– 2 –
Nefes almak işkence gibiydi. Göğsünün üzerinde korkunç bir
ağırlık vardı ve etrafını saran ıslak toprak ve duman kokusu nefes almasını
zorlaştırıyordu. Zorlanarak gözlerini açtı Baekhee. Gördüğü ilk şey, birkaç
metre ilerisinde yatan, tuhaf bir açıyla bükülmüş bedenin dimdik ona bakıyormuş
gibi duran ışıksız, ölü gözleriydi. Önündeki sahne anlamlandığında dehşetle
açılan ağzından anlamsız bir ses yükseldi. Bir zamanlar hocası olan cesetten
uzaklaşmak için çırpınmaya başladığındaysa vücudunun çoğunun toprak altında
gömülü olduğunu keşfetti. Tek bir kolu, başı ve omuzları dışında hiçbir yerini
oynatamıyordu.
Hafifçe hıçkırıp görüşünü temizlemek için boştaki eliyle
yüzünü sildi; ama bu yanlış bir karardı, bütün yüzü çamur olmuştu.
Becerebildiği kadarını temizleyip etrafa baktı. Heyelan alanının en
ucundaydılar. Toprak dolu otobüsün bir köşesi görünüyordu, kayan kitleyle
felaketten etkilenmemiş yeşil alan keskin bir sınırla ayrılıyordu. Baekhee
kıvrılıp bükülerek toprağın altından çıkmaya çalıştı, gömülü kolunu kurtarınca
da kazmaya başladı. Bir yandan da sessizce ağlıyordu. Yardım istemek için
bağıramazdı; dışarıda duyabilecek ne çeşit hayvanlar olduğunu bilmiyordu.
Bir şekilde kendini kurtarmaya çalışırken biraz ilerisinde
bir inilti duydu, hemen o tarafa döndü. Otobüsün görünen köşesinin arkasından
darmadağın ve çamurlu olmasına rağmen rengini her yerde tanıyabileceği karamel
rengi saçlı bir kafa yükseldi.
“Hanna! Hanna!”
diye seslendi, sessiz olmaya çalışarak. Karamel saçlı kafa dönüp ona baktı.
“Baekhee… iyi misin?” dedi, hala kafası karışık olsa da
endişeyle.
“Biraz gömülüyüm; ama hepsi bu. Sen?” dedi Baekhee.
“Galiba ben de… o- hiii!!”
diye tiz bir ses çıkarıp ağzını kapattı Hanna, sonunda cesedi fark
ettiğinde.
“Hanna bana bak. Sadece bu tarafa bak, Hanna!” diye seslendi
arkadaşına Baekhee. Hanna dehşet dolu gözlerini zorla bedenden koparıp ona
çevirdi. “İyi olacağız, tamam mı?”
“Bay Minwoo…” dedi Hanna, gözlerinden yaşlar süzülürken.
“Hanna, önemli olan sadece biziz. Birazdan buradan çıkıp seni
de kurtaracağım.” Dedi Baekhee yeniden hararetle kazmaya başlayarak. “Sen de
biraz kurtulmaya çalış. Ve sakın o tarafa bakma. Biz kurtulacağız ve bunu
yaptığımızda yas tutup ağlamak için yeterince zamanımız olacak. Şimdi değil.”
“Tamam… tamam.” Dedi Hanna da burnunu çekip işe koyularak.
Kısa bir süre ve ağır bir çalışma sonunda, ayakkabılarını feda ederek de olsa,
Baekhee topraktan çıkmayı başarmıştı. Hanna’nn yanına koştu. Kız yarı yarıya
kendini kazmayı başarmıştı.
“Hanna, iyisin değil mi?” dedi Baekhee, kızı gözleriyle
tarayarak.
“Evet… evet, bir şeyim yok gibi.” Dedi Hanna.
“İyi, ben Rian’la Sekyung’a bakacağım.” Dedi Baekhee. Hanna
başıyla onayladıktan sonra kalkıp etrafa bakınmaya başladı. Gerçekten birkaç
yırtık kıyafet, çizik ve bolca çürük dışında durumu gayet iyiydi ikisinin de;
ama Rian’la Sekyung’un nerede olduğu meçhuldü. Baekhee otobüsün üzerine doğru
birkaç adım attı. Yumuşak çamurda ayakları kolayca batarak yavaşça yürüdü.
Biraz sonra, az yukarıdaki devrilmiş ağacın arkasından Rian’ın yüzü
belirdiğinde rahat bir nefes aldı.
“Baekhee!” diye seslendi kız ona, “Baekhee yardım et,
Sekyung uyanmıyor! Başı kanıyor!”
Birkaç kelimenin bütün rahatlamasını böylece alıp götürmesi
çok şaşırtıcıydı. Dönüp Hanna’ya baktı. Neredeyse dizlerine kadar çamurdan
kurtulmuş olan kız ona eliyle ‘git’ işareti yapınca da becerebildiği en yüksek
hızda devrilmiş ağacın arkasına koştu.
“Az yukarıda uyandım ben, şurada.” Diye çamurdaki bir
düzensizliği işaret etti Rian, “Sonra Sekyung’u gördüm. Yani o zamandan beri kıpırdamadı.
Yani başı kanıyor ve nefes alıyor ve uyanmıyor.”
“Başını vurmuş olmalı… baygın olması normal o zaman. Peki
sen nasılsın?” dedi Baekhee, Rian’a dönüp. Sekyung için şu an bir şey
yapamazdı.
“Sağ ayağımın üstüne basamıyorum; bilmiyorum.” Dedi Rian.
Buna rağmen Sekyung’u çamurdan tamamen çıkarıp düzgün bir biçimde yatırmış
olduğunu fark etti Baekhee ve arkadaşının azmine saygı duyarak onun ayağıyla
ilgilenmeye başladı. Şişti, kızarmıştı ve kanla kaplıydı.
“Sekyung nasıl?” diye geldi Hanna yanlarına.
“Baygın; ama Rian zaten her şeyi yapmış gibi.” Dedi Baekhee.
Hanna yine de gidip Sekyung’u kendisi kontrol etmeye başladı. Baekhee daha az
çamurlanmış olan atletinden dikkatle birkaç parça yırtıp Rian’ın ayağını
silmeye başladı. Kızın ayağında birkaç yara vardı; ama çok kanamış olmalarına
rağmen derin değillerdi. Ayak bileği o kadar şişti ki bacağına ve ayağına kadar
yayılmıştı şişlik. Rengiyse yavaşça kırmızıdan mora dönüyordu. Baekhee biraz
daha kumaş yırtıp Rian’ın bileğini sarmaya başladı. Aynı şeyi Hanna da
Sekyung’un başındaki yarayla yapıyordu.
“Şimdi ne olacak?” dedi Rian, Baekhee işini bitirdiğinde.
“Kurtulan başkası olup olmadığına bakacağım.” Dedi Baekhee,
gözleriyle alanı tarayarak. Ayakta olan üç kişi ve önde oturan ikili olarak,
muhtemelen pencereden fırlamışlardı. Diğerleri için çok umutlu değildi.
“Yardım çağırmalıyız.” Dedi Hanna.
“Evet, ve telefonun çamura dayanıklı de, lütfen.” Dedi Rian.
Hanna ofladı ve başını çevirdi.
“S5 almalıydım, bir işe yarardı.” Diye söylendi, Rian’ın
gözlerini devirmesine neden olarak.
“Olmayanları değil de olanları konuşsak?” dedi Baekhee
çabucak, “Kurtulan başkası varsa bulmalıyız.”
“Rian kıpırdayamayacağına göre ben geleyim seninle.” Dedi
Hanna, dikkatle ayağa kalkarken. Baekhee başıyla onayladı.
“Sekyung uyanırsa haber veririm.” Dedi Rian, “Siz de
dikkatli olun.”
“Merak etme.” Dedi Baekhee, yardım etmek amacıyla Hanna’nın
elinden tuttu. Doğayla arasının iyi olmasının faydalarını bu şekilde göreceği
asla aklına gelmezdi; ama şu anda çıplak ayakla çamurda yürürken inanılmaz
rahat hareket edebiliyordu, hem de morluklarına rağmen.
On dakika boyunca Hanna’yla birlikte etrafı dolaşıp bir
yaşam izi aradılar; ama geçen her saniye umutları biraz daha tükeniyordu.
Hanna’nın gözlerinden Baekhee’nin daha önce hiç görmediği inci tanesi gibi
yaşlar sessizce süzülmeye başlamıştı. Otobüsteki arkadaşlarını düşündüğü zaman
göğsünün tam ortasında bir kara delik varmış gibi hisediyordu; ama şu anda
bunun hiç sırası değildi. Sekyung bilinçsizdi, Rian yürüyemiyordu ve Hanna bile
ağlıyorken birilerinin dördü için de güçlü olması gerekiyordu.
“Sen şu tarafa bak, belki fırlayan birileri vardır.” Dedi
Baekhee, yukarı tarafı göstererek. Hanna başıyla onayladı.
“Birini bulursan haber ver.” Dedi Hanna.
“Sen de.” Dedi Baekhee be aşağı yürümeye başladı. Fırlayan
fazla kişi olduğunu sanmıyordu, herkes otobüste kalmış olmalıydı. Buna
Hanna’nın da şahit olması gerekmiyordu. Aralarından birinin bunu görmesi
yeterliydi. Otobüsün olduğu yere gelince durdu ve dikkatel etrafı yoklamaya
başladı. Çok geçmeden ayağı çamurun altında otobüsün metaline değdi. Bir an
sonra kırılmış camın bencerede kalan parçasının ayağını kesmesinden son anda
kurtulmuştu. Çamurun daha sığ olduğu bir yerde yavaşça kazmaya başladı. Bunu
sadece formalite icabı yapıyordu, kimseyi bulmayı beklemiyordu, eli yumuşak bir
şeye çarpınca şaşırdı.
Ellerini çamurun içine daldırıp yokladı. Dokunduğu şey bir
eldi. Korkuyla hızlıca kazdı Baekhee. Çamurun içinde derinlerde gömülü bedenin
pencereye doğru uzanmış eli açığa çıktığındaysa içinde tutmakta olduğu
gözyaşları sessiz bir hıçkırıkla yeniden başladı. Şu anda göğü bulutlar
kaplamalı, yağmur saygıyla çiseleyip elin üzerindeki çamuru yıkamalıydı. Her
şey saygı duruşunda durmalıydı ve dünya ona bunu yaptığı için özür dilemeliydi.
Üç deri bileklik ve iki siyah yüzük takıyor olmasa da tanırdı bu eli Baekhee.
Sahibinin siyah tişörtünün üzerine en az üç gümüş kolye taktığını bilir,
bugünkü çerçevesinin rengini merak ederdi. Görmese bile, dağınık siyah
saçlarının gizlediği gözlerindeki dostça ışıltının asla kaybolmayacağına hep
emin olmuştu. Şu ana kadar.
Dudağını ısırıp hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı Baekhee,
inkar etmeye çalıştığı her şey, beyni bir anda idrak ederken. Baekhee’nin ona
doğum gününde aldığı bilekliği takıyordu bugün de, can dostu Yesung. Çabucak
nabzına baktı Baekhee; ama dünya tahminlerini yanlış, umutlarını doğru
çıkaracak kadar nazik değildi. Baekhee başını eğip gözyaşlarının düşmesine izin
verdi.
“Özür dilerim.” Dedi sessizce. Ölmek zorunda olduğu için
özür diliyordu. O öldüğü halde kendisi hayatta kaldığı için, onu kurtaramadığı
için, sözünü tutup onu koruyamadığı için, artık yanında olamayacağı için…
alamayacağı her nefes ve yaşayamayacağı her an için ondan özür diliyordu.
“Baekhee!” Hanna’nın onu çağıran sesiyle kısa süreli
yasından çıkmaya zorladı kendini Baekhee.
“Geliyorum!” diye seslendi en normal sesiyle. Doğum günü hediyesi
olan bilekliği çabucak Yesung’un bileğinden çıkarıp cebine attı. Bir ölü soyucu
gibi hissetmişti; ama en iyi arkadaşından ona kalacak, yanında hissettirecek
bir şeye ihtiyacı vardı. Sonra derin bir nefes aldı, parmaklarını önce
dudaklarına, sonra elin parmaklarına değdirdi ve cansızca duran cismi yeniden
çamurla kapladı. Yüzünü çabucak silip Hanna’nın sesinin geldiği yere döndü. “Ne
oldu, birini mi buldun?”
“Hayır; ama çalışan bir telefon buldum!” dedi, telaşla
Baekhee’ye doğru koşturarak. Baekhee hızını artırıp Hanna’yla ortada bulıştu.
“Ekran kilidi?” diye
sordu, çabucak.
“Bu Zelo’nun, salak.” Dedi Hanna acılı bir sesle, Baekhee’de
bir kendini yumruklama isteği uyandırarak. Güçlü olması gerekiyordu, patavatsız
değil! Hanna, arkaplanında kendi gülümseyen yüzünün bulunduğu ekranın kilidini
tek denemede açarken onu izledi. Hanna gibi o da Zelo’nun bu resmi arkaplanı
için ne ara seçtiğini bilmiyordu; ama telefonun eşsiz kurukafalı kapağı
telefonun şüpheye yer bırakmayacak şekilde Zelo’nun olduğunu kanıtlıyordu.
“Sinyal yok!” diye inledi Hanna.
“İnterneti dene, bazen oluyor.” Dedi Baekhee çabucak.
“O da yok… wifi zaten yok. Dağ başı mı burası?! Tamam,
biliyorum, buna cevap verme.” Dedi Hanna sinirle, elini saçlarından geçirerek.
En azından artık ağlamıyor olması Baekhee’yi biraz rahatlatmıştı.
“Kimseyi bulamayacağız… Hanna, kızların yanına gidelim.”
Dedi Baekhee. Hanna telefonun arkaplanına bir daha bakıp iç çekti, sonra
kapatıp cebine koydu ve Baekhee’ye döndü.
“Haklısın, daha fazla yalnız bırakmayalım onları.” Dedi.
Geldikleri yoldan geri yürürlerken Baekhee ağaçların arasında bir karaltı
gördüğüne yemin edebilirdi. Bir boz ayı veya ulu kurt olmaması için dua ederek
adımlarını hızlandırıp Hanna’yı da peşi sıra çekiştirerek hızla arkadaşlarının
yanına doğru gitti; ama karşılaştığı manzara beklediğinden faklıydı.
“Ah, işte geldiler!” dedi Rian oturduğu yerden, yanında
dikilen üç uzun, krem rengi kıyafetlerinde bir tane çamur lekesi olmayan gence.
Hanna’yla Baekhee bir anlığına göz göze geldiler ve çabucak arkadaşlarının
yanına gittiler.
“Merhaba. İyi misiniz?” dedi aralarından en kısa olanı ki o
bile Baekhee’den bir baş uzundu.
“Evet, bizde bir hasar yok.” Dedi Baekhee, bu üçlünün yardım
için burada olduğunu ve Rian’ın güvenini kazanmayı çoktan başardıklarını
varsayarak. Mantıklı olan buydu.
“Biz yakında bir dağ evinden geliyoruz; sarsıntıyı
hissedince belki yardım edebileceğimiz bir şey vardır, diye aramaya çıkmıştık.
Deprem oldu, sandık.” Diye açıkladı, daha arkadaş canlısı görünen genç.
Baekhee’nin aklına ilk gelen şey evde televizyonun olup olmadığı, eğer varsa da
habercilerin formdan düşmüş olması gerektiği gerçeği olmuştu. İşte bu yüzden
arkadaşları ona hep uzaylı diye
seslenirdi. Farkına varmadan kaşları şüpheyle havalanmıştı; ama arkadaşlarının
hepsi bu insanlara güveniyor göründüğünden kendini tuttu.
“Biz de başka yardıma ihtiyacı olan olup olmadığına
bakıyorduk.” Dedi Hanna, Rian’ın yanına doğru yürüyerek. “Kimseyi bulamadık.”
“Sizi güvenli bir yere götürelim önce.” Dedi yine en
kısaları. Rian minnetle başını salladı. En uzunları olan maske suratlının
sadece süs niyetine gelmiş gibi dikilmekte olması Baekhee’nin gözüne batsa da
sesini çıkarmadı. Biri yaralı, biri baygın üç arkadaşla hiçbir yardıma itiraz
edecek durumda olmadığını biliyordu en azından.
“Hanna’yla ben yürüyebiliriz bu güvenli yere kadar.” Dedi
sonunda, “Ama Sekyung…”
“Baygın arkadaşınızı ben alabilirim.” Dedi sonunda maske
suratlı genç, Baekhee’yi şaşırtarak.
“Sana da ben yardım ederim Rian.” Dedi kısa boylu genç,
Rian’a doğru bir adım atıp. Rian yerinden kalkmak için hareketlendi; ama
başarısız olup aynen geri düştü. Kısa boylu olan hızla hareketlenip Rian’ı
yakaladı ve düşüşünü yavaşlattı, sonra da tek kolunu kızın kollarının altından
geçirip destekleyerek ayağa kaldırdı.
“Şey, size ‘hey’ diye seslenmek biraz tuhaf olacak.” Dedi
Hanna. Ben de tam aynı şeyi nasıl sorsam
diyordum, diye düşündü Baekhee.
“Lay.” Diye gülümsedi kısa boylu genç, Hanna’ya dönüp.
“Kai.” Dedi en arkadaş canlısı görünen, sonra Sekyung’un
başında diz çökmüş maske suratlıyı işaret etti, “Bu da Sehun.”
Sehun denen genç
başıyla onları selamladı. Diğer ikisi iyiydi de, Baekhee’nin bu gençle ilgili
bazı kötü hisleri vardı. “Ben de Baekhee.”
“Hanna.” Diye tanıttı kendini arkadaşı Baekhee’den sonra.
“Rian’la tanışmıştık, Sekyung da baygın olan arkadaşınız,
değil mi?” dedi Lay, “İyi ki sizi bulduk, burası heyelan olmadan da tekin
değildir.”
“Belli, ormanın ortasındayız!” dedi Baekhee, kendini
tutamadan. Olan her şeyden sonra sinirleri fazlasıyla bozuktu ve kimse bunun
için haklı bir sebebi olmadığını söyleyemezdi. Bir an Sehun’la göz göze geldi
ve gencin yüzünde bir anlığına beliren hafif alaycı yarım gülüşü ve bu kızı sevdim bakışını yakaladı.
“Bir an önce buradan gidip
kalanını sonra tartışsak?” diye önerdi Sehun, bakışlarını kaçırarak. Kollarını Sekyung’un
sırtının ve bacaklarının altına yerleştirip kızı tek hamlede kaldırdı. Kai
çamurda kolayca onun yanına gidip kızın boştaki kolunu sallanmaması için
karnına güvenle yerleştirdi.
“Gideceğimiz yer fazla uzak değil.”
Dedi Kai, “Gerçekten bir an önce gitmeliyiz. En azından Rian’la Sekyung’un
yaralarına bakarız.”
“Hadi o zaman.” Ded, Lay ve
yavaşça yürümeye başladı. Rian’a mümkün olduğu kadar yardım etse de büyükçe bir
tosbağa hızında ancak ilerleyebiliyorlardı. Rian şiş ve morarmış ayağını yere
biraz bile basamıyordu, Lay’in desteğiyle sekmek zorunda kalıyordu. Herkes onları
bekliyordu. Lay sonunda iç çekip başını iki yana salladı.
“Bu böyle olmayacak. Sıkı tutun.” Dedi
genç ve hızlıca, Rian’ın bir tepki vermesine fırsat bırakmadan eğilip kızın
ayaklarını yerden kesti. Rian’dan ufak bir ciyaklama çıkmıştı ve düşmemek için
güvenle Lay’in boynuna sarılırken Baekhee arkadaşının yanaklarının kızardığına
yemin edebilirdi. Sehun hafifçe sırıttı.
“Evet, öyle daha hızlı olabilir
gerçekten. Hadi gidelim.” Dedi ve kollarındaki kızın hiçbir ağırlığı yokmuş
gibi önden yürümeye başladı. Arkasından Lay ve Rian takip etti. Kai onları
bekliyordu. Hanna önden gitti, onu Baekhee takip etti ve anca herkes yola
koyulunca Kai artçı gibi peşlerine takıldı. Kısa bir yürüyüşten sonra omzunda
hafif bir dokunuş hissetti Baekhee. Dönüp baktı.
“Bir şey mi oldu?” diye sordu
otomatik olarak. Kai avucundaki bir nesneyi gösterdi.
“Senden düştü.” Dedi Kai. Baekhee bakınca
bunun Yesung’un deri bilekliği olduğunu gördü. İçinin burulduğunu hissetti,
dudağını ısırmamak için kendini zorlaması gerekti. Kai çabucak elini tutup
kaldırdı, sonra bilekliği Baekhee’nin koluna sardı.
“Senin için o kadar kıymetliyse
cebinde taşımamalısın.” Dedi Kai bilekliği güvenle bağlarken, “Kaybetmek
istemeyeceğin şeyler senin için düşündüğünden daha değerli olabilirler.”
“Ben… ne?” dedi Baekhee şaşkınca,
Kai’nin işi bitince kolunu çekip bilekliğe hafifçe dokunarak. Gencin yüzündeki
çok şey kaybetmiş insanlara özgü ifade hiç var olmamış gibi, Baekhee’nin hayal
gördüğünü düşünmesine neden olarak, duman olup uçtu.
“Hadi, geride kalmayalım.” Dedi Kai
ve Baekhee’nin omzuna dokunup onun yeniden yürümeye başlamasını sağladı. Sessizce
yeniden Hanna’nın peşine takılan Baekhee’nin aklındaysa binlerce soru
dolanıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder