28 Temmuz 2014 Pazartesi

Başlangıç - 11

– 11 –

“Otur yerine Kai, dönelemek onları geri getirmeyecek.” Dedi D.O. belki de milyonuncu kez. Kai salonun ortasında volta atıyor ve tırnağını kemiriyordu, onu durdurabilen de olmamıştı.

“Kurt var, tamam mı, hemoroid var bende oturamıyorum.” Dedi Kai gergince. Eğer bir şey içiyor olsa, D.O.  onunla bütün duvarı yıkamış olurdu. Salondaki kimse ondan farklı değildi.

“Sende hemoroid mi var?!” dedi Chen, kahkahalarının arasından. “Altta olanın D.O. olduğunu sanıyordum!”

“Kapa çeneni velet!” diyerek ayağındaki terliği çıkarıp Chen’e fırlattı Kai. Bu sadece Chen’in daha çok gülmesine neden olmuştu. Sekyung son zamanlarda Chen’in pataklanmaktan hoşlandığını ve gıcıklığı sadece bunu elde etmek için bir araç olarak kullandığını düşünmeye başlıyordu.


“Cidden ama Kai, gittilerse ne var yani? Geri getirecek halin yok ya.” Dedi Baekhyun sonunda.

“Yaa, sen onu benim pabucuma anlat.” Diye homurdandı Kai kendi kendine, sonra gidip pencereden dışarı baktı. Görünürde kimse olmayınca ofladı.

“O değil de, Kai, Sehun’u bu kadar sevdiğini bilmiyordum, gerçekten.” Dedi Chen, pis pis sırıtarak.

“Sana susmanı söylemedim mi ben?” diye gözlerini devirdi Kai. “Sorun Sehun değil, sorun Baekhee.”

“Bak sen, itiraf ediyorsun demek.” Dedi Chen bu sefer. Sekyung bu konuşmanın gideceği yeri ilgiyle izliyordu. En yakın arkadaşlarından biri hakkında onun yanında böyle konuşabiliyor olmaları gerçi Sekyung’a biraz tuhaf geliyordu.

“Neyi?” dedi Kai ve bıkkınlıkla Chen’e döndü, “Bak; Sehun’un iyiliğini istediğim için gitmesini engellemeye çalıştım. Ama Baekhee bambaşka bir konu. Kız buraları bilmiyor bile ve sonuçta bizim misafirimiz. İlk defa ağaçlığa gidiyor, dışarıda azalsa da bitmemiş bir fırtına var ve her yer çamur. Bir tek ben mi bundan endişe duyuyorum, gerçekten?”

“Öyle, tek başına gitse arama timi kurardık da yanında Sehun var.” Dedi Baekhyun.

“Bu nedense endişelerimi çok da azaltmıyor.” Diye homurdandı Kai.

 “İyi, endişelen o zaman!” diyerek pes etti D.O. ve akşam yemeğinin durumuna bakmak için yeniden azametle mutfağa döndü. Sekyung insanların birer birer Kai’yi yok saymaya başlamalarını izledi. Kai de salonda volta atmaya devam etti. Aslında Sekyung’un da en az Kai kadar endişeli olması gerekirdi; ama hem arkadaşının doğal ortamlarda nasıl olduğunu biliyordu, hem de Sehun’a biraz güveniyordu. Ayrıca, tepesine yıldırım veya yanan bir ağaç düşmezse, yardım edenin Baekhee olacağına dair içinde kuvvetli bir his de vardı.

Bir süre sonra bahçe kapısı çalındı. Kai fırtına gibi kapıya gidip açarken herkes merakla ne yapacağını görmek için izledi.

“Merhaba.” Diyerek el salladı Baekhee temkinle, en önde duran kurbanlık koyun olarak. Hemen arkasında Hanna ve Luhan vardı, en arkada da Sehun duruyordu. Stratejik bir dizilimdi; Kai’nin esas haşlayabileceği insan en arkada, gözden uzaktaydı. Kai bir an dördüne de sinirle baktı, sonra iç çekip kapının önünden çekilerek geçmelerine izin verdi.

“Komple manyaksınız.” Dedi Kai, dördü önünden teker teker geçerken.

“Neden ben manyak oldum şimdi?” diye isyan etti Hanna, “Bunca saattir kış bahçesinde kapalı olmam yetmiyor, bir de hakaret mi yiyorum?”

“O laf sana değildi, Hanna.” Dedi Luhan, Hanna’nın hemen peşinden gelirken. Hanna burnundan soluyarak içeri geçip üst kata çıktı. Banyoya gidiyor olmalıydı, çünkü şu anda üzerinde olan miktarda kire Hanna asla tahammül edemezdi. Hanna’dan sonra Luhan da çabucak Kai’yle Sehun’un arasından çekilerek onları kendi başlarına bıraktı. İkisinin arasında kalan herhangi birine yıldırım çarpabilirmiş gibi duruyordu.

“Özür dilememi bekliyorsan sonsuza kadar burada dikilebiliriz.” Dedi Sehun, ifadesiz bir biçimde.

“Öyle bir niyetim yoktu aslında; ama bari tek başına gitseydin.” Dedi Kai bıkkınca. Sehun önünde dikilen Kai’yi pek de umursamadan içeri girdi.

“Bir şey olmadı işte, aynen dediğim gibi. Sorun ne?”

“Olabilirdi, sorun bu.” Dedi Kai, bahçe kapısını kapatırken. Sehun iç çekti, Kai’ye döndü ve Sekyung’u fena halde şaşırtarak gülümsedi.

“Kai, gerçekten endişelenmeyi bırakabilirsin. Bir şey olacak olsa ben de gitmezdim, herhalde.” Dedi Sehun ve Kai’nin omzuna hafifçe vurdu. Sonra elindeki yağmurluğu asıp üst kata çıktı. Kai oflayıp mutfağa giderken Sekyung’un arkasına saklanmış Baekhee de yeniden ortaya çıkmayı güvenli buldu.

“Sence Kai beni soteler mi, büyükbaba, ne dersin?” dedi Baekhee, Sekyung’un – Chen tarafından çoktan tapulanmamış olan – yanına otururken.

“Birazdan sakinleşir. D.O. yemeği koysun ortaya, kesin sakinleşir.” Dedi Baekhyun sakince, satranç masasında bir taşı hareket ettirerek. “Şah, mat. Bu beşinci, Chanyeol.”

“Nasıl ama ya, nasıl onu oraya getirdin? Bana ne ben görmedim!” diye isyan etti Chanyeol, kollarını çocuk gibi abartılı hareketlerle sallayarak. Baekhyun gözlerini devirip taşları toplamaya başladı.

“Beş seferdir aynı şeyi söylüyorsun, artık yenilmekten yorulmadın mı?” diye güldü Baekhyun. Chanyeol gözlerini kocaman açıp somurtarak kollarını kavuşturdu.

“Hile yapıyorsun, yoksa ben yenilmedim işte!” dedi; ama o kadar sevimli bir biçimde yapıyordu ki bunu, kimse ona mantıklı olmasını söyleyemiyordu, söylemek de istemiyordu zaten.

“Tamam, yarın tekrar oynarız, Suho da bakar, bakalım hile yapıyor muymuşum?” dedi Baekhyun, satranç tahtasını da toplarken. “Geri sayım…”

“Beş!” diye başladı Chanyeol hevesle. Sekyung ve Baekhee şaşkınca geriye doğru sayan gençlere baktılar; tam onlar sıfıra geldiğinde mutfak kapısından D.O. göründü.

“Masayı hazırlayın; yoksa ben tencereden yer, sizi de aç bırakırım.” Dedi, elinde kepçesi ve üzerinde çiçekli önlüğüyle. Chen’in neden ona annecik dediğini anlamak zor değildi. Onun talimatıyla herkes ayağa fırlamış, yemek masasını yemeğe hazır hale getirmek için sağda solda koşturmaya başlamıştı. Etrafta koşturan bu kadar çok insan olunca işlerin daha hızlı hallolacağını sanırdınız; ama daha çok birbirlerinin ayağına dolanıyorlardı. Sonunda hazırlamayı bitirdiklerinde D.O. sadece bir tava çıkarıp tencereyle ritmik bir biçimde ona vurmaya başladı ve yukarıda Baekhee’nin uyuklarken gördükleri dahil herkes aşağı koştu.

“Vay be, alarmdan daha etkili.” Dedi Sekyung etkilenmiş bir biçimde, onu kolundan tutmuş masaya götüren Chen’e hiç direnmeden. Havaya yayılan koku zaten karşı konulamazdı.

“Ne sandın?” dedi D.O. geniş ve… garip bir biçimde pis bir sırıtışla. Sekyung bu ifadeyi onun yüzünde görmeyi hiç beklememişti; ama saçma görünmediğini kabul etmeliydi. Herkes oturduktan kısa bir süre sonra merdivenlerden ıslak saçlar ve yeni, beyaz bir eşofman takımla Hanna indi, hemen arkasından da Rian ve Lay geliyordu. Sekyung ikisinin gelişini izlerken, önündeki yemeğe rağmen, gözlerini kıstı.

“Siz ikinize ne oldu böyle?” diyerek Sekyung’un aklındakileri dile getiren Chen oldu. Lay Rian’ı sandalyelerden birine bıraktı ve saçlarını hafifçe karıştırdı, kız da yanında yerini alırken Lay’e gülümsedi. Chen’in gözleri bir an şüpheyle kısıldı, sonra aydınlanmış gibi açıldı ve sırıttı. “Ahh, Lay dostum çok hızlısın, gerçekten.”

“Ne?” dedi Lay umursamazca ve yemeğine gömüldü. Chen kıkırdadı.

“Ben de bu kadar saattir yukarıda ne yaptığınızı merak ediyordum, ne kadar da safım!” dedi Chen, Lay’i örnek alıp yemeğine gömülürken.

“Bir dakika, ne?” dedi Baekhee. Hayır, o da bariz olanı anlamıştı; ama doğru anladığına emin olmak istiyordu.

“Anlamadın mı? O ikisi artık birlikte.” Dedi Chen. Herkes dönüp ikisine bakarken ne Lay, ne de Rian inkar etmek içi herhangi bir girişimde bulundu. Sadece sessizce yemeklerine devam ettiler. Üç saniye sonra masada korkunç bir şamata koptu. O kadar çok insan aynı anda Lay’in sırtına vuruyordu ki gencin kafasının tabağına gömülmesi sürpriz olmazdı. Bir o kadar insan da Rian’ın saçlarını karıştırıyordu. Sekyung bu insanların başını çekiyordu, hatta Hanna bile sadece gülüyordu. Durumun sadece Baekhee’ye tuhaf geliyor olması ne kadar normaldi? Sonuçta, ne kadar olmuştu ki ikisi tanışalı? Gerçi Baekhee her zaman tuhaf olan olmuştu; eğer herkes normal karşılıyorsa normaldi herhalde.

Yemek boyu herkes Rian ve Lay hakkında hayaller kurmaya devam etti; üçüncü kuşak torunlarının evliliklerine kadar. Yemek bittiğinde Lay’in Rian’ı kucakladığı gibi masadan kaçması çok da beklenmedik bir hareket olmamıştı bu yüzden. Beklenmedik olan, artık aynı odada yatacaklarını söyleyerek Suho’yu odasından kovması olmuştu.

“Ya, ben nerede yatacağım?” diye isyan etti Suho. Lay omuz silkti.

“Biliyorsun, Hanna’nın yanındaki yatak oldukça boş.”

“Nasıl yani, onunla mı yatayım?!” dedi Suho, Hanna’ya kaçamak bir bakış atarak. “Yani, tabii ki ben sorun etmem; ama Hanna rahatsız olmasın?”

“Bir şey olmaz.” Dedi Luhan, bir adım öne çıkarak, “Beni daha iyi tanıyor, benimle daha rahat olacaktır. Ben kalırım onunla, sen benim odamda kal.”

“Luhan. Pelüşlerini mi bırakacaksın?” dedi Suho, ardına kadar açık gözlerle. Luhan’ın yüzü bariz bir biçimde asıldı.

“Aaa… evet; o zaman Hanna gelip benimle kalsın?” dedi Luhan, yüzü yeniden aydınlandı ve kocaman parlak gözlerini kırpıştırıp Hanna’ya büyük bir umutla baktı.

“Sehun nereye gidecek?” dedi Suho.

“O da senin yanında kalır.” Dedi Luhan, umutlu gözlerini Hanna’dan ayırmadan.

“Luhan bu fazlasıyla saçma oldu, farkındasın değil mi? Sen Hanna’yla kalasın diye kırk kişi yer mi değiştirecek?” dedi Baekhee, kollarını kavuşturarak. Adını koyamadığı bir sebepten, belki de Lay’la Rian’ın birlikte olmasını garipsemesiyle aynı nedenden, Luhan’ın Hanna’ya karşı tavırları Baekhee’nin sinirlerini bozuyordu. Yoksa bu kadar uyuz bir kız değildi, en azından uyuz davrandığının farkında olacak kadar değil.

“Haklısın…” dedi Luhan, yüzü yeniden asılmıştı. İç çekti. “Ne yapalım, pelüşlerimden birkaç tanesini yanıma alırım artık. Sadece Suho gidip benim yerimde yatmak zorunda kalır.”

“Hala ısrar ediyorsun yani?” dedi Baekhee, içindeki kaltağı mümkün olduğunca bastırmaya çalışarak. Bu, başarılı olmuş haliydi.

“Ne olacak ki? Üç kızız zaten, birimiz her halükarda dışarıda kalıyor ve Luhan haklı; saatlerdir onunla kış bahçesinde kapalıyım. En çok onunla rahat ederim.” Dedi Hanna.

“Biri bana Lay ve Rian’ın neden birlikte uyuduğunu tekrar açıklayabilir mi?” diye söylendi Baekhee, sinirle homurdanarak. Hanna bıkkınlıkla oflayıp gözlerini devirdi. Sehun sakinleştirmek amaçlı elini Baekhee’nin omzuna koydu; ama kız hırçın bir biçimde silkeleyerek uzaklaştırdı onu.

“PMS zamanın gelmiş senin anlaşılan, uyuzluğun üstünde. Boş verin, sabaha toparlanacaktır.” Dedi Hanna ve toplanmış insanları bir diva gibi kışkışlayarak dağıttı. Baekhee’nin içinde oflayıp çığlık atarak tepinmek için dayanılmaz bir istek vardı; ama sadece odasına giderken ayaklarını yere vurmakla yetindi. Bir dakika sonra, daha yatağına yatacak kadar kendini sakinleştiremeden kapı tekrar açıldı. Baekhee, arkası kapıya dönük bir biçimde yatağında oturuyordu, dönüp bakmaya tenezzül etmedi.

“Sekyung, çok rica etsem beş dakika sonra gelir misin?” dedi sadece. Kapı kapandı; ama ayak sesleri devam ediyordu. Baekhee tam gitmesini tekrar söylemek için arkasını dönmüştü ki kapının önünde dikilen Kai’yle karşılaştı. Burnundan bir nefes verdi, dudakları ince bir çizgi halini alana kadar birbirine bastırarak gence baktı. Gazabının hedefi olmasını istediği son insanlardan biri Kai olabilirdi.

“Yağmurda kış bahçesine kadar gidip geldiniz ve benim sayemde bir şemsiyeniz de yoktu. Yatmadan önce bu çayı içmezsen kendimi rezalet hissedeceğim.” Dedi Kai, yumuşak bir sesle. Belki de bu kafasını dağıtmak için iyi bir fırsattı. Baekhee gözlerini kapattı ve üstünden duman tüten bardağın kokusunu almaya çalıştı.

“Ne çayı bu?” dedi sonunda pes ettiğinde. Kai yavaş adımlarla yanına yürümeye başladı.

“Ayva. Sıcak bir şeyler içip öyle yatarsan hem daha rahat uyursun, hem benim içim rahat eder.”

“Onu kapıları kilitlemeden önce düşünmemeli miydin?” diye iğneledi Baekhee, Kai bardağı komodinin üstüne bırakırken. Genç durdu, hafifçe güldü ve doğruldu.

“Haklısın, özür dilerim. Biraz ileri gitmiş olabilirim.” Dedi, utangaçça elini ensesine atarak. Böyle açık bir özür karşısında Baekhee kızamazdı. Gerçekten özür dileyen birine kızmaya asla devam edememişti, gerçekten öfkeli olsa bile. İç çekti ve tüten bardağa uzandı.

“Ben de biraz saçmalamış olabilirim, o konuda da sen haklı olabilirsin.” Diye kabullendi sonunda. Kai gülümseyerek yanına – güvenli bir mesafeye – yatağa oturdu.

“Bir derdin var.” Dedi, sorma ihtiyacı duymadan. Gerçi sorulacak bir şeyi de yoktu; Baekhee açık bir biçimde sorunlu bir velet gibi davranıyordu. Neyi soracaktı ki?

“Bir de ne olduğunu bilsem.” Dedi Baekhee, homurdanarak.

“Ne olduğunu bilsen çözüyor olurdun zaten.” Dedi Kai. Baekhee başını kaldırıp gence baktı.

“Bu kadar çok mu belli oluyor nasıl biri olduğum?”

“Şaka mı yapıyorsun? Açık kitap gibisin.” Diye kıkırdadı Kai. Baekhee bunu iltifat mı, hakaret mi olarak algılayacağını bilemiyordu, tuhaf bir biçimde gülümsemekle yetindi. Hemen ardından Kai uzanıp eline dokunduğundaysa neredeyse bütün çayı üzerine dökmek suretiyle kendini haşlıyordu. Bardağı güvenle geri komodinin üzerine bıraktı. Bu arada Kai de elini tutmuştu; ama daha çok şaşırmış gibi bakıyordu.

“Bilekliğin nerede?” dedi Kai bir an sonra, tam Baekhee ne halt yediğini düşündüğünü sormak üzereyken. Baekhee bu soruyla bir an durdu düşündü, sonra donakaldı. Bilekliği… Yesung’un deri bilekliği. Gerçekten, neredeydi?

“Bilmiyorum; dün… banyo yaparken çıkarmıştım sanırım.” Dedi dehşet içinde.

“Bu kattaki büyük banyoda mı, yoksa Hanna’nın kaldığı odadaki banyoda mı? Sen büyük banyoyu kullanmıştın, değil mi?” dedi Kai. Baekhee başını onaylayarak salladı. Kai kızın elini bırakıp ayaklandı. “Hemen geliyorum.”

Kai odadan çabucak çıkarken Baekhee boş gözlerle kucağına, ellerine bakıyordu. Resmen unutmuştu. Bu nasıl olabilmişti? Nasıl olmuştu da bilekliğin yokluğunu fark etmemişti? Nasıl olmuştu da olanları, yitirdiklerini, sevdiklerini, evini, her şeyi böyle kolayca unutabilmişti? Böyle bir şey mümkün müydü? Sanki bambaşka bir dünyaya gelmiş gibi olduğu için belki zihni kendini tüm travmatik olaylardan soyutlamak, kaçmak istemişti. Olabilir miydi? Kurtarılmayı ve eve dönmeyi beklediğini unutacak kadar kaçmak istemiş olabilir miydi zihni?

Fal taşı gibi açılan gözlerini birkaç kere kırpıştırdı Baekhee. Sorun buydu işte! Lay’le Rian’dan da, Luhan’ın davranışlarından da neredeyse nefret etmesinin sebebi buydu. Bir gün; onlar buraya geleli yalnızca tek bir gün olmuştu. Yaraları iyileşmemişti, kalpleri iyileşmemişti – en azından öyle olmalıydı – ve kayıpları tabii ki geri gelmemişti. Ama Rian gidip biriyle aşk yaşayabiliyordu; Luhan’sa böyle durumdaki birine sarkıntılık edebiliyordu. Başkaları için neydi bilmiyordu; ama bu Baekhee’nin gözünde hastalıklı bir durumdu.

“İşte, burada, buldum onu.” Dedi Kai, içeri girip kapıyı kapatırken. Baekhee yanına tekrar oturan gence boş gözlerle baktı; Kai onun elini havada uygun bir konuma getirip bilekliği güvenle tekrar bağlarken de anlamsızca izledi. Hatta bir an bilincini kaybettiğine yemin edebilirdi; odanın ışıkları kararmış, beden algısını kaybetmişti. Karanlıkta, metalik ritmik seslerin ortasında boşlukta bir an süzüldükten sonra görüşü tekrar yerine geldiğinde neyse ki hala oturuyordu.

“Teşekkürler.” Dedi sessizce, Kai bağlamayı bitirip geri çekildiğinde.

“İyi misin?” dedi Kai, kısa bir sessizliğin ardından. Baekhee gözlerine yaşların dolduğunu hissedip başını iki yana salladı ve avuçlarını yüzüne yapıştırıp sıktığı dişlerinin arasından derin bir nefes aldı.
“Unuttum. Tamamen unuttum.” Dedi zayıf bir sesle, nefesini verirken. Bir an sonra sırtının nazikçe sıvazlandığını hissetti.

“Hatırlamak istemediğin şeyleri; gerçek olduğuna inanmak istemediğin, hiç yokmuş gibi yaşamak istediğin şeyleri bazen zihnin rahatlıkla hiç olmamış gibi yapabilir. Üstelik yaşadıklarınız çok ağır. Bu senin suçun değil, unuttuğun için kendini suçlamamalısın. Arkadaşın seni suçlamazdı.” Dedi Kai, sanki Baekhee’nin zihnini okumuş gibi. Baekhee bastırılmış bir hıçkırıkla sarsıldı.

“Seni yalnız bırakmamı ister misin?” diye sordu Kai bir süre sonra, nazikçe. Baekhee hıçkırıp bağırarak ağlamaya başlamadan konuşabileceğine güvenemiyordu; bu yüzden başını yukarı aşağı sallamakla yetindi. Kai’nin elini çektiğini hissetti, bir dolap kapağının açılıp kapanma sesini duydu, sonra kollarına değen bir yumuşaklık hissetti. “Sana bakmıyorum. Seni duymuyorum. Hatta burada bile değilim… ama yastığın sarılıp ağlamak için fazla küçük.”

Baekhee gözlerini açıp önünde duran kocaman, şişman yastığı gördüğünde elinde olmadan hıçkırıkla karışık bir kıkırtı çıkardı. Kai gerçekten gözlerin kapatmış, başını da başka tarafa çevirmişti, ondan mümkün olan en uzak noktada duruyordu. Baekhee yastığı aldı, kucaklayıp sıkıca kendine bastırdı ve yüzünü de içine gömdü. Bir süre sonra Kai’nin uzaklaşan ayak seslerini duydu. Odanın kapısı açıldı.


“Sekyung’un bir süre gelmemesini ister misin?” dedi Kai kapıdan çıkmadan önce. Baekhee yine başını yukarı aşağı salladı. “İyi geceler.” Dedi Kai, sonra Baekhee kapının kapandığını duydu. Bir an sonra hıçkırıklarını ve anlamsız sözcüklerini yutan yastığa sanki hayatı buna bağlıymış gibi sarılarak ağlamaya başlamıştı. Kendinden nefret etmemek için büyük çaba harcaması gereken zamanlar hep olmuştu hayatında; ama şu an onların en kötüsüydü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder