– 11 –
“Otur yerine Kai, dönelemek onları geri getirmeyecek.” Dedi
D.O. belki de milyonuncu kez. Kai salonun ortasında volta atıyor ve tırnağını
kemiriyordu, onu durdurabilen de olmamıştı.
“Kurt var, tamam mı, hemoroid var bende oturamıyorum.” Dedi
Kai gergince. Eğer bir şey içiyor olsa, D.O.
onunla bütün duvarı yıkamış olurdu. Salondaki kimse ondan farklı
değildi.
“Sende hemoroid mi var?!” dedi Chen, kahkahalarının
arasından. “Altta olanın D.O. olduğunu sanıyordum!”
“Kapa çeneni velet!” diyerek ayağındaki terliği çıkarıp
Chen’e fırlattı Kai. Bu sadece Chen’in daha çok gülmesine neden olmuştu.
Sekyung son zamanlarda Chen’in pataklanmaktan hoşlandığını ve gıcıklığı sadece
bunu elde etmek için bir araç olarak kullandığını düşünmeye başlıyordu.
“Yaa, sen onu benim pabucuma anlat.” Diye homurdandı Kai kendi
kendine, sonra gidip pencereden dışarı baktı. Görünürde kimse olmayınca ofladı.
“O değil de, Kai, Sehun’u bu kadar sevdiğini bilmiyordum,
gerçekten.” Dedi Chen, pis pis sırıtarak.
“Sana susmanı söylemedim mi ben?” diye gözlerini devirdi
Kai. “Sorun Sehun değil, sorun Baekhee.”
“Bak sen, itiraf ediyorsun demek.” Dedi Chen bu sefer.
Sekyung bu konuşmanın gideceği yeri ilgiyle izliyordu. En yakın arkadaşlarından
biri hakkında onun yanında böyle konuşabiliyor olmaları gerçi Sekyung’a biraz
tuhaf geliyordu.
“Neyi?” dedi Kai ve bıkkınlıkla Chen’e döndü, “Bak; Sehun’un
iyiliğini istediğim için gitmesini engellemeye çalıştım. Ama Baekhee bambaşka
bir konu. Kız buraları bilmiyor bile ve sonuçta bizim misafirimiz. İlk defa
ağaçlığa gidiyor, dışarıda azalsa da bitmemiş bir fırtına var ve her yer çamur.
Bir tek ben mi bundan endişe duyuyorum, gerçekten?”
“Öyle, tek başına gitse arama timi kurardık da yanında Sehun
var.” Dedi Baekhyun.
“Bu nedense endişelerimi çok da azaltmıyor.” Diye homurdandı
Kai.
“İyi, endişelen o
zaman!” diyerek pes etti D.O. ve akşam yemeğinin durumuna bakmak için yeniden
azametle mutfağa döndü. Sekyung insanların birer birer Kai’yi yok saymaya
başlamalarını izledi. Kai de salonda volta atmaya devam etti. Aslında
Sekyung’un da en az Kai kadar endişeli olması gerekirdi; ama hem arkadaşının
doğal ortamlarda nasıl olduğunu biliyordu, hem de Sehun’a biraz güveniyordu.
Ayrıca, tepesine yıldırım veya yanan bir ağaç düşmezse, yardım edenin Baekhee
olacağına dair içinde kuvvetli bir his de vardı.
Bir süre sonra bahçe kapısı çalındı. Kai fırtına gibi kapıya
gidip açarken herkes merakla ne yapacağını görmek için izledi.
“Merhaba.” Diyerek el salladı Baekhee temkinle, en önde
duran kurbanlık koyun olarak. Hemen arkasında Hanna ve Luhan vardı, en arkada
da Sehun duruyordu. Stratejik bir dizilimdi; Kai’nin esas haşlayabileceği insan
en arkada, gözden uzaktaydı. Kai bir an dördüne de sinirle baktı, sonra iç
çekip kapının önünden çekilerek geçmelerine izin verdi.
“Komple manyaksınız.” Dedi Kai, dördü önünden teker teker
geçerken.
“Neden ben manyak oldum şimdi?” diye isyan etti Hanna,
“Bunca saattir kış bahçesinde kapalı olmam yetmiyor, bir de hakaret mi
yiyorum?”
“O laf sana değildi, Hanna.” Dedi Luhan, Hanna’nın hemen
peşinden gelirken. Hanna burnundan soluyarak içeri geçip üst kata çıktı.
Banyoya gidiyor olmalıydı, çünkü şu anda üzerinde olan miktarda kire Hanna asla
tahammül edemezdi. Hanna’dan sonra Luhan da çabucak Kai’yle Sehun’un arasından
çekilerek onları kendi başlarına bıraktı. İkisinin arasında kalan herhangi
birine yıldırım çarpabilirmiş gibi duruyordu.
“Özür dilememi bekliyorsan sonsuza kadar burada
dikilebiliriz.” Dedi Sehun, ifadesiz bir biçimde.
“Öyle bir niyetim yoktu aslında; ama bari tek başına
gitseydin.” Dedi Kai bıkkınca. Sehun önünde dikilen Kai’yi pek de umursamadan
içeri girdi.
“Bir şey olmadı işte, aynen dediğim gibi. Sorun ne?”
“Olabilirdi, sorun bu.” Dedi Kai, bahçe kapısını kapatırken.
Sehun iç çekti, Kai’ye döndü ve Sekyung’u fena halde şaşırtarak gülümsedi.
“Kai, gerçekten endişelenmeyi bırakabilirsin. Bir şey olacak
olsa ben de gitmezdim, herhalde.” Dedi Sehun ve Kai’nin omzuna hafifçe vurdu.
Sonra elindeki yağmurluğu asıp üst kata çıktı. Kai oflayıp mutfağa giderken
Sekyung’un arkasına saklanmış Baekhee de yeniden ortaya çıkmayı güvenli buldu.
“Sence Kai beni soteler mi, büyükbaba, ne dersin?” dedi Baekhee,
Sekyung’un – Chen tarafından çoktan tapulanmamış olan – yanına otururken.
“Birazdan sakinleşir. D.O. yemeği koysun ortaya, kesin
sakinleşir.” Dedi Baekhyun sakince, satranç masasında bir taşı hareket
ettirerek. “Şah, mat. Bu beşinci, Chanyeol.”
“Nasıl ama ya, nasıl onu oraya getirdin? Bana ne ben
görmedim!” diye isyan etti Chanyeol, kollarını çocuk gibi abartılı hareketlerle
sallayarak. Baekhyun gözlerini devirip taşları toplamaya başladı.
“Beş seferdir aynı şeyi söylüyorsun, artık yenilmekten
yorulmadın mı?” diye güldü Baekhyun. Chanyeol gözlerini kocaman açıp somurtarak
kollarını kavuşturdu.
“Hile yapıyorsun, yoksa ben yenilmedim işte!” dedi; ama o
kadar sevimli bir biçimde yapıyordu ki bunu, kimse ona mantıklı olmasını
söyleyemiyordu, söylemek de istemiyordu zaten.
“Tamam, yarın tekrar oynarız, Suho da bakar, bakalım hile
yapıyor muymuşum?” dedi Baekhyun, satranç tahtasını da toplarken. “Geri sayım…”
“Beş!” diye başladı Chanyeol hevesle. Sekyung ve Baekhee şaşkınca
geriye doğru sayan gençlere baktılar; tam onlar sıfıra geldiğinde mutfak
kapısından D.O. göründü.
“Masayı hazırlayın; yoksa ben tencereden yer, sizi de aç
bırakırım.” Dedi, elinde kepçesi ve üzerinde çiçekli önlüğüyle. Chen’in neden
ona annecik dediğini anlamak zor değildi. Onun talimatıyla herkes ayağa
fırlamış, yemek masasını yemeğe hazır hale getirmek için sağda solda koşturmaya
başlamıştı. Etrafta koşturan bu kadar çok insan olunca işlerin daha hızlı
hallolacağını sanırdınız; ama daha çok birbirlerinin ayağına dolanıyorlardı. Sonunda
hazırlamayı bitirdiklerinde D.O. sadece bir tava çıkarıp tencereyle ritmik bir
biçimde ona vurmaya başladı ve yukarıda Baekhee’nin uyuklarken gördükleri dahil
herkes aşağı koştu.
“Vay be, alarmdan daha etkili.” Dedi Sekyung etkilenmiş bir
biçimde, onu kolundan tutmuş masaya götüren Chen’e hiç direnmeden. Havaya
yayılan koku zaten karşı konulamazdı.
“Ne sandın?” dedi D.O. geniş ve… garip bir biçimde pis bir
sırıtışla. Sekyung bu ifadeyi onun yüzünde görmeyi hiç beklememişti; ama saçma
görünmediğini kabul etmeliydi. Herkes oturduktan kısa bir süre sonra
merdivenlerden ıslak saçlar ve yeni, beyaz bir eşofman takımla Hanna indi, hemen arkasından da Rian ve Lay geliyordu.
Sekyung ikisinin gelişini izlerken, önündeki yemeğe rağmen, gözlerini kıstı.
“Siz ikinize ne oldu böyle?” diyerek Sekyung’un
aklındakileri dile getiren Chen oldu. Lay Rian’ı sandalyelerden birine bıraktı ve saçlarını hafifçe karıştırdı, kız da yanında yerini alırken Lay’e gülümsedi. Chen’in
gözleri bir an şüpheyle kısıldı, sonra aydınlanmış gibi açıldı ve sırıttı. “Ahh,
Lay dostum çok hızlısın, gerçekten.”
“Ne?” dedi Lay umursamazca ve yemeğine gömüldü. Chen kıkırdadı.
“Ben de bu kadar saattir yukarıda ne yaptığınızı merak
ediyordum, ne kadar da safım!” dedi Chen, Lay’i örnek alıp yemeğine gömülürken.
“Bir dakika, ne?” dedi Baekhee. Hayır, o da bariz olanı
anlamıştı; ama doğru anladığına emin olmak istiyordu.
“Anlamadın mı? O ikisi artık birlikte.” Dedi Chen. Herkes
dönüp ikisine bakarken ne Lay, ne de Rian inkar etmek içi herhangi bir girişimde
bulundu. Sadece sessizce yemeklerine devam ettiler. Üç saniye sonra masada
korkunç bir şamata koptu. O kadar çok insan aynı anda Lay’in sırtına vuruyordu
ki gencin kafasının tabağına gömülmesi sürpriz olmazdı. Bir o kadar insan da Rian’ın
saçlarını karıştırıyordu. Sekyung bu insanların başını çekiyordu, hatta Hanna bile
sadece gülüyordu. Durumun sadece Baekhee’ye tuhaf geliyor olması ne kadar
normaldi? Sonuçta, ne kadar olmuştu ki ikisi tanışalı? Gerçi Baekhee her zaman
tuhaf olan olmuştu; eğer herkes normal karşılıyorsa normaldi herhalde.
Yemek boyu herkes Rian ve Lay hakkında hayaller kurmaya
devam etti; üçüncü kuşak torunlarının evliliklerine kadar. Yemek bittiğinde Lay’in
Rian’ı kucakladığı gibi masadan kaçması çok da beklenmedik bir hareket
olmamıştı bu yüzden. Beklenmedik olan, artık aynı odada yatacaklarını
söyleyerek Suho’yu odasından kovması olmuştu.
“Ya, ben nerede yatacağım?” diye isyan etti Suho. Lay omuz
silkti.
“Biliyorsun, Hanna’nın yanındaki yatak oldukça boş.”
“Nasıl yani, onunla mı yatayım?!” dedi Suho, Hanna’ya
kaçamak bir bakış atarak. “Yani, tabii ki ben sorun etmem; ama Hanna rahatsız
olmasın?”
“Bir şey olmaz.” Dedi Luhan, bir adım öne çıkarak, “Beni
daha iyi tanıyor, benimle daha rahat olacaktır. Ben kalırım onunla, sen benim
odamda kal.”
“Luhan. Pelüşlerini mi bırakacaksın?” dedi Suho, ardına
kadar açık gözlerle. Luhan’ın yüzü bariz bir biçimde asıldı.
“Aaa… evet; o zaman Hanna gelip benimle kalsın?” dedi Luhan,
yüzü yeniden aydınlandı ve kocaman parlak gözlerini kırpıştırıp Hanna’ya büyük
bir umutla baktı.
“Sehun nereye gidecek?” dedi Suho.
“O da senin yanında kalır.” Dedi Luhan, umutlu gözlerini Hanna’dan
ayırmadan.
“Luhan bu fazlasıyla saçma oldu, farkındasın değil mi? Sen Hanna’yla
kalasın diye kırk kişi yer mi değiştirecek?” dedi Baekhee, kollarını
kavuşturarak. Adını koyamadığı bir sebepten, belki de Lay’la Rian’ın birlikte
olmasını garipsemesiyle aynı nedenden, Luhan’ın Hanna’ya karşı tavırları Baekhee’nin
sinirlerini bozuyordu. Yoksa bu kadar uyuz bir kız değildi, en azından uyuz
davrandığının farkında olacak kadar değil.
“Haklısın…” dedi Luhan, yüzü yeniden asılmıştı. İç çekti. “Ne
yapalım, pelüşlerimden birkaç tanesini yanıma alırım artık. Sadece Suho gidip benim yerimde
yatmak zorunda kalır.”
“Hala ısrar ediyorsun yani?” dedi Baekhee, içindeki kaltağı
mümkün olduğunca bastırmaya çalışarak. Bu, başarılı olmuş haliydi.
“Ne olacak ki? Üç kızız zaten, birimiz her halükarda
dışarıda kalıyor ve Luhan haklı; saatlerdir onunla kış bahçesinde kapalıyım. En
çok onunla rahat ederim.” Dedi Hanna.
“Biri bana Lay ve Rian’ın neden birlikte uyuduğunu tekrar
açıklayabilir mi?” diye söylendi Baekhee, sinirle homurdanarak. Hanna bıkkınlıkla
oflayıp gözlerini devirdi. Sehun sakinleştirmek amaçlı elini Baekhee’nin omzuna
koydu; ama kız hırçın bir biçimde silkeleyerek uzaklaştırdı onu.
“PMS zamanın gelmiş senin anlaşılan, uyuzluğun üstünde. Boş
verin, sabaha toparlanacaktır.” Dedi Hanna ve toplanmış insanları bir diva gibi
kışkışlayarak dağıttı. Baekhee’nin içinde oflayıp çığlık atarak tepinmek için
dayanılmaz bir istek vardı; ama sadece odasına giderken ayaklarını yere
vurmakla yetindi. Bir dakika sonra, daha yatağına yatacak kadar kendini
sakinleştiremeden kapı tekrar açıldı. Baekhee, arkası kapıya dönük bir biçimde
yatağında oturuyordu, dönüp bakmaya tenezzül etmedi.
“Sekyung, çok rica etsem beş dakika sonra gelir misin?” dedi
sadece. Kapı kapandı; ama ayak sesleri devam ediyordu. Baekhee tam gitmesini tekrar söylemek için arkasını dönmüştü ki kapının önünde dikilen Kai’yle
karşılaştı. Burnundan bir nefes verdi, dudakları ince bir çizgi halini alana kadar
birbirine bastırarak gence baktı. Gazabının hedefi olmasını istediği son insanlardan
biri Kai olabilirdi.
“Yağmurda kış bahçesine kadar gidip geldiniz ve benim
sayemde bir şemsiyeniz de yoktu. Yatmadan önce bu çayı içmezsen kendimi rezalet
hissedeceğim.” Dedi Kai, yumuşak bir sesle. Belki de bu kafasını dağıtmak için
iyi bir fırsattı. Baekhee gözlerini kapattı ve üstünden duman tüten bardağın
kokusunu almaya çalıştı.
“Ne çayı bu?” dedi sonunda pes ettiğinde. Kai yavaş
adımlarla yanına yürümeye başladı.
“Ayva. Sıcak bir şeyler içip öyle yatarsan hem daha rahat
uyursun, hem benim içim rahat eder.”
“Onu kapıları kilitlemeden önce düşünmemeli miydin?” diye
iğneledi Baekhee, Kai bardağı komodinin üstüne bırakırken. Genç durdu, hafifçe
güldü ve doğruldu.
“Haklısın, özür dilerim. Biraz ileri gitmiş olabilirim.” Dedi,
utangaçça elini ensesine atarak. Böyle açık bir özür karşısında Baekhee kızamazdı.
Gerçekten özür dileyen birine kızmaya asla devam edememişti, gerçekten öfkeli
olsa bile. İç çekti ve tüten bardağa uzandı.
“Ben de biraz saçmalamış olabilirim, o konuda da sen haklı
olabilirsin.” Diye kabullendi sonunda. Kai gülümseyerek yanına – güvenli bir
mesafeye – yatağa oturdu.
“Bir derdin var.” Dedi, sorma ihtiyacı duymadan. Gerçi sorulacak
bir şeyi de yoktu; Baekhee açık bir biçimde sorunlu bir velet gibi
davranıyordu. Neyi soracaktı ki?
“Bir de ne olduğunu bilsem.” Dedi Baekhee, homurdanarak.
“Ne olduğunu bilsen çözüyor olurdun zaten.” Dedi Kai. Baekhee
başını kaldırıp gence baktı.
“Bu kadar çok mu belli oluyor nasıl biri olduğum?”
“Şaka mı yapıyorsun? Açık kitap gibisin.” Diye kıkırdadı Kai.
Baekhee bunu iltifat mı, hakaret mi olarak algılayacağını bilemiyordu, tuhaf
bir biçimde gülümsemekle yetindi. Hemen ardından Kai uzanıp eline dokunduğundaysa neredeyse bütün çayı üzerine dökmek suretiyle kendini haşlıyordu. Bardağı güvenle
geri komodinin üzerine bıraktı. Bu arada Kai de elini tutmuştu; ama daha çok
şaşırmış gibi bakıyordu.
“Bilekliğin nerede?” dedi Kai bir an sonra, tam Baekhee ne
halt yediğini düşündüğünü sormak üzereyken. Baekhee bu soruyla bir an durdu
düşündü, sonra donakaldı. Bilekliği… Yesung’un deri bilekliği. Gerçekten,
neredeydi?
“Bilmiyorum; dün… banyo yaparken çıkarmıştım sanırım.” Dedi dehşet
içinde.
“Bu kattaki büyük banyoda mı, yoksa Hanna’nın kaldığı
odadaki banyoda mı? Sen büyük banyoyu kullanmıştın, değil mi?” dedi Kai. Baekhee
başını onaylayarak salladı. Kai kızın elini bırakıp ayaklandı. “Hemen
geliyorum.”
Kai odadan çabucak çıkarken Baekhee boş gözlerle kucağına,
ellerine bakıyordu. Resmen unutmuştu. Bu nasıl olabilmişti? Nasıl olmuştu da
bilekliğin yokluğunu fark etmemişti? Nasıl olmuştu da olanları, yitirdiklerini,
sevdiklerini, evini, her şeyi böyle
kolayca unutabilmişti? Böyle bir şey mümkün müydü? Sanki bambaşka bir dünyaya
gelmiş gibi olduğu için belki zihni kendini tüm travmatik olaylardan
soyutlamak, kaçmak istemişti. Olabilir miydi? Kurtarılmayı ve eve dönmeyi
beklediğini unutacak kadar kaçmak istemiş olabilir miydi zihni?
Fal taşı gibi açılan gözlerini birkaç kere kırpıştırdı Baekhee.
Sorun buydu işte! Lay’le Rian’dan da, Luhan’ın davranışlarından da neredeyse
nefret etmesinin sebebi buydu. Bir gün; onlar buraya geleli yalnızca tek bir
gün olmuştu. Yaraları iyileşmemişti, kalpleri iyileşmemişti – en azından öyle
olmalıydı – ve kayıpları tabii ki geri gelmemişti. Ama Rian gidip biriyle aşk
yaşayabiliyordu; Luhan’sa böyle durumdaki birine sarkıntılık edebiliyordu. Başkaları
için neydi bilmiyordu; ama bu Baekhee’nin gözünde hastalıklı bir durumdu.
“İşte, burada, buldum onu.” Dedi Kai, içeri girip kapıyı
kapatırken. Baekhee yanına tekrar oturan gence boş gözlerle baktı; Kai onun
elini havada uygun bir konuma getirip bilekliği güvenle tekrar bağlarken de anlamsızca
izledi. Hatta bir an bilincini kaybettiğine yemin edebilirdi; odanın ışıkları
kararmış, beden algısını kaybetmişti. Karanlıkta, metalik ritmik seslerin
ortasında boşlukta bir an süzüldükten sonra görüşü tekrar yerine geldiğinde neyse
ki hala oturuyordu.
“Teşekkürler.” Dedi sessizce, Kai bağlamayı bitirip geri
çekildiğinde.
“İyi misin?” dedi Kai, kısa bir sessizliğin ardından. Baekhee
gözlerine yaşların dolduğunu hissedip başını iki yana salladı ve avuçlarını yüzüne
yapıştırıp sıktığı dişlerinin arasından derin bir nefes aldı.
“Unuttum. Tamamen unuttum.” Dedi zayıf bir sesle, nefesini
verirken. Bir an sonra sırtının nazikçe sıvazlandığını hissetti.
“Hatırlamak istemediğin şeyleri; gerçek olduğuna inanmak
istemediğin, hiç yokmuş gibi yaşamak istediğin şeyleri bazen zihnin rahatlıkla hiç
olmamış gibi yapabilir. Üstelik yaşadıklarınız çok ağır. Bu senin suçun değil,
unuttuğun için kendini suçlamamalısın. Arkadaşın seni suçlamazdı.” Dedi Kai,
sanki Baekhee’nin zihnini okumuş gibi. Baekhee bastırılmış bir hıçkırıkla
sarsıldı.
“Seni yalnız bırakmamı ister misin?” diye sordu Kai bir süre
sonra, nazikçe. Baekhee hıçkırıp bağırarak ağlamaya başlamadan konuşabileceğine
güvenemiyordu; bu yüzden başını yukarı aşağı sallamakla yetindi. Kai’nin elini
çektiğini hissetti, bir dolap kapağının açılıp kapanma sesini duydu, sonra
kollarına değen bir yumuşaklık hissetti. “Sana bakmıyorum. Seni duymuyorum. Hatta burada
bile değilim… ama yastığın sarılıp ağlamak için fazla küçük.”
Baekhee gözlerini açıp önünde duran kocaman, şişman yastığı
gördüğünde elinde olmadan hıçkırıkla karışık bir kıkırtı çıkardı. Kai gerçekten
gözlerin kapatmış, başını da başka tarafa çevirmişti, ondan mümkün olan en uzak
noktada duruyordu. Baekhee yastığı aldı, kucaklayıp sıkıca kendine bastırdı ve
yüzünü de içine gömdü. Bir süre sonra Kai’nin uzaklaşan ayak seslerini duydu. Odanın
kapısı açıldı.
“Sekyung’un bir süre gelmemesini ister misin?” dedi Kai kapıdan
çıkmadan önce. Baekhee yine başını yukarı aşağı salladı. “İyi geceler.” Dedi Kai, sonra Baekhee kapının kapandığını duydu. Bir an sonra hıçkırıklarını ve anlamsız
sözcüklerini yutan yastığa sanki hayatı buna bağlıymış gibi sarılarak ağlamaya
başlamıştı. Kendinden nefret etmemek için büyük çaba harcaması gereken zamanlar
hep olmuştu hayatında; ama şu an onların en kötüsüydü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder