaplıydı.

“Sekyung nasıl?” diye geldi Hanna yanlarına.

“Baygın; ama Rian zaten her şeyi yapmış gibi.” Dedi Baekhee. Hanna yine de gidip Sekyung’u kendisi kontrol etmeye başladı. Baekhee daha az çamurlanmış olan atletinden dikkatle birkaç parça yırtıp Rian’ın ayağını silmeye başladı. Kızın ayağında birkaç yara vardı; ama çok kanamış olmalarına rağmen derin değillerdi. Ayak bileği o kadar şişti ki bacağına ve ayağına kadar yayılmıştı şişlik. Rengiyse yavaşça kırmızıdan mora dönüyordu. Baekhee biraz daha kumaş yırtıp Rian’ın bileğini sarmaya başladı. Aynı şeyi Hanna da Sekyung’un başındaki yarayla yapıyordu.

“Şimdi ne olacak?” dedi Rian, Baekhee işini bitirdiğinde.

“Kurtulan başkası olup olmadığına bakacağım.” Dedi Baekhee, gözleriyle alanı tarayarak. Ayakta olan üç kişi ve önde oturan ikili olarak, muhtemelen pencereden fırlamışlardı. Diğerleri için çok umutlu değildi.

“Yardım çağırmalıyız.” Dedi Hanna.

“Evet, ve telefonun çamura dayanıklı de, lütfen.” Dedi Rian. Hanna ofladı ve başını çevirdi.

“S5 almalıydım, bir işe yarardı.” Diye söylendi, Rian’ın gözlerini devirmesine neden olarak.

“Olmayanları değil de olanları konuşsak?” dedi Baekhee çabucak, “Kurtulan başkası varsa bulmalıyız.”

“Rian kıpırdayamayacağına göre ben geleyim seninle.” Dedi Hanna, dikkatle ayağa kalkarken. Baekhee başıyla onayladı.

“Sekyung uyanırsa haber veririm.” Dedi Rian, “Siz de dikkatli olun.”

“Merak etme.” Dedi Baekhee, yardım etmek amacıyla Hanna’nın elinden tuttu. Doğayla arasının iyi olmasının faydalarını bu şekilde göreceği asla aklına gelmezdi; ama şu anda çıplak ayakla çamurda yürürken inanılmaz rahat hareket edebiliyordu, hem de morluklarına rağmen.

On dakika boyunca Hanna’yla birlikte etrafı dolaşıp bir yaşam izi aradılar; ama geçen her saniye umutları biraz daha tükeniyordu. Hanna’nın gözlerinden Baekhee’nin daha önce hiç görmediği inci tanesi gibi yaşlar sessizce süzülmeye başlamıştı. Otobüsteki arkadaşlarını düşündüğü zaman göğsünün tam ortasında bir kara delik varmış gibi hisediyordu; ama şu anda bunun hiç sırası değildi. Sekyung bilinçsizdi, Rian yürüyemiyordu ve Hanna bile ağlıyorken birilerinin dördü için de güçlü olması gerekiyordu.

“Sen şu tarafa bak, belki fırlayan birileri vardır.” Dedi Baekhee, yukarı tarafı göstererek. Hanna başıyla onayladı.

“Birini bulursan haber ver.” Dedi Hanna.

“Sen de.” Dedi Baekhee be aşağı yürümeye başladı. Fırlayan fazla kişi olduğunu sanmıyordu, herkes otobüste kalmış olmalıydı. Buna Hanna’nın da şahit olması gerekmiyordu. Aralarından birinin bunu görmesi yeterliydi. Otobüsün olduğu yere gelince durdu ve dikkatel etrafı yoklamaya başladı. Çok geçmeden ayağı çamurun altında otobüsün metaline değdi. Bir an sonra kırılmış camın bencerede kalan parçasının ayağını kesmesinden son anda kurtulmuştu. Çamurun daha sığ olduğu bir yerde yavaşça kazmaya başladı. Bunu sadece formalite icabı yapıyordu, kimseyi bulmayı beklemiyordu, eli yumuşak bir şeye çarpınca şaşırdı.

Ellerini çamurun içine daldırıp yokladı. Dokunduğu şey bir eldi. Korkuyla hızlıca kazdı Baekhee. Çamurun içinde derinlerde gömülü bedenin pencereye doğru uzanmış eli açığa çıktığındaysa içinde tutmakta olduğu gözyaşları sessiz bir hıçkırıkla yeniden başladı. Şu anda göğü bulutlar kaplamalı, yağmur saygıyla çiseleyip elin üzerindeki çamuru yıkamalıydı. Her şey saygı duruşunda durmalıydı ve dünya ona bunu yaptığı için özür dilemeliydi. Üç deri bileklik ve iki siyah yüzük takıyor olmasa da tanırdı bu eli Baekhee. Sahibinin siyah tişörtünün üzerine en az üç gümüş kolye taktığını bilir, bugünkü çerçevesinin rengini merak ederdi. Görmese bile, dağınık siyah saçlarının gizlediği gözlerindeki dostça ışıltının asla kaybolmayacağına hep emin olmuştu. Şu ana kadar.

Dudağını ısırıp hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı Baekhee, inkar etmeye çalıştığı her şey, beyni bir anda idrak ederken. Baekhee’nin ona doğum gününde aldığı bilekliği takıyordu bugün de, can dostu Yesung. Çabucak nabzına baktı Baekhee; ama dünya tahminlerini yanlış, umutlarını doğru çıkaracak kadar nazik değildi. Baekhee başını eğip gözyaşlarının düşmesine izin verdi.

“Özür dilerim.” Dedi sessizce. Ölmek zorunda olduğu için özür diliyordu. O öldüğü halde kendisi hayatta kaldığı için, onu kurtaramadığı için, sözünü tutup onu koruyamadığı için, artık yanında olamayacağı için… alamayacağı her nefes ve yaşayamayacağı her an için ondan özür diliyordu.

“Baekhee!” Hanna’nın onu çağıran sesiyle kısa süreli yasından çıkmaya zorladı kendini Baekhee.

“Geliyorum!” diye seslendi en normal sesiyle. Doğum günü hediyesi olan bilekliği çabucak Yesung’un bileğinden çıkarıp cebine attı. Bir ölü soyucu gibi hissetmişti; ama en iyi arkadaşından ona kalacak, yanında hissettirecek bir şeye ihtiyacı vardı. Sonra derin bir nefes aldı, parmaklarını önce dudaklarına, sonra elin parmaklarına değdirdi ve cansızca duran cismi yeniden çamurla kapladı. Yüzünü çabucak silip Hanna’nın sesinin geldiği yere döndü. “Ne oldu, birini mi buldun?”

“Hayır; ama çalışan bir telefon buldum!” dedi, telaşla Baekhee’ye doğru koşturarak. Baekhee hızını artırıp Hanna’yla ortada bulıştu.

“Ekran kilidi?”  diye sordu, çabucak.

“Bu Zelo’nun, salak.” Dedi Hanna acılı bir sesle, Baekhee’de bir kendini yumruklama isteği uyandırarak. Güçlü olması gerekiyordu, patavatsız değil! Hanna, arkaplanında kendi gülümseyen yüzünün bulunduğu ekranın kilidini tek denemede açarken onu izledi. Hanna gibi o da Zelo’nun bu resmi arkaplanı için ne ara seçtiğini bilmiyordu; ama telefonun eşsiz kurukafalı kapağı telefonun şüpheye yer bırakmayacak şekilde Zelo’nun olduğunu kanıtlıyordu.

“Sinyal yok!” diye inledi Hanna.

“İnterneti dene, bazen oluyor.” Dedi Baekhee çabucak.

“O da yok… wifi zaten yok. Dağ başı mı burası?! Tamam, biliyorum, buna cevap verme.” Dedi Hanna sinirle, elini saçlarından geçirerek. En azından artık ağlamıyor olması Baekhee’yi biraz rahatlatmıştı.

“Kimseyi bulamayacağız… Hanna, kızların yanına gidelim.” Dedi Baekhee. Hanna telefonun arkaplanına bir daha bakıp iç çekti, sonra kapatıp cebine koydu ve Baekhee’ye döndü.

“Haklısın, daha fazla yalnız bırakmayalım onları.” Dedi. Geldikleri yoldan geri yürürlerken Baekhee ağaçların arasında bir karaltı gördüğüne yemin edebilirdi. Bir boz ayı veya ulu kurt olmaması için dua ederek adımlarını hızlandırıp Hanna’yı da peşi sıra çekiştirerek hızla arkadaşlarının yanına doğru gitti; ama karşılaştığı manzara beklediğinden faklıydı.

“Ah, işte geldiler!” dedi Rian oturduğu yerden, yanında dikilen üç uzun, krem rengi kıyafetlerinde bir tane çamur lekesi olmayan gence. Hanna’yla Baekhee bir anlığına göz göze geldiler ve çabucak arkadaşlarının yanına gittiler.

“Merhaba. İyi misiniz?” dedi aralarından en kısa olanı ki o bile Baekhee’den bir baş uzundu.

“Evet, bizde bir hasar yok.” Dedi Baekhee, bu üçlünün yardım için burada olduğunu ve Rian’ın güvenini kazanmayı çoktan başardıklarını varsayarak. Mantıklı olan buydu.

“Biz yakında bir dağ evinden geliyoruz; sarsıntıyı hissedince belki yardım edebileceğimiz bir şey vardır, diye aramaya çıkmıştık. Deprem oldu, sandık.” Diye açıkladı, daha arkadaş canlısı görünen genç. Baekhee’nin aklına ilk gelen şey evde televizyonun olup olmadığı, eğer varsa da habercilerin formdan düşmüş olması gerektiği gerçeği olmuştu. İşte bu yüzden arkadaşları ona hep uzaylı diye seslenirdi. Farkına varmadan kaşları şüpheyle havalanmıştı; ama arkadaşlarının hepsi bu insanlara güveniyor göründüğünden kendini tuttu.

“Biz de başka yardıma ihtiyacı olan olup olmadığına bakıyorduk.” Dedi Hanna, Rian’ın yanına doğru yürüyerek. “Kimseyi bulamadık.”

“Sizi güvenli bir yere götürelim önce.” Dedi yine en kısaları. Rian minnetle başını salladı. En uzunları olan maske suratlının sadece süs niyetine gelmiş gibi dikilmekte olması Baekhee’nin gözüne batsa da sesini çıkarmadı. Biri yaralı, biri baygın üç arkadaşla hiçbir yardıma itiraz edecek durumda olmadığını biliyordu en azından.

“Hanna’yla ben yürüyebiliriz bu güvenli yere kadar.” Dedi sonunda, “Ama Sekyung…”

“Baygın arkadaşınızı ben alabilirim.” Dedi sonunda maske suratlı genç, Baekhee’yi şaşırtarak.

“Sana da ben yardım ederim Rian.” Dedi kısa boylu genç, Rian’a doğru bir adım atıp. Rian yerinden kalkmak için hareketlendi; ama başarısız olup aynen geri düştü. Kısa boylu olan hızla hareketlenip Rian’ı yakaladı ve düşüşünü yavaşlattı, sonra da tek kolunu kızın kollarının altından geçirip destekleyerek ayağa kaldırdı.

“Şey, size ‘hey’ diye seslenmek biraz tuhaf olacak.” Dedi Hanna. Ben de tam aynı şeyi nasıl sorsam diyordum, diye düşündü Baekhee.

“Lay.” Diye gülümsedi kısa boylu genç, Hanna’ya dönüp.

“Kai.” Dedi en arkadaş canlısı görünen, sonra Sekyung’un başında diz çökmüş maske suratlıyı işaret etti, “Bu da Sehun.”

Sehun denen genç başıyla onları selamladı. Diğer ikisi iyiydi de, Baekhee’nin bu gençle ilgili bazı kötü hisleri vardı. “Ben de Baekhee.”

“Hanna.” Diye tanıttı kendini arkadaşı Baekhee’den sonra.

“Rian’la tanışmıştık, Sekyung da baygın olan arkadaşınız, değil mi?” dedi Lay, “İyi ki sizi bulduk, burası heyelan olmadan da tekin değildir.”

“Belli, ormanın ortasındayız!” dedi Baekhee, kendini tutamadan. Olan her şeyden sonra sinirleri fazlasıyla bozuktu ve kimse bunun için haklı bir sebebi olmadığını söyleyemezdi. Bir an Sehun’la göz göze geldi ve gencin yüzünde bir anlığına beliren hafif alaycı yarım gülüşü ve bu kızı sevdim bakışını yakaladı.
“Bir an önce buradan gidip kalanını sonra tartışsak?” diye önerdi Sehun, bakışlarını kaçırarak. Kollarını Sekyung’un sırtının ve bacaklarının altına yerleştirip kızı tek hamlede kaldırdı. Kai çamurda kolayca onun yanına gidip kızın boştaki kolunu sallanmaması için karnına güvenle yerleştirdi.

“Gideceğimiz yer fazla uzak değil.” Dedi Kai, “Gerçekten bir an önce gitmeliyiz. En azından Rian’la Sekyung’un yaralarına bakarız.”

“Hadi o zaman.” Ded, Lay ve yavaşça yürümeye başladı. Rian’a mümkün olduğu kadar yardım etse de büyükçe bir tosbağa hızında ancak ilerleyebiliyorlardı. Rian şiş ve morarmış ayağını yere biraz bile basamıyordu, Lay’in desteğiyle sekmek zorunda kalıyordu. Herkes onları bekliyordu. Lay sonunda iç çekip başını iki yana salladı.

“Bu böyle olmayacak. Sıkı tutun.” Dedi genç ve hızlıca, Rian’ın bir tepki vermesine fırsat bırakmadan eğilip kızın ayaklarını yerden kesti. Rian’dan ufak bir ciyaklama çıkmıştı ve düşmemek için güvenle Lay’in boynuna sarılırken Baekhee arkadaşının yanaklarının kızardığına yemin edebilirdi. Sehun hafifçe sırıttı.

“Evet, öyle daha hızlı olabilir gerçekten. Hadi gidelim.” Dedi ve kollarındaki kızın hiçbir ağırlığı yokmuş gibi önden yürümeye başladı. Arkasından Lay ve Rian takip etti. Kai onları bekliyordu. Hanna önden gitti, onu Baekhee takip etti ve anca herkes yola koyulunca Kai artçı gibi peşlerine takıldı. Kısa bir yürüyüşten sonra omzunda hafif bir dokunuş hissetti Baekhee. Dönüp baktı.

“Bir şey mi oldu?” diye sordu otomatik olarak. Kai avucundaki bir nesneyi gösterdi.

“Senden düştü.” Dedi Kai. Baekhee bakınca bunun Yesung’un deri bilekliği olduğunu gördü. İçinin burulduğunu hissetti, dudağını ısırmamak için kendini zorlaması gerekti. Kai çabucak elini tutup kaldırdı, sonra bilekliği Baekhee’nin koluna sardı.

“Senin için o kadar kıymetliyse cebinde taşımamalısın.” Dedi Kai bilekliği güvenle bağlarken, “Kaybetmek istemeyeceğin şeyler senin için düşündüğünden daha değerli olabilirler.”

“Ben… ne?” dedi Baekhee şaşkınca, Kai’nin işi bitince kolunu çekip bilekliğe hafifçe dokunarak. Gencin yüzündeki çok şey kaybetmiş insanlara özgü ifade hiç var olmamış gibi, Baekhee’nin hayal gördüğünü düşünmesine neden olarak, duman olup uçtu.


“Hadi, geride kalmayalım.” Dedi Kai ve Baekhee’nin omzuna dokunup onun yeniden yürümeye başlamasını sağladı. Sessizce yeniden Hanna’nın peşine takılan Baekhee’nin aklındaysa binlerce soru dolanıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder