Sungmin'in yanaklarına yumuşak bir pembelik yayıldı ve tatlı dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu. Ama bunu anında sildi.
"Sana nasıl inanabilirim?" dedi Sungmin.
"Ney?" dedi Kyuhyun, şaşkınlıkla dikilerek, tamamen donmuş bir halde.
"Dediğim gibi, sana nasıl inanabilirim?" diye tekrarladı Sungmin. Kyuhyun Sungmin'in ellerini aceleyle bıraktı.
"Aish, bunu söylememen gerekiyordu! Söylevim mükemmeldi!" diye haşladı daha kısa genci, ellerini kalçasına dayayarak.
"Karşındakinin nasıl tepki vereceğini asla bilemezsin. Bunu bekliyor olmalıydın." dedi Sungmin. Oldukça ciddi ama yine de takılır gibi duruyordu.
"Ah, hyung!!" dedi Kyuhyun haşladı yine, Sungmin'in alışık olduğu "benimle uğraşma" ses tonuyla.
"Ne deseydim, o zaman?" dedi Sungmin, kollarını kavuşturarak.
"Belki daha cesaret verici bir şeyler?" diye önerdi Kyuhyun, "Fazla gay hissedip durmadan öyle ilan-ı aşk etmek ne kadar zor, haberin var mı senin?"
"Kes şikayet etmeyi! Benim yardımımı isteyen sendin, hatırlatırım!" dedi Sungmin, gidip yatağına oturdu ve bacak bacak üstüne attı.
"Aish, belki de Donghae hyung'dan yardım istemeliydim, en azından o bana gülmezdi." diye sessizce homurdandı Kyuhyun ve kendini armut minderinin üzerine bırakıp laptopunu kucağına çekti.
"Hey! En iyi öğretmen olmayabilirim - gerçi öyle olduğuma oldukça eminim - ama sen de en harika öğrenci sayılmazsın!" diye patladı Sungmin, "Az öncekileri söyleyebilmen bile bir mucize sayılabilir! Tamam, iyi iş çıkardın. Şimdi mutlu musun? Ve onunla tam olarak ne yaptığını sanıyorsun seni hıı?"
"Yah! Hyung!!" diye bağırdı Kyuhyun, Sungmin laptopunun kapağını birdenbire kapattığında - onun geldiğini fark etmemişti, oyunlarıyla ilgili haberlere bakmakla fazlasıyla meşguldü.
"Bitirmedik daha! Batırmak mı istiyorsun?" dedi Sungmin, laptopu Kyuhyun'un kucağından alıp yatağa geri bıraktı.
"Batırmayacağım, tamam mı? Doğaçlama yapabilirim!" diye soludu Kyuhyun. Bunlardan yorulmuştu; Sungmin'le bir saatten fazladır çalışıyorlardı ve bunun yarısı tuhaf hissettiğinden dolayı yaptığı beceriksizliklerden kurtulmaya çalışmakla geçmişti. Sungmin de hiç yardımcı olmuyordu. Bulabildiği en dişil kıyafetleri giymiş, turuncu saçlarını iki yandan toplamıştı - ki bu yardımcı olmaktan çok işleri çok daha absürt bir hale sokuyordu.
"Pişman olmayacağına emin misin? Onu kaçırırsan omzumda ağlamana izin vermiyorum." diye tehdit etti Sungmin.
"Ağlamayacağım, tamam mı?! Başından beri kötü bir fikirdi bu!" dedi Kyuhyun oldukça sinir olmuş bir biçimde ve armut minderinde kaykılarak laptopuna uzandı.
"Randevun ne zaman ki?" dedi Sungmin, saçlarındaki lastik tokaları çekip saçlarını esas haline geri sokarken.
"Gece... sekizde." dedi Kyuhyun, laptopunu tekrar açarak. Sungmin üzerini değiştirmek için pijamalarına uzanmadan önce saatine baktı.
"Hazırlanmaya başlamak istemediğine emin misin? Geç kalabilirsin." diye uyardı Sungmin. Saat hala altıydı; ama güvenlik açısından Kyuhyun'un randevusu şehir merkezinden uzaktaydı.
"Geç kalmam... yoksa... erken mi gitsem?" dedi Kyuhyun düşünceli bir şekilde, parmakları klavyenin üstünde donmuştu. Sungmin iç çekip gözlerini devirdi.
"Tabii ki! Seni beklerken bulmalı. Her zaman daha iyi görünür - en azından senin gibi tatlılık fakiri tiplerde." dedi Sungmin.
"Kızlar hep geç kalmaz mı zaten? Sen hep öyle söylersin. Zamanında gitsem yetmez mi?" dedi Kyuhyun Sungmin'e bakarak; ama onu gördüğü söylenemezdi.
"Yani, sen Cho Kyuhyun'sun." diye omuz silkti Sungmin.
"Ve?" dedi Kyuhyun. Bir şey anlamamıştı ve bu gerçekten saçmaydı.
"Demek istiyorum ki, sen ünlü ve yakışıklı bir idolsün ve o itiraf fiyaskondan sonra onunla ilk defa buluşacaksın. Birazcık hevesli olabilir." diye açıkladı Sungmin.
"Ha."
Kyuhyun saniyeler içinde laptopunu kapatıp armut minderinden kalktı. Sungmin onun sabırsızlığını izledi, Cho Kyuhyun'u her zaman böyle göremezdiniz. Gerçi o Bay Oyun Manyağı'nın eğer gerçekten aşık olursa umutsuz bir romantik olacağını hep biliyordu. Bu yüzden sessizce odadan çıkıp Kyuhyun'u rahatça hazırlanması için odada yalnız bıraktı ve gidip kendine koltukta bir televizyon keyfi çekmeye başladı.
Saçlarımı karıştırıp kafa derimi kaşıyarak yüzme isteğimi bastırmaya çalıştım. Daha yeni saçlarımın insancıl görünmelerini sağlamayı başarmıştım, dağılmasına izin veremezdim. Derin bir nefes aldım, şimdi strese giremezdim. Doğal kostümümle gitmeye karar verdim, sadece biraz daha sevimli. Sonuçta bu tam olarak bir çıkma değildi. Daha bana bir şey teklif etmemişti. Tamam, teknik olarak etmişti, ama o şekilde değil. Bana daha doğru düzgün açılmamıştı.
Kendimi şov dünyasındaki kıdemlilerime yeni bir trainee olarak ilk tanıştırdığım günden beri onunla oldukça yakındık. Tabii ki onlar tarafından çalıştırılmayacaktım; ama aynı şirkette olduğumuzdan onlarla tanışmış ve resmi olarak selamlamıştım. Çoğunluğu sevgi dolu ve destekleyiciydi; ama Super Junior'un özellikle sıcakkanlı olduğu kanıtlanmıştı. Benimle uzun süre muhabbet etmişlerdi ve bir sonraki işlerine işleri için gitmek zorunda kalmadan önce beni cesaretlendirmişlerdi. Cho Kyuhyun gerçi şeytani imajına rağmen hepsinden daha nazikti. Bana numarasını vermiş ve eğer bir sıkıntım olursa onu aramam için söz verdirmişti. Büyülenmiştim.
Bu şekilde bir ay kadar yakın arkadaşlar olmuştuk; tabi benim ondan inkar edilemez bir biçimde hoşlanmaya başlamam dışında. Hayatımdaki veya onunla sahip olduğum hiçbir şeyi rezil etmek istemiyordum gerçi ve ondan beni reddetmeyeceğine dair bir işaret görmeden bir şey başlatmaya teşebbüs edecek kadar cesur da değildim. Bu yüzden onu unutmaya çalışmıştım, en iyisinin bu olacağını düşünerek. Eski arkadaşlarım ve benim gibi traineelerle takılmaya başlamıştım ki bir kısmı ağır çapkınlardı. Ve o bundan kesinlikle hiç hoşlanmamıştı - benden hoşlandığına dair gördüğüm ilk işaret. Zekice bir yalanla beni gruptan çekip onu yok saymamamı, "öyle insanlarla" takılmamamı söylemişti ki bu oldukça gücendiriciydi. Ama her zaman böyle davranmadığını biliyordum; bu yüzden sorunun ne olduğunu, neden böyle davrandığını sormuştum. "Çünkü kıskanıyorum, mutlu musun?" demişti hiç düşünmeden. Donmuştum. O da donmuştu. Sonra da kaçıp gitmişti.
Bundan iki gün sonra, yani bu sabah, sevgililer günü sabahında bana mesaj atmış, buluşmamız gerektiğini, özür dilemek istediğini söylemişti. Gördüğümde kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Anında kabul edip banyoya koşmuştum ve hazırlanmaya başlamıştım. İtiraf etmesini bekliyordum; ama emin değildim. Beni kıskandığını söylemişti, ki bu benden hoşlandığı anlamına gelebilirdi, üstelik başka gün kalmamış gibi on dört şubat olmak zorundaydı. Sadece itiraf edebilirdi, değil mi? O etmezse ben edecektim. Çünkü yok saymak kesinlikle işe yaramamıştı, sadece kalbimdeki yerini daha da pekiştirmişti. Ve şimdi benden hoşlanıyor olabileceğine dair umudum da vardı.
Giyinmeyi bitirince aynada kendime baktım. Hala emin değildim; ama gördüğüm şey idare ederdi. Krem rengi dar kotum neyse ki ince olan vücuduma mükemmel oturuyordu, uçuşan somon rengi bluzum ne çok şıktı ne de çok basitti. Zarif ve tatlı bir havası vardı. Basit birkaç takı taktım, göz kalemi hafif allık ve açık renk kiraz kokulu parlatıcıdan oluşan hafif bir makyaj yaptım. Saçlarım doğal su dalgası halindeydi ve kakülüm zarifçe kaşlarımın biraz altına dökülüyordu. Onun kızların yüzünü açık görebilmekten hoşlandığını biliyordum; ama benim kendiminkiyle tam olarak gurur duyduğum söylenemezdi.
Anneme veda edip el salladım ve bu gece geç dönebileceğimi söyledim. Kahverengi ceketimle topuksuz kısa botlarımı da üzerime geçirdim; krem rengi dev atkımı da boynuma asınca hazırdım. Otobüs durağına doğru yürüdüm. Buluşacağımız yere gelmem kırk beş dakika almıştı. Bu neredeyse terk edişmiş park otobüs durağına gerçekten yakındı.
Otobüsten inince tam vaktinde geldiğimi gördüm. Parka yürüdüm. Kaykayın merdivenlerine dayanmış karanlık bir siluet vardı, basit bir bere ve kalın çerçeveli gözlüklerle yere bakıyordu. Sokak ışıkları durduğu yeri aydınlatmıyordu, karanlıkta kalmıştı. Yine de onu anında tanıyabilmiştim. Derin bir nefes aldım ve çabuk adımlarla yanına ilerledim. Ona yaklaştığımda beni fark edip başını kaldırdı Kyuhyun. Yüzüne çok güzel bir gülümseme yayıldı ve ayağa kalktı.
"Merhaba! Geciktim mi?" dedim yanına gittiğimde.
"Hayır, şey... galiba ben biraz erken gelmiş olabilirim." diye gülümsedi bana. Neredeyse utangaç görünüyordu. Varlığındaki her şey kalbim duracakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Ben de gülümsedim. Bana birdenbire bir tek nergis çiçeği uzattı.
"Üzgünüm." dedi. Yüzüne baktım, sonra çiçeğe, sonra tekrar yüzüne. Devam etmesi için sessiz kaldım.
"Öyle tuhaf davrandıktan sonra kaçmamalıydım. Arkadaşların hakkında kötü bir şey demek istemedim ve seni üzmeyi hiç istemedim, özür dilerim." dedi, hala çiçeği bana doğru uzatarak. Bunu söylerken bana bakmıyordu, bir şekilde utangaç ve içten görünüyordu. Nergisi alıp kokladım. Cennetten çıkma bir kokusu vardı.
"Sorun değil. Sana çok da kızgın olduğum söylenemez. Sadece şaşırdım." dedim. Kalbim her an ağzımdan fırlayabilirmiş gibiydi ve bana bakıp gülümsediğinde daha da kötü oldu. Saçmalık derecesinde kızardığıma adım gibi emindim.
"Sevindim." dedi, kadife gibi bir sesle. Kalbimin bir süreliğine durduğuna yemin edebilirdim. Gözlerimi kaçırdım, zavallı kalbim daha fazlasını kaldıramayacaktı.
"Ama neden birden bire benden kaçınmaya başladın?"dedi birdenbire. Yutkundum. Bu gece itiraf etmek için kendime söz vermiştim; ama şimdi doğru zaman mıydı? Gergin hissediyordum, avuçlarım bu soğukta bile terliyordu ve alev alabilirmişim gibi hissediyordum.
"Neden kıskandığını söyledin?" dedim. Hayır, bir dakika. Düşündüğüm şey bu değildi, ben cesaretimi toplayıp itira-
"Çünkü kıskandım."
Kyuhyun'un yumuşak sözcükleri panik içindeki düşüncelerimi kesti. Ona baktığımda direk gözlerime - hayır, ruhumum ta içine baktığını gördüm. Bakışları beni öyle bir yakalamıştı ki ağzımdan tek bir sözcük bile çıkmıyordu. Derdim neydi bilmiyordum; deli gibi aşık olsam da böyle olmazdım ben, biliyordum; ama...
"Uzaklaştırılmaya katlanamadım, seni diğerleriyle öyle görmeye katlanamadım, ben..." sesi azalarak kayboldu. Gergince gözlerini kaçırdığında bir büyüden uyanmış gibi hissettim. Alt dudağını hafifçe ısırdı. Artık kalbimin her an kaburgalarımı parçalayıp göğsümden fırlaması gerekiyordu. Sonra bana bir daha baktı. Gözleri yine ruhumun içine baktığında yeniden büyülenmiş gibi hissettim. İç çekip gergince gülümsedi.
"Aslında," diye devam etti, "Bunun için özür dilemek buluşmak isteme sebebimin sadece yarısıydı." derin bir nefes alıp kısa bir sessizliğe izin verdi, "Kalbimden geçenleri bilmeni istedim. Gerçekten nasıl hissettiğimi bilmeni istedim. Artık eskisi gibi devam edebileceğimi sanmıyorum."
Kısa bir süre sessiz kaldığında sadece gözlerine baktım. Midemde uçuşan kelebekler ve göğsüme yayılan bir sıcaklıkla söyleyeceklerini bekledim.
"Senden hoşlanıyorum. Hayır bekle- yani aslında- yani sana aşığım." diye hemen düzeltti, ki bu nefesimin toptan kesilmesine neden olmuştu. Aşığım, demişti. Hoşlanıyorum, değil. Bana aşıktı. Bana gerçekten aşıktı. Birkaç saniyeliğine nutkum tutulmuş sessizce bakarken, ben daha ben de diyemeden o konuşmaya devam etti. "Bu yüzden... bugün benim sevgilim olur musun?"
"Sadece bugün mü?" dediğimi duydum. Sözleri kendimi neredeyse kutsanmış hissetmeme neden oluyordu, buz gibi havada sıcacık hissediyordum. Şu anda olduğum kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum hiç. Hayatım buna bağlı olsa bile yüzümdeki aptal sırıtışı silemezdim, herhalde.
"Her zaman?" dedi; hisleri gülüşünden, bakışlarından taşıyordu ve ben bunların benin etrafımı sardığını gerçek anlamıyla görebiliyordum.
"Böylesi daha iyi." diye kıkırdadım, kızararak. Üstü kapalı cevabımdan sonra oldukça rahatlamıştı. Dudakları güzel bir gülümsemeyle kıvrıldı, başını hafifçe yana eğip kollarını açtı. Gülüp aramızdaki mesafeyi iki adımda kapattım, kollarımı beline doladım ve başımı göğsüne yasladım. Kolları etrafıma dolanıp beni kendine sıkıca bastırdı. Kalbinin en az benimki kadar hızlı atışlarını duyabiliyordum.
"Seni seviyorum, Cho Kyuhyun, bugün ve her zaman." diye fısıldadım, eğer böyle bir şey hala mümkünse ona biraz daha sokularak. Tepeme bir öpücük kondurdu, sonra yüzümü görebileceği kadar geri çekilip nazikçe yanağımı okşadı. Sonra kakülümü yana itip alnımdan öptü, sonra burnumdan, en son dudaklarımdan. Gözlerimi kapatıp ceketine sıkıca tutundum, her an eriyebilirdim. Öpüşü çok yumuşak, nazik ve aynı zamanda tutkuluydu ve bunun nasıl mümkün olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Bu ilk öpücüğüm bile değildi; ama öyleymiş gibi tepki veriyordum.
Eğer beni güvenle kendine bastırıp dik durmamı sağlayan kolları olmasa yere doğru akacağımı hissediyordum ki geri çekildi. Bana gülümsedi, sonra yukarı çabucak bir bakış attı.
"Pekala." dedi, ışıldayan bakışlarını yeniden bana çevirirken, "Sevgililer gününün bitmesine yaklaşık üç buçuk saat var. Kutlamak ister misin?"
Ceketinin cebinden küçük, kırmızı, yuvarlak ve şüpheli bir biçimde çikolataya benzeyen bir şey çıkardığında elimde olmadan kıkırdadım. Bunu kesinlikle planlamıştı.
"Çikolatayı kızların yapması gerekmiyor muydu?" dedim dalga geçerek; ama cesur davranıp dudaklarından küçük bir öpücük çaldım. Gülümsemesi genişledi.
"Hadi bir istisna yapalım. Beyaz bir atkı falan örmeye başlayabilirsin sen de." dedi, çikolatanın kırmızı paketini açıp ağzımın önüne uzattı. Uzanıp önce küçük topu ağzıma aldım, sonra bir küçük öpücük daha çaldım. Duramayacak kadar mutlu hissediyorum; aslında şu anda tek istediğim onu sonsuza dek tekrar tekrar öpmek olabilirdi. Elimi onun eline kaydırdım ve parmaklarımız sanki tek amaçları buymuş gibi birbirine kenetlendi.
"O gün gelince görürsün artık." dedim tatlı tatlı.
"Ama bak cidden, o çocuklarla flört etmeyi kes tamam mı?" dedi Kyuhyun birdenbire. Yeniden gülüp elini hafifçe sıktım.
"Endişelenmeyi bırakabilirsin artık. Belli ki günün planını sen çoktan yapmışsın, nereye gidiyoruz?" dedim.
"Şey, her şey benim planladığım gibi gelişmiyor, bu yüzden..." dedi ve elimi tutan elini omzuma atıp tembel tembel yürümeye başladı, "Doğaçlama yapalım."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder